ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

EN’AM

52

وَلاَ تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ

وَجْهَهُ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِم مِّن شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ

عَلَيْهِم مِّن شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ

 

52. Sırf O'nun vechini (rızasını) dileyerek sabah akşam Rabblerine dua edenleri kovma. Onların hesabından sana birşey düşmediği gibi, senin hesabından da onlara birşey düşmez ki onları kovasın. (Kovarsan) O takdirde zalimlerden olursun.

 

Yüce Allah'ın: "... Rabblerine dua edenleri kovma" ayetinin iniş sebebi şudur: Müşrikler -Selman, Suheyb, Bilal ve Habbab'ı kastederek-: Biz bu gibiler ile oturmaya razı değiliz. Onları yanından kov, dediler ve hususta kendilerine bir yazı yazıp vermesini istediler. Peygamber (s.a.v.) bunu yapmak istedi. Yazmak üzere de Hz. Ali'yi çağırdı. Fakirler kalkıp bir kenara oturdular. Bunun üzerine Yüce Allah da bu ayet-i kerimeyi indirdi. İşte Sa'd (b. Ebi Vakkas), sahih hadiste geçen: Rasulullah (s.a.v.)'ın içinden Allah'ın geçmesini dilediği şeyler geçti, şeklindeki ifadeleriyle buna işaret etmektedir ki, ileride gelecektir. (Bk. el-Kehf, 28. ayetin tefsiri) Peygamber (s.a.v.)'ın böyle bir teklife meyleder gibi olması, onların ve kavimlerinin İslam'a girmelerini ummasından dolayıdır. Diğer taraftan bunun, ashabının elinden herhangi bir imkanı kaçırmayacağını, onların kıymetlerini azaltmayacağını görmüştü. Bu görüşe meyleder gibi olunca, Yüce Allah da bu ayet-i kerimeyi indirerek içinden geçirdiği "onları yanından uzaklaştırmak"tan nehyetti. Yoksa, fiilen onları kovmuş değildir.

 

Müslim, Sa'd b. Ebi Vakkas'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Biz, Peygamber (s.a.v.) ile beraber altı kişi idik. Müşrikler Peygamber (s.a.v.)'a: Bunları yanından kov ki bize karşı bir cesaretleri olmasın, dediler. (Sa'd b. Ebi Vakkas) dedi ki: O sırada da ben, İbn Mes'ud, Huzey kabilesinden bir kişi, Bilal ve şu anda isimlerini hatırlayamadığım iki kişi idik. Rasulullah (s.a.v.)'ın içinden Allah'ın geçmesini dilediği şeyler geçti. Kendi kendisine bu hususta birşeyler belirledi. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah da: "Sırf O'nun vechini (rızasını) dileyerek sabah akşam Rabblerine dua edenleri kovma" ayetini indirdi. 

 

Denildiğine göre, burada geçen "dua etmek"ten maksat, farz namazı cemaatle kılmaya devam etmektir. Bu açıklama, İbn Abbas, Mücahid ve el-Hasen tarafından yapılmıştır. Bundan maksadın zikir ve Kur'an kıraati olduğu da söylenmiştir. Bununla birlikte günün başında ve sonunda duanın kastedilmesi ihtimali de vardır. Böylelikle Allah'ın muvafakiyetini arzu ederek günlerine dua ile başlasınlar, mağfiret talebi ile günlerini dua ile bitirsinler.

 

"Sırf O'nun vechini dileyerek" buyruğundaki "vechi"nden kasıt itaat ve bu itaati O'na ihlasla yapmaktır. Yani, amel ve ibadetlerini Allah için ihlasla yapmak ve bununla başkasına değil de yalnızca O'na yönelmek isteyenler, kastedilmektedir. Şöyle de açıklanmıştır. Vechi bulunmakla vasfedilen, Allah'ı dileyenler diye de açıklanmıştır. Nitekim Yüce Allah başka yerlerde şöyle buyurmaktadır: "Ve celal ve ikram sahibi Rabbinin vechi (zatı) kalır.'' (er-Rahman, 27) Bu da Yüce Allah'ın: "Ve Rabblerinin vechini (rızasını) umarak sabredenler'' (er-Ra'd, 22) buyruğunu da andırmaktadır.

 

Özel olarak, "sabah ve akşam"ın zikredilmesine gelince, genel olarak insanlar bu iki vakitte yoğun bir şekilde işlerle uğraşırlar. Meşguliyeti sırasında ibadete yönelen bir kimse, boş kaldığı zamanlarda daha çok amel eder.

 

Resulullah (s.a.v.) bu buyruğun nazil olmasından sonra; "Sabah akşam Rabblerine sırf O'nun vechini (rızasını) dileyerek dua edenlerle beraber sabret. Dünya hayatının süsünü arzu edip de gözlerin onlardan başkasına kaymasın'' (el-Kehf, 28) buyruğunda, Allah'ın kendisine emrettiği şekilde onlarla beraber bulunurdu. Öncelikle onlar kalkmadıkça kendisi ilk olarak kalkmıyordu. Bu anlamdaki açıklamaları tam ve açıklanmış bir şekilde İbn Mace Süneni'nde Habbab b. el-Eret'ten Yüce Allah'ın: "SırfO'nun vechini dileyerek sabah akşam Rabblerine dua edenleri kovma. .. o takdirde zalimlerden olursun" buyruğu hakkında şunu nakletmektedir: Temimli el-Akra' b. Habis Fezareli Uyeyne b. Hısn geldiler. Rasulullah (s.a.v.)'ı, Suhayb, Bilal, Ammar ve Habbab ile birlikte, mü'minlerden zayıf olanlarının bir bölümü ile oturmakta olduklarını gördüler. Bunları Peygamber (s.a.v.)'ın etrafında görünce, onları küçümsediler. Hz. Peygambere gidip onunla başbaşa kaldılar ve şöyle dediler: Biz, senin bize, arapların bu vesileyle üstünlüğümüzü bilip tanıyacakları özel bir meclis tertiplemeni istiyoruz. Çünkü arapların kafileleri senin yanına gelir, biz de arapların bizleri bu kölelerle birlikte görmelerinden utanırız. O bakımdan biz yanına geldik mi, bunları yanından kaldır, gitsinler. Biz yanından ayrılıp gittik mi, arzu edersen onlarla beraber oturursun. Hz. Peygamber de: "Olur" dedi. Bu sefer onlar: Bu hususta bize bunu yerine getireceğine dair bir belge yaz dediler. (Habbab devamla) der ki: Bir sahife getirilmesini istedi ve Ali (r.a)'ı da biz bir tarafta oturuyorken yazmak üzere çağırdı. Bunun üzerine Cebrail (a.s) inip şöyle dedi: "Sırf O'nun vechini dileyerek sabah akşam Rabblerine dua edenleri kovma. Onların hesabından sana bir şey düşmediği gibi, senin hesabından da onlara birşey düşmez ki onları kovasın. O takdirde zalimlerden olursun." Daha sonra el- Akra b. Habis ile Uyeyne b. Hısn'dan söz ederek şöyle dedi: "Biz böylece onların bir kısmını diğer bir kısmı ile denedık ki: "Allah aramızda bunlara mı lufetti" desinler diye Allah şükredenleri daha iyi bilen değil midir?" (el-En'am 53) Daha sonra şöyle dedi: "Ayetlerimize iman edenler, sana geldiklerinde onlara de ki: Selam sizlere. Rabbiniz kendi üzerine rahmetiyazdı': (el-En'am, 54) (Habbab devamla) der ki: Bunun üzerine biz de ona o kadar yaklaştık ki, dizlerimizi onun dizi üzerine koyduk. Rasulullah (s.a.v.) da bizimle beraber otururdu. Kalkmak istedimi kalkar ve bizi bırakırdı. Bu sefer Yüce Allah: "Sabah akşam Rabblerine sırf Onun rızasını dıleyerek dua edenlerle beraber sabret. Dünya hayatının süslerini arzu edip de gözlerin onlardan başkasına kaymasın"ve onları bırakıp soylularla oturmayasın "kalbine bizi anmaktan yana gaflet verdıgimız" bununla Uyeyne ve Akra'ı kastediyor, ''heva ve heveslerine uymuş, işinde haddini aşmış kimselere de itaat etme "(el-Kehf, 28) buyruğunu indirdi." Burada "haddi aşmak"tan kasıt ise helak olmuş kimse demektir. (Habbab devamla) der ki: Bununla Uyeyne ve Akra'ın durumunu kastetmektedir. Daha sonra kendilerine bu iki adamın misali ile dünya hayatının misalini verdi. Habbab (devamla) der ki: Bunun üzerine biz de Peygamber (s.a.v.) ile otururduk. Nihayet onun kalkıp gideceği vakit gelince, biz de o da kalkıp gitsin diye kalkar ve onu bırakırdık.

 

İbn Mace bu hadisi, Ahmed b. Muhammed b. Yahya b. Said el-Kattan'dan rivayet etmiştir. Ahmed b. Muhammed dedi ki: Bize, Amr b. Muhammed elAnkazi anlattı. Bize, Esbağ es-Süddi'den anlattı. O, Ebu Said el-Ezdi'den -ki, Ezdlilerin en iyi Kur'an okuyucuları idi- o da Ebu'l-Kenud'den, o da Habbab'dan ... diye nakletti.

 

Bunu, ayrıca Sa'd'dan da şöylece rivayet etmektedir: Bu ayet-i kerime biz altı kişi hakkında nazil olmuştur. Benim, İbn Mes'ud'un, Suheyb'in, Ammar'ın, Mikdad ve Bilal'in hakkında. (Devamla) Sa'd dedi ki: Kureyşliler Rasulullah (s.a.v.)'a: Gerçek şu ki biz bunlara tabi olmaya razı olamıyoruz. O bakımdan onları yanından kov, dediler. (Sa'd) dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)'ın kalbine bundan dolayı Yüce Allah'ın girmesini dilediği şeyler girdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "... sabah akşam Rabblerine dua edenleri kovma" ayetini indirdi.

 

Burada "sabah" anlamına gelen kelime, (...) diye de okunmuştur. Yüce Allah'ın izniyle ileride buna dair açıklamalar el-Kehf Suresi'nde (28. ayetin tefsirinde) gelecektir.

 

Yüce Allah'ın: "Onların hesabından sana birşey düşmediğı gibi. .. " buyruğu, onların cezalarından, ihtiyaçlarının karşılanmasından, rızıklarından sana birşey düşmez, demektir. Yani, onların amellerinin karşılığını vermek de rızıklarını vermek de Allah'a aittir. Senin de amelinin karşılığını vermek, rızkını vermek yine Allah'a aittir. O'ndan başkasına değil.

 

Bu buyruktaki ilk (...) teb'ız (kısmılik bildirmek) içindir. İkincisi ise te'kid için fazladan gelmiştir. Aynı şekilde "... gibi, senin hesabından da onlara birşey düşmez" buyruğu da böyledir. Yani, durum böyle olduğuna göre, sen de onlara yönel, onlarla otur, din ve fazilet bakımından onların durumunda olmayan kimselerin hatırına riayet ederek onları kovmaya kalkışma. Böyle birşey yapacak olursan, zalim olursun.

 

Hz. Peygamber kendisinden böyle bir şey vuku bulmasından münezzehtir. Ancak, bu buyruk hükümleri beyan etmekte ve müslümanlar arasından onlardan başka herhangi bir kimseden benzeri bir davranış ortaya çıkmasın diye gelmiştir. Bu buyruk, (bu yönüyle) Yüce Allah'ın: "Eğer şirk koşarsan, andolsun ki, muhakkak amelin boşa çıkar ... "(ez-Zümer, 65) buyruğuna benzemektedir. Yüce Allah onun hiçbir şekilde şirk koşmayacağını ve dolayısıyla amelinin de boşa çıkmayacağını elbetteki biliyordu.

 

''...ki, onları kovasın" buyruğu, hesabın düşmeyeceğini bildiren nefyin cevabıdır. "O takdirde zalimlerden olursun" buyruğunda fiil nehyin cevabının başına gelen "fe" ile nasb edilmiştir. Yani: Rabblerine dua eden kimseleri kovma. O takdirde zalimlerden olursun. Hem senin hesabından onların üzerine birşey düşmez ki onları kovasın. Bu, takdim ve tehire göre ifadelerin dizilişini göstermektedir.

 

Zulüm, asıl anlamı itibariyle, birşeyi olması gereken yerinden başka bir yere koymaktır. Buna dair açıklamalar, yeteri kadar önceden el-Bakara Suresi'nde (35. ayet, 13. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

Bu ayet-i kerimeyle hadis-i şerifin kuvvetle ifadelerinden anlaşıldığına göre; herhangi bir kimsenin makam, mevki ve elbisesi dolayısıyla ta'zim edilmesi yasak olduğu gibi, bir başkasının fakirliği, elbisesinin de kötülüğü dolayısıyla hakir görülmesi de aynı şekilde yasaktır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

En’am 53

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR