YUSUF 17 |
قَالُواْ
يَا
أَبَانَا
إِنَّا
ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا
يُوسُفَ
عِندَ
مَتَاعِنَا
فَأَكَلَهُ
الذِّئْبُ
وَمَا أَنتَ بِمُؤْمِنٍ
لِّنَا
وَلَوْ
كُنَّا
صَادِقِينَ |
17. Dediler ki:
"Ey Babamız! Biz yarış yapalım diye gittik, Yusufu da eşyamızın yanında
bırakmıştık. Onu kurt yemiş. Biz doğru söyleyenler olsak bile zaten sen bize
inanmazsın."
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı
yedi başlık halinde sunacağız:
1- Yarış Yapmak:
2- Müsabakada Aranan Şartlar:
3- Ok ve Develerle Yarışlar:
4- Ödüllü Yarışlar:
5- Caiz Olan ve Olmayan Ödüllü
Yarışlar:
6- At ve Deve Yarışlarında Binicilerin
Nitelikleri:
7- Hz. Peygamber'in, Hz. Ebu Bekir ve
Hz. Ömer ile Yarışması:
1- Yarış Yapmak:
Yüce Allah'ın:
"Yarış yapalım" fiili "müsabaka"dan (...) vezninde bir
kelimedir. Buradaki yarış ok atma yarışı yapalım, diye de açıklanmıştır. Nitekim
Abdullah (b. Mes'ud)ın kıraatinde; "Biz ok atışı yarışı yapalım diye
gittik" şeklindedir ki bu da zaten bir çeşit yarıştır. Bu açıklamayı
ez-Zeccac yapmıştır.
el-Ezheri der ki:
"Nidal" ok atışı yarışıdır. "Rihan" at yarışıdır,
"müsabaka" kelimesi ise her iki yarışı da ifade eder. el-Kuşeyri Ebu
Nasr der ki: "Yarış yapalım (müsabaka)" ifadesi ya ok atma yarışı ya
at üzerinde yahut ta koşarak yarış yapmak demektir. Koşu yarışından maksat ise
kişinin kendisini koşmaya alıştırmasıdır. Çünkü koşu düşmanla savaşmanın bir
aracıdır. Kurdun koyunlardan uzaklaştırılmasının da bir yoludur.
es-Süddi ve İbn Hibban
der ki: "Yarış yapalım (müsabaka yapalım)" kelimesi hangimizin daha
hızlı koşup, öne geçtiğini görelim diye, hızlıca koşalım, anlamındadır.
İbnu'l-Arabi der ki:
Müsabaka şeriatte hükmü olan bir iştir ve harikulade bir özelliktir, savaşa
karşı da bir destektir. Hz. Peygamber de bizzat kendisi müsabaka yaptığı gibi,
atıyla da yarışmıştır. Hz. Aişe ile koşarak yarışmış ve onu geçmiştir. Rasulullah
(s.a.v.) yaşlanınca yine Hz. Aişe ile koşu yarışı yapmış, bu sefer de Hz. Aişe
onu geçmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona: "Bu öbürüne karşılık
olsun" diye buyurmuştu.
Derim ki: Seleme b.
el-Ekva' da Zu Kared'den, Medine'ye döndüklerinde bir kişi ile müsabaka yapmış,
Hz. Seleme onu geçmişti. Bunu da Müslim rivayet etmektedir.
2- Müsabakada Aranan
Şartlar:
Malik, Nafi'den, o İbn
Ömer'den rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.), özel olarak zayıflatılıp
eğitilmiş atlar arasında el-Hayfa'dan itibaren yarış yapmıştır. Yarışın son
noktası Seniyetu'l-Veda' idi. Yine Hz. Peygamber bu şekilde zayıflatılmamış
atlar arasında da Seniye'den Zureyk oğulları mescidine kadar müsabaka
yaptırmıştır. Abdullah b. Ömer de bu yarışa katılanlardan birisi idi.
Bu hadis, bu konuda
sahih olmanın yanında üç şart ihtiva etmektedir ki bunlar olmaksızın müsabaka
caiz değildir. Söz konusu şartlara gelince, yarış yapılacak mesafenin mutlaka
bilinmesi gerekir. İkinci olarak atların durumları birbirine eşit olmalıdır.
üçüncü husus ise aynı mesafe ve aynı hedefe kadar özel olarak eğitilip
zayıflatılmış atlar ile bu şekilde eğitilmemiş atlar birbirleriyle yarışa
sokulmamalıdır. Eğitilip zayıflatılması ve üzerinde yarış yapılarak bu sünnetin
gerçekleştirilmesi gereken atlar ise, fitne zamanlarında müslümanlarla savaşmak
için değil de düşmana karşı cihad etmek için eğitilen atlardır.
3- Ok ve Develerle
Yarışlar:
Ok ve develerle yarışa
gelince, Müslim'in rivayetine göre Abdullah b. Amr:
Rasulullah (s.a.v.) ile
birlikte sefere çıktık. Bir yerde konakladık. Bizden kimisi çadırını onarırken,
kimisi de ok yarışı yapıyordu, diyerek hadisin geri kalan bölümlerini zikretti.
Nesai'nin kaydettiği
rivayete göre de Ebu Hureyre, Rasülullah (s.a.v.)ın şöyle buyurduğunu
nakletmektedir: "Ya ok, yahut deve, ya da at yarışı olmadıkça yarış
dolayısı ile ödül almak yoktur (caiz değildir). "
İbn Ebi Zi'b'in, Nafi'
b. Ebi Nafi'den, onun da Ebu Hureyre'den naklettiği hadiste "ok"dan
söz edilmiştir. Hicaz ve Irak fukahası da bu görüştedirler.
Buhari de Enes'ten şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Peygamber (s.a.v.)ın el-Adba' diye bir dişi devesi
vardı. Bu deve bir türlü geçilemiyordu. -Humeyd dedi ki: Veya hemen hemen
geçilemiyordu.- Bedevi bir Arap genç bir erkek devesi ile Hz. Peygamber'in dişi
devesini geçti, bu müslümanlara ağır geldi ve Hz. Peygamber bunu anlayınca
şöyle buyurdu: "Dünyadan herhangi bir şey yükseldi mi mutlaka onu
alçaltmak Allah'ın üzerindeki bir haktır. (Allah'ın bir kanunudur)."
4- Ödüllü Yarışlar:
Müslümanlar ödüllü
yarışın ancak at, deve ve ok yarışlarında caiz olacağını ittifakla kabul
etmişlerdir. Şafii der ki: Bu üçü dışındaki yarışlarda ödüller kumardır.
Kadı Ebu'l-Bahteri ise
at, deve ve ok yarışı ile ilgili hadiste "veya kanat (kuşların
yarışı)" kelimesini fazladan eklemiştir. Bu ise Ebu'l-Bahteri'nin Harun
Reşid'in hatırı için uydurduğu bir kelimedir. O bakımdan ilim adamları bundan
ve başka uydurmalarından dolayı, onun naklettiği hadisleri terketmişlerdir.
İlim adamları hiçbir şekilde onun naklettiği hadisi yazmazlar.
Malik'ten de şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Ancak at ve ok atma yarışlarından ödül alınır, çünkü
bunlar savaşanlara karşı güç kaynağıdırlar. Yine Malik der ki: Bununla birlikte
at yarışlarını, ok atışı yarışından daha çok severiz.
Hadisin zahiri soylu
atlar ile normal atlar üzerinde yarış yapmayı eşit görmektedir. Kimi ilim
adamları da at dışında her hususta ödüllü yarışı uygun görmezler. Çünkü
Arapların yarış yapma adetleri bu şekilde idi.
Ata'dan ise herşey
üzerinde ödüllü yarışın caiz olduğunu söylediği rivayet edilmiştir. Ancak onun
bu sözü te'vil edilmelidir, çünkü bunun genel olarak her husus hakkında kabul
edilmesi, kumarın da caiz görülmesi sonucunu verir ki bu da ittifakla haramdır.
5- Caiz Olan ve
Olmayan Ödüllü Yarışlar:
Önceden de belirttiğimiz
gibi at ve deve üzerinde ödüllü yarış ancak belli bir noktaya kadar ve belli
mesafede yapılırsa caizdir. Ok atışı müsabakası da bu şekildedir. Belli bir
nihai hedef, belli bir mesafe ve belli isabet şekli tesbit edilmedikçe ödüllü
yarış caiz değildir. Bu isabet türünde ya okun hedefi delip geçmesi ya da başka
bir şart koşmaksızın isabet ettirmesi şart koşulmalıdır.
Yarışlarda üç türlü ödül
söz konusudur. Birisini vali (yönetici) yahut ta onun dışında bir kimse
kendiliğinden, kendi malından ödül verir ve yarışı kazanana belli bir ödül
tayin eder, galib gelen de o ödülü alır. Yahut ta ödülü yarışanlardan birisi
ortaya koyar. Öbür yarışçı kendisine galib gelirse o ödülü alır, kendisi öbür
yarışçıyı geçerse, koyduğu ödülü kendisi alır. Bununla birlikte ödül olarak
çıkardığı malı o yolda harcaması ve malını geri almaması da güzeldir. Bu yarış
çeşitlerinde (caiz olduklarında) görüş ayrılığı yoktur.
Ödüllü yarışların üçüncü
türü hakkında ise görüş ayrılığı vardır. O da şöyledir: Yarışçılardan herbirisi
diğer yarış çı nın ortaya koyduğunun benzeri bir ödül ortaya koyar. Bunlardan
hangisi galib gelirse hem kendisinin, hem rakibinin ortaya koyduğu ödülü alır.
Bu şekildeki bir yarış aralarına kendilerini geçeceğinden emin olamadıkları
üçüncü bir kişiyi (muhalli!) sokmadıkça caiz değildir. Eğer bu üçüncü şahıs
galip gelirse, her iki ödülü de tek başına alır. Diğer iki yarışçıdan herhangi
birisi galip gelirse, kendisinin de diğer arkadaşının da koyduğu ödülü alır ve
bu yarış ta muhallil olan üçüncü şahsın alacak bir şeyi olmadığı gibi, bir şey
vermek yükümlülüğü de yoktur. İkinci yarışçı, yalnızca üçüncü kişiyi geçecek
olursa, iki yarışçıdan herhangi birisi yarışı kazanmamış gibi olur.
Şafii mezhebine mensub
Ebu Ali b. Hayran der ki: üçüncü olarak giren muhallilin atın ın ne şekilde
yürüdüğünün, koştuğunun bilinmemesi gerekir. Ona "muhallil" adının
veriliş sebebi, yarışan iki kişiye yahut ta kendisine alınacak ödülü helal
kılmaya sebeb olmasıdır.
İlim adamlarının
ittifaklarına göre şayet bu iki kişi arasında muhallil bulunmayıp yarışçılardan
herbirisi, eğer yarışı kazanırsa hem kendisinin koyduğu ödülü, hem arkadaşının
koyduğu ödülü alacağını şart koşarsa, bu bir kumardır ve caiz değildir.
Ebu Davud'un, Sünen'inde
Ebu Hureyre'nin Peygamber (s.a.v.)den şöyle buyurduğu rivayeti yer almaktadır:
"Her kim iki at arasına bir at katar ve kendisinin yarışı kazanacağından
emin değil ise bu bir kumar değildir. Ancak kendisinin yarışı kazanacağından
emin olmakla birlikte, üçüncü atı sokarsa o bir kumardır. ''
Muvatta'da da Said b.
el-Müseyyeb'den şöyle dediği nakledilmektedir: Araya bir muhallil girdiği
takdirde ödüllü at yarışında bir mahzur yoktur, eğer (muhallil) galib gelirse
ödülü alır. Şayet kendisi yenilirse, alacak bir şeyi olmaz.
Şafii ve ilim
adamlarının cumhuru bu görüştedir. Ancak bu hususta Malik'in nakledilen
görüşleri farklıdır. Bir seferinde; at yarışında muhallilin girmesine gerek
yoktur ve biz bu konuda Said'in görüşünü kabul etmiyoruz derken, daha sonra da
muhallil olmaksızın bu yarış caiz olmaz demektedir. Görüşlerinin daha kuvvetli
ve güzel olanı da budur.
6- At ve Deve
Yarışlarında Binicilerin Nitelikleri:
Yarış esnasında at ve
devenin sırtına ancak buluğa ermiş birisi binici olabilir. Bununla birlikte
bineklere asıl sahiplerinin binmesi daha uygundur. Ömer b. el-Hattab (r.a)dan
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Yarış esnasında atlara sahiblerinden başkası
binmesin.
Şafii de der ki: Yarışta
önde olmanın asgari mesafesi bineğin boynunun tamamiyle veya bir bölümüyle önde
olması yahut sağrısının tamamı veya bir bölümü ile öne geçmesi gerekir. Ok atma
yarışında da öne geçiş yine ona göre böyledir.
Bu konuda Muhammed b.
el-Hasen'in görüşü de Şafii'nin görüşüne yakındır.
7- Hz. Peygamber'in,
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer ile Yarışması:
Peygamber (s.a.v.)in,
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer ile yarıştığı ve Rasulullah (s.a.v.)in, Hz. Ebu
Bekir'i bir at boyu geçtiği, Hz. Ömer'in de üçüncü geldiği rivayet edilmiştir.
Yani Hz. Ebu Bekir'in atının başı Hz. Peygamber'in atının sağrısı ile aynı
hizada idi.
"Yusuf'u da
eşyamızın" elbisemizin ve kumaşlarımızın "yanında" onları
korumak üzere "bırakmıştık. Onu kurt yemiş." Çünkü onlar babalarının:
Kurdun onu yemesinden
korkarım, dediğini işitince bunu ondan öğrendiler ve bu sözün arkasına
sığındılar. Çünkü daha önce Hz. Ya'kub bundan dolayı Yusuf için korktuğunu
izhar etmiş idi.
"Biz"
sözümüzde "doğru söyleyenler olsak bile" el-Müberred ve İbn İshak'a
göre doğru söylüyor isek dahi "zaten sen bize inanmazsın." Bizim
doğru söylediğimizi kabul etmezsin. Hz. Ya'kub da onların suikastte bulunma
ihtimallerinin kuvvetli olduğunun açıkça görülmesi ve delillerin
söylediklerinin aksine pek çok olması dolayısıyla -ileride açıklanacağı üzere-
onların doğru söylediklerine inanmamıştı.
"Biz doğru
söyleyenler olsak bile" buyruğunun biz her ne kadar senin nezdinde
güvenilir ve doğru söyleyen kimseler olsak bile sen yine bizi
doğrulamayacaksın. Çünkü sen bu meselede bizi itham altında tutmaktasın. Buna
sebep de Yusuf'a karşı duyduğun aşırı sevgidir. Bu anlamdaki bir açıklamayı et-
Taberi, ez-Zeccac ve başkaları yapmışlardır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN