ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

MAİDE

106

/

108

يِا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ حِينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ أَوْ آخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ إِنْ أَنتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الأَرْضِ

فَأَصَابَتْكُم مُّصِيبَةُ الْمَوْتِ تَحْبِسُونَهُمَا مِن بَعْدِ الصَّلاَةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّهِ إِنِ ارْتَبْتُمْ لاَ نَشْتَرِي بِهِ ثَمَناً وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَلاَ نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللّهِ إِنَّا إِذاً لَّمِنَ الآثِمِينَ {106}   فَإِنْ عُثِرَ عَلَى أَنَّهُمَا اسْتَحَقَّا إِثْماً فَآخَرَانِ يِقُومَانُ مَقَامَهُمَا مِنَ الَّذِينَ اسْتَحَقَّ عَلَيْهِمُ الأَوْلَيَانِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّهِ لَشَهَادَتُنَا أَحَقُّ مِن شَهَادَتِهِمَا وَمَا اعْتَدَيْنَا إِنَّا إِذاً لَّمِنَ الظَّالِمِينَ {107}

 ذَلِكَ أَدْنَى أَن يَأْتُواْ بِالشَّهَادَةِ عَلَى وَجْهِهَا أَوْ يَخَافُواْ أَن تُرَدَّ أَيْمَانٌ بَعْدَ

أَيْمَانِهِمْ وَاتَّقُوا اللّهَ وَاسْمَعُواْ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ {108}

 

106. Ey iman edenler! yolculuk halinde iken, ölüm musibeti gelip birinizi bulmuşsa, vasiyyet vaktinde aranızda şahitlik (şöyle olsun): Ya içinizden adalet sahibi iki kişi, yahut sizden olmayan başka iki kişi (şahid) olsun. Haklarında şüpheye düşerseniz, bu iki kişiyi namazdan sonra alıkoyarsınız da, Allah'a şöyle yemin ederler: "Bu iki kişi akraba dahi olsa yeminimizi hiçbir bedele satmayacağız ve Allah'ın şahidliğini gizlemeyeceğiz. O takdirde muhakkak günahkarlardan oluruz."

107. Eğer onların bir vebali hakkettikleri gerçekten ortaya çıkarılırsa, haksızlığa uğrayan (mirasçı)lardan (ölene) en yakın başka iki kişi bunların yerine geçer ve: "Bizim şahidliğimiz o iki kişinin şehadetinden elbette daha doğrudur. Biz aşırı da gitmedik. O takdirde muhakkak zalimlerden oluruz" diye Allah adına yemin ederler.

108. Bu, şahidliği gerektiği şekilde yerine getirmelerine yahut yeminlerinden sonra yeminlerin (mirasçılara) tevcih edileceğinden korkmalarına daha yakındır. Allah'tan korkun ve dinleyin. Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.

 

Bu buyruklara dair açıklamalarımızı yirmiyedi başlık halinde sunacağız:

 

1- Ayetlerin Anlaşılması ve Nüzul Sebepleri:

2- Kur'an-ı Kerimde "Şahidlik" Kelimesinin Kullanıldığı Anlamlar:

3- "Aranızda"ki Şahidliğin Anlamı:

4- Ölümün Gelip Çatması:

5- Vasiyet Zamanı:

6- Şahidlik Yapacak iki Kişinin Niteliği:

7- Zimmet Ehlinin Şahidliği:

8- Yolculuk Halinde Vasıyyet ve Ölümü Hatırlamak:

9- Hapsetmek:

10- Bedeni Haklar Dolayısıyla Hapis:

11- Alıkoyma Hali Namazdan Sonra Olacaktır:

12- Yeminlerin Tağlizi (Ağırlaştırılması):

13- Kendisi Sebebiyle Yemin Teklif Edilecek Miktar:

14- Allah Adına Yemin:

15- Yemin Edecekler Kimlerdir:

16- Vasiyete Şahidlik Edenlere Yemin Ettirmenin Şartı:

17- Ayet-i Kerimedeki Bu Şartın ilgili Olduğu Buyruk:

18- Yakın Akraba Dahi Olsa, Lehine Yalan Yere Yemin Edilemez:

19- Herhangi Bir Menfaat için Şehadet Değiştirilemez:

20- Bedel Ne Demektir

21- Allah'ın Şahidliği:

22- Şahidlerin Günah Hakettikleri Ortaya Çıkarsa:

23- Vebal Hakedenlerin Yerine Geçecek Diğer iki Kişi:

24. Haksızlığa Uğrayanlar:

25- Ölenin Yakınlarının Yapacakları Yemin:

26- Yeminlerin Reddi:

27- Allah'tan Korkup Emirlerine itaat Etmek ve Fasıklardan Olmamak:

 

1- Ayetlerin Anlaşılması ve Nüzul Sebepleri:

 

Mekki -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: Bu üç ayet-i kerime, meanı alimlerince Kur'an-ı Kerimde i'rab, mana ve hüküm bakımından içinden çıkılması en zor (müşkil) ayetlerdendir.

 

İbn Atiyye de der ki: Bu, bu buyrukların tefsiri ile ilgili olarak kalbi rahatlatacak bir kanaate sahip olmayan kimsenin söyleyeceği bir sözdür. Nitekim bu hususun böyle olduğu, Onun -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- kitabından açıkça anlaşılmaktadır.

 

Derim ki: Mekki -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- nin sözünü ettiği bu hususu ondan daha önce Ebu Ca'fer en-Nehhas da aynı şekilde zikretmiş bulunmaktadır. Ben, bu ayet-i kerimelerin, Temim ed-Dari ile, Adiyy b. Bedda dolayısıyla nazil oldukları hususunda herhangi bir görüş ayrılığı bulunduğunu da bilmiyorum. Buhari, Darakutni ve başkalarının rivayetine göre İbn Abbas şöyle demiştir: Temim ed-Dal'ı ile Adiyy b. Bedda Mekke'ye gider gelirlerdi. Onlarla birlikte Sehmoğullarından bir genç de yola çıkmıştı. Hiçbir müslümanın bulunmadığı bir yerde vefat etti. Vasiyetini bu iki kişiye söyledi. Bunlar da gelip onun terikesini, akrabalarına teslim ettiler. Bununla birlikte altın ile sırmalanmış gümüş bir kabı yanlarında alıkoydular. Rasulullah (s.a.v.) her ikisine de: "Bunu saklamadınız ve bundan haberiniz de yoktur" diye yemin (ediniz, deyip yemin) etmelerini istedi. Daha sonra sözkonusu kab, Mekke'de bulununca, (kabı elinde bulunduranlar): Biz bunu Adiyy ile Temim'den satın aldık. Bu sefer, Sehm'li gencin mirasçılarından iki kişi gelerek, bu kabın Sehm'li yakınlarına ait olduğunu söyleyip; bizim şahidliğimiz diğer iki kişinin şahidliğinden daha doğrudur ve biz haksızlık yapmadık, diye yemin ettiler. Bu sefer o kabı aldılar. İşte bu ayet-i kerime bunlar hakkında nazil oldu. Darakutni'nin lafzıyla bu hadis böyledir.

 

Tirmizı'nin rivayetine göre de Temim ed-Darı, şu: "Ey iman edenler! yolculuk halinde iken ... aranızda şahidlik ... " ayeti hakkında şöyle demiştir: Benden ve Adiyy b. Bedda'dan başka bütün insanlar bu ayet-i kerime ile kastedilmiş olmaktan uzaktırlar. -O sırada her ikisi de hıristiyandılar- İslama girmeden önce Şam'a gider, gelirlerdi. Ticaret mallarıyla birlikte Şam'a vardılar. Onların bulundukları yere, Sehmoğullarının Budeyl b. Ebi Meryem adında bir azadlı, yanındaki ticaret mallarıyla birlikte geldi. Beraberinde de kırala vermek istediği gümüş bir kab da bulunuyordu. Ticaret malının en büyük bölümünü de bu teşkil ediyordu. Hastalanınca, vasiyetini bunlara bildirdi ve geriye bıraktığı malları yakınlarına götürmelerini istedi. Temim der ki:

 

Bu genç vefat edince, biz de o kabı alıp bin dirheme sattık. Sonra da ben ile Adiyy b. Bedda onu aramızda paylaştırdık. Akrabalarının yanına geldiğimizde beraberimizde bulunan ne varsa onlara verdik. Eşyaları arasında o kabı bulamayınca bize ne olduğunu sordular, biz de bunlardan başka birşey terketmedi, bize bundan başka birşey vermedi, dedik. Temim (devamla) der ki:

 

Rasulullah (s.a.v.)'ın Medine'ye gelişinden sonra, ben İslama girince, bu olaydan dolayı günah kazandığım kanaati bende uyandi. Yakınlarının yanına gidip onlara durumu bildirdim ve kendilerine beşyüz dirhem ödedim. Öbür arkadaşımın yanında da bu kadar bir meblağ bulunduğunu onlara haber verdim. Adamı alıp Rasulullah (s.a.v.)'ın yanına götürdüler. O da kendilerinden delil göstermelerini istedi fakat bir delil bulamadılar. Hz. Peygamber, bu sefer onlara kendi din mensupları nezdinde ağır bir yemin olarak kabul edilecek sözlerle ona yemin ettirmelerini emretti. Adam da yemin edince, Yüce Allah da: "Ey iman edenler! Yolculuk halinde iken ... sonra yeminlerin (mirasçılara) tevcih edileceğinden korkmalarına daha yakındır" buyruğuna kadar olan ayetler nazil oldu. Bu sefer, Amr b. el-As ile onlardan bir başka kişi kalkıp yemin ettiler ve böylelikle Adiyy b. Bedda'nın elinden de beşyüz dirhem alınmış oldu.

 

Ebu İsa (et-Tirmizi) der ki: Bu, garip bir hadistir. Senedi sahih değildir. el-Vakidı'nin naklettiğine göre, bu üç ayet-i kerime Temim ve arkadaşı hakkında nazil olmuştur. İkisi de hıristiyandılar. Mekke'ye ticaret yaparlardı. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye hicret edince, Amr b. el-As'ın azadlısı İbn Ebi Meryem de Şam'a ticarete gitmek kastıyla Medine'ye geldi. O da Temim ve arkadaşı Adiyy ile birlikte yola koyuldu, dedikten sonra hadisin geri kalan bölümlerini nakletti.

 

en-Nekkaş da şunları zikretmektedir: Bu ayet-i kerime, el-As b. Vail es-Sehmı'nin azadlısı Budeyl b. Ebi Meryem hakkında nazil olmuştur. Bu kişi, Necaşı topraklarına (Habeşistan'a) deniz yoluyla yolculuğa çıkmıştı. Beraberinde de hıristiyan iki kişi vardı. Bunlardan biri Lahim'li olup Temim adında, diğeri ise Adiyy b. Bedda adında idi. Gemide oldukları sırada Budeyl öldü. Onu tutup denize attılar. Vasiyetini de yazdıktan sonra eşyası arasına bırakmış ve: Bu eşyayı yakınlarıma götürünüz demişti. Budeyl'in ölümünden sonra ona ait malları aldılar ve malları arasından beğendiklerini aldılar. Bu aldıkları arasında da üç miskal ağırlığında ve altın suyu ile nakş edilmiş bir gümüş kab da vardı ... dedikten sonra hadisin geri kalan bölümünü zikretti.

 

Bunu da Süneyd nakletmiş ve şöyle demiştir: Şam'a vardıklarında Budeyl vefat etti. Budeyl müslüman idi ... diyerek hadisi aktardı.

 

2- Kur'an-ı Kerimde "Şahidlik" Kelimesinin Kullanıldığı Anlamlar:

 

Şanı Yüce Allah'ın: "Aranızda şahidlik ... " buyruğunda geçen "şehadet" lafzı, şanı Yüce Allah'ın Kitabında çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Bunlardan birisi Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Erkeklerinizden iki şahidi şahid tutun. "(el-Bakara, 282) Denildiğine göre, burada "şahid tutun" buyruğu, hazır bulundurun anlamındadır. (...): Şahid oldu, kelimesinin bildirdi anlamına kullanılması da bu kabildendir ki, bu anlamda kullanılışını Ebu Ubeyde ifade etmiştir. Şanı Yüce Allah'ın: "Allah, kendisinden başka ilah olmadığına şahidlik etti" (Al-i İmran, 18) buyruğu gibi.

 

Bir anlamı da; ikrar etti, şeklindedir. Yüce Allah'ın: "Melekler de şahidlik ederler" (en-Nisa, 66) buyruğunda olduğu gibi.

 

Bir diğer anlamı da hüküm verdi şeklindedir. Yüce Allah: "Ve onun yakınlarından bir şahid şahidlik etti" (Yusuf, 26) buyruğunda olduğu gibi.

 

Bir diğer anlamı da; yemin etti, şeklindedir. Lian'da olduğu gibi. Vasiyet etti, anlamında da kullanılmıştır. Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler ... aranızda şahidlik" buyruğunda olduğu gibi. Burada; vasiyet için hazır bulunmak anlamında olduğu da söylenmiştir. Mesela, filan kişinin vasiyetinde şahid oldum. Yani, hazır bulundum, denilir.

 

Taberi, şehadetin yemin anlamına olduğu kanaatindedir. Bu durumda buyruğun anlamı şöyle olur: Aranızdaki yemin, iki kişinin ... yemin etmesi şeklindedir. O, buradaki şahidliğin lehine şahidlik eden kişi için yerine getirilen bir şahidlik olmadığına; şahidin yemin etmesi gereken Allah'ın herhangi bir hükmünün olduğunun bilinmemesini delil göstermiştir. el-Kaffal de bu görüşü tercih etmiştir. Yemine şehadet anlamının verilmesi ise, şahidlikle sabit olduğu gibi, yemin ile de hükmün sabit oluşundan dolayıdır. İbn Atiyye'nin tercihine göre ise buradaki şehadet, bellenilip öğrenilen ve eda edilen (ifa edilen, yerine getirilen) şehadettir. Buradaki şehadetin hazır bulunmak ve yemin etmek anlamına gelebileceği görüşünü de zayıf kabul etmektedir.

 

3- "Aranızda"ki Şahidliğin Anlamı:

 

Yüce Allah'ın: "Aranızda" buyruğunun, (...) anlamında olup, bundan (...)'ın hazf edilip "şahidlik"in zarfa izafe edilmesi, bunun sonucunda da hakikat anlamında isim olarak kullanıldığı söylenilmiştir. İşte bu, nahivciler tarafından "el-mef'ul ale's-sia" diye adlandırılır. Şairin şu mısraında olduğu gibi: "Ve bir gün ki, biz ona (onda; Kays-ı Aylan'a mensub iki kabile olan) Süleym ve Amir'i de gördük."

 

Şair burada; biz onda ... gördük, demek istemiştir. Yüce Allah da Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Hayır, sizin gece gündüz hilekarlığınız ... "(Sebe', 33) Gece ve gündüz vakitlerinde yaptığınız hilekarlıklar. .. anlanımdadır. Yine şair şöyle demiştir: "Bana düşmanlık eden kiminle karşılaşırsan Onu affedersin; beni de gözünün önünde görüyorsun işte."

 

Şair burada (...) demek istemiştir.

 

Fakat bu edat hazfedilmiştir. Şanı Yüce Allah'ın: "İşte bu, benimle senin ayrılışımızdır'' (el-Kehf, 78) buyruğu da (...) anlamındadır.

 

4- Ölümün Gelip Çatması:

 

Yüce Allah'ın: "Gelip çattığı zaman" buyruğu; gelme vakti yaklaştığı zaman, anlamındadır. Yoksa, ölüm fiilen hazır olduğu takdirde, ölen bir kimse şahid tutamaz. Bu da Yüce Allah'ın şu buyruklarını andırmaktadır: "Kur)an okuduğun vakit Allah)a sığın'' (en-Nahl, 98); "Kadınları boşadığınızda ... boşayın.'' (et-Talak, 1) Buna benzer buyruklar da pek çoktur.

"Zaman" da amil olan "Şahidlik" anlamındaki mastardır.

 

5- Vasiyet Zamanı:

 

Yüce Allah'ın: "Vasiyet vaktinde ... iki kişi" buyruğunda; "Vaktinde" zaman zarfıdır. Bundaki amil de; (...): Gelip çattı" fiilidir. "İki kişi" buyruğu ise, mutlak olarak iki şahsın şahitliğini gerektirmekle birlikte, şahid tutulacakların iki erkek olmasının istendiği ihtimali de vardır. Şu kadar var ki, bundan sonra Yüce Allah'ın; "Adalet sahibi" buyurması, artık iki erkeğin şahidlik etmesini murad ettiğini açıklamaktadır. Çünkü, ancak erkek (müzekker) için kullanılabilen bir lafızdır.

 

Nitekim: ".....li, sahibi" edatı da ancak müennesler için kullanılabilir. "İki kişi"nin merfu' gelmesi ise, "Şahidliği" anlamındaki mübteda olan kelimenin haberi olduğundan dolayıdır. Ebu Ali ise der ki: (...): Şahidlik kelimesi, mübteda olarak merfu'dur. Haber ise Yüce Allah'ın: "İki kişi" buyruğunda yer almaktadır.

 

ifadenin takdiri de şöyledir: "Vasiyetlerinizde, aranızdaki şahidlik, iki kişinin şahidliğidir." Burada, muzaf hazf edildikten sonra, muzafun ileyh onun yerine kullanılmıştır. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Onun hanımları ise anneleridir." (el-Ahzab, 6) Yani, anneleri gibidir.

 

(...) ile merfu' olması da mümkündür. İfadenin takdiri de şöyle olur: "Size indirilen buyruklar arasında da ... şahidlik etmesidir. Veya sizden şahidlik yapacak iki kişi bulunsun veya iki kişi şahidlik etsin," şeklinde de olabilir.

 

6- Şahidlik Yapacak iki Kişinin Niteliği:

 

Yüce Allah'ın: "İçinizden adalet sahibi ... " buyruğundaki; "Adalet sahibi" buyruğu, "İki kişi"nin sıfatıdır. "İçinizden" kelimesi ise, sıfattan sonra gelmiş ikinci bir sıfattır. Diğer taraftan Yüce Allah'ın: "Yahut sizden olmayan başka iki kişi" buyruğu ise: Yahut, sizden olmayan başka iki kişinin şahidliği anlamındadır. Buna göre "Sizden olmayan" ve "sizden başkasından" ifadeleri, "başka" kelimesinin sıfatı olmaktadır. İşte bu ayet-i kerimede müşkil (içinden çıkılamaz) görülen bölüm budur. Bu hususta tahkik sonucu söylenebilecek de şudur; İlim adamları bu hususta üç farklı görüş ortaya atmışlardır:

 

1- Yüce Allah'ın: "İçinizde" anlamındaki buyruğunda yer alan "kaf ve mim", müslümanlara ait bir zamirdir. "Yahut sizden olmayan başka iki kişi" buyruğunda ise, kafirlere aittir. Buna göre kitab ehlinin müslümanlara karşı şahidliği, vasiyet ile ilgili olması halinde, yolculukta caizdir. İlgili hadislerin bu konuda belirledikleri ile birlikte, ayetin akışından anlaşılması daha uygun olan da budur. Bu, Yüce Allah'ın buyruklarının indirilişine tanık olan ashab-ı kiramdan üç kişinin de görüşüdür; Ebu Musa el-Eş'arı, Abdullah b. Kays ve Abdullah b. Abbas.

 

Bu görüşe göre ayetin baştan sona kadar anlamı şöyle olur: Yüce Allah, ölümünün yaklaşması halinde vasiyette bulunana karşı yapılacak şahidliğe dair hükmünün adil iki kişinin şahid tutulması ile gerçekleşeceğini haber vermektedir. Eğer kişi, yolculukta bulunup, yanında mü'minlerden herhangi bir kimse yoksa, bu sefer yanında hazır bulunan kafirlerden iki kişiyi şahid tutsun. Bu iki kişi yolculuklarından dönüp, onun vasiyetine dair şahidliklerini eda (ifa) edecek olurlarsa, namazdan sonra yalan söylemediklerine, hiçbir değişiklik yapmadıklarına ve yaptıkları şahidliklerinin gerçek olduğuna, şahidlikten hiçbir şeyi gizlemediklerine dair yemin ederler ve onların bu şahidlikleri gereğince hüküm verilir. Şayet bundan sonra, onların yalan söyledikleri veya hainlik ettikleri, ya da bunun gibi günah olan herhangi bir durumları tesbit edilecek olursa, bu sefer yolculukta iken vasiyette bulunan kişinin velilerinden iki kişi yemin ederler, o takdirde şahidlik yapan iki kişi, aleyhlerine olan durumun (yaptıkları hainliğin), ortaya çıkmasının tazminatını öderler.

 

Ebu Musa el-Eş'ari, Said b. el-Müseyyeb, Yahya b. Ya'mer, Said b. Cübeyr, Ebu Miclez, İbrahim, Şüreyh ve Abıde es-Selmanı ile İbn Sirın, Mücahid, Katade, es-Süddi, İbn Abbas ve diğerlerinin görüşlerine göre ayet-i kerimenin anlamı budur.

 

Fukahadan Süfyan es-Sevri de bu görüştedir. Ayrıca, bu görüşü benimseyenlerin çokluğu dolayısıyla Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam da bu görüşe meyl etmiştir. Ahmed b. Hanbel de bu görüşü tercih ederek şöyle demiştir: Yolculukta müslümanların bulunmaması halinde, müslümanlar hakkında zimmet ehlinin şahidliği caizdir. Hepsi de buradaki "içinizden" buyruğu ile mü'minlerin, "sizden olmayan" buyruğu ile de kafirlerin kastedildiğini söylemişlerdir.

 

Kimisi de şöyle demektedir: Bunun böyle oluşu, ayet-i kerimenin indiği sırada Medine dışında herhangi bir yerde hiçbir mü'minin bulunmadığı dönemde oluşu dolayısıyladır. Mü'minler o sırada, kitab ehli, puta tapıcılar ve çeşitli kafirler ile yol arakadaşlığı yaparak ticaret yapmak üzere yolculuğa çıkarlardı. Ebu Musa, Şureyh ve diğerlerinin görüşlerine göre ayet -i kerime muhkemdir.

 

2- Yüce Allah'ın: "Yahut içinizden olmayan başka iki kişi" buyruğu nesh olmuştur, Bu, Zeyd b. Eslem, Nehai, Malik, Şafii, Ebu Hanife ve onların dışında birtakım fakihlerin görüşüdür. Ancak, Ebu Hanife bu hususta bunlara muhalefet ederek şöyle demektedir: Kafirlerin birbirleri hakkındaki şahidlikleri caizdir, ama müslümanlar hakkında caiz değildir.

 

Bu görüşü savunanlar Yüce Allah'ın şu buyruklarını delil gösterirler: "Şahidlerden razı olacağınız kimseler arasından ... "(el-Bakara, 282); "içinizden adalet sahibi iki kişiyi şahid bulundurun. "(et-Talak, 2) İşte bu görüşü savunanlar, deyn (borçlanma ile ilgili 2/282) ayetinin son nazil olan ayetlerden olduğunu ve bu ayet -i kerimede de: "Şahidlerden razı olacağınız kimselerden" buyruğunun yer aldığını, o halde bu buyruğun (tefsiri yapılmakta olan) bu ayet-i kerimedeki şahidliği nesh edici olduğunu ileri sürmüşlerdir. Çünkü, bu ayet-i kerimenin nazil olduğu günlerde Medine dışında İslam yoktu. Bundan dolayı kitab ehlinin şahidliği caiz görülmüştü. İslam ise bugün yeryüzünün her tarafında yaygındır. O bakımdan da kafirlerin şahidliği sakıt olmuştur. Diğer taraftan müslümanlar, fasıkların şahidliğinin caiz olmayacağını icma ile kabul etmişlerdir. Kafirler ise fasıklar arasındadırlar. O bakımdan şahidlikleri caiz olamaz.

 

Derim ki: Sözünü ettiğiniz şeyler doğrudur. Ancak bizler, bu buyruğun gereği ne ise o görüşü benimseyerek, müslümanın bulunmaması şartına bağlı olmak üzere, zaruret dolayısıyla özel olarak yolculuk halindeki vasiyette, zimmet ehlinin müslümanlar hakkındaki şahidliğinin caiz olduğunu söylüyoruz. Ancak, bu durumda eğer şahidlik yapacak müslüman varsa, zimmet ehlinin şahidliği olmaz. Kur'an'ın indirilişine tanık olan hiçbir kimseden sizin iddia ettiğiniz neshe dair bir rivayet gelmiş değildir. üstelik, birinci görüşü, ashab-ı kiramdan üç kişi ifade etmiştir. Bunun dışındaki diğer görüşlerde bu durum yoktur. Ashab-ı kirama muhalefet edip başkalarının görüşlerini kabul etmeyi ise, ilim ehli olan kimseler reddederler. Ayrıca bunu şu husus da pekiştirmektedir. el-Maide Süresi Kur'an-ı Kerim'in son inen süreleri arasındadır. Hatta, İbn Abbas, el-Hasen ve başkaları şöyle demektedir: el-Maide süresinde mensuh bir hüküm yoktur. Sizin nesh iddianız ise sahih değildir. Çünkü, nesh iddiasının kabul edilebilmesi için neshedici buyruğun sonradan inmiş olduğu tesbit edilmekle birlikte, nasih ile mensühun bir arada mütaala edilmesine imkan olmayacak şekilde nasihin de tesbit edilmesi kaçınılmazdır. O bakımdan bunların sözünü ettikleri buyrukların neshedici olması doğru olamaz. Çünkü, sözü geçen ve neshedici olduğu belirtilen buyruklar, vasiyet ile ilgili -ve ihtiyaç ve zorunluluk hali ile alakalı- bir olayın dışındaki bir olay hakkında inmiştir. Zaruret hallerinde ise hükmün farklılığı olmayacak birşey değildir. Ayrıca şahid tutulan kafir, belki de müslüman nezdinde güvenilir ve zaruret halinde şahidliği kabul olunabilecek bir kimse olarak da görülebilir. Buna göre, bunların söylediklerine göre, neshedici bir buyruk bulunmamaktadır.

 

3- Ayet-i kerimede nesh sözkonusu değildir. Bu görüş de ez-Zührı, el-Hasen ve İkrime'ye aittir. Buna göre, Yüce Allah'ın: "İçinizden" buyruğu, aşiretinizden ve yakınlarınızdan demek olur. Çünkü bunlar, vasiyeti daha iyi beller, daha iyi tesbit ederler ve unutma ihtimalleri daha uzaktır. Buna karşılık: "Yahut sizden olmayan başka iki kişi" buyruğu da, akraba ve aşiretinizden olmayan diğerleri demek olur.

 

en-Nehhas der ki; Bu görüş, arapçada oldukça incelikli, anlaşılması zor bir hususa dayalıdır. Bu da; "Başka, diğer" kelimesinin arapçadaki anlamının birincisinin türünden olması ile ilgilidir. Mesela: "Bir kerim kişiye ve ondan başka bir diğer kerime uğradım" denilir. Bu durumda, buradaki "başka, diğer" kelimesi ikincisinin, birincisinin türünden olduğuna delalet etmektedir. Arapça dil bilginlerine göre, bir kerim kimseye uğradım ve bir diğer cimriye uğradım demek mümkün değildir. Yine, bir adama uğradım, ve bir başka şeye uğradım da denilmez. İşte bu bakımdan Yüce Allah'ın: "Yahut sizden olmayan başka iki kişi" buyruğunun, yani adaletli iki kişi anlamına gelmesini gerektirmektedir. Kafirler ise hiçbir şekilde adaletli olamazlar. İşte bu görüşe göre: "Sizden olmayan" buyruğunu müslümanlar arasından ama aşiretinizden olmayan diye açıklayanların görüşlerinin doğru olduğunu ortaya koyar.

 

Bu, dil bakımından güzel bir anlam ve inceliktir. Hatta bu Malik'in ve onun görüşünü kabul edenlerin lehine delil de olabilir. Çünkü onlara göre "sizden olmayan" buyruğunun anlamı, kabilenizden olmayan şeklindedir. Bununla birlikte bu görüşe, ayetin başında: "Ey iman edenler" diye hitab edildiği ve mü'minler topluluğuna böylelikle seslenildiği belirtilerek itiraz olunmuştur.

 

7- Zimmet Ehlinin Şahidliği:

 

Ebu Hanife bu ayet-i kerimeyi, kafirlerden olan zimmet ehlinin kendi aralarındaki şahidliklerinin caiz oluşuna delil göstermiş ve şöyle demiştir: Yüce Allah'ın: "Yahut sizden olmayan başka iki kişi" buyruğunun anlamı, dininize mensub olmayan başka iki kişi demektir. İşte bu da onların birbirleri hakkındaki şahidliklerinin caiz oluşuna delalet etmektedir.

 

Ebu Hanife'ye şöyle denilir: Sen bu ayetin muktezası gereğince görüş belirtmiyorsun. Çünkü, ayet-i kerime, zimmet ehlinin müslümanlar hakkındaki şahidliğinin kabul edilmesi ile ilgili olarak nazil olduğu halde sen bunu kabul etmemektesin. O halde bu ayeti delil göstererek bu görüşü ileri sürmen doğru olamaz.

 

Denilse ki: Bu ayet-i kerime, mantık yoluyla zimmet ehlinin müslümanlar hakkındaki şahidliğinin kabul edilmesinin caiz olduğuna delalet ettiği gibi, tenbihi (dikkat çekmesi) yoluyla da zimmet ehlinin, yine zimmet ehli hakkındaki şahidliklerinin kabul edilmesine delalet etmektedir. Çünkü, onların müslümanlar hakkındaki şahidliği, kabul edildiğine göre, zimmet ehli hakkındaki şahidliklerinin kabulu öncelikle sözkonusudur. Diğer taraftan delil, onların müslümanlar hakkındaki şahidliklerinin batıl olacağına delalet etmektedir. O halde geriye zimmet ehlinin, kendileri gibi kimseler hakkındaki şahidlikleri olduğu gibi kalmaktadır.

 

Ancak, bu görüşün hiçbir kıymeti yoktur. Zira, zimmet ehlinin, yine zimmet ehli hakkındaki şahidliklerinin kabul edilmesi, onların müslümanlar hakkındaki şahidliklerinin kabul edilmesinin bir fer'i durumundadır. Zimmet ehlinin müslümanlar hakkındaki şahidliğinin kabul edilmesi -ki, asıl budurbatıl kabul edildiğine göre, zimmet ehlinin, zimmet ehli hakkındaki şahidliğinin -bu da bu aslın fer'i durumundadır- batıl olması daha uygun ve daha bir yerindedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

8- Yolculuk Halinde Vasıyyet ve Ölümü Hatırlamak:

 

Yüce Allah'ın: "Yolculuk halinde iken" buyruğunda şu takdirde hazfedilmiş ifadeler vardır: "Yolculuk halinde iken sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman" siz de kendi kanaatinizce adaletli olduğunu zannettiğiniz iki kişiye vasiyette bulunup da beraberinizde bulunan malı kendilerine teslim ettikten sonra ölürseniz, bu iki kişi de sizin bıraktığınız terikeyi alıp mirasçılarınıza götürseler ve mirasçılar bu iki kişinin durumu hakkında şüpheye düşüp hainlik ettikleri iddiasında bulunacak olurlarsa, hüküm şudur: Bu iki kişiyi namazdan sonra alıkoyarsınız. Yani, onlardan teminat alırsınız ...

 

Yüce Allah'ın bu ayet-i kerimede "ölüm"ü "musibet" diye adlandırması ile ilgili olarak ilim adamlarımız şöyle demektedir: Ölüm, her nekadar büyük bir musibet ve oldukça ağır bir darbe ise de, ölümden gafil olmak ondan daha büyük bir musibettir. Ölümü hatırlamaktan yüzçevirmek, onun üzerinde düşünmeyi terketmek, ölüm dolayısıyla ameli terk etmek, bundan daha büyük bir musibettir. Şüphesiz ibret almak isteyen kimseler için yalnızca ölümde bile ibret, düşünmek istiyenler için üzerinde düşünülecek bir çok hususlar vardır. Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Eğer hayvanlar, sizin ölüm hakkında bildiklerinizi bilecek olsalardı, onlardan semiz tek bir hayvan yiyemezdiniz."

 

Nakledildiğine göre, bedevi arabın birisi devesi üzerinde yol almaktaymış.

Deve ölü olarak yere yıkılınca, bedevi de üzerinden inmiş. Etrafında dolaşıp durumu hakkında tefekkür etmeye ve şöyle demeye koyulmuş? Sana ne oldu da ayağa kalkamıyorsun. Sana ne oldu da hareket edemiyorsun? İşte azaların olduğu gibi eksiksiz duruyor. Organların sapasağlam. Ne oldu sana? Halin ne? Seni ayakta tutan neydi? Seni hareket ettiren neydi? Seni yere yıkan ne oldu? Seni hareket etmekten alıkoyan ne? Sonra da durumu hakkında düşünerek bu durumundan hayret içerisinde devesini bırakıp gitti.

 

9- Hapsetmek:

 

Yüce Allah'ın: "Bu iki kişiyi ... alıkoyarsınız" buyruğu hakkında Ebu Ali şöyle demektedir: Bu kelime, "Başka iki"nin sıfatıdır. Sıfat ile mevsuf arasına da Yüce Allah'ın: "Haklarında şüpheye düşerseniz ... " buyruğu araya girmiştir. (Ancak, mealde bu durum nazar-ı itibara alınmıştır).

 

Bu ayet-i kerime, üzerinde herhangi bir hakkı ödemesi vacib olanın hapsedilmesinde asli bir dayanak teşkil etmektedir.

 

Haklar ise iki kısımdır: Bazı hakların acilen elde edilmesi, bazı hakların ise, ancak daha sonra tahsil edilmeleri mümkündür. Eğer, üzerinde hak bulunan kişi serbest bırakılacak olursa, gözden kaybolur, saklanır, böylelikle hak batıl olur ve ortadan kalkabilir. O halde, bu hakkın yerine getirilmesinden emin olmak, bunun için işi sağlama almak kaçınılmazdır. Bu ise, ya o hakkın bir ivazı olan bir şeyi almakla mümkün olur, buna da rehin adı verilir, ya da hakkın ve alacağın talebi hususunda onun yerini tutacak bir başka kişi vasıtasıyla gerçekleşir ki, buna da kefil denilir. Bu da birincisinden daha aşağı bir mertebededir. Zira kefilin de diğeri gibi ortadan kaybolması ve öbürü gibi bulunamaması mümkündür. Ancak, bundan daha fazla birşey yapmaya imkan da yoktur. Şayet bu iki belgeleme yoluna da imkan bulunmazsa, geriye üzerinde hak bulunanın hapsedilmesi suretiyle işi sağlama almaktan başka bir yol kalmaz. Bu durumda üzerinde hak bulunan kişi üzerindeki hakkı ödeyeceği veya ödeme zorluğu çektiği anlaşılacağı vakte kadar devam eder.

 

10- Bedeni Haklar Dolayısıyla Hapis:

 

Şayet hak, hadler ve kısas gibi bedeli kabil olmayan bedeni bir hak olur da, onun acilen tahsil edilmesi mümkün değilse, böyle bir durumda üzerinde hak bulunan kimseyi hapsetmekle işi sağlama bağlamaktan başka bir yol kalmaz. İşte bu hikmet dolayısıyla haps (tutukluluk) meşru görülmüştür. Ebu Davud, Tirmizi ve diğerlerinin rivayetlerine göre, Behz b. Hakim babasından, o da dedesinden, Peygamber (s.a.v.), bir itham dolayısıyla birisini hapsetmiştir.

 

Ebu Davud'un rivayetine göre de, Amr b. eş-Şirı-id babasından, o, Rasulullah (s.a.v.)'dan şöyle dediğini nakletmektedir: "Ödeme imkanı bulan kimsenin savsaklaması, onuh ırzını şeref ve haysiyetinin zedelenmesini ve cezalandırılmasını helal kılar." İbnü'l-Mübarek der ki: Irzının helal olması; ona ağır ve kaba sözler söylenmesi, cezalandırılması ise, üzerindeki hak dolayısıyla hapsedilmesidir. el-Hattabi de der ki: Hapis iki türlüdür. Ceza olarak hapis ve durumun ortaya çıkarılması kastıyla hapis (tutuklama). Buna göre ceza, ancak ödenmesi gereken bir hak halinde sözkonusu olur. Bir itham dolayısıyla hapse gelince, böyle bir hapis, ithamın arkasındakinin (gerçeğin) ortaya çıkarılması içindir.

 

Yine rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber, itham dolayısıyla bir kişiyi bir süre hapsettikten sonra serbest bırakmıştır.

 

Ma'mer, Eyyub'dan, o, İbn Sirin'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Şureyh, bir kişi aleyhine bir hak (ödemesi) hükmünü verecek olursa, kendisi yerinden kalkıncaya kadar o kişinin mescidde alıkonulmasını emrederdi. Eğer başkasının üzerindeki hakkını ödeyecek olursa onu serbest bırakırdI. Aksi takdirde hapse götürülmesini emrederdi.

 

11- Alıkoyma Hali Namazdan Sonra Olacaktır:

 

Yüce Allah'ın: "Bu iki kişiyi namazdan sonra alıkoyarsınız" buyruğundaki "namaz"dan kasıt, ikindi namazıdır. İlim adamlarının çoğunluğu böyle demiştir. Çünkü, çeşitli din sahipleri bu vakti ta'zim eder, bu vakitte yalan söylemekten, yalan yere yemin etmekten çekinirler.

 

el-Hasen öğle namazıdır derken, bunun, herhangi bir namaz olduğu da söylenmiştir. Şahidlikte bulunan kişiler, kafir iki kişi olduklarına göre, kendi namaz vakitlerinden sonra hapsedilirler, de denilmiştir. Bu görüş, es-Süddi'ye attir.

 

Yine denildiğine göre, bu alıkoymanın namazdan sonra olmasının şart koşulmasındaki fayda, vakti ta'zim etmek ve bu suretle şahidlikte bulunacakları korkutmaktır. Çünkü melekler o vakitte (ikindi vaktinde) hazır bulunurlar. Sahih hadiste de şöyle denilmektedir: "Her kim ikindiden sonra yalan yere yemin edecek olursa, Yüce Allah'ın huzuruna -Allah, kendisine gazab etmiş olduğu halde- çıkar."

 

12- Yeminlerin Tağlizi (Ağırlaştırılması):

 

Bu ayet-i kerime, yeminlerin tağlizinde asli bir dayanaktır. Tağliz ise, dört şeyle gerçekleşir:

 

1. Sözünü ettiğimiz şekilde zaman ile

2. Mescid ve minber gibi mekan ile. Bu hususta Ebu Hanife ve arkadaşları muhalif kanaattedir. Çünkü onlar şöyle derler: Herhangi bir kimsenin Peygamber (s.a.v.)'in minberi yanında veya Rükn-ı Haceri ile Makam-ı İbrahim arasında ister az ister çok bir şey için yemin ettirilmesine gerek yoktur. Buhari -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle bir başlık açmakla bu görüşü benimsemiş görünmektedir: "Müddea aleyh, yemin etmesi üzerine nerede vacib olmuşsa orada yemin eder ve bir yerden başka bir yere gönderilmez."

 

Malik ile Şafii ise şöyle demektedirler: Kasame yeminlerinde bulunacak kimseler -Mekke çevresinde bulunuyorlarsa- Mekke'ye getirilir ve bunlar Rükün ile Makam arasında yemin ederler. Medine çevresinde bulunanlar da Medine'ye getirilir, minber üzerinde yemin ederler.

 

3. Durum ile yeminin ağırlaştırılması: Mutarrif ile İbnü'l-Macişun ve Şafii'nin kimi arkadaşlarının rivayetlerine göre kişi, ayakta yüzünü kıbleye çevirmiş olarak yemin eder. Zira böyle bir yemin kişiyi (yalan söylemekten) daha bir alıkoyar ve engeller.

İbn Kinane: Oturarak yemin eder, der. İbnü'l-Arabi de şöyle demektedir:

 

Benim kanaatime göre, bu hususta hakkında nasıl hüküm verilirse öyle yemin eder. Eğer, ayakta yemin etmesine hüküm verilmişse ayakta, oturarak yemin etmesine hüküm verilmişse oturarak yemin eder. Zira, ne herhangi bir rivayette, ne de aklen, ayakta ya da oturarak yemin etmenin nazar-ı itibara alınacağına dair herhangi bir şey sabit olmuş değildir.

 

Derim ki: Kimi ilim adamı, Alkame b. Vail'in babası yoluyla naklettiği hadiste yer alan: "Yemin etmek üzere gitti" sözünden, ayakta yemin etme gerektiği sonucunu çıkartmışlardır. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. Sözkonusu bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

 

4. Lafız ile tağliz (yeminin ağırlaştırılması): Bazıları, yalnızca billahi (Allah adına) denilerek yemin edileceğini ve buna ayrıca birşey eklenmeyeceğini kabul etmişlerdir. Çünkü, Yüce Allah: "Allah'a şöyle yemin ederler" diye buyurmaktadır. Yine Yüce Allah'ın: ''De ki, Rabbim hakkı için evet" (Yunus, 53); "Allah'a yemin ederim ki, muhakkak putlarınız için bir tuzak hazırlayacağım" (el-Enbiya, 57) Hz. Peygamber "Kim yemin edecekse, ya Allah adına yemin etsin, yahut sussun." diye buyurması ile adamın: "Allah'a yemin ederim bunlara birşeyeklemem" demesi, bunu gerektirmektedir.

 

Malik der ki: Kişi, "kendisinden başka ilah bulunmayan Allah adına yemin ederim ki onun benden alacak bir hakkı yoktur. Hakkımdaki iddiaları batıldır" diye yemin eder. Bu görüşüne delil ise, Ebu Davud'un kaydettiği şu rivayettir: Bize Müsedded anlattı dedi ki: Bize, Ebu'l-Ahvas anlattı, dedi ki: Bize, Ata b. es-Saib anlattı dedi ki: Ebu Yahya'dan, o, İbn Abbas'tan, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu nakletti: -Kendisine yemin teklif eden adama- dedi ki: "Kendisinden başka ilah olmayan Allah adına onun sende hiçbir hakkının bulunmadığına dair yemin et." Yani, müddainin (davacının) sende bir hakkı bulunmadığına dair (yemin et!) Ebu Davud dedi ki: Ebu Yahya'nın adı Ziyad'dır. Kufelidir, güvenilir ve sağlam bir ravidir.

 

Kufeliler ise şöyle derler: Yalnızca Allah adına yemin eder. Şayet hakim onun itham altında olduğunu kabul ederse, yeminini ağırlaştırır. O takdirde kendisinden başka ilah bulunmayan, gizliyi ve açığı bilen rahman ve rahim olup açığı nasıl biliyorsa gizliyi de öyle bilen, gözlerin hain bakışını, kalplerin gizlediklerini dahi bilen Allah adına yemin etmesini ister.

 

Şafii mezhebine mensub ilim adamları, ayrıca Mushafa el basarak yeminin ağırlaştırılacağını ifade etmişlerdir. İbnü'l-Arabi der ki: Bu ise, bir bidattır, ashab-ı kiramdan hiçbir kimse böyle bir yeminden sözetmiş değildir. Şafii ise San'a hakimi İbn Mazin'in Mushafa yemin ettirdiğini ve arkadaşlarına bunu emrettiğini, bu şekilde yemini de İbn Abbas'tan rivayet ettiğini söylerken gördüğünü iddia etmiş ise de böyle bir rivayet sahih değildir.

 

Derim ki: ''el-Mühezzeb'' adlı kitapta şöyle denilmektedir: Eğer Mushafa ve onda bulunan Kur'an-ı Kerime yemin edecek olursa, Şafii'nin Mutarrif'ten naklettiğine göre, İbn ez-Zübeyr, Mushaf'a yemin ettirirmiş. (Şafii devamla) der ki: Ben, San'a'da Mutarrif'i Mushafa yemin ettiririrken gördüm. Yine Şafii der ki: Bu, güzel bir şeydir. İbnü'l-Münzir ise der ki: Hakimin talaka, köle azad etmeye ve Mushafa yemin ettirmesi gerekmediğini (fukaha) icma ile kabul etmişlerdir.

 

Derim ki: Yeminler ile ilgili olarak, Katade'nin Mushafa yemin ettirdiğine dair ifadeler önceden geçmiş bulunmaktadır. Ahmed ve İshak da derler ki: Böyle bir şey mekruh değildir. Bunu, onlardan İbnü'l-Münzir nakletmektedir.

 

13- Kendisi Sebebiyle Yemin Teklif Edilecek Miktar:

 

Bu bahis ile ilgili olarak hakkın tesbit edilmesi için, kendisi dolayısıyla yemin edilmesi gereken mal miktarının ne kadar olması hususunda Malik ve Şafii'nin farklı görüşleri vardır.

 

Malik der ki: Hakkın tesbiti için üç dirhemden daha az miktar için yemin teklif edilmez. Bu da el kesme cezasının uygulanmasına kıyasen böyledir. Kendisi sebebiyle elin kesildiği ve böylelikle o organa saldırının haramlığının kaldırıldığı her bir mal, büyük bir mal demektir.

Şafii ise der ki: Böyle bir durumda yemin, zekata kıyasen, yirmi dinardan daha aşağı miktardaki mal için teklif edilmez. Aynı şekilde, her mescidin yakınındaki minberde yemin ettirmek de böyledir.

 

14- Allah Adına Yemin:

 

Yüce Allah'ın: "Allah'a şöyle yemin ederler" buyruğundaki "fe" harfi, cümleyi cümleye atfeden bir edat, yahut bir cevap ve cezadır. Çünkü: "o iki kişiyi ... alıkoyarsınız" buyruğunun anlamı, O ikisini alıkoyunuzdur. Yani, yemin etsinler diye alıkoyunuz. O halde bu, ifadenin delalet ettiği emrin cevabıdır. Şöyle denilmiş gibidir: "Onları alıkoyduğunuz takdirde yemin etsinler." Şair Zu'r-Rimme der ki: "Ve gözbebeğim bazan suyu (gözyaşını) tutuverir. Ve birçok defaler da bol bol yaş akıtır da suya gömülür."

 

Nahivcilere göre bu ifade: Eğer, gözyaşını tutacak olursa, bu sefer onda boğucu gözyaşları görülür, takdirindedir.

 

15- Yemin Edecekler Kimlerdir:

 

Yüce Allah'ın: "Bu ikisi yemin ederler" buyruğu ile kastedilenlerin kimler oldukları hususunda farklı görüşler vardır. Söylediklerinde şüpheye düşülecek olursa, yemin edeceklerin iki vasi olduğu söylendiği gibi, adaletli olmamaları ve sözlerinden şüpheye düşmesi halinde hakimin yemin teklif edeceği iki şahid olduğu da söylenmiştir.

 

İbnü'l-Arabı, bu görüşün tutarsızlığını ifade ederek şöyle demektedir: -Bidat olmakla birlikte- benim işittiğime göre, İbn Ebi Leyla, hak talebinde bulunan kimseyi iki şahid ile birlikte, şahidlik ettiklerinin hak olduğuna dair yemin ettirir. O takdirde (yeminleriyle yalan söyledikleri ortaya çıktığı takdirde) hak sahibine hakkına dair hüküm verilir. Bana göre bu ise, hakimin o miktarın kabzedilmesi hususunda şüphe etmesi halindedir. Bu durumda kişi, (hak sahibi) bu miktarın halen mevcut olduğuna dair yemin eder. Bunun dışındaki hallerde ise, buna iltifat edilmez. Bu müddai (davacı) hakkında böyledir. Peki, şahid nasıl hapsedilebilir ve ona nasıl yemin ettirilir? Bu, kendisine iltifat olunmayacak bir iddiadır.

 

Derim ki: Şahidlik edene yemin etmesinin vacib olduğu, Allah'ın herhangi bir hükmünün bilinmediğine dair Taberı'nin sözü önceden geçmiş bulunmaktadır. Şöyle denilmiştir: İki şahide yemin ettirilmesinin sebebi, müddea aleyh (davalı) oluşlarından dolayıdır. Çünkü mirasçılar, malda hainlik ettiklerini iddia etmiş olurlar.

 

16- Vasiyete Şahidlik Edenlere Yemin Ettirmenin Şartı:

 

Yüce Allah'ın: "Şüpheye düşerseniz" buyruğu, bir şarttır. Bu şart, bulunmadığı sürece şahidlere yemin teklifi sözkonusu olmaz. Şüphe ve anlaşmazlık sözkonusu olmadığı takdirde de yemin de sözkonusu değildir. İbn Atiyye der ki: Ebu Musa'nın zimmilere yemin ettirmesinden; hükmünden onların yeminleri ile şahidlikleri tamamlanır ve o takdirde hak sahipleri lehine vasiyetin gereği yerine getirilir; şeklinde anlaşılan hususa gelince; Ebu Davud'un eş-Şa'bi'den rivayetine göre, Müslümanlardan bir kişi, şu Dakuka diye bilinen bir yerde vefat etti. Ölümü esnasında vasiyetine şahidlik edecek hiçbir müslüman bulamadı. Bunun üzerine kitap ehlinden iki kişiyi şahid tuttu. Bunlar Kufe'ye gelip, Ebu Musa el-Eş'ari'ye vardılar ve ona durumu haber verdiler. Adamın terikesini ve vasiyetini de beraberlerinde getirdiler. el-Eş'ari dedi ki: Sizin bu durumunuz, Rasulullah (s.a.v.)'ın döneminde görülenden sonra meydana gelmiş değildir. Daha sonra ikindi namazı akabinde, bu iki şahide: "Hainlik etmediklerine, yalan söylemediklerine, değiştirmediklerine, gizlemediklerine, hiçbir değişiklik yapmadıklarına ve bunun, o adamın vasiyeti ve terikesi olduğuna dair yemin ettirdi." Sonra da onların şahidliklerinin gereğini uygulamaya koydu.

 

İbn Atiyye der ki: Bu şüphe, ayetin mensuh olmadığı görüşünde olanlara göre, hainlikte ve lehine vasiyette bulunulan kimselerin bir kısmına meylederken, bir kısmına da meyletmeme ithamı halinde sözkonusu olur. İşte bunu kabul edenlerin görüşüne göre, o takdirde yemin ettirilir. Ayetin menslih olduğu görüşünde olanlara gelince, yemin ettirme ancak hainlik şüphesi, yahut da herhangi bir haksızlık şüphesi halinde sözkonusu edilir. Bu görüşü kabul edenlere göre yemin ettirme, inkarda bulunan aleyhine iddiaya göre yapılır. Yoksa, şahidliği tamamlamak için yapılmaz.

 

İbnü'l-Arabi der ki: Şüphe ve itham dolayısıyla yemin iki kısımdır. Bir kısmında şüphe, hakkın sübutu ve davanın uygun görülmesinden sonra sözkonusu olur. Bu durumda yeminin vücubunda görüş ayrılığı yoktur. Diğer bir kısmında ise, hak ve hadlerde mutlak ithamın varlığı sözkonusudur. Bu ise, etraflı açıklamaları gerektiren bir konu olup buna dair geniş bilgiler furu (fıkıh) kitaplarındadır. Burada ise, zikrolunan rivayetlerden de görüldüğü gibi, iddia tahakkuk etmiş ve güç kazanmış bulunmaktadır. (Onun için iddiayı inkar edene yemin tevcih olunur.)

 

17- Ayet-i Kerimedeki Bu Şartın ilgili Olduğu Buyruk:

 

Yüce Allah'ın: "Şüpheye düşerseniz" buyruğundaki şart, Yüce Allah'ın: "Bu iki kişiyL .. alıkoyarsınız buyruğu ile alakalıdır. "Şöyle yemin ederler" buyruğu ile alakalı değildir. Çünkü bu alıkoyma, yeminin sebebini teşkil etmektedir.

 

18- Yakın Akraba Dahi Olsa, Lehine Yalan Yere Yemin Edilemez:

 

Yüce Allah'ın: "Akraba dahi olsa yeminimizi hiçbir bedele satmayacağız" buyruğunun anlamı şudur: Yani, bu iki kişi yeminlerinde şöyle derler:

 

Bizler, yaptığı vasiyet yerine bedel olarak alacağımız herhangi bir ivaz karşılığında yemin etmiyoruz. Ve bu malı kimseye teslim etmiyoruz. İsterse lehine yemin ettiğimiz kişi bizim yakın bir akrabamız olsun.

 

Arapçada, kullanılan ifadelerde birtakım kelimelerin hazfi çokça görülen bir husustur. Yüce Allah'ın: "Melekler, her kapıdan üzerlerine girerler: Selam sizlere" (er-Ra'd, 23.) buyruğu, selam sizlere diyerek. .. demektir. Burada, satın almak, ise, satmak demek olmayıp, birşeyi tahsil etmek, ele geçirmek anlamındadır.

 

19- Herhangi Bir Menfaat için Şehadet Değiştirilemez:

 

Yüce Allah'ın: "Satmayacağız" buyruğu, "Yemin ederler" buyruğunun cevabıdır. Çünkü kasem (yemin), yemin ettirilen maksada göre yapılır. Bu da nefy halinde; (...) ile (...) olumsuz edatları, olumluluk halinde; (...) : Muhakkak ve (te'kid için gelen) "lam" kullanılır. "Bununla" (yani yeminimizle) deki zamir, Yüce Allah'ın adına aittir. Çünkü, buna en yakın anılan isim odur. Yani: Biz, dünyevi karşılık mukabilinde Allah'tan alacağımız mükafatımızı vermeyiz.

 

Bunun, şahidliğe ait olma ihtimali de vardır. O takdirde şahidlik, "kavl: Söz söylemek" anlamı nazar-ı itibara alınarak müzekker gelmiştir. Hz. Peygamber'in şu buyruğunda olduğu gibi: "Mazlumun bedduasından sakın. Çünkü, şüphesiz o beddua ile Allah arasında bir perde yoktur." Görüldüğü gibi burada; O zamirini, beddua anlamına ait kılmıştır. Buna dair açıklamalar daha önce en-Nisa suresinde (8. ayet, 9. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

20- Bedel Ne Demektir

 

Yüce Allah'ın: "Bedel" buyruğu ile ilgili olarak Küfeliler şöyle demişlerdir: Bedeli (değeri) olan yani, değeri bulunan herhangi bir mal anlamındadır. Burada muzaf hazf edilmiş, muzafun ileyh onun yerini almıştır.

 

Bize ve birçok ilim adamına göre ise, semen; paha, bedel bizzat kendisi olabileceği gibi, malın kendisi de olabilir. Çünkü bize göre semen, nasıl satın alınan bir şey ise, semen mukabili verilen şey de satın alınan bir şeydir. Satılan ve satın alınan herbir şey, satış ister mal ve nakit, ister iki mal, isterse de iki nakit alıp vermek suretiyle de yapılmış olsun, herbirisine hem semen, hem mesmun denilir.

 

Bu asla binaen, şu mesele de ele alınır: Satın alan kişi iflas edip, satıcı sattığı malı iflas edenin yanında bulacak olursa, onu öncelikle almak hakkına sahip olur mu? Ebu Hanife: Onu öncelikle almak hakkına sahip olamaz, der ve bu görüşünü bu asla binaen ileri sürer ve şöyle der: O malın sahibi de diğer alacaklılar seviyesindedir. Malik ise şöyle der: Ölümde değil de, iflas halinde o mal sahibi malını almaya daha bir hak sahibidir. Şafii ise: İflas halinde de ölüm halinde de hak sahibi onu almakta önceliklidir, der.

 

Ebu Hanife, sözünü ettiğimiz deli li gerekçe gösterdiği gibi, şunu da gerekçe göstermektedir: Külli asıl kaide, borcun hem iflas edenin, hem ölenin zimmetinde bulunduğudur. Onların ellerinde bulunan mal ise, ödemenin kendisiyle yapılacağı şeydir. O halde bütün alacaklılar o malda kendi alacakları olan ana malları oranında ortaktırlar. Bu hususta malların ayni olarak bulunmaları ile bulunmamaları arasında da bir fark yoktur. Çünkü, sözkonusu mal, artık satıcının mülkiyetinden çıkmış ve bunlar lehine bu malların bedelleri alıcının zimmetinde vacib olduğu icma ile kabul edilmiştir. O halde alacaklıların, ancak sattıkları malların semenleri, yahutta bu mallardan bulunanları (hakları oranında) verilir. Malik ve Şafii ise, bu kaideyi, hadis imamları Ebu Davud ve başkalarının bu hususta rivayet etmiş oldukları bir takım haberlerle tahsis etmişlerdir.

 

21- Allah'ın Şahidliği:

 

Yüce Allah'ın: "Allah'ın şahidliğini gizlemeyeceğiz" buyruğu, Allah'ın bize bildirmiş olduğu şahidliği gizlemeyeceğiz, demektir.

 

Burada yedi ayrı kıraat sözkonusudur. Bunları öğrenmek isteyen "et-Tahsır adlı kitapta ve başkalarında bulabilir.

 

22- Şahidlerin Günah Hakettikleri Ortaya Çıkarsa:

 

Yüce Allah'ın: "Eğer onların bir vebali hakettikleri gerçekten ortaya çıkarılırsa" buyruğu ile ilgili olarak Ömer, bu ayet-i kerime bu sürede bulunan ahkam arasında içinden çıkılması en zor ayetlerdendir demiştir.

 

ez-Zeccac da der ki: Kur'an-ı Kerimde i'rabı en zor olan, Yüce Allah'ın: "Aleyhlerine hak kazananlardan en yakın iki kişi" Dikkat edilecek olursa burada (...) kelimesi Asım kıraatinden farklı olarak meçhul okunmuştur. (...) Ona muttali olundu, demektir: Mesela (...): Onun bir hainliğine muttali oldu, anlamındadır. (...): Benden başkasını ona muttali kıldım anlamındadır. Yüce Allah'ın: "Böylece Biz onlara muttali olunmasını sağladık" (el-Kehf, 21) buyruğu da buradan gelmektedir. Çünkü öbürleri bunları (Kehf ashabını) arayıp bulmak istiyorlardı. Onların yerlerinin nerede olduğunu bilemiyorlardı. Aslında; (...) mastarı, birşeyin üzerine düşmek demektir. Arapların, parmağa çarpan birşey sebebiyle düşecek olur ise, (...):

 

Adam düştü tabirini kullanırlar. Yine (...) tabirini de, bir sadme parmağına isabet edip üzerine düştüğü takdirde kullanırlar. Tökezleyen ve düşen at (ve benzerleri) hakkında da; (...) derler. Şair el-A'şa da şöyle demektedir: "O güçlü ve kuvvetli dişi deve ki, tökezlediğinde Onun yere düşmesi, benim ona kalk deyişimden daha yakındır (daha kalk diyemeden o kalkıverir.)"

 

Yükselen toza da; (All) denilir. Çünkü bu yükselen toz, yüzün üzerine düşer. (...) ise, gizli olan iz ve etki demektir. Çünkü bu da gizliden gizliye fark edilebilen bir şeydir.

 

Yüce Allah'ın: "Onlarınikisinin" buyruğundaki zamir, -Said b. Cübeyr'den nakledildiğine göre- Yüce Allah'ın: "İçinizden adalet sahibi iki kişi" buyruğunda, kendilerinden söz edilen iki vasiye aittir. İbn Abbas'tan nakledildiğine göre iki şahide ait olduğu da söylenmiştir. "Hakettikleri", kendileri hakkında günahın vacib olduğu.

 

"Vebali", hainlikleri dolayısıyla ve kendilerinin olmayan birşeyi aldıkları için. Yahut yalan yere yemin etmeleri, ya da batıl şahidlikleri sebebiyle bir vebali hakettikleri ortaya çıkarılırsa; demektir.

 

Ebu Ali der ki: Burada vebal, alınan şeyin adıdır. Çünkü, onu alan bir kimse, aldığından dolayı günahkar olur. O bakımdan haksızca alınan bir şeye "mazleme" denildiği gibi, buna da "ism: vebal" adı verilmiştir. Sibeveyh ise der ki: Mazleme, senden alınan şeyin adıdır. Aynı şekilde burada da alınan şey, mastar adı ile "ism: vebal" diye adlandırılmıştır ki, alınan bu şey, gümüş bir kab idi.

 

23- Vebal Hakedenlerin Yerine Geçecek Diğer iki Kişi:

 

Yüce Allah'ın: "(Ölene) en yakın başka iki kişi yeminlerde ve şehadette bunların yerine geçer." Burada "başka iki kişi" buyruğu, mirasçıların (o kişinin mirasçılarının) iki kişi olmaları dolayısıyladır. Yine bunun merfu' gelmesi, gizli bir fiil dolayısıyladır. "Geçer" ise, sıfat mahallindedir. "Bunların yerine" ifadesi ise, mastardır. Takdiri de şöyledir: Onların yeri gibi bir yere geçerler. (Onların yerlerini tutarlar). Sonra, sıfat mevsuf yerine ikame edilmiş, muzaf da muzafun ileyh yerine ikame edilmiştir.

 

24. Haksızlığa Uğrayanlar:

 

Yüce Allah'ın: "Haksızlığa uğrayan (mirasçı)lardan ... " en yakın iki kişi buyruğu ile ilgili olarak İbn es-Serri şöyle demektedir: Yani, aleyhlerine yapılan vasiyetin hak kazanıldığı kimselerden demektir. en-Nehhas der ki: Bu açıklama buyruk ile ilgili olarak yapılan açıklamaların en iyilerindendir. Çünkü burada bir harf bir başka harfin yerine konulmamaktadır. İbnü'l-Arabi de bunu tercih etmiştir. Aynı şekilde tefsir de buna göre yapılmıştır. Çünkü buyruğun anlamı, tefsir bilginlerine göre şöyledir: Aleyhlerine olmak üzere vasiyete hak kazanılanlardan ... "En yakın iki kişi" ise, Yüce Allah'ın: "Başka iki kişi" buyruğundan bedeldir. Bu açıklamayı İbn es-Serri yapmış ve en-Nehhas da bunu tercih etmiştir. Bu ise, nekireden marifenin bedel yapılmasıdır. Nekireden marifenin bedel yapılması ise caizdir.

 

Şöyle de denilmiştir: Eğer nekireden daha önce söz edilmiş, sonra ondan bir daha söz edilirse o, marife olur. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "içinde kandil bulunan bir kandillik gibidir. "Daha sonra ise "O kandil de bir sırça içindedir" diye buyurduktan sonra da; "O sırça da ... " (en-Nur, 35) buyruğunda görüldüğü gibi, (Önce nekireden söz edilmiş, daha sonra ondan marife olarak bedel yapılmıştır.)

 

Bunun, "Yerine geçer" buyruğundaki zamirden bedel olduğu da söylenmiştir. Buna göre şöyle buyrulmuş gibidir: "O takdirde en yakın olan iki kişi ... yerine geçer." Yahut da hazfedilmiş bir mübtedanın da haberi olabilir. İfadenin de takdiri şöyle olur: Başka iki kişi, bunların yerine geçerler ki, bunlar da en yakın iki kişidirler. İbn İsa da şöyle demektedir: "En yakın iki kişi" (...): Haksızlığa uğrayan; kelimesinin muzafın hazfi takdirine göre mef'uldür. Yani, onlar hakkında ve onlar sebebiyle önceki iki kişinin günahının hak edilmiş olduğu iki kişi anlamına gelir. Buna göre burada (...) ise, (...) anlamındadır. "Süleymanın mülkü üzere "(el-Bakara, 102) buyruğunun, "Süleymanın mülkünde" anlamına geldiği gibi. Şair de şöyle demektedir: "Ne zaman onu tanımazlıktan gelir, hakkında, şüpheye düşerseniz onu tanırsınız; Onun dört bir yanından kanlar dökülecektir." Yani, (...) anlamındadır.

 

Yahya b. Vessab, el-A'meş ve Hamza (...): Öncekiler şeklinde (...): Önceki kelimesinin çoğulu olarak ve; (...): Kimseler kelimesinden veya; (...): Haksızlığa uğrayanlar, anlamındaki kelimenin sonunda yer alan (he ve mim) zamirinden bedel olmak üzere okumuşlardır.

 

Hafs ise (...) kelimesini, "te ve ha" harfini üstün olarak okumuştur. Bu kıraat, Ubeyy b. Ka'b'dan da rivayet edilmiştir. Faili ise; "En yakın iki kişi" buyruğudur. Mef'ul ise hazf edilmiştir. İfadenin takdiri ise: Ölenin yaptığı vasiyete hak kazandığı halde haksızlığa uğrayan ölene yakın kişilerden ikisi ... şeklindedir. Onlara karşı yeminlerin reddedilmesi hakkını kazanan kimseler olduğu da söylenmiştir.

 

el-Hasen'den de; (...): Önceki iki kişi kıraati rivayet edildiği gibi, İbn Sirin'den de; (...) kıraati rivayet edilmiştir. en-Nehhas ise der ki: Bu iki kıraat de lahn'dır. (Doğru ve düzgün değildir). Çünkü, hiçbir zaman tesniye olarak; (...) kalıbında bir kelime kullanılmaz. Şu kadar var ki, el-Hasen'den; (...) diye bir kıraat rivayet edilmiştir.

 

25- Ölenin Yakınlarının Yapacakları Yemin:

 

Yüce Allah'ın: "Diye Allah adına yemin ederler" buyruğu şu demektir: Vasiyette şahitlik edenlerin yerine geçen o diğer iki kişi şöylece yemin ederler: Bizim adamımızın vasiyetinde söyledikleri doğrudur. Size, vasiyetiyle teslim ettiği mal ise, sizin bize getirdiğinizden daha fazla idi. Ve şüphesiz ki sözünü ettiğimiz bu kab da bizim adamımızın beraberinde götürdüğü ve vasiyetinde de yazdığı eşyaları cümlesindendir. Siz ise bu hususta hainlik ettiniz. İşte Yüce Allah'ın: "Bizim şahidliğimiz, o iki kişinin şehadetinden elbette daha doğrudur" yani, bizim yeminlerimiz, onların yeminlerinden daha gerçektir, anlamındaki buyruğu bunu ifade etmektedir. Böylelikle şehadetin yemin anlamında kullanıldığı da sahih olarak sabit olmaktadır. Yüce Allah'ın şu buyruğu da bu kabildendir: "Onların her birisinin şahitliği dört defa Allah adına ... diye şehadet etmesi (yemin etmesi). .. dir. "(en-Nur, 8)

 

Ma'mer, Eyyub'dan, o, İbn Sirin'den, o, Abide'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bunun üzerine ölenin yakınlarından iki kişi kalkıp yemin ettiler.

 

"Bizim şahidliğimiz ... daha doğrudur" buyruğu mübteda ve haberdir.

 

Yüce Allah'ın: "Biz aşırı da gitmedik" de, biz bu yeminimizde hakkı aşma dık anlamındadır. "O takdirde muhakkak zalimlerden oluruz" yani, biz batıl üzere yemin edecek ve hakkımız olmayan bir şeyi alacak olursak, zalimlerden oluruz.

 

26- Yeminlerin Reddi:

 

Yüce Allah'ın: "Bu .... daha yakındır" buyruğu mübteda ve haberdir. (...) ise nasb mahallindedir. "Getirmeleri" de, (...) ile nasb edilmiştir. "Yahut ... korkmalarına" buyruğu da buna atfedilmiştir. "Tevcih edileceğinden" buyruğu ise, "Korkmalarına" fiili ile nasb mahallindedir; "Yeminlerinden sonra yeminlerin" buyruğu ile ilgili olarak; "Getirmeleri" ve; "Korkmaları kelimelerindeki zamir, kendilerine vasiyet yapılan kişilere racidir. Ayetin akışına daha uygun olan da budur. Bununla kastedilenlerin insanlar olduğu da söylenmiştir. Yani, insanların hainlikten sakınarak yeminlerin davacıya tevcih edilmesi suretiyle rezil olmak korkusu ile, hak ile şahidlikte bulunmalarına daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

27- Allah'tan Korkup Emirlerine itaat Etmek ve Fasıklardan Olmamak:

 

Yüce Allah'ın: "Allahtan korkun ve dinleyin" buyruğu, bir emirdir. İşte bundan dolayı, fiillerin sonlarında gelmesi gereken "nun"lar hazfedilmiştir.

 

Yani, size söylenenlere kulak verin, bu söylenenleri kabul edin. Bu hususta Allah'ın emrine tabi olanlar olun. "Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez" Fasıklık ve fısk, itaatin dışına çıkıp masiyete yönelmek hakkında kullanılır ki, buna dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 26. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Maide 109

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR