ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TEVBE

37

إِنَّمَا النَّسِيءُ زِيَادَةٌ فِي الْكُفْرِ يُضَلُّ بِهِ الَّذِينَ كَفَرُواْ

يُحِلِّونَهُ عَاماً وَيُحَرِّمُونَهُ عَاماً لِّيُوَاطِؤُواْ عِدَّةَ مَا حَرَّمَ اللّهُ

فَيُحِلُّواْ مَا حَرَّمَ اللّهُ زُيِّنَ لَهُمْ سُوءُ أَعْمَالِهِمْ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ

 

37. Nesi' ancak küfürde bir artıştır. Kafirler onunla şaşırtılır. Onu bir yıl helal, bir yıl haram sayarlar ki, Allah'ın haram kıldığına sayıca uysunlar da Allah'ın haram ettiğini helal kılmış olsunlar. Amellerinin kötülüğü onlara süslenip güzel gösterildi. Allah, kafirler topluluğunu asla hidayete erdirmez.

 

"Nesi' ancak küfürde bir artıştır" buyruğunu (kıraat) okuduğunu imamların(ın) çoğunluğu böylece okurlar. en-Nehhas der ki: Bildiğimiz kadarıyla "Nesi' ancak ... " ifadesini Nafi'in hemzesiz olarak okuduğunu Verş'den başka rivayet eden bir kimse yoktur. Bu kelime tehir etmek anlamında; "Onu erteledi," kökünden türetilmiştir. Bu iki kullanılışı da el-Kisai nakletmektedir.

 

el-Cevheri der ki: Nesi' mef'ul anlamında "fail" vezninde gelen bir kelimedir. Bu, "Bir şeyi erteledim" fiilinden alınmıştır. Ertelenen şeye de; (...) denilir. Daha sonra bu kelime "maktül" kelimesinin "katil"e dönüştürüldüğü gibi, "nesi"e dönüştürülmüştür. Tekili "Erteleyen" şeklinde gelir, çoğulu da; (...) şeklindedir. "Fasık" kelimesinin çoğulunun; (...) şeklinde geldiği gibi.

 

Taberi der ki: Hemzeli olarak; (...): Nesi' kelimesi, ziyade etmek, eklemek anlamına gelir. Bir şeye ziyade ve eklemede bulunmayı anlatmak üzere; (...) fiili kullanılır. Yine devamla der ki: Bu kelimenin hemzesiz kullanılması ancak "nisyan: unutmak" dan gelmesi halinde sözkonusu olur. Nitekim Yüce Allah: "Onlar Allah'ı unuttular. O da onları unuttu'' (et-Tevbe, 67) diye buyurmaktadır; dedikten sonra Nafi'in kıraatini de reddetmekte ve şunu delil göstermektedir: Hemze'li kelime cer harfi ile teaddi (mef'üle geçiş) eder. Mesela; "Allah ecelini geciktirsin (gecinden versin)" denilir ki bu da; "Allah ec elini uzatsın," demeye benzer.

 

Hz. Peygamberin: "Kim rızkının genişletilmesine, ec elinin ertelenmesine sevinirse, akrabalık bağını gözetsin" buyruğunda olduğu gibi.

 

el-Ezheri de der ki: (...): Bir şeyi erteledim, denilir. Bunun mastarı ise (...) şekillerinde gelir. (İkincisi) ise, gerçek mastar yerine konulmuş bir isimdir.

 

Arapların Nesi' (Ayları erteleme) Uygulaması:

 

Araplar Muharrem ayında savaşı haram kabul ediyorlardı. Muharrem ayında savaşmak ihtiyacını duyacak olurlarsa, onun yerine Safer ayını haram ay kabul eder ve Muharrem ayında savaşırlardı. Buna sebep ise şudur:

 

Araplar savaş ve talanla uğraşan kimselerdi. Ardı arkasına baskın ve talan yapmadan üç ay beklemek onlara ağır gelirdi ve şöyle derlerdi: Eğer üç ay arka arkaya biz hiçbir baskın ve talan yapmaksızın (ve bunun sonucunda) bir şeyler elde etmeksizin geçirecek olursak, hiç şüphesiz telef olur gideriz. O bakımdan, Mina'dan ayrıldıkları vakit Kinaneoğullarından Fukaymoğullarına mensup ve el-Kalemmes diye bilinen birisi kalkar ve: Ben hükmüne karşı itiraz olunmayan birisiyim derdi. Bu sefer onlar da: Bize (haram ayı) bir ay ertele derlerdi. Yani, bu Muharrem ayının haramlığını ertele ve bunu Safer ayına koy derler, o da bunun üzerine Muharrem ayını kendilerine haram olmaktan çıkartır, helal kılardı. Onlar böylelikle bir ay yerine başka bir ayı değiştiriyorlardı. nihayet bu haram kılma işi yılın bütün aylarını dönüp dolaştı. İslam hakim olduğunda ise, Muharrem, Yüce Allah'ın o ayı yerleşmiş olduğu asli: yerine dönmüş oluyordu. İşte Hz. Peygamber'in: "Şüphesiz ki zaman Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü haline dönmüş bulunuyor" buyruğunun anlamı budur.

 

Mücahid der ki: Müşrikler her ayda iki yıl (üst üste) haccederlerdi. (Yani, hacları iki yıl üst üste aynı aya denk düşerdi). Zülhicce ayında üst üste iki yıl haccettiler. Daha sonra Muharrem ayında üst üste iki yıl haccettiler. Daha sonra Safer ayında üst üste iki yıl haccettiler. Ve bu böylece bütün aylarda devam edip gitti. Nihayet Hz. Ebu Bekir'in Veda haccından önceki haccı, hicretin dokuzuncu yılı Zülkade ayına tesadüf etti. Sonra da Peygamber (s.a.v.) ertesi sene Veda haccını yaptı ve bu da Zülhicce ayına denk geldi. İşte Hz. Peygamberin hutbesinde söylediği: "Şüphesiz zaman ... eski haline dönmüştür" ifadesi buna işaretti. Hz. Peygamber bununla, artık hac aylarının asli yerlerini bulduklarını ve haccın böylelikle Zülhicce'ye denk geldiğini ve nesi'in de batıl olduğunu kastetmişti.

üçüncü bir görüş: İyas b. Muaviye der ki: Müşrikler seneyi oniki ay onbeş gün olarak hesab ediyorlardı. O bakımdan hac kimi zaman Ramazan ayına, kimi zaman Zülkade ayına denk düşerdi. Yıla eklenen onbeş günün bir sonucu olarak ayların yerleri dönüp dolaşıyor, böylelikle senenin her ayına hac tesadüf ediyordu. Ebu Bekr (r.a) hicretin dokuzuncu yılında bu dönmenin bir sonucu olarak Zülkade ayında haccetmiş oldu. Peygamber o sene haccetmemişti. Ertesi sene Hz. Peygamberin haccı Zülhicce'nin onuna tesadüf etti, bu da hilalin hareketine uygun düştü.

 

Bu görüş Peygamber (s.a.v.)'ın: "Zaman ... eski haline dönmüş bulunuyor" ifadesine en yakın açıklamadır. Yani, hac zamanı Yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü asli vaktine ezeli ilminde tesbit etmiş olduğu ve hükmünü vermiş olduğu meşruiyetinin asli vaktine dönmüş oldu, demektir. Daha sonra Hz. Peygamber, "bir yıl oniki aydır" diyerek yıla kendi uydurma hükümleri gereğince eklemiş oldukları onbeş günlük fazlalığı reddetti. Böylelikle asli vakit tesbit edilmiş ve cahili hüküm iptal edilmiş oldu.

 

İmam el-Mazeri de el-Harizmi'den şöyle dediğini nakletmektedir: Allah güneşi ilk yarattığında hareketini oğlak burcunda takdir etti. Peygamber (s.a.v.)'ın işaret etmiş olduğu zaman da güneşin bu oğlak burcuna girişine denk düşmüştü.

 

Ancak, böyle bir ifadeyi kabul etmek bu hususta nakli gerektirir. Çünkü bu gibi sonuçlara ancak peygamberlerden gelen nakillerle ulaşmak mümkündür. Buna dair bu konuda onlardan gelmiş sahih bir nakil yoktur. Böyle bir iddiada bulunan kimsenin bunun senedini ortaya koyması gerekir. Diğer taraftan aklen onun dediğinden başka bir husus da mümkündür. O da, Yüce Allah'ın güneşi burçlardan önce yaratmasıdır. Yine Yüce Allah'ın bütün bunları (güneşi ve burçları) bir defada yaratmış olması da mümkündür. Diğer taraftan güneş ve ay senesinin hesabını yapan ilim adamları bu hususta çalışmalar yaptılar ve Hz. Peygamber'in: "Artık zaman ... eski haline dönmüştür" sözünü söylediği vakit güneşin balık burcunda olduğunu tesbit etmişlerdir. Balık burcu ile oğlak burcu arasında yirmi derecelik bir fark vardır. Aradaki farkın on derece olduğunu söyleyenler de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Te'vil alimleri ilk nesi' uygulamasını yapanın kim olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İbn Abbas, Katade ve ed-Dahhak der ki: Bunlar, Malik b. Kinane'nin oğulları idiler ve üç kişiydiler.

 

Cuveybir ise ed-Dahhak'den, o, İbn Abbas'tan rivayetine göre bu uygulamayı ilk yapan kişi Amr b. Luhay b. Kamia b. Hindif'tir.

 

el-Kelbi der ki: Bu uygulamayı yapan ilk kişi, Kinaneoğullarından Nuaym b. Sa'lebe diye bilinen bir kişidir. Bundan sonra ise Cunade b. Avf diye bilinen bir kişi bu uygulamayı yaptı ki, Resulullah (s.a.v.)'ın yetiştiği kişi budur.

 

ez-Zühri ise der ki: Bu işi ilk yapanlar Kinaneoğullarına mensup Fukaymoğullarından kimseler bu işi yaptılar ki, el-Kalemmes diye anılan kişi onlardandır. Bunun da asıl adı Huzeyfe b. Ubeyd'dir. Bir rivayette ise Malik b. Kinane'dir. Nesi' işini üstlenen kişi, Arapların onu başkanlık makamına getirmeleri dolayısıyla "reislik" makamını da elde ederdi. İşte şairleri bu hususta şöyle demektedir: "Ayı erteleyen (nesi' yapan) el-Kalemmes de bizdendir."

 

el-Kumeyt de şöyle demektedir: "Biz, Maadlilere karşı nesi' yapan kimseler değil miyiz ki, Helal olan ayları haram kılarak?"

 

Araplarda Görülen Bazı Küfür Şekilleri: "Küfürde bir artıştır" buyruğu, Arapların çeşitli küfür türlerini kendilerinde toplamakla birlikte, yaptıkları böyle bir işin mahiyetini de açıklamaktadır. Çünkü Araplar, yaratıcının varlığını inkar ederek: "Rahman da neymiş'' (el-Furkan, 60) demişlerdi. Bu buyruğa dair açıklama şekillerinin en sahih olanına göre, bu sözleriyle yaratıcının varlığını inkar ettiklerini anlatmak istemiş olduklarıdır.

 

Öldükten sonra dirilişi de inkar ederek: "Çürümüş iken kemikleri kim diriltecek" (Yasin, 78) demişler, peygamberlerin gönderilişini de inkar ederek: "Biz aramızdan tek bir insana mı tabi olacağız" (el-Kamer, 24) demişlerdi.

 

Böylelikle helal ve haram kılma yetkisinin kendi ellerinde olduğu iddiasında bulunmuş ve arzularının doğrultusunda kanaat belirterek kendiliklerinden dinde olmayan böyle bir uygulamayı ortaya koymuşlar, bunun sonucunda da Allah'ın haram kıldığı bir şeyi helal kılmışlardı. Oysa müşrikler hoş görmeseler dahi Allah'ın hükümlerini hiç kimse değiştiremez.

 

Yüce Allah'ın: "Kafirler onunla şaşırtılır. Onu bir yıl helal, bir yıl haram sayarlar ki, Allah'ın haram kıldığına sayıca uysunlar da Allah'ın haram ettiğini helal kılmış olsunlar. Amellerinin kötülüğü onlara süslenip güzel gösterildi. Allah, kafirler topluluğunu asla hidayete erdirmez." buyruğundaki: "şaşırtılır" kelimesinde üç farklı kıraat vardır. Haremeyn ehli (Mekkelilerle Medineliler) ve Ebu Amr, bunu (...) şeklinde okumuşlardır. (Buna göre meal şöyle olur: Kafirler onunla şaşırırlar). Küfeliler ise meçhul fiil olarak; (...) diye okumuşlardır. (Asım'ın kıraati böyledir). el-Hasen ve Ebu Reca ise, (...) diye okumuşlardır. (Buna göre de meal şöyle olur: Kafirler onunla şaşırtırlar). Her üç kıraatin her biri ayrı bir mana ifade eder. Ancak, üçüncü kıraatten mef'ul hazfedilmiştir ki, takdiri şöyledir: Kafirler bununla kendilerinden bu nesi'i kabul edenleri şaşırtırlar. Buna göre de "(-ellezi-) ".....ler," ref' mahallinde (özne) olur. Bununla birlikte zamirin Yüce Allah'a raci olması da mümkündür. ifadenin takdiri de şöyle olur: Allah bununla kafirleri şaşırtır. Bu da Yüce Allah'ın: "O, dilediğini saptırır, şaşırtır" (Fatır, 8) buyruğu ile ayetin sonundaki: "Allah, kafirler topluluğunu asla hidayete erdirmez" buyruğuna benzer.

 

İkinci kıraatin anlamı olan: "Kafirler onunla şaşırtılır" kıraati ile kastedilenler, kendileri için bu hesabın yapılmış olduğu kimselerdir. Bu kıraati, Ebu Ubeyd Yüce Allah'ın: "Amellerinin kötülüğü onlara süslenip güzel gösterildi" buyruğu dolayısıyla tercih etmiştir. Birinci kıraati ise Ebu Hatim tercih etmiştir. Çünkü onlar, nesi' dolayısıyla şaşırıp sapmış kimselerdi. Zira onlar bu nesi'in hesabını yapıyorlar ve bunun sonucunda da sapıyorlardı.

 

"Onu .... helal sayarlardı" ifadesindeki zamir "nesi'" uygulamasına aittir. Ebu Reca'dan -birinci okuyuşa göre bu kelimeyi-: (...) şeklinde "ye" ve "dad" harfleri üstün olarak okuduğu da rivayet edilmiştir ki, bu da bir söyleyiştir.

 

"Ki ... uysunlar" fiili, "lam-ı key" ile nasbedilmiştir. Yani, buna uygun düşsünler diye, demektir. Çünkü; "Bir topluluk şunun üzerinde sözbirliği ettiler, ittifak ettiler, uydular, toplandılar" anlamına gelir. Yani onlar, bir haram ayı helal kıldılar mı, mutlaka haram ayların sayısı dört kalsın diye bir başka ayı haram kılıyorlardı. Doğru olan açıklama şekli budur. Yoksa onların haram ayların sayısını beşe çıkardıklarına dair yapılan açıklamalar değildir.

 

Katade der ki: Onlar, Safer'i de haram aylar arasına kattılar ve haram oluşu bakımından onu Muharremle birlikte ele aldılar. Kutrub ve Taberi de bunu ondan nakletmektedir. Buna göre ise "nesi'" fazladan bir artış, bir ilave anlamına gelir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Tevbe 38

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR