ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TEVBE

117

لَقَد تَّابَ الله عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ فِي

سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِن بَعْدِ مَا كَادَ يَزِيغُ قُلُوبُ فَرِيقٍ

مِّنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ إِنَّهُ بِهِمْ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ

 

117. Andolsun ki Allah, Peygamberini de, içlerinden bir grubun gönülleri az kalsın eğrilmek üzere iken dar zamanda ona tabi olan Muhacirlerle Ensarı da tevbeye muvaffak etti. Sonra onların bu tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, onları çok esirgeyendir, çok bağışlayandır.

 

Tirmizi rivayetle der ki: Bize, Abd b. Humeyd anlattı, bize Abdurrezzak anlattı, bize Ma'mer, ez-Zühri'den haber verdi. O, Abdurrahman b. Ka'b b. Malik'ten, o, babası (Ka'b) dan dedi ki: Bedir dışında Tebük gazvesi olana kadar ben, Peygamber (s.a.v.)'in katıldığı hiçbir gazadan geri kalmış değilim. Peygamber (s.a.v.) Bedir'e katılmadık hiçbir kimseye de serzenişte bulunmadı. Çünkü o, kervanı yakalamak için (Medine'den) çıkmış Kureyşliler de kervanlarının yardımına koşmak üzere (Mekke'den) çıkmıştı. Ve -yüce Allah'ın da buyurduğu gibi- önceden bir sözleşme olmaksızın birbirleriyle karşılaşmışlardı. Yemin ederim ki, insanlar arasında (ki kanaate göre) Rasülullah (s.a.v.)'in katıldığı en şerefli vak'a Bedir'dir. Oysa ben onunla İslam üzere ahidleştiğimiz vakit Akabe gecesindeki bey'atim yerine Bedir'de bulunmuş olmayı tercih etmem. Bundan sonra Rasülullah (s.a.v.)'dan Tebuk gazvesine kadar hiç bir gazada geri kalmadım. Tebuk ise, Hz. Peygamberin yaptığı son gazası idi. Peygamber (s.a.v.) ise, yola koyulacağını ilan etti ... diye hadisi uzun uzadıya naklettikten sonra şunları söyler: Peygamber (s.a.v.)'in yanına gittim. Etrafında müslümanlar olduğu halde mescidde oturuyordu. Yüzü ay gibi aydınlıktı. Aydınlık saçıyordu. Bir işe sevindi mi, yüzü aydınlanırdı. Varıp huzurunda önünde oturdum; "Müjde sana ey Ka'b b. Malik, Annenin seni doğurduğu günden bu yana senin için en hayırlı gün (bu gündür)." Ey Allah'ın Peygamberi dedim, bu (tevbemin kabulü) Allah nezdinden mi, yoksa senden mi? "Hayır, Allah nezdindendir" diye buyurdu, sonra da şu: "Andolsunki Allah, Peygamberini de, içlerinden ... ona tabi olan Muhacirlerle Ensarı da tevbeye muvaffak etti .. Şüphesiz Allah tevbeyi kabul edendir, hakkıyla merhamet edendir" buyruğunu okudu. (Ka'b b. Malik devamla) yine: "Allah'tan korkun ve sadıklada beraber olun "(et-Tevbe, 119) ayeti de hakkımızda indirilmiştir; diyerek hadisin geri kalan bölümünü zikretti. İleride Yüce Allah'ın izniyle tevbeleri kabul olunan üç kişinin kıssasına dair Müslim'in Sahih'inden aktaracağımız rivayetle bu hadis tamamiyle gelecektir.

 

Yüce Allah'ın Peygamberden, Muhacirlerden ve Ensardan kabul ettiği bu tevbe hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İbn Abbas der ki:

 

Peygamber (s.a.v.)'in tevbesinin kabulü, münafıklara, cihada çıkmayıp oturmalarına izin vermesinden dolayı olmuştu. Buna delil, Yüce Allah'ın: "Allah af fetsin seni ... Niçin onlara izin verdin "(et-Tevbe, 43) buyruğudur. Mü'minleri ise, bazılarının Hz. Peygamber'den geri kalıp savaşa çıkmamaya kalplerinin meyletmeleri dolayısıyla affetmişti.

 

Bir diğer görüşe göre Yüce Allah'ın tevbelerini kabul etmesi, onları zorluğun sıkıntılarından kurtarmasıdır. Bunun, onları düşmanların musibetlerine sevinmesinden kurtarması şeklinde ortaya çıktığı da söylenmiştir. Her ne kadar örfen tevbe bu anlama gelmiyor ise de, bundan tevbe diye söz edilmesi, bunda bir bakıma tevbedeki niteliğin bulunmasından dolayıdır ki, bu da ilk hale dönüştür. Meani alimleri de derler ki: Burada tevbede Peygamber (s.a.v.)'in sözkonusu edilmesi, tevbe etmelerine sebep o olduğundan dolayıdır.

Yüce Allah'ın: "Bilin ki ... beşte biri Allah'a, Resulüne ... aittir"(Enfal, 41) buyruğunda olduğu gibi.

 

Yüce Allah'ın: "Dar zamanda ona tabi olan" yani, darlık vaktinde (saatü'l-usra) ona uyan kimseler demektir. Maksat ise o gazanın sürdüğü bütün vakitlerdir. Muayyen bir süreyi kastetmemektedir. Denildiğine göre darlık anı (saatü'I-usra), o gazada karşı karşıya kaldıkları en zorlu ve sıkıntılı vakitlerdir. O sıra zorluk, darlık; işin zorluğu demektir.

 

Hz. Cabir der ki: Binek zorluğu, azık zorluğu ve su zorluğu aleyhlerine bir arada toplanmıştı. el-Hasen der ki: Müslümanların zorluk ve sıkıntıları öyle bir noktaya gelmişti ki, tek bir deveye birkaç kişi kendi aralarında nöbetleşe biniyorIardı. Azıkları ise, kurtlu hurma, acımış arpa, kokmuş iç yağı idi. üç ile dokuz arası bir topluluk savaşa çıktıkları halde, beraberlerinde ancak ortaklaşa paylaşabilecekleri birkaç hurmadan başka bir şey yoktu. Onlardan herhangi birisi acıktı mı, bir hurmayı alır ve tadını alıncaya kadar dişleri arasında çiğner, sonra da onu arkadaşına verirdi. Arkasından üzerine bir yudum su içerdi. Bu şekilde son fertlerine kadar böylece devam ederlerdi. Ve nihayet hurmadan çekirdeği kalıncaya kadar bunu sürdürürlerdi. Samimiyet ve yakinleri üzere herhangi bir değişiklik olmaksızın Peygamber (s.a.v.) ile birlikte yollarına devam ettiler. Allah onlardan razı olsun.

Ömer (r.a), kendisine bu darlık anı hakkında soru sorulduğunda şöyle demiştir: Oldukça sıcak bir mevsimde yola çıktık. Son derece susamış olduğumuz halde bir yerde konakladık. Adeta susuzluktan boynumuz kopacak zannetmiştik. Öyle ki, kişi devesini keser, işkembesindeki pisliklerini sıkarak, sıktığı suyunu içer, geri kalanını da serinlemek üzere göğsüne bastırırdı. Hz. Ebu Bekir dedi ki: Ey Allah'ın Rasülü, Allah, dua ettiğin vakit sana hayır vermeyi ıtiyat edinmiştir. Haydi bizim için dua ediver. Hz. Peygamber: "Böyle bir şey yapmamı ister misin"? deyince, Hz. Ebu Bekir'in: Evet demesi üzerine ellerini kaldırdı. Ellerini geri çevirmeden gökte bulut belirdi, sonra da yağmur yağdı. Beraberlerindeki kapları doldurdular. Sonra geri dönüp baktığımızda yağan yağmurun askeri karargahın dışına taşmadığını gördük.

 

Ebu Hureyre ve Ebu Said de rivayetle dediler ki: Tebuk gazvesinde Peygamber (s.a.v.) ile birlikte idik. İnsanlar açlık musibetiyle karşı karşıya kaldılar ve: Ey Allah'ın Rasülü, dediler. Bize izin versen de develerimizi kesip etlerini yesek ve yağlarından faydalansak. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.): "Yapınız" diye buyurdu. Hz. Ömer gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasülü! Böyle bir şey yapacak olurlarsa bineklerimiz azalır. Fakat, sen onlardan fazla azıklarını getirmelerini iste. O azıklar üzerinde Allah'ın bereket ihsan etmesi için dua et. Olur ki Allah böylelikle bunda bir bereket ihsan eder. Hz. Peygamber "Olur" diye buyurdu. Daha sonra deriden bir sofra getirilmesini istedi, (getirildi ve yayıldı). Sonra da artan azıkların getirilmesini istedi. Kimisi bir avuç mısır, kimisi bir avuç hurma, bir diğeri bir ekmek parçası getirip koydu. Nihayet o sofra üzerinde az miktarda bir şey toplandı. Ebu Hureyre dedi ki: Ben onun ne kadar olduğunu tahmin etmek istedim; yere oturan bir keçinin oturduğu kadar bir yer doldurduğunu gördüm. Rasülullah (s.a.v.) ona bereket ihsan edilmesi için dua etti, sonra da: "Haydi kaplarınızı doldurun" diye buyurdu. Kaplarına doldurmaya başladılar, nihayet -kendisinden başka ilah olmayan Allah hakkı için yemin ederim ki- karargahta doldurulmadık hiç bir kap kalmadı, bulunanlar da doyuncaya kadar yemek yediler. Geriye bir miktar birşeyler arttı, bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve şüphesiz ki ben Allah'ın Rasülüyüm. Eğer ki bir kul bunlar hakkında şüphe etmeksizin bu iki şehadet ile Allah'ın huzuruna çıkarsa, asla o, cennet(e girmek) den alıkonulmayacaktır." Bu hadisi Müslim Sahih'inde bu lafız ve manası ile rivayet etmiştir. Yüce Allah'a hamd olsun.

 

İbn Arefe dedi ki: Tebuk ordusuna "Ceyşu'l-Usra: Zorluk Ordusu" denilmesinin sebebi, Rasülullah (s.a.v.)'ın insanları savaşa sıcakların arttığı bir dönemde çağırmış olmasıdır. Bu sebepten, bu çağrı onlara ağır ve zor gelmişti. Hurmaların satılacağı zamandI. Zorluk ordusunun gösterilen bir örnek (darb-ı mesel) haline getirilmesi ise, Rasülullah (s.a.v.)'ın daha önceden benzer sayıda bir orduyla birlikte gazaya çıkmamış olmasıdır Çünkü Bedir günü beraberindekiler 310 küsür kişi idiler. Uhud günü 700, Hayber günü 1500, Mekke'nin fethedildiği günü 10.000, Huneyn günü 12.000 kişi idiler. Tebuk gazvesinde ordusunun sayısı ise 30.000 hatta daha fazla idi. Ve bu Hz. Peygamberin katıldığı son gazve olmuştu. Rasülullah (s.a.v.) Recep ayında gazaya çıkmış, Şaban ayı ile Ramazan'dan bir kaç gün Tebuk'ta kaldıktan sonra etrafa birçok seriyeler göndermiş ve bir çok kavimle cizye ödemeleri şartıyla barış yapmıştı.

 

Bu gazada Hz. Peygamber, Hz. Ali'yi yerine Medine'de vekil bırakmıştI.

Bunun üzerine münafıklar da: Ona buğzettiği için onu geride bıraktI. Bunun üzerine Hz. Ali, Peygamber (s.a.v.)'in ardından çıkıp gitmiş ve ona (söylediklerini) haber vermişti: Bunun üzerine Hz. Peygamber de: "Harun'un, Musa'nın nezdinde ki bir mevkii gibi, senin de bana göre böyle bir mevkide olmaya razı olmaz mısın?" Böylelikle Hz. Peygamber, kendi emri ile Hz. Ali'nin Medine'de kalmasının ecir bakımından kendisiyle birlikte çıkmasına eş olduğunu da beyan etmiş oldu. Çünkü bütün mesele, Şari'in emrine uygun hareket etmektir.

 

Bu gazaya Tebuk gazvesi deniliş sebebi, Peygamber (s.a.v.)'i ashabından bir topluluğun kuruyup sertleşmiş bir kumu ellerindeki çubuklarla kazıdıklarını gördü. Yani, o kazıdıkları yere kaplarını sokuyor ve ordan su çıksın diye hareket ettiriyorlardI. Hz. Peygamber onlara: "Hala onu karıştırıp duruyorsunuz" demesi üzerine bu gazveye "Tebuk Gazvesi" adı verilmiştir.

 

Yüce Allah'ın: "İçlerinden bir grubun gönülleri az kalsın eğrilmek üzere iken" buyruğunda geçen "Gönüller" kelimesi, Sibeveyh'e göre, "Eğrilmek" lafzı ile ref' edilmiştir. (...) kelimesinde de; (...): ... di, idi'ye benzetilerek söz hazfedilebilir. Çünkü, bu kelimede de (...) de olduğu gibi, beraberinde haber de gelir. Bununla birlikte, bunun; (...) ile merfu olması da mümkündür. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: "İçlerinden bir kesimin gönülleri az kalsın eğrilmek üzere iken ... " el-A'meş, Hamza ve Hafs ise, "Eğrilmek" kelimesini "ye" ile okumuşlardır. Ebu Hatim ise, (kalpler kelimesi çoğul olduğundan, Arapçada da çoğul manen müennes sayıldığından, ona ait fiilin de "ye" ile değil "te" ile gelmesi gerektiğinden); (...) şeklinde "ye" ile okuyanın "kalpler" anlamındaki kelimeyi; (...) ile ref' etmesinin caiz olmayacağını iddia etmiştir. en-Nehhas ise der ki: Ebu Hatim'in caiz görmediği şey, çoğulun müzekker kabul edilmesi esasına göre, başkalarınca caizdir. Nitekim elFerra da; "ülkeler geniş oldu" şeklinde Hicazlıların kullanımlarını nakletmektedir.

 

"Eğrilme"nin anlamı hususunda farklı görüşler vardır. Kalplerin, aşırı yorgunluktan, meşakkat ve sıkıntıdan telef olmak üzere iken anlamına geldiği söylendiği gibi, İbn Abbas yardımcı olmak ve korumak hususunda nerdeyse haktan sapmak üzere anlamına geldiğini söylemiştir.

 

Bir diğer görüşe göre ise, onlardan bir kesim geri kalmak ve isyan etmeyi kararlaştırmışken, daha sonra ona kavuştular, demektir.

 

Bir diğer açıklamaya göre onlar içten içe ona kavuşmayı kararlaştırdılar, Allah da onların tevbelerini kabul etti ve kavuşmalarını emretti.

 

Yüce Allah'ın: "Sonra onların bu tevbelerini kabul buyurdu" buyruğunda geçen onların tevbelerini kabul buyurması denildiğine göre, kalplerine eğrilip sapmasın diye- rahmetiyle yetişmesidir.

 

İşte, Yüce Allah'ın telef noktasına geldikleri vakit gerçek dostlarına uygulaması budur. Onlar, helak olmaya nefislerini alıştırdıklarında, cömertlik bulutlarından üzerlerine yağmur yağdırır ve kalplerini canlandırır.

 

Bu manada birkaç beyit nakledilmektedir: "Umudum Sendendir ve ben Senden bir başka Rab bilmiyorum. İstediklerimin az bir bölümünün dahi kendisinden umulup bekleneceği Yeryüzünde insanların sıkıntıları artacak olup da onlar Senden yardım dileyip hep birlikte yüksek sesle dua edecek olurlarsa, Ve Sen kulları korkuyla, açlıkla sınayıp da, Onlar da günah üzere ısrar edip bir türlü günahtan vazgeçmeyecek olurlarsa, Yine de benim Senden başka sığınağım olmaz ey Rabbim. Ve kesinlikle inanırım ki ben, ancak Senin lütfunla kurtulabilirim."

 

Geri kalan üç kişi hakkında da; "Sonra tevbe etsinler diye onları tevbeye muvaffak buyurdu" diye buyurmaktadır. Denildiğine göre; "Sonra onların tevbelerini kabul buyurdu" buyruğunun anlamı şudur; Tevbe etsinler diye onları tevbeye muvaffak kıldı. Anlamın, tevbelerini kabul etti şeklinde olduğu da söylenmiştir. Yani, tevbe etsinler diye onlara geniş bir mühlet verdi ve cezalarını vermekte acele etmedi. Bir başka görüşe göre, tevbe üzerinde sebat etsinler diye tevbelerini kabul etti anlamındadır. Bir diğer görüşe göre de anlam; kendilerinden razı olma haline geri dönsünler, diye tevbelerini kabul etti şeklindedir.

 

Özetle, Yüce Allah ezeli ilminde onlar lehine tevbe edeceklerine dair hüküm vermemiş olsaydı, tevbe edemeyeceklerdi. Bunun delili ise, Hz. Peygamberin: "Siz amel ediniz. Çünkü, herkese kendisi için yaratılmış olan neyse o, kolaylaştırılır. ''

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Tevbe 118

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR