HUD 38 / 40 |
وَيَصْنَعُ
الْفُلْكَ
وَكُلَّمَا
مَرَّ عَلَيْهِ
مَلأٌ مِّن
قَوْمِهِ
سَخِرُواْ مِنْهُ
قَالَ إِن
تَسْخَرُواْ
مِنَّا فَإِنَّا
نَسْخَرُ
مِنكُمْ
كَمَا
تَسْخَرُونَ
{38} فَسَوْفَ
تَعْلَمُونَ
مَن
يَأْتِيهِ
عَذَابٌ
يُخْزِيهِ
وَيَحِلُّ
عَلَيْهِ
عَذَابٌ مُّقِيمٌ
{39} حَتَّى
إِذَا جَاء
أَمْرُنَا
وَفَارَ
التَّنُّورُ
قُلْنَا
احْمِلْ
فِيهَا مِن
كُلٍّ
زَوْجَيْنِ
اثْنَيْنِ
وَأَهْلَكَ
إِلاَّ مَن
سَبَقَ
عَلَيْهِ
الْقَوْلُ وَمَنْ
آمَنَ وَمَا
آمَنَ
مَعَهُ
إِلاَّ قَلِيلٌ
{40} |
38.
Gemiyi yaparken, kavminin ileri gelenlerinden yanına uğrayan oldukça onunla
alay ediyorlardı. Dedi ki: "Eğer bizimle alay ederseniz, siz alay
ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz.
39.
"Artık kendisini rezil edecek azabın kime gelip çatacağını ve kalıcı
azabın da kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz."
40.
Nihayet emrimiz gelip de tandır kaynayınca dedik ki: "Her birinden çifter
çifter ve -aleyhinde söz geçmiş olanlar hariç- aile efradını ve iman edenleri
(geminin) içine yükle." Zaten onunla birlikte ancak çok az kimse iman
etmişti.
"Gemiyi
yaparken" gemiyi yapmaya koyulduğunda, demektir. Zeyd b. Eslem dedi ki:
Nuh (a.s) yüzyıl süreyle ağaç dikip kesmeye ve kurutmaya devam etti. Yüzyıl
süreyle de gemiyi inşa etti. İbnu'l-Kasım, İbn Eşres'den, o Malik'ten şöyle
dediğini rivayet eder: Bana ulaştığına göre Nuh kavmi yeryüzünü; dağlar ve
ovalara varıncaya kadar doldurdular. Dağdakiler öbürlerinin yanına inemiyorlar,
düzlüktekiler de öbürlerinin yanına çıkamıyorlardı. Bunun üzerine Nuh (a.s)
gemiyi yapmak maksadıyla yüzyıl süreyle ağaç dikip durdu. Daha sonra bu
ağaçları toplayıp kuruttu. Bu da yüzyıl sürdü. Kavmi ise onunla
alayediyorlardı. Alayedişlerinin sebebi ise yaptığı bu işlerdi. Sonunda
Allah'ın onlar hakkındaki hükmü gerçekleşti.
Amr b. el-Haris'den de
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Nuh, gemisini Dimaşk topraklarında yaptı.
Kerestesini de Lübnan dağlarından kesti. Kadı Ebu Bekr b. el-Arabi der ki: Şanı
Yüce Allah sulblerdeki ve rahimlerdeki mü'minleri kurtarınca ona:
"Kavminden daha evvel iman etmiş olanlardan başkası asla iman
etmeyecektir. Artık gemiyi yap" diye vahyetti. Hz. Nuh:
Rabbim ben marangoz
değilim deyince, bunun üzerine Yüce Allah: "Hayır sen bunu yaparsın, çünkü
bu Benim gözetimim altında olacaktır" diye buyurdu. Bunun üzerine Nuh
(a.s) eline keseri aldı, eli yanlış bir iş yapmaz oldu. Kavmi yanından geçip
giderken: Şu peygamber olduğunu iddia eden kişi bu sefer de marangoz oldu,
demeye koyuldular. Nuh (a.s) gemiyi kırk yılda yaptı.
es-Sa'lebi ve Ebu Nasr
el-Kuşeyri, İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet ederler: Nuh (a.s) gemiyi iki
yılda yaptı. es-Sa'lebi şunu da ilave eder: Çünkü Hz. Nuh geminin nasıl
yapıldığını bilmiyordu. Yüce Allah kendisine gemiyi kuşun göğüs kafesi gibi
yap, diye vahyetti. Ka'b der ki: Gemiyi otuz yılda inşa etti. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
el-Mehdevi der ki:
Haberde rivayet edildiğine göre melekler ona gemiyi nasıl yapacağını öğretiyorlardı.
Geminin eni ve boyu
hususunda farklı görüşler vardır. İbn Abbas (r.a)'dan gelen rivayete göre
uzunluğu üçyüz, eni de elli zira, kalınlığı ise otuz zira idi. Gemi tik
ağacındandı. es-Sa'lebi, Katade ve İkrime de aynı şekilde boyu otuz zira'dı,
demişlerdir. Zira' ise, omuzdan parmak ucuna kadar olan mesafedir. Bunu da
Selman el-far isi söylemiştir. Hasan-ı Basri de der ki: Geminin uzunluğu bin
ikiyüz zira, eni ise altıyüz zira'dı. es-Sa'lebi bunu "Kitabu'l-Ara
is" adlı eserinde nakletmektedir.
Ali b. Zeyd, Yusuf b.
Mihran'dan, o İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Havariler İsa
(a.s)'a dediler ki: Nuh'un gemisini görmüş birisinin diriltilmesini dilesen de
o da bize gemiden söz etse. Hz. İsa havarileri ile birlikte topraktan bir
yığının yanına varıncaya kadar yola koyuldu. O topraktan bir avuç aldı ve:
Bunun ne olduğunu biliyor musunuz? diye sordu. Onlar, Allah ve Resulü daha iyi
bilir dediler. Bunun üzerine Hz. İsa: Bu Nuh'un oğlu Ham'ın topuğudur, dedi.
Hz. İsa asasıyla toprağa vurdu ve: Allah'ın izniyle ayağa kalk, dedi. Ansızın
başından toprakları silkeleyerek ayağa kalktığında saçlarının ağarmış olduğunu
gördüler. Hz. İsa ona: Sen bu şekilde mi öldün? diye sorunca, o: Hayır ben genç
yaştayken ölmüştüm, fa-kat kıyametin koptuğunu zannettim. İşte bundan dolayı
saçlarım ağardı, dedi. Hz. İsa ona: Bize Nuh (a.s)'ın gemisi hakkında bilgi
ver, deyince şunları söyledi: Boyu bin ikiyüz zira' idi, eni ise altıyüz zira
idi. üç katlı idi, katın birinde karada yaşayan hayvanlar ile yabani hayvanlar
vardı. Birisinde insanlar, diğerinde de kuşlar vardı... Bu şekilde ileride Yüce
Allah'ın izniyle nakledileceği üzere haberin geri kalan bölümlerini de
zikretti.
en-Nekkaş'ın
naklettiğine göre de el-Kelbi der ki: Geminin dört zira' kadarlık bir bölümü
suya gömülmüştü. üç kapısı vardı, kapının birisinde yırtıcı hayvanlar ve
kuşlar. Birisinde yabani hayvanlar, diğerinde ise erkeklerle kadınlar vardı.
İbn Abbas der ki: Nuh
(a.s) gemiyi üç büyük bölmeye ayırmıştı. Alt bölmesini vahşi hayvanlarla yırtıcı
hayvanlara ve diğer kara hayvanlarına, orta bölmeyi yiyecek ve içeceğe
ayırmıştı. Kendisi ise en üst bölmeye binmişti. Adem (a.s)'ın cesedini de
erkeklerle kadınlar arasında enine yatırmış idi. Daha sonra onu
Beytu'l-Makdis'e defnetti. İblis de geminin arka tarafında onlarla beraberdi.
Denildiğine göre yılan
ile akrep gemiye binmek üzere geldiler. Hz. Nuh onlara: Ben sizi gemiye
almıyorum çünkü sizler zarar ve belalara sebepsiniz, deyince bu iki hayvan
şöyle dediler: Sen bizi gemiye al, biz de sana seni anan hiçbir kimseye zarar
vermeyeceğimize dair teminat veriyoruz. O bakımdan yılan ve akrebin zararından
korkan bir kimse Yüce Allah'ın: "Alemler içerisinde Nuh'a selam
olsun" (Saffat, 79) buyruğunu okuyacak olursa, akrebin de, yılanın da o
kimseye zararı olmaz. Bunu da el-Kuşeyri ve başkaları zikretmektedir.
Hafız b. Asakir,
'Tarih(-i Dimaşkf'de merfu olarak Ebu Umame'den şu hadisi nakletmektedir:
Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Her kim akşamı ettiğinde "sallallahu
ala Nuh'in ve ala Nuh'in es-selam" diyecek olursa o gece hiçbir akreb onu
sokmaz."
Yüce Allah'ın; (...):
Her seferinde (mealde: "Oldukça") zarftır. "Kavminin ileri
gelenlerinden yanına uğrayan oldukça onunla alay ediyorlardı." buyruğu ile
ilgili olarak el-Ahfeş ve el-Kisai derler ki: "Onunla alay ettim"
anlamında olmak üzere hem (...) denilir, hem de (...) denilir. Onların Hz. Nuh
ile alay etmeleri hususunda iki görüş vardır. Birincisine göre onlar Hz. Nuh'un
gemisini karada yaptığını görüyorlar ve bundan dolayı onunla alay ederek: Ey Nuh!
Sen peygamberlikten sonra marangozluğa mı başladın? diyorlardı. İkinci görüşe
göre onlar Hz. Nuh'un gemiyi yaptığını görmekle birlikte daha önce gemi
yapımını görmediklerinden, Ey Nuh! ne yapıyorsun? diye sordular. O da: Su
üzerinde yürüyecek bir ev yapıyorum, demişti. Onun bu cevabından hayrete düşüp
onunla alayetmeye başladılar.
İbn Abbas der ki:
Tufandan önce yeryüzünde nehir de yoktu, deniz de yoktu. Bundan dolayı onunla
alayettiler. İşte bu denizlerin suları o tufandan geriye kalan sulardır.
"Ded! ki:
Eğer" bugün gemiyi yaparken bizim yaptığımız bu işten ötürü "bizimle
alay ederseniz, siz alayettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz."
Boğulma esnasında sizinle alayedeceğiz, demektir.
Burada "alay
etmek"ten kasıt, onların cahilliklerini yüzlerine vurmaktır. Anlamı da
şudur: Eğer siz bizi cahil kabul ediyorsanız, sizin bizleri cahil gördüğünüz
gibi sizi cahil görmekteyiz.
"Artık kendisini
rezil edecek azabın kime gelip çatacağını ... bileceksiniz" buyruğu bir
tehdittir. Buradaki; "Kim" edatı; "Bileceksiniz" fiilinin
muttasıl ismidir. Burada; "Bilirsiniz" fiili bir mef'ule geçiş yapan
türdendir, yani siz azabın kime geleceğini bileceksiniz. Bununla birlikte;
"Kimin" soru edatı olması da mümkündür; azabın hangimize geleceğini
bileceksiniz anlamında olur. Bu edatın mübteda olarak ref mahallinde;
"Kime geleceğini" lafzının haber; "Kendisini rezil edecek"
kelimesinin de "azab"ın sıfatı olduğu da söylenmiştir.
el-Kisai'nin de
naklettiğine göre Hicazlılardan bir takım kimseler; "Bileceksiniz"
(şeklinde "vav"dan sonra "fe" harfi getirmeksizin)
kullanırlar. Yine el-Kisai der ki: "Bileceksiniz" diyenler ise hem
"vav"ı hem de "fe"yi birlikte düşürmüş olurlar. Kufeliler
de; (...) şeklinde bir kullanım naklederler. Ancak Basralılar; (...) (uzak
gelecekte) yapacaksın ile; (...) (yakın gelecekte) yapacaksın kullanımlarından
başkasını bilmezler ve onlara göre bunlar iki ayrı kullanım olup birinin
diğeriyle ilgisi yoktur. "Ve kalıcı azabın" daimi azabın -ahiret
azabını kastediyor- "kimin başına ineceğini" kimin hakkında vacib
olup kimin üzerine ineceğini "bileceksiniz. "
"Nihayet emrimiz
gelip de tandır kaynayınca ... " buyruğundaki "tandır (tennlir)"
hakkında yedi ayrı görüş vardır:
1- Bundan kasıt
yeryüzüdür. Çünkü Araplar yeryüzüne de "tennlir" derler. Bu görüş İbn
Abbas, İkrime, ez-Zühri ve İbn Uyeyne'ye aittir. Şöyle ki: Hz. Nuh'a: Sen suyu
yeryüzünde gördün mü beraberindekilerle birlikte gemiye bin, denilmişti.
2- Bu içinde ekmek
pişirilen tandırdır ve bu taştan yapılmış idi. Bu tandır Hz. Havva'ya aitti,
sonunda Hz. Nuh'a kalmıştı. Ona: Suyun tandırdan kaynayıp coştuğunu görecek
olursan sen ve arkadaşların gemiye bin, denilmişti. Allah da suyu tandırdan
kaynatmış ve Hz. Nuh'un hanımı durumu öğrenib: Ey Nuh! Tandırın suyu kaynadı,
deyince o da: Rabbimin va'di hak olarak geldi, demişti. el-Hasen'in görüşü bu
olduğu gibi, Mücahid de bu görüştedir. Atiyye bu görüşü İbn Abbas'tan
nakletmiştir.
3- Tandırdan kasıt suyun
gemide toplandığı bir yerdir. Bu da el-Hasen'den nakledilmiş bir görüştür.
4- Bundan kasıt tan
yerinin ağarması ve sabahın aydınlığının çıkmasıdır.
Bu da Arapların;
"Tan, aydınlattı" ifadesinden alınmıştır. Bu açıklamayı Ali b. Ebi
Talib (r.a) yapmıştır.
5- Bundan kasıt Kufe mescididir.
Bunu da Ali b. Ebi Talib (r.a) ifade etmiştir. Mücahid de böyle demiştir.
Mücahid der ki: Tandırın bir tarafı Kufe'de idi, yine Mücahid der ki: Hz. Nuh
gemiyi Kufe mescidinin iç tarafında yaptı. Tandır da, Kinde'ye bitişik tarafın
içinin sağ cihetinde idi. Suyun tandırdan kaynayıp coşması da Hz. Nuh için bir
alamet, kavminin de helak edileceğine bir delil idi. Şair Umeyye de der ki:
"Ve derken tandırları kaynadı ve su ile coştu, Dağların üstüne çıkıncaya
kadar yükseldi."
6- Tandırdan kasıt, yeryüzünün
yüksek yerleri ve tümseklikleridir. Bu da Katade'nin görüşüdür.
7- Tandır,
el-Cezire'deki Aynu Yerde diye bilinen pınardır. Bu görüşü de İkrime rivayet
etmiştir. Mukatil de der ki: Bu tandır Hz. Adem'in tandırı idi. Şam
taraflarında "Aynu Verde" denilen bir yerde idi. Yine İbn Abbas der
ki:
Adem'in tandırı
Hindistan'da idi. en-Nehhas der ki: Bütün bu görüşler birbirleriyle
çelişmemektedir, çünkü şanı Yüce Allah bize suyun hem gökten, hem de yerden
geldiğini haber vererek şöyle buyurmaktadır: "Biz de sağa nak sağanak
suylagöğün kapılarını açtık, yerden de kaynaklar fışkırttık. .. "
(el-Kamer, 11-12) Bütün bu görüşlerin ortak noktası bunun tufanın alameti
oluşudur. Feveran ise galeyan (kaynayıp, coşmak) demektir.
"Tennur"
aslında Arapça olmayan bir isimdir. Araplar bunu Arapçalaştırmışlardır. Binası;
(...) veznidir, çünkü bunun aslı (...) dır. Arapçada ise "ra"dan önce
"nun"un geldiği kelime yoktur.
"Tandır
kaynayınca" tabiri azabın yaklaştığının temsil! ifadesidir. Bu da
Arapların savaşın kızışması esnasında: "Tandır ısındı, kızdı"
demelerine benzer. Çünkü (...) kelimesi "tandır" demektir. Yine bir
kavmin giriştiği savaş kızışacak olursa; "O kavmin tenceresi taştı"
anlamındaki tabir kullanılır. Nitekim şair de şöyle demiştir: "Siz
tencerenizi içi bomboş bıraktınız, Onların tencereleri ise kızmış ve
taşmaktadır."
"Dedik ki:
Herbirinden çifter çifter ... içine yükle." Bununla erkek ve dişi
kastedilmektedir. Böylelikle tufandan sonra neslin devamı sağlanmış oldu. Hafs
"herbirinden çifter çifter" buyruğundaki; "Her" kelimesini
tenvinli olarak okumuştur. Yani herbir şeyden çifter çifter taşı demektir. Her
iki kıraatin de ifade ettiği anlam birdir: Bu da herbir şey ile birlikte
mutlaka kendisine muhtaç olacağı diğer bir şeyi de birlikte almayı ihtiva eder.
Arapça da eğer birşey diğeri olmaksızın olmuyor ise bu türdeki her iki şey
hakkında "bu ikisi çifttir" denilir. Yine Araplar bu çiftlerin
herbirisine de (çift anlamını da veren): "zevc" adını verirler. Bir
kimsenin iki tane ayakkabısı varsa, onun iki çift (iki tek) ayakkabısı var,
denilir. Aynı şekilde onun yanında iki çift (biri erkek, biri dişi) güvercin
var ve üzerinde iki çift bağ var (sağlı sollu bağ var) denilir. Yüce Allah da
şöyle buyurmaktadır: ''Ve o erkek ve dişiden ibaret olan iki (li) çifti
yaratmıştır." (en-Necm, 45) Kadın için; o erkeğin zevd (kelime olarak
çifti yani eşi) denildiği gibi, erkek hakkında da; o kadının zevcidir, denilir.
Bazen iki şeye de "ikisi bir çifttir" denildiği de olur. Kimi zaman
"iki çift (zevcan)" ifadesi iki tür, iki sınıf anlamında da
kullanılır ve herbir türe de çift (zevc) denilebilir. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Ve her çeşit (zevc) güzel bitkiden bitirir." (el-Hac,
5) Bu da her çeşit ve her türden anlamındadır. Şair el-A'şa da der ki:
"Ebü Kudame'nin
giyindiği her çift (tür) ipek de Onunla birlikte ona hediye edilmiştir."
Burada tür ve çeşit
kastetmektedir.
"Herbirinden çifter
çifter" anlamındaki buyruk da "yükle" anlamındaki fiil ile nasb
mahallindedir. "İki" anlamındaki kelime de te'kid için gelmiştir.
" ... Ve -aleyhinde
söz geçmiş olanlar hariç- aile efradım" da taşı. Buradaki; (...):
...anlar, istisna olarak nasb mahallindedir. "Aleyhinde söz geçmek"
ise helak edileceğine dair hüküm verilmiş olmak demektir. Bunlar da oğlu Kenan
ile hanımı Vaile'dirler, ikisi de kafir idiler.
"Ve iman
edenleri" ed-Dahhak ile İbn Cüreyc derler ki: Yani bana iman edenleri
yahut seni tasdik eden kimseleri taşı demektir. Buna göre burada da;
"...enler," de; " ... yükle" fiili ile nasb mahallindedir.
"Zaten onunla
birlikte ancak çok az kimse iman etmişti." İbn Abbas (r.a.) der ki: Hz.
Nüh'un kavminden seksen kişi iman etmişti. Bunların üç tanesi oğlu idi: Sam,
Ham ve Yafes.
Bunlarla birlikte üç de
gelini iman etmişti. Bunlar gemiden çıktıklarında bugün Musul taraflarında
"Karyetu's-Semain" (seksen kişinin kasabası) diye bilinen bir kasaba
inşa ettiler. Haberde nakledildiğine göre gemide seksen kişi vardı. Bunlar
arasında Hz. Nüh ile boğularak cezalandırılandan başka bir hanımı, üç oğlu ve
bunların zevceleri de vardı.
Katade, el-Hakem b.
Uyeyne, İbn Cüreyc ve Muhammed b. Ka'b'ın görüşü de budur. Ham gemide iken
hanımına yaklaştı. Bunun üzerine Hz. Nüh da Yüce Allah'a nutfesini değişikliğe
uğratması için dua etti, böylelikle siyahiler ondan doğmuş oldu. Ata dedi ki:
Nüh (a.s), Ham'a: Çocuklarının saçları kulaklarından aşağıya inmesin, nerede
olurlarsa Sam ve Yafes'in çocuklarına köle olsunlar, diye beddua etti.
el-A'meş: (Gemidekiler)
yedi kişi idiler. Nüh, üç oğlu ve üç gelini, diyerek, Nüh'un hanımını saymamıştır.
İbn İshak dedi ki:
Hanımları hariç on kişi idiler. Nüh, oğulları Sam, Ham ve Yafes ile ona iman
etmiş altı kişi ile bunların hepsinin hanımları.
"Çok az"
lafzı, "İman etmişti" fiiliyle ref' edilmiştir. Müstesna olarak nasbı
caiz değildir. Çünkü ondan önce ifade tamam olmamaktadır. Ancak (...) ile (ı...
) edatlarının birlikte kullanılmasının faydası şudur:
Eğer: Onunla şu şu iman
etti, denilecek olursa, başkaları da iman etmiş olabilir. Bu iki edat
zikredilerek istisna yapılacak olursa, istisna edatından sonra anılanların iman
ettikleri, başkalarının iman etmedikleri anlaşılmış olur.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN