ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

ENFAL

15

/

16

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُواْ زَحْفاً فَلاَ تُوَلُّوهُمُ الأَدْبَارَ {15}

 

وَمَن يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُ إِلاَّ مُتَحَرِّفاً لِّقِتَالٍ أَوْ مُتَحَيِّزاً إِلَى فِئَةٍ فَقَدْ بَاء

بِغَضَبٍ مِّنَ اللّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ {16}

 

15. Ey iman edenler, toplu bir halde kafirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arkanızı dönmeyiniz.

16. Savaşmak için yahut yer tutmak veya başka bir bölüğe katılmak gayesiyle olmaksızın, o gün kim onlara arkasını dönüp kaçarsa, muhakkak o, Allah'ın gazabına uğramış olur. Onun yeri de cehennemdir. O, ne kötü bir dönüş yeridir.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:

 

1- Savaştan Kaçmak:

2- Kafirlerin Önünden Mü'minlerin Kaçmamalarının Şartları:

3- Savaştan Kaçma ile ilgili Görüş Ayrılıkları:

4- Savaştan Kaçanın Şahidliği ve Şeriatı Uygulamayan Yöneticilere Karşı Çıkmak:

5- Savaştan Kaçış Günahını işleyenler:

6- Savaş Taktiği Gereği Düşmanın Önünden Çekilmek:

7- Savaştan Kaçışin Uhrevi Cezası:

 

1- Savaştan Kaçmak:

 

-Mealde; "karşılaşma" anlamı verilen-: (...) kelimesi, azar azar yaklaşmak demektir. Asıl anlamı, kalçalar üzerinde sürünmek demektir. Daha sonra savaş esnasında bir başkasına doğru yürüyen herkese bu ad verilmeye başlanmıştır.

 

"Karşılıklı olarak birbirine yaklaşmak, yakınlaşmak" anlamına gelir. Mesela; "Düşman yaklaştı ve topluluklar yaklaştı" denilirken, biri diğerinin üzerine yürüdü denmek istenir. Şiirde "zihM" da buradan gelmektedir. Zihaf ise, iki harf arasında bir harfin düşürülüp, o iki harfin birinin diğerine ulanması (yürütülmesi) anlamınadır.

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Birbirinize yaklaşıp birbirinizi görecek olursanız, artık onlardan kaçarak onlara arkalarınızı dönemezsiniz. Yüce Allah mü'minlere cihadı ve kafirlerle savaşı farz kıldığında bunu haram kıldı.

 

İbn Atiyye der ki: "Arkalar" kelimesi, -arka anlamına gelen"dubur" kelimesinin çoğuludur. Bu ayet-i kerimede "dubur" kelimesinin kullanılması ileri derecede bir fesahatı ortaya koymaktadır. Çünkü, burada kaçan için çok çirkin ve onun için yerilmeyi gerektiren bir ifade vardır.

 

2- Kafirlerin Önünden Mü'minlerin Kaçmamalarının Şartları:

 

Aziz ve Celil olan Allah, bu ayet-i kerimede mü'minlere kafirlerin önünden arkalarını dönüp kaçmamalarını emretmektedir. Bu emir ise, mü'minlerin karşısındaki düşman sayısının iki kat olmaması şeklinde nass ile bağlanan şart ile kayıtlıdır. Dolayısıyla mü'minlerden bir kesim, mü'minlerin iki katı bulunan bir müşrik topluluğu ile karşılaşacak olursa, farz olan onların önünden kaçmamaktır. İkiye karşı bir halinde kaçan kişi savaş kaçkınıdır. Ancak, bire karşı üç halinde kaçan kişi savaş kaçkını değildir ve tehdit, ona yönelik olmaz.

 

Savaştan kaçmak, Kur'an-ı Kerim'in zahiri gereğince ve imamların çoğunluğunun ittifakı ile helak edici büyük bir günahtır. Onlardan bazıları da -birileri de 'el- Vadiha" da görüşünü ortaya koyan İbnü'I-Macişun'dur- şöyle demektedir: Bu hususta düşman sayısının kaç kat fazla olduğu, güç ve hazırlık gözönünde bulundurulur. Onların görüşlerine göre eğer müşriklerin sahip oldukları savaş gücü ve kahramanlık, kendilerinin iki kat fazlası ise, yüz süvarinin yüz süvariden kaçması caiz olur. Cumhurun görüşüne göre ise, yüz kişinin ancak ikiyüz kişiden fazla düşman ile karşılaşması halinde kaçma ları helaldir. Müslüman ne zamanki bire karşı ikiden fazla düşmanla karşılaşacak olsa, geri dönüp kaçması caiz olur. Bununla birlikte sabretmek daha güzeldir. Nitekim Müte ordusu üçbin kişi oldukları halde, ikiyüzbin kişiye karşı sebat göstermişlerdi. Ve bu ikiyüzbin kişinin de yüzbini Bizanslı, diğer yüzbini ise Lahm ve Cüzam kabilelerinden Müsta'reb araplardan oluşuyordu.

 

Derim ki: Endülüs fethi tarihinde de gerçekleştiği gibi Musa b. Nusayr'ın azadlısı Tarık, binyediyüz kişi ile Endülüs'e çıktı. Bu, hicretin 93. yılı Receb ayında gerçekleşmişti. Tarık, Endülüs kralı Rozrik (Rodrik) ile yetmiş bin süvariden oluşan ordusuna karşı çıktı. Tarık üzerine yürüdü, ona karşı sabretti. Allah da o azgın hükümdar Rodrik'i bozguna uğrattı ve fetih gerçekleşti.

 

İbn Vehb der ki: Ben, Malik'e şöyle bir soru sorulurken dinledim: Müslümanlar sayıca az oldukları halde düşman ile karşılaşır, yahut da gözetleyicilikte bulundukları ve koruyuculuk yaptıkları sırada düşman üzerlerine gelecek olursa, az sayıdaki bu müslüman asker çarpışırlar mı, yoksa geri dönüp arkadaşlarına mı haber verirler? Şu cevabı verdi: Eğer onlara karşı savaşabilecek kuvvetleri varsa onlarla savaşsınlar. Aksi takdirde arkadaşlarına gidip onları durumdan haberdar ederler.

 

3- Savaştan Kaçma ile ilgili Görüş Ayrılıkları:

 

Savaş günü kaçışın, Bedir gününe has mı, yoksa kıyamet gününe kadar yapılacak bütün savaşlarda mı sözkonusu olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Ebu Said el-Hudri'den gelen rivayete göre bu hüküm Bedir gününe hastı. Nafi', el-Hasen, Katade, Yezid b. Ebi Habib ve ed-Dahhak bu görüşte olduğu gibi Ebu Hanife de bu görüştedir Bu görüşe göre hüküm Bedir'e katılanlara has idi. Onların geri çekilme hakları yoktu. Eğer geri çekilecek olsalardı, müşriklere katılmış olurlardı. Yeryüzünde o gün onlardan başka müslüman yoktu. Müslümanların da geri kaçıp katılacakları Peygamber (s.a.v.)'dan başka herhangi bir gurupları da bulunmamaktadır. Ondan sonra ise, müslümanların biri diğerinin gurubu oldu. el-Kiya der ki: Ancak bu görüş, tartışılır bir görüştür Çünkü, o sırada Medine'de Ensar'dan pek çok kimse vardı. Peygamber (s.a.v.) onlara çıkmalarını emretmediği gibi, onlar da savaş olacağını zannetmemişlerdi. Sadece kervana karşı çıkılacağını sanmışlardı. Resulullah (s.a.v.) de kendisiyle birlikte çabucak çıkabilenlerle çıktı.

 

İbn Abbas ile diğer ilim adamlarından ise, ayet-i kerimenin kıyamet gününe kadar baki olduğu şeklindeki görüşleri rivayet edilmektedir. Birinci kesim, az önce aktardıklarımızı delil göstermekle birlikte Yüce Allah'ın: "O gün" kaydını da delil gösterir ve şöyle derler: İşte bu, Bedir gününe işaret etmektedir ve bu ayetin hükmü, zaaf ile ilgili ayetle (bk. 8/66. ayet) nesh olunmuştur. Geriye ise, savaştan kaçmanın hükmü, büyük bir günah olarak kalmamış olur. Nitekim, Uhud günü savaşçılar kaçmış, Allah da onları affetmiş, Huneyn günü de haklarında: "Nihayet arkanızı dönüp gitmiştiniz" (Tevbe, 25) diye buyurmakta ve bundan dolayı herhangi bir azarlama sözkonusu olmamıştı.

 

İlim adamlarının cumhuru ise şöyle demektedir: Bu buyruk ile, Yüce Allah'ın: "Kafirlerle karşılaştığına zaman" buyruğunun ihtiva ettiği savaş gününe işaret edilmektedir Ayetin hükmü ise kıyamet gününe kadar bakidir Ancak, Yüce Allah'ın başka bir ayet-i kerimede açıklamış olduğu zaaf şartı aranır Ayet-i kerimede nesh sözkonusu değildir Buna delil de şudur: Ayet-i kerime, savaştan sonra savaşın sona erip, o gün içindeki bütün olaylarla bitip geride kalmasından sonra inmiş olmasıdır Malik, Şafii ve ilim adamlarının çoğunluğu bu görüştedir

 

Müslim'in Sahih'inde Ebu Hureyre'den gelen rivayete göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Helak edici yedi büyük günahtan uzak durunuz ... -bu hadiste- ve savaş günü geri dönüp kaçmak" ifadesi de yer almaktadır. Bu, bu hususta açık bir nasstır Uhud günü ise, insanlar kendilerinin iki katından da fazla olan düşmandan kaçmış oldukları halde yine de azarlanmışlardı. Huneyn günü aynı şekilde kaçanlar da -ileride açıklaması geleceği üzere- kalabalık düşmandan ötürü geri çekilmek zorunda kalmışlardı.

 

4- Savaştan Kaçanın Şahidliği ve Şeriatı Uygulamayan Yöneticilere Karşı Çıkmak:

 

İbnü'l-Kasım der ki: Savaştan kaçanın şahidliği caiz olmadığı gibi, imamları kaçacak olsa dahi onların kaçmaları caiz değildir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O gün kim onlara arkasını çevirip kaçarsa." Yine der ki: Bununla birlikte iki katlarından daha fazla düşmanla karşılaşacak olurlarsa, kaçış caiz olur. Ancak bu, müslüman savaşçıların sayısı onikibini bulmuyorsa böyledir. Eğer sayıları onikibini buluyor ise kaçmaları helal olamaz. İsterse müşriklerin sayısı iki katlarından fazla olsun. Çünkü Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Onikibin (lik bir müslüman ordusu) asla azlıktan dolayı yenilmezler. " İlim ehlinin çoğunluğu bu sayıdaki orduyu ayeti kerimenin ifade ettiği umumi anlamın dışında kabul edip tahsis etmişlerdir.

 

Derim ki: Bunu, Ebu Bişr ile Ebu Seleme el-Amili rivayet etmiştir ki, Ebu Seleme, el-Hakem b. Abdullah b. Huttaf diye bilinir ve o metruk bir ravidir. İkisi şöyle demişlerdir: Bize, ez-Zührı anlattı, O, Enes b. Malik'den, O, Rasulullah (s.a.v.)'dan dedi ki: "Ey Eksem b. el-Cevn, sen kavminden başkalarıyla gazaya çık ki, huyun güzelleşsin ve arkadaşlarına ikramda bulunasın. Ey Eksem b. el-Cevn, yol arkadaşlarının hayırlısı dörttür. Gözcü birliğin hayırlıları kırktır. Seriyelerin hayırlıları dörtyüzdür. Orduların hayırlıları dörtbindir ve hiçbir zaman onikibin kişilik bir ordu azlıktan dolayı mağlup edilemez."

 

İmam Malik'den de onun bu görüşte olduğuna delalet eden rivayetler nakle dil miştir. O da onun, el-Umari el-Abid'e söylediği sözüdür. el-Uma ri, kendisine: Sen ahkamı değiştiren ve onları tebdile uğratan kimselere karşı mücadele etmeyi terkedebilir misin? Malik, şu cevabı vermiştir: Eğer beraberimde onikibin kişi bulunuyor ise, bu hususta sana (yöneticilere karşı mücadeleyi terketmekte) genişlik yoktur.

 

5- Savaştan Kaçış Günahını işleyenler:

 

Eğer savaştan kaçarsa, Yüce Allah'tan mağfiret dilemelidir. Tirmizi, Bilal b. Yesar b. Zeyd'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bana babam anlattı, O, dedem'den Peygamber (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinlemiş: "Her kim; "Kendisinden başka ilah bulunmayan, hayy ve kayyum olan Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe ederim derse, Allah, savaştan kaçmış olsa dahi ona mağfiret eder" Tirmizi der ki: Bu, garip bir hadis olup, biz bunu bu yoldan başka bir yoldan bilmiyoruz.

 

6- Savaş Taktiği Gereği Düşmanın Önünden Çekilmek:

 

Yüce Allah'ın: "Savaşmak için, yahut yer tutmak veya başka bir bölüğe katılmak gayesiyle olmaksızın ... " buyruğunda sözü geçen ve "yer tutmak" anlamı verilen; (...) kelimesi, bulunulan cihetten ayrılmak demektir. Buna göre savaş taktiği gereği bir taraftan bir tarafa geçip yer değiştiren kişi bozguna uğrayıp kaçan bir kimse değildir. Aynı şekilde müslüman bir topluluğa katılarak onların yardımını alıp tekrar savaşa katılmak niyetiyle yerinden ayrılan kimse de savaş kaçkını değildir

 

Ebu Davud'un, Abdullah b. Ömer yoluyla kaydettiği rivayetine göre, Abdullah b. Ömer Resulullah (s.a.v.)'ın gönderdiği seriyye (askeri birlik)lerden birisi arasında bulunuyordu. Birlikte bulunanlar adeta geri dönercesine bir tur attılar Ben de bu şekilde tur atanlar arasında idim. Fakat, bir kenara ayrıldığımız vakit, bu sefer: Biz savaştan kaçtık ve gazaba uğradık. Artık ne yapacağız dedik. Dedik ki: Haydi Medine'ye girelim, orada kendimize sağlam bir yer tutalım ve gittiğimiz vakit de kimse bizi görmesin. Bunun üzerine Medine'ye girdik. Kendi aramızda: Keşke Rasulullah (s.a.v.)'ın huzuruna çıksak, dedik. Eğer kabul edilecek bir tevbemiz var ise, Medine'de kalmaya devam ederiz. Yok böyle birşey sözkonusu olmayacaksa geri gideriz. (İbn Ömer devamla) der ki: Sabah namazından önce Rasulullah (s.a.v.)'ı gözetlemek üzere oturduk. Çıkıp gelince, ona doğru kalktık ve: Biz kaçanlarız, dedik. O, bize yönelerek: "Hayır, aksine siz, dönüp yeniden baskın yapmak üzere gerideki güçlere katılanlarsınız" dedi. Bu sefer ona yaklaştık ve elini öptük. O:

"Ben, müslümanların kendisine sığınıp katıldıkları bölüğüyüm."

 

Sa'leb der ki: (Kendisine katıldıkları birlik anlamı verilen) "el-akkarun" geri dönenler demektir. Başkası da şöyle açıklamıştır: Savaş esnasında geri kaçıp sonra tekrar dönen kimseye böyle denilir

 

Cerir ise, Mansur'dan, o, İbrahim'den şöyle dediğini nakletmektedir: Kadisiye'de bir adam geri dönüp kaçtı ve Medine'ye Hz. Ömer'in yanına vardı ve şöyle dedi: Ey mü'minlerin emiri, helak oldum. Savaştan kaçtım. Hz. Ömer: Ben, kendisine sığınıp yardımını aldığın birliğinim, dedi.

 

Muhammed b. Sirin de der ki: Ebu Ubeyde öldürüldüğünde, öldürüldüğü haberi Hz. Ömer'e ulaşınca şöyle dedi: Eğer bana gelip sığınmış olsaydı, ben onun yardımcı ve destekçi birliği olurdum. Ben her müslümanın yardımcı ve destekçi birliğiyim.

 

Bu hadislere göre savaştan kaçmak büyük günah olmamaktadır. Çünkü, burada yardımcı destek ve birlik Medine'dir, İmamdır ve nerede olursa olsunlar müslüman cemaattir.

 

Diğer görüşe göre ise, kaçış büyük bir günahtır. Çünkü, orada sözü geçen yardımcı kuvvetler, savaş için hazır bulunan insanlar topluluğudur. Bu da cumhurun: Savaştan kaçış büyük bir günahtır, şeklindeki görüşüne göre böyledir. Onlar derler ki: Peygamber (s.a.v.) ile Hz. Ömer'in bu sözleri, mü'minleri korumak, onlar için ihtiyatlı olmak kabilindendi. Zira, o dönemde mü'minler, kendilerinden kat kat üstün güçlere karşı sebat gösteriyorIardı.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bununla birlikte Hz. Peygamber'in: "Ve savaş günü kaçmak" ifadesi yeterli olmalıdır.

 

7- Savaştan Kaçışin Uhrevi Cezası:

 

Yüce Allah'ın: "O, Allah'ın gazabına uğramış olur. " Yani, Allah'ın gazabını haketmiş olur. "Uğramak" anlamı verilen, (...)'nın asıl anlamı dönmektir. Buna dair açıklamalar daha önceden (2/61. ayetin tefsirinin sonlarına doğru) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Onun yeri de cehennemdir. " Yani, ikametgahı. Bu da daha önceden birkaç yerde de geçtiği gibi ebedi kalışa delil teşkil etmemektedir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kim kendisinden başka hiçbir ilah olmayan hayy ve kayyum olan Allah'tan mağfiret dilerim, diyecek olursa, savaştan kaçmış olsa dahi onun günahı bağışlanır. "

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Enfal 17-18

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR