EN’AM 121 |
وَلاَ
تَأْكُلُواْ
مِمَّا لَمْ
يُذْكَرِ اسْمُ اللّهِ
عَلَيْهِ
وَإِنَّهُ
لَفِسْقٌ
وَإِنَّ
الشَّيَاطِينَ
لَيُوحُونَ
إِلَى أَوْلِيَآئِهِمْ
لِيُجَادِلُوكُمْ
وَإِنْ
أَطَعْتُمُوهُمْ
إِنَّكُمْ
لَمُشْرِكُونَ |
121. Üzerine Allah'ın
adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü o, elbette bir fısktır. Gerçekten şeytanlar
sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına vahiyde bulunurlar. Eğer onlara
itaat ederseniz, elbette siz de müşrikler olursunuz.
Yüce Allah'ın:
"üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü o, elbette bir
fısktır" buyruğuna dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- Ayetin Nuzul Sebebi:
2- Bir Sebebe Binaen Varid Olmuş Lafız:
3- Kesim ve Avlanma Sırasında
Müslümanın Besmeleyi Kasten Terketmesinin Hükmü:
4- Şeytanlar ve Dostları:
5- Müşriklere itaat:
1- Ayetin Nuzul
Sebebi:
Ebu Davud rivayetle der ki:
Yahudiler, Peygamber (s.a.v.)'a gelip şöyle dediler: Biz kendi
öldürdüklerimizden yiyoruz da Allah'ın öldürdüğünden yemiyoruz (neden)? Bunun
üzerine aziz ve celil olan Allah: "üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan
yemeyin" ayetini sonuna kadar indirdi.
Nesai'nin de İbn
Abbas'tan rivayetine göre o, Yüce Allah'ın: "üzerine Allah'ın adı
anılmayanlardan yemeyin" buyruğu hakkında şöyle demiştir: Müşrikler,
onlarla (yani mü'minlerle) tartışarak şöyle dediler: Allah'ın kestiğini
yemiyorsunuz, fakat kendinizin kestiklerini yiyorsunuz.
Bunun üzerine Yüce Allah
onlara şöyle buyurdu: Yemeyiniz, çünkü siz onlar üzerine Allah'ın adını anmış
değilsiniz
İşte burada da usule
dair bir mesele ortaya çıkmaktadır ki, o da bir sonraki başlığımızın konusunu
teşkil etmektedir:
2- Bir Sebebe Binaen
Varid Olmuş Lafız:
Bir sebebe bina en varid
olmuş bir lafız, yalnızca o sebebe münhasıran kabul edilir mi, edilmez mi? İlim
adamlarımız derler ki: Şari'in umum lafızlar için kullanılan sigalardan
herhangi birisiyle (soru ve sebep sözkonusu olmaksızın) zikretmiş olduğu
hususlarda umumun sözkonusu olduğu iddiasının doğruluğu su götürmez. Ancak, bir
soruya cevap olmak üzere zikretmiş olduğu sigaya gelince, bu hususta usul-i
fıkıhta bilinen etraflı açıklamalar vardır. Şu kadar var ki, soru sormaksızın
bağımsız bir lafız ile bir açıklamada bulunulacak olursa, bu da umumun
kastedildiğinin sahih bir iddia olduğu şeklinde, birincisi gibidir.
Buna göre Yüce Allah'ın:
"Yemeyin" buyruğu leşin yenilmesinin yasaklığı hususunda zahirdir.
"üzerinde Allah'ın adı anılmamış olması" şeklindeki umumi hüküm
dolayısıyla Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen de bunun kapsamına girer.
Ayrıca Yüce Allah'ın: "Bir de Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen
"(el-Bakara, 173) buyruğundaki lafız gereğince haram olmasını gerektiren
Allah'tan başkasının adı anıldığı için, bu umumi yasağın kapsamına girmektedir.
Müslümanın kesim
esnasında ve av hayvanını salıvermesi sırasında kasten besmele çekmeyi terk
ettiği hayvan bunun kapsamına girer mi, girmezmi? Bu da bir sonraki başlığın
konusunu teşkil etmektedir.
3- Kesim ve Avlanma
Sırasında Müslümanın Besmeleyi Kasten Terketmesinin Hükmü:
Bu hususta ilim
adamlarının birbirinden farklı beş ayrı görüşü vardır
1. Eğer besmeleyi unutarak
terkedecek olursa, kestiği de, avladığı da yenilir. Bu, İshak'ın görüşü olduğu
gibi Ahmed b. Hanbel'den gelen rivayetlerden birisi de böyledir. Kasten
besmeleyi terkedecek olursa, kestiği de avladığı da yenilmez.
"el-Kitab"da Malik de, İbnü'l-Kasım da böyle demişlerdir.
Bu aynı zamanda Ebu
Hanife'nin ve arkadaşlarının, es-Sevrı'nin, el-Hasan b. Hayy'ın, İsa'nın ve
Esbağ'ın da görüşüdür. Said b. Cübeyr ile Ata da bu görüşte olup en-Nehhas da
bunu tercih etmiş ve şöyle demiştir: Bu, daha güzel bir görüştür. Çünkü bir
kimse eğer unutarak besmeleyi terkedecek olursa, onun kestiğine
"fısk" adı verilmez.
2. Kasten veya unutarak
terkedecek olsa, kestiği de avladığı da yenilir. Bu, Şafii ve el-Hasen'in görüşü olduğu gibi,
bu görüş İbn Abbas, Ebu Hureyre, Ata, Said b. el-Müseyyeb, Cabir b. Zeyd,
İkrime, Ebu İyad, Ebu Rafi', Tavus, İbrahim en-Nehai, Abdurrahman b. Ebi Leyla
ve Katade'nin de görüşüdür.
ez-Zehravi, Malik b.
Enes'ten şöyle dediğini nakletmektedir: Kasten ya da unutarak besmele terk
edilerek kesilen hayvanın eti yenilir. Bu görüş Rabia'dan da rivayet
edilmiştir. Abdulvehhab der ki: Besmele sünnettir. Kesen, bunu unutarak
terkedecek olursa Malik ve arkadaşlarının görüşüne göre kesilen hayvanın eti
yenilir.
3. Kasten ya da unutarak
besmeleyi terkederse, onu yemek haram olur.
Bu görüş de Muhammed b.
Sirin, Abdullah b. Ayyaş b. Ebi Rebia, Abdullah b. Ömer, Nafi', Abdullah b.
Zeyd el-Hutami ve eş-Şa'bi'nin görüşüdür. Ebu Sevr ile Davud b. Ali ve bir
rivayette de Ahmed b. Hanbel de bu görüştedir.
4. Kasten besmeleyi
terkedecek olursa, yenmesi haram olur. Kadı Ebu'lHasen ile bizim mezhebimiz
alimlerinden eş-Şeyh Ebu Bekr de bu görüştedirler.
5. Eşheb der ki: Kasten
besmeleyi terk edenin kestiği -besmeleyi hafife alan bir kişi olması hali müstesna-
yenilir. Taberi de buna yakın bir görüş ifade etmiştir. Bunun delillerine
gelince; Yüce Allah: ''Artık üzerlerine Allah'ın adı anılanlardan yeyin
"(el-En'am, 118) diye buyurduğu gibi: "üzerine Allah'ın adı
anılmayanlardan yemeyin" diye buyurmakta, böylelikle her iki durumu da
açıklayıp bu iki duruma ait hükümleri de izah etmektedir. Yüce Allah'ın:
"Yemeyin" buyruğu haramlık ifade eden bir nehiy (yasak)dir. Bunun
kerahet ile yorumlanması caiz değildir. Çünkü, bu nehiy, kural gereği katıksız
haramı da ihtiva etmektedir. Bunun kısımlara ayrılması, yani aynı zamanda hem
haramlığın, hem de kerahetin kastedilmesi mümkün olamaz. İşte bu usul
kaidelerinin en nefisleri arasında yer alır.
Unutana gelince, unutan
kimseye yönelik bir hitap sözkonusu değildir. Zira, unutkanın muhatap
alınmasına imkan yoktur. Dolayısıyla sözü geçen şart (Allah'ın adı anılmaksızın
kesilenlerden yememek) onun için vacip değildir.
Kasti olarak besmeleyi
terk edene gelince, bunun için üç hal sözkonusudur: Ya hayvanı kesim için
yatırdığı vakit besmele çekmeyi terkeder ve zaten benim kalbim Allah'ın
isimleri ve tevhidi ile doludur. Ayrıca onu dilimle zikretmeye ihtiyacım yoktur
der. Bu şekilde diyenin bu kanaati geçerlidir. Çünkü Yüce Allah'ı zikretmiş ve
ta'zim etmiş demektir.
Yahut da: Burası sarih
bir şekilde besmele çekilecek bir yer değildir. Zira, hayvan kesimi Allah'a
yakınlaştırıcı bir ibadet (bir kurbet) değildir. Böyle diyenin durumu da
kurtarıcıdır.
Yahut da böyle bir
kimse, ben besmele çekmem. Hem besmelenin ne ehemmiyeti var ki, der. Böyle
diyen bir kimse bu işi hafife alan fasık kimsedir. Ve onun kestiği de hiç bir
şekilde yenilmez.
İbnü'l-Arabi der ki:
Ben, muhakkiklerin başı İmamu'l-Harameyn'in şu sözünden dolayı hayret ediyorum:
Yüce Allah'ı anmak, Allah'a yakınlaştırıcı ibadetlerde meşru kılınmıştır.
Hayvan kesimi ise böyle yakınlaştırıcı bir ibadet değildir. Ancak bu iddia
Kur'an ve sünnete uygun değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) sahih hadiste şöyle
buyurmuştur: "Kanı akıtan (alet ile kesilen) ve üzerinde Allah'ın adı
anılandan ye."
Maksat, kalpte Allah'ın
adını anmaktır. Çünkü anmak (zikir) unutmanın zıttıdır. Unutmanın yeri de
kalptir. Anmanın yeri de o halde kalptir. el-Bera b. Azibe de şöyle dediği
rivayet edilmektedir: İster besmele çeksin, ister çekmesin, Allah'ın adı her
mü'minin kalbinin üzerindedir; denilse; Şöyle cevap verilir: Zikir, hem dille,
hem kalp ile olur. Arapların uygulaması ise, dilleriyle put ve heykellerinin
adını anmak şeklinde idi. Şanı Yüce Allah ise, onların bu anışını, kendi adının
dillerde anılmasını emrederek nesh etmiştir. Ve bu iş şeriatte yaygınlık
kazanmıştır. Öyle ki Malik'e: Bir kimse abdest aldığı vakit Allah'ın adını anar
mı diye sorulunca, o: Böyle bir kimse hayvan mı kesmek istiyor diye cevap
vermiştir. Besmelenin gerekmediğini söyleyenlerin delil diye gösterdikleri:
"Allah'ın adı mü'min her kişinin kalbi üzerindedir" şeklindeki hadis
ise, zayıf bir hadistir
Kimi ilim adamı da
kesilen hayvana besmele çekmenin vacip olmadığını, Hz. Peygamber'den rivayet
edilen şu hadisi delil göstererek ileri sürmüşlerdir: Hz. Peygamber'e: Ey
Allah'ın Rasulü, bazıları bizlere et getirmektedirler. Biz de onların üzerinde
Allah'ın adını anıp anmadıklarını bilmiyoruz, diye sormaları üzerine,
Rasulullah (s.a.v.): "Siz üzerine Allah'ın adını anınız ve yeyiniz"
diye buyurmuştur.
Bunu Darakutni, Aişe'den
rivayet ettiği gibi, Malik de mürsel olarak Hişam b. Urve'den, o da babası
yoluyla rivayet etmiştir. Bu hadisin mürsel olduğu hususunda (Hişam'a)
muhalefet edilmemiştir. Malik, hadisin sonunda:
Bu, İslam'ın ilk
dönemlerinde idi, diye açıklamaktadır. Bununla: "üzerine Allah'ın adı
anılmayanlardan yemeyin" ayeti inmeden önce böyleydi, demek istemektedir.
Ebu Ömer (b.
Abdi'l-Berr) der ki: Bu açıklama zayıf bir açıklamadır.
Çünkü bizzat hadisin kendisinde
bunu reddedecek işaretler vardır. Şöyle ki, Hz. Peygamber bu hadiste onlara
yerken Allah'ın adını anmalarını emretmektedir. İşte bu, ayet-i kerimenin Hz.
Peygamber'e nazil olmuş olduğuna delalet etmektedir. Söylediğimizin doğruluğuna
delalet eden hususlardan birisi de şudur: Bu hadisin sözünü ettiği olay
Medine'de olmuştur. Yüce Allah'ın:
"üzerine Allah'ın
adı anılmayanlardan yemeyin" ayeti ise En'am Suresi'nde olup Mekke'de
indiği hususunda ilim adamlarının görüş ayrılığı yoktur.
Yüce Allah'ın:
"Çünkü o elbetteki bir fısktır" buyruğuna gelince; İbn Abbas'tan
nakledildiğine göre, o bir masiyettir anlamındadır. Fısk, sınırın dışına çıkmak
demektir.
Buna dair açıklamalar
daha önceden (el-Bakara, 26. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
4- Şeytanlar ve
Dostları:
"Gerçekten
şeytanlar sizinle mücadele etmesi için kendi dostlarına vahiyde
bulunurlar" buyruğu, vesvese verirler; onların kalplerine batıl yollarla
mücadele etmeyi telkin ederler, demektir. Ebu Davud, İbn Abbas'ın Yüce
Allah'ın: "Gerçekten şeytanlar ... kendi dostlarına vahiyde
bulunurlar" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Allah'ın
kestiğini yemiyorsunuz da sizin kendinizin kestiklerini yiyorsunuz diyorlardı.
Bunun üzerine Yüce Allah: "üzerinde Allah'ın adı anılmayanlardan
yemeyin" buyruğunu indirdi.
İkrime der ki: Bu ayet-i
kerimede şeytanlar ile Fars, mecusilerinden insanların günahta haddi aşmış
olanlarını kastetmektedir. İbn Abbas ve Abdullah b. Kesir derler ki: Hayır,
kastedilenler cin (görünmeyen) şeytanlardır. Zaten cinlerin kafirleri (müşrik)
Kureyşlilerin dostlarıdır. Abdullah b. ez-Zübeyr'den de rivayet olunduğuna göre
ona şöyle denmiş: el-Muhtar (es-Sakafi); bana vahiy edilmektedir, diyor.
Abdullah: Doğru söylüyor. Çünkü gerçekten şeytanlar kendi dostlarına vahiyde
bulunurlar, diye cevap vermiştir.
Yüce Allah'ın:
"Sizinle mücadele etmeleri için" buyruğu ile onların: Allah'ın
öldürdüklerini yemiyorsunuz da sizin kendi öldürdüklerinizi yiyorsunuz
sözlerini kastetmektedir.
Mücadele ise, ileri
sürülen bir görüşü kuvvet ile delil getirmek suretiyle bertaraf etmektir. Bu
kelime, güçlü bir kuş adı olan "el-Ecdel"den alınmıştır. Bunun,
yeryüzü demek olan "el-Cedale"den alındığı da söylenmiştir. Kişi,
adeta getirdiği delil ile hasmını yere düşecek hale gelinceye kadar yenik
düşürmüş ve kahretmiş gibi olur. Bunun ileri derecede bükmek anlamına
gelen" el-cedl"den alındığı da söylenmiştir. Sanki tartışanlardan her
birisi karşısındakinin belini koparıncaya kadar eğip bükmeye devam eder,
gibidir. Mücadele (tartışma) hakkın zaferi için yapılırsa hak olur, batıla
yardım için yapılırsa da batıl olur.
5- Müşriklere itaat:
"Eğer onlara itaat
ederseniz." yani, meyteyi helal kabul etmek hususunda onlara uyarsanız,
"elbette siz de müşrikler olursunuz." Ayet-i kerime şuna delildir:
Kim Allah'ın haram kıldığı herhangi bir şeyi helal kabul edecek olursa, bununla
müşrik olur. Şanı Yüce Allah ise meyteyi açık nass ile haram kılmıştır. Başka
herhangi bir kimsenin koyduğu bir hüküm ile meyte helal kabul edilecek olursa,
kabul eden şirk koşmuş olur.
İbnü'l-Arabi der ki:
Mü'min bir kimse itikadı ilgilendiren hususlarda müşrik bir kimseye itaat
edecek olursa bu itaati sebebiyle o da müşrik olur. Fakat fiilen ona itaat
etmekle birlikte onun inancı tevhid üzere sağlıklı bir şekilde devam ediyor ve
tasdikini sürdürüyorsa asi olur. Bunu böylece belleyiniz. el-Maide Suresi'nde
(79 ile 94-95. ayetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN