EN’AM 109 |
وَأَقْسَمُواْ
بِاللّهِ
جَهْدَ
أَيْمَانِهِمْ
لَئِن
جَاءتْهُمْ
آيَةٌ لَّيُؤْمِنُنَّ
بِهَا قُلْ
إِنَّمَا
الآيَاتُ
عِندَ
اللّهِ
وَمَا
يُشْعِرُكُمْ
أَنَّهَا
إِذَا جَاءتْ
لاَ يُؤْمِنُونَ |
109. "Eğer
kendilerine bir ayet gelirse mutlaka ona iman edecekler" diye var
güçleriyle Allah adına yemin ettiler. De ki: "Ayetler ancak Allah'ın
nezdindedir." O ayet geldiği zaman da yine iman etmeyeceklerinin farkında değil
misiniz?
Yüce Allah'ın:
"Eğer kendilerine bir ayet gelirse mutlaka ona iman edecekler diye var
güçleriyle Allah adına yemin ettiler" buyruğuna dair açıklamalarımızı iki
başlık halinde sunacağız:
1- Ayetin Nüzul Sebebi:
2- Olanca Yemin (Ağır Yemin)e Dair
Hükümler:
1- Ayetin Nüzul
Sebebi:
Yüce Allah'ın: (...)
buyruğu, "yemin ettiler" demektir. "Var güçüyle yemin" ise,
en ağır yemin demek olup Allah adına yapılan yemindir. Buna göre "var
güçleriyle yemin ettiler," bilgilerinin ulaştığı en ileri derecedeki ve
yapabildikleri en ağır yemin demektir. Çünkü onlar, en büyük ilahın Allah
olduğuna inanıyorlar, diğer ilahlara ise, kendilerini Allah'a
yakınlaştıracakları zanniyle ibadet ediyorlardı. Nitekim Yüce Allah bu hususta
onlar hakkında şöyle buyurmaktadır: "'Biz bunlara ancak bizleriAllah'a
yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" (ez-Zümer, 3) İslam'dan önce
Araplar, atalarıyla, putlarıyla ve bundan başka şeylerle yemin ederlerdi. Yüce
Allah adına da yemin ederler ve eğer yemin Allah adına yapılmışsa buna
"cehdü'I-yemin: en ağır yemin" adını verirlerdi.
(...) kelimesi mastar
olarak nasb edilmiştir. Bunda amil ise Sibeveyh'in görüşüne göre; "Yemin
ettiler" kelimesidir. Çünkü, bu da onun anlamındadır. Cehd ise meşakkat demektir.
"Bunu zorlukla yaptım" denilir. Cuhd ise takat ve kudret demektir.
"Bu benim takatim, güç yetirebildiğimdir" denilir. Her ikisini aynı
anlamda kabul edenler de vardır. Buna Yüce Allah'ın: "Güçlerinin
yetebildiğinden başkasını bulamayanlar" (et-Tevbe, 79) buyruğunu delil
gösterirler ki, bu aynı zamanda (...) şeklinde "cim" harfi üstün
olarak da okunmuştur. Bu açıklamalar İbn Kuteybe'den nakledilmektedir.
Müfessirlerden
el-Kurazi, el-Kelbi ve diğerlerinin naklettiklerine göre ayetin nüzul sebebi
şudur: Kureyşliler dediler ki: Ey Muhammed, sen bize Musa'nın, asasıyla taşa
vurup ondan oniki tane pınar fışkırttığını, İsa'nın ölüleri dirilttiğini,
Semud'un bir dişi devesinin bulunduğunu haber veriyorsun. Haydi seni tasdik
etmemiz için bu mucizelerden bir kısmını sen de bize göster. Hz. Peygamber:
Nasıl bir mucize arzu edersiniz, diye sorunca, şöyle dediler: Şu Safa'yı da
bizim için altın yap. Allah'a yemin ederiz ki eğer bunu yapacak olursan hep
birlikte sana tabi oluruz. Rasulullah (s.a.v.) kalkıp dua etmeye koyuldu.
Cebrail (a.s) ona gelip şöyle dedi: "Arzu ettiğin takdirde Safa hemen
altın oluverir. Andolsun Allah, bir mucize gönderdiği halde eğer derhal tasdik
etmeyecek olurlarsa şüphe yok ki, Allah onları azaplandıracaktır. O bakımdan
sen de aralarından tevbe edecekler tevbe etsin diye onları bırak." Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "O halde tevbe edenleri tevbe
etsin (mucize istemem)." Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
Böylelikle Yüce Allah ezeli ilminde iman etmeyeceği sabit olmuş olanın iman
edeceğine dair yemin etse dahi iman etmeyeceğini beyan etmektedir.
2- Olanca Yemin (Ağır
Yemin)e Dair Hükümler:
Yüce Allah'ın: "Var
güçleriyle yemin"in onların kanaatine göre, en ağır yeminler demek olduğu söylenmiştir.
Burada hükümlere dair büyük ve önemli bir mesele ortaya çıkmaktadır ki, o da
bir kimsenin: "Şöyle şöyle olursa yeminler üzerime borç olsun"
anlamında sözler söylemesidir.
İbnü'l-Arabı der ki:
Böyle bir yemin İslam'ın ilk dönemlerinde bundan başka bir şekilde bilinen bir
yemindi. Onlar: Bir kimsenin bir başkasından aldığı sözün en ağırı benim
üzerime olsun, derdi. Malik der ki: Bu şekilde yemin eden kimse (yemini
bozarsa) hanımları ondan boş olur. Bundan sonra yemin şekilleri çoğalıp durdu ve
nihayet temelini bu şeklin teşkil ettiği, şu anda insanlar arasında görülen
şekillere kadar vardı. Hocamız el-fihrı et-Tarasusı şöyle derdi: Bu şekilde
yemin eden bir kimse, yemini bozacak olursa otuz tane yoksul doyurmalıdır.
Çünkü, bu yemin edenin "yeminler" sözü yeminin çoğuludur. Eğer,
"üzerime bir yemin borç olsun" deyip de o yeminini bozmuş olsaydı,
bir keffaret ödemesini gerekli görürdük. "İki yemin üzerime borç
olsun" demiş olsaydı, yeminini bozduğu takdirde iki keffaret yerine
getirmesi gerekirdi. Fakat yeminler kelimesi yeminin çoğulu olduğundan dolayı
bozması halinde üç tane keffaret yerine getirmesi gerekir.
Derim ki: Ahmed. b.
Muhammed b. Muğis, ''Vesaik" adlı eserinde şöyle demektedir: Kayrevan
alimleri bu hususta farklı görüşlere sahiptirler. Ebu Muhammed b. Ebi Zeyd der
ki: Bu şekilde yemin eden bir kimse (yemini bozması halinde) hanımını üç defa
boşamış olur, yürüyerek Mekke'ye gitmesi gerekir, malının üçte birini
dağıtması, bir yemin keffareti ödemesi ve bir köle azad etmesi gerekir. İbn Muğis
der ki: Tuleytula fukahasından İbn Erfa' Ra'sehu ile İbn Bedr de bu görüştedir.
eş-Şeyh Ebu İmran
el-Fasi, Ebu'l-Hasen el-Kabisı, Ebu Bekr b. Abdurrahman el-Karavi de şöyle
derler: Eğer belli bir niyeti yoksa hanımını bir defa boşamış olur. Bu hususta
onların delilleri arasında İbnü'l-Hasan'ın İbn Vehb'den işittiği şu sözleridir:
Bir kimsenin bir diğerinden almış olduğu en ağır söz hakkında bir yemin
keffareti sözkonusudur. İbn Muğis der ki: Böylelikle o, söyleyenin aleyhine
"yeminler onun için bağlayıcı olur" dediğiniz şeyi tek bir talak
olarak kabul etmektedir. Çünkü, bir kimsenin: Birisinin diğerinden almış olduğu
sözün en ağırı dolayısıyla bir yemin keffareti gerekir, deme sinden daha kötü
bir durum sözkonusu olamaz. O bakımdan biz de bu görüşteyiz.
Birinci görüşün
sahipleri ise İbnü'l-Kasım'ın: Allah'ın ahdi, ağır misakı ve kefaleti ile bir
kimsenin bir başkasından herhangi bir iş üzerine, onu yapmamasına dair ahit
alıp daha sonra yaptığı şeyin en ağırı da üzerime olsun sözüyle ilgili yaptığı
şu açıklamayı da delil göstermişlerdir: Eğer bu sözleriyle hanımını boşamayı,
kölesini azad etmeyi ve bu yolla onları uzaklaştırmayı kastetmemiş ise, o halde
onun bu yemini bozmasının cezası üç tane keffaret olsun. Şayet yemin ettiğinde
herhangi bir niyeti bulunmuyor ise, "Allah'ın ahdi ve ağır misakı üzerime
olsun," şeklindeki sözü dolayısıyla iki keffarette bulunsun,
"birisinin bir başkasından almış olduğu en ağır ahid ve söz" sözü
dolayısıyla da bir köle azad etsin, hanımları ondan boş olur, Mekke'ye yürüyerek
gider ve malının üçte birini de sadaka olarak dağıtır.
İbnü'I-Arabı der ki:
Delillerin açıklamasına gelince yeminler demek olan: 'el-Eyman" sözündeki
"elif" ve "lam" ile cins veya ahd kastedilmiş olabilir.
Eğer ahd için gelmiş ise, kişinin "billahi" sözünden ahid yoluyla
anlaşılan elFihrı'nin söylediğidir. Şayet cins için kullanılmış ise boşamak da
bir cinstir ve onun kapsamına girer. Fakat bütün boşama adedi (üç talak) sonuna
kadar, kullanılmaz. Çünkü, cinsin kapsamına tek bir hususun girmesi yeterlidir.
Eğer cinsin kapsamına o hususların tamamı girecek olsa, malının da tümünü
tasadduk etmesi gerekirdi. Çünkü, malın tümünü sadaka vermek hakkında yemin söz
konusu olabilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Yüce Allah'ın: "De
ki: Ayetler ancak Allah'ın nezdindedir" yani, ey Muhammed, bu ayetleri
size göstermeye gücü yeten yalnızca Allah'tır. Ve O, bu ayetleri ancak dilediği
takdirde gösterir, de.
" ... Farkında
değil misiniz?" Yani, bu yeminlerinizin (iman edeceklerine dair)
gerçekleşeceğini size bildiren nedir? takdirinde olup mef'ul hazfedilmiştir.
Bundan sonra yeni bir cümle ile; "Şüphesiz o ayet geldiği zaman da yine
iman etmiyeceklerdir" diye buyurmaktadır ki, bu buyrukta; (...) edatının
esreli okunuşu, Mücahid, Ebu Amr ve İbn Kesir'in kıraatine göredir. İbn
Mes'ud'un; "Bu ayet geldiğinde onların iman etmeyeceklerini bilmiyor
musunuz" şeklindeki kıraati de tanıklık etmektedir.
Mücahid ve İbn Zeyd der
ki: Bu buyrukla muhatap olanlar müşriklerdir ve ifade burada sona ermektedir.
Onlar hakkında iman etmeyeceklerine dair hüküm verilmektedir. Bundan sonraki
ayet-i kerimede de bize onların iman etmeyeceklerini bildirmektedir. Bu
açıklama ise, "İman et (mey)eceksiniz" diye okuyanların kıraatini
andırmaktadır. el-Ferra ve başkaları ise hitap mü'minleredir derler. Çünkü
mü'minler Peygamber (s.a.v.)'a: Ey Allah'ın Rasulü, eğer bir ayet (mucize)
inecek olsa belki iman ederler, demişlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah:
"Farkında değil misiniz" buyruğunu indirdi. Yani, ey mü'minler, siz
onların iman edeceklerini nereden biliyorsunuz? Buna göre; (...) kelimesi,
hemze üstün olarak okunur. Bu, Medinelilerin, el-A'meş ve Hamza'nın da
kıraatidir. Yani, olur ki böyle bir mucize geldiğinde onlar iman
etmeyeceklerdir. el-Halil der ki: "(...): O, (...) Muhtemeldir ki o,"
anlamındadır. Bunu da el-Halil'den Sibeveyh nakletmektedir. Kur'an-ı Kerimde;
"Ne bilirsin belki o temizlenecekti" (Abese, 3) diye buyurmaktadır.
Yani, onun temizlen (mey)eceğini nereden bilirsin anlamındadır. Araplardan da
(...); Bize belki bir şey alırsın diye pazara git, tabiri nakledilegelmektedir.
Ebu'n-Necm de şöyle der: "(Oğlum) Şeyban'a dedim ki, onunla karşılaşmaya
(yakalamaya) çık. Olur ki, onu kızartıp beraber bizdekilere yemek olarak ikram
ederiz."
Adiy b. Zeyd de şöyle
demektedir: "Ey beni kınayan, nereden bilirsin ki benim ölümüm, Bugünün
bir saatinde, yahut yarının kuşluk vaktinde (gerçekleşmeyeceğini)."
Burada da (...) edatı,
(...): Belki gibi ihtimal edatı anlamındadır. Dureyd b. es-Simme de şöyle
demektedir.
"Bana zayıflayarak
ölmüş cömert birisini göster. Belki ben de Senin görüşünü paylaşırım. Yahut
ebedi yaşamış bir cimri (göster)."
Burada da (...) lafzı,
(...): Belki ben de anlamındadır. (...)'ın; (...) anlamında kullanılışı Arap
dilinde çokça rastlanılan bir husustur.
el-Kisai de, Ubey b.
Ka'b'ın Mushaf'ında da "Belki ... size ne bildirdi" şeklinde olduğunu
nakletmektedir. el-Kisai ve el-Ferra da derler ki: Buradaki olumsuzluk edatı
olan, (-la-): ... ne, ma .... fazladan gelmiştir. Yani: Bu ayetlerin müşriklere
geldiği takdirde iman edeceklerini size ne bildirdi demektir. Burada bu
olumsuzluk edatı Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi fazladan gelmiştir:
"Helak ettiğimiz bir ülke halkının dönmelerigerçekten mümkün değildir.''
(Enbiya, 95) Çünkü bu buyruğun anlamı şöyledir: Helak edilen bir kasaba
halkının geri dönüşleri imkansız bir şeydir. Yine Yüce Allah'ın: "Seni
secde etmekten alıkoyan nedir?'' (A'raf, 12) diye buyurmaktadır. Yani, secde
etmekten seni engelleyen nedir. ez-Zeccac, en-Nehhas ve diğerleri ise buradaki;
(...) olumsuzluk edatının fazladan gelişini zayıf kabul etmişler ve şöyle
demişlerdir: Böyle bir iddia yanlışlıktır. Çünkü bu edat ancak karışıklığa
meydan vermeyecek hallerde fazladan getirilir.
İfadede hazf olduğu da
söylenmiştir. O takdirde mana şöyle olur: "Bu ayetler, kendilerine geldiği
vakit, onların iman edeceklerini yahut etmeyeceklerini nerden
biliyorsunuz?"
Daha sonra bu "iman
edeceklerini" anlamındaki ifade, tilaveti işitenin bu husustaki bilgisi
dolayısıyla hazfedilmiştir. Bu açıklamayı da en-Nehhas ve başkaları
nakletmektedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN