HUD 50 / 60 |
{49}
وَإِلَى
عَادٍ أَخَاهُمْ
هُوداً
قَالَ يَا
قَوْمِ
اعْبُدُواْ
اللّهَ مَا
لَكُم مِّنْ
إِلَـهٍ غَيْرُهُ
إِنْ
أَنتُمْ
إِلاَّ
مُفْتَرُونَ
{50} يَا قَوْمِ
لا
أَسْأَلُكُمْ
عَلَيْهِ أَجْراً
إِنْ
أَجْرِيَ
إِلاَّ
عَلَى
الَّذِي
فَطَرَنِي
أَفَلاَ
تَعْقِلُونَ
{51} وَيَا
قَوْمِ
اسْتَغْفِرُواْ
رَبَّكُمْ ثُمَّ
تُوبُواْ
إِلَيْهِ
يُرْسِلِ
السَّمَاء عَلَيْكُم
مِّدْرَاراً
وَيَزِدْكُمْ
قُوَّةً
إِلَى
قُوَّتِكُمْ
وَلاَ
تَتَوَلَّوْاْ مُجْرِمِينَ
{52} قَالُواْ
يَا هُودُ
مَا
جِئْتَنَا
بِبَيِّنَةٍ
وَمَا
نَحْنُ بِتَارِكِي
آلِهَتِنَا
عَن
قَوْلِكَ
وَمَا
نَحْنُ لَكَ
بِمُؤْمِنِينَ
{53} إِن
نَّقُولُ
إِلاَّ
اعْتَرَاكَ
بَعْضُ آلِهَتِنَا
بِسُوَءٍ
قَالَ
إِنِّي
أُشْهِدُ اللّهِ وَاشْهَدُواْ
أَنِّي
بَرِيءٌ
مِّمَّا تُشْرِكُونَ
{54} مِن دُونِهِ
فَكِيدُونِي جَمِيعاً
ثُمَّ لاَ
تُنظِرُونِ {55}
إِنِّي تَوَكَّلْتُ
عَلَى
اللّهِ
رَبِّي
وَرَبِّكُم
مَّا مِن
دَآبَّةٍ
إِلاَّ هُوَ
آخِذٌ
بِنَاصِيَتِهَا
إِنَّ
رَبِّي
عَلَى
صِرَاطٍ
مُّسْتَقِيمٍ {56} فَإِن
تَوَلَّوْاْ
فَقَدْ
أَبْلَغْتُكُم
مَّا
أُرْسِلْتُ
بِهِ
إِلَيْكُمْ
وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي
قَوْماً
غَيْرَكُمْ
وَلاَ
تَضُرُّونَهُ
شَيْئاً
إِنَّ
رَبِّي
عَلَىَ
كُلِّ شَيْءٍ
حَفِيظٌ {57}
وَلَمَّا
جَاء
أَمْرُنَا
نَجَّيْنَا
هُوداً
وَالَّذِينَ
آمَنُواْ
مَعَهُ
بِرَحْمَةٍ مِّنَّا
وَنَجَّيْنَاهُم
مِّنْ عَذَابٍ
غَلِيظٍ {58}
وَتِلْكَ
عَادٌ
جَحَدُواْ
بِآيَاتِ رَبِّهِمْ
وَعَصَوْاْ
رُسُلَهُ
وَاتَّبَعُواْ
أَمْرَ
كُلِّ
جَبَّارٍ
عَنِيدٍ {59} وَأُتْبِعُواْ فِي
هَـذِهِ
الدُّنْيَا
لَعْنَةً
وَيَوْمَ
الْقِيَامَةِ
أَلا إِنَّ
عَاداً
كَفَرُواْ
رَبَّهُمْ
أَلاَ بُعْداً
لِّعَادٍ
قَوْمِ
هُودٍ {60} |
50. Ad
(kavmin)e de kardeşleri Hud'u gönderdik. "Ey kavmim! dedi. Allah'a ibadet
edin. Sizin, O'ndan başka hiçbir ilahınız yok. Siz ancak yalan uyduranlarsınız.
51.
"Ey kavmim! Ben buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum.
Benim mükafatım ancak
Beni yaratana aittir. Hala akıllanmayacak mısınız?
52.
"Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra, O'na tevbe edin ki,
üzerinize gökten bol bol yağmur göndersin. Gücünüze güç katsın. Günah işleyip
durarak yüz çevirmeyin. "
53.
Dediler ki: "Ey Hud! Sen bize apaçık bir belge getirmedin. Biz sen
söyledin diye, tanrılarımızı terkedecek de değiliz, sana inanacak da değiliz.
54-55.
"Biz ancak şunu deriz: İlahlarımızdan biri seni fena çarpmış."
Dedi ki:
"Gerçekten ben Allah'ı şahid gösteriyorum. Siz de şahid olun ki ben sizin
Allah'ı bırakıp O'na ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım. Artık hepiniz bana
tuzak kurun. Bundan sonra bana bir mühlet de vermeyin.
56.
"Şüphesiz ki ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenip
dayandım. Hareket eden ne kadar canlı varsa, hepsinin alnından tutan O'dur.
Benim Rabbim gerçekten dosdoğru bir yol üzeredir."
57.
"Eğer siz yüz çevirirseniz; işte ben, benimle size gönderileni size tebliğ
ettim. Rabbim sizin yerinize başka bir kavim getirir ve siz ona hiçbir zarar
veremezsiniz. Şüphesiz ki Rabbim herşeyin üstünde gözetleyicidir."
58.
Emrimiz gelince Hud'u da beraberindeki mü'minleri de rahmetimizle kurtuluşa
erdirdik. Onları çok ağır bir azaptan da kurtardık.
59. İşte
Ad kavmi Rabblerinin ayetlerini bilerek inkar ettiler. Peygamberlerine asi
oldular, her inatçı zorbanın emri ardınca gittiler.
60. Bu
dünyada da, kıyamet gününde de onlara lanet arkalarından yetiştirildi. Haberiniz
olsun ki Ad kavmi Rabblerini inkar ettiler ve yine haberiniz olsun ki Hud'un
kavmi olan Ad (ilahi rahmetten) uzak düştü.
50. "Ad (kavmin)e
de kardeşleri Hud'u gönderdik." Yani; ve Ad kavmine ... peygamber
gönderdik, demektir. Bu daha önce geçen: "Andolsun Biz Nuh'u kavmine
göndermiştik.'' (Hud, 25) buyruğuna atfedilmiştir.
Hz. Hüd'dan
"kardeşleri" diye söz edilmesi, onlardan olmasından dolayıdır. O
zaman kabile onlar için müşterek bir topluluktu. Nitekim (Arap kabilesi olan) Temimlilerden
olan bir kimseye: Ey Temim'in kardeşi, denilir. Bir diğer görüşe göre ona
"kardeşleri" denilmesinin sebebi onlar Ademoğullarından olduğu gibi,
onun da Ademoğullarından birisi oluşundan dolayıdır. Bu hususa dair açıklamalar
bundan önce el-A'raf Süresi'nde (65. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Ad kavmi puta tapan
kimselerdi. İki ayrı Ad kavmi olduğu da söylenmiştir, birinci Ad ve ikinci Ad
olmak üzere. Hz. Hüd'un kendilerine peygamber olarak gönderildiği Ad kavmi
birincileridir, diğeri ise Şeddad ile Lokman'ın aralarında bulunduğu Ad
kavmidir ki bunlar da Yüce Allah'ın; "Ve direkler sahibi irem'e''
(el-Fecr, 7) buyruğunda söz konusu edilenlerdir. "Ad" aslında bir
adamın adıdır, daha sonra nesebleri ondan gelen kavmin adı olarak devam etti.
"Ey kavmim.! dedi.
Allah'a ibadet edin. Sizin, O'ndan başka hiçbir ilahınız yok"
buyruğundaki; "Ondan başka" kelimesinin "ra" harfi ondan
önceki lafza uygun olarak okunursa esreli okunur. Ref' ile okunması ise
mahallen merfü' olmasından dolayıdır. Nasb ile okunması ise istisna oluşundan
dolayıdır.
"Siz ancak yalan
uyduranlarsınız. " Yani siz, O'ndan başka bir ilah edinmek suretiyle ancak
Yüce Allah'a karşı yalan söyleyen kimselersiniz.
51. "Ey kavmim! Ben
buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatım ancak beni
yaratana aittir." Bunun anlamına dair açıklamalar daha önceden geçmiştir.
"Beni yaratan" anlamındaki "fıtrat" kökünden gelen kelime,
beni ilkin yaratan, yoktan var eden demektir. Çünkü fıtrat, yoktan var etmek
anlamındadır.
"Hala
akıllanmayacak mısınız?" Peygamberleri yalanladıkları için Nüh kavminin
başlarından geçenleri düşünerek aklınızı başınıza almayacak mısınız?
52. "Ey kavmim!
Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra, O'na tevbe edin." Buna dair
açıklamalar da sürenin baş tarafında geçmiş bulunuyor. "Ki üzerinize
gökten bol bol yağmur göndersin" buyruğundaki; "Göndersin,"
fiilinin cezmedilmesi emrin cevabı olduğundan ve ceza (şartın cevabı) anlamını
da ihtiva ettiğinden dolayıdır. "Bol bol" ise hal olarak
nasbedilmiştir. Çokluk anlamını taşır, yani gökten üzerinize peşi peşine, ardı
arkasına yağmur göndersin. Araplar; (...) vezni ile birlikte "he"
zamirini hazfederler. Bu vezindeki kelimeler ise çoğunlukla; (...) vezninden
getirilir. Burada ise (...) vezninden gelmiştir, çünkü bu kelime; "Sema
bol bol yağdırdı, yağdırır ve o bol bol yağdırandır" tabirinden
gelmektedir.
Hüd yani Ad kavmi bağ,
bahçe, ekin ve imal'da ileri gitmişlerdi. Yurtları Şam ile Yemen arasındaki
kumluk bölgelerdedir. Nitekim daha önce el-A'raf Süresi'nde (65-69) geçmiş
bulunmaktadır.
"Gücünüze güç
katsın" buyruğundaki; " ... nüze katsın," lafzı
"göndersin" anlamındaki fiile atfedilmiştir. Mücahid dedi ki:
Gücünüze güç katması, kuvvetinizi daha da arttırması demektir. Dahhak ise
bolluk ve veriminizi daha da arttırsın, diye açıklamıştır. Ali b. İsa ise sizi
daha bir izzet (güç, kuvvet) sahibi yapsın demektir. İkrime ise çocuklarınızı
daha da arttırsın diye açıklamıştır.
Denildiğine göre Yüce
Allah, onlara yağmur yağdırmadı ve annelerin rahimlerini kısırlaştırdı, üç yıl
süreyle çocukları dünyaya gelmedi. Hüd (a.s) onlara, eğer iman ederseniz Allah
tekrar yurdunuzu canlandırır, size mal ve evlat ihsan eder, dedi. İşte sözü
geçen kuvvet budur.
ez-Zeccac der ki:
Nimetlerle gücünüzü arttırır, anlamındadır.
"Günah işleyip
durarak yüz çevirmeyin" yani benim size kendisine davet ettiğim şeyden yüz
çevirmeyin, küfür üzere devam etmeyin.
"Dediler ki: Ey
Hud! Sen bize apaçık bir belge" açık ve kesin bir delil "getirmedin.
Biz ... sana da inanacak değiliz" sözleri ise, onların küfür üzere ısrar
ettiklerini ortaya koymaktadır.
54. "Biz ancak şunu
deriz: ilahlarımızdan" yani putlarımızdan "biri seni fena
çarpmış." Yani -İbn Abbas ve diğerlerinden nakledildiğine göre- senin
putlarımıza sövmen dolayısıyla onlar seni çarpmış ve sen de delirmiş
bulunuyorsun.
"Seniçarpmış"
ifadesi; "İş onu kuşattı, ona isabet etti" tabirinden gelmektedir.
Yüce Allah'ın: "Ve ondan dilenen ve dilen meyen fakirlere yedirin."
(el-Hac, 36) buyruğundaki; "Dilenmeyen fakir" kelimesi de aynı kökten
gelmektedir.
"Dedi ki: Gerçekten
ben Allah'ı" kendime "şahid gösteriyorum. Siz de şahit olun"
sizi de şahit gösteriyorum. Bu ise onların şahitlik etme ehliyetine sahip
olduklarından dolayı değildir. Ancak bu onlara doğruyu söyletmenin nihai ifadesidir,
yani bilin ki "sizin Allah'ı bırakıp, O'na ortak tuttuğunuz
şeylerden" sizin taptığınız putlara ibadet etmekten "uzağım."
55. "Artık hepiniz
bana tuzak kurun." Sizler de, putlarınız da bana düşmanlık etmek ve bana
zarar vermek için tuzaklarınızı kurun. "Bundan sonra bana bir mühlet de
vermeyin." Beni ertelemeyin.
Düşmanlarının çokluğuna
rağmen onun böyle bir söz söylemesi Yüce Allah'ın yardımına tam anlamıyla
güvendiğini göstermektedir. Bu da peygamberliğin mucizelerindendir. Çünkü
peygamberin tek başına kavmine: "Artık hepiniz bana tuzak kurun"
demesi bir mucizedir. Peygamber (s.a.v.) de Kureyş'e böyle demişti. Nuh (a.s.)
da kendi kavmine: "Haydi işinizi sağlam tutun ve ortaklarınızı da
çağırın." (Yunus, 71) demişti.
56. "Şüphesiz ki
ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenip, dayandım."
Ben O'nun hükmüne razıyım ve O'nun yardımına güveniyorum. Yeryüzerinde
"hareket eden" debelenen "ne kadar canlı varsa" -bu buyruk
mübteda olarak ref' mahallindedir- "hepsinin alnından tutan O'dur."
Yani onları dilediği gibi çekip çevirir, dilediğinden onları alıkoyar. Yani siz
bana zarar veremezsiniz. Canlı olan herbir varlığa; (...) denilir. Sonundaki
"he" (yuvarlak te) mübalağa içindir.
el-Ferra der ki: Buyruk
bütün canlıların mutlak maliki ve onlara güç yetiren kadir olan O'dur,
demektir.
el-Kutebi der ki: Bütün
canlıları emri altında tutan, onları kahredecek güce sahip olan O'dur,
demektir. Çünkü bir kimsenin alnından yakaladın mı onu emrine mahkum ettin,
kahrettin demektir. ed-Dahhak der ki: Bütün canlıları dirilten, sonra da
öldüren O'dur. Anlamlar birbirine yakındır. Nasiye ise başın ön tarafında
saç'ın kesildiği yer demektir. (...) ise; adamın alnını (perçemini) uzattım,
anlamındadır. İbn Cüreyc der ki: Özellikle Nasiye'nin kullanılma sebebi
Arapların bunu bir kimseyi zillet ve boyun eğmekle nitelendirmek istedikleri
vakit kullanmalarından ve: "Filanın alnı ancak filanın elindedir"
yani o kimseye itaat eder ve dilediği gibi yönlendirir, demelerindendir.
Yine Araplar birisini
esir alıp serbest bırakmak ve karşılıksız salıvermek istediklerinde ona karşı
öğünmek için alnındaki perçemini keserlerdi. Böylelikle dillerinde bilip
tanıdıkları bir üslupla onlara hitab etti.
Tirmizi el-Hakim,
"Nevadiru'l-Usul" adlı eserinde der ki: Yüce Allah'ın: "Hareket
eden ne kadar canlı varsa, hepsinin alnından tutan O'dur" buyruğunun bize
göre açıklaması şöyledir: Şanı Yüce Allah, kulların amellerinin miktarını
takdir buyurdu, sonra bunlara nazar etti, sonra da yaratıklarını yarattı. Onları
yaratmadan önce onların yapacakları herbir işi gördü. Daha sonra onları
halkedince işte bu bakışının nurunu alınlarına yerleştirdi. İşte alınlarında
bulunan nur (ve alınlarından tutulması) budur. Bu da kaderin tesbit edildiği
günde haklarında takdir edilmiş bulunan amellerine doğru onları çeker. Yüce
Allah ise kaderi gökleri ve yeri yaratmadan ellibin yıl önce yaratmıştır. Bunu
Abdullah b. Amr b. el-As rivayet etmiştir. Abdullah dedi ki: Ben Rasülullah
(s.a.v.)ı şöyle buyururken dinledim: "Allah kaderleri gökleri ve yeri
yaratmadan ellibin yıl önce takdir etti." İşte bundan dolayı peygamberler
güçlüdürler ve bundan dolayı azim sahibi kimseler olmuşlardır. Çünkü onlar
alınlardaki nurIarı farketmişler ve Allah'ın bütün yaratıklarının bu nurlara
uygun olarak ilahi nazarın haklarında takdir ettiği amellere göre hareket
ettiklerine inandılar. Bu hususta dikkat bakımından en ileri paya sahip olan
peygamberler, azim 'sahibi olmakta en güçlü olanlarıdır. Bundan dolayı Hud
peygamber: "Artık hepiniz bana tuzak kurun, bundan sonra bana bir mühlet
de vermeyin. Şüphesiz ki ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a
güvenip dayandım. Hareket eden ne kadar canlı varsa hepsinin alnından tutan
O'dur" demedikçe ileri bir güce sahib olamadı.
Alna "nasiye"
denilmesi amellerin, gaybın gaybından hükme (nass'a) bağlanıp ortaya çıkması ve
böylelikle kaderler arasında nassa bağlanmış (mansus) olmasından ötürüdür.
Yaratıcının nazarı bütün mahlukatın kaderine uygun hareketlerine nüfuz
etmiştir. Daha sonra o yeryüzünde canlı olarak hareket eden herbir canlının
hareketlerini gözlerinin arasında alnına yerleştirmiştir. İşte insanın
vücudundaki bu yere "nasiye" adı verilmiştir. Çünkü alın kulların
takdir edilen hareketlerini nass ile ortaya koymaktadır. O halde "nasiye"
Yüce Allah'ın yaratmadan önce nazar ettiği hareketlerin nassa bağlanmış
olmasından alınan bir kelimedir. Nitekim Yüce Allah, Ebu Cehl'in alnını da
"o yalancı ve günahkar alın" (el-Alak, 16) diye nitelendirmektedir.
Bununla Yüce Allah, cehennemdeki bütün alınların yalancı ve günahkar olduğunu
da haber vermektedir. Ancak yapılan bu yoruma göre "nasiye"nin yalana
ve günaha nisbet edilmesine imkan olmaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Benim Rabbim
gerçekten dosdoğru bir yol üzeredir." en- Nehhas der ki: Sözlükte sırat
(dosdoğru yol); açık seçik yol demektir. Buyruğun anlamı da şudur: Şanı Yüce
Allah herşeye kadir olmakla birlikte, O ancak hakka uygun olarak alıp yakalar,
sorumlu tutar.
Buyruğun anlamının şu
olduğu da söylenmiştir: O'nun tedbirinde hiçbir gedik yoktur, O'nun
yaratmasında hiçbir tutarsızlık yoktur. O, bundan münezzehtir.
57. "Eğer siz yüz
çevirirseniz" anlamındaki buyruk, cezm mahallinde olduğundan dolayı;
"yüz çevirirseniz" fiilinin sonundaki "nun" hazfedilmiştir.
Aslı ise; (...) olup iki "te" arka arkaya geldiğinden birisi
hazfedilmiştir.
"İşte ben, benimle
size gönderileni size tebliğ ettim." Yani size açıkladım.
"Rabbim sizin
yerinize başka bir kavim getirir." Sizi helak eder ve O'na sizden daha çok
itaatkar olan, O'nu tevhid edip ibadet eden kimseleri yaratır.
"Rabbim ... başka
bir kavim getirir" buyruğunun öncekilerle ilgili olmadığından dolayı, fiil
merfu gelmiştir. Ya da Yüce Allah'ın: "Size tebliğ ettim" buyruğunda
"fa"dan sonra gelen fiile atfedilmiştir.
Hafs'dan, da Asım'dan da
cezm ile; "Başka ... getirir" diye ve bunun "fa"nın ve
ondan sonrasının mahallen i'rabı olan cezme hamlederek okuduğu rivayet
edilmiştir. Yüce Allah'ın: "O bun ları taşkınlıkları içinde şaşkın bir
halde bırakıverir" (el-A'raf, 186) buyruğunda "ra" harfinin
sakin okunması da böyledir.
"Ve siz" Yüz
çevirmek ve çağrıyı kabul etmemek suretiyle, O'na hiçbir zarar veremezsiniz.
"Şüphesiz ki Rabbim, herşeyin üstünde gözetleyicidir." Yani O,
herşeyi tesbit eden, gözetleyendir. Buradaki; "üstünde" kelimesi, "lam"
manasınadır. O beni, bana yapmak istediğiniz kötülüklere karşı koruyacaktır,
demektir.
58. "Emrimiz"
yani Ad kavmini helak edecek azabımız "gelince Hud'u da beraberindeki
mü'minleri de rahmetimizle kurtuluşa erdirdik." Çünkü Yüce Allah'ın
rahmeti olmaksızın -salih amelleri bulunsa dahi- hiçbir kimse kurtulamaz.
Müslim'in ve Buhari"nin, Sahih'leri ile başkalarında Peygamber (s.a.v.)in
şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: "Sizden hiçbir kimseyi kendi ameli
kurtaramaz." Ashab: Seni de mi? Ey Allah'ın Rasulü deyince, Hz. Peygamber
şöyle buyurdu: "Allah'ın beni kendi katından bir rahmete bandırması
müstesna beni dahi.''
"Rahmetimizle"
buyruğu biz onlara hidayeti açıklamak suretiyle demektir ki bu da rahmetin
kendisidir, diye de açıklanmıştır. Bunlar dörtbin kişi idiler, üçbin kişi
oldukları da söylenmiştir. "Onları çok ağır bir azaptan" kıyamet
gününün azabından "da kurtardık." Buradaki azabın Yüce Allah'ın
Zariyat Suresi'nde ve başka yerlerde söz konusu ettiği şekilde "kısır
rüzgar" olduğu da söylenmiştir ki, ileride gelecektir.
el-Kuşeyrı Ebu Nasr der
ki: Peygamberin ümmetine tehdit ile bildirdiği azab geldiği takdirde, Allah o
azaptan peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri kurtarır. Evet, ama bununla
birlikte Yüce Allah'ın herhangi bir peygamberi ve onun kavmini de bir bela ile
sınaması mümkündür. O takdirde bu kafirler için bir ceza -eğer peygamberin
onları geleceğiyle tehdit ettiği bir şey değil ise- mü'minler için de
günahlarından arınma sebebi olur.
59. "İşte Ad
kavmi" anlamındaki buyruk mübteda ve haberdir. el-Kisai'nin naklettiğine
göre; Araplar arasından "Ad" kelimesini munsarıf kabul etmeyerek bir
kabile adı kabul edenlerin olduğu da söylenmiştir.
"Rabblerinin
ayetlerini bilerek inkar ettiler" yani mucizeleri yalanladılar ve kabul
etmediler.
"Peygamberlerine
asi oldular." Burada yalnızca Hz. Hud'a asi oldukları kastedilmektedir,
çünkü onlara Hz. Hud'dan başka bir peygamber gönderilmiş değildi. Yüce Allah'ın
şu buyruğu da bunu andırmaktadır: "Ey peygamberler! Temiz olan şeylerden
yiyin." (el-Mu'minun, 51) Bununla yalnızca Peygamberimiz (s.a.v.)
kastedilmektedir, çünkü onun döneminde ondan başka bir peygamber yoktur. Burada
"peygamberler"in çoğul gelmesi, tek bir peygamberi yalanlayanın bütün
peygamberleri inkar etmesi anlamına gelmesinden dolayıdır. Şöyle de
açıklanmıştır: Onlar, Hz. Hud'a ve ondan önceki peygamberlere de asi oldular.
Öyle ki onlara bin tane peygamber gönderilecek olsaydı bile, yine onların
hepsini inkar ederlerdi.
"Her inatçı
zorbanın emri ardınca gittiler." Onların aşağı tabakada olanları, başkan
ve liderlerine uydular. Ayet-i kerime'deki "cebbar (zorba)"
mütekkebbir demektir. "İnatçı (anıd)" ise hakkı kabul etmeyen, hakka
boyun eğmeyen azgın kimse demektir. Ebu Ubeyd der ki: Anıd, anud, anid ve
muanid; ayrılık çıkartarak karşı çıkan kimse demektir. İşte kanı durmadan akan
damara "anid" denilmesi de bundan dolayıdır. Şair de recez vezninde
şöyle demiştir: "Ben oldukça yaşlı bir kimseyim, baş eğmeyen, başkalarına
katılmayan, inatçı develerin hakkından gelemem."
60. "Bu dünyada da,
kıyamet gününde de onlara lanet arkalarından yetiştirildi." Dünyada lanet
arkalarından onlara yetiştirildiği gibi, ahirette de bu şekilde lanet onlara
yetiştirilecektir. O bakımdan ifadenin tamamlanması "Kıyamet gününde
de" buyruğu ile olmaktadır.
"Haberiniz olsun ki
Ad kavmi, Rabblerini inkar ettiler." el-Ferra der ki: Yani Rabblerinin
nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Yine el-Ferra der ki: Bu tabir: "Onu
inkar ettim" şekillerinde kullanılır.
Tıpkı "Ona
şükrettim, kelimesinde olduğu gibi. "Ve yine haberiniz olsun ki Hud'un
kavmi olan Ad (ilahi: rahmetten) uzak düştü." Yani onlar hala Allah'ın
rahmetinden uzak tutulmaya devam etmektedir.
(...): Helak olmak ve
hayırdan uzak kalmak demektir. Geri kalmak ve uzaklaşmak halinde; (...)
şeklinde kullanılır. Helak olmayı anlatmak üzere de; (...) denilir. Şair der
ki: "Düşmanlar için zehir ve develer için (misafirlere onları ikram etmek
ve savaşlara devamlı katılmak suretiyle) afet olan Kavmim uzak düşmesin (helak
olmasın.)"
Şair Nabiğa da şöyle
demektedir: "Sakın uzak düşme, çünkü ölüm suya götüren bir yoldur, Her
kişinin içinde bulunduğu hal mutlaka son bulur."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN