ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

ENFAL

61

 

{60} وَإِن جَنَحُواْ لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

 

61. Onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş. Ve Allah'a güvenip dayan. Çünkü O, herşeyi işitendir, bilendir.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

 

1- Barışa Meyletmek:

2- Ayet-i Kerime Nesh Olmuş mudur ve Barış Teklifi:

 

1- Barışa Meyletmek:

 

Yüce Allah: "Onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş" buyruğunda, "ona" anlamındaki; (...) de zamirin müennes gelmesi, "barış" anlamındaki (...) kelimesinin de müennes oluşundan dolayıdır. Buradaki müennesliğin "meyletmek işi" dolayısıyla sözkonusu olması da mümkündür. (...) ise, meyletmek demektir.

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Eğer onlar -yani, kendilerine antlaşmalarını bozduğunu bildirdiğin kimseler- barışa meyledecek olurlarsa, sen de ona meylet. "Biri diğerine meyletti," demektir. Kaburga kemikleri de bağırsaklar üzerinde eğimli bir şekilde bulundukları için onlara; (...) denilmesi de bundan dolayıdır. Develer yürüyüş esnasında boyunları eğildiği vakit; (...) denilir. Şair Zu'r-Rimme der ki: "Deve üzerinde ölecek olursa canını diriltirim onun Seni anmak suretiyle ve o, kolaylıkla yürüyen beyaz develerin göğüsleri yere doğru eğilmişken."

 

Şair Nabiğa da şöyle demektedir: "Ve iki ordu karşılaştıkları vakitte onun ordusunun İlk galip geleceğine inandıkları halde aşağı doğru meyledenler."

 

Şair burada (meyledenlerle) kuşları kastetmektedir. Gece bastırıp ayaklarını kazıklar gibi yere doğru meylettirmeye başlaması halinde de; (...) denilir.

 

(...) ile (...) aynı şey olup sulh, barış demektir. el-A"meş, Ebu Bekr, İbn Muhaysın ve el-Mufaddal bu kelimeyi "sin" harfi esreli olarak; (...) diye okumuşlardır. Bunun anlamı ile ilgili yeterli açıklamalar daha önce Bakara Suresi'nde (208. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

(...): Selam, barış kelimesi, (...) kökünden geliyor olabilir. Cumhur "Sen de yanaş" kelimesini "nun" harfi üstün olarak okumuşlar ve Temimlilerin şivesi böyledir. el-Eşheb el-Ukayli ise bunu "nun" harfini ötreli olarak okumuş olup Kayslılar böyle kullanırlar. İbn Cinnı der ki: Bu söyleyiş kıyasa uygun olandır.

 

2- Ayet-i Kerime Nesh Olmuş mudur ve Barış Teklifi:

 

Bu ayet-i kerimenin nesh olup olmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır.

Katade ve İkrime der ki: Bu ayet Yüce Allah'ın: "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün üz " (et-Tevbe, 5) ile; "Bütün müşriklerle savaşınız"(et-Tevbe, 36) ayetleri ile nesh edilmiştir. Katade ve İkrime ayrıca derler ki: Berae (et-Tevbe) Süresi, "la ilahe illallah" demedikçe müşriklerle yapılmış hertürlü barış antlaşmasını nesh etmiştir. İbn Abbas der ki: Bu buyruk: "Bu sebeple gevşeklik göstermeyin ve sizler üstün iken barışa çağırmayın" (Muhammed, 35) ayeti ile nesh edilmiştir.

 

Ancak bunun mensuh olmadığı da söylenmiştir. Aksine, Yüce Allah bununla cizye alınabilecek kimselerden cizyeyi kabul etmesini kastetmektedir. Rasülullah (s.a.v.)'ın ashabı da Ömer b. el-Hattab (r.a) döneminde de, ondan sonra gelen yöneticiler döneminde de onlardan aldıkları cizye karşılığında arap olmayan birçok ülke halkıyla barış antlaşması yapmış ve onları kendi hallerine bırakmışlardır. Oysa onları toptan imha edebilecek güçleri de vardı. Aynı şekilde Rasülullah (s.a.v.) da çeşitli belde ahalileri ile ödeyecekleri bir mal mukabilinde barış yapmıştır. Hayber bunlardandır. O, Hayberlileri mağlup ettikten sonra onları Hayber'de çalışmak ve mahsullerinin yarısını ödemek üzere Hayber'de bırakmıştır.

 

İbn İshak der ki: Mücahid, bu ayet-i kerime ile Kurayzaoğulları kastedilmiştir der. Çünkü, onlardan cizye kabul edilir. Müşriklerden ise herhangi birşey kabul edilmez. es-Süddi ve İbn Zeyd de şöyle derler: Ayetin anlamı şöyledir: Eğer onlar seni barış yapmaya çağıracak olurlarsa, onların bu isteklerini kabul et. Ve ayette nesih sözkonusu değildir.

 

İbnü'I-Arabi der ki: İşte bu durumda buna karşı verilecek olan cevap da farklı olur. Zaten Yüce Allah: "Bu sebeple gevşeklik göstermeyin. Sizler üstün iken barışa çağırmayın. Allah sızinledir" (Muhammed, 35) diye buyurmaktadır. Müslümanlar, eğer güç, kuvvet ve kendilerini savunacak duruma sahip olup sayıca kalabalık ve çetin savaş gücüne sahip bulunuyorlarsa, barış sözkonusu olmaz. Nitekim şair şöyle demektedir: "Atlar mızraklarla dürtülüp öldürülmedikçe, Kelleler de keskin kılıçlarla vurulmadıkça barış olamaz."

 

Şayet barışta elde edecekleri herhangi bir menfaat, yahut bertaraf edecekleri bir zarar dolayısıyla müslümanların maslahatı varsa, müslümanların buna ihtiyaç duymaları halinde, barış isteğinde öncelikle bulunmalarında da bir mahzur yoktur. Nitekim Resulullah (s.a.v.) daha sonra bozdukları bir takım şartlar üzere Hayberlilerle barış yapmıştır. Onlar, şartlarını bozunca, barışları da bozulmuş oldu. (Mahşi b. Amr) ed-Damri, Düme'li Ukeydir (b. Abdul Melik) ve Necranlılarla da barış yaptığı gibi, Kureyşlilerle de onlar antlaşmayı bozuncaya kadar on yıllık bir süreyle bir ateşkes antlaşması yapmıştı. Halifeler de, ashab-ı kiram da bizim açıkladığımız bu yolu izlemeye devam ettiler, anlattığımız bu yolları fiilen uygulamaya koydular.

 

el-Kuşeyri der ki: Eğer güçlü olan taraf müslümanlar ise, yapılan ateşkes antlaşmasının bir seneyi bulmaması gerekir. Şayet güçlü olan taraf kafirler ise, o takdirde on yıllık bir süreyle onlarla ateşkes antlaşması yapılabilir, daha fazlası caiz değildir. Resulullah (s.a.v.) da Mekkelilerle on yıllık bir süreyle barış antlaşması yapmıştı.

 

İbnü'l-Münzir der ki: İlim adamları Resulullah (s.a.v.) ile Mekkeliler arasında Hudeybiye barışında yapılan savaşmama süresi hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Urve, bu süre dört yıldı derken, İbn Cüreyc üç yıldı demektedir. İbn İshak ise on yıldı der. Şafii -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki:

 

Müşriklerle -Resulullah (s.a.v.)'ın Hudeybiye yılında yaptığına barışa uygun olarak- on yıldan fazla ateşkes antlaşması yapmak caiz değildir. Eğer, müşriklerle bundan fazla bir süre barış antlaşması yapılacak olursa, bu antlaşma hükümsüzdür. Çünkü, asl olan iman edinceye, ya da cizyeyi ödeyinceye kadar müşriklerle savaşmanın farz olduğudur.

İbn Habib de Malik (r.a)'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Müşriklerle, bir yıllığına, iki yıllığına, üç yıllığına ve belirli bir süre söz konusu olmaksızın ateşkes antlaşmaları caizdir. el-Mühelleb der ki: Peygamber (s.a.v.)'ın zahiri itibariyle müslümanların aleyhine bir gevşeklik arzeden bu antlaşmayı yapmasının sebebi, Mekke'ye doğru gitmek isterken, Resulullah (s.a.v.)'ın devesini Yüce Allah'ın yol almaktan alıkoyup çökmesinden dolayıdır. Nitekim Hz. Peygamber de Buhari'nin el-Misver b. Mahreme yoluyla rivayet ettiği hadisine göre: "Fili ilerlemekten alıkoyan bunu da alıkoydu" diye buyurmuştur.

 

İmam, eğer bunu uygun bir yol olarak görecek olursa, müşriklerle onlardan herhangi bir mal alınmaksızın barış ve ateşkes antlaşmasının yapılacağına da delil teşkil etmektedir. Müslümanların ihtiyaç duymaları halinde düşmana verecekleri bir mal karşılığında barış akdi yapmak da caizdir. Çünkü Peygamber (s.a.v.), Uyeyne b. Hısn el-Fezari ve Haris b. Avf el-Murri ile Ahzab (Hendek) günü onlara Medine mahsullerinin üçte birini vermek karşılığında beraberlerinde bulunan Gatafanlılarla çekilip Kureyşi yardımsız bırakmaları ve kavimlerini alarak geri dönmelerini teklif etmişti. Hz. Peygamber bu sözleri onlara gönüllerini hoş etmek ve konuyu düşünmeleri için söylemişti. Bu bir ahid değildi. Rasülullah (s.a.v.) bu ikisinin de böyle bir şeyi kabul ettiklerini ve buna razı olduklarını görünce, Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubade ile danıştı, onlar: da Ey Allah'ın Rasülü dediler, bu senin arzuladığın ve senin için yapacağımız bir iş midir yoksa Allah'ın sana emrettiği, bizim de dinleyip itaat etmemiz gereken bir husus mudur, yoksa senin bizim lehimize yapmak istediğin bir iş midir? Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır, ben bu işi sizin lehinize yapmak istiyorum. Çünkü, araplar hepbirlikte size karşı sözbirliği halinde ve adeta tek yaydan size ok atmaktadırlar." Bunun üzerine Sa'd b. Muaz ona şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasülü, Allah'a yemin ederim, bizler de bunlar da şirk üzere idik, putlara tapıyor, Allah'a ibadet etmiyor, O'nu tanımıyorduk. Fakat bir gün olsun ya satın almak yahut da misafir olarak ağırlanmaları hali dışında, bizden tek bir hurma elde edebilecekleri umuduna kapılmadılar. Şimdi Allah bizi İslamla şereflendirmiş, ona iletmiş, seninle de bizi aziz kılmışken mi onlara mallarımızı vereceğiz? Allah'a andolsun ki, Allah bizimle onlar arasında hükmünü verinceye kadar kılıçtan başka onlara verecek birşeyimiz yoktur. Rasülullah (s.a.v.) bundan çok memnun oldu ve: "Madem böyle istiyorsunuz, böyle olsun" diye buyurdu. Uyeyne ile el-Haris'e de:

 

"Haydi gidiniz, bizim size kılıçtan başka verecek bir şeyimiz yoktur" diye buyurdu. Sa'd (antlaşmanın yazılacağı) sahifeyi aldı, üzerinde la ilahe illallah şehadetinden başka birşey yoktu ve bunu sildi.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Enfal 62-63

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR