YUSUF 23 / 24 |
وَرَاوَدَتْهُ
الَّتِي
هُوَ فِي
بَيْتِهَا
عَن
نَّفْسِهِ
وَغَلَّقَتِ
الأَبْوَابَ وَقَالَتْ
هَيْتَ لَكَ
قَالَ
مَعَاذَ
اللّهِ
إِنَّهُ
رَبِّي
أَحْسَنَ
مَثْوَايَ إِنَّهُ
لاَ
يُفْلِحُ
الظَّالِمُونَ
{23} وَلَقَدْ
هَمَّتْ
بِهِ
وَهَمَّ
بِهَا لَوْلا
أَن رَّأَى
بُرْهَانَ
رَبِّهِ
كَذَلِكَ
لِنَصْرِفَ
عَنْهُ
السُّوءَ وَالْفَحْشَاء
إِنَّهُ
مِنْ
عِبَادِنَا
الْمُخْلَصِينَ
{24} |
23.
Evinde bulunduğu kadın kendisinden murad almak istedi. Kapıları sımsıkı kapadı
ve: "Sana söylüyorum, haydi gel!" dedi. O ise: "Allah'a
sığınırım. Doğrusu o, benim efendimdir. O bana iyi bakmış, iyi bir mevki vermiştir.
Gerçekten zalimler kurtuluşa eremezler" dedi.
24.
Andolsun ki o kadın ona meyletmişti, o da o kadına meyletmişti. Eğer Rabbinin
burhanını görmemiş olsaydı ... Ondan fenalığı ve fuhşu giderelim diye böyle
yaptık. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.
"Evinde bulunduğu
kadın kendisinden murad almak istedi." Bu kadın Aziz'in karısıdır. Ondan
kendisi ile ilişki kurmasını istemişti.
"Murad almak
istemek" aslında yumuşaklıkla dilemek ve talebte bulunmak demektir. (...) de
otlak aramak demektir. Bu kelimenin; "Yavaşlık"dan geldiği de
söylenmiştir. Mesela; "Filan kişi yavaş ve sakin yürür"
denilmektedir. Buna göre; "Yumuşak bir şekilde istemek ve taleb
etmek" anlamındadır.
Erkek hakkında;
"Erkek kadından murad almak istedi" denilir. Kadın hakkında da;
"Kadın erkekten murad almak istedi" denilir. (...) ise teenni
demektir. "Bana mühlet verdi" denilir.
"Kapıları sımsıkı
kapadı" anlamındaki buyrukta; "Sımsıkı kapadı" kelimesi çokluk
ifade eder. "Kapıyı kapadı" anlamında; (...) denilmez.
"Kapadı" kipi ise hem çok, hem az hakkında kullanılır. Nitekim
el-Ferezdak, Ebu Amr b. el-Ala hakkında şöyle demektedir:
"Ben Amr b.
Ammar'ın yanına gelinceye kadar bir çok kapıları Kilitleyip açmaya devam edip
durdum."
Denildiğine göre;
kilitlediği kapılar yedi tane idi. Sonra da onu kendisinden murad almaya
çağırdı. "Ve sana söylüyorum, haydi gel! dedi."
"Çabuk, haydi"
kelimesinin mastarı da yoktur, çekimi de yapılmaz. en-Nehhas der ki: Bunda yedi
ayrı kıraat söz konusudur. Bu kıraatlerin en üstünü, sened itibariyle en sahih
olanları el-A'meş'in, Ebu Vail'den yaptığı rivayettir. Ebu Vail dedi ki: Ben
Abdullah b. Mes'ud'u; "Sana söylüyorum, çabuk yanıma gel!" diye
okuduğunu dinledim. Ben ona: Bazıları bunu: (...) diye okumaktadırlar, dediysem
de o: Ben ancak bana öğretildiği gibi okurum, diye cevap verdi.
Ebu Ca'fer (en-Nehhas)
der ki: Kimisi bunu Abdullah b. Mes'ud'dan, o Peygamber (s.a.v.)den diye de
rivayet ederler ki bu da pek uzak bir ihtimal değildir. Çünkü Abdullah b.
Mes'ud'un: Ben ancak bana öğretildiği gibi okurum, demesi bu okuyuşun Hz.
peygamber'e merfu bir rivayet olduğunun delilidir. Bu kıraat "te" ve
"he" harflerinin üstün olarak okunması şeklindedir.
İbn Abbas, Said b.
Cübeyr, el-Hasen, Mücahid ve İkrime'den nakledilen sahih kıraat de budur. Ebu
Amr b. el-A'la, Asım, el-A'meş, Hamza ve el-Kisai de böyle okumuşlardır.
Abdullah b. Mes'ud der ki: Kur'an'a dair kat'i bir iddiada bulunmayınız. Çünkü
o (telaffuzu itibariyle) sizden herhangi birisinin; "Haydi yaklaş, haydi
gel" demenize benzer. (Yani bunu farklı telaffuzlarla kullanmanız
gibidir).
İbn Ebi İshak en-Nahri
ise; (...) diye "he" harfi üstün, "te" harfi de esreli
olarak okumuştur.
Ebu Abdu'r-Rahman
es-Sülemi ile İbn Kesir; (...) şeklinde "he" harfi üstün,
"te" harfini de ötreli olarak okumuşlardır. Tarafe de der ki:
"Benim kavmim o kadar uzak kimseler değildir, Aşiretten bir çağırıcı:
Haydi çabuk olun, dediğinde ... " İşte bu üç kıraatte de "he"
harfi meftuhtur.
Ebu Ca'fer, Şeybe ve
Nafi' ise; (...) şeklinde "he" harfini esreli "te"yi de
üstün okumuşlardır.
Yahya b. Vessab da;
(...) şeklinde "he" harfini esreli, "ya" sakin,
"te" harfi de ötreli olarak okumuştur.
Ali b. Ebi Talib (r.a)
ile İbn Abbas, Mücahid ve İkrime'den ise; (...) şeklinde "he" harfi
esreli, ondan sonra sakin bir hemze ve "te" harfini de ötreli olarak
okudukları rivayet edilmiştir.
İbn Amir ve Şamlılardan
ise; (...) şeklinde "he" harfi esreli, sakin hemze ve "te"
harfini de üstün olarak okumuşlardır.
Ebu Ca'fer der ki:
"Te" harfinin üstün okunması (te harfinin aslı itibariyle sakin
olduğundan ötürü) iki sakinin yanyana gelmesinden dolayıdır. Çünkü bu kelime de
i'rab edilmemesi gereken; "Vazgeç ve sus" kelimeleri gibidir. üstün,
hareke olarak hafiftir, zira bu kelimede "te"den önce "ya"
harfi vardır. "Nerede ve nasıl" kelimelerinde olduğu gibi.
"Te" harfini
esreli okuyanlar da, asl olan esre olduğundan dolayı böyle okurlar. Çünkü sakin
bir harfe hareke verilecek olursa, esre ile harekelenir.
Ötreli okuyanların böyle
okuyuşu ise, bu okuyuşta gaye ve maksat anlamı olduğundan dolayıdır. Yani
kadın; "Seni çağırıyorum" demişti. İzafet "ya"sı
hazfedildikten sonra "te" harfi ötre üzere bina edilmiştir. Tıpkı;
"Orada, ve henüz, sonra" gibi.
Medinelilerin kıraati
ile ilgili olarak da iki görüş vardır: Bir görüşe göre üstün okunması önceden
geçtiği gibi, iki sakinin yanyana gelmesinden dolayıdır. Bir diğer görüşe göre
ise bu kelime; "Hazırlandı, hazırlanır" fiilinden gelmedir.
"Geldi, gelir" fiili gibi, buna göre; (...) in anlamı: Senin
görünüşün gerçekten güzeldir, şeklinde olur. (...): Sana" lafzı ise, başka
bir cümle olup bu da; "Seni kastediyorum" demeye benzer.
Hemze ve "te"
harfini ötre ile okuyanların kıraatine göre bu "senin için
hazırlandım" anlamında bir fiildir. Aynı şekilde; (...) şeklinde
okuyanların kıraati de bu anlamdadır.
Ancak Ebu Amr bu kıraati
kabul etmez. Ebu Ubeyde -Ma'mer b. el-Müsenna- der ki: Ebu Amr'a "he"
harfini esreli, "te" harfini de ötreli ve hemzeli olarak okuyanların
kıraati hakkında sorulunca, Ebu Amr şu cevabı verdi:
Böyle bir kıraat
batıldır. Çünkü o bunu; "Hazırlandım" anlamındaki fiilden
getirmektedir. Git, Yemen'e ulaşıncaya kadar boydan boya Arapları dolaş, bu
şekilde konuşan bir kimse görebilecek misin? Yine el-Kisai der ki: (...) söyleyişi
Araplardan nakledilmiş değildir.
İkrime der ki:
"Senin için hazırlandım, süslendim, allanıp pullandım" demektir. Bu
pek beğenilir bir kıraat değildir, çünkü Arapçada böyle bir kullanım işitilmiş
değildir.
en-Nehhas der ki: Böyle
bir kıraat Basralılara göre güzeldir, çünkü; "Adam hazırlandı, hazırlanır,
hazırlanış" diye kullanılır. Buna göre; (...): Hazırlandı,
hazırlanır" fiili tıpkı; (...): Geldi, gelir" fiili gibi.
"Hazırlandım" fiili de; "Geldim" fiili gibidir.
(...) da "he"
harfinin esreli okunuşu, "he"nin esreli okunuşunu üstün okunuşuna
tercih eden bir kesimin şivesidir. ez-Zeccac der ki: Bütün kıraatlerin en
güzeli "he" ve "te" harflerini üstün olarak; (...)
şeklindeki okuyuştur. Tarafe: "Benim kavmim o kadar uzak kimseler
değildir, Aşiretten bir çağırıcı: Haydi çabuk olun, dediğinde." diyerek,
"he" ve "te" harflerini üstün olarak kullanmıştır.
Şair de Ali b. Ebi Talib
(r.a) hakkında şöyle demiştir: "Irak(lıların) kardeşi, mü'minlerin emirine
şunu bildir ki: Yanımıza gelecek olursan, Hiç şüphesiz Irak da, Iraklılar da
sana teslim olmuşlardır. Haydi durma gel, haydi durma gel."
İbn Abbas ve el-Hasen
der ki: (...); Süryanice bir kelime olup kadın bununla yanına gelmesi için
kendisini çağırmaktadır.
es-Süddi de der ki: Bu
Kıptice: Haydi gelsene! demektir. Ebu Ubeyd de der ki: el-Kisai şöyle derdi: Bu
aslında Havranlıların kullandığı bir tabirdir. Daha sonra Hicazlılara geçmiştir
ki, gel anlamındadır. Yine Ebu Ubeyd der ki: Ben Havranlı bilgin bir yaşlı zata
sordum, o bana bunun kendi şivelerinde kullanılan bir kelime olduğunu söyledi.
İkrime de böyle demiştir. Mücahid ve başkaları ise şöyle demektedirler: Bu
Arapça bir kelimedir ve kadın bununla onu kendisine gelmesi için çağırmaktadır.
Bu kelime herhangi bir şeye yönelmek ve teşvik etmek için kullanılır.
el-Cevheri de der ki:
Bir kimseye bağırıp onu çağırdığı vakit; "Ona seslendi, çağırdı"
denilir. Şair der ki: "Bineğini bana ücretle kiralayanın susması beni
şüpheye düşürdü, Eğer onunla kastedilen kendisi olsaydı, şüphesiz feryat eder,
bağırıp çağırırdı."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Herbir genç delikanlı ona (o deveye) feryad ederek şarkı
söyler."
Yüce Allah'ın: "O
ise Allah'a sığınırım ... dedi." Yani senin beni çağırdığın işten Allah'a
sığınır, O'nun beni himaye etmesini isterim.
"Sığınmak"
mastardır ve; (...): Allah'a bir sığınışla sığınırım" anlamında olup
mef'ul hazfedilir ve hazfedilen fiil dolayısıyla mastar da nasbedilir. Daha
sonra mastar -tıpkı mastarın mef'ule izafe edilmesi gibiAllah'ın adına izafe
yapılır. Nitekim; "Amr'ın uğrayışı gibi ben de Zeyd'e uğradım" demeye
benzer.
"Doğrusu o benim
efendimdir." Bununla kadının kocasını kastetmektedir. Yani o, benim
efendimdir, bana iyilikte bulundu, ben ona ihanet edemem. Bu açıklamayı Mücahid,
İbn İshak ve es-Süddi yapmıştır.
ez-Zeccac da şöyle
demektedir: Şüphesiz Allah benim Rabbimdir. Lütfu ile O beni esirgedi, o
bakımdan ben O'nun haram kıldığı bir şeyi işleyemem. "Gerçekten zalimler
kurtuluşa eremezler. "
Haberde nakledildiğine
göre Aziz'in karısı Hz. Yusuf'a: Ey Yusuf! Yüzün ne kadar güzel, demiş. O şu
cevabı vermiş: Ana rahmindeyken Rabbim bana bu sureti verdi. Kadın: Ey Yusuf!
Saçların ne kadar güzel, demiş. O: Kabrimde benim ilk çürüyecek tarafım odur,
demiş. Kadın, ey Yusuf! gözlerin ne kadar güzel, demiş. O: Ben onlarla Rabbime
bakacağım, demiş. Kadın: Ey Yusuf! Başını kaldır da yüzüme bir bak, demiş. O:
Ahirette kör olmaktan korkarım, demiş. Kadın: Ey Yusuf! Ben sana yaklaşırken,
sen benden uzaklaşıyor musun? demiş. Yusuf: Bununla Rabbime yakınlaşmak
istiyorum, demiş. Kadın: Ey Yusuf! İşte yatağı senin için hazırladım. Haydi
benimle beraber yatağa gir. Hz. Yusuf şöyle demiş: Yatak Rabbime karşı beni
gizleyemez, demiş. Kadın: Ey Yusuf! İpek sergiyi senin için yaydım, kalk da
ihtiyacımı gör, demiş. Yusuf: O takdirde, cennetteki payımı elden kaçırmış
olurum, demiş ... Bu şekilde kadın ona sözler söylemiş. O da ona cevap
yetiştirip, durmuştu. Nihayet o da kadına yaklaşmak istedi.
Kimisinin naklettiğine
göre; kadınlar Hz. Yusuf'a şehvet ve arzu ile meyledip durdular ve bu Allah ona
peygamberlik verinceye kadar böyle sürdü. Peygamberlik verince, Allah ona
peygamberlik heybetini verdi. Peygamberlik heybeti dolayısıyla onu gören herkes
güzelliğine dikkat edemez oldu.
ilim adamları Hz.
Yusufun kadına "meyletmesi"nin mahiyeti hakkında farklı görüşlere
sahiptirler. Kadının meyledişinin masiyet olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Hz.
Yusuf'un meyledişine gelince; "Eğer Rabbinin burhanını görmemiş
olsaydı" buyruğu, Rabbinin burhanını görünce o da meyletmedi,
anlamındadır. Bunun böyle olması peygamberler hakkında ismetin vacib oluşundan
dolayıdır. Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ondan fenalığı ve
fuhşu giderelim diye böyle yaptık. Çünkü o ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.
"
O halde ifadede takdim
ve tehir vardır, yani Rabbinin burhanını görmemiş olsaydı, ona meyledicekti.
Ebu Hatim der ki: Ebu
Ubeyde'ye "Garibu'l-Kur'an"ı okuyordum. Yüce Allah'ın: "Andolsun
ki o kadın ona meyletmişti, o da o kadına meyletmişti" buyruğuna gelince,
Ebu Ubeyde şöyle dedi: Burada takdim ve tehir vardır. O bununla şunu söylemek
istemiş gibiydi: Andolsun kadın ona meyletti, o da Rabbinin burhanını görmemiş
olsaydı, şüphesiz o kadına meyledecekti.
Ahmed b. Yahya dedi ki:
Yani Züleyha masiyet işlemeğe meyletti ve bunda ısrarlı idi. Yusuf da meyletti
ama meylini gerçekleştirmedi. Böylelikle iki meyil arasında bir fark olduğu
ortaya çıkmaktadır. Bu iki görüşü de el-Herevi kitabında
("Garibu'l-Kur'an" adlı eserinde) nakletmektedir. Şair Cemil de der
ki: "Büseyne'ye meyletmek geldi içimden; eğer bu gerçekleşseydi,
Kalbimdeki o aşkın susamışlığını gidermiştim"
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Meylettim (yapmak istedim) ama yapamadım, yapar gibi oldum ah
keşke, Osman'a helallerini (hanımlarını) ağlar bırakıp gelseydim."
Bütün bunlar karar
vermek söz konusu olmaksızın, nefsin içinden geçirdikleri eğilimlerdir.
Hz. Yusuf'un ona
meyletmesi, onunla evlenmeyi temenni etmesi şeklinde idi, diye de
açıklanmıştır. Onun meyli, onu vurmak ve kendisinden itip uzaklaştırmak
şeklinde olduğu, "burhan"ın ise onu vurmaktan vazgeçmesi diye de
açıklanmıştır. Çünkü onu vurmuş olsaydı, bu ona haram bir şekilde yaklaşma
kastını güttüğünü, kendisi buna karşı koyarken o kadını dövdüğü intibaını
verirdi.
Şöyle de açıklanmıştır:
Hz. Yusuf'un meyletmesi de bir masiyetti. O kocanın, hanımının önünde oturuşu
gibi oturdu. el-Kuşeyri, Ebu Nasr, İbnu'lEnbari, en-Nehhas, el-Maverdi ve
başkalarının da naklettiklerine göre müfessirlerin çoğunluğu genel olarak bu
kanaatte imişler.
İbn Abbas der ki:
Uçkurunu çözdü ve onun önüne sünnetçinin oturuşu gibi oturdu. Yine ondan
nakledildiğine göre, kadın sırtı üzere yattı, o da bacakları arasında oturup
elbiselerini soyundu. Said b. Cübeyr der ki: Şalvarının uçkurunu çözdü. Mücahid
der ki: Şalvarını kalçalarına kadar indirdi ve erkeğin hanımının karşısında
oturuşu gibi oturdu. İbn Abbas der ki: Yusuf: "Bu gıyabında ona
hiyanetetmediğini bilmesi içindi" (Yusuf, 52) deyince, Hz. Cebrail ona:
Ve, ey Yusuf! Sen ona meylettiğin zaman da öyle mi idi? deyince, hemen:
"Bununla beraber ben nefSimi temize çıkarmıyorum" (Yusuf, 53)
deyivermişti.
Dediklerine göre: İşte
böyle bir durumda iken vazgeçmek ihlasa delildir ve büyük bir ecir kazanmaya
sebeptir.
Derim ki: İşte şanı Yüce
Allah'ın ileride Yüce Allah'ın izniyle Sad Suresi'nde (45-47. ayetlerin
tefsirinde) ve el-Enbiya'da, (85-86. ayetlerin tefsirinde) Yüce Allah'ın
Zülkifil'i övmesinin sebebi bu olmuştur.
Buradaki: " ...
memiş olsaydı"nın cevabı -buna göre- hazfedilmiştir. Yani eğer Rabbinin
burhanını görmemiş olsaydı, meyledip içinden geçirdiğini gerçekleştirmiş
olacaktı. Yüce Allah'ın: "Hayır gerçekten kesin bir bilgi ile
bilseydiniz" (et-Tekasur, 5) buyruğu da buna benzemektedir ki, bunun
cevabı: Siz bu şekilde birbirinizle çokluk yarışına girmezdiniz, şeklindedir.
İbn Atiyye der ki: Bu
görüş İbn Abbas'tan ve Selef'ten bir topluluktan rivayet edilmiştir. Derler ki:
Bundaki hikmet günahkarlara örnek olmasıdır. Günahkarlar tevbelerinin Yüce
Allah'ın affına bağlı olduğunu ve -kendilerinden daha hayırlı olan kimseler
hakkında- günaha yakınlaşmanın kişiyi helak etmediğini görsünler diye.
Bütün bu açıklamalar Hz.
Yusuf'un meylinin, bu kesimin rivayet ettiği şekilde Züleyha'nın bacakları
arasına oturup elbiselerini soyunup uçkurunu çözmeye başladığını ve buna benzer
davranışlarda bulunduğunu, kadının ise önünde sırt üstü yatmış olduğunu kabul
eden kimselerin rivayetlerine göredir. Bu açıklamayı da Taberi nakletmektedir.
Ebu Ubeyd el-Kasım b.
Sellam der ki: İbn Abbas ve ondan sonrakiler Yusuf'un da kadına meylettiği
hususunda ihtilaf etmezler. Yüce Allah'ı ve Kitabı'nın te'vilini onlar daha iyi
bilirler. Peygamberler hakkında bilmedikleri bir şeyi söylemeyecek kadar,
peygamberleri ta'zim ederler.
el-Hasen de der ki:
Şüphesiz Yüce Allah peygamberlerin, masiyetlerini onlarla ayıplasın diye söz
konusu etmez. Ancak bunları söz konusu etmesi, siz tevbeden ümit kesmeyesiniz
diyedir.
el-Gaznevi der ki:
Bununla birlikte peygamberlerin zellelerinin (günahtan korunmuşluklarına aykırı
düşmeyen yanılmalarının) hikmetleri vardır. (Bizim gibilerin) Allah'tan
korkularının artması, Allah'tan daha çok haya etmesi, işledikleri amelleri
beğenmekten (ve onlar dolayısıyla böbürlenmekten, ucbdan) uzak kalınması,
Allah'tan umuttan sonra af nimetinin zevkine varılmasıdır. Peygamberler yanılan
kimselerin umutlarının da önderleri olmuşlardır.
el-Kuşeyri Ebu Nasr der
ki: Kimileri de şöyle demiştir: Yüsuf'un bir meyli görüldü, fakat onun bu
meyli, fiili kararlaştırmak söz konusu olmaksızın, yaratılış itibariyle bir
hareket ve bir meyil idi. Bu kabilden davranışlardan dolayı ise kul sorumlu
tutulmaz. Nitekim kişi, oruçlu iken kalbinden soğuk su içmeyi, lezzetli
yemekler yemeyi geçirmekle birlikte yeyip, içmediği ve yeme-içmeye kesin karar
vermediği sürece, içinden geçirdikleri dolayısıyla sorumlu tutulmaz. Sözü
edilen "burhan" ise onun içinden geçirdiği bu meyil karar haline
dönüşmesin diye bundan alıkonulması, engellenmesidir.
Derim ki: Bu güzel bir
açıklamadır. Bu açıklamayı yapanlardan birisi de el-Hasen'dir. İbn Atiyye der
ki: Bu ayet-i kerime ile ilgili olarak benim görüşüm şudur: Hz. Yüsuf'un bu
olayesnasında peygamber olduğu rivayeti sahih değildir. Bu konuda birbirini
destekleyen iki rivayet dahi yoktur. O böyle iken de kendisine bir hikmet ve bir
ilim verilmiş mü'min bir kimse idi. O bakımdan bir şeyi işlemeksizin, onu yapma
isteği şeklindeki meyle kapılması ve bu işteki günaha rağmen bayağı
düşüncelerin gelip geçmesi mümkündür. Şayet bu olayesnasında onun peygamber
olduğunu kabul edersek; bana göre ancak hatırdan geçip giden bir düşünce
şeklindeki meyletmeyi onun hakkında düşünmek caiz olur ve bu hususta sözü geçen
uçkurunu çözmesi ve buna benzer şeylerin hiçbirisi sahih değildir. Çünkü
peygamberlikle beraber ismet söz konusudur. "Senin adın peygamberler
sicilinde yazılı iken, beyinsizlerin işini nasıl yaparsın?" diye ona
söylendiği rivayet edilen söze gelince, bu daha sonraları peygamberlerden
birisi olacağının vaade dilmesi anlamındadır.
Derim ki: İbn Atiyye'nin
sözünü ettiği bu şekildeki açıklama doğrudur. Ancak Yüce Allah'ın: ''Biz de
kendisine ... şunu vahyettik. "(Yusuf, 15) diye buyurmuş olması -önceden
de açıkladığımız gibi- o sırada peygamber olduğuna delil teşkil etmektedir.
Aynı zamanda bu bir grub ilim adamının da kabul ettiği görüştür. Eğer o sırada
peygamber idiyse, geriye sadece onun meyletmesi hatırdan geçip giden ve kalpte
hiçbir şekilde yer etmeyen meyilden ibarettir. Şanı Yüce Allah'ın bütün
insanları sorumlu tutmadığı meyl (hemm) de budur. Zira mükellefin bu gibi
meyilleri terketme gücü yoktur. Hz. Yusuf'un: "Bununla beraber ben nefsimi
temize çıkarmıyorum." sözü ise eğer onun söylediği sözlerden kabul
edilirse- ben kendimi bu meyil isteğinden temize çıkarmıyorum, demek olur.
Yahut ta o bu sözü tevazu ve itiraf olmak üzere söylemiştir ki, daha önce
temize çıkartıldığı husustan nefse muhalefet olsun diyedir. Diğer taraftan Şanı
Yüce Allah buluğu vaktinden itibaren Hz. Yusuf'un durumu hakkında: "Tam
ergenlik çağına varınca kendisine bir hüküm ve bir ilim verdik" diye -az
önce geçtiği gibi- haber vermektedir. Yüce Allah'ın haberi ise doğrunun ta
kendisidir, O'nun nitelemesi sahihtir, sözü haktır. Hz. Yusuf Yüce Allah'ın
kendisine öğretmiş olduğu şekilde zinanın, zinaya götüren yolların, kişinin
efendisinin, komşusunun ve yabancı kimselerin namuslarına hainlik etmesinin
haram olduğu hükmüne uygun olarak amel etmiştir. Hiçbir şekilde Aziz'in
karısına bu maksatla yaklaşmamıştır, onun murad alma isteğine olumlu karşılık
vermemiştir. Aksine ondan yüz çevirmiş, ondan kaçmıştır. Bu özel olarak ona
ihsan edilmiş bir hikmettir ve Yüce Allah'ın kendisine öğrettiğine uygun bir
amelidir.
Müslim'in, Sahih'inde
Ebu Hureyre (r.a)dan şöyle dediği nakledilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu
ki: "Melekler der ki: Rabbim şu filan kulun -o kulunu daha iyi görmekle
birlikte- bir kötülük işlemek istiyor. Yüce Allah:
Onu gözetleyin, der.
Eğer o günahı işlerse, günahı ona misliyle yazınız, eğer onu terkederse o
günahı ona bir iyilik olarak yazınız. Çünkü o Benim için o günahı
terketmiştir."
Yine Hz. Peygamber Yüce
Rabbinden şöyle buyurduğunu haber vermektedir: "Kulum bir günah işlemeyi
içinden geçirip de işlemezse, ona bir iyilik olarak yazılır. ''
Kulun işlemeyi içinden
geçirdiği günahı terketmesi sebebiyle ona bir iyilik olarak yazılıyorsa, o
halde böyle bir durumda günah yok demektir. Sahih hadiste de Hz. Peygamber
şöyle buyurmaktadır: "Allah ümmetime nefislerinin içlerinden
geçirdiklerini işlemedikleri yahut konuşmadıkları sürece affetmiştir.'' Bu
hadis de daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
İbnu'l Arabi der ki:
Medinetu's-Selam'da sufi imamlardan bir imam vardı ki, nasıl bir imamdı! İbn
Ata diye bilinirdi. Bir gün Hz. Yusuf ve ona dair haberler hakkında konuşmaya
başladı. Nihayet ona nisbet edilen, hoş olmayan herbir şeyden uzak olduğunu da
anlattı. Meclisinden bir başka adam -meclis her kesimden insanlarla dolup,
taşıyorken- kalkıp şöyle dedi: Şeyhimiz, efendimiz o halde Yusuf, meyletti ama
tamamlamadı. Bu sefer kendisi: Evet, çünkü inayet oradan başlar.
Şimdi sen alimin ve ilim
öğrenenin tatlılığına bak ve avamdan birisinin ne kadar zekice soru sorduğuna,
alim kişinin de ne kadar özlü ve mükemmel cevab verdiğine dikkat et! İşte
bundan dolayıdır ki sufi ilim adamları şöyle demişlerdir. Yüce Allah'ın:
"Tam ergenlik çağına varınca kendisine bir hüküm ve bir ilim verdik "
(Yusuf, 22) buyruğunun ifade ettiği anlam şudur:
Allah ismetine sebep
olması için bunu şehvetin galib geldiği sırada, kendisine ihsan etmişti.
Derim ki: Yüce Allah'ın
Hz. Yusuf'u övmesi ile Hz. Yusuf'un ismeti ve günahsızlığı sabit olduğuna göre
Mus'ab b. Osman'ın şu söyledikleri sahih olamaz: Süleyman b. Yesar yüz
güzelliği itibariyle insanlar arasında en güzellerden idi. Kadının birisi onu
arzuladı, kendisini ona teslim etmek istedi. Süleyman onun bu isteğini kabul
etmedi ve kadına öğüt verdi. Bu sefer kadın:
Eğer dediğimi yapmazsan,
seni rezil ederim, dediyse de yanından çıkıp gitti. Rüyasında Hz. Yusuf'u
otururken gördü. Sen Yusuf musun? deyince, o da: Evet ben meyleden Yusuf'um,
sen de meyletmeyen Süleyman'sın. İşte bu velilik derecesinin, nübuvvet
derecesinden daha üstün olmasını gerektirir. Ancak böyle bir şeye imkan yoktur.
Eğer Hz. Yusuf'un (o dönemde) peygamber olmadığını kabul edecek olsak dahi, en
azından velilik derecesinde idi. Tıpkı Süleyman'ın korunduğu gibi, o da
korunmuş olur. Şayet o kadın Süleyman'ın üzerine kapıları kilitlemiş olsaydı ve
karşılıklı olarak aralarında uzun bir konuşma geçseydi, soru ve cevab uzun
birliktelikle birlikte sürüp, gitseydi; şüphesiz Süleyman'ın fitneye
düşeceğinden ve imtihanının büyüyeceğinden korkulurdu. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
Yüce Allah'ın:
"Eğer Rabbinin burhanınıgörmemiş olsaydı" buyruğundaki (...): (mastar
anlamını ifade eden" ... me" burada ref' mahallinde olup;
"Rabbinin burhanını görmesi olmasaydı" demektir. Cevab ise buyruğu
dinleyenin, onu bilmesinden dolayı hazfedilmiştir ki, olanlar olurdu demektir.
Burada zikredilen
"burhan"ın ne olduğu Kur'an-ı Kerim'de belirtilmemiştir. Ali b. Ebi
Talib (r.a)dan rivayete göre Züleyha evin bir köşeSinde inci ve yakutlarla
süslü bir taç giydirilmiş, bir puta kalkıp bir örtüyle üzerini kapattı. Hz.
Yüsuf ona ne yapıyorsun? diye sorunca, Zeliha: Bu ilahımın beni bu şekilde
görmesinden utanırım deyince: Benim Allah'tan utanmam daha bir yaraşır, diye
cevap verdi. Bu, bu hususta yapılmış en güzel açıklamadır. Çünkü bu şekildeki
cevab ile (Zeliha'ya şirkine karşı) delil getirilmiş olmaktadır.
Denildiğine göre Hz.
Yusuf evin tavanında: ''Zinaya yaklaşmayın, o cidden bir hayasızlıktır, kötü
bir yoldur'' (el-İsra, 32) buyruğunu yazılı olarak gördü.
İbn Abbas da der ki:
Üzerinde: ''Hiç şüphesiz üzerinizde bekçiler vardır'' (el-İnfitar, 10) yazılı
bir el göründü.
Bir başka kesim de şöyle
demektedir: O Yüce Allah'ın ahit ve misakını hatırladı. Bir diğer görüşe göre ona:
Ey Yusuf! diye seslenildi. Sen peygamberler arasında kayıtlısın, beyinsizlerin
amelini mi işliyorsun!
Bir diğer görüşe göre
Hz. Ya'kub'un suretini duvar üzerinde parmaklarını ısırmış, onu tehdit eder
halde görünce durdu ve şehveti parmak uçlarından çıktı. Bunu da Katade,
Mücahid, el-Hasen, ed-Dahhak, Ebu Salih ve Said b. Cübeyr söylemişlerdir.
el-A'meş, Mücahid'den
şöyle dediğini rivayet eder: OşaIvarını çözünce Ya'kub ona göründü ve: Ey
Yusuf! deyince, Hz. Yusuf dönüp kaçtı.
Süfyan da, Ebu Husayn'dan,
o Said b. Cübeyr'den şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Yusuf'a, Hz. Ya'kub
göründü ve göğsüne bir darbe indirdi. Bunun üzerine şehveti parmak uçlarından
çıkıp gitti.
Mücahid der ki: Hz.
Ya'kub'un herbir oğlunun oniki erkek çocuğu oldu. Yusuf'un ise sadece iki oğlu
oldu, bu şehveti dolayısıyla çocukları azaldı.
Bundan başka açıklamalar
da yapılmıştır.
Özetle; ayet-i
kerime'nin sözünü ettiği "burhan" Yüce Allah'ın, Hz. Yusuf'a
gösterdiği ve bununla imanını pekiştirip, masiyetten uzak kaldığı, Allah'ın
ayetlerinden bir ayettir.
"Ondan fenatığı ve
fuhşu giderelim diye böyle yaptık" anlamındaki buyrukta yer alan:
"Böyle'' deki "kef"ın hazfedilmiş bir mübtedanın haberi olmak
üzere merfu olması mümkündür. O zaman ifadenin takdiri şöyle olur: Burhanlar işte
böyledir. Aynı zamanda hazfedilmiş bir mastarın da sıfatı olur. Yani Biz ona
burhanları işte böyle gösterdik, demektir.
Buradaki
"fenalık", şehvet "fuhuş" ise mübaşeretdir.
"Fenalık"ın, kötünün, "fuhş"un zina olduğu da söylenmiştir.
Bir diğer görüşe göre fenalık kişinin arkadaşına hainlik etmesi, fuhuş ise
fuhuş işlemektir. Bir diğer açıklamaya göre "fenalık"tan kasıt Aziz
diye bilinen hükümdarın cezalandırmasıdır.
İbn Kesir, Ebu Amr ve
İbn Amir ''İhlasa erdirilmiş" anlamındaki kelimeyi "lam" harfini
esreli olarak; (...) diye okumuştur ki bu da Yüce Allah'a ihlasla itaat eden
kimseler demek olur. Diğerleri ise "lam" harfini üstün okumuşlardır
ki, bu da Allah'ın risaleti için ihlasa erdirdiği kimseler anlamına gelir.
Esasen Hz. Yusuf bu iki niteliğe de sahip idi. Çünkü o hem Yüce Allah'a itaatte
ihlas sahibi idi. Hem de Allah'ın risaleti için ihlasa erdirilmiş ve seçilmiş
idi.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN