ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

HUD

77

/

83

وَلَمَّا جَاءتْ رُسُلُنَا لُوطاً سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالَ هَـذَا يَوْمٌ عَصِيبٌ {77} وَجَاءهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ وَمِن قَبْلُ كَانُواْ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ قَالَ يَا قَوْمِ هَـؤُلاء بَنَاتِي هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُواْ اللّهَ وَلاَ تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ {78} قَالُواْ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا فِي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّ وَإِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُرِيدُ {79} قَالَ لَوْ أَنَّ لِي بِكُمْ قُوَّةً أَوْ آوِي إِلَى رُكْنٍ شَدِيدٍ {80} قَالُواْ يَا لُوطُ إِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ لَن يَصِلُواْ إِلَيْكَ فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ

مِّنَ اللَّيْلِ وَلاَ يَلْتَفِتْ مِنكُمْ أَحَدٌ إِلاَّ امْرَأَتَكَ إِنَّهُ مُصِيبُهَا مَا أَصَابَهُمْ إِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُ أَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَرِيبٍ {81} فَلَمَّا جَاء أَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِّن سِجِّيلٍ مَّنضُودٍ {82} مُّسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ

وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِمِينَ بِبَعِيدٍ {83}

 

77. Elçilerimiz Lut'a geldikleri vakit, o bunlar yüzünden kaygıya düştü; onlar sebebiyle göğsü daraldı ve: "İşte bu çok zor bir gündür" dedi.

78. Kavmi kendisine doğru çabucak, itişe kakışa geldiler. Onlar zaten daha önce kötü işler işlemeye alışmışlardı. Dedi ki: "Ey kavmim! İşte kızlarım. Onlar sizin için daha temizdirler. Artık Allah'tan korkun, beni misafirlerimin yanında küçük düşürmeyin. İçinizde aklı başında bir adam yok mu sizin?"

79. Dediler ki: "Bizim senin kızlarında hiçbir hakkımızın olmadığını elbette sen de bilirsin. Sen hiç şüphesiz bizim ne istediğimizi de bilirsin."

80. Dedi ki: "Keşke size yetecek bir gücüm olsaydı, yahut güçlü bir yere sığınabilseydim. "

81. Dediler ki: "Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamazlar. Sen bir ara geceleyin aile efradınla yürü, git. İçinizden -zevcen hariç- hiçbir kimse geriye bakmasın. Çünkü onlara isabet eden ona da isabet edecektir. Onlara va'dolunan vakit sabahtır. Sabah da yakın değil mi?"

82. Emrimiz geldiği zaman oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine pişirilmiş balçıktan birbiri ardınca taşlar yağdırdık.

83. Rabbinin yanında hep işaretlenmişlerdi. Bu, zalimlerden uzak değildir.

 

77. "Elçilerimiz Lut'a geldikleri vakit o bunlar yüzünden kaygıya düştü." Melekler Hz. İbrahim'in yanından çıkıp gittiklerinde -Hz. İbrahim'in bulunduğu yer ile Hz. Lut'un kasabası arasında dört fersahlık bir mesafe vardı- su almak isteyen Hz. Lut'un iki kızı melekleri gördüler ve bunların oldukça güzel bir görünüşe sahib olduklarını farkettiler. Bunlara: Sizin durumunuz nedir ve nerden geliyorsunuz? diye sordular. Melekler: Filan yerden geliyoruz ve şu şehire gitmek istiyoruz, dediler. Hz. Lut'un kızları: O şehrin halkı hayasızlık işleyen kimselerdir, dediler. Bu sefer melekler, peki o şehirde bizi misafir edecek kimse var mı? diye sorunca, kızları var dediler. Şu yaşlı adam diyerek, Hz. Lut'u işaret ettiler. Hz. Lut onların kılık kıyafetlerini görünce kavminin bunlara kötülük yapacağından korktu ve; "O bunlar yüzünden kaygıya düştü. " Yani onların gelişlerinden hoşlanmadı.

 

"Hoşlanmadı, hoşlanmaz" fiili lazım! (geçişsiz)'dir. Aynı şekilde; "O'ndan hoşlanmadı, hoşlanmaz" şeklinde müteaddi (geçişli) de olur. Arzu edilirse (mazi fiilinde) "sin" harfi ötreli de okunabilir, çünkü aslı ötredir ve bu kelimenin aslı; "Onlardan dolayı hoşlanmadı" şeklinde; (...) den gelmekte olup "vav" ın harekesi "sin"e verildikten sonra "vav" harfi de "ya" harfine kalbedilmiştir. Şayet hemze hafif okunarak harekesi "ya"ya verilecek olur ise hemzesiz olarak, (...) diye okunur. Şaz bir söyleyiş olarak da ("ya" harfi) şeddeli de okunur.

"Onlar sebebiyle göğsü daraldı." Onların gelişlerinden ötürü içine bir sıkıntı düştü ve bu işten hoşlanmad!. Takati kalmadı ve kendisini sıkıntı bastı, diye de açıklanmıştır. Bu kelimenin aslı, devenin atabildiği kadar geniş adımları ile ileriye doğru yürümekten alınmadır. İşte adımını atabildiğinden daha fazlasına zorlanacak olursa, bunu yapamaz, daralır ve buna güç yetiremeyerek boynunu ileriye doğru uzatır. Buna göre; "Kulaçın daralması" (şeklinde kelime anlamlı tabir), güç yetirememek, sıkılmak anlamında bir tabirdir.

 

Bu tabirin, kişinin kusmasını önleyememesi anlamındaki; (...) den geldiği de söylenmiştir. Yani o, hoşuna gitmeyen bir işi içinde saklamakta güçlük çekti; onların güzelliklerini görünce kavminin de fasıklığını bildiğinden ötürü bundan rahatsız oldu, sıkıldı. "Ve: İşte bu çok zor bir gündür, dedi." Kötülükleri itibariyle zorlu bir gündür. Şair der ki: "Ve şüphesiz ki sen Bekr b. Vail (kabilesin)i razı etmeyecek olursan (Onların yüzünden) sen Irak'ta çok zorlu bir günle karşılaşırsın."

 

Bir başka şair de şöyle demektedir. "Bu öyle zorlu bir gündür ki, kahramanları bile üstüste zorlar durur, Çok güçlü bir kimsenin palamut ağacı dallarını üstüste koyup zorluca kendisine çekmesi gibi."

 

Teksir (çokluk) anlamını vermek üzere de; (...) denilir. Yani hoş olmayan ve şerrin bir arada toplandığı gün, yer demektir. Kötülükle dolup taşmayı (...) diye ifade ederler. İşte söz birliği etmiş, kendi aralarında ittifak etmiş kimselere; (...) denilmesi de buradan gelmektedir. Kişinin asabesi ise, onunla aynı nesebi paylaşan kimseler demektir. Filan için taassub gösterdim, tabiri ise ben onun bir asabesiymişim gibi oldum demektir. "Ma'süb kişi"de hilkati güzel, tam kişi demektir.

 

78. "Kavmi kendisine doğru çabucak itişe kakışa geldiler." Anlamındaki ifade hal mevkiindedir.

 

"Hızlıca geldiler" demektir. el-Kisai, el-Ferra ve onların dışındaki dil bilginleri derler ki: Bu ifade ancak bir çeşit titreme ile birlikte hızlıca

       ,      ,

koşmak hakkında kullanılır. Mesela, (...) tabiri kişi soğuk, kızgınlık veya sıtma gibi bir sebebten ötürü titreyerek hızlıca koştu, anlamındadır. Bunun ism-i faili de; (...) şeklinde gelir. Mühelhil der ki: "Onlar esir edilmiş olarak ve titreyerek hızlıca geldiler, Biz onların burunlarını sürte sürte çekip getiriyorduk."

 

Bir başka şair de şöyle demektedir: "Ona doğru acele ederek ve hızlıca koşuşanlar (geldiler.)"

 

"Filan kişi o işe düşkün oldu, Zeyd titredi ve filan kişi güzel bir görünüşe sahib oldu" tabirlerine (kelime şekli ve kullanımı itibariyle) benzer. Bu kelimeler ancak bu şekilde kullanılır.

 

(...) ın; hırsından dolayı titremeye başladı, anlamına geldiği de söylenmiştir. Buna göre "Hızlıca ve onun yanına gitmek üzere çabucak koşuşarak (ona gittiler)" demek olur.

 

Birinci açıklamayı yapanlar şöyle derler: Bu kelime ancak hızlandı, hızla geldi anlamında; (...) şeklinde; adam hızlandı, diye ve meçhul bir fiillafzı ile kullanılır. İbnu'l-Kutiyye der ki: "Arkadan sürüldü, sürüklendi ve acele etmesi istendi" anlamındadır. el-Herevi der ki: "Çabucak gelmesi için teşvik edildi, istendi" denilir.

 

İbn Abbas, Katade ve es-Süddi ise bunu koşarak geldiler; ed-Dahhak koşa koşa geldiler; İbn Uyeyne arkadan itiliyorlarmışcasına geldiler diye açıklamışlardır. Şimr b. Atiyye der ki: Bu koşmak ile yürümek arasındaki (koşar gibi) yürüyüş demektir. el-Hasen ise, bu iki yürüme şekli arasında bir yürümedir (orta yollu yürüme). Anlamlar birbirlerine yakındır.

 

Rivayet olunduğuna göre çabucak gelişlerinin sebebi şudur: Hz. Lut'un kafir olan eşi misafirleri ve onların güzelliklerini, endamlarını görünce, evinden dışarı çıktı ve kavminin oturduğu meclislerine vardı. Onlara şöyle dedi:

 

Bu gece Lut'un benzersiz güzellikte misafirleri geldi. Onlar şöyle şöyle idiler ... İşte bunun üzerine Hz. Lut'un kavmi yanına koşarcasına geldiler.

 

Nakledildiğine göre elçiler, Hz. LUt'un bulunduğu şehire ulaştıklarında, onu tarlasında çalışırken buldular. Başka bir görüşe göre kızını Sedum nehrinden su alırken gördüler. Ona kendilerini misafir edip, ağırlayacak bir kimse göstermesini söylediler. Kızı onların güzel endamlarını görünce Lut kavminden onlara kötülük gelmesinden korktu ve: Olduğunuz yerde durunuz, deyip babasına gitti; durumu haber verdi.

 

Hz. Lut yanlarına geldiğinde ona, bu gece bizi misafir etmeni istiyoruz dediler. O da kendilerine: Bu kavmin neler yaptığını hiç duymadınız mı? dedi. Onlar ne yapıyorlar? diye sorunca, Hz. LUt şöyle dedi: Allah adına şahitlik ederim ki bunlar yeryüzünde en kötü kavimdirler. -Şanı Yüce Allah da meleklerine şöyle emretmiş idi: Lut onların aleyhine dört defa şahitlik etmedikçe o kavmi azaplandırmayınız.- Hz. Lut bu sözü söyleyince, Hz. Cebrail de arkadaşlarına: Bu bir, dedi. Daha sonra karşılıklı olarak konuşmaları devam etti ve nihayet Hz. LUt'un kavmi aleyhine şahitliği dördü buldu. Sonra da gelenlerle birlikte şehre girdi.

 

"Onlar zaten daha önce" yani elçilerin gelişinden önce; Hz. Lut'un gelişinden önce diye de açıklanmıştır; "kötü işler işlemeğe alışmışlardı." Yani onlar erkeklere yaklaşmayı adet haline getirmişlerdi.

 

Kavmi Hz. Lut'un yanına gelip misafirlerine yönelmek istediklerinde Hz.

LUt önlerine misafirlerini savunmak üzere kalkıp dikildi ve: "Ey kavmim! İşte kızlarım" dedi. Bu buyruk mübteda ve haberdir.

 

Hz. LUt'un: "İşte kızlarım" şeklindeki sözlerinin anlamı ile ilgili farklı görüşler vardır: Denildiğine göre Hz. Lut'un üç öz kızı vardı. Bunların iki tane olduğu, adlarının da Zita ve Zaura oldukları da söylenmiştir. Yine denildiğine göre Lut kavminin itaat ettikleri iki ileri gelenleri vardı. Hz. Lut onlara kızlarını vermek istedi. Yine bir diğer açıklamaya göre Hz. Lut böyle bir durumda onları nikahlanarak evlenmeye teşvik etti. O zamanın şeriatlerinde kafir bir erkeğin, mü'min bir kadın ile evlenmesi caiz idi. İslam'ın ilk dönemlerinde de bu caizdi, sonradan nesh edildi. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) bir kızını Utbe b. Ebi Leheb'e, diğerini de Ebu'l-As b. er-Rebi' ile peygamber olmadan önce evlendirmiş idi. Bu ikisi de kafir idiler.

 

Aralarında Mücahid ve Said b. Cübeyr'in de bulunduğu bir topluluk ise derler ki: Hz. Lut: "İşte kızlarım" diyerek bütün kadınlara işaret etmiştir. Çünkü bir kavmin peygamberi onların babası gibidir. Bu görüşü İbn Mes'ud'un; (el-Ahzab, 6)daki: "Peygamber mü'minler için kendi öz canlarından önce gelir. Onun zevceleri de analarıdır" buyruğunu "ve o onların babasıdır" şeklindeki okuyuşu desteklemektedir.

 

Bir başka kesim şöyle demektedir: Hz. Lut'un bu sözü bir savunma idi.

Onu fiilen gerçekleştirmek istemiş değildi. Bu görüş Ebu Ubeyde'den rivayet edilmiştir. Nitekim başkasının malını yemekten alıkonmak istenen kimseye: Domuz senin için bundan daha helaldir, denilmesi de buna benzemektedir. İkrime de der ki: Hz. Lut ne kendi kızlarını, ne de ümmetinin kızlarını nikahlamalarını teklif etmiş değildi. O bu sözlerini sadece çekip gitsinler diye söylemişti.

 

"Onlar sizin için daha temizdirler" anlamındaki buyruk, mübteda ve haberdir. Yani ben sizi onlarla evlendireyim, bu sizin yapmak istediğinizden sizin için daha çok temizdir, yani daha bir helaldir. Temizlenmek (tetahhur) ise helal olmayan şeyden uzak durmak demektir.

 

İbn Abbas der ki: Kavimlerinin ileri gelenleri, başkanları Hz. Lut'dan kızlarını istemişler, o da onlara henüz cevab vermemişti. İşte o gün kızlarını feda ederek, misafirlerini kurtarmak istemişti. Diğer taraftan; "Daha temizdir" ifadesindeki "hemze" tafdil için değildir ki, erkeklere yaklaşmanın bir temizlik olduğu vehmi söz konusu olsun. Aksine buradaki ifade şunu andırır: Allah daha büyük, daha Yüce ve daha celildir. Her ne kadar bu ifade tafdil için değilse de (kipi böyledir) ve bu kullanım şekli, Arap diline uygun ve yaygındır. Şanı Yüce Allah'a karşı hiçbir kimse büyüklük yarışına giremez ki, Yüce Allah ondan daha büyük olsun. Nitekim Ebu Süfyan b. Harb, Uhud günü şöyle demişti: Yücel ey hubel, yücel ey hubel! Peygamber (s.a.v.) de Hz. Ömer'e şöyle demişti: "De ki: Allah en Yüce ve en üstün olandır.'' Hubel ise hiçbir zaman ne yüce, ne üstün olmuştur.

 

"Onlar daha temizdirler" buyruğu genel olarak "ra" harfi ötreli olarak okunmuştur. Ancak el-Hasen ile İsa b. Amr hal olarak nasb ile okumuşlar ve: "Onlar" anlamındaki zamiri de imad kabul etmişlerdir. elHalil, Sibeveyh ve el-Ahfeş ise burada bu zamirin imad olmasını uygun görmezler. Bunun imad olması ancak ifadenin kendisinden sonra gelen sözlerle tamam olması halinde söz konusudur. "Zeyd işte o senin kardeşindir" ifadesi türünde olur. Bununla "kardeş" anlamındaki kelimenin sıfat olmadığı gösterilmek istenir. ez-Zeccac der ki: Ayrıca bununla; (...) in habere ihtiyacı olduğunu belirtmiş olmaktadır. Başkası ise şöyle demektedir: Bununla haberin marife yahut marife seviyesindebir isim olduğunu gösterir.

 

Yüce Allah'ın: "Artık. Allah'tan korkun. Beni misafirlerimin yanında küçük düşürmeyin" buyruğu, onlara karşı beni hakir ve zelil düşürmeyin, demektir. Hassan'ın şu beyitleri de bu türdendir: "Ey Uteyb b. Malik, rezil etsin seni Rabbim, Ve ölümden önce seni bir yıldırım ile alıp götürsün. Sen, -kılıçlarla parçalanasıca- o sağ elini onu Öldürmek kastıyla uzattın da ağzını kanattın."

 

Bununla birlikte bu kelimenin utanmak ve haya etmek anlamına gelen; (...) dan gelmesi de mümkündür. Nitekim şair Zu'r-Rime de şöyle demektedir: "(Kumdaki) ipi andıran kıvrım tarafından yaptığı hücumundan sonra Onu bulan -öfke ile karışık- bir utanılacak şeydir."

 

Bir başka şair de şöyle demektedir: "Rüzgar üzerindeki can vücuduna yapıştıracak yahut ta süsleri Boynundan uzaklaşacak olursa, utanma beyaz (tenli)lerden."

 

"Misafir" kelimesi ise aynı zamanda ikil ve çoğul için de bu şekilde kullanılır. Çünkü kelime aslı itibariyle mastardır. Nitekim şair de şöyle demektedir: "Zaman durdukça misafir için kassabın palasını, eksik etmesin Halbuki misafir ziyaretçilerin en çok hak sahibidir."

 

Bununla birlikte bu kelimenin tesniye ve çoğulu da yapılabilir. Ancak birinci şekil daha çok kullanılır. Mesela; "Oruçlu, oruçsuz ve ziyaretçi adamlar" demek (bu kelimeler mastar olduğu için tesniye ve çoğulda değişmemesi) bunun gibidir. "Kişi utan(dırıl)dı" demektir. Rezil ve rüsvay oldu anlamında ise; (...) şeklinde gelir. Bu iki anlamda ise müzari de aynı şekilde (...) diye kullanılır.

 

Daha sonra Hz. LUt onları: "İçinizde aklı başında bir adam yok mu sizin?" diye azarladı. Yani aranızda iyiliği emredip, münkerden alıkoyacak güçlü bir kimse yok mu? Buradaki, "Aklı başında" kelimesinin doğru hareket eden anlamında olduğu söylendiği gibi, salih ya da ıslah edici bir kimse anlamında olduğu da söylenmiştir. İbn Abbas der ki: Burada "reşid"den kasıt mü'min demektir. Ebu Malik ise münkerden alıkoyan kimse diye açıklamıştır. Reşid'in Reşed anlamında olduğu da söylenmiştir. Reşed ve reşad hidayet ve istikamet demektir. Yine bu kelimenin mürşid (hakkı gösteren, ona yönelten) anlamında olması da mümkündür. "Hakim" kelimesinin muhkim (işi sağlam ve hikmetli yapan) anlamında kullanılması gibi.

 

79. "Dediler ki: Bizim senin kızlarında hiçbir hakkımızın olmadığını elbette sen de bilirsin." Rivayete göre Hz. Lüt'un kavmine mensub bazı kimseler Hz. Lüt'un kızlarına talib olmuşlardı. Onların hükümlerine göre bir kimse bir kadına talib olup da ona verilmeyecek olursa, o kadın ona ebediyyen helal olmaz. İşte Yüce Allah'ın: "Dediler ki: Bizim senin kızlarında hiçbir hakkımızın olmadığını elbette sen de bilirsin" buyruğu buna işaret etmektedir.

 

Böyle bir özelliğin söz konusu olması bir tarafa, ifade şu demektir: Bizim kızlarınla herhangi bir ilişkimiz, onlarla ilgili bir talebimiz yoktur. Biz onları almak kastıyla da gelmedik ve esasen bizim böyle bir istekte bulunma adetimiz de yoktur. "Sen hiç şüphesiz bizim ne istediğimizi de bilirsin" sözleriyle de misafirlere işaret etmişlerdi.

 

80. "Dedi ki: Keşke size yetecek bir gücüm olsaydı." Hz. Lüt onların bu azgınlıklarında devam edip gittiklerini görüp onlara karşı zayıf düştüğünü, onları savmaya, defetmeye gücünün yetmediğini görünce, onları geri püskürtmek için bir yardımcı bulsam diye temennide bulundu ve Yüce Allah'a karşı zilletini bildirdi ve bu musibetten dolayı adeta bir feryad suretinde: "Keşke size yetecek bir gücüm olsaydı" yani yardımcılarım ve destekçilerim bulunsaydı diye temenni etti. İbn Abbas der ki: Bununla oğulları olsaydı, temennisinde bulunmuştu.

 

"Keşke size yetecek bir gücüm olsaydı" buyruğundaki (...); mukadder bir fiil ile ref' mahallindedir ve bu ifadenin takdiri: "Olsaydı, bulunsaydı" takdirindedir. Bu takdir aynı şekilde (...) ın, "Keşke"den sonra geldiği bütün terkiblerde söz konusudur. Temenninin cevabı ise hazfedilmiştir. Yani buna gücüm olsaydı, fesat ehlini bu gücümle geri çevirir, püskürtür, istediklerini gerçekleştirmelerine engel olurdum.

 

"Yahut güçlü bir yere sığınabilseydim" oraya katılabilseydim ve iltica edebilseydim.

 

"Yahut. .. sığınabilseydim" ifadesi "Güç, kelimesine atf ile mansub olarak okunmuştur. Sanki: "Keşke size yetecek bir gücüm olsaydı, yahutta güçlü bir yere sığınabilme imkanını bulsaydım" demiş gibidir ki bu da; (...) takdirindedir. Buna göre bu "sığınabilseydim" kelimesi, (...) takdirinde ve bu edatın mahzuf olarak varlığı kabul edilerek nasb edilmiş gibidir.

 

Hz. Lut'un "güçlü yer"den kastı aşiret ve çokluk ile güç ve kuvvet sahibi olmak idi. Onların yaptıkları çirkinlikler Allah'ın nezdindekileri bilmekle birlikte ona bu sözü söyletecek dereceye ulaşmıştı. Rivayet edildiğine göre melekler Hz. Lut bu sözleri söyleyince, bu sözleri ona yakıştıramamış ve: Şüphesiz senin sığındığın yer çok güçlüdür, demişler.

 

Buhari'de de Ebu Hureyre'den rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah Lut'a rahmetini ihsan eylesin. Andolsun o gerçekten güçlü bir yere sığınmıştı zaten." Sözkonusu bu hadis daha önce el-Bakara Suresi'nde (260. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Bu hadisi Tirmizı de rivayet etmiş ve şu ilaveyi de kaydetmiştir: "Ondan sonra Yüce Allah ne kadar peygamber gönderdiyse, onu kavminden büyük bir kalabalık arasında göndermiştir." Muhammed b. Amr dedi ki: Kalabalıktan kasıt çokluk ve onu koruyacak kimselerdir. Hadis hasen bir hadistir.

 

Rivayet edildiğine göre LUt (a.s)a kavmi baskın çıkıp tuttuğu kapıyı kırmak isterlerken, elçi olarak gelmiş olan melekler ona: Kapının arkasından kenara çekil, dediler. Kenara çekilince kapı açıldı, Hz. Cebrail kanadıyla onlara bir darbe indirdi. Gözleri silme kör oldu ve gerisin geri: Bizi kurtaracak yok mu diyerek kaçış ıp gittiler. Yüce Allah da bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: ''Andolsun onlar misafirlerine dahi kötülük yapmak istediler de gözlerini silme kör ettik. "(el-Kamer, 37)

 

İbn Abbas ve tefsir bilginleri derler ki: Hz. Lut evinin kapısını yanında melekler olduğu halde arkadan kilitledi ve kapının arkasından kavmiyle tartışıyor ve onlara yalvarıyordu. Onlar ise duvarı aşmanın yollarını arıyorlardı. Melekler Hz. Lut'un kendileri için bu kadar yorulup çabaladığını, ızdırap çektiğini görünce: Ey LUt hiç şüphesiz senin sığındığın yer çok güçlüdür ve onlara geri çevirilemeyecek bir azab gelecektir. Bizler de senin Rabbinin elçileriyiz, haydi kapıyı aç, bizi onlarla başbaşa bırak, dediler. Hz. Lut kapıyı açtı, Hz. Cebrail de önceden geçtiği üzere kanadıyla onlara bir darbe indirdi.

 

Bir diğer görüşe göre Hz. Cebrail yerden bir miktar toprak alarak yüzlerine serpti. Allah bu topraktan bir miktarı uzak olanın da, yakın olanın da gözlerine ulaştırdı ve bu da onların gözlerini silme kör etti. Yollarını tanıyamaz oldular, evlerine gidemediler. Bu sefer kurtuluş, kurtuluş diye bağırmaya başladılar. "Lut'un kavmi arasında öyle kimseler vardır ki bunlar yeryüzünde bulunanların en ileri derecedeki büyücüleridir. Onlar bize büYü yaptılar ve gözlerimizi kör ettiler" deyip arkasından: Ey Lut, hele olduğun gibi kal da sabah olunca sana neler yapacağımızı göreceksin, diye tehdit etmeye koyuldular.

 

81. "Dediler ki: 'Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz." Melekler Hz. Lut'un üzüntü, ızdırab ve misafirlerini savunmasını görünce, ona kendilerini tanıttılar. Hz. Lut onların elçi olarak geldiklerini öğrenince, kavminin içeri girmesine fırsat tanıdı. Hz. Cebrail elini gözlerinin üzerinden geçirmekle birlikte kör oldular, ellerinden tutar tutmaz elleri kuruyuverdi.

"Onlar sana" hoşuna gitmeyecek; zarar verecek şekilde "asla ulaşamazlar. Sen bir ara geceleyin aile efradınla yürü."

 

"Yürü," kelimesi hemzenin vaslı ile de kat'ı ile de okunmuştur ki ikisi de fasihtir. Nitekim Yüce Allah (vasl ile) şöyle buyurmaktadır: "Yürüyüp, gittiği zaman da geceye andolsun. "(el-Fecr, 4) Bir başka yerde de (kat' ile) şöyle buyurmaktadır: "Gece leyinyürüten ... münezzehtir. "(el-İsra, 1) Şair en-Nabiğa da her iki söyleyişi (bir beyitte) bir arada şöylece kullanmaktadır: "Kuzey tarafından el-Cevza (ikizler) burcundan üzerine Dolu yağdıran bir bulut (geceleyin) yürüyüp geldi."

 

Bir başka şair de şöyle demektedir: "Geceleyin çıkıp yürümezken, yanına çıkıp gelen ve perdesi Arkasında saklı bulunan o genç ve güzeli selamla."

 

Hemze kat' ile "(...) şeklinde kullanılırsa; "gecenin başındaki yürü" anlamında olduğu; "(...) ın, "gecenin son vakitlerinde yürüdü," anlamına geldiği de söylenmiştir. Gündüz yürümesi hakkında ise sadece; (...) kullanılır. Şair Lebid der ki: "Kişi geceleyin yürüdü mü kendisinin bir iş gördüğünü zanneder, Halbuki kişi yaşadıkça zaten amelde bulunur."

 

Şair Abdullah b. Revaha da şöyle demektedir: "Sabah olunca insanlar artık geceleyin yürüyüşten övgüyle söz ederler ve Uyku ile uyuklamanın gizleyip sakladığı şeyler üzerlerinden açılır gider."

 

"Bir ara, geceleyin" ifadesi ile ilgili olarak İbn Abbas gecenin bir bölümünde, ed-Dahhak ise gecenin geri kalan bölümünde, Katade gecenin ilk bölümleri geçip gittikten sonra, el-Ahfeş ise gecenin bir bölümünün bir miktarından sonra, İbnu'l-A'rabi geceden bir süre geçtikten sonra diye açıklamışlardır. Gece karanlığında diye açıklandığı gibi, geceleyin etraf sakinleştikten sonra ve gecenin ilk üçte bir veya dörtte biri geçtikten sonra diye de açıklanmıştır. Bunların hepsi birbirine yakın manalardır. Bunun gecenin yarısı demek olduğu da söylenmiştir. Bu da bir bütünün iki parçaya (kıtaya) bölünmesinden alınmış bir tabirdir. Şairin beyiti de bu türdendir: "Ve bir kadın ki gece ortasında, tümseğin orta yerinde Bir erkek için ağıt yakar."

 

"Geceleyin yürümek" ancak geceleyin söz konusu olduğuna göre "bir ara, geceleyin" ifadesine ne gerek var? diye sorulsa; cevabı şudur: Eğer "bir ara, geceleyin" denilmeyecek olsaydı, gecenin ilk bölümünde yola çıkın anlamına gelmesi de mümkün olurdu.

 

"İçinizden hiçbir kimse geriye bakmasın." Sizden kimse arkasına dönüp bakmasın. Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır, İbn Abbas ise: Sizden kimse geriye kalmasın, diye açıklamıştır. Ali b. İsa da şöyle demiştir: Sizden herhangi bir kimse kendisini geriye bıraktıracak şekilde bir mal veya bir eşya ile uğraşmasın.

 

"Zevcen hariç" buyruğu nasb ile okunur ve manası açık ve vazıh kıraat budur. Yani; "zevcen hariç, aile halkınla geceleyin yola çık" demektir. İbn Mes'ud'un kıraatinde de bu anlamı verecek şekildedir: "Zevcen hariç aile efradınla yürü." O halde bu, aile efradı (anlamındaki "el-ehl" kelimes onden istisnadır. Bu açıklamaya göre Hz. Lüt hanımını kendisiyle beraber yola çıkarmamıştır. Yüce Allah bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: ''Ancak karısı geride kalıp helak edilenlerden oldu. "(el-A'raf, 83) Bu da karısının geride kalanlar arasında olduğu anlamındadır.

 

Ancak, Ebu Amr ve İbn Kesir "hiçbir kimse" anlamındaki kelimeden bedel olmak üzere; "zevcen hariç" anlamındaki buyruğu (...) diye (te harfi ötreli) okumuşlardır. Ancak aralarında Ebu Ubeyd'in de bulunduğu bir topluluk; bu kıraati uygun görmezler. Ebu Ubeyd der ki: Böyle bir kıraat ancak; "Geriye dönüp bakar" fiilinin ref' ile okunması halinde doğru olabilir ve bu durumda da sıfat olur. Çünkü o takdirde mana, kadına geriye dönüp bakması mübah olur şeklinde olur ki, mana bu değildir.

 

en-Nehhas da der ki: Ebu Ubeyd ve diğerlerinin -Arap dili konusunda önemli bir yer ve değere sahip olmakla birlikte- Ebu Amr gibi birisine böyle bir hücumda bulunmaması gerekirdi, çünkü bunun bedel olarak ref' ile okunmasının da doğru ve anlaşılabilir bir manası vardır. Bu okuyuşun açıklaması ise Muhammed b. el-Velid'in, Muhammed b. Yezid'den naklettiğine göre; kişinin perdedarına: Filan kişi dışarı çıkmasın, demesine benzer. Burada nehy lafzı filan içindir anlamı muhatab ile ilgilidir. Yani onun dışarı çıkmasına izin verme, demektir. Bu da senin birisine: Zeyd dışında hiçbir kimse kalkmasın, demene benzer ki bunun anlamı şöyle olur: Zeyd dışında diğerlerinin kalkmalarını yasakla. İşte burada da nehiy Hz. Lut'a yönelik, lafzı başkasına aittir. Şöyle buyurulmuş gibidir: Onlardan herhangi bir kimsenin geri dönüp bakmasını yasakla, senin zevcen hariç (onun geri dönüp bakmasını yasaklama).

 

Bununla birlikte istisnanın geri dönüp bakma nehyinden yapılmış olması da mümkündür. Çünkü o (nehy) da tam bir ifadedir. Şu demek olur: Sizden herhangi bir kimse geri dönüp bakmasın, zevcen hariç. O geri dönüp bakacak ve helak olacaktır. Hz. Lut onu da yanına almıştı, beraberinde geceleyin yola çıkanlara geri dönüp bakmamalarını söylemişti. Gerçekten onlardan zevcesi dışında hiç kimse geri dönüp bakmadı. Çünkü hanımı gelen azabın sonucu yıkılış sesini işitince geri dönüp baktı ve: Vay kavmimin başına gelenlere, dedi. Bir taş ona isabet etti ve öldü.

 

"Çünkü onlara isabet eden" azab "ona da isabet edecektir." "Çünkü"deki zamir, bu işe ve duruma racidir (şan zamiridir). Yani mesele, durum ve olay şu ki; onlara isabet eden ona da isabet edecektir, anlamındadır. "Onlara va'dolunan vakit sabahtır." Melekler: "Muhakkak ki biz şu kasaba halkım helak edeceğiz"(el-Ankebut, 31) deyince Hz. Lüt, derhal derhal deyiverdi ve kavmine olan kin ve öfkesi dolayısıyla azabı çabucak getirmelerini istedi. Onlar ise: "Onlara va'dolunan vakit sabahtır. Sabah da yakın değil mi?" dediler.

İsa b. Ömer: ''Sabah" kelimesini "be" harfini de ötreli olarak okumuştur ki, bu da bir şivedir.

 

Sabahleyin nefisler daha bir dinlenmiş ve rahat, insanlar daha bir kendilerinde olduklarından helak edilmeleri için sabah vaktinin tayin edilmiş olması ihtimali de vardır.

 

Bazı tefsir alimleri derler ki: Hz. Lüt tanyerinin ağardığı sırada beraberinde yalnızca iki kızı ile birlikte çıktı. Melekler de ona şöyle demişti: "Allah bu kasabayı helak etmek üzere; sesleri gök gürültüsünü andıran, şimşeği gözü alıp kapan ve muazzam yıldırımları bulunan melekler görevlendirmiştir. Biz bu meleklere Lüt'un kasabadan dışarı çıkacağını söyledik ve onlara onu rahatsız edecek bir şey yapmayın, dedik. Lüt'un alameti ise geri dönmemesidir. Kızları da geri dönmeyecektir. O bakımdan göreceğin şeyler seni dehşete düşürmesin." Bunun üzerine Hz. Lut kasabadan dışarı çıktı ve Yüce Allah onun için kurtuluncaya ve Hz. İbrahim'in yanına varıncaya kadar anında yeri onun için katladı (mesafeleri kısa zamanda katetmesini sağladı).

 

82. "Emrimiz" yani azabımız "geldiği zaman oranın altını üstüne getirdik." Cebrail (a.s) kanadını Lüt kavminin şehirlerinin altına soktu -ki bunlar beş şehir idi: En büyükleri olan Sedüm, Amura (Gomora), Daduma, Daüha ve Katem'dirler.- Yerin dibinden bu şehirleri içindekilerle beraber semaya yaklaştıracak kadar yükseltti. Öyle ki semadakiler eşeklerinin anırmalarını, horozIarının ötmelerini dahi işitti; fakat bu yükseliş esnasında herhangi bir testilerinin suyu dökülmediği gibi, hiçbir kapları da kırılmadı. Sonra da tepeleri üzeri yıkıldılar ve arkasından Allah onlara taş yağdırdı.

 

Mukatil der ki: Dört tanesi helak edildi ve Daüha şehri kurtuldu. Bundan başka şeyler de söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Ve üzerlerine pişirilmiş balçıktan ... taşlar yağdırdık" buyruğunda onların yaptıkları işi yapanın cezasının recm edilmek (taşlanmak) olduğuna delil vardır. Bu husus ise daha önce el-A'raf Süresi'nde (80. ayet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Tefsire dair açıklamalar da şöyle denilmektedir:

 

Yağdırmak fiili azab hakkında kullanılırsa, "Yağdırdık" şeklinde, rahmet hakkında kullanılırsa; (...): şeklinde kullanılır. Arapçada ise gökten yağmur yağdı, demek için her iki şekil de kullanılır. Bu açıklamayı da el-Herevi nakletmiştir.

 

Ayet-i kerimedeki "siccil: Pişirilmiş balçık"ın mahiyeti hakkında farklı görüşler vardır. en-Nehhas der ki: Siccil çetin ve çok demektir. Siccil ve siccin kelimelerinde lam ve nun iki kardeş harftir. Ebu Ubeyde der ki: Siccil, çetin demektir. Daha sonra da şu mısraı nakleder: "Kahramanların birbirlerine tavsiye ettikleri oldukça şiddetli ve çetin bir vuruş."

 

Ancak Abdullah b. Müslim onun bu görüşünü reddederek şöyle der: Bu şiirde geçen kelime "siccin"dir. Diğeri ise "siccil"dir, nasıl bunu tanık diye gösterebilir? en-Nehhas der ki: Bu cevab bağlayıcı bir cevab değildir. Çünkü Ebu Ubeyde'nin kanaatine göre "lam" harfi, birinin diğerine (mahreç itibariyle) yakınlığı dolayısıyla, "nün"un yerine kullanılabilir. Ebu Ubeyde'nin görüşü bir başka açıdan reddolunur, o da şudur: Eğer onun dediği gibi olsaydı, buyrukta; (...) şeklinde gelmesi gerekirdi. Çünkü Arapça'da; (...) Çetinden taşlar tabiri kullanılmaz. Çünkü burada "çetin, sert" anlamındaki "şedid" kelimesi bir sıfattır.

Ebu Ubeyde ise değirmen taşlarına "siccil" denilebileceğini el-ferra'dan nakletmektedir. Yine Muhammed b. el-Cehm, el-ferra'dan "siccil" değirmen taşı kadar sert olacak noktaya gelince kadar pişirilen çamurdur, dediğini nakletmiştir.

 

Aralarında İbn Abbas, Said b. Cübeyr ve İbn İshak'ın da bulunduğu bir kesim ise şöyle demektedir: Siccil, Arapça olmayan Arapçalaştırılmış bir kelimedir. Bunun aslı ise "senc ve cil"dir. -"Cim" yerine "kef" kullanılarak "senk ve kil" de denilir. Bu iki kelime Farsça'da taş ve çamur anlamına kullanılan iki kelimedir. Araplar bunları Arapçalaştırarak tek bir isim yapmışlardır.

 

Bu kelimenin Arapça olduğu da söylenmiştir. Katade ve İkrime der ki: Siccil, çamur demektir. Buna delil ise Yüce Allah'ın: "üzerlerine çamurdan taşlar atalım, dıye"(ez-Zariyat, 33) buyruğudur. (Burada siccil yerine çamur anlamına gelen "tın" kelimesi kullanılmıştır).

 

el-Hasen der ki: Taşlar asıl itibariyle çamur idi, sonradan katılaştırılıp sertleştirildi. Araplara göre siccil sert ve katı olan herşeye denilir.

 

ed-Dahhak der ki: O bununla kireci kastetmektedir. İbn Zeyd de şöyle der:

Bu, kireç gibi bir hal alıncaya kadar pişirilen çamurdur. Yine ondan nakledildiğine göre siccil dünya semasının adıdır. es-Salebi de bunu Ebu'l-Aliye'den nakletmektedir. İbn Atiyye ise şöyle der: Ancak bu zayıf bir görüştür. Bu görüşü Yüce Allah'ın bunu: "Birbiri ardınca" ile nitelendirilmiş olması reddetmektedir.

 

Yine İkrime'den nakledildiğine göre siccil sema ile arz arasında havada asılı bulunan bir denizdir. İşte bu taşlar oradan yağmıştır. Bir diğer görüşe göre, siccil semadaki dağlardır. İşte Yüce Allah'ın şu buyruğunda bu dağlara işaret edilmektedir: "Ve gökten içinde dolu bulunan bazı dağlardan (dolu) indirir. "(en-Nur, 43)

 

Yine denildiğine göre; bu onlara isabet etmesi haklarında yazılıp takdir edilmiş (tescil edilmiş) şeylerdendir. Bu anlamıyla o "siccil" ile aynı manaya gelir. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Siccin 'in ne olduğunu sana ne bildirdi? O yazılmış bir kitaptır. "(el-Mutaffifin, 8-9) Bu açıklamayı da ezZeccac yapmış ve tercih etmiştir.

 

Diğer görüşe göre "siccil" onu serbest bıraktım, anlamındaki; (...) fiilinden gelme "fi'il" vezninde bir kelimedir. Bu taşlar, adeta üzerlerine salınmış olduğu için bu adı almışlardır.

 

Bir diğer görüşe göre bu kelime, "birisine bir şey vermek" anlamındaki; (...) den gelmektedir. Buna göre bu onlara verilmiş bir azab gibi bir anlam taşıdığından bu isim kullanılmıştır.

 

Nitekim şair de şöyle demektedir: "Kim benimle verme(kle öğünmek) yarışına girerse, Kovasını ağzına kadar dolduran şerefli birisiyle verme yarışına girer."

 

Meani ehli (Mdini'l-Kur'an diye kitap yazanlar) derler ki: Siccil de, siccin de sert ve sağlam taş ile ileri derecede dövmek anlamındadır. Nitekim İbn Mukbil der ki:

"Kahramanların birbirine tavsiye ettikleri oldukça çetin bir vuruşla Miğferlere açık ve belli darbeler vuran piyade savaşçılar."

 

"Birbiri ardınca" buyruğunu İbn Abbas, biri diğerinin ardında diye açıklarken, Katade biri diğerinin üstüne bindirilmiş diye açıklamıştır.

 

er-Rabi' der ki: Tek bir cesetmiş gibi bir hal alıncaya kadar üstüste yığılmış demektir. İkrime ise dizilmiş diye açıklamıştır. Kimisi de üstüste iyice yığılmış, bastırılmış (birbirine kaynaştırılmış) diye de açıklamıştır ki; bunlar birbirine yakın manalardır. Mesela eşyayı ve kerpiçleri üstüste koymayı anlatmak üzere; (...) denilir. Bu şekilde yerleştirilmiş olanlara da; "üstüste dizilmiş, birbiri ardınca" denilir. Şair de der ki: "Ve onu (suyu) kapının önündeki eşiklere sonra da ev eşyalarının yanına ulaştırıncaya kadar götürdü (ulaşmasını sağladı)."

 

Ebu Bekr el-Hüzeli der ki: Bu kelime "hazırlanmış" anlamındadır. Yani bu şekildeki çamurdan pişirilmiş taşlar Yüce Allah'ın, zulme sapmış düşmanları için hazırlamış olduğu taşlardandır.

 

83. "Rabbinin katında hep işaretlenmişlerdi" alametlendirilmişlerdi. "İşaretlenmiş olarak" kelimesi, alamet demek olan; "Sima"dan gelmektedir. Bu taşların üzerinde mühürü andıran işaretler vardı.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Herbir taşın üzerinde isabet ettiği şahsın adı yazılı idi. Bu taşlar yeryüzündeki taşlara benzemiyordu. el-Ferra da der ki: Bu taşların beyaza çalan siyah ve kırmızı çizgilerle alametli olduğunu iddia etmişlerdir. İşte taşların işaretlenmiş olmaları bu imiş. Ka'b da der ki: Bu taşlar beyaz ve kırmızı renk ile alametli idiler. Şair de der ki: "O Allah'ın kendisine güzellik verdiği genç bir delikanlıdır Ve ona bakanın sevince gark olduğu bir siması vardır."

 

"Hep işaretlenmişlerdi." ifadesi taşların sıfatlarındandır. Buna karşılık "pişirilmiş" ifadesi ise "balçık"ın sıfatıdır.

 

Yüce Allah'ın: "Rabbinin katında" buyruğu bu taşların yeryüzü taşlarından olmadığına delildir. Bu açıklamayı el-Hasen yapmıştır.

 

"Bu, zalimlerden uzak değildir." Lut kavmini kastetmektedir. Yani bu taşlar zalimlere isabet etti, onlardan uzağa düşmedi. Mücahid de şöyle demiştir: Bu buyrukla Yüce Allah Kureyşlileri korkutmaktadır. Yani bu taşlar, ey Muhammed, senin kavminin zalimlerinden uzakta değildir.

 

Katade ve İkrime de şöyle demişlerdir: Bununla, bu ümmetin zalimlerini kastetmektedir. Allah'a yemin ederim ki, bundan sonra Allah hiçbir zalimi bu taşlardan himaye altına almış değildir.

 

Rivayete göre Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "ümmetimin sonları arasında erkekleri erkeklerle, kadınları da kadınlarla yetinen kimseler olacaktır. Eğer böyle bir şeyolursa o takdirde onlar için Lut kavminin azabını, Allah'ın üzerlerine pişmiş çamurdan taş yağdırma azabını gözetleyiniz." Daha sonra Rasulullah (s.a.v.) Yüce Allah'ın: "Bu zalimlerden uzak değildir." buyruğunu okudu.

 

Hz. Peygamber'den gelen bir başka rivayette de şöyle buyurulmaktadır:

"Bu ümmet kadınlara arkalarından yaklaşmayı helal kabul edecekleri gibi, erkeklere de arkadan yaklaşmayı helal kabul edecek hale gelmedikçe gece ve gündüz bitmeyecektir (dünyanın sonu gelmeyecektir). O zaman bu ümmetten bir takım kimselere Rabbinden taşlar isabet edecektir."

 

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Bu şehirler zalimlerden uzak yerlerde değildir. Bu şehirler Şam ile Medine arasında bir yerdedir. "Uzak" anlamındaki kelimenin müzekker olarak gelmesi de "uzak bir yerde" anlamındadır.

 

Yağdırılan taşlar ile ilgili olarak da iki görüş vardır: Bir görüşe göre bu taşlar Hz. Cebrail şehirleri yükselttiğinde şehirler üzerine yağdırılmıştı, diğer bir görüşe göre bu taşlar şehir ahalisinden olup o şehirin dışında bulunan ve şehirde olmayan kimseler üzerine yağdırılmıştır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Hud 84-95

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR