ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

EN’AM

18

/

19

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ {18}

 

قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادةً قُلِ اللّهِ شَهِيدٌ بِيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا

الْقُرْآنُ لأُنذِرَكُم بِهِ وَمَن بَلَغَ أَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ أَنَّ مَعَ اللّهِ آلِهَةً أُخْرَى قُل لاَّ أَشْهَدُ قُلْ إِنَّمَا هُوَ إِلَـهٌ وَاحِدٌ وَإِنَّنِي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ {19}

 

18. Kullarının üstünde kahir olandır o. O, hikmeti sonsuz olandır, herşeyden haberdardır.

19. De ki: "Kimin şahidliği en büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah şahiddir. Şu Kur'an bana, onunla; sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam için vahyolundu. Acaba Allah ile birlikte başka ilahların varlığına gerçekten siz mi şahidlik edersiniz?" De ki: "Ben şehadet etmem." De ki: "O, ancak tek bir ilahtır ve ben, muhakkak sizin ortak koştuklarınızdan uzağım.''

 

Yüce Allah'ın: "Kullarının üstünde kahir olandır O" buyruğundaki kahr, galebe demektir. Kahir de galip gelen demektir. Kişi, kahredilen ve zelil kılınanın haline düşürülecek olursa, (...) denilir. Şair de der ki: "Husayn kavminin önder olmasını temenni etti. Ama Husayn, akşamı zelil kılınmış ve kahredilmiş etti."

 

Kahredildi, yenik düşürüldü, mağlüb edildi anlamındadır.

 

"Kullarının üstünde" buyruğunun anlamı ise, onlara kahir olmak ve galip gelmek suretiyle onlardan üstün olmak anlamındaki bir üstünlüktür. Yani onlar, onun müsahhar kılması, emir ve hükmü altındadırlar. Yoksa buradaki üstünlük mekanı anlamdaki bir üstünlük değildir. Nitekim: Sultan raiyesinin üstündedir derken, mevki ve rütbesi itibari ile üstündür anlaşılır. "Kahr" ifadesinde kudrette bulunmayan fazladan bir mana vardır. Kahr, başkasını istediğine ulaşmaktan engellemek demektir. "O" emrinde "hikmeti sonsuz olandır" kullarının yaptıkları amellerinden ve "herşeyden haberdardır." Yani, bu sıfatlara sahip olana hiçbir şekilde şirk koşmamak icabeder.

 

Yüce Allah'ın: "De ki: Kimin şahidliği en büyüktür" buyruğuna gelince, müşrikler, Peygamber (s.a.v.)'a şöyle demişlerdi: Senin Allah'ın Rasulü olduğuna dair lehine kim şahidlik eder. Bunun üzerine bu ayet-i kerime inmişti. Bu, el-Hasen ve başkalarından rivayet edilmiştir.

 

Buradaki "şey (mealde: Kim)" lafzı, Allah'ın ismi makamındadır. Yani, en büyük şahadet Allah'ın şehadetidir. O'nun rububiyetinin tekliği, vahdaniyetine dair deliller, şahidlik itibariyle en büyük ve en muazzamdır. O, benim ile sizin aranızda, benim size tebliğde bulunduğuma, size söylediklerimde ve risalet iddiamda doğru söylediğime dair benimle sizin aranızda şahiddir.

 

"Şu Kur'an bana onunla sizi" ey Mekkeliler "ve her kime ulaşırsa onları" yani Kur'an'ın kendisine ulaştığı her kimseyi "korkutup uyarmam için vahyolundu" yani bu Kur'an-ı Kerim de benim peygamberliğimin şahididir. "Kime ulaşırsa onu" buyruğunda "O" anlamına gelen "he" zamirinin hazfedilmesi, sözün uzamasından dolayıdır.

 

Burada (böyle bir hazf sözkonusu olmayıp) "ergenlik çağına baliğ olan" anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu da ergenlik çağına ulaşmayan kimsenin, şer'i bakımdan muhatap alınmadığına ve ondan ibadetin talep olunmadığına delalettir. Kur'an ve sünnetin tebliğ edilmesi ise, Peygamber (s.a.v.)'ın bunları tebliğ etmekle emrolunduğu gibi, (sair mükelleflerin de) emrolundukları bir şeydir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.)! (el-Maide, 67)

 

Sahih-i Buhari'de Abdullah b. Amr'dan Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Bir ayet dahi olsa benden tebliğ ediniz. İsrail oğullarından da naklediniz. Bunda bir mahzur yoktur. Ama kim kasti olarak aleyhime yalan uydurursa o cehennemdeki yerine hazırlansın." Yine haberde şöyle denilmektedir: Her kime Allah'ın Kitabından bir ayet ulaşacak olursa, o kimseye -ister gereğince amel etsin isterse terk etsin- Allah'ın emri ulaşmış olur.

 

Mukatil de şöyle demiştir: Cinden olsun, insanlardan olsun kime Kur'an ulaşırsa o, onun için bir uyarıcı, korkutucu olur. el-Kurazi der ki: Her kime Kur'an ulaşırsa o, tıpkı Muhammed (s.a.v.)'ı görmüş ve ondan işitmiş gibidir.

 

Ebü Nehik ise, malum bir fiil olarak; "Şu Kur'an'ı bana ... vahyetti" diye okumuştur ki, cemaatin kıraatinin anlamı da budur.

 

"AcabaAllah ile birlikte başka ilahların varlığına gerçekten siz mi şahidlik edersiniz?" Buyruğundaki soru, azarlamak ve başa kakmak içindir. Buradaki "Siz mi?" buyruğu, aslı üzere iki hemze ile okunmuştur. İkinci hemze hafifletilecek olursa; (...) diye okunur. el-Esmai ise, Ebu Amr ve Nafi'den; (...) diye okuduklarını rivayet etmiştir ki, bu da bilinen bir söyleyiştir. İki hemze arasına iki hemze yanyana gelmesi hoş olmadığından dolayı med harfi konulur. Şair der ki: "Ey Celacil ile Nekaa tepesi arasında bulunan yumuşak kumların ceylanı! O, sen misin yoksa Um Salim mi?"

 

(Soru olarak değil de) haber olmak üzere (...): Siz şahidlik edersiniz; şek-

linde okuyanların kıraatine gelince, bu kıraat, onların şirklerinin muhakkak olduğunu kabul etmek şeklinde açıklanır.

 

''Başka ilahlar" denilip de (...): Diğer denilmeyişine gelince, el-Ferra şöyle demektedir: Çünkü ilahlar (anlamındaki; Alihe) çoğuldur. Çoğul hakkında da müennes siga kullanılabilir. Nitekim Yüce Allah'ın şu buyrukları da bu kabildendir: "Güzel isimler yalnız Al lah'ındır. Ona, onlarla dua ediniz"(el-Araf, 180); "De kı: önceki nesillerin hali nedir?" (Ta-Ha, 51). Şayet bunların sonunda müenneslik alameti getirilmeden kullanılacak olsalar (Kur'anın dışındaki konuşmalarda) sahihtir.

 

"De ki: Ben şehadet etmem." Yani ben sizinle birlikte şehadet etmem demektir. "Birlikte"nin hazfedilmesi ise sözün buna delalet etmesinden dolayıdır. Yüce Allah'ın: "Eğer onlar şehadet ederlerse, sen onlarla beraber şa hidlik etme" (el-En'am, 150) buyruğu da buna benzemektedir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

En’am 20

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR