EN’AM 59 |
وَعِندَهُ
مَفَاتِحُ
الْغَيْبِ
لاَ يَعْلَمُهَا
إِلاَّ هُوَ
وَيَعْلَمُ
مَا فِي الْبَرِّ
وَالْبَحْرِ
وَمَا
تَسْقُطُ
مِن وَرَقَةٍ
إِلاَّ
يَعْلَمُهَا
وَلاَ حَبَّةٍ فِي
ظُلُمَاتِ
الأَرْضِ
وَلاَ
رَطْبٍ وَلاَ
يَابِسٍ
إِلاَّ فِي
كِتَابٍ
مُّبِينٍ |
59. Gaybın anahtarları
O'nun yanındadır. O'ndan başkası bunları bilmez. Karada ve denizde ne varsa O
bilir. Bir yaprak düşmeyegörsün mutlaka onu bilir. yeryüzünün karanlıklarında
tek bir tane bile olsa, yaş ve kuru hiçbir şey müstesna olmamak üzere hepsi
apaçık bir kitaptadır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:
1- Gaybın Anahtarları ve Gayb Bilgisi:
2- Gaybı Bildiğini iddia ve
Zannedenler:
3- Allah'ın Bilgisi Herşeyi
Kuşatmıştır:
1- Gaybın Anahtarları
ve Gayb Bilgisi:
Nakledildiğine göre bu
ayet-i kerime ile oniki bin melek inmiştir. Buhari'de İbn Ömer yoluyla
Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Gaybın
anahtarları beştir. Bunları Allah'tan başkası bilemez. Rahimlerin neyi
eksilttiğini Allah'tan başkası bilmez. Yarın ne olacağını Allah'tan başkası
bilmez. Yağmurun ne zaman geleceğini Allah'tan başkası bilmez. Kimin nerede
öleceğini Allah'tan başka kimse bilmez. Kıyametin de ne zaman kopa cağını
Allah'tan başka kimse bilmez." Müslim'in Sahih'inde de Hz. Aişe'den şöyle
dediği kaydedilmektedir: Her kim Rasulullah (s.a.v.)'ın, yarın neler olacağını
haber verdiğini iddia edecek olursa, Allah'a karşı büyük bir iftirada bulunmuş
olur. Çünkü Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "De ki: Göklerle yerde olan
gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. "(en-Neml, 65)
"Anahtarlar"
anlamındaki: (...) ise, (...)'ın çoğuludur. Fasih söyleyiş de budur. Bununla
birlikte -elif'li olarak-: (...) da denilip çoğulu da; (...) diye gelir. Bu İbn
es-Semeyka'ın da kıraatidir.
(Anahtar anlamındaki)
miftah, evin kapısı üzerindeki kilit gibi maddi, yahut da kıyas gibi akıl her
bir kapalı şeyi çözüp açana denilir.
İbn Mace, Sünen'inde, Ebu
Hatim el-Busti Sahih'inde Enes b. Malik'ten şöyle dediğini rivayet ederler:
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "İnsanlar arasında öyleleri vardır ki,
hayrın anahtarları, şerrin de kilitleridirler. Yine insanlar arasında öyleleri
vardır ki, şerrin anahtarları, hayrın kilitleridirler. Allah'ın hayrın
kilitlerinin açılışını ellerine nasip kılmış olduğu kimselere ne mutlu! Şerrin
anahtarlarının açılışını da ellerine nasip kıldığı kimselere de veyl olsun!''
Burada
"Anahtar" ayet-i kerimede nasıl ki anahtar aracılığı ile insan için
gaip olan (görünmeyen) şeylere ulaşılabiliyor ise, gayblara ulaşmak (onları
bilmek) den kinayedir. O bakımdan kimi ilim adamı şöyle demiştir: Buradaki
"anahtarlar anlamındaki mefatih" kelimesi insanların; (...): Bana
şunu aç, demelerinden alınmıştır ki, bu da; bana kendisi vasıtasıyla
ulaşabileceğim şeyi ver veya öğret, anlamındadır.
Gaybın ilmi Allah'ın
yanındadır. Gayba ulaştıran yollar da O'nun elindedir. Buna O'ndan başka kimse
sahip değildir. O, kimi bunlara muttali kılmak dilerse onu muttali kılar. Kimi
de bunlardan alıkoymak isterse alıkoyar ve perdeler. Böyle bir şey (muttali
kılma) ise ancak Onun rasullerine ilminin feyzini vermesi ile olur. Buna delil
de Yüce Allah'ın şu buyruklarıdır:
"Allah sizi gayba
da muttali kılmaz. Fakat Allah, peygamberlerinden kimi dilerse onu seçer"
(AI-i İmran, 179); "O, gaybı bilendir. O, kendigaybına hiçbir kimseyi
muttali kılmaz. Meğer ki beğenip seçtiği bir peygamber ola. "(el-Cin, 26)
"Anahtarlar"
ile rızık hazinelerinin kastedildiği de söylenmiştir ki, bu görüş es-Süddi ile
el-Hasen'den nakledilmiştir. Mukatil ve ed-Dahhak ise yeryüzü hazineleri
olduğunu söylemişlerdir.
Buradaki ifade mecazi
bir ifadedir. Bununla gayba hangi vasıtalar ile ulaşılabileceğini ifade
etmektedir. Bunun dışında hadisin ihtiva ettiği manaya uygun görüşler de ileri
sürülmüştür. Yani ec ellere ve ecellerin sona ereceği vakte dair bilgiler O'nun
yanındadır, demektir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Ömürlerin akibeti ile amellerin ne ile sonuçl anacağına dair bilgiler O'nun
nezdindedir. Buna benzer daha başka görüşler de ileri sürülmüş ise de tercih
edilen görüş, birincisidir.
Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
2- Gaybı Bildiğini
iddia ve Zannedenler:
İlim adamlarımız der ki:
Şanı Yüce Allah Kitabında birden çok ayet-i kerimede gayb bilgisinin
-kullarından seçtikleri müstesna- yalnızca kendisine ait olduğunu ifade
etmiştir.
Her kim yarın yağmur
yağacaktır deyip, bunu kat'i bir ifade ile dile getirirse kafir olur. Buna dair
haberini ister bir emareye dayanarak ileri sürmüş olsun, ister bir emareye
dayanmaksızın ileri sürmüş olsun, farketmez.
Yine rahimde olanı
bildiğini söyleyen de kafirdir. Şayet kesin bir ifade kullanmayıp: Filan
yıldızın doğması halinde adeten Yüce Allah yağmur yağdırır ve adeten bu
yıldızın doğuşu yağmura sebeptir. Bu yıldızın yağmura sebep teşkil etmesi de
Allah'ın kaderi ve ezeli bilgisine göredir, diyecek olursa kafir olmaz.
Şu kadar var ki, bu
şekilde konuşmaması da müstehaptır. Çünkü bu gibi ifadeler kafirlerin sözlerine
benzer. Yüce Allah'ın latif (oldukça incelikli) hikmetlerini bilmemenin
ifadesidir. Çünkü O, yağmuru ne zaman dilerse indirir. Kimi zaman filan
yıldızın doğuşu ile indirdiği gibi, kimi zaman yıldızsız da indirir. Şanı Yüce
Allah (kudsi hadiste) şöyle buyurmaktadır: "Kullarımdan kimisi Bana
mü'min, yıldızı da inkar etmiş olarak sabahı etti ... " diye buyurmuştur.
Buna dair açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle ileride Vakıa Süresi'nde (82.
ayetin tefsirinde) gelecektir.
İbnü'l-Arabi der ki:
Doktorların şu sözleri de bu kabildendir: Eğer gebe kadının sağ meme ucu
kararmış ise, doğacak çocuk erkektir. Eğer sol memenin ucu kararmışsa doğacak
çocuk dişidir. Şayet; gebe kadın sağ yanının daha ağır olduğunu hissediyorsa,
doğacak çocuk dişidir, deyip o bunu hilkatte bir vacip (gerekli, zorunlu)
olarak değil de adeten böyle olur, diyerek iddiada bulunacak olursa, ne kafir
olur, ne de fasık.
Ömrünün gelecek
zamanlarında belli bir şeyi yapacağını veya kazanacağını iddia eden kafir olur.
Yahut olmadan önce olaylar hakkında mücmel ve mufassal olarak haber veren
kimsenin de kafir olacağında hiç bir tereddüt yoktur.
Ayın ve güneşin
tutulması ile ilgili haberler veren hakkında da ilim adamlarımız: Böyle bir
kimse te'dip edilir, fakat hapsedilmez demişlerdir. Bunun tekfir edilmeyişinin
sebebi, bir kesim ilim adamının: Bu, şanı Yüce Allah'ın:
"Ve Biz, aya
konaklar tayin ettik'' (Yasin, 39) buyruğunda verdiği 'habere uygun olarak,
konak yerlerinin takdiri ile tesbit edilebilen bir husustur, demiş olmalarıdır.
Te'dip edilmelerinin sebebine
gelince, bu gibi kimseler bu sözleriyle avamı şüpheye düşürürler. Zira avam, bu
ve diğer gaybi iddialar arasındaki farkı idrak edemezler. Böylelikle avamın
inançlarında şaşırmalarına ve yakin ile kabul ettikleri kaidelerini
terketmelerine sebep teşkil ederler. Böyle bir şeyi bildikleri takdirde, bu
bilgiyi gizleyip onu açığa vurmamaları için te'dip edilmeleri öngörülmüştür.
Derim ki: Müslim'in
Sahih'inde Peygamber (s.a.v.)'ın zevcelerinden birisinden gelen şu rivayet de
bu kabildendir: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her kim bir arrafın
yanına gider de ona herhangi bir şey hakkında soru soracak olursa, kırk gün
süreyle onun hiç bir namazı kabul edilmez."
Arraf, gaybı bildiği
iddiasında bulunan ve geleceğe dair tahminlerde bulunan, müneccimlik eden
kimsedir. Bu kelime "irafet"den türemektedir. Bu işi yapana da arraf
denilir. Arraf, bildiğini iddia ettiği bir takım sebep ve bir takım
mukaddimelerin delaleti ile bu iddialarda bulunur. Bu iddia sahiplerinden
bazıları bu hususta zecr, tark ve yıldızlar ile bu hususta kullanılması itiyat
haline getirilmiş bir takım sebeplerin de yardımı ile bu iddialarını
destekliyebilirler. Bunların desteklerini alma tekniğine de iyafet denilir.
Hapsi hakkında kehanet adı kullanılabilir. Bu açıklamaları Kadı İyad yapmıştır.
Kehanet, gaybı bilmek
iddiasında bulunmaktır. Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr "el-Kafi'' adlı eserinde
der ki: Haram oldukları icma ile kabul olunmuş kazanç yolları arasında şunlar
da vardır: Faiz, fuhuş yapan kadınların ücreti, haram yolla elde edilen mallar,
rüşvet, ağıt ve şarkıcılık karşılığında alınan ücretler, kahinlik, gaybı bilmek
ve semadan haber vermek iddialarına karşılık alınan ücretler, çalgı çalmak,
oyun oynamak ve bütün batıllar karşılığında alınan ücretler.
İlim adamlarımız derler
ki: Bu çağda işler ters yüz oldu, Özellikle Mısır'da insanlar, müneccimlere ve
kahinlere gider oldular. Onların başkanları, başkanlarına tabi olanlar,
prensleri arasında müneccim edinmek yaygınlık kazandı. Hatta, fıkıh ve
dindarlığa müntesip olan birçok kimse dahi bu kahin ve ariflere aldandılar.
Bunlar da onlara karşı imkansız olanı allayıp pulladılar, onlardan mallarını
çekip aldılar. Onların söyledikleri sözlerden ise bir takım serap ve boş
hayallerden başka birşeyellerine geçmediği gibi, dinleri aleyhlerine olmak
üzere fesada uğradı ve sapıttılar. Bütün bunlar büyük günahlardandır. Çünkü Hz,
Peygamber: "Onun kırk gün süreyle hiçbir namazı kabul olunmaz" diye
buyurmuştur, Peki, bunları yanına görevli olarak alıp onların sözlerine
güvenerek onlara harcamalarda bulunanın hali ne olur!
Müslim -Allah'ın rahmeti
üzerine olsun- Aişe (r.anha)'dan şöyle dediğini rivayet eder: Bazı kimseler
Rasulullah (s.a.v.)'a kahinler hakkında soru sordular, O da: "Onlar hiçbir
şey değildirler" diye buyurdu. Soranlar: Ey Allah'ın Rasulü, onlar bize
bazen bir şey söylüyorlar, o da gerçek olarak ortaya çıkıyor. Bu sefer
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İşte o doğru çıkan cinninin bellediği
hak sözdür. O, bu hak sözü tavuğun sakinleşip sesini kesmesi gibi kendi
dostunun kulağına fısıldar. Ve o hak söze yüz tane yalan katarlar."
el-Humeydi der ki: Yahya
b. Urve'nin babası yoluyla Hz. Aişe'den Sahih'te bundan başka bir rivayeti
yoktur. Bu hadisi Buhari de Ebu'l-Esved Muhammed b. Abdurrahman'dan, o,
Urve'den, o da Aişe'den şöylece rivayet etmektedir: Aişe (r.anha) Rasulullah
(s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinlemiş: "Melekler bulutlar arasında inerler.
Semada hükme bağlanmış bir husustan söz ederler. Şeytanlar da gizlice sözler
dinlemeye çalışırken bu sözü işitirler ve bunu kahinlere fısıldarlar. Kahinler
de kendiliklerinden ona yüz tane daha yalan katarlar."
İleride bu anlamdaki
açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle Sebe' Süresi'nde (14. ayetin tefsirinde)
gelecektir.
3- Allah'ın Bilgisi
Herşeyi Kuşatmıştır:
Yüce Allah'ın:
"Karada ve denizde ne varsa O bilir" buyruğunda özel olarak kara ve
denizi bildiğini sözkonusu etmesi, kara ve denizin insanlara yakın yaratıkların
en büyükleri oluşundan dolayıdır. Yani, Yüce Allah karada ve denizde neyin
bitip tükendiğini, sona erdiğini bilir.
Şöyle de açıklanmıştır:
O, karadaki bitki, tane, çekirdek ve tohumları bildiği gibi, denizde bulunan
canlıları ve oradaki rızıkları da bilir. "Biryaprak düşmeyegörsün mutlaka
onu bilir."
Yezid b. Harun, Muhammed
b. İshak'dan, o, Nafi'den, o, İbn Ömer'den naklettiğine göre, Peygamber
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde ne kadar ekin, ağaçlar üzerinde ne
kadar meyve, yerin karanlıklarında ne kadar tane varsa mutlaka onun üzerinde:
Bismillahirrahmanirrahim (bu) filan oğlu filanın rızkıdır, diye yazılıdır."
İşte Yüce Allah'ın Kitab-ı Keriminde muhkem bir buyruk olarak yer alan:
"Bir yaprak düşmeyegörsün mutlaka onu bilir, yeryüzünün karanlıklarında
tek bir tane bile olsa, yaş ve kuru hiçbir şey müstesna olmamak üzere hepsi
apaçık bir kitaptadır" buyruğu da bunu ifade etmektedir. en-Nekkaş da
Cafer b. Muhammed'den naklettiğine göre, "yaprak"tan kasıt, Adem
oğullarından düşük olarak dünyaya gelenlerdir. "Tane"den kasıt ise
düşük olmayan çocuklardır. "Yaş"tan kasıt canlıdır, "kuru"dan
kasıt ise ölüdür.
İbn Atiyye der ki: Böyle
bir açıklama rumuzlu ifadelere uygun düşer. Ancak bu, Cafer b. Muhammed'den
sahih olarak nakledilmiş bir ifade değildir, buna iltifat edilmemesi gerekir.
Anlamın şöyle olduğu da
söylenmiştir: "Bir yaprakdüşmeyegörsün." Yani, ağaç yapraklarından
herhangi birisinin mutlaka ne zaman düşeceğini, nerede düşeceğini, havada ne
kadar dolaşıp duracağını bildiği gibi, her bir tanenin de ne zaman yeşerip
biteceğini, kaç tane vereceğini, onu kimin yiyeceğini de bilir. "Yer
yüzünün karanlıkIarında" yani, onun görünmeyen iç taraflarında demektir.
Bu, daha sahih bir açıklamadır. Ayrıca bu, hadise de uygundur, ayetin muktezası
da budur. Hidayete ulaşma başarısını veren Allahtır.
Şöyle de açıklanmıştır:
"Yeryüzünün karanlıklarında." Yani, yedi arz tabakasının en altında
bulunan kayanın içerisinde demektir. "Yaş ve kuru hiç bir şey ... "
buyruğunun mecrur okunması lafza atfendir. İbn es-Semeyka, el- Hasen ve
başkaları ise her iki kelimeyi de; "Bir yaprak .. " buyruğunun
(lafzına değil de) mahalline atfen merfu olarak okumuşlardır. Bu kıraate göre
(...) te'kid için gelmiş demek olur.
"Hiç bir şey
müstesna olmamak üzere hepsi apaçık bir kitaptadır." Yani, Levh-i Mahfuzda
yazılıdır. Bunun yazılı olması, meleklerin bunu itibara alması içindir. Yoksa,
şanı Yüce Allah unutur diye bunları yazmış değildir. O, bundan çok yücedir.
Şöyle de denilmiştir:
Yüce Allah'ın bütün bunları bildiği halde yazması, işin azametini ortaya koymak
içindir Yani, şunu biliniz ki, şu hakkında sevabın da cezanın da sözkonusu
olmadığı her bir şey bile yazılıdır. Ya sevap ve cezayı gerektiren şeylerin
durumu nedir?
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN