HUD 69 / 71 |
وَلَقَدْ
جَاءتْ
رُسُلُنَا
إِبْرَاهِيمَ
بِالْبُـشْرَى
قَالُواْ سَلاَماً
قَالَ
سَلاَمٌ
فَمَا
لَبِثَ أَن جَاء
بِعِجْلٍ حَنِيذٍ
{69} فَلَمَّا رَأَى
أَيْدِيَهُمْ
لاَ تَصِلُ
إِلَيْهِ نَكِرَهُمْ
وَأَوْجَسَ
مِنْهُمْ
خِيفَةً قَالُواْ
لاَ تَخَفْ
إِنَّا
أُرْسِلْنَا
إِلَى
قَوْمِ
لُوطٍ {70} وَامْرَأَتُهُ
قَآئِمَةٌ فَضَحِكَتْ
فَبَشَّرْنَاهَا
بِإِسْحَاقَ
وَمِن
وَرَاء
إِسْحَاقَ
يَعْقُوبَ {71} |
69.
Andolsun ki elçilerimiz İbrahim'e müjde ile gelip: "Selam" dediler. O
da: "Selam" dedi ve vakit geçirmeden kızartılmış bir buzağıyı
getirdi.
70.
Ellerinin buna uzanmadığını görünce, onlardan çekindi ve kalbine bir korku
girdi. Onlar: "Korkma! Biz Lut kavmi için gönderildik" dediler.
71. Eşi
de ayaktaydı, güldü. Biz de ona İshak'ı ve İshak'ın ardından Ya'kub'u
müjdeledik.
69. "Andolsun ki
elçilerimiz İbrahim'e müjde ile gelip ... " Bu(yruğu ile anlatılan) Lut
(a.s)'ın kıssasıdır. Lut (a.s), İbrahim (a.s)'ın öz amcasının oğludur.
Lut kavminin kasabaları
Şam yakınlarında idi. Hz. İbrahim de Filistin topraklarında bulunuyordu. Yüce
Allah melekleri Lüt kavmini azablandırmak üzere gönderdiğinde Hz. İbrahim'e
uğrayıp yanında misafir oldular. Hz. İbrahim yanında konaklayan herkese çok
güzel ikramlarda bulunur, ağırlardı. Onlar Hz. İbrahim'i müjdelemek için
uğramışlardı. O ise melekleri misafir sandı. Gelen bu melekler Cebrail, Mikail
ve İsrafil (aleyhimus selam) dılar. Bunu İbn Abbas ifade etmiştir.
ed-Dahhak dokuz kişi
idiler derken, es-Süddi: bunlar güzel yüzlü, görülmemiş güzellikte, pırıl pırıl
aydınlık simalı, genç delikanlılar suretinde onbir melek idiler, der.
"Müjde ile"
buyruğundan kasıt bir görüşe göre çocuk müjdesiyle, bir diğer görüşe göre LUt
kavminin helak edilmesi müjdesiyle gelmişlerdi. Bir diğer görüşe göre ise onlar
Hz. İbrahim'e kendilerinin Allah'ın elçileri oldukları ve kendisi için
korkulacak bir şeyolmadığı müjdesini vermişler ve "selam dediler" di.
Bu buyrukta "selam"
anlamındaki: (...) kelimesinin nasbedilmesi, fiilin bu söz üzerinde vukua
gelmesinden dolayıdır. Nitekim: "Hayır dediler" ifadesinde de
böyledir. Taberi'nin tercih ettiği görüş budur. (Buna benzer olan) Yüce
Allah'ın: "Sayılan üçtür, diyecekler" (el-Kehf, 22) buyruğundaki
"üç" anlamındaki kelime isimdir. Makül (söylenen) bir söz değildir.
Bununla birlikte "selam dediler, o da selam dedi" buyruğundaki her
iki "selam" kelimesi nasb da edilse, ref de edilse Arapça'da caizdir
(mümkündür, açıklanabilir).
"Selam
dediler" buyruğundaki "selam" lafzının mastar olarak
nasbedildiği söylendiği gibi bunun: O onunla doğru olan bir söz ile konuşmaya
başladılar, anlamına geldiği de söylenmiştir. Nitekim Yüce Allah:
"Cahiller onlara hitab ettiklerinde onlar ''selam'' derler"
(el-Furkan, 63) buyruğunda "doğru söz söylerler" demektir. Buna göre
"selam" lafzı, onların söyledikleri sözün anlamını ifade eder, lafzen
bunu söyledikleri manasına gelmez. Bu anlamdaki bir açıklamayı İbnu'l-Arabi:
yapmış ve bunu tercih ederek şunları söylemiştir: Nitekim Şanı Yüce Allah lafzı
zikretmek dilediğinde onu aynen söyler ve meleklerin söyleyeceklerini haber
verdiği şu sözleri nakledip: "Sabret tiğiniz şeylere karşılık selam
sizlere" (Ra'd, 24); "Selam olsun üzerini ze, tertemiz geldiniz."
(ez-Zümer, 73) diye buyurmaktadır. (Bu iki ayette de "selam"
lafızları merfu gelmiştir.) Meleklerin Hz. İbrahim'e dua ettikleri ve;
"Selamete kavuştun" anlamında olduğu da söylenmiştir.
"O da: selam,
dedi" buyruğundaki "selam" lafzının merfu olarak gelmesi iki
türlü açıklanabilir:
1- Bir mübteda mukadder
olarak vardır, bu da; "O selamdır, benim işim selamdır"
takdirindedir.
2- Diğeri ise eğer
"selam" tahiyye (selam verme) anlamına kabul edilecek olursa"
(...): Size selam olsun" takdirinde olup haber hazfedilmiştir.
"Selam"
lafzının nekra (belirtisiz) gelmesi ise çokça kullanılmasından dolayıdır. Nasıl
ki "Allahumme" sözünden elif-Iam hazfedilerek; "Allah'ım"
deniliyor ise, burada da "selam" lafzının başından çokça kullanım dolayısı
ile elif-Iamın hazfedilerek nekra olarak gelmesi caiz olmuştur. Buradaki
"selam" lafzı (...) şeklinde de okunmuştur. el-Ferra der ki:
"silm" ile "selam" aynı anlamdadır, tıpkı "hill"
ile "helal" kelimeleri gibi.
[ - ]
"Ve vakit
geçirmeden kızartılmış bir buzağıyı getirdi" buyruğu ile ilgili
açıklamalarımızı ondört başlık halinde sunacağız: (69,70,71 içindir
açıklamalar)
1- "Kızartılmış Bir Buzağı''
2- Misafir Ağırlamanın Adabı:
3- Misafir Ağırlamak Yükümlülüğünün
Muhatabları:
4- Hz. İbrahim 'in Misafir Ağırlayışı ve
Allah'ın Kitabı Hakkında Mücerred Görüşe Dayanarak Kanaat Belirtmenin
Sakıncası:
5- Misafir'in Adabı:
6- Ev Sahibinin Misafir'inin Yemek
Yemesini İzlemesi:
7- Hz. İbrahim 'in Çekinmesi:
8- Hz. ibrahim'in Hanımı:
9- Eşinin Gülmesi:
10- Hanımın Misafirlere Hizmet Etmesi:
11- Meleklerin Yemekten Yememelerinin
Hikmeti:
12- Yemeğe Besmele İle Başlamak, Hamd
İle Bitirmek ve Hz. İbrahim İle İgili İsrailiyat'tan Bir Rivayet:
13- Hz. İshak Müjdesi:
14- Hz. İshak'ın Oğlu Hz. Ya'kub:
1- "Kızartılmış
Bir Buzağı''
Yüce Allah'ın: "Ve
vakit geçirmeden ... getirdi." anlamındaki buyrukta yer alan; (...) edatı,
(...) anlamındadır. Bunu ileri gelen nahivciler söylemişler ve İbnu'l-Arabi
nakletmiştir. İfade; " ... getirinceye kadar fazla zaman geçirmedi"
takdirindedir. (...) ın harf-i cerrin düşmesiyle nasb mahallinde olduğu ve
takdirin; ''(...) şeklinde yani bir buzağı getirmekte gecikmedi, anlamında
olduğu da söylenmiştir. Cer harfi hazfedildikten sonra (...) de nasb mahallinde
kalmış oldu.
"Geçirdi"
fiilinde Hz. İbrahim adının zamiri vardır: " ... me ... " de nefy
edatıdır. Bu açıklamayı da Sibeveyh yapmıştır.
el-Ferra ise şöyle
açıklamıştır: Onun ... gelmesi gecikmedi (anlamında): (...) demektir. Buna
göre; (...) ref mahallindedir ve: "Geçirdi" fiilinde zamir yoktur.
(...) ise nefy edatıdır. Bununla birlikte (...) nın, (...) anlamında ism-i
mevsul; "Geçirdi" fiilinde Hz. İbrahim'e ait zamir ve:
"Getirme" fiili ise (...) ın haberi olabilir. Yani İbrahim'in vakit
geçirmesine sebeb olan husus, onun kızarmış bir buzağı getirmesi idi.
(...)"Kızarmış"
demektir. Kendisine ateş değmeksizin, taşların hararetiyle kızartılmış olana bu
ismin verildiği de söylenmiştir. "Koyunu kızarttım ve onu iyice pişirmesi
için üzerine kızdırılmış taşlar koydum" demektir. Bu şekilde kızartılmış
olan koyuna da; (...) denilir. At için kullanılan; (...) ise atın bir ya da iki
tur dolaştırıldıktan sonra iyice terlemesi için güneşte üzerine eğer
takımlarını ve çulları koymaktır. Bu durumdaki ata; (...) denilir. Eğer
terlemeyecek olursa; (...) denilir. "Hanez" ise Medine'ye yakın bir
yerin adıdır.
Bu kelimenin
"kızartılmış" değil de suda haşlanmış anlamına geldiği de
söylenmiştir.
İbn Abbas ve başkaları
ise bunu "iyice pişmiş" diye açıklamışlardır. Kelime "fail"
vezninde olmakla birlikte; "Kızartılmış" anlamındadır.
Hz. İbrahim'in bir
buzağıyı pişirerek getiriş sebebi ise, malının çoğunluğunu inek türünün teşkil
etmesi idi.
2- Misafir Ağırlamanın
Adabı:
Bu ayet-i kerimede
misafir ağırlama adabı arasında ev sahibinin misafirine bir şeyler ikram etmeyi
çabuklaştırarak derhal kolay ve mevcut olanı takdim etmesi gerektiğine, daha
sonra eğer imkanı varsa başka şeyleri getirmesine, kendisine zarar verecek
kadar kendisini külfete sokmaması gerektiğine işaret edilmektedir.
Misafir ağırlamak üstün
ahlaki meziyetlerden, İslam'ın adabından, Peygamber ve salihlerin
huylarındandır.
Hz. İbrahim el-Bakara
Suresi'nde (124. ayet, 3. başlık ve devamında) geçtiği üzere ilk misafir
ağırlayan kişidir. Genel olarak ilim ehlinin kabul ettiğine göre misafir
ağırlamak vacib değildir. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
"(Meşru) misafirlik üç gündür. İkram süresi bir gün ve bir gecedir. Artık
bundan sonrası sadakadır." Buradaki "ikram süresi (hadiste
caize)"; ihsan, atiyye ve asıl hükmü mendubluk olan hak gözetme (sıla)
demektir. '
Yine Hz. Peygamber:
"Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna ikramda bulunsun.
Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikramda bulunsun."
diye buyurmaktadır. Komşuya ikram icma ile vacib (farz) değildir, misafir
ağırlamak ta onun gibidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
el-Leys (b. Sa'd) ise
Hz. Peygamber'in: "Misafirin bir gece (ağırlanma)sı bir haktır"
buyruğuna ve buna benzer diğer hadislere istinaden misafir ağırlamanın vacib
olduğu görüşündedir. Bu hususta bizim işaret ettiğimiz kadarı ile yetinelim.
Doğru yola muvaffak kılan Allah'tır.
İbnu'l-Arabi der ki:
Bazıları şöyle der: Misafir ağırlamak İslam'ın ilk dönemlerinde vacib iken
sonradan neshedilmiştir. Ancak bu görüş zayıftır, çünkü vacib olduğuna dair
rivayet sabit olmamıştır. Neshedici hüküm de varid değildir. (İbnu'l-Arabi) Ebu
Said el-Hudri'nin hadis imamları tarafından rivayet edilen hadisini de zikreder
ki bu hadiste şu ifadeler de yer almaktadır:
"Biz onlardan bizi
misafir etmelerini (ağırlamalarını) istedik. Onlar ise bizi misafir etmek
istemediler. Daha sonra kabilenin başkanı (bir yılan ya da akrep tarafından)
sokuldu ... " ifadeleri yer almaktadır. Devamla (İbnu'l-Arabi) der ki:
İşte bu hadisin zahiri şunu göstermektedir: Eğer misafir ağırlamak bir hak
olsaydı, Peygamber (s.a.v.) onları ağırlamayı kabul etmeyenleri kınar ve
elbette bu hususu (kendisine bunu nakledenlere) beyan ederdi.
3- Misafir Ağırlamak
Yükümlülüğünün Muhatabları:
İlim adamları misafir
ağırlamakla kimlerin muhatap oldukları hususunda farklı görüşlere sahiptirler.
Şafii ile Muhammed b. Abdi'l-Hakem misafir ağırlamakla muhatap olanların hem
şehirlerde, hem de çöllerde yaşayan göçebeler olduğu görüşündedir.
Malik ise der ki:
Şehirlerde yerleşik olarak yaşayanların misafir ağırlamak yükümlülükleri
yoktur. Suhnun der ki: Misafir ağırlamak köylerde yaşayanların vazifesidir.
Şehirlerde ise yolcuların konaklayabileceği hanlar vardır. Bu iki lugatı
(söyleyişi) Sahibu'l-Ayn (Halil b. Ahmed ve başkaları) zikretmişlerdir. -
Bu görüşün sahibleri İbn
Ömer'in rivayet ettiği şu hadisi de delil gösterirler. Rasulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Misafir ağırlamak çölde yaşayan (göçebeler)ın görevidir.
Yoksa şehirlerde yaşayanlara (görev) değildir." Ancak bu sahih olmayan bir
hadistir. Çünkü Abdu'r-Rezzak'ın kardeşinin oğlu olan İbrahim'in rivayet ettiği
hadisler metruktur ve İbrahim'in yalancı olduğu söylenir. Bu da onun tek başına
(münferiden) rivayet ettiği hadislerdendir ve bu hadisin onun tarafından
uydurulduğu söylenmiştir. Bu açıklamaları Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr yapmıştır.
İbnu'l-Arabi der ki:
Ziyafet (misafir ağırlamak) gerçekten farz-ı kifayedir.
İnsanlar arasında bunun
-kasaba ve kentlerden farklı olarak- yiyecek ve barınacak yer bulunmayan
köylerde vacib olduğunu söyleyenler vardır. Çünkü kasaba ve kentler barınacak
yerlerle, yiyeceklerle dolup taşar. Şüphesiz ki misafir değerlidir ve misafir
ağırlamakta üstün bir ahlaki meziyettir. Eğer misafir yabancı bir kimse ise onu
ağırlamak bir farzdır.
4- Hz. İbrahim 'in
Misafir Ağırlayışı ve Allah'ın Kitabı Hakkında Mücerred Görüşe Dayanarak Kanaat
Belirtmenin Sakıncası:
İbnu'l-Arabi der ki:
Bizim (mezhebimiz) ilim adamlarından birisi der ki:
Hz. İbrahim'in
ağırlaması basit ve az bir şeyle olmuştu ama, seven sevdiğinin bu davranışını
teşekkürle karşıladı. Halbuki böyle bir kanaat kat'i olan bir hususta zanna
dayanarak hüküm vermektir, naklin bulunduğu bir yerde kıyasa dayanarak hüküm
vermektir. Bu kişi böyle bir ağırlamanın basit ve önemsiz olduğunu nerden
bildi? Aksine müfessirler meleklerin Cebrail, Mikail ve İsrafil olmak üzere
(Allah'ın salat ve selamı üzerlerine olsun) üç kişi olduklarını
nakletmişlerdir. üç kişiye bir buzağı büyük bir ikramdır. Görüşe dayanarak Allah'ın
Kitabı bu şekilde nasıl açıklanır?
Bu Yüce Allah'ın
emanetinin hoş olmayan yerilmiş şekildeki tefsiridir. Artık bu işten kaçınınız.
Çünkü bu işin yanlışlığını öğrenmiş bulunuyorsunuz.
5- Misafir'in Adabı:
Misafire yemek sunulduğu
vakit yemek yemekte elini çabuk tutması sünnettir. Çünkü misafire ikram ve
değer ona çabucak bir şeyler sunmak ile ortaya çıkar. Ev sahibine ikram ve
değer ise yapılan bu ikramı kabul etmekte elini çabuk tutmaktır. Gelen
misafirler ellerini yemeye uzatmayınca, Hz. İbrahim onlardan çekindi. Çünkü
onlar bu şekilde davranmakla adetin dışına çıkmış, sünnete muhalefet etmiş
oluyorlardı. Hz. İbrahim kötü bir maksatlarının olduğundan çekindi. Rivayet
olunduğuna göre onlar ellerinde bulunan uçsuz ve temrensiz ok çubuğunu andıran ince
çubuklarla ete uzanıyorlar, fakat elleri ete ulaşmıyordu. Hz. İbrahim onların
bu durumlarını görünce "onlardan çekindi ve kalbine bir korku girdi."
Yani içinde bu korkuyu saklı tuttu, hissetti diye de açıklanmıştır.
"Girdi, sakladı,
hissetti" fiilinin mastarı olan; "Girmek" anlamındadır. Nitekim
şair şöyle demektedir:
"Postacı (atı) dört
nalla koşturarak bana bir mektub getirdi, Kalbime, getirdiği o mektubtan dolayı
katlanamayacağım bir sabırsızlık (korku) girdi." (...) kelimesi ise
"korku" demektir. O dönemin insanları misafirin yemeklerini
yemediğini gördüklerinde, onun hakkında iyi düşünmezlerdi. O bakımdan melekler
Hz. İbrahim'e: "Korkma! Biz Lut kavmi için gönderildik, dediler."
6- Ev Sahibinin
Misafir'inin Yemek Yemesini İzlemesi:
Yemenin adabından birisi
de misafir ağırlayanın misafirinin yeyip yemediğine bakmasıdır. Ancak bunun
keskin bakışlarla değil de göz ucuyla ve farkettirmeden olması gerekir. Rivayet
olunduğuna göre Bedevi bir Arap, Süleyman b. Abdu'l-Melik ile birlikte yemek
yerken, Süleyman, Bedevi'nin ağzına götürdüğü lokmasında bir kıl olduğunu
görünce ona, şu kılı lokmandan al demiş. Bu sefer, Bedevi: Lokmamdaki kılı
görecek kadar bana bakıyorsun, öyle mi? Allah'a yemin ederim, seninle birlikte
yemek yemem, deyip kalkmış.
Derim ki: Bu olayın
Süleyman'ın başından değil de, Hişam b. Abdu'l-Melik'in başından geçtiği de
nakledilmiştir. Bedevi Arabın da, yanından şu beyiti söyleyerek çıktığı
bildirilmiştir:
"Hiç şüphesiz ölüm,
yemek yiyenin elindeki lokmasına bakıp duran Cimri birisini ziyaret etmekten
hayırlıdır."
7- Hz. İbrahim 'in
Çekinmesi:
70. "Ellerinin buna
uzanmadığını görünce onlardan çekindi" buyruğundaki; "Onlardan
çekindi" fiili bir kimseyi alışıla gelmişin dışında bir halde bulmak,
görmek anlamında; "Seni alışmadığım bir şekilde gördüm" denilir. Şair
de şu beyitinde iki kullanış şeklini bir arada şöylece kullanmaktadır: "O
beni tanımazlıktan geldi ve bende alışkın olmadığını belirttiği şeyler
Arasında, saçlarımın ağarması ile dökülmesinden başkası yoktur."
Gözlerle görülen şeyler
hakkında; (...), kalb ile görülen şeyler hakkında (...) şeklinin kullanıldığı
da söylenmiştir.
8- Hz. ibrahim'in
Hanımı:
71. "Eşi de
ayaktaydı" anlamındaki buyruk, mübteda ve haberdir. Yani melekleri
görebileceği bir şekilde ayakta bulunuyordu. Perde arkasında olduğu da
söylenmişti. Bir diğer görüşe göre Hz. İbrahim oturmakta iken, meleklere hizmet
ediyordu. Muhammed b. İshak ayakta namaz kılıyordu, diye açıklamıştır. Abdullah
b. Mes'ud'un kıraatinde ise; "Kendisi oturuyorken eşi de ayaktaydı"
şeklindedir.
9- Eşinin Gülmesi:
Yüce Allah'ın:
"Güldü" buyruğu ile ilgili olarak Mücahid ve İkrime; müjdenin
tahakkuku için ay halinden kesilmiş iken, ay hali oldu diye, açıklamışlardır.
Dilbilginleri ise bunun, bu anlama geldiği konusuyla ilgili olarak şu beyiti
naklederler: "Ben zevceme temiz iken yaklaşırım, Ay hali olduğu günde ise
ondan uzak kalırım."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Düz kayalar üzerinde tavşanların ay hali (kanı), Düşmanla karşılaşma
günü karından çıkan kana benzer."
Araplar tavşan ay hali
olduğu vakit; "Tavşan ay hali oldu" derler. İbn Abbas (r.a)dan ve
İkrime'den bu ifadenin, Arapların meyvenin olgunlaşmadan önceki kabuğunun
çatlaması halini ifade etmek üzere kullanılan; (...) tabirlerinden alındığını
söyledikleri rivayet edilmiştir. Bazı dilciler ise Arapçada bu kökün ay hali
olmak anlamına geldiğini kabul etmezler.
Cumhur ise der ki:
Burada bildiğimiz "gülmek" kastedilmektedir. Ancak bunun mahiyeti
hakkında farklı görüşler vardır. Bunun hayret ve şaşkınlık ifade eden gülmek
olduğu söylenmiştir. Şair Ebu Zueyb der ki: "Öyle bir karışım getirdi ki
insanlar onun benzerini görmemişlerdir, O hayret edilecek bir şeydir; şu kadar
var ki arıların yaptığıdır o."
Mukatil de der ki: Hz.
İbrahim, misafirlerine hizmet ederken ve ihtişamıyla ortada iken üç kişiden
korkması ve titremesine gülmüştü, çünkü Hz. İbrahim tek başına yüz kişiye bedel
kabul ediliyordu.
Yine (Mukatil) der ki:
Sözlükte bu kelimenin ay hali anlamına gelmesi uygun değildir. Ebu Ubeyd ve
el-Ferra da bu anlamı kabul etmezler. el-Ferra der ki: Ben bu kelimenin bu
anlamını güvenilir birisinden işitmiş değilim. Bu olsa olsa bir kinaye
olabilir.
Rivayet edildiğine göre
melekler buzağıyı elleriyle sıvazlamışlar, bunun üzerine de yerinden kalkıp
annesinin yanına varmış. İşte Hz. İbrahim'in hanımı Sara bunu görünce gülmüş,
melekler de ona Hz. İshak müjdesini vermişlerdi.
Yine anlatıldığına göre
Hz. İbrahim misafirlerine ikramda bulunmak istediğinde Hz. Sara'yı da onlara
hizmet etmek üzere ayakta tutardı. İşte Yüce Allah'ın: "Eşi de
ayaktaydı" yani onlara hizmet etmek maksadıyla ayakta gider gelirdi,
buyruğu bunu anlatmaktadır. Şöyle de açıklanmaktadır: Hanımı Hz. İbrahim'in
korkusu dolayısıyla ayakta duruyordu. Meleklerin; "korkma!"
demelerinden ötürü de güvenlik altında olması sebebiyle sevincinden güldü.
el-Ferra ise der ki: Bu
ifadede bir takdim ve te'hir vardır. Buyruğun anlamı şudur: Biz ona İshak'ı
müjdeledik, o da bundan dolayı güldü. Yani yaşlanmış iken doğacak çocuğundan
ötürü sevinerek güldü, demektir. Bunların hangisinin doğru olduğunu en iyi
bilen Allah'tır.
en-Nehhas der ki: Bu
konuda pek çok görüş vardır. Bunların en uygun olanı şudur: Melekler yemekten
yemeyip Hz. İbrahim de onlardan çekinip korkunca, ona: Korkma dediler ve
kendilerinin Allah'ın elçisi olduklarını haber verdiler. Hz. İbrahim de bunun
üzerine sevindi, hanımı da onun sevindiğine sevinerek güldü. Şöyle de
açıklanmıştır: Hanımı Hz. İbrahim'e: Ben bu kavme bir azab ineceğini zannediyorum,
demişti. O bakımdan Lut'u yanına aL. Elçiler hanımının dediği azab ile gelince,
buna sevinerek güldü. enNehhas der ki: Bu açıklama eğer senedi sahih ise güzel
bir açıklamadır.
"Gülmek"
dişlerin açığa çıkmasıdır. Bununla birlikte yüze bir aydınlık gelmesi,
parıldaması şeklinde de olabilir. Mesela; filan kişiyi gülerken gördüm,
denirken yüzünü parıldar gördüm anlamındadır. Yine gülen bir bahçeye yolum
uğradı, derken parlak ve alımlı bir bahçeye yolum uğradı, anlamındadır. Hadis-i
şerif'te de şöyle buyurulmaktadır: "Muhakkak ki şanı Yüce Allah bulutu
gönderir ve gülmenin en güzel şekliyle güler" denilmektedir. Bu hadiste
Hz. Peygamber bulutun şimşek dolayısıyla açılmasını "gülmek" diye
ifade etmiştir ki bu, istiare yollu bir ifadedir.
Mekke kurrasından
Muhammed b. Ziyad el-A'rabi adındaki birisinin: "Güldü" buyruğunu
"ha" harfi üstün olarak okuduğu rivayet edilmiştir. el-Mehdevi ise
der ki: Bu fiilin "ha" harfinin üstün okunuşu bilinen bir şekil
değildir. Fiilin mazi ve muzari' (...) şeklinde gelirken, mastarı da; (...)
şeklinde dört türlü gelir. (...): Bir gülüş demektir. Küseyyir'in şu mısraı da
bu şekildedir: "Onun bir defa gülüşüne mal ve servetler esir olur."
Bu açıklamayı da el-Cevheri yapmıştır.
10- Hanımın
Misafirlere Hizmet Etmesi:
Müslim, Sehl b. Sa'd'dan
şöyle dediğini rivayet eder: Ebu üseyd es-Saidi düğününde Resulullah (s.a.v.)'i
davet etti. O gün hanımı gelin olduğu halde onlara hizmet etti. Sehl dedi ki:
(Hanımımın) Resulullah (s.a.v.)a ne içecek ikram ettiğini biliyor musunuz?
Geceden büyükçe bir kaba bir kaç hurmayı onun için ıslatmıştı. Yemeğini
yedikten sonra ona bu ıslattığı hurmaların suyunu içmek üzere ikram etti.'' Bu
hadisi Buhari de rivayet etmiş olup bu hadisin yer aldığı babın başlığı
şöyledir: "Kadının düğünde erkeklere karşı (hizmet için) ayakta durması ve
bizzat onlara hizmet etmesi. "
İlim adamlarımız derler
ki: Bu hadisten gelinin düğününde kocasına ve kocasının arkadaşlarına hizmet
etmesinin caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Yine bu hadisten erkeğin hanımını salih
olan kardeşlerinin önüne çıkartmasında ve onlara hizmet etmesinde bir mahzur
olmadığı da anlaşılmaktadır. Bununla birlikte (hadiste geçen olayın) hicab
(kadın ile erkekler arasında perde gerilmesini emreden) buyruğunun inmesinden
önce olma ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. -
11- Meleklerin
Yemekten Yememelerinin Hikmeti:
Taberi'nin naklettiğine
göre İbrahim (a.s) buzağıyı meleklerin önlerine sürünce, onlar: Biz bedelini
ödemedikçe bir şey yemeyiz, dediler. Hz. İbrahim de onlara: Bunun bedeli
başında Allah'ın adını anmanız, sonunda da Allah'a hamdetmenizdir, dedi. Hz.
Cebrail arkadaşlarına: Allah'ın bunu halil edinmesi gerçekten yerindedir, dedi.
İlim adamlarımız derler
ki: Meleklerin yemeyiş sebepleri, meleklerin yemek yemeyen yaratıklar
olmalarından dolayıdır. "Bununla birlikte Yüce Allah meleklere insan
şekline bürünmelerini kolaylaştırdığı, onlara bir beden ve bir şekil verdiği
gibi, yemek yemelerini de kolaylaştırabilirdi. Şu kadar var ki, ilim
adamlarının görüşlerine göre Yüce Allah melekleri insan suretinde gönderdi. Hz.
İbrahim de onları ağırlamak için özel bir gayret harcadı. Nihayet onların yemek
yemekten uzak durduklarını görünce korkuya kapıldı, bu sefer de ansızın ona
(çocuğu olacağı) müjdesi geldi.
12- Yemeğe Besmele İle
Başlamak, Hamd İle Bitirmek ve Hz. İbrahim İle İgili İsrailiyat'tan Bir
Rivayet:
İşte bu olay yemeğin
başında Allah'ın adını anmanın, sonunda da Allah'a hamdetmenin bizden önceki
ümmetlerde de meşru olduğunun delilidir. İsrailiyat'ta nakledildiğine göre
İbrahim (a.s) tek başına yemek yemezdi, yemeği hazır oldu mu kendisiyle
birlikte yemek yiyecek birisini bulmak üzere birisine görev verirdi. Bir gün
bir adam buldu, yemeğe onunla birlikte oturunca Hz. İbrahim ona, Allah'ın adını
an, dedi. Adam: Ben Allah'ı tanımıyorum deyince, Hz. İbrahim ona, yemeğimi
bırak ve çık git, dedi. Adam çıkıp, gittikten sonra Hz. Cebrail inip ona şöyle
dedi: Allah buyuruyor ki: Ömrü boyunca kafir olmasına rağmen Allah o adama
rızık veriyor, sen ise bir lokma yemesin diye cimrilik gösterdin. Hz. İbrahim
elbisesini sürüyerek, korku içerisinde dışarıya çıktı ve: Ey adam dön dedi. Bu
sefer adam, herhangi bir sebeb yokken beni niye geri çağırdığını bana
söylemesen geri dönmeyeceğim, dedi. Bunun üzerine Hz. İbrahim ona durumu
anlattı, adam da: Bu oldukça kerim bir Rabb'tır, o halde iman ettim, dedi ve
Hz. İbrahim'in evine girdi, Allah'ın adını anarak mü'min olarak yemeğini yedi.
13- Hz. İshak Müjdesi:
"Biz de ona
İshak'ı" Hz. İbrahim'in Hacer'den İsmail adındaki oğlu dünyaya gelince,
Sara da oğlu olmasını temenni etti. Ancak yaşı ilerlemiş olduğundan dolayı
ümidini kesmişti. Bu sefer ona peygamber olacak ve peygamber babası olacak bir
çocuk müjdesini verdi. İşte bu, aynı zamanda onun hem oğlunu, hem de torununu göreceği
müjdesi idi.
14- Hz. İshak'ın Oğlu
Hz. Ya'kub:
"Ve İshak'ın
ardından Ya'kub'u müjdeledik" buyruğundaki "Ya'kub" kelimesini
Hamza ve Abdullah b. Amir nasb ile diğerleri ise ref' ile okumuş lardır. Ref'
ile okuyuş; onun İshak'ın ardından Ya'kub (adındaki torunu) dünyaya gelecektir,
anlamındadır. Bununla birlikte; "... dan" da amel eden fiii ile
merfu' olması da mümkündür, anlamı; "Ve onun için İshak'ın ardından da
Ya'kub(un) sabit oldu (olacağı müjdesi verildi)." Mübteda olarak merfu'
olması da mümkündür ve bu durumda hal mahallinde olur, yani ona İshak'ı ve onun
da mukabili olarak Ya'kub'u müjdelediler, demektir. Nasb ile okunması ise
"Biz ona İshak'ın ardından Ya'kub'u bağışladık" anlamındadır.
el-Kisai, el-Ahfeş ve Ebu Hatim; "Ya'kub" lafzının; "Ve Biz ona
İshak'ın ardından Ya'kub'u da müjdeledik" şeklinde cer mahallinde olmasını
da caiz kabul ederler.
el-Ferra der ki: Harf-i
cerri tekrarlamadan cer ile okunması caiz değildir.
Sibeveyh der ki: Sen
eğer: "Ben önceki gün Zeyd'e, dün de Amr'a uğradım," şeklindeki bir
kullanım oldukça çirkindir. Çünkü bu ifadede mecrur ile onu mecrura ortak eden
"vav"ın arasını -car ile mecrılrun arasını ayırdığı gibi- ayırmış
oluyorsun. Çünkü car ile mecrur birbirinden ayrılmadığı gibi mecrur ile
"vav" arasına da bir şey girmemelidir. (Burada ise "dün"
anlamındaki kelime "vav" ile mecrur arasına girmiş bulunmaktadır).
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN