MAİDE 89 |
لاَ
يُؤَاخِذُكُمُ
اللّهُ بِاللَّغْوِ
فِي
أَيْمَانِكُمْ
وَلَـكِن يُؤَاخِذُكُم
بِمَا
عَقَّدتُّمُ
الأَيْمَانَ فَكَفَّارَتُهُ
إِطْعَامُ
عَشَرَةِ
مَسَاكِينَ
مِنْ أَوْسَطِ
مَا
تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ
أَوْ
كِسْوَتُهُمْ
أَوْ تَحْرِيرُ
رَقَبَةٍ
فَمَن لَّمْ
يَجِدْ
فَصِيَامُ ثَلاَثَةِ
أَيَّامٍ
ذَلِكَ
كَفَّارَةُ
أَيْمَانِكُمْ
إِذَا
حَلَفْتُمْ
وَاحْفَظُواْ أَيْمَانَكُمْ
كَذَلِكَ
يُبَيِّنُ
اللّهُ
لَكُمْ
آيَاتِهِ
لَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ |
89. Allah sizi
yeminlerinizdeki lağivden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat bağlanmış olduğunuz
yeminlerinizden sorumlu tutar. Bunun keffareti, ailenize yedirdiğinizin orta yollusundan
on fakiri doyurmak yahut onları giydirmek, ya da bir köle azad etmektir. Fakat
kim bulamazsa üç gün oruç tutsun. İşte yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin
keffareti budur. Yeminlerinizi koruyun. Şükredersiniz diye Allah ayetlerini
size böyle açıklar.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı kırkyedi başlık halinde sunacağız:
1- Lağv Yemini ve Yemin:
2- Bu Ayetin Nüzul Sebebi:
3- Yeminlerin Kısımlan:
4- Yemin Çeşitlerinden Yemin-i Mün
'akide:
5- Yemin-i Gamus:
6- Bir işi Yapmamak üzere Yemin Eden
7- Olumlu ve Olumsuz Yeminlerin
Kapsamı:
8- Kimin Adına Yemin Edilir?
9- Allah'ın Hakkına, Azametine,
Kudretine, ilmine ... Yeminin Hükmü:
10- Kuran'a Yemin Etmek:
11- Allah'tan Başkası Adına Yemin:
12- Putlar Adına Yemin:
13- Allah'ın Dininden Çıkmayı ifade
Eden Sözler Söylemenin Hükmü:
14- Başkasına And Vermek:
15- Allah'a İzafe Edilen Şeylere Yemin:
16- Akdolan Yeminin Çözülmesi
(Bozulması):
17- ibn Abbas)ın istisna ile Görüşünün
Değerlendirilmesi:
18- istisnanın Yemine Etkisi:
19- Yemin Keffareti Ne Zaman Yerine
Getirilir:
20- Yemin Keffaretleri:
21- Yemin Keffareti Olarak Yoksul
Yedirmek:
22- Yemek Yedirmenin Niteliği:
23- Yedirilecek Yemeğin Miktarı:
24- Yemin Keffaretinde Kendilerine
Yemek Verilmeleri Caiz Olmayanlar:
25- Keffaret Kişinin Yediği Cinsten
Verilir:
26- Yemek Yedirmek Sabahlı Akşamlıdır:
27- Keffaret Olarak Katıksız Ekmek
Verilmez:
28- Keffaretin Tek Bir Yoksula
Verilmesi:
29- Keffaretin Sebebi:
30- Aileniz:
31- Keffaret Şekillerinden Birisi
Olarak Yoksulları Giydirmek:
32- Keffarette Bulunan Kimsenin Yiyecek
Ya da Giyeceğin Kıymetini Vermesi:
33- Keffarette Zımmi Ya da Köleyi
Gıydirmek:
34- Köle Azad Etmek:
35- Azad Edilecek Kölenin Niteliği:
36- Keffaret için Ayırdığı Malı
TelefOlursa:
37- Yemin Eden Keffaretini Yerine
Getirmeden Önce Ölürse:
38- Kişinin Keffarette Bulunacağı
Sıradaki Hali Gözönünde Bulundurulur:
39- Yemine Bağlı Kalmanın Zararı Varsa:
40- Yemin, Yemin Ettirenin Niyetine
Göredir:
41- Keffaret için Bu üçünden Birisini
Yerine Getirmek imkanı Olmayan:
42- Oruç Tutmak:
43- Keffaret Orucunda Unutarak Oruç
Bozarsa:
44- Hür Olmayan Müslüman Keffarette
Bulunur mu?
45- Yeminlerin Keffareti:
46- Allah'tan Başkası Adına Yapılan
Yemin Keffareti:
47- Yeminlerin Korunması:
1- Lağv Yemini ve
Yemin:
Yüce Allah'ın:
"Allah sizi, yeminlerinizdeki lağivden dolayı sorumlu tutmaz"
buyruğunda geçen "lağ"vin anlamı, el-Bakara Suresi'nde (225. ayetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. "Yeminlerinizde" buyruğu ise,
yeminlerinizden dolayı demektir. "Eyman: yeminler" yemin kelimesinin
çoğuludur. Yemin kelimesinin hayır ve bereket anlamına gelen
"yumn"den fail vezninde isim olduğu söylenmiştir.
Yüce Allah yemine bu
adı, hakları koruduğundan dolayı vermiştir. Yemin kelimesi hem müzekker, hem
müennes olup, cem'i "eyman ve eymun" şeklinde gelir. Şair Züheyr der
ki: "Bizden de, sizden de yeminler toplanıp bir araya gelir."
2- Bu Ayetin Nüzul
Sebebi:
Bu ayetin nüzUl sebebi
hakkında farklı görüşler vardır. İbn Abbas der ki:
Ayetin nüzUl sebebi,
helal ve temiz olan yiyecek, giyecek ve hanımları kendilerine haram kılan
kimselerdir. Onlar, bu hususa (bu helalleri kendilerine haram kılmaya) yemin
ettiler. Fakat: "Allah'ın size helal kıldığı o en temiz ve en güzel
şeyleri haram kılmayın'' (el-Maide, 87) ayet-i nazil olunca, peki yeminlerimizi
ne yapacağız dediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
Bu görüşe göre buyruğun
anlamı şöyle olur: Sizler, önce yemin eder, sonra da o yemininizi lağv ederseniz.
Yani, keffarette bulunmak suretiyle hükmünü kaldırır ve keffarette bulunacak
olursanız, bundan dolayı Allah sizi sorumlu tutmaz. O, yeminlerinizi devam
ettirip, yeminlerinizi lağv etmemeniz, yani keffaretini yerine getirmemeniz
sebebiyle sizi sorumlu tutar.
Bununla, yeminin
herhangi bir şeyi haram kılmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu, aynı zamanda
Şafii'nin de yemin ile haram! helal kılmanın bir ilgisinin bulunmadığı ve helal
olan bir şeyi haram kılmanın lağv (boş bir iş) olduğu görüşüne delildir. Tıpkı,
haram olan bir şeyi helal kılmanın lağv olması gibi. Mesela bir kimse: Ben,
şarap içmeyi helal kıldım, diyecek olursa, bu görüşe göre ayet-i kerime şunu
gerektirmektedir: Yüce Allah, helal olan bir şeyi haram kılmaya dair sözü, o
helal bir şey haram kılınamayacağından dolayılağv kabul etmiştir. O bakımdan:
"Allah sizi yeminlerinizdeki lağivden dolayı sorumlu tutmaz" yani,
helalı haram kılmak suretiyle boş yeminden dolayı sorumlu tutmaz, demektir.
Rivayet olunduğuna göre,
Abdullah b. Revaha'nın yetimleri vardı. Ona misafir gelmişti. Gece bir miktar
ilerledikten sonra işinden döndü ve misafirime yemek yedirdiniz mi dedi. Onlar:
Seni bekledik dediler. Bu sefer: Allah'a yemin olsun bu gece onu yemiyeceğim,
dedi. Misafiri de: Ben de yiyecek değilim, dedi. Yetimleri de: Biz de yemeyiz,
dediler. Durumun böyle olduğunu görünce, o da yedi, diğerleri de yediler. Daha
sonra Peygamber (s.a.v.)'ın yanına varıp durumu ona haber verince, Hz.
Peygamber ona: "Sen, rahmana itaat ettin, şeytana da asi oldun" dedi
ve bunun üzerine de bu ayet-i kerime indi.
3- Yeminlerin
Kısımlan:
Şeriatte yeminler dört
kısımdır: İki kısmında keffaret vardır, iki kısmında da keffaret yoktur.
Darakutni, Sünen'inde
şöyle bir rivayet kaydetmektedir: Bize, Abdullah b.
Muhammed b. Abdülaziz
anlattı. Bize, Halef b. Hişam anlattı. Bize, Abser, Leys'den anlattı. o,
Hammad'dan, o, İbrahim'den, o, Alkame'den, o da Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle
dediğini nakletti: Yeminler dört türlüdür. İki yemin için keffaret vardır, iki
yemin için de keffaret yoktur. Keffareti gerektiren iki yemin şunlardır: Bir
kimse Allah adına yemin olsun şunu şunu yapmayacağım diye yemin edip o işi
yaparsa keffarette bulunur. Yine bir adam, Allah'a yemin ederim, mutlaka şu şu
işi yapacağım dediği halde yapmazsa, bunun için de keffaret gerekir. Keffareti
gerektirmeyen iki yemine gelince: Bir kimse Allah'a yemin ederim ben, şunu şunu
yapmadım dediği halde, eğer o işi yapmışsa (keffaret) gerekmez. Yine bir adam
yemin eder ve and olsun ben şu şu işi yaptım, dediği halde yapmamış ise, (yine
keffaret) gerekmez. (Darakutni, IV, 162)
İbn Abdi'l-Berr dedi ki:
Hem "Cami"'nde hem Mervezi'nin de kendisinden naklettiğine göre
Süfyan es-Sevri şöyle demiş: Yeminler dörttür. İki yemin için keffaret vardır.
O da bir kimsenin, Allah'a yemin ederim yapmam deyip yapması veya Allah'a yemin
ederim mutlaka yapacağım deyip sonra da yapmaması şeklindeki yeminlerdir. İki
yeminin de keffareti yoktur. Bu da bir kimsenin Allah'a yemin ederim ben
yapmadım dediği halde, yapmış olması, ya da Allah'a yemin ederim ben bunu
gerçekten yaptım dediği halde yapmamış olması halidir. el-Mervezi der ki: İlk
iki yemin hususunda, ilim adamları arasında Süfyan'ın dediğinden farklı bir
görüş beyan eden olmamıştır. Ancak, son iki yemin ile ilgili olarak ilim
adamlarının farklı görüşleri vardır. Şayet, yemin eden kişi eğer şu şu işi
yapmadığına dair yemin etmiş, yahut şu şu işi yaptığına dair yemin etmiş ve
kendi kanaatine göre o, doğru söylediğini düşünüyor doğrunun da yemin ettiği
gibi olduğu görüşünde ise, bundan dolayı onun için günah da yoktur, keffaret de
yoktur. Malik, Süfyan-ı Sevri ve rey sahiplerinin görüşüne göre bu böyledir.
Ahmed ve Ebu Ubeyd de böyle demiştir. Şafii ise onun için günah yoksa da
keffarette bulunması gerekir, demektedir. el-Mervezi der ki: Şafii'nin bu
görüşü pek kuvvetli değildir. (el-Mervezi) devamla der ki: Şayet şu şu işi
yapmadığına dair yemin eden kişi eğer o işi yapmış olmakla birlikte kasten
yalan söylemiş ise, günahkardır ve onun için yine keffaret gerekmez. genel olarak
ilim adamlarının görüşü budur. Malik, Süfyan-ı Sevri, Rey sahipleri, Ahmed b.
Hanbel, Ebu Sevr ve Ebu Ubeyd bu görüştedirler. Şafii ise, keffaret gerekir,
demektedir.
(Yine el-Mervezi) der
ki: Bazı tabiinden Şafii'nin görüşüne benzer rivayetler kaydedilmiştir.
el-Mervezi der ki: Ben, Malik ve Ahmed'in görüşüne meyletmekteyim. genel olarak
ilim adamlarının ittifakla lağv olduğunu kabul ettikleri lağv yeminine gelince,
o da bir kimsenin, yemin akdetmek (yeminine bağlı kalmak) kastı olmaksızın ve
böyle bir istekte de bulunmaksızın, konuşması esnasında: Hayır vallahi, evet
vallahi demesidir. Şafii: der ki:
Bunun böyle olması
tartışma, kızgınlık ve acele halinde sözkonusudur.
4- Yemin Çeşitlerinden
Yemin-i Mün 'akide:
Yüce Allah'ın:
"Fakat bağlanmış olduğunuz yeminlerinizden sizi sorumlu tutar"
buyruğunda "kaf' harfi (...)'den gelmek üzere şeddesizdir. Akd ise, ipi
düğümlemek gibi maddi (akid) ve satış akdi gibi hükmı (akid) olmak üzere iki
türlüdür. Şair der ki: "Onlar, öyle bir topluluktur ki, himaye ettikleri
Kimse lehine bir akidle bağlanacak olurlarsa alttan da düğüm atıp bağlarlar,
üstten de düğüm atıp bağlarlar."
Mün'akide yemindeki
"münakide" kelimesi, akdden münfaile veznindedir.
Bu ise, kalbin gelecekte
herhangi bir işi yapmamak üzere karar verip, sonradan o işi yapması yahut bir
işi mutlaka yapmak üzere karar vermekle birlikte yapmamasıdır. Az önce geçtiği
gibi.
İşte ileride de geleceği
üzere istisna "(inşaallah" demek) ve keffaretin çözdüğü yemin budur.
Bu kelime,
"ayın"dan sonra "elif" getirilerek faale vezni üzere; (...)
şeklinde okunmuştur. Bu ise, çoğunlukla iki kişi tarafından karşılıklı olarak
(müşareke) halinde yapılır. Bu durumda ikinci kişi, kendisiyle yapılan konuşma
esnasında kendisi sebebiyle yemin olunan kişi de olabilir, mana:
Üzerinde yemin
akidlerini yaptığınız şeylerden sizi sorumlu tutar, şeklinde de olabilir. Çünkü
(...) akdetti; (...) ahitleşti, anlamına yakındır. Bundan dolayı harf-i cer ile
teaddi etmiş (geçiş yapmış)dir. Zira bu kelime (...) anlamını da ihtiva etmektedir.
Bu ise, ikincileri harf-i cer ile olmak üzere iki mef'ule teaddi eder. Nitekim
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim de Allah ile ahd ettiği şeye bağlı
kalırsa ... "(el-Feth, 10) Bu da; "Namaza çağırdığınızda"
(el-Maide, 58) buyruğunun (...) edatı ile teaddi etmesi gibidir. Oysa bu,
(...): Zeyd'e seslendim, demek gibi (harf-i cersiz olarak) teaddi etmelidir.
Nitekim: "Biz ona Tur'un sağ tarafindan seslendık" (Meryem, 52)
buyruğunda da böyledir. Şu kadar var ki, burada seslenmek, davet etmek anlamına
kullanıldığından dolayı; (...) harfi ile te addi etmiştir. Nitekim Yüce Allah
başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Allah'a davet edenden daha güzel sözlü
kimdir.?" (Fussilet, 33) Daha sonra Yüce Allah'ın; "Fakat üzerine
bağlanmış olduğunuz yeminlerinizden ... " şeklindeki buyruğundan harf-i
cer hazf edilerek fiil hemen mef'ule geçiş yapmakta ve; (...) Hakkında akid
yaptığınız, bağlandığınız .... haline gelmiş, arkasından Yüce Allah'ın:
"Emrolunduğunu açıkça bildir" (el-Hicr, 94) buyruğundan hazf edildiği
gibi bundan da "he" zamiri hazf edilmiştir.
Ya da burada;
"(...) vezni, (...) anlamında da olabilir. Yüce Allah'ın: "Allah
onları kahretsin" buyruğunda olduğu gibi. Nitekim Arapçada müşareke
(işteşlik) için kullanılan bu vezin, kimi zaman müşareke vezni anlamı
olmaksızın tek kişi tarafından yapılan iş hakkında da kullanılır (...):
Yolculuk yaptım, yardımcı oldum, demek gibi.
"Bağlanmış
olduğunuz" anlamına gelen kelime, "kaf" harfi şeddeli olarak;
(...) diye de okunmuştur.
Mücahid der ki: Bu okuyuşun
anlamı, kastı olarak bilerek yaptığınız yeminler demektir. İbn Ömer'den rivayet
edildiğine göre şeddeli kıraat tekrarı gerektirir. O bakımdan böyle bir kimse
yeminini tekrarlamadıkça (ve tekrar bir daha bozmadıkça) keffarette bulunması
gerekmez. Ancak, Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle dediğine dair gelen rivayet bunu
reddetmektedir: "Şüphesiz ki ben Allah adına bir hususa dair yemin edersem
de ondan bir başkasının o işten daha hayırlı olduğunu görürsem, -inşallah-
mutlaka hayırlı olanı yaparım ve yeminimin keffaretini yerine getiririm."
Görüldüğü gibi burada
Hz. Peygamber tekrar yapılmayan yeminde keffaretin vacip olduğundan
sözetmektedir.
Ebu Ubeyd der ki: Bu
kıraate göre "kaf"ın şeddeli okunuşu defalarca ardı arkasına
tekrarlanmasını gerektirir. Ben, bu şekilde okuyan kimsenin tek bir yeminini
birkaç defa tekrarlamadığı sürece ona keffaretin gerekmeyeceği hususundan emin
değilim. Ancak, bu icmaa aykırı bir görüştür. Nafi'nin rivayetine göre İbn
Ömer, yeminini pekiştirmeksizin bozacak olursa, on yoksul yedirirdi. Yeminini
pekiştirdikten sonra bozacak olursa da bir köle azad ederdi. Nafi'a: Yeminini
pekiştirmesinin (te'kid etmesinin) anlamı nedir, diye sorulunca, şu cevabı
verdi: Bir şeye defalarca yemin etmesi demektir.
5- Yemin-i Gamus:
Gamüs yemini diye
bilinen (kasten yalan yere) yeminin, münakide yemini olup olmadığı hususunda
farklı görüşler vardır.
Cumhurun kabul ettiği
görüşe göre ğamüs yemini bir hile, bir aldatma ve bir yalan yemindir. O
bakımdan böyle bir yemin münakid olmaz ve bunda keffaret de yoktur. Şafii der
ki: Bu, münakide bir yemindir. Çünkü, kalp vasıtasıyla kast edilmiştir. Ve bir
habere bağlı olarak; Yüce Allah'ın ismiyle birlikte yapılmıştır. O bakımdan
onda keffaret gerekmektedir. Ancak sahih olan birinci görüştür.
İbnü'l-Münzir der ki:
Malik b. Enes ve Medinelilerden ona tabi olanların görüşü de budur. Evzai ve
ona muvafakat eden Şamlılar da böyle demişlerdir. es-Sevri ve Iraklıların
görüşü de budur. Ahmed, İshak, Ebu Sevr ve Ebu Ubeyd ile Küfe halkından hadis
ashabı ile rey ashabı da böyle demiştir. Ebu Bekr der ki: Peygamber
(s.a.v.)'ın: "Her kim bir yemin eder de başkasının ondan daha hayırlı
olduğunu görürse, daha hayırlı olanı yapsın ve yeminine keffarette
bulunsun" ile: "Yemininin keffaretini yerine getirsin ve hayırlı olan
şey ne ise onu yapsın" buyrukları, keffaretin gelecekte bir işi yapmak
üzere yemin ettiği halde yapmayan, yahut yine gelecekte bir işi yapmamak üzere
yemin edip de onu yapan hakkında gerekli olduğuna delalet etmektedir.
Bu meselede ikinci bir
görüş daha vardır ki, o da kasti olarak Allah adına yalan yere yemin edip günah
işlemekle birlikte keffarette bulunması gerektiğidir. Bu da Şafii'nin
görüşüdür. Ebu Bekir devamla der ki: Ancak biz, buna delil olabilecek bir haber
bilmiyoruz. Kitap ve sünnet birinci görüşün lehine delalet etmektedir. Çünkü
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'ı yeminlerinizle iyilik etmenize,
sakınmanıza, insanların arasını bulmaya engel yapmayın. "(el-Bakara, 224)
İbn Abbas der ki: Kişi akrabalarını gözetmemek üzere yemin eder, ancak Allah da
ona keffarette bulunmak suretiyle bir çıkış yolu göstermektedir. Allah adını
gerekçe göstermemesini ve yemininin keffaretini yerine getirmesini
emretmektedir.
Konu ile ilgili
haberler, kendisine haram olan bir malı (bu yolla) kesip almasını sağlayacak
bir yeminin keffaret olan şeylerle keffaret olunmayacak kadar büyük olduğunu
göstermektedir.
İbnü'l-Arabi der ki:
Ayet-i kerime iki kısım yeminden sözetmektedir: Lağv yemini ve münakide yemini.
Çoğunlukla insanların yeminlerinde görülenler de bunlardır. Bunların dışında
kalan yeminler isterse yüz kısım olsun, bunların herhangi birisine keffaret
taalluk etmez.
Derim ki: Buhari,
Abdullah b. Amr'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Bedevi bir arap gelip
Peygamber (s.a.v.)'a: Ey Allah'ın Rasülu, büyük günahlar (kebair) hangileridir,
diye sormuş, Hz. Peygamber: "Allah'a ortak koşmak" diye buyurmuş.
Bedevi: Daha sonra hangisidir diye sorunca, Hz. Peygamber:
"Anne babaya karşı
gelmektir" diye buyurmuş. Yine bedevi: Sonra hangisidir diye sorunca, Hz.
Peygamber: "Gamüs yeminidir" diye buyurmuş. Beh: Gamüs yemini nedir,
diye sordum, şöyle buyurdu: "Yaptığı yeminde yalan söylemekle birlikte
müslüman bir kimseye ait olan bir malı o yemin vasıtasıyla kesip
almaktır."
Müslim'de Ebu Umame'den
Rasulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Her kim yaptığı
yemini ile müslüman bir kimsenin hakkını kesip alırsa, Allah o kimseye cehennem
ateşini vacip kılar, cenneti de ona haram kılar." Adam: Ey Allah'ın
Rasulü, ya bu aldığı şey önemsiz bir şeyse de mi? diye sorunca, Hz. Peygamber
şöyle buyurdu: "İsterse erak (misvak) ağacından bir çubuk olsun."
Abdullah b. Mes'ud'un
rivayet ettiği hadise göre de Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her
kim yalan yere ve kasti olarak yemin edip de o yemin vasıtasıyla müslüman bir
kimsenin malını haksızca alacak olursa, Yüce Allah'a, kendisine gazap etmiş
olduğu halde kavuşur." Bunun üzerine: "Şüphesiz Allah'a olan
ahidlerini ve yeminlerini az bir paha ya değiştirenler ... " (Al-i İmran,
77) ayeti sonuna kadar nazil oldu.
Görüldüğü gibi burada
keffaretten söz edilmemektedir. Eğer biz, böylesine keffarette bulunmayı
gerekli görecek olursak, onun işlediği cürüm ortadan kalkar. Allah'ın huzuruna
da kendisinden razı olmuş olarak çıkar. Böylelikle tehdit olunduğu azabı da hak
etmez. Hem bu niye böyle olmasın ki? Çünkü, bu şekilde yemin eden bir kimse hem
yalan söylemiş, hem başkasının malını bu yolla kendisine helal kabul etmiştir.
Yüce Allah adına yemin etmeyi de hafife almıştır. Onu küçümsemiştir. Buna
karşılık dünyayı da ta'zim edip büyütmüştür. Allah da onun ta'zim ettiği şeyi
tahkir etmiş, onun küçük gördüğü şeyi de ta'zim etmiştir. İşte bu kadarı
yeterlidir. Bundan dolayı da şöyle denilmiştir: Gamüs yeminine bu adın veriliş
sebebi, sahibini cehenneme ğams etmesi (yani bandırması)'nden ötürüdür.
6- Bir işi Yapmamak
üzere Yemin Eden
Bir işi yapmamak üzere
yemin eden bir kimse, o işi yapmadığı sürece yeminine bağlı demektir. Eğer o
işi yapacak olursa, yeminini bozmuş ve keffarette bulunması gerekir. Çünkü yemine
muhalefet etmiştir. Şayet "yapacak olursam" demiş olsa da durum
aynıdır. Eğer mutlaka yapmak üzere yemin ederse, anında yeminini bozmuş
demektir. Çünkü, muhalefet sözkonusudur. Eğer dediğini yaparsa, yeminini yerine
getirmiş olur. Şayet "yapmazsam" diyecek olursa yine aynı durum söz
konusudur.
7- Olumlu ve Olumsuz
Yeminlerin Kapsamı:
Yemin eden bir kimsenin;
"mutlaka yapacağım ve eğer yapmazsam ... " şeklindeki sözleri emir
gibi, "yapmayacağım ve eğer yaparsam ... " şeklindeki sözleri de
nehiy (yasak) gibi değerlendirilir.
Birinci durumda,
hakkında, yemin ettiği şeyin tamamını yapmadığı sürece yeminini yerine getirmiş
olmaz. Mesela, şu ekmeği yiyeceğim diye yemin edip onun bir bölümünü yerse
tamamını yemediği sürece, yeminini yerine getirmiş olmaz. Çünkü o ekmeğin
herbir parçası hakkında yemin edilmiştir. Şayet -mutlak olarak- Allah'a yemin
ederim ki muhakkak yiyeceğim diyecek olursa, yeme isminin hakkında
kullanılabileceği asgari miktarını yerine getirmekle yeminini gerçekleştirmiş
olur. Çünkü, yeme mahiyeti fiilen ortaya konulmuştur.
Nehiy (olumsuz yemin)
durumunda ise, o ismin hakkında kullanılabileceği asgari şeyi yapmakla yeminini
bozmuş olur. Çünkü, nehyin muktezası gereğince nehyedilen şeylerin
birimlerinden herhangi birisinin ortaya çıkmaması gerekir. Eğer bir eve
girmemek üzere yemin etse de iki ayağından birisini o eve soksa yeminini bozmuş
olur. Buna delil de şudur: Biz, Yüce Allah'ın şu buyruğunda ismin, işin
başlangıcı hakkında kullanılabilmesiyle haram hükmünü ağırlaştırdığını görüyoruz:
"Babalarınızın nikahladığı kadınları nikahlamayınız. "(en-Nisa, 22)
Buna göre, bir kimse bir kadınla nikah akdi yapacak olsa, onunla gerdeğe
girmeyecek olsa dahi o kadın hem babasına, hem oğluna haram olur. Fakat (üç
talak dolayısıyla ilk kocasına haram olmuş bir kadının) tahli (hulle, ikinci
bir koca ile evlenmesin)den sonra ilk kocasına helal olabilmesi için ismin ilk
kullanılabildiği durum ile yetinmeyerek:
"Hayır, sen onun
balcağızından tatmadıkça .... (olmaz)" diye buyurmuştur.
8- Kimin Adına Yemin
Edilir?
Adına yemin edilen
(el-mahlüfu bih) şanı Yüce Allah ve O'nun, Rahman, Rahim, Semi', Alim, Halim
gibi güzel isimleri ile buna benzer diğer isim ve Yüce sıfatlarıdır. İzzeti,
Kudreti, İlmi, İradesi, Kibriyası, Azameti, Ahdi, Misakı ve zatının diğer
sıfatları gibi. Çünkü bütün bunlara yapılan yemin mahlük olmayan Rahim olan
Yüce Zat'a yemindir. Bunları zikrederek yemin eden kimse, Yüce Allah'ın zatına
yemin etmiş gibi olur. Tirmizi, Nesai ve başkalarının rivayetine göre, Cebrail
(a.s) cennete bakıp Yüce Allah'ın huzuruna geri dönünce şöyle demiş: İzzetine
and olsun ki, bunun varlığını(ve bu halini) işiten herkes mutlaka buraya girer.
Cehennem hakkında da şöyle demiştir: İzzetin hakkı için onu(n bu halini) işitip
de oraya giren kimse bulunmaz. Yine Tirmizi ve Nesai ile başkaları da İbn
Ömer'den şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Peygamber (s.a.v.)
"Kalpleri evirip çeviren hakkı için hayır" diye; bir diğer rivayete
göre de: "Kalpleri evirip çeviren hakkı için hayır" diye yemin
ederdi.
İlim adamları icma ile
vallahi, yahut billahi, ya da tallahi diye yemin edip yeminini bozan kimsenin
keffaretle yükümlü olduğunu kabul etmişlerdir. İbnü'l-Münzir der ki: Malik,
Şafii, Ebu Ubeyd, Ebu Sevr, İshak ve Rey sahipleri şöyle derlerdi: Her kim
Allah'ın isimlerinden bir ismi zikrederek yemin eder de sonra yeminini bozarsa,
ona keffaret düşer. Biz de bu görüşteyiz. Bu hususta bir görüş ayrılığı
olduğunu da bilmiyorum.
Derim ki: Bununla
birlikte "Kur'ana yemin etme" başlığında da şöyle demektedir: Yakub (b.
İbrahim, Ebu Yusuf) der ki: Kim Rahman adına yemin eder de yeminini bozarsa,
onun için keffaret gerekmez.
Derim ki: Rahman da Yüce
Allah'ın isimlerindendir, bu hususta icma vardır ve bunda görüş ayrılığı
yoktur.
9- Allah'ın Hakkına,
Azametine, Kudretine, ilmine ... Yeminin Hükmü:
Allah'ın hakkı için,
azameti için, kudreti için, ilmi için, Allah'ın hayat sıfatı için (Le amrullahi
), Allah adına yemin ederim (eymullahi) lafızları ile yemin hususunda ilim
adamlarının farklı görüşleri vardır.
Malik der ki: Bunların
hepsi yemindir ve bunlar dolayısıyla keffaret gerekir.
Şafii der ki: Allah'ın
hakkı, celali, azameti ve kudreti de, eğer bunlarla yemini niyet ederse birer
yemindir. Eğer yemin kastı gütmezse bunlar yemin değildir. Çünkü bu ibarenin:
Allah'ın hakkı vaciptir, kudreti yerini bulur anlamına gelme ihtimali de
vardır. Allah'ın emaneti hakkında da Şafii şöyle demiştir: Bu yemin değildir.
Le amrullahi ve eymullahi lafızlarına gelince, eğer bunlarla yemin
kastedilmezse yemin değildir.
Rey sahipleri de derler
ki: Kişi, Allah'ın azameti, izzeti, celali, kibriyası ve emaneti hakkı için
deyip de yeminini yerine getirmeyecek olursa, keffarette bulunması gerekir.
el-Hasen der ki: Allah
hakkı için (ve hakkullahi) yemin değildir, bunda keffaret de gerekmez. Ebu
Hanife'nin de görüşü budur. Bu görüşü ondan er-Razi (el-Cessas) nakletmiştir.
Aynı şekilde Allah'ın ahdi, misakı, emaneti de yemin değildir. Mezhebine mensub
kimi ilim adamı, bu bir yemindir, demektedir. Tahavi der ki: Yemin değildir.
Aynı şekilde Allah'ın ilmi hakkı için diyecek olsa bile bu da, Ebu Hanife'nin
görüşüne göre yemin değildir. Fakat arkadaşı Ebu Yusuf bu hususta ona muhalefet
ederek şöyle demektedir: Bu bir yemin olur.
İbnü'I-Arabi der ki: Ebu
Hanife'yi bu hususta yanıltan "ilim"in bazan "malüm"
hakkında da kullanılmasıdır. Malum ise muhdes (sonradan yaratılmış şey) dir. O
bakımdan böyle bir tabir de yemin olmaz. Fakat kudretin de makdur (kudret ile
var edilen) şey hakkında kullanıldığını hatırlamamıştır. Onun makdur hakkında söyleyeceği
her söz, bizim de malum hakkındaki delilimizdir.
İbnü'I-Münzir der ki:
Rasulullah (s.a.v.)'ın da şöyle dediği sabit olmuştur: "Allah'a yemin
olsun (ve eymullah) o, gerçekten emirliğe layıktır." şeklindeki sözünü
Zeyd ve oğlu üsame ile ilgili olay münasebetiyle söylemiştir.
İbn Abbas da: Ve
eymullah diye yemin eder, İbn Ömer de böyle dermiş.
İshak der ki: Eğer kişi
eymullah lafzı ile yemin etmeyi murad ederse bu, iradesi dolayısıyla ve
kalbinin bu konudaki kastı dolayısıyla o da bir yemin olur.
10- Kuran'a Yemin
Etmek:
Kur'an'a yemin hususunda
ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İbn Mes'ud der ki: Her bir ayeti
dolayısıyla bir yemin etmiş gibidir. Hasan-ı Basri ve İbn el-mübarek de böyle
demişlerdir.
Ahmed de der ki: Ben bu
kanaati reddedecek herhangi birşey bilmiyorum.
Ebu Ubeyd der ki: Tek
bir yemin olur. Ebu Hanife ise, bunda keffaret yoktur, der. Katade de mushafa
yemin edermiş. Ahmed ve İshak da biz bunu (mushafa yemin etmeyi) mekruh
görmüyoruz demişlerdir.
11- Allah'tan Başkası
Adına Yemin:
Yüce Allah'tan, O'nun
isim ve sıfatlarından başkası ile yemin, yemin olmaz. Ahmed b. Hanbel der ki:
Peygamber (s.a.v.) adına yemin edecek olursa, yemini olur. Zira, kendisine iman
olmaksızın imanın tamam olmayacağı bir şeye yemin etmiştir. Tıpkı Allah adına
yemin etmiş gibi (yeminini bozacak olursa), keffarette bulunması gerekir.
Ancak bu görüşü, Buhari,
Müslim ve diğerlerinde sabit olan şu rivayet reddetmektedir. Rasulullah
(s.a.v.) bir kafile ile birlikte bulunan Ömer b. el-Hattab'a yetişti. O sırada
Ömer babası adına yemin ediyordu. Rasulullah (s.a.v.) onlara şöyle seslendi:
"Şunu bilin ki, muhakkak Allah sizlere babalarınız adına yemin etmeyi
yasaklamaktadır. Kim yemin edecek olursa, ya Allah adına etsin, yahut
sussun."
Bu ise, az önce
zikrettiğimiz gibi, yeminin yalnızca Allah adına, isimlerine ve sıfatlarına
yemin edilebileceğini göstermekte, O'ndan başka hiçbir şeye yemin etmemeyi
gerektirmektedir. Bunu tahkik eden hususlardan birisi de, Ebu Davud, Nesai ve
başkalarının Ebu Hureyre'den şöyle dediğine dair kaydettikleri şu rivayettir:
Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Babalarınız adına da, anneleriniZ adına
da, ortaklar adına da yemin etmeyiniz. Ancak Allah adına yemin ediniz. Allah
adına da ancak siz doğru söylediğiniz halde yemin edebilirsiniz."
Diğer taraftan: Adem,
İbrahim adına yemin edenlere de -kendilerine iman edilmeksizin imanın tamam
olmayacağı kişiler adına yemin etmiş olduğu halde- keffaret yoktur, diyenlerin görüşlerini
de Ahmed b. Hanbel'in (Hz. Peygamber hakkındaki bu özel görüşü) ile
çelişmektedir.
12- Putlar Adına
Yemin:
Lafız Müslim'in olmak
üzere, hadis imamları Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet ederler:
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sizden her kim yemin eder, yemininde de:
Lat hakkı için diyecek olursa, la ilahe illallah desin. Her kim de arkadaşına:
Gel seninle kumar oynayalım, diyecek olursa, sadaka versin."
Nesai de Mus'ab b.
Sa'd'dan, onun da babasından rivayetine göre Sa'd şöyle demiş: Bir husustan söz
ediyorduk. O sırada ben, cahiliyyeyi henüz yeni bırakmıştım. Lat ve Uzza adına
yemin ettim. Resulullah (s.a.v.)'ın ashabından birisi bana: Ne kötü bir söz
söyledin! dedi. Bir diğer rivayette de: Sen terkedilmesi gereken bir sözü
kullandın, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)'ın yanına vardım ve bunu ona
nakledince şöyle buyurdu: De ki: "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. O,
bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd da O'nundur. O, herşeye
gücü yetendir. Sonra da sol tarafına üç defa tükürür gibi yap ve şeytandan
Allah'a sığın, bundan sonra da bir daha aynı şeyi yapma."
ilim adamları derler ki:
Rasulullah (s.a.v.)'ın böyle bir söz söyleyene bu sözü söyledikten sonra la
ilahe illallah demesini emretmesi o söze keffaret, gafletten uyandırıp
hatırlatmak ve nimeti tamamlamak içindir. özel olarak Lat'dan söz edilmesi ise,
çoğunlukla dillerinde dolaşan put adının o olmasından ötürüdür. Diğer
ilahlarının isimleri de aynı durumdadır. Zira, Lat ile diğer putlar arasında
hiçbir fark yoktur.
Arkadaşına: Gel seninle
kumar oynayalım diyene tasadduk etme emrini vermesine gelince, bu hususta
yapılacak açıklamalar da Lat hakkında yapılan açıklamalar gibidir. Çünkü onlar,
kumar oynamayı it iyat haline getirmişlerdi. Ayrıca kumar, malın batıl yollarla
yenilmesine sebep teşkil eden yollardan birisidir.
13- Allah'ın Dininden
Çıkmayı ifade Eden Sözler Söylemenin Hükmü:
Yahudi olayım,
hıristiyan olayım, yahut islamdan, Peygamberden, Kur'an'dan uzak olayım, yahut
Allah'a şirk koşmuş, Allah'ı inkar etmiş olayım gibi sözler söyleyen bir kişi
hakkında Ebu Hanife der ki: Bu sözler birer yemindir ve bunlardan dolayı da
keffaret gerekir. Fakat, yahudilik, hıristiyanlık hakkı için, Peygamber ve
Ka'be hakkı için deyip, bunlar yemin kipinde kullanırsa keffaret gerekmez.
Bu hususta dayanağı,
Darakutni tarafından Ebu Rafi' yoluyla gelen şu rivayettir: Ebu Rafi'in sahibi
olan kadın, hanımı ile kendisini ayırmak istemiş ve; "eğer onları
birbirinden ayırmayacak olursa, birgün yahudi, birgün hıristiyan olsun, bütün
köleleri hür olsun. Ne kadar malı varsa, Allah yolunda olsun" diye yemin
etmiş ve durumu Aişe, Hafsa, İbn Ömer, İbn Abbas ve Um Seleme'ye sormuş, hepsi
de ona: Sen, Harut ile Marut gibi mi olmak istiyorsun (bunun için mi onu
hanımından ayırmak istiyorsun) demişler, yeminine keffarette bulunup onları
serbest bırakmasını emretmişler. (Darakutni, VI, 163-164)
Yine Darakutni, Ebu
Rafi'den şöyle dediğini nakletmektedir: Efendim olan hanım, mutlaka seni
hanımından ayıracağım demiş. Sahip olduğu bütün malları Ka'be kapısında (sebil)
olsun ve bir gün yahudi, bir gün hıristiyan, bir gün mecusı olayım eğer seni ve
hanımını birbirinden ayırmıyacak olursam. (Ebu Rafi') der ki: Ben de
mü'minlerin annesi Um Seleme'nin yanına gittim ve dedim ki: Benim efendim olan
kadın beni hanımımdan ayırmak istiyor. Um Seleme bana şöyle dedi: Efendin olan
kadına git ve ona şöyle de: Böyle bir şey yapmak senin için helal değildir. Ben
de ona gittim. Sonra İbn Ömer'in yanına vardım. Ona durumu haber verdim. O da
kapıya kadar geldi ve şöyle dedi: Harut ile Marut burada mıdırlar? Efendim olan
kadın dedi ki: Ben,(eğer onları birbirinden ayırmayacak olursam) bana ait olan
bütün malı Ka'be'nin kapısına sebi! olarak göndereceğimi söyledim. İbn Ömer,
peki neden yiyeceksin diye sorunca, efendim tekrar: Ayrıca bir gün yahudi, bir
gün hıristiyan, bir gün mecusı olayım diye de yemin ettim. Bu sefer İbn Ömer
şöyle dedi: Eğer yahudi olursan öldürülürsün. Hıristiyan olursan öldürülürsün,
mecusı olursan yine öldürülürsün. Bu sefer: Peki, bana ne yapmamı emredersin
deyince, İbn Ömer şöyle dedi: Yeminine keffarette bulunursun ve kölen olan bu
adamı ve cariyeyi yine bir araya getirirsin. (Darakutni, VI, 164)
İlim adamları, yemin
eden bir kimse, eğer "Uksimubillah: Allah adına kasem ederim" diyecek
olursa, bunun yemin olacağını icma ile kabul etmekle birlikte
"billah" demeksizin, "uksimu ya da eşhedu: kasem ederim,
şahidlik ederim ki", şöyle şöyle mutlaka olmalıdır diyecek olursa, farklı
görüşlere sahiptirler. Malik'e göre böyle demek, eğer Allah adına demeyi murad
etmişse yemin olur. Eğer Allah adına demeyi kastetmemişse, bunlar keffareti
gerektiren yemin olmazlar.
Ebu Hanife, el-Evzai,
el-Hasen ve en-Nehai ise, her iki durumda da bunlar birer yemindir,
demişlerdir.
Şafii de şöyle
demektedir: Yüce Allah'ın adını anmadıkça bunlar yemin olmazlar. Bu, Müzeni'nin
ondan yaptığı rivayettir. er-Rabi' ise, Malik'in görüşü gibi ondan bir rivayet
nakletmektedir.
14- Başkasına And
Vermek:
Bir kimse: Sana and veriyorum
mutlaka şunu yapmalısın, diyecek olursa, eğer ondan bir şey istemek kastıyla
bunu demişse, bu hususta bir keffaret yoktur ve bu yemin değildir. Eğer, yemin
etmeyi kastetmişse, az önce sözünü ettiğimiz hususlar sözkonusu olur.
15- Allah'a İzafe Edilen
Şeylere Yemin:
Biz kimsenin
"Allah'ın yaratması rızık vermesi ve Beyt'i hakkı için" gibi Allah'a
izafe eden sözlerle yemin etmesi halinde ona keffaret gerekmez. Çünkü, bunlar
caiz olmayan yeminlerdir ve Allah'tan başkası adına yemin etmektir.
16- Akdolan Yeminin
Çözülmesi (Bozulması):
Yemin akd oldu mu, onu
keffaret veya istisna inşaallah çözer. İbnü'l-Macişun der ki: İstisna
keffaretten bedeldir. Yoksa, yemini çözmek değildir. İbnü'l-Kasım da der ki:
Yemini çözmektir. İbnü'l-Arabi der ki: İslam aleminin değişik bölgelerdeki
fukahasının görüşü budur, sahih olan da budur.
İstisnanın şartı ise,
onun (yemine) muttasıl olması ve lafzan söylenmiş olmasıdır. Çünkü Nesai ve Ebu
Davud, İbn Ömer'den Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler:
"Her kim yemin eder de istisnada bulunursa, dilerse buna devam eder,
dilerse de (yeminine bağlılığı) yeminini bozması sözkonusu olmaksızın terk
eder."
Şayet diliyle
söylemeksizin istisnayı niyet ederse veya özürsüz olarak istisnayı yemininden ayrı
söyleyecek olursa, bunun kendisine bir faydası olmaz. Muhammed b. el-Mevvaz da
der ki: İstisna, yemin ile itikaden (kalbinde) birlikte bulunmalıdır. Velevki
yemininin son harfi ile birlikte olsun. Eğer yeminini tamamladıktan sonra
istisna yapacak olursa, bunun kendisine bir faydası olmaz. Çünkü yemin,
istisnadan ayrı olarak bitirilmiş olur. İstisnanın yeminden sonra varid olması
ise, tıpkı arada zaman fasılası geçmiş gibi bir etki yapmaz. Ancak bu görüşü:
"Kim yemin eder de akabinde istisnada bulunursa" hadisi red
etmektedir. Çünkü bu ifadedeki "fe" harfi takib içindir. (Yani,
yemininin tamamlanmasından sonra istisna etmesi gerekir.) İlim adamlarının
cumhuru (çoğunluğu) da bu görüştedir. Aynı şekilde böyle bir kanaat, baştan
yapılmış bir yeminin hiçbir şekilde çözülmemesi gibi bir sonuç verir ki, böyle
bir şey batıldır.
İbn Huveyzimendad der
ki: Mezhebimiz alimleri içinden ne zaman istisna yaparsa bunun, yemin ettiği
şeyi tahsis edeceği hususlarında farklı görüşlere sahiptirler. Kimi mezheb
alimlerimiz şöyle demiştir: İstisnası sahihtir, bununla da lehine yemin ettiği
kimseye haksızlık etmiş olur. Kimisi de şöyle demiştir: Lehine yemin ettiği
kişi bunu işitmedikçe istisnası sahih olmaz. Bazıları da şöyle demiştir: Lehine
yemin ettiği kimse işitmeyecek olsa dahi, istisna yaparken dilini ve
dudaklarını kıpırdatması sahih olur. İbn Huveyzimendad der ki: Bizim, kendi
içinde yaptığı istisna sahihtir, dememizin sebebi, yeminlerin niyetler ile
muteber oluşundan dolayıdır. İstisna yaparken dilini ve dudaklarını kıpırdatmadıkça
sahih olmaz, deyişimiz ise şundan ötürüdür: Bu istisnayı söyleyip dilini ve
dudaklarını kıpırdatmayan kimse söz söylemiş olmaz. İstisna da bir sözdür ve
ancak söz ile vaki olur. Hiçbir şekilde istisna sahih olmaz, derken ise, bunun,
lehine yemin edilen kişinin hakkı oluşundan ve hakimin yemini lehine istediği
duruma göre bu yemin vaki oluşundan dolayıdır. Yemin, yemin edenin tercihi ile
olmayacağına göre, aksine bu, ondan istenen birşeyolduğuna göre, onun bu
hususta herhangi bir hükmünün olmaması icabetmektedir.
İbn Abbas ise der ki:
Bir sene sonra bile yeminden istisna yapmak mümkündür. Bu hususta Ebu'l-Aliye
ve el-Hasen de ona tabi olmuşlardır. Bu görüşünü, Yüce Allah'ın şu buyruğu ile
delillendirmektedir: "'Onlar ki, Allah ile birlikte başka bir ilaha ibadet
etmezler ...
"(el-Furkan, 68)
buyruğunun inişinden bir sene sonra; ''Ancak tevbe edenler ...
müstesnadır" (Furkan, 70) buyruğu inmiştir. Mücahid der ki: Her kim iki
sene sonra dahi inşaallah diyecek olsa, bu bile onun için yeterlidir. Said b.
Cübeyr de der ki: Dört ay sonra istisna yapacak olsa, onun için yeter.
Tavus da der ki:
Meclisinde bulunduğu sürece istisna yapma hakkı vardır.
Katade der ki: Şayet
yerinden kalkmadan veya konuşmadan önce istisna yapacak olursa, onun lehine bu
istisnası geçerlidir. Ahmed b. Hanbel ve İshak da derler ki: O mesele ve
sadedde devam ettiği sürece istisna yapabilir. Ata da der ki: Bol süt veren bir
devenin sağımlığı kadarlık bir süre zarfında istisna yapma hakkı vardır.
17- ibn Abbas)ın
istisna ile Görüşünün Değerlendirilmesi:
İbnü'l-Arabi der ki:
Ayet-i kerimede İbn Abbas'ın görüşüne delil diye ileri sürdüğü hususta onun
lehine delil olabilecek bir taraf yoktur. Çünkü her iki ayet-i kerime, Yüce
Allah'ın indinde ve Levh-i Mahfuz'unda bir aradadır. Allah'ın bu hususta
bildiği bir hikmeti dolayısıyla nüzulü ertelenmiştir. Bununla birlikte
nüzuldeki bu fasıladan güzel bir fer'i hüküm ortaya çıkmaktadır. O da şudur:
Yemin eden bir kimse Allah'a yemin olsun eve girmeyeceğim ve eğer sen eve
girecek olursan boşsun; diyecek olsa ve birinci yemininde kalbinde inşaallah
diye istisna yapsa, ikinci yeminde de yine kalbinde belli bir süre veya bir
sebep, yahut herhangi bir kimsenin dilemesi gibi yemini kaldırıp istisnaya
elverişli olan bir şeyi geçirecek olursa ve bu istisnayı kendisi için yemin
olunanı korkutmak kastıyla herhangi bir şekilde açıklamayacak olursa, böyle bir
tutumun ona faydası olur ve onun aleyhine her iki yemin de münakid olmaz.
Talakta kendisine karşı beyyine getirilmediği sürece bunun bir faydası vardır.
Eğer ona karşı delil getirilecek olursa, istisna iddiası ondan kabul olunmaz.
Fetva sormak üzere geldiği takdirde böyle bir istisna niyetinin ona faydası
olur.
Derim ki: İstisnanın ona
fayda vereceği şöyle açıklanır: Şanı Yüce Allah, birinci ayeti açıklamış,
diğerini ise, (bir yıl süre ile) saklı tutmuştur. Yemin eden de aynı şekilde
korkutmak kastıyla yemin eder ve istisnayı gizlerse, aynı durumdadır. Doğrusunu
en iyi bilen Allahtır.
İbnü'I-Arabi der ki:
Ebu'l-Fadl el-Merağı, Medinetü's-Selam (Bağdat)'ta ders okuyordu. Şehrinden
kendisine gelen mektupları bir sandığa koyar ve kendisini rahatsız edecek ve
ilim talebini kesmesine sebep teşkil edecek bir haber alırım, korkusuyla hiçbir
mektubu okumazdı. Aradan beş yıl geçip de ilim talebi maksadını bir dereceye
kadar gerçekleştirdikten ve geri dönmeyi kararlaştırdıktan sonra, yüklerini
bağladı, kitaplarını ortaya koyup o mektupları çıkardı. Mektuplarında
okudukları arasından yalnızca bir tanesini dahi eğer kendisine ulaştıktan sonra
okumuş olsaydı, artık ardından bir harf dahi ilim tahsil edemezdi. Bundan
dolayı Allah'a hamd etti ve eveşyasını bir bineğe yükleyerek, Horasan yolunun
başladığı Babü'I-Halbe'ye çıktı. Bineğini ücretle tuttuğu delili önden gitti.
Kendisi ise, yol azığını satın almak üzere fırıncının kapısına dikildi. O,
azığını almak için uğraşırken, ekmekçinin bir başkasıyla konuşurken şöyle
dediğini işitti: Sen ilim adamının -vaizi kastediyor-: İbn Abbas bir sene sonra
dahi istisna yapmayı caiz kabul etmektedir, dediğini duymadın mı? Bu sözü ondan
işittiğimden beri hatırımdan çıkmadı. üzerinde düşünmeye devam edip durdum.
Fakat bu görüş doğru olsaydı, Yüce Allah da Hz. Eyyub'a: "Eline bir demet
(ot) al ve onunla vur ve yemininde de durmamazlık etme"(Sa'd, 44) diye
buyurmazdı. Niye Allah ona: "İnşaallah de" demedi.
el-Meraği, fırıncının bu
şekilde konuştuğunu duyunca, kendi kendisine şöyle dedi: Fırıncılarının bile bu
derece ilimden pay sahibi olduğu bu seviyede bulunduğu bir şehri bırakıp Merağa'ya
mı gideyim? Ebediyen böyle bir şey yapamam.
Daha sonra, ücretle
tuttuğu binek sahibinin arkasından gitti ve ona verdiği ücreti de helal edip,
ölünceye kadar Bağdat'ta ikamet etti.
18- istisnanın Yemine
Etkisi:
İstisna, Allah adına
yapılan yemini kaldırır. Zira bu, Yüce Allah'tan verilmiş bir ruhsattır. Bu
hususta görüş ayrılığı yoktur.
Ancak Allah'tan başkası
adına yapılan yeminde istisnanın durumu hakkında görüş ayrılığı vardır. Şafii
ve Ebu Hanife der ki: İstisna, her yeminde sözkonusudur. Talak, köle azad etmek
ve bundan başka diğer yeminlerde tıpkı Yüce Allah'ın yeminini kaldırdığı gibi
(bunları da kaldırır). Ebu Ömer der ki: İcma ile kabul ettikleri haktır. Çünkü,
yalnızca Allah adına yapılan yeminlerde istisna ile ilgili rivayet varid
olmuştur. Bunun dışındaki hususlarda varid olmuş bir rivayet yoktur.
19- Yemin Keffareti Ne
Zaman Yerine Getirilir:
Yüce Allah'ın:
"Bunun keffareti..." buyruğu ile ilgili olarak ilim adamları
keffarette bulunmadan önce yemini bozmanın mübah ve güzel bir şey olduğunu,
hatta bunun daha uygun olduğunu icma ile kabul etmekle birlikte, yemini
bozmadan önce keffarette bulunmanın yeterli olup olmayacağı hususunda üç farklı
görüşleri vardır:
1. Mutlak olarak (yani
yemini bozmadan önce ya da sonra) keffarette bulunmak yeterlidir. Bu, ashab-ı
kiramdan ondört kişinin, fukahanın cumhurunun kabul ettiği bir görüştür.
Malik'in mezhebinde meşhur olan görüş de budur.
2. Ebu Hanife ve
arkadaşları ise, keffaret yeminden sonra olmadıkça) hiçbir şekilde yeterli
olmaz derler. Bu, aynı zamanda Eşheb'in Malik'ten rivayetidir.
Caiz oluşu şöyle
açıklanır: Ebu Musa el-Eşarı der ki: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Şüphe yok ki ben Allah'a yemin ederim -inşa allah- herhangi bir hususta
yemin edip de ondan başkasının o husustan daha hayırlı olduğunu görecek
olursam, mutlaka yeminimin keffaretini yerine getirir ve daha hayırlı olanı
yaparım." Bunu Ebu Davud rivayet etmiştir.
Anlam bakımından da
şöyle açıklanır: Yemin, keffarete sebeptir. Çünkü Yüce Allah: "İşte yemin
ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffareti budur" buyurmakta ve keffareti
yemine izafe etmektedir. Anlam ile ilgili manevi hususlar ise, onlara sebep
teşkil eden şeylere izafe edilirler. Aynı şekilde keffaret yeminin gereğini
yerine getirmemenin bedelidir. Dolayısıyla yeminin bozulmasından önce yapılması
da caiz olur.
Daha önce keffaret
vermeyi kabul etmeyenlerin görüşü de şöylece açıklanır: Müslim, Adiy b.
Hatim'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ben Rasulullah (s.a.v.)'ı şöyle
buyururken dinledim: "Her kim bir hususa dair yemin eder, sonra ondan
başkasının ondan hayırlı olduğunu görürse, hayırlı olanı yapsın." Nesai:
"Ve yemininin keffaretini yapsın" diye ilave etmiştir.
Mana cihetinden
bakılacak olursa; keffaret günahı kaldırmak içindir. Kişi yeminine muhalefet
etmediği sürece ortadan kaldırılması gereken birşey yok demektir. O halde
keffareti yerine getirmenin bir anlamı olmaz. Diğer taraftan Yüce Allah'ın:
"İşte yemin ettiğiniz takdirde" buyruğunun anlamı da; yemin edip de
yemininizi bozduğunuz takdirde, demektir. Diğer taraftan vücubundan önce
yapılan her bir ibadet, -namaz ve sair ibadetler nazarı itibara alındığı
takdirde,- sahih değildir.
3- Şafii ise şöyle
demektedir: Yemek yedirmek, köle azad etmek ve elbise giydirmek halinde, (daha
önce keffarette bulunulursa) yerini bulur. Ancak oruçla keffarette bulunulursa
yerini bulmaz. çünkü, bedeni bir amel vaktinden öncesine alınmaz. Fakat bunun
dışındaki hallerde keffaretin daha önce yapılması yeterli olur, bu da üçüncü
görüştür.
20- Yemin Keffaretleri:
Şanı Yüce Allah, yemin
keffaretinde önce üç hususu zikrettikten sonra, bunlardan birisini yapmakta
muhayyer bıraktı, akabinde de bunların mümkün olmaması halinde de oruç tutmayı emretti.
Önce yemek yedirmekle başladı. Çünkü Hicaz topraklarında yemeğe olan ileri
derecedeki ihtiyaç ve karınlarını doyuramamaları dolayısıyla bu daha faziletli
idi. Bununla birlikte yemin keffareti hususunda muhayyerlik bulunduğunda görüş
ayrılığı yoktur.
İbnü'l-Arabi der ki:
Benim kanaatime göre keffaret duruma göre olur. Eğer muhtaç birisi bulunduğunu
biliyorsan, yemek yedirmen daha faziletlidir. Çünkü sen, köle azad ettiğin
takdirde yemeğe muhtaçların ihtiyacını gidermiş olmazsın. Bunlara (yemek yedireceğin
on kişiye) bir onbirinci kişiyi daha eklemiş olursun. Giydirmek de aynı şekilde
bundan sonra gelir. Şanı Yüce Allah, neye muhtaç olunduğunu bildiğinden dolayı
öncelikli ve önemli olanı daha önce zikretmiştir.
21- Yemin Keffareti
Olarak Yoksul Yedirmek:
Yüce Allah'ın:
"Ailenize yedirdiğinizin orta yollusundan on fakiri doyurmak onlara yemek
yedirmek" buyruğu ile ilgili olarak, bize ve Şafii'ye göre, yoksullara
çıkardığı yiyeceği temlik etmesi ve bunu mülk edinip onda tasarruf edecek
şekilde onlara teslim etmesi kaçınılmazdır. Çünkü, Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "O, yediriyor, kendisi ise yedirilmiyor.'' (En'am, 14)
Hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Rasülullah (s.a.v.) dedeye altıdabir
yedirdi." Çünkü bu, keffaretin iki çeşidinden birisidir. Bunda da
temlikten başka türlüsü caiz olmaz. Ve bunun aslı (bu hükme varmaya esas teşkil
eden hükmü) elbise giydirmek yoluyla keffarettir.
Ebü Hanife ise şöyle
demektedir: Sabahlı akşamlı yoksulları doyuracak olursa bu da caizdir. Bizim
(Maliki mezhebi) alimlerimizinden İbnü'I-Macişün'un tercihi de budur.
İbnü'I-Macişün der ki: Yemek yemeğe imkan tanımak yemek yedirmektir. Nitekim
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar yemeği ona olan sevgılerine rağmen
fakire, yetime ve esire yedirirler." (el-İnsan, 8) Buna göre, hangi yolla
yoksula yemek yedirirse, ayetin kapsamına girmiş olur.
22- Yemek Yedirmenin
Niteliği:
Yüce Allah'ın:
"Ailenize yedirdiğinizin orta yollusundan" buyruğu ile ilgili olarak
el-Bakara suresinde (143. ayet-i kerimenin tefsirinde) "vasat (ortalama)"ın
en üstün ve iyi anlamına geldiğine dair açıklamalar geçmişti. Burada ise
"vasat" iki konumun arasındaki orta yer ve iki uç arasındaki orta
nokta demektir. "İşlerin en hayırlıları orta yollu (evsatuha)
olanlarıdır" hadisi de buradan gelmektedir.
İbn Mace şöyle bir hadis
nakletmektedir: Bize Muhammed b. Yahya anlattı: Bize Abdurrahman b. Mehdi
anlattı: Bize Süfyan b. Uyeyne, Süleyman b. Ebi'l-Muğire'den anlattı: Süleyman,
Said b. Cübeyr'den, o, İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletti: Kimisi aile
halkının yiyecek ihtiyacını bol bol karşılarken, kimisi de ailesinin yiyecek
ihtiyacını kısarak karşılıyordu. Bunun üzerine: "Ailenize yedirdiğinizin
orta yollusundan" buyruğu nazil oldu.
İşte bu, (burada)
"vasat"ın belirttiğimiz gibi ve iki şeyarasında ortada bulunan
olduğunu göstermektedir.
23- Yedirilecek
Yemeğin Miktarı:
Malik'e göre,
yedirilecek miktar, eğer keffarette bulunacak kişi, Peygamber (s.a.v.)'ın
Medine'sinde bulunuyor ise, on yoksuldan her birisine bir mud'dur. Şafii ve
Medineliler de bu görüştedir. Süleyman b. Yesar der ki: Ben, insanları yemin
keffareti için yiyecek verirken, küçük mud ile bir mud buğday verdiklerini ve
bunun kendileri için yeterli olacağı görüşünde olduklarını gördüm. Bu, aynı
zamanda İbn Ömer, İbn Abbas ve Zeyd b. Sabit'in de görüşüdür. Ata b. Ebi Rebah
da böyle demiştir. Ancak, Peygamber Medinesi'nden başka bir yerde ise, durum
farklıdır. İbnu'l-Kasım der ki: Her yerde bir mud, keffarette bulunana yeterli
gelir.
İbnü'l-Mevvaz da şöyle
der: İbn Vehb, Mısır'da bunun bir buçuk mud, Eşheb ise bir mud ve bir muddun
üçtebiri kadar verir demiştir, (Eşheb) der ki: Bir tam mud ile üçtebir mud,
sabah akşam yemeğinde çeşitli bölgelerdeki geçimin ortalamasıdır.
Ebü Hanife de şöyle
demektedir: Buğday verecekse yarım sa', hurma ve arpa verecekse bir sa' verir.
Bunu da Abdullah b. Sa'lebe b. Suayr'ın babasından yaptığı rivayete dayanarak
söylemiştir. Abdullah'ın babası Sa'lebe b. Suayr der ki: Rasülullah (s.a.v.)
hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı ve fıtır sadakası olarak kişi başına bir
sa' hurma, yahut iki kişi adına bir sa' arpa, yada bir sa' buğdayı vermeyi emr
etti.
Süfyan ve İbnü'l-Mübarek
de bunu delil almış, bu görüşü kabul etmişlerdir.
Ayrıca bu görüş, Ali,
Ömer, İbn Ömer ve Aişe (r.anhum)'dan da rivayet edilmiştir. Said b. el-Müseyyeb
de bu görüştedir. Irak fukahasının genel olarak görüşü budur. Çünkü İbn Abbas
şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) bir sa' hurma ile keffarette bulunmuş ve
insanlara böylece keffarette bulunmayı emretmiştir. Bunu bulamayan ise, aile halkınıza
yedirdiğinizin orta yollusundan yarım sa' buğday versin. Bunu, İbn Mace
Sünen'inde rivayet etmiştir.
24- Yemin Keffaretinde
Kendilerine Yemek Verilmeleri Caiz Olmayanlar:
Yemin keffaretinde bulunan
bir kimsenin zengin bir kimse ile nafakasını vermek zorunda olduğu yakın
akrabasına yemek yedirmesi caiz değildir. Eğer nafakasını sağlamakla yükümlü
olduğu kimselerden olursa, Malik der ki:
Böyle birisine yemek
yedirmesi hoşuma gitmez. Fakat, yapacak olursa ve bu akrabası da fakir ise
yerini bulur. Şayet zengin olduğunu bilmediği halde zengin birisine yemek
yedirecek olursa, el-Müdevvene ile başka bir kitapta bunun yeterli olmayacağı
belirtilmekle birlikte, el-Esediyye'de bunun yeterli olacağı kaydedilmektedir.
25- Keffaret Kişinin
Yediği Cinsten Verilir:
Kişi yediğinden keffaret
verir. İbnü'l-Arabi der ki: Bu noktada bir gurup ilim adamı yanılarak şöyle
demiştir: Eğer kendisi arpa yerken insanlar buğday yiyorsa, sair insanların
yediğinden keffaretini versin. Ancak, bu apaçık bir yanılgıdır. Çünkü,
keffarette bulunacak kişi, eğer bizzat arpadan başkasını yiyemiyor ise,
başkasına bundan başkasını vermesi ile mükellef tutulamaz. Peygamber (s.a.v.)
da: "Bir sa' buğday ve bir sa' arpa ... " diye buyurmuştur, Bunları
ayrı ayrı zikretmiş ki, herkes yediğinden üzerine düşeni versin diye. Bu
hususta ise anlaşılmayacak kapalı bir taraf yoktur,
26- Yemek Yedirmek
Sabahlı Akşamlıdır:
Malik der ki: Şayet on
yoksulu sabahlı akşamlı yedirecek olursa, bu (keffaret olarak) o kimse için
yeterli olur. Şafii ise der ki: Hepsine bir arada yemek yedirmesi caiz
değildir. Çünkü, yemekte bibirbirleri arasında fark vardır. Bunun yerine her
bir yoksula bir mud verir.
Ali b. Ebi Talib
(r.a)'dan da şöyle dediği rivayet edilmektedir: On yoksula yalnızca bir öğün
yedirmek yeterli olmaz. Yani, akşam yedirmeksizin yalnızca sabah, yahut sabah
yedirmeksizin yalnızca akşam yemeği vermek yeterli olmaz. Mutlaka sabahlı
akşamlı yedirmelidir. Ebu Ömer der ki: Değişik bölgelerde fetva önderlerinin
görüşü de budur.
27- Keffaret Olarak
Katıksız Ekmek Verilmez:
İbn Habib der ki:
Katıksız yalnız başına ekmek yeterli olmaz. Ekmekle birlikte katık olarak
zeytin yağı, keşk veya kameh veya mümkün olan herhangi bir şey verilmelidir.
İbnü'l-Arabi der ki: Bu, görüşüme göre vacib olmayan bir fazlalıktır. Ekmekle
birlikte şeker vermesi, et vermesinin müstehap olmasına gelince, bu doğrudur.
Fakat, yemek için belli bir katığı tayin etmenin ise herhangi bir yolu yoktur,
Zira, "yiyecek" lafzı bunu ihtiva etmez,
Derim ki: Ayetin
ortalama yeme hakkında nazil oluşu, ekmekle beraber zeytinyağı veya sirke
vermeyi ya da buna benzer peynir, yahut İbn Habib'in dediği gibi keşk vermeyi
gerektirmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Rasulullah (s.a.v.) da
şöyle buyurmuştur: "Sirke ne güzel katıktır!"
Hasan-ı Basri de der ki:
Eğer yoksullara ekmek ve et, yahut ekmek ve zeytin yağı günde bir defa
doyuncaya kadar yedirecek olursa, bu dahi onun için yeterlidir. Bu, İbn Sirin,
Cabir b. Zeyd ve Mekhul'ün görüşüdür. Bu görüş Enes b. Malik'ten de rivayet
edilmiştir.
28- Keffaretin Tek Bir
Yoksula Verilmesi:
Bize göre keffaretin tek
bir yoksula verilmesi caiz değildir. Şafii de bu görüştedir. Ebu Hanife'nin
arkadaşları da keffaretin tümünün bir kişiye tek bir defada verilmesini kabul
etmemekle birlikte, keffaretin tümünü bir günde fakat değişik miktarlarda ve
ödemelerde vermesi halinde farklı görüşlere sahiptirler.
Kimisi bunu caiz görür
ve eğer fiil bir kaç defa tekerrür etmişse, ikinci fiil ile ilgili olarak
kendisine ilk olarak keffaretten bir pay verilene bir daha verilmesine mani
yoktur. Çünkü, miskin (yoksul) adı hala onun için kullanılabilmektedir, demek
yerinde olur.
Başkaları ise şöyle
demektedir: Keffareti (aynı günde değil de) birden çok günlerde aynı kişiye
ödemek caizdir. Çünkü günlerin birden çok olması, yoksulların sayılarının
yerini tutmaktadır. Ebu Hanifeye göre bu şekilde bir ödeme onun için yeterli
olur. Çünkü ayet-i kerimeden maksat, yedirilecek miktarı bildirmektir. O, bu
miktarı tek bir kişiye verecek olsa dahi onun için yeterli olur.
Bizim delilimiz, Yüce
Allah'ın, on kişiyi Kitabının nassında zikretmiş olmasıdır. Bundan vazgeçmek
caiz değildir. Aynı şekilde böyle bir uygulama ile müslümanlardan bir topluluk
canlandırılır ve bir gün dahi onların yetecek kadar ihtiyaçları karşılanır.
Böylelikle onlar, bu zaman zarfında kendilerini Yüce Allah'a ibadete ve duaya
verebilirler. Bu sebepten ötürü de keffarette bulunana mağfiret olunur.
Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
29- Keffaretin Sebebi:
Yüce Allah'ın:
"Bunun keffareti" buyruğundaki zamir, nahvi tekniklere göre (...)'ya
racidir. Bu durumda bu edatın; (...) anlamına gelme ihtimali olduğu gibi
masdariye olması ihtimali de vardır. Ya da zamir de her ne kadar açıktan açığa
ondan söz edilmiyorsa bile, yemini bozma günahına raci olur. Çünkü anlam, bunun
böyle olmasını gerektirmektedir.
30- Aileniz:
Yüce Allah'ın: (...)
buyruğu, (...)'ın kırık olmayan (salim) çoğuludur. Cafer b. Muhammed es-Sadık
ise bu kelimeyi, (...) diye okumuştur. Bu ise mükesser (kırık) bir çoğuldur.
Ebu'l-Feth şöyle demiştir: (...) gibi olup, (...) kelimelerinin de
çoğullarıdırlar. Araplar, (...) şeklinde, (müzekker ve müennes olarak)
kullanırlar. Şair der ki: "Vesevgiye ehil nice kimse vardır ki, ben de
onları sevmeye kalktım. Ve bu hususta onlara bütün gücümle övgülerde,
iltifatlarda bulundum."
31- Keffaret
Şekillerinden Birisi Olarak Yoksulları Giydirmek:
Yüce Allah'ın:
"Yahut onları giydirmek" buyruğunda, "kef" harfi hem esreli,
hem de ötreli olarak okunmuştur. Bunlar iki ayrı söyleyiştir. "Örnek"
kelimesi gibi. Said b. Cübeyr ile Muhammad b. es-Semeyka el- Yemani bunu:
"Onlar gibi, onlara benzer şekilde" diye okumuştur ki, aile halkın
gibi onları da giydir, anlamındadır.
Erkekler için giyim,
bütün vücudu örten tek bir elbisedir. Kadınlar için giyim ise, namazda onlar
için yeterli gelen asgari miktardır. Bu da vücudunu boydan boya örten elbise (
manto ve benzeri) ile başörtüsüdür. Küçüklerin hükmü de böyledir.
İbnü'l-Kasım
"el-Utabiyye" de şöyle demektedir: Küçük kız, büyük kadın gibi
geydirilir, küçük çocuk da büyük gibi geydirilir. Bu da yedirmeye kıyasen
böyledir.
Şafii, Ebu Hanife,
es-Sevri ve el-Evzai de şöyle derler: Bu ismin, hakkında kullanılabileceği
asgari miktar olmalıdır. Bu da tek bir örtüdür. Ebu'l-Ferec'in Malik'ten
rivayetinde -ki, İbrahim en-Nehai ve Muğire de böyle demiştir- şöyle
denilmektedir: Bedenin tamamını örten miktar verilir. Namazın bundan daha
aşağısı bir elbise ile caiz olamayacağına binaen böyle denilmiştir.
Selman (r.a) dan da
şöyle dediği rivayet edilmiştir: İç elbise elbise olarak ne iyidir! Taberi
bunu, kesintisiZ bir senetle rivayet etmiştir. el-Hakem b. Uyeyne de şöyle
demektedir: Başını saracak bir sarık yeterlidir. Aynı zamanda bu, es-Sevri'nin
de görüşüdür.
İbnü'l-Arabi der ki: Ben
şöyle denilmiş olmasını çok arzu ederdim: Kişiyi sıcak ve soğuğun rahatsız
edici durumundan kurtaracak kadar örtecek elbiseden başkası yeterli olmaz.
Nitekim, yemek hususunda kişiyi açlıktan kurtarıp doyuracak kadar vermekle
yükümlü oluşu gibi. (Böyle denilmiş olsaydı) ben de böyle diyecektim. Sadece
belden aşağısını örten bir izar verileceği görüşüne gelince, ben bunun nereden
geldiğini bilmiyorum. Allah, yardımı ile bana da size de bilmenin yollarını açsın.
Derim ki: Elbise miktarı
belirlenirken, bazıları alışılagelmiş ve örf haline gelmiş elbise ve giyimi
gözönünde bulundurmuş, bazıları da şöyle demiştir:
Tek bir elbise, ancak
vücudun tamamını örten bir örtü olmadıkça yeterli olmaz.
Ebu Hanife ve arkadaşları
da derler ki: Yemin keffaretinde giydirmek, her yoksul için bir sevb ve izar
(yani vücudun belden aşağısını ve yukarısını örten iki örtü) yahut bir rida
(aba veya cübbe gibi üstten giyilen elbise gibi), yahut kamis (iç gömlek ve
elbise), yahut kaba' (kaftan) veya bir kisa (tam elbise) şeklindedir. Ebu Musa
el-Eşari'den de kendisi adına ikişer elbise verilmesini emrettiği rivayet
edilmiştir. el-Hasen ve İbn Sirin de bu görüştedir. İbnü'lArabi'nin tercih
ettiği görüşün anlamı da budur. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
32- Keffarette Bulunan
Kimsenin Yiyecek Ya da Giyeceğin Kıymetini Vermesi:
Yiyecek ve giyeceğin
kıymetini vermek yeterli olmaz. Şafii de bu görüştedir. Ebu Hanife ise yeterli
olur, demiştir. Çünkü o, zekatta bile kıymet geçerlidir, keffarette nasıl
geçerli olmaz demiştir.
İbnül-Arabi ise der ki:
Onun dayanağı, maksat ihtiyacın giderilmesidir, ihtiyacın ortadan
kaldırılmasıdır. Kıymet bu hususta yeterli iş görmektedir, der. Biz ise şöyle
deriz: Eğer sizler, ihtiyacın giderilmesini göz önünde bulunduracak olursanız,
ibadet nerede kalır? Kur'an-ı Kerimin muayyen üç şeyi nass ile tesbit etmesi
nerede kalır. Kur'an'ın beyanının bir türden öbür türe geçişinin anlamı ne
olur?
33- Keffarette Zımmi
Ya da Köleyi Gıydirmek:
Keffarette bulunan kişi
elbiseyi, bir zimmi, ya da bir köleye verecek olursa bu onun için yeterli
olmaz. Ebu Hanife ise yeterli olur, demiştir. Çünkü o da bir miskin (yoksul)
dur. Miskin lafzı onu da kapsamaktadır. Ayetin umumu onu da kapsamına
almaktadır.
Deriz ki: Bunun, şu
ifade ile tahsis edildiğini açıklayabiliriz: Bu, yoksullar için çıkartılıp
verilmesi gereken bir bölüm maldır. Bunun kafire verilmesi caiz değildir, bu
görüşün asıl dayanağı ise zekattır. Diğer taraftan biz, (Ebu Hanife ile) böyle
bir malın mürtede ödenmesinin caiz olmadığını ittifakla kabul etmekteyiz.
Mürteddi tahsis ettiğini kabul ettiği her bir delil, zimmi hususunda bizim de
delilimizdir.
Köle ise, yoksul olamaz.
Çünkü köle, efendisinin kendisine sağladığı nafaka ile ihtiyaçtan kurtulmuştur.
Zengin gibi, ona da keffaret verilmez.
34- Köle Azad Etmek:
Yüce Allah'ın:
"Yahut bir köle azad etmektir" buyuruğunda, "azad etmek
(tahrir)" kölelikten çıkarmak demektir. Esirlik, zorluk ve sıkıntı,
dünyanın yoruculukları ve benzerlerinden kurtarmak hakkında da kullanılır. Hz.
Meryem'in annesinin: "Rabbim, karnımdakini azadlı bir kul olarak yalnız
sana adadım" (Al-i İmran, 35) buyruğundaki "muharraran" kelimesi
de buradan gelmektedir. Yani, dünyanın kötülüklerinden ve benzer şeylerinden
kurtulmuş ve aza de olarak demektir. elFerazdak b. Galib'in şu beyiti de bu
kabildendir: "Ey Gudaneoğulları, şüphesiz ki, ben sizi hürriyete
kavuşturdum da, sizleri Atiyye b. Ci'lil'e bağışladım."
Ben, sizi hicv
edilmekten yana kurtarıp özgürlüğünüze kavuşturdum demektir.
Ayet-i kerimede
hürriyete kavuşturmaktan söz edilirken, özellikle insanın boynunun söz konusu
edilmesi ise, genelde tasmanın insan boynuna takıldığı organ oluşundan
dolayıdır. Ayağa bukağı vurmak ise çoğunlukla hayvanlarda görülen bir olaydır.
O halde boyun, mülk edinilen kölenin mülkiyetinin görüldüğü yer olduğundan
dolayı, özgürlüğe kavuşturmak da boyuna izafe edilmiştir.
35- Azad Edilecek
Kölenin Niteliği:
Bize göre, ancak başkasının
ortaklığı sözkonusu olmaksızın, tam ve mü'min bir köle azad etmekten başkası
caiz değildir. Kölenin bir bölümünü azad etmek de belli bir süreye kadar azad
etmek, kitabet, tedbir (özgürlüğü sahibinin ölüm şartına bağlamak) da caiz
olmadığı gibi, azad edilecek kölenin um veled (efendisinden çocuğu olduğu için
efendisinin ölümünden sonra hürriyetine kavuşacak olan cariye) de olmaması
gerekir, mülkiyetine geçirdiği takdirde, istemese de azad edilmesi gereken bir
kimse olmaması gerekir. Yine azad edilecek kölenin, geçimini kazanmasını
engelleyecek şekilde kocamış, yaşlı ve kötürüm olmaması, kusursuz ve sağlam
olması gerekmektedir. Davud (ez-Zahiri) ise bu hususta muhalefet ederek kusurlu
kölenin azad edilmesini caiz kabul etmektedir.
Ebu Hanife de der ki:
Kafir köle azad etmek caizdir. Çünkü (burada) lafzın mutlak olması bunu
gerektirmektedir.
Ancak, bizim delilimiz
şudur: Bu, Allah Tealaya yakınlaştırıcı farz bir iştir. Dolayısıyla zekat gibi,
kafirin bu işe konu olması sözkonusu değildir. Aynı şekilde Kur'an-ı Kerimde bu
kabilden mutlak olan bütün lafızlar, hataen öldürmekte sözkonusu edilen ve
kayıtlı olarak zikredilen köle azad etmeye racidir.
"Kölede başkasının
ortak olmaması gerekir" deyişimizin sebebi, Yüce Allah'ın: "Ya da bir
köle azad etmektir" diye buyurmuş olmasıdır. Çünkü, kölenin bir parçası,
kölenin tamamı demek olamaz. Yine, azad edilecek kölede azad olma akdinin
sözkonusu olmaması gerektiğini söyledik. Çünkü, hürriyete kavuşturmak, daha
önce sözkonusu edilmiş bir azatlığın gerçekleştirmesini mevzubahis olmaksızın
başlı başına bir azadı gerektirmektedir. Azad edilecek kölenin kusursuz ve
sağlıklı olmasını, yine Yüce Allah'ın: "Ya da bir köle azad etmektir"
buyruğundan dolayı söyledik. Çünkü, ifadenin mutlak olması, tam bir köle azadı
gerektirir. (Mesela, kör bir köle eksiktir.) Sahih-i Buhari'de Peygamber
(s.a.v.)'ın da şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Bir müslüman, bir
başka müslümanı kölelikten azad edecek olursa, mutlaka azad ettiği onun
cehennemden kurtuluşuna sebep olur. Azad edilenin her bir uzvu, azad edenin o
uzvunun karşılığında -hatta ferci ferci karşılığında- (ateşten) kurtulur."
Bu ise, gayet açık bir nasstır.
Tek gözü kör olan ile
ilgili olarak da mezhebte (Maliki mezhebinde) iki görüş rivayet edilmiştir.
Sağır ve hayaları burulmuş köle hakkında da aynı şey sözkonusudur.
36- Keffaret için
Ayırdığı Malı TelefOlursa:
Bir kimse, bir keffaret
dolayısıyla bir köle azad etmek üzere bir miktar malı bir kenara ayırmışsa, o
malı telef olursa, keffarette bulunma yükümlülüğü üzerinde devam eder. Halbuki,
fakirlere ödemek, yahut da onunla bir köle satın almak üzere zekat olan bir
malı bir kenara ayırdıktan sonra malı telef olanın durumu böyle değildir.
Zekatta böyle bir durum sözkonusu olduğu takdirde, zekat verenin emre uyması
dolayısıyla başka bir malı aynı şekilde ödeme yükümlülüğü kalmaz.
37- Yemin Eden
Keffaretini Yerine Getirmeden Önce Ölürse:
Fıkıh alimleri, yemin
eden keffaretten önce ölecek olursa, hükmün ne olacağı hususunda farklı
görüşlere sahiptir.
Şafii ve Ebu Sevr der
ki: Yemin keffaretleri ölenin sermayesinden çıkartılır.
Ebu Hanife de der ki:
Yemin keffaretleri onun bıraktığı mirasın üçtebirinden ödenir. Malik de; -bunu
vasiyyet etmiş olması şartıyla -böyle demiştir.
38- Kişinin Keffarette
Bulunacağı Sıradaki Hali Gözönünde Bulundurulur:
Zenginken yemin edip,
fakir oluncaya kadar yemininin keffaretini yerine getirmezse, yahut fakirken
yeminini bozmakla birlikte, zengin olacağı vakte kadar keffarette bulunmazsa,
ya da kendisi köle iken yeminini bozup azad edilinceye kadar keffarette
bulunmazsa, bütün bu hallerde, yeminini bozduğu vakit değil de, keffaretini
yerine getireceği vakit gözönünde bulundurulur.
39- Yemine Bağlı
Kalmanın Zararı Varsa:
Müslim, Ebu Hureyre'den
şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Allah'a yemin ederim, kişinin aile halkına zarar verecek şekilde etmiş
olduğu yemininde sebat göstermesi, onun için Allah nezdinde, Allah'ın kendisine
farz kılmış olduğu keffaretini ödemesinden daha bir günahtır."
Burada yeminde sebat
göstermekten kasıt, zorluk ve sıkıntıya sebep olsa; ve ister dünyevi, ister
uhrevi herhangi bir menfaat bulunan işi terk etmeyi gerektirse dahi, yeminin
gereğini yerine getirmeye devam etmektir. Eğer yemin dolayısıyla bu türden
herhangi bir şey sözkonusu olacak olursa, uygun olan, kişinin yeminini bozması
ve keffareti yerine getirmesidir. Yüce Allah'ın: ''Allah'ı yeminlerinizle
iyilik etmenize ... bir engel yapmayın" (el-Bakara, 224) buyruğunda
açıkladığımız gibi, bu durumuna da yemini gerekçe göstermemelidir. Nitekim Hz.
Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Kim herhangi bir hususa yemin eder de,
başka bir şeyin ondan hayırlı olduğunu görürse, yemininin keffaretini yerine
getirsin ve hayırlı olanı yapsın." Daha çok hayırlı olanı yapsın, demektir.
40- Yemin, Yemin
Ettirenin Niyetine Göredir:
Müslim, Ebu Hureyre'den
şöyle dediğini rivayet eder: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Yemin, yemin
ettirenin niyetine göredir."
ilim adamları der ki:
Bunun anlamı şudur: Herhangi bir hak ile ilgili olarak bir kimsenin yemin
etmesi icabeder, o da bundan dolayı yemin ederse, bu sırada da kendisine yemin
verdirenin niyetinden başka birşeyi niyet ederse, onun bu niyetinin kendisine
bir faydası olmaz. Bu niyetiyle o yeminin kendisine kazandırdığı günahtan da
kurtulamaz. Hz. Peygamberin bir başka hadisindeki mana da aynıdır: "Senin
yeminin, arkadaşının seni hakkında doğrulayacağı şeye göredir." Bu:
"Onunla arkadaşının seni doğrulayacağı şekle göredir" diye de rivayet
edilmiştir. Bunu da aynı şekilde Müslim rivayet etmektedir.
Malik der ki: Her kim,
kendisinden herhangi bir hakkı dolayısıyla alacaklı olanın isteği üzerine yemin
ederse, ettiği bu yeminde de istisnada bulunsa, yahut dilini ya da dudaklarını
kıpırdatsa veya bunu lafzen söyleyecek olsa, bu istisnasının o kimseye hiçbir
faydası olmaz. Çünkü, bu gibi durumlarda muteber olan niyyet, isteği üzerine
kendisine yemin edilenin niyetidir. Çünkü yemin, o kimsenin bir hakkıdır. Ve
yemin, hakimin o kimse için yemini istiyeceği şekle göre vaki olur. Yemin edenin
tercih edeceği şekle göre değiL. Çünkü bu yemin, o kimseden istenmektedir.
Malik'in konu ile ilgili görüşlerinden ve sözlerinden varılan netice budur.
41- Keffaret için Bu
üçünden Birisini Yerine Getirmek imkanı Olmayan:
Yüce Allah'ın:
"Fakat kim bulamazsa" buyruğunun anlamı şudur: Eğer kişi, yemek
yedirmek, elbise giydirmek veya köle azad etmek diye belirtilen bu üç husustan
herhangi birisine malik olmadığını tesbit ederse ... Buyruğun bu anlama geldiği
icma ile kabul edilmiştir. Kişi, bu üç hususu bulamayacak olursa, o takdirde
oruç tutar.
Bunları bulamamak ise
iki türlü olur. Ya malı eli altında değildir, veya malı fiilen yoktur, Birinci
durum kendi asıl beldesinde olmaması halinde sözkonusu olur, Eğer bu durumda da
kendisine ödünç verecek birilerini bulabilirse, oruç tutması caiz olmaz. Şayet
ödünç verecek kimse bulamayacak olursa, bu hususta farklı görüşler vardır.
Beldesine dönünceye kadar bekler, denilmiştir.
İbnü'I-Arabi der ki:
Hayır, bunu beklemek zorunda değildir. Aksine, oruç tutarak keffarette
bulunabilir. Çünkü, vücub (keffarette bulunma gereği) zimmetinde tahakkuk
etmiştir. Bunu yerine getirememe şartı da tahakkuk etmiştir. O halde emri
yerine getirmeyi ertelemenin açıklanır bir tarafı yoktur. Bundan dolayı bu üç
türden birisi ile keffarette bulunmaktan acze düştüğü için, olduğu yerde
keffaretini öder. Çünkü Yüce Allah: "Fakat kim bulamazsa" diye
buyurmaktadır.
Bir diğer görüşte de
şöyle denilmektedir: Geçimini kendisiyle sağladığı sermayesinden fazla bir malı
bulunmayan bir kimse, asıl bulamayan kişidir.
Yine şöyle denilmiştir:
Bulamayan kişi, ancak bir gün ve bir gecelik yiyeceği bulunup, başkasına
yedirecek fazla yiyeceği bulunmayan bir kimsedir. Şafii de bu görüştedir,
Taberi de bunu tercih etmiştir. Malik ve arkadaşlarının görüşü de budur.
İbnü'l-Kasım'dan ise rivayet olunduğuna göre, günlük nafakasından birşeyler
artıran kimse, oruç tutamaz. Yine İbnü'I-Kasım, Kitabu İbn Müzeyyen'de şöyle
demektedir: Eğer yeminini bozan kimsenin bir günlük yiyeceğinden fazla yiyeceği
varsa, yemek yedirerek keffarette bulunur. Açlıktan korkması, yahut bu hususta
kendisine yardım eli uzatılmayacak bir beldede olması hali müstesnadır.
Ebu Hanife ise şöyle
demektedir: Eğer onun yolunda (zekat) nisabı yoksa, o kimse bulamayan bir kimse
demektir.
Ahmed ve İshak der ki:
Eğer bir gün ve bir gecelik yiyeceği bulunuyor ise, bundan arta kalanı yedirir.
Ebu Ubeyd de şöyle
demektedir: Şayet yanında kendisinin ve ailesinin bir gün bir gecelik yiyeceği
ve onlara yetecek kadar giyeceği varsa, bunlardan ayrı olarak da keffarette
bulunacağı kadar bir miktara sahip bulunuyorsa bize göre o, bulan bir kimsedir.
İbnü'I-Münzir der ki:
Ebu Ubeyd'in bu görüşü güzel bir görüştür.
42- Oruç Tutmak:
Yüce Allah'ın: "üç
gün oruç tutsun" buyruğunu, İbn Mes'ud; "Peşpeşe" fazlası ile
okumuştur. Bu kıraat ile mutlak olan bu üç gün, kayıtlanmış olur. Ebu Hanife ve
es-Sevri de bu görüştedir. Şafii'nin iki görüşünden birisi de budur. el-Müzeni
de zihar keffaretinde oruca kıyasen ve Abdullah b. Mes'ud'un kıraatini gözönünde
bulundurarak bu görüşü tercih etmiştir.
Malik ile diğer
görüşünde Şafii: de şöyle demektedirler: Bunları ayrı ayrı tutması da
yeterlidir. Çünkü, peşpeşe oruç tutmak, ancak bir nassa ya da nass ile
bağlanmış bir hükme kıyas ile vacib olabilen bir sıfattır, burada ikisi de
yoktur.
43- Keffaret Orucunda
Unutarak Oruç Bozarsa:
Oruç tuttuğu günlerden
herhangi bir günde unutarak orucunu yiyen bir kişi hakkında Malik: Kaza
yapmakla yükümlüdür derken, Şafii: kaza yapması gerekmez, demektedir. Nitekim
buna dair açıklamalar, daha önce el-Bakara suresinde (187. ayetin tefsirinde,
12. başlıkta) oruç ile ilgili açıklamalarda bulunulurken geçmişti.
44- Hür Olmayan
Müslüman Keffarette Bulunur mu?
Yüce Allah'ın nass ile
tesbit ettiği bu keffaret ittifakla, hür ve müslüman kimse için gereklidir.
Yeminini bozduğu takdirde köleye bunlardan hangisi vacib olduğu hususunda
fukaha arasında görüş ayrılığı vardır.
Süfyan-ı Sevri, Şafii:
ve Rey ashabı derlerdi ki: Köle için oruç tutmaktan başka bir keffaret şekli
yoktur. Başka bir şekilde keffarete kalkışması da onun için geçerli değildir.
Ancak, bu hususta Malik'in görüşü farklı gelmiştir. İbn Nafi' köle, köle azad
etmekle keffarette bulunmaz. Çünkü, bu durumda azad ettiği kölenin velası ona
ait olmaz. Fakat bunun yerine efendisi ona izin verecek olursa, sadaka ile
keffarette bulunur. Bununla birlikte en uygunu oruç tutmasıdır, dediğini
nakletmektedir. İbnü'I-Kasım da Malik'ten şöyle dediğini nakleder: Köle,
efendisinin izniyle dahi olsa, yemek yedirecek yahut elbise giydirecek olsa, bu
çok açıkça söylenebilecek bir husus değildir. Bundan yana kalbimde (bu konuda
tereddüde götüren) birşeyler vardır.
45- Yeminlerin
Keffareti:
Yüce Allah'ın:
"İşte yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffareti budur"
buyruğu, yeminleriniz böyle örtülür, demektir. Bir şeyi örtmek ve gizlemek
halinde "keffaret" tabiri kullanılır ki, buna dair açıklamalar
önceden geçmiş bulunmaktadır.
Bunun, Yüce Allah adına
yemindeki keffaret hakkında olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Tabiinden
kimisi ise, yemin keffaretinin terk etmeye yemin ettiği hayrı işlemek olduğu
görüşündedir. İbn Mace de Sünen'inde: "O yeminin keffareti onu
terketmektir" diye bir başlık açtıktan sonra şöyle demektedir: Bize, Ali
b. Muhammed anlattı. Bize Abdullah b. Numeyr, Harise b. Ebir'r-Ridl'den
anlattı, o, Amra'dan, o, Aişe'den şöyle dediğini nakletti:
Rasulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: " Her kim, akrabalık bağını kesmek yahut da uygun olmayan bir
şey hakkında yemin edecek olursa, o yeminine bağlı olması bu yemin ettiği şeye
devam etmemesidir." Yine İbn Mace, Amr b. Şuayb'dan, o, babasından, o,
dedesi senediyle Peygamber (s.a.v.)'ın şu buyruğunu kaydetmektedir: "Her
kim bir şeye dair yemin ederse, bir başkasının ondan hayırlı olduğunu görürse,
onu bıraksın. Çünkü onu bırakması, o yeminin keffaretidir."
Bu, Ebu Bekr es-Sıddik
(r.a)'ın başından geçen olayla da desteklenmektedir. Hz. Ebu Bekir, yemeği
yememek üzere yemin edince, hanımı da kendisi yemedikçe o yemekten yememek
üzere yemin etti. Misafir -veya misafirler- de kendisi yemedikçe yememek üzere
yemin etti (veya ettiler). Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir: Bu şeytandandır diyerek
yemeğin getirilmesini istedi, kendisi de yedi, diğerleri de yediler. Bunu
Buhar'i rivayet etmiştir. Müslim şunu da eklemektedir: Sabah olunca, Peygamber
(s.a.v.)'ın yanına gittim ve Ey Allah'ın Rasulü, onlar yeminlerinde durdular
ben ise yeminimi bozdum deyip durumu ona anlatınca, Hz. Peygamber şöyle
buyurdu: "Bilakis sen, onların arasında sözüne en bağlı olan ve en
hayırlılarısın" dedi. (Hadisi rivayet eden) dedi ki: Bu hususta bana
keffaret ile ilgili birşey ulaşmadı.
46- Allah'tan Başkası
Adına Yapılan Yemin Keffareti:
Yüce Allah adından
başkası adına yapılan yeminin keffareti hususunda fukahanın farklı görüşleri
vardır. Malik der ki: Kim malının sadakasına dair yemin ederse, malının
üçtebirini çıkartıp verir. Şafii ise, bir yemin keffaretinde bulunması gerekir
demektedir. İshak ve Ebu Sevr de bu görüştedir. Aynı zamanda Hz, Ömer ve Hz,
Aişe'den de bu görüş rivayet edilmiştir. eş-Şa'b'i, Ata ve Tavus ise, ona bir
şey gerekmez, demişlerdir.
Bir kimse Mekke'ye
yürüyeceğine dair yemin ederse, Malik ve Ebu Hanife'ye göre bu yeminini yerine
getirmesi gerekir. Şafii, Ahmed b, Hanbel ve Ebu Sevr'e göre ise, bir yemin keffaretinde
bulunması onun için yeterlidir.
İbn Müseyyeb ve el-Kasım
b. Muhammed ise şöyle demiştir: Ona bir şey gerekmez. İbn Abdi'l-Berr ise der
ki: Medine'de ve ondan başka şehirlerdeki ilim adamlarının çoğunluğu, Mekke'ye
yürümeye dair yeminde Yüce Allah adına yeminde olduğu gibi, bir keffareti vacip
görürler. Bu, aynı zamanda ashab ve tabiinden bir topluluğun görüşü olduğu
gibi, müslümanların fukahasının çoğunluğunun da görüşüdür. İbnü'l-Kasım, oğlu
Abdussamed'e bu şekilde fetva vermiştir. Ayrıca, ona bunun el-Leys b. Sa'd'ın
görüşü olduğunu da zikretmiştir. Ancak, İbnü'l-Kasım'dan meşhur olan, Mekke'ye
yürüyerek gitmeye dair yeminde, oraya yürüyerek gitmeye gücü yeten müstesna
keffaret olmadığıdır. Malik'in görüşü de budur.
Köle azad etmek için yemin
eden kimsenin; Malik, Şafii ve diğerlerin görüşüne göre, azad edeceğine dair
yemin ettiği köleyi azad etmesi gerekir. İbn Ömer, İbn Abbas ve Hz. Aişe'den;
bu kişi yemin keffaretinde bulunur; bizzat o köleyi azad etmesi gerekli
değildir, dedikleri rivayet olunmuştur. Ata; herhangi birşeyi tasadduk eder
demiştir. el-Mehdevı der ki: İlim adamlarından sözüne güvenilir kimseler,
talaka yemin eden kimse için yeminini bozması halinde, talakının sözkonusu
olacağı hususunda icma etmişlerdir.
47- Yeminlerin Korunması:
Yüce Allah'ın:
"Yeminlerinizi koruyun" buyruğu, yeminlerinizi bozduğunuz takdirde,
yerine getirmeniz gereken keffareti ifa etmekte çabuk hareket etmek suretiyle
koruyun, demektir. Bu, yemini terk etmek suretiyle koruyun. Çünkü sizler, yemin
etmeyecek olursanız (keffaretin) bu yükümlülükleri de hakkınızda sözkonusu
olmaz, diye de açıklanmıştır. "Şükredesiniz diye ... " buyruğunda
geçen şükre dair açıklamalar, (el-Bakara, 52. ayet, 3. başlıkta) ve (...)
Diye" edatına dair açıklamalar da el-Bakara Suresi'nde (22. ayetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamd olsun.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN