ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

MAİDE

45

وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالأَنفَ بِالأَنفِ وَالأُذُنَ بِالأُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ فَمَن تَصَدَّقَ بِهِ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَّهُ وَمَن

لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

 

45. Biz onda, onlara şunu yazdık: "Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş. Yaralar da birbirine kısastır." Fakat kim. onu sadaka olarak bağışlarsa bu ona keffaret olur. Kim Allah'ın indirdiğı ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı otuz başlık halinde sunacağız:

 

1- Aynı Din Mensubu Olmayanlar Arasında Kısas:

2- Bir Kimse Bir Diğerinin Önce Birtakım Azalarını Kesse, Sonra da Öldürse Ona Ne Şekilde Kısas Uygulanır:

3- Kıraat Farkları:

4- Yaralamalarda Kısas:

5- Hata Yoluyla Gözün Çıkartılması:

6- Tek Gözü Gören Bir Kimse, Sağlıklı Birisinin Gözünü Çıkartırsa:

7- Tek Gözü Olup O Gözü ile Görmeyenin Durumu:

8- Gözbebeği Kalmakla Birlikte iki Gözün de Görmesinin Ortadan Kaldırılması:

9- Görmenin Kısmen Giderilmesi, Göze Kısasın Nasıl Uygulanacağı ve Göz Kapağı:

10- Burunda Kısas:

11- Burundaki Küçük Yaralamalar:

12- Kulakta Kısas:

13- Dişlerde Kısas:

14- Vurduğu Darbe ile Dişi Karartırsa:

15- Süt Dişlerinin Durumu:

16- Büyüğün Sökülen Dişi Yerine Diş Gelirse:

17- Sökülen Dişini Yerine Koymak:

18- Fazla Dişin Sökülmesi:

19- Dudakların ve Dilin Diyeti:

20- Dilin Bir Bölümü Kesilecek Olursa:

21- Lal Kimsenin Dilini Kesmek:

22- Yaralamalarda Kısas:

23- Kemiklerin Kırılması:

24- Başta ve Vücudun Diğer Bölgelerindeki Yaralamalar:

25- Baş, Yüz ve Vücudun Sair Bölgelerindeki Yaralamaların Diyetleri:

26- Tokat ve Benzeri Cinayetlerde Kısas:

27- Kamçı Darbesi Dolayısıyla Kısas:

28- Kadınların Yaralanmalarının Diyeti:

29- Önemli Bir Faydası Olmayıp, insan Vücudunda Güzellik Arzeden Organlar:

30- Kısas Hakkını Bağışlamak Bir Sadakadır:

 

1- Aynı Din Mensubu Olmayanlar Arasında Kısas:

 

Yüce Allah: "Biz onda, onlara şunu yazdık: Cana can" buyruğu ile, Tevrat'ta canlar arasında eşitlik gözetmiş olduğunu, fakat onların buna muhalefet ederek sapıtmış olduklarını beyan etmektedir. Nadiroğullarına mensub kimsenin diyeti daha fazla idi. üstelik, Nadiroğullarına mensub bir kişi, Kurayza oğullarından birisine karşılık olarak öldürülmüyor, ama Nadiroğullarından öldürülen bir kimse karşılığında Kurayzaoğullarına mensub katil öldürülüyor idi. İslam gelince, Kurayzaoğulları Resulullah (s.a.v.)'a bu hususta baş vurdular. O da aralarında eşitlikle hüküm verdi. Nadiroğulları; sen bizim hakettiğimiz bir şeyi aşağıya çektin dediler. Bunun üzerine de bu ayetikerime nazil oldu.

 

"Yazdık", farz kıldık anlamındadır. Önceden de açıklandığı gibi. Onların şeriati, kısas veya affetmek şeklindeydi. Aralarında diyet yoktu. Nitekim Bakara suresinde daha önceden (178. ayet, 1. başlıkta) açıklanmış bulunmaktadır.

 

Ebu Hanife ve başkaları, bu ayet-i kerimeyi delil diye ileri sürerek şöyle demişlerdir: Zimmi karşılığında müslüman öldürülür. Çünkü, bu da cana can demektir. Yine buna dair açıklamalar daha önceden el-Bakara suresinde (178. ayet, 5. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.

 

Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai, Ali (r.a)'a şöyle sorulduğunu rivayet etmektedirler: Rasulullah (s.a.v.) sana özel olarak bir şey tahsis etti mi? Hz. Ali: Hayır, şu sahifede bulunan müstesna, dedi ve kılıcının kınında bulunan bir yazılı belge çıkardı. Onda şunlar yazılıydı: "Mü'minlerin kanları birbirine denktir. Onlar kendilerinin dışındakilere karşı tek bir eldir. Hiçbir müslüman bir kafire karşılık öldürülmez ve ahid sahibi de ahid (eman) altında iken (öldürülmez)."

 

Aynı şekilde ayet-i kerime, yahudilerin kabileler arasındaki üstünlük uygulamalarını ve bir kabileden bir kişiye karşılık bir kişiyi kısas olarak kabul ederken bir diğerinden bir kişi karşılığında iki kişiye kısas uygulamalarını reddetmektedir.

 

Şafiiler der ki: Bu, bizden öncekilerin şeriatine dair bir haberdir. Bizden öncekilerin şeriati ise bizim için şeriat değildir. Bu konuda onların görüşlerini reddetmek hususundaki yeterli açıklamalar, el-Bakara suresinde (178. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır, orada bu hususa müracaat edilebilir.

 

Dördüncü bir açıklama da şöyledir: Yüce Allah: "Biz onda, onlara şunu yazdık: Cana can ... " Bu, Tevrat'a iman edenler üzerine farz olarak yazılmıştı. Bunlar aynı dinin sahibidirler. Müslümanların zimmet ehli oldukları gibi, onların zimmet ehli yoktu. Çünkü cizye, Yüce Allah'ın mü'minlere vermiş olduğu bir fey ve bir ganimettir.

 

Fey ve ganimet; bu ümmetten önce hiçbir kimseye helal kılınmış değildir.

Geçmişte gönderilmiş bütün peygamberler ancak kendi kavimlerine peygamber olarak gönderilmişlerdi. O bakımdan bu ayet-i kerime, İsrail oğullarına bu hükmü uygulamayı farz kılmaktadır.

 

Çünkü onların kanları birbirine denk idi. Bu da, bizden bir kimsenin, müslüman olmayan kimseler ile ilgili cinayetlerde cana can demesi gibidir. Zira bununla muayyen bir topluluğa işaret etmektedir. Diğer taraftan: Bu kimseler hakkındaki hüküm, onlardan bir canın, yine onlardan bir can karşılığında olduğu şeklindedir. Bu ayetin hükmü gereğince, Kur'an ehli (Kur'an'a iman eden) ümmete vacib olana hüküm şöylece ifade edilir: Onların aralarındaki hüküm, cana can karşılığındadır, şeklindedir. Esasen Yüce Allah'ın Kitabında, dinlerin farklılığına rağmen, canın cana karşılık öldürüleceğine delalet eden bir husus yoktur.

 

2- Bir Kimse Bir Diğerinin Önce Birtakım Azalarını Kesse, Sonra da Öldürse Ona Ne Şekilde Kısas Uygulanır:

 

Şafii mezhebine mensub ilim adamları ile Ebu Hanife der ki: Önce yaralasa, yahut kulağını veya elini kesse, sonra da öldürse aynı şeyona da uygulanır. Zira, Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Biz onda onlara şunu yazdık:

 

Cana can, göze göz, buruna burun ... " böylelikle onun başkasından aldığı aza, ondan da alınır ve o başkasına ne yaptıysa, onun gibisi ona da yapılır.

 

Bizim (Maliki mezhebine mensub) alimlerimiz de derler ki: Bunu yaparken, müsle kastıyla yapmışsa ona da aynısı yapılır. Eğer böyle bir durum çarpışması ve kendisini savunması esnasında yapılmış ise (ve ondan sonra öldürmüşse) kılıçla öldürülür. Böyle bir şeyin müsle kastıyla yapılması halinde, kısasın icabettiğini söylemelerine gelince, Peygamber (s.a.v.)'ın daha önce bu surede (33-34 ayet; 1. başlıkta) açıklaması geçtiği üzere Uranilerin gözlerine ateşte kızdırılmış çiviler ile mil çekmiştir.

 

3- Kıraat Farkları:

 

Yüce Allah'ın: "Göze göz" diye başlayan buyrukları, Nafi', Asım, A'meş ve Hamza, hepsinde (nefs: cana) atfen hep nasb ile okumuşlardır. Ancak, (...) edatı şeddesiz okunarak hepsinin mübteda ve atf ile merfu' okunması da mümkündür. İbn Kesir, İbn Amir, Ebu Amr ve Ebu Cafer ise, "Yaralar" kelimesi dışındaki kelimelerin hepsini nasb ile okumuşlardır. el-Kisai ve Ebu Ubeyd ise, bu buyrukları: "Göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralar ... " şeklinde, hep merfu' okurlardı.

 

Ebu Ubeyd der ki: Bize Haccac, Harun'dan nakletti, Harun Abbad b. Kesir'den, o, Akil'den, o, ez-Zührı'den, o, Enes'ten Peygamber (s.a.v.)'ın: Biz onda, onlara şunu yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş. Yaralar da bir birine kısastır" diye okuduğunu rivayet etmişlerdir.

 

Bu buyrukların merfu' okunmaları üç bakımdan mümkündür. Evvela mübteda ve haber olmaları, diğeri ise, "Can" kelimesinin, mahallen manasının merfu olması dolayısıyla. Çünkü bunun anlamı şöyledir: (...): Biz onlara dedik ki: Can, can karşılığıdır. üçüncü şekil ise, ez-Zeccac'ın açıklamasıdır, bu da "can: nefs"deki zamire atıf ile olur. Çünkü, ondaki zamir ref' mahallindedir. Zira ifadenin takdiri şöyledir: "Her bir nefs, öbür (öldürdüğü) can karşılığında alınır." Buna göre bütün isimler (...) zamirine atfedilmiştir.

 

İbnü'l-Münzir der ki: Bu kelimeleri merfu' olarak okuyanlar, mübteda kabul ederek, müslümanlar hakkında bir hükmün açıklaması olarak okurlar. Bu da bu husustaki iki görüşün daha sahih olanıdır. Çünkü bu, (...): Göze göz ... şeklindeki okuyuş, Rasulullah (s.a.v.)'ın okuyuşudur. Ondan sonrakiler de bu şekildedir. Hitab, müslümanlaradır, onlar bununla emrolunmuşlardır.

 

Özel olarak; "Yaralar" kelimesini merfu olarak okuyan kimseler ise, kendisinden önceki buyruklardan kat' ve yeni bir cümle başlangıcı olarak bu şekilde okurlar. Adeta müslümanlar özel olarak bununla emrolunmuş ve bundan önceki buyruklar ile karşı karşıya bırakılmamışlar gibi bir mana ifade eder.

 

4- Yaralamalarda Kısas:

 

Bu ayet-i kerime sözü geçen organlarda kısasın cereyan ettiğine delalet etmektedir. İbn Şubrume, Yüce Allah'ın: "Göze göz" buyruğunu ileri sürerek, sağ gözün sol göz karşılığında çıkartılabileceğini, bunun aksinin de mümkün olacağını söylemiştir. Aynı şeyi, sağ el ve sol el hakkında da söyler ve şöyle der: Öğütücü dişe karşılık, ön kesici diş, ön kesici dişe karşılık öğütücü diş alınabilir. Çünkü Yüce Allah'ın: "Dişe diş" buyruğunun umumi oluşu bunu gerektirmektedir.

 

Buna muhalefet edenler ise - ki bunlar ümmetin bütün ilim adamlarıdırşöyle demektedirler: Eğer varsa, sağ göze karşılık sağ göz alınır ve rıza ile -olmadıkça- sağ göz bırakılıp, sol göze kısas uygulanarak alınmaz. Bu ise, bize Yüce Allah'ın: "Göze göz" buyruğu ile kast edilenin cinayeti işleyenden cinayetinin misli organının alınacağını açıklamaktadır. Buna göre hiçbir durumda ayağa kısas uygulanması gerekirken, ele kısas uygulanması sözkonusu olmadığı gibi, bir organ bırakılıp diğerine kısas uygulamak caiz değildir ve bu hususta hiç bir şüphe yoktur.

 

5- Hata Yoluyla Gözün Çıkartılması:

 

İlim adamları icma ile şunu kabul etmişlerdir: Eğer gözler hata yoluyla isabet alıp çıkartılacak olur ise, buna karşılık tam bir diyet gerekir. Tek gözde ise yarım diyet verilmelidir. Bir gözü olmayanın diğer gözü çıkartılacak olur ise, onda da tam diyet ödemek gerekir. Bu husus, Hz. Ömer ile Hz. Osman'dan rivayet edilmiştir. Abdülmelik b. Mervan, ez-Zühri, Katade, Malik, Leys b. Sa'd, Ahmed ve İshak da bu görüştedir.

 

Yarım diyet ödeneceği de söylenilmiştir. Bu ise Abdullah b. el-Muğaffel, Mes'ruk ve Nehai'den de rivayet edilmiş; es-Sevri, Şafii ile en-Nu'man (b. Sabit, Ebu Hanife) bu şekilde görüş belirtmişlerdir.

 

İbnü'l-Münzir der ki: Biz de bu görüşteyiz. Çünkü, hadis-i şerifte: "Gözlerde tam bir diyet vardır" diye buyurulmuştur. Bu böyle olduğuna göre, gözlerden birisinde yarım diyetin sözkonusu olması ise, akla uygun olandır.

 

İbnü'l Arabi der ki: Zahir (olan) kıyas da bunu gerektirmektedir. Ancak, bizim (Maliki mezhebine mensub) ilim adamlarımız şöyle demişlerdir: Tek gözü olmayanın bir gözü ile görme menfaati, sağlıklı (iki gözü olan) kimsenin gözlerinden sağladığı menfaat gibi veya ona yakındır. İşte bundan dolayı tek gözü olan birisinin gözünü hataen çıkartan kimsenin ona tam diyet ödemesi icabeder.

 

6- Tek Gözü Gören Bir Kimse, Sağlıklı Birisinin Gözünü Çıkartırsa:

 

Tek gözü gören bir kimsenin sağlıklı birisinin gözünü çıkarması hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Ömer, Osman ve Ali (r.anhum) dan böyle bir kimseye kısas uygulanmayıp tam diyet ödeyeceği kabul edilmiştir. Ata, Said b. el-Müseyyeb ve Ahmed b. Hanbel de bu görüştedir.

 

Malik der ki: Dilediği takdirde kısas uygular ve onu kör bırakabilir. Dilediği takdirde de iki gözü de gören bir kimsenin diyeti olarak tam bir diyet alabilir.

 

en-Nehai der ki: Dilerse kısas yapar, dilerse yarım diyet alır.

 

Şafii, Ebu Hanife ve es-Sevri derler ki: Ona (yani tek gözü görmeyen caniye) kısas uygulanır. Bu husus, aynı zamanda Hz. Ali'den de rivayet edilmiştir. Bu, Mes'ruk, İbn Sirin ve İbn Makil'in de görüşü olduğu gibi, İbnü'l-Munzir ile İbnü'I-Arabi'nin de tercih ettiği görüş budur. Çünkü şanı Yüce Allah: "Göze göz" diye buyurmuştur. Peygamber (s.a.v.) da iki göz karşılığında diyet ödeneceğini tesbit etmiştir. Tek gözde ise yarım diyet sözkonusudur. Gözleri sağlam olan bir kimse ile tek gözü gören bir kimse arasında kısasta, diğer insanlar arasındaki gibidir.

 

Ahmed b. Hanbel'in dayanağı şudur: Tek gözü gören bir kimseye kısas uygulanacak olursa, görmenin bir bölümü (iki görenin çıkan tek gözü) karşılığında görmenin tamamını almaktır. Bu ise eşitlik olmaz. Yine bu hususta Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'den gelen rivayete de dayanır.

 

Malik'in dayandığı delil ise şudur: Deliller birbirleriyle çatışacak olurlarsa, cinayetten mağdur olan kimse muhayyer bırakılır. İbnü'I-Arabi ise der ki: Ancak, Kur'an'ın umumi buyruklarının gereğini kabul etmek daha uygundur. Çünkü böylesi Yüce Allah nezdinde daha çok selamete çıkartıcıdır.

 

7- Tek Gözü Olup O Gözü ile Görmeyenin Durumu:

 

Tek gözü bulunmakla birlikte onunla da görmeyen kimsenin durumu hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Zeyd b. Sabit'ten rivayet olunduğuna göre böyle bir kimsenin gözüne karşılık yüz dinar ödenir.

 

Ömer b, el-Hattab'dan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Böyle bir göze karşılık o gözün diyetinin üçtebiri verilir. İshak da bu görüştedir. Mücahid ise, o gözün diyetinin yarısının verileceğini söylemiştir. Mesruk, ez-Zühri, Malik, Şafii, Ebu Sevr ve en-Nu'man (Ebu Hanife) ise, bu hususta bilir kişinin kararına başvurulur demişlerdir. İbnü'l-Münzir de der ki: Biz de bu görüşteyiz. Çünkü bu konudaki görüşler arasında en asgariyi ifade eden budur.

 

8- Gözbebeği Kalmakla Birlikte iki Gözün de Görmesinin Ortadan Kaldırılması:

 

Gözbebekleri kalmakla birlikte iki gözün de görmesinin giderilmesi halinde tam diyet sözkonusudur. Bu konuda görmesi zayıf (A'meş) ile gündüzün görmeyip geceleyin gören (Ahfeş) arasında bir fark yoktur.

 

Yine gözbebeği kalmakla birlikte iki gözden birisinin görmesinin giderilmesinde de yarım diyet sözkonusudur.

 

İbnü'l-Münzir der ki: Bu hususta ileri sürülen görüşlerin en güzeli, Ali b. Ebi Talib'in şu şekildeki uygulamasıdır: Sağlam olan gözünün örtülmesini emr etti. Sonra da bir başkasına bir yumurta verip onu uzaklaştırmasını söyledi. Gözünü kapatan kişi de o yumurtaya görebileceği son noktaya kadar bakmaya devam eder. Görebileceği son noktaya geldiğinde oraya bir çizgi çizdirdi. Daha sonra diğer gözünün örtülmesini emredip sağlıklı gözünü açtırdı. Yine bir adama bir yumurta verip, o da o yumurtayı alıp uzaklaştırdı. Mağdur kişi de o yumurtaya bakmaya devam etti. Görebileceği son noktaya varınca orada da bir çizgi çizdirdi. Daha sonra bir başka yerde aynı işlemin yapılmasını emretti: Çizgilerin aynı olduğunu tesbit edince, görme imkanından azalan miktar kadarını ötekinin malından ödetti. Bu, Şafii mezhebine göre de böyledir. Bizim (Maliki mezhebinin) alimlerimizin görüşü de budur.

 

9- Görmenin Kısmen Giderilmesi, Göze Kısasın Nasıl Uygulanacağı ve Göz Kapağı:

 

Görmenin kısmen giderilmesi dolayısıyla kısas uygulanmayacağı hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Zira, böyle bir miktarda eşit olarak kısası gerçekleştirmek imkansızdır.

 

Göze kısas uygulama keyfiyeti de şöyle olur: Bir ayna kızdırılır, diğer göze bir pamuk konulur. Daha sonra ayna gözbebeği akıncaya kadar onun gözüne yakınlaştırılır. el-Mehdevi ve İbnü'l-Arabi, bunun Ali (r.a)'dan rivayet edildiğini zikretmişlerdir.

 

Göz kapağı hususunda görüş ayrılığı vardır. Zeyd b. Sabit, gözkapağında diyetin dörttebir olduğunu söylemiştir ki bu, eş-Şa'bi, el-Hasen, Katade, Ebu Haşim, es-Sevri, Şafii ve rey sahiblerinin görüşüdür. Yine eş Şa'bi'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Gözün üst kapağında diyetin üçtebiri, alt kapağında ise diyetin üçte ikisi vardır. Malik de bu görüştedir.

 

10- Burunda Kısas:

 

Yüce Allah'ın: "Buruna burun" buyruğu ile ilgili olarak hadis-i şerifte Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Burun kökten kesilecek olursa, karşılığında tam bir diyet ödenir."

 

İbnü'l-Münzir der ki: Kendisinden ilim bellenen herkes icma ile bunu ifade etmiştir. Buruna kısas uygulanması, Yüce Allah'ın Kitabına uygun olarak sair organlarda olduğu gibi, cinayetin kasti olarak işlenmesi halinde uygulanır.

 

İlim adamları, burnun kırılması hususunda farklı görüşlere sahiptir. Malik, burnun kasten kırılması halinde kısas, hata ile kırılması halinde ise ictihad (bilirkişi takdiri) olacağı görüşünde idi. İbn Nafi'in rivayetine göre burun, kökten koparılmadığı sürece diyeti yoktur. Ebu İshak et-Tunisi ise, bu görüş şazdır. Bilinen birinci görüştür, demektedir.

 

Bilinen birinci görüşü esas alarak fer'i bir takım hususları sözkonusu edecek olursak: Burnun yumuşak tarafının bir kısmı kesilecek olursa, genel bölümüne oranla tam diyetten bir miktar verilir. İbnü'l-Münzir der ki: Burundan kesilen karşılığında, oranına göre hesab edilerek diyetten verilir. Bu, Ömer b. Abdulaziz ve eş-Şa'bi'den rivayet edilmiş olup, Şafii de bu görüştedir.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Burnun yumuşak bölümü kesilir de burun kökten kopartılmamış ise, fıkıh alimleri bu hususta farklı görüşlere sahiptir. Malik, Şafii, Ebu Hanife ve bunların arkadaşları bu durumda tam bir diyet ödeneceğini kabul etmişlerdir. Bundan sonra onun bir bölümü kesilecek olursa, o takdirde bilirkişinin takdirine başvurulur.

 

Malik ise der ki: Burunda diyet ödenmesini gerektiren cinayet, yumuşağın kesilmesidir. Bu da kemiğin alt bölümünde kalan kısımdır.

 

İbnü'l-Kasım der ki: Yumuşağın kemik tarafından kesilmesi ile burnun gözlerin alt tarafından kemikten kökten koparılması arasında bir fark yoktur, bunun için diyet ödenir. Nitekim, haşefenin kesilmesi halinde de diyet gerektiği gibi, erkeklik organının kökten kopartılması halinde de diyet ödemek gerekir.

 

11- Burundaki Küçük Yaralamalar:

 

İbnü'l-Kasım der ki: Burundan bir parça kesilir yahut kırılır da iyileşmekle birlikte eskisi gibi düzgün bir halde yerine oturmamışsa, bilirkişi takdiri sözkonusudur. Bu durumda bilinen bir diyet yoktur. Şayet eskisi gibi iyileşmiş ise herhangi bir şey ödemek gerekmez. Yine İbnü'l-Kasım der ki: Bunun yarılıp da eskisi gibi düzgün bir şekilde iyileşmesi, başta kemiğe kadar varan yaranın açılıp eskisi gibi iyileşmesi ve bunun karşılığında diyetinin ödenmesine benzemez. Çünkü, baştaki bu tür yaralama (mudiha) ile ilgili hüküm, sünnette rivayet varid olmuştur. Burnun yaralanması hususunda ise herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. Ayrıca burun, tek başına bir kemiktir. Onun hakkında mudiha (sadece derisinin yaralanması) diye birşey sözkonusu değildir.

 

Malik, Şafii ve arkadaşları, burunda caife (göğüs, karın ve benzeri organlarda vücudun iç tarafına kadar ulaşan yara) söz konusu değildir. Yine bunlara göre caife, ancak karın bölgesinde sözkonusudur. el-Marin; burnun yumuşak tarafına verilen addır. el-Halil ve başkaları da böyle demiştir.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Zannederim ki, burun için revse tabiri onun yumuşak tarafı, (el-marin) ernebe tabiri ise onun yan tarafına verilen addır. Ernebe, revse ve artemenin burnun yan tarafı olduğu da söylenmiştir. Malik, Şafii ve Küfelilerle onlara tabi olan fukahanın kabul ettikleri görüşe göre, eğer koklama eksilir veya tamamen giderse, bunda bilirkişi takdirine gidilir.

 

12- Kulakta Kısas:

 

Yüce Allah'ın: "Kulağa kulak" buyruğu ile ilgili olarak ilim adamlarımız (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun), bir adamın iki kulağını kesen kimse hakkında, bilirkişi takdirine gidileceğini söylemişlerdir.

 

Tam diyet ödenmesi ise, işitmenin gitmesi halinde sözkonusudur. İşitmenin eksilmesi halinde ise, tıpkı görmede yapılan mukayese gibi burada da yapılır.

 

İşitmenin iki kulaktan birisinde iptal edilmesi halinde yarım diyet ödenir.

İsterse daha önceden yalnızca o kulakla işiten olsun. Bu ise, daha önceden de geçtiği üzere çıkartılması halinde tam diyet gerektiren ve gören tek göz ile ilgili hükümden farklıdır.

 

Eşheb de der ki: Eğer işitme ile ilgili olarak iki kulaktan birisi, ikisinin de işittiği kadar işitiyor ise, bana göre gören tek göz gibidir. Şayet bu hususta şüpheye düşülürse, değişik yerlerden ona seslenilmek suretiyle denenir ve bu husus tesbit edilir. Eğer değişik yerlerden seslenmeleri işitmesi, eşit veya birbirine yakın ise, işitmesinden giden miktar kadar ona diyetten hesab edilip verilir ve bu hususta ona yemin de verdirilir.

 

Yine Eşheb der ki; Bu hesaplama onun ayarındaki adamların ortalama işitmesine göre hesap edilir. Eğer denenmekle birlikte yaptığı açıklamalar farklı olursa, o zaman ona bir şey verilmez. İsa b. Dinar ise der ki: Eğer bu konuda söyledikleri birbirini tutmazsa, yemini ile birlikte ona (işitmesinden giden miktarına tekabul eden) diyetin asgarisi verilir.

 

13- Dişlerde Kısas:

 

Yüce Allah'ın: "Dişe diş" buyruğu ile ilgili olarak İbnü'l-Münzir der ki: Rasulullah (s.a.v.)'dan diş dolayısıyla kısas uyguladığı ve: "Allah'ın farz yazdığı şey kısastır" dediği sabittir. Yine hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Dişte de beş deve vardır." İbnü'l-Münzir der ki: Biz de bu hadisin zahirini kabul ediyoruz. Buna göre, ön kesici dişlerin, köpek dişleri, öğütücü dişler ve diğer yan kesici dişler üzerine herhangi bir üstünlüğü yoktur. Çünkü hepsi de hadisin zahirine girmektedir. İlim ehlinin büyük çoğunluğu da bu görüştedir. Hadisin zahiri gereği görüş belirtip, dişler arasında herhangi bir ayrım gözetmeyenler arasında Urve b. ezZübeyr, Tavus, ez-Zührı, Katade, Malik, es-Sevrı, Şafii, Ahmed, İshak, en-Nu'man ve İbnü'I-Hasan da vardır. Bu görüş aynı şekilde Ali b. Ebi Talib, İbn Abbas ve Muaviye'den de rivayet edilmiştir.

 

Bu hususta ikinci bir görüş daha vardır ki, biz bunu Ömer b. el-Hattab'dan rivayet etmekteyiz. Ömer b. el-Hattab, ağzın ön tarafındaki dişleri için beşer "farıza" tesbit etmiştir ki bu, toplam olarak her bir "farıza" on dinar kıymetinde olduğundan dolayı elli dinar eder. Öğütücü dişlerin her birisi için de bir deve verilmesini hükmetmiştir. Ata şöyle derdi; Ön kesici dişlerden köpek dişlerinin yanında olan dişlerin her birisi ile köpek dişlerinin her birisi için beşer deve, geri kalanların her birisi için de ikişer deve vardır üst çenedeki dişler ile alt çenedeki dişler arasında bir fark yoktur. Öğütücü dişler de aynıdır.

 

Ebu Ömer der ki: Malik'in Muvatta'ında Yahya b. Said'den, o, Said b. elMüseyyeb'den naklettiği, Hz. Ömer'in öğütücü dişlerde birer deve diyet hükmettiğine dair naklettiği rivayete gelince, bunun anlamı şudur; Öğütücü dişler yirmi tanedir. Geri kalan dişler ise on iki tanedir. Bunlardan dört tanesi en ortadaki kesici dişler, diğer dördü ise onların yan tarafında ve köpek dişlerinin yanında bulunan diğer dişler ile, dört tanesi de köpek dişidir. Hz. Ömer'in görüşüne göre, böylelikle diyet, seksen deveyi bulmaktadır. Öğütücü dişlerin herbirisinde birer deve, diğerlerinde ise beşer deve.

 

Muaviye'nin görüşüne göre ise, öğütücü dişler ile diğer dişlerin her birisi için beşer deve diyet vardır. Bu durumda da diyet yüzaltmış deve olur,

 

Said b. el-Müseyyeb 'in görüşüne göre ise, öğütücü dişlerde ikişer deve verilir. Öğütücü dişler ise yirmi tanedir. Hepsi için kırk deve verilmesi gerekir. Diğer dişlerin herbiri için beşer deve verilmelidir. Bunlar da altmış deve eder. Böylelikle yüz deve olur. İşte bu da deve türünden tam bir diyet eder. Aralarındaki görüş ayrılıkları ise, öğütücü dişlerdedir. Diğer dişlerde değiL.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Sahabe ve tabiinin ilim adamlarının dişlere dair diyetteki görüş ayrılıkları ve bunlardan birini diğerinden üstün tutmaları oldukça çoktur, Malik, Ebu Hanife ve es-Sevrı gibi fukahanın kabul ettiği görüşün delili ise, Rasulullah (s.a.v.)'ın: "Her bir dişte beş deve vardır" buyruğudur. Buyruğun zahiri onların lehine delil teşkil etmektedir. Öğütücü diş de dişlerden bir diştir.

 

İbn Abbas da Rasulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Parmaklar birbirine eşittir. Dişler de birbirine eşittir. Kesici diş ile öğütücü diş birbirine eşittir, bu da buna eşittir". Bu ise açık bir nasstır ve bunu Ebu Davud rivayet etmiştir. Yine Ebu Davud İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) ellerin ve ayakların parmaklarını eşit olarak değerlendirmiştir. 

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: İslam aleminin çeşitli bölgelerindeki fukaha topluluğu ile ilim ehlinin büyük çoğunluğu bu eserlerin ifade ettiği görüşe bağlı kalarak bütün parmakların diyet hususunda birbirlerine eşit olduklarını, dişlerin de diyet hususunda birbirlerine eşit olduklarını, ön dişler ile öğütücü dişlerle köpek dişleri arasında fark olmadığını, bunlardan birinin ötekine üstün tutulmayacağını belirtmişlerdir. Amr b. Hazm'ın Kitabı'nda kaydettiğine göre bu böyledir.

 

es-Sevri de Ezher b. Muharibden şöyle dediğini nakletmektedir: Kadı Şureyh'e iki kişi gelip davalaştı. Onlardan birisi diğerinin ön kesici dişine bir darbe indirmiş, diğeri de onun öğütücü dişine isabet ettirmişti. Şureyh dedi ki: Ön kesici diş ve güzelliği, diğer tarafta ise öğütücü diş ve bunun faydası. Her bir diş diğer dişe karşılıktır. Ebu Ömer der ki: Bugüne kadar her tarafta uygulama buna göredir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

14- Vurduğu Darbe ile Dişi Karartırsa:

 

Dişine bir darbe vurup karartırsa, Malik ve Leys b. Sa'd'ın görüşüne göre tam bir diş diyeti öder. Ebu Hanife de bu görüştedir. Bu görüş Zeyd b. Sabit'ten de rivayet edilmiştir. Said b. el-Müseyyeb, ez-Zühri, el-Hasen, İbn Sirin ve Şureyh'in de görüşü budur. Ömer b. el-Hattab (r.a)'dan bu durumda dişin diyetinin üçtebiri verileceğini söylediği rivayet edilmiştir. Ahmed ve İshak da bu görüştedir.

 

Şafii ve Ebu Sevr der ki: Böyle bir durumda bilirkişi takdirine gidilir. İbnü'I-Arabi der ki: Bana göre bu, bir noktada uzlaşması mümkün olabilen bir görüş ayrılığıdır. Çünkü, eğer dişin kararması dişin sağladığı faydayı ortadan kaldırıp geriye sadece çolak el ve kör göz gibi yalnızca şekli kalmış ise, diyetin gerektiği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Diğer taraftan eğer dişin sağladığı menfaatin bir bölümü veya tamamı geriye kalmış ise, ancak menfaatin eksilen miktarı kadar ve bilir kişi takdiri ile tesbit edilecek bir dişin diyetinin bir bölümünün verilmesi gerekir. Ömer (r.a)'dan rivayet edilen diyetin üçte birinin verileceğine dair rivayet ise, ne senet bakımından, ne de fıkhi açıdan ondan sahih olarak gelmiş değildir.

 

15- Süt Dişlerinin Durumu:

 

Dökülmeden önce, küçüğün süt dişlerinin hükmü hususunda farklı görüşler vardır. Malik, Şafii ve rey ashabı şöyle derler: Küçüğün süt dişi sökülür daha sonra onun yerine dişi gelirse o dişi sökene birşey düşmez. Şu kadar var ki, Malik ile Şafii şöyle demişlerdir: Eğer o dişin yanındaki diğer dişten daha kısa çıkacak olur ise, eksikliği miktarınca onun için diyet alınır.

 

Bir başka kesim ise şöyle demektedir: Bu durumda bilirkişi takdirine gidilir. Bu görüş eş-Şa'bi'den de rivayet edildiği gibi, en-Nu'man (Ebu Hanife) da bu görüştedir. İbnü'I-Münzir der ki: Bu konuda bilgi sahibi olan kimselerin artık bu diş bir daha gelmeyecektir diyecekleri vakte kadar beklenir. Durum böyle olursa, o takdirde hadisin zahirine binaen o dişin tam diyeti ödenir. Daha sonra o diş bitecek olursa, alınmış olan diyet geri ödenir. İlim ehlinden kendilerinden görüş bellenilen kimselerin çoğunluğu ise şöyle der:

 

Bunun için bir sene beklenilir. Bu görüş, Ali, Zeyd, Ömer b. Abdulaziz, Şureyh, en-Nehai, Katade, Malik ve rey sahiplerinden rivayet edilmiştir. Şafii ise bu hususta belli bir süre tesbit etmiş değildir.

 

16- Büyüğün Sökülen Dişi Yerine Diş Gelirse:

 

Büyüğün dişi sökülüp diyetini aldıktan sonra o dişinin yerine diş gelecek olursa, Malik aldığını geri vermez demektedir.

 

Kufe alimleri ise, yerine başka bir diş gelecek olursa aldığını geri öder, derler. Şafii'nin ise, geri öder ve ödemez şeklinde iki görüşü vardır. Çünkü bu adeten görülen bir şey değildir. Nadiren görülen şeyler için ise hüküm tesbit edilemez. Bu, bizim ilim adamlarımızın da görüşüdür. Kufeliler ise şunu delil gösterirler: Sökülen dişin yerini tutacak bir başka diş gelmiştir, o bakımdan aldığı diyeti geri ödemelidir. Bu konudaki görüşlerinin asıl dayanağı ise, küçüğün dişi ile ilgili meseledir.

 

Şafii der ki: O diş, sağlıklı bir şekilde eskisinin yerine çıktıktan sonra, bir kişi ona karşı bir cinayet işleyecek olursa, o dişe mukabil tam bir diş diyeti ödenir. İbnü'l-Münzir der ki: Bu, iki görüşün daha sahih olanıdır. Çünkü, mütecavizlerin her birisi başlı başına bir diş sökmüştür. Peygamber (s.a.v.) da her bir diş için beş deve diyet tesbit etmiştir.

 

17- Sökülen Dişini Yerine Koymak:

 

Bir kişi bir diğerinin dişini sökse, dişi sökülen de hemen onu yerine koyup diş yerine kaynayacak olsa, bize göre herhangi bir şey ödemek gerekmez.

 

Şafii ise der ki: Necis olduğundan dolayı, sökülen dişini geriye iade edemez. İbnü'l-Müseyyeb ve Ata da böyle demiştir. Şayet dişini yerine iade edecek olursa, o dişi meyte hükmünde olduğundan dolayı bu şekilde kıldığı her bir namazı iade etmelidir.

 

Aynı şekilde kulağı da kesilecek ve henüz kanı sıcakken yerine koyup, kulağı yerine yapışacak olursa, yine aynı hüküm sözkonusudur. Ata der ki: Bu durumda sultan (devlet yöneticisi veya yetkili otorite) onu yerinden sökmeye mecbur eder. Çünkü o, yerine yapıştırdığı bir meytedir.

 

İbnü'l-Arabi der ki: Bu bir yanlışlıktır. Çünkü bu görüşü ileri süren kişi, bunu geri çevirmenin ve o organın eski haline gelmesinin, (necaset) hükmünün de geri dönmesini gerektirdiğini farkedememiş, bilememiştir. Zira bu organda necaset, yerinden ayrıldığından dolayı sözkonusudur. Fakat bilahare eski yerine bitişmiştir. Şeriatin hükümleri ise, ayni şeylerin nitelikleri değildir. Şeriatin hükümleri, o hususta Yüce Allah'ın söylediklerine ve bu konuda verdiği haberlere göre ortaya çıkar.

 

Derim ki: İbnü'l-Arabi'nin Ata'dan naklettiği ile, İbnü'l-Münzir'in ondan naklettiği arasında farklılık vardır. İbnü'l-Münzir der ki: Kısas olmak üzere sökülen bir diş, daha sonra eski yerine döndürülüp bu diş yerine kaynayacak olursa, hükmün ne olacağı hususunda ilim adamları farklı görüşlere sahiptirler. Ata el-Horasani ile Ata b. Ebi Rabah bunda bir mahzur yoktur derken, es-SevrI, Ahmed ve İshak bu diş bir daha sökülür, demişlerdir. Çünkü kısas, bu hususta kişiyi te'dip içindir. Şafii de der ki: Necis olduğundan dolayı onu eski haline geri çeviremez. Çevirecek olursa, sultan onu yerinden sökmeye mecbur eder.

 

18- Fazla Dişin Sökülmesi:

 

Fazla dişi olan birisinin o dişi sökülecek olursa, bunun diyetini bilirkişi takdir eder. İslam aleminin çeşitli bölgelerindeki fukahaları da bu görüştedir. Zeyd b. Sabit ise, bir dişin üçtebir diyeti verilir, demektedir. İbnü'l-Arabi der ki: Bu konuda diyet miktarını tesbit etmek için herhangi bir delil yoktur. O bakımdan bilirkişi takdirine gitmek daha adaletlidir. İbnü'l-Münzir de der ki:

 

Zeyd b. Sabit'ten gelen rivayet sahih değildir. Ali (r.a)'dan ise şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir kısmı kırılan diş için, kıran kimse dişi kırılana o dişten eksilen miktara göre diyet verir.  Bu, Malik, Şafii ve diğerlerinin de görüşüdür.

 

Derim ki: Yüce Allah'ın, ayet-i kerimenin nassı ile zikretmiş olduğu organlar burada sona ermektedir. Ayet-i kerimede dudaklar ve dil zikredilmemiştir ki, bunlar da sonraki başlıkların konusudur.

 

19- Dudakların ve Dilin Diyeti:

 

Cumhur der ki: Dudaklarda tam bir diyet vardır. Her bir dudak için, yarım diyet verilir. üst dudağın alt dudağa üstünlüğü yoktur.

 

Zeyd b. Sabit, Said b. el-Müseyyeb ve ez-Zührı'den şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: üst dudak karşılığında üçtebir diyet, alt dudak karşılığında ise, üçte iki diyet verilir.

 

İbnü'l-Münzir der ki: Ben de birinci görüşteyim. Çünkü, Rasulullah (s.a.v.)'dan gelen merfu' hadiste o: "İki dudakta da bir diyet vardır" diye buyurmuştur. Diğer taraftan iki elde de -sağladıkları faydalar farklı olsa dahi- bir diyet vardır. İki dudaktan kesilen miktar ise, bütüne oranına göre hesap edilir.

 

Dil ile ilgili olarak da Peygamber (s.a.v.)'dan: "Dilde de diyet vardır" hadisi varid olmuştur. Medineli ve Kufeli ilim ehli ile hadis ashabı ve rey ashabı da icma ile bu görüştedirler. Bunu da İbnü'l-Münzir ifade etmiştir.

 

20- Dilin Bir Bölümü Kesilecek Olursa:

 

Bir kimse, bir başkasının dilinin bir parçasını kesecek ve konuşma yeteneğinin bir bölümü gidecek olursa, hükmün ne olduğu hususunda farklı görüşler vardır. İlim ehlinin çoğunluğu şöyle demiştir: (Arapçadaki) yirmisekiz harften kaçını konuşamadığına bakılır. Onun konuşma imkanının gittiği miktarda diyet verir. Şayet tamamiyle konuşamayacak hale gelirse, tam bir diyet öder. Bu, Malik, Şafii, Ahmed, İshak ve rey ashabının da görüşüdür. Malik der ki: Tam bir kısas mümkün olamadığından dolayı dilde kısas yoktur. Eğer kısas mümkün ise, kısas uygulamak asıl olandır.

 

21- Lal Kimsenin Dilini Kesmek:

 

Konuşamayan lal kimsenin dilinin kesilmesi hususunda fukahanın farklı görüşleri vardır. Şa'bi, Malik, Medineli alimler, Sevri, Iraklılar, Şafii, Ebu Sevr, Nu'man (Ebu Hanife) ve iki arkadaşı bu durumda bilirkişi takdirine gidilir, derler.

 

İbnü'l-Münzir der ki: Bu hususta şaz iki görüş de vardır. Birisi Nehai'nin görüşüdür bu durumda tam bir diyet ödenir derken, diğeri Katade'nin görüşüdür. Bu görüşe göre ise diyetin üçtebiri verilir.

 

İbnü'l-Münzir der ki: Birinci görüş daha sahihtir, çünkü bu konuda söylenenlerin asgarisi odur. İbnü'l-Arabi der ki: Şanı Yüce Allah, temel azaları nass ile zekrettikten sonra, diğerlerini de bunlara kıyas yapılsın diye zikretmemiştir. Buna göre, kısasın sözkonusu olduğu herbir organda eğer kısas uygulama imkanı var ve bundan dolayı da kişinin öleceğinden korkulmuyor ise, kısas uygulanır. Sağladığı menfaat tamamıyle ortadan kalkıp geriye sadece şekli kalan her bir organda ise, kısas yoktur. Bunda kısasa imkan bulunmadığından dolayı diyet ödenir.

 

22- Yaralamalarda Kısas:

 

Yüce Allah'ın: "Yaralar da birbirine kısastır." yani, birbiriyle takas edilir demektir. Buna dair açıklamalar el-Bakara suresinde (178. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

Daha ileri boyutlara varmasından korkulan yaralar ile kısası uygulayacak olanın hata etmeksizin yahut daha fazlasına götürmeksizin ya da eksik yapmaksızın uygulaması mümkün olmayacak şeylerde de kısas sözkonusu olmaz. Kısas uygulamanın mümkün olduğu kasti yaralamalarda ise kısas yapılır. Bütün bunlar, yaralamaların kasti olması halinde böyledir. Hata ile olması halinde ise diyet sözkonusudur. Hata ile öldürmede diyet sözkonusu olduğu gibi, yaralamalarda da diyet sözkonusudur.

 

Müslim'in Sahih'inde, Enes'den rivayete göre, er-Rubeyy'ın kız kardeşi Um Harise- birisini yaralamıştı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.)'ın huzurunda davalaştılar. Rasulullah (s.a.v.): "Kısas, kısas" diye buyurdu. Um er-Rubeyy:

 

Ey Allah'ın Rasulü dedi, filana kısas mı uygulanacak? Allah'a yemin ederim ki, ona kısas uygulanmayacaktır. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah, Allah. Ey Um er-Rubeyy kısas Allah'ın Kitabı (farz kıldığı hüküm) dır." Um er-Rubeyy hayır, Allah'a yemin ederim ebediyyen ona kısas uygulanmayacaktır, dedi. Hak sahipleri diyeti kabul edinceye kadar o da böylece ısrar edip durdu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah'ın kulları arasında öyleleri vardır ki, Allah adına yemin edecek olsa, mutlaka Allah da onun yeminini gerçekleştirir." 

 

Derim ki: Bu hadiste sözü edilen, yaralanan kişi bir cariye idi. Yarası ise ön dişinin kırılması şeklinde idi. Bunu, Nesai yine Enes'ten şöylece rivayet etmiştir: Enes'in anası bir cariyenin dişini kırmıştı. Allah'ın Peygamberi (s.a.v.) kısas yapılacağı hükmünü verdi. Kardeşi Enes b. en-Nadr ise: Filanın ön dişini mi kıracaksın? Hayır, seni hak ile gönderene yemin ederim onun dişi kırılmayacaktır, dedi. Bundan önce ise, yakınlarından af edip diyet almalarını istemişlerdi. Kardeşi olan Enes'in amcası, -ki bu, Uhud günü şehid düşmüştü- yemin edince, onlar da affetmeye razı oldular. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah'ın kulları arasında öyleleri vardır ki, Allah adına yemin edecek olsa, Allah onun yeminini yerine getirir. '' Bunu Ebu Davud da rivayet etmiştir. Ebu Davud devamla der ki: "Ben, Ahmed b. Hanbel'e diş dolayısıyla nasıl kısas uygulanır diye sorulurken, Onun da: "Törpülenmesi suretiyle diye cevap verdiğini dinledim." 

 

Derim ki: Her iki hadis arasında her hangi bir çelişki yoktur. Çünkü, onların her birisinin ayrı ayrı yemin etmiş olmaları, Allah'ın da bu yeminlerini gerçekleştirmiş olması muhtemeldir. Bu olayda, ileride Yüce Allah'ın izniyle, Hızır (a.s) kıssasında açıklanacağı üzere (el-Kehf, 66. ayet ve devamının tefsirinde) evliyanın kerametine de delalet vardır. Yüce Allah'tan onların kerametlerine iman etmek üzere bize sebat vermesini ve herhangi bir mihnet ve fitneye maruz bırakmaksızın, bizleri de onların arasına katmasını dileriz.

 

23- Kemiklerin Kırılması:

 

ilim adamları, Yüce Allah'ın: "Dişe diş" buyruğunda sözü geçen kısasın kasti hallerde sözkonusu olacağını icma ile kabul etmişlerdir. Bir kişi, bir diğerinin dişini kasti olarak kıracak olursa, Enes'in hadisine göre ona kısas uygulanır.

 

Fakat, ilim adamları, vücuddaki diğer kemiklerin kasti olarak kırılması halinde farklı görüşlere sahiptirler. Malik der ki: Uyluk kemiği, omurga, me'mume, münakkıle ve haşime (tanımları biraz sonra gelecektir) gibi daha ileri derecelere ulaşacağından korkulanlar dışında, bedendeki bütün kemiklerde kısas uygulanır. Ancak tehlikeli olan bu gibi hallerde diyet sözkonusudur.

 

Küfe alimleri ise derler ki: Diş dışında kırılan hiçbir kemikte kısas sözkonusu olmaz. Çünkü Yüce Allah: "Dişe diş" diye buyurmuştur. Bu aynı zamanda el-Leys ve Şafii'nin de görüşüdür. Şafii der ki: Hiçbir zaman bir kırık bir diğer kırık gibi olamaz. O halde kemiklerde kısas yasaktır.

 

Tahavi der ki: Baş kemiğinin kırılmasında kısas olmayacağı hususunu fakihler ittifakla kabul etmişlerdir. Diğer kemiklerde de durum böyledir.

 

Malik'in lehine delil ise, Enes yoluyla rivayet edilen diş te kısasa dair hadis-i şeriftir. Diş de bir kemiktir. O halde, ölüm ile neticelenir korkusuyla kısas uygulanması mümkün olmayacağı icma ile kabul edilmiş bir kemik olması dışında sair bütün kemikler de böyledir.

 

İbnü'l-Münzir der ki: Hiçbir kemikte kısas uygulanmaz diyen kimse, hadis-i şerife muhalefet etmektedir. Haberin varlığına rağmen, onu bırakıp kıyasa başvurmak ise caiz değildir.

 

Derim ki: Yine Yüce Allah'ın: "Artık size kim saldırırsa, siz de tıpkı onların size saldırdıkları gibi karşılık verin" (el- Bakara, 124); "Şayet bir ceza ile karşılık verecek olursanız, ancak size yapılan saldırının benzeri ile karşılık verin" (en-Nahl, 126) buyrukları da buna delalet etmektedir. Fukahanın icma ile kısas uygulanamayacağını söyledikleri; bu ayetin kapsamına girmemektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ve başarı da Allah'tandır.

 

24- Başta ve Vücudun Diğer Bölgelerindeki Yaralamalar:

 

Peygamber (s.a.v.)'ın mudiha ile, onun dışında kalan baş ve yüzdeki diğer yaralamalar (şicac)'e dair hadisi hakkında Ebu Ubeyd şöyle demektedir: elEsmai ve başkaları der ki: (Dilcilerin) bu husustaki açıklamaları birbirine karışmıştır. Şicac (baş ve yüzdeki) yaralamaların birincisi, harisa (...) diye bilinir. Bu ise, deride az miktarda açılan yaraya denilir. İşte elbiseyi ağartan kimse, kumaşı yardığı zaman (...) denmesi buradan gelmektedir. Bu tür yaralamaya el-Harsa da denilir.

 

"Bundan sonra badia (...) gelir. Bu da deriyi yardıktan sonra eti de yaralayan yaranın adıdır.

Arkasından, mütelahime (...) gelir. Bu da deriyi yaralamakla birlikte, et ile kemik arasındaki simhak diye bilinen ince zara kadar ulaşmayan yaradır. el-Vakidi der ki: Bu yaralamaya biz (...) milta demekteyiz. Başkası ise bu, miltat (...) diye bilinen yaralamadır, demektedir. İşte hadis-i şerif te hakkında: "Miltatda ise kanına göre hüküm verilir (kan akıtıldığı andaki haline göre takdire gidilir)"  denilen yaralamada da bu kastedilmektedir.

 

Bundan sonra Mudiha (...) gelmektedir. Bu ise, kemiğin beyazlığı görününceye kadar kemik üzerindeki ince zarı sıyıran veya yaran yaralama şeklidir. İşte buna Mudiha denilir. Ebu Ubeyd der ki: Baş ve yüzdeki yaralamalar arasında özel olarak mudiha dışında hiçbirisinde kısas sözkonusu değildir. Çünkü, bunun dışında ulaşılabilecek, sınırı belli bir yaralama sözkonusu değildir. Bu mudiha dışında kalan baş ve yüzdeki diğer yaralamalarda diyetleri neyse o verilir.

 

Bundan sonra haşime (...) gelir. Bu ise, kemiğin kırılmasına yol açan yaralamadır.

Bundan sonra, münakkıle (...) gelir. -el-Cevheri bunu "kaf" harfinin esrelisi ile nakletmiştir, Bu da kemiği yerinden çıkartmaya neden olan yaralamadır.

 

Bundan sonra, amme (...) gelir. Buna, me'mume de denilmektedir. Bu ise, beyine kadar ulaşan yaralamadır. Ebu Ubeyd der ki: "Miltat'da da kanına göre verilir" hadisi hakkında şöyle denilmektedir: Kişi böyle bir yara açacak olursa, o yara açanın aleyhine, yaralanan kimsenin lehine yaraladığı anda, derhal oyaranın diyetini ödemesi hükmü verilir ve bu hususta erteleme yapılmaz. Yine (Ebu Ubeyd) der ki: Bize göre, baş ve yüzdeki diğer yaralamalarda işin nereye varılacağı görülünceye kadar beklenir. İşin varacağı yer ortaya çıktıktan sonra, o vakit o yara hakkında hüküm verilir. Ebu Ubeyd der ki: Bize göre yüz ve baştaki bütün yaralamalar ile bedendeki sair yaralamalarda da beklenir: Bize Huşeym, Husayn'dan naklederek dedi ki: Ömer b. Abdulaziz dedi ki: (Kemiğe kadar ulaşan yaralama olan) Mudiha'dan aşağısındaki yaralamalar bir takım çiziklerden ibarettir, bunlar karşılığında sulh sözkonusudur.

 

Hasan-ı Basri der ki: Mudiha'dan aşağısındaki yaralamalarda kısas sözkonusu olmaz. Malik de der ki: Zarı ortaya çıkartan mudiha (...) ile damiye, badia ve buna benzer yaralamaların aşağısındakilerde kısas uygulanır. Kufeliler de böyle demişler ve bunlar buna ayrıca simhak (kemik üstündeki zara kadar ulaşan yaralama) ı da eklemişlerdir. Bunu İbnü'l-Münzir nakletmektedir.

 

Ebu Ubeyd der ki: Damiye (...), kan akmaksızın kanatan yaralamadır.

 

Damia (...) ise, böyle bir yaradan kanın akması halinde verilen isimdir. Mudiha'dan aşağısındaki yaralamalarda kısas yoktur,

 

el-Cevheri ise der ki: Damiye, kanatan fakat kanı akmayan baş ve yüzdeki yaralamadır.

Bizim (Maliki mezhebi) alimlerimiz der ki: Damiye, kanın aktığı yaradır. Mudiha'dan derin yaralamalarda da kısas sözkonusu değildir. Kemiği kıran (haşime) ile munakkile (kemiği yerinden ayıran) -özel olarak bundaki görüş ayrılığı ile birlikte- ve beyine kadar ulaşan yara olan amme ile beyin zarını da yararak beyine kadar ulaşan damiğada kısas sözkonusu değildir.

 

Bedendeki haşimelerde ise kısas vardır. Ancak baldır ve buna benzer daha tehlikeli sonuçlara ulaşacağından korkulan kemik kırmalar müstesnadır. Baştaki haşime ile ilgili olarak İbnü'l-Kasım der ki: Bunda kısas sözkonusu olmaz. Çünkü bunun, haşimeden çıkıp munakkıle'ye kadar ulaşması kaçınılmaz bir şeydir. Eşheb ise der ki: Haşimede kısas uygulanır. Ancak bu haşime munakkıle derecesine ulaşacak olursa onda kısas uygulanmaz.

 

Azalara gelince, ölüm tehlikesinden korkulanlar dışında bütün eklemlerde kısas uygulanır. Burnun yumuşak bölümü, kulaklar, erkeklik organı, gözkapakları ve dudaklar da eklem hükmündedir. Çünkü bunlar, belli bir şekilde ölçülüp takdir edilebilirler.

 

Dil hususunda ise iki rivayet vardır.

 

Kemiklerin kırılmasında kısas sözkonusudur. Ancak, göğüs, boyun, omurga, ıiyluk ve buna benzer insanı ölüme kadar götürebilecek olanları müstesnadır. Pazu kemiğinin kırılmasında da kısas vardır. Ebu Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm, bir başkasının uyluğunu kıran kimseye, yine uyluğunun kırılması hükmünü vermiş; Abdulaziz b. Abdullah b. Halid b. Esid de Mekke'de bunu uygulamıştır. Ömer b. Abdulaziz'den de böyle bir uygulama yaptığı rivayet edilmiştir. Daha önce naklettiğimiz gibi Malik'in görüşü budur ve şöyle demiştir: Bu, onlar tarafından icma ile kabul edilmiştir; bizim beldemizde bir kişiye bir darbe vurunca, diğeri eliyle kendisini ondan korumak isterken, elini kırarsa, ona kısas uygulanması şeklindedir.

 

25- Baş, Yüz ve Vücudun Sair Bölgelerindeki Yaralamaların Diyetleri:

 

İlim adamları der ki: Şicac, baştaki yaralamalar hakkında, cirah da vücudun sair bölgelerindeki yaralamalar hakkında kullanılan tabirlerdir.

 

İbnü'l-Münzir'in naklettiğine göre, ilim adamları mudiha'dan aşağıdaki baş yaralamalarında erş (yaralama diyeti) olduğunu icma ile kabul etmekle birlikte bu diyetin miktarı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Mudihadan aşağıdaki yaralamalar ise beş tane olup, bunlar; damiye, damia, badia, mütelahime ve simhak diye bilinir. (Mütelahime, badiadan daha çok derine varan fakat kemiğe de yaklaşmayan yaralamanın adıdır.)

 

Malik, Şafii, Ahmed, İshak ve rey sahipleri, damiye, badia ve mütelahime hakkında da bilirkişi takdiri sözkonusudur derler.

 

Abdurrezzak ise Zeyd b. Sabit'ten şöyle dediğini nakletmektedir: Damiye'de bir deve, badiada iki deve, mütelahimede de üç deve verilir. Simhakta; dört deve, mudihada beş deve, haşimede on deve, münakkılede onbeş deve vardır. Me'mume'de tam diyetin üçtebiri verilir. Bir kimseye aklını kaybedecek kadar vuran kişi, tam bir diyet ödeyeceği gibi, bir kimseye vurduğu darbe ile sesinin burnundan çıkmasına ve sözünün anlaşılmamasına sebep teşkil eden de tam bir diyet öder. Ya da sesi kısılıp, söylediği söz anlaşılmayacak hale gelirse, yine tam diyet ödemesi sözkonusudur. Göz kapağında diyetin dörttebiri vardır. Memenin ucunda da tam diyetin dörttebiri vardır.

 

İbnü'l-Münzir der ki: Ali (r.a)'dan, simhak hakkında Zeyd'in dediği gibi bir görüş nakledilmiştir. Hz. Ömer ile Hz. Osman'dan da şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Simhakda mudiha diyetinin yarısı verilir. Hasan-ı Basri, Ömer b. Abdulaziz ve Nehai ise, simhak'da bilirkişi takdirine gidilir, derler. Malik, Şafii ve Ahmed de böyle demiştir. İlim adamları mudihada Amr b. Hazm'ın rivayet ettiği hadiste belirtildiği üzere beş deve verileceği hususunda ihtilaf etmemişlerdir. Çünkü o hadiste Mudihada da beş deve vardır, denilmektedir. Yine ilim ehli icma ile mudiha'nın başta da yüzde de olabileceğini kabul etmişlerdir. Ancak, yüzdeki mudiha'nın başta ki mudihadan daha üstün olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Ebu Bekr ve Ömer'den ikisinin de eşit olduğuna dair görüş rivayet edilmiştir. Tabiinden bir topluluk da onların görüşlerini kabul ettiği gibi, Şafii ve İshak da bu görüştedir.

 

Said b. el-Müseyyeb'den ise yüzdeki mudihanın diyetini, baştaki mudihanın iki katı kabul ettiğine dair rivayet gelmiştir. Ahmed de der ki: Yüzdeki mudihanın diyetinin artırılması daha uygundur.

 

Malik der ki: Me'mume, mlinakkıle ve mudiha ancak baş ve yüzde olur.

Me'mume ise, yara beyine ulaşacak olursa, yalnızca başta sözkonusu olur. Yine Malik der ki: Mudiha, kafa tasında olur. Ondan aşağısındaki yaralar ise boyun bölgesinde olur ve bunlarda mudiha yarası sözkonusu değildir. Yine Malik der ki: Burun baştan sayılmaz. Burunda da mudiha sözkonusu değildir. Alt çene de de aynı şekilde mudiha olmaz.

 

İlim adamları, baş ve yüzün dışında mudiha hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Eşheb ve İbnü'I-Kasım der ki: Bedendeki mudiha, munakkıle ve me'mume'de, içtihad ile diyet takdirinden başka bir yol yoktur. Bu yaralar hakkında bilinen bir diyet (erş) sözkonusu değildir.

 

İbnü'I-Munzir der ki: Malik, Sevrı, Şafii, Ahmed ve İshak'ın görüşü budur.

Biz de böyle diyoruz. Ata el-Horasanı'den rivayet edildiğine göre mudiha insanın bedeninde olursa, yirmibeş dinar cezası vardır.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Malik, Şafii ve arkadaşları, bir kişiye iki me'mume yahut iki mudiha veya üç me'mume, yada üç mudiha yahut bundan da fazla miktarda yarayı tek bir darbede açacak olursa, bütün bunlarda -isterse bunlar genişleyip tek bir yara haline gelsinler- tam bir diyet vardır. Haşime için, bize göre diyet sözkonusu değildir, bilirkişi takdirine gidilir.

 

İbnü'I-Münzir der ki: Ben, Medinelilerin kitaplarında haşimeden söz edildiğini tesbit edemedim. Bunun yerine Malik, bir kişinin burnunu kıran bir kimse hakkında, eğer bu hata yoluyla olmuşsa içtihad ile takdire gidileceğini söylemiştir. Hasan-ı Basri ise, haşime hususunda herhangi bir miktar takdir etmezdi. Ebu Sevr de der ki: Eğer bu hususta ihtilafa düşülecek olursa, haşimenin cezası bilirkişi tarafından takdir edilir. İbnü'I-Münzir der ki: Kıyas da buna delalet etmektedir. Zira bu hususta ne sünnet vardır, ne de icma. Kadı Ebu'l-Velid el-B acı der ki: Haşimenin cezası, mudiha'nın cezası gibidir. Eğer haşime, münakkıleye dönüşecek olursa onbeş deve, şayet me'mume olursa bu sefer tam bir diyetin üçtebiri verilir. İbnü'I-Münzir der ki: İlim ehlinden karşılaştıklarımızın ve kendisinden bize bilgi ulaşanların çoğunun haşimede on deve takdir ettiklerini tesbit ettik. Biz bu görüşü, Zeyd b. Sabit'ten de rivayet ettik. Katade, Ubeydullah b. el-Hasen ve Şafii de bu görüştedir. Sevrı ve rey sahipleri ise; Haşimede bin dirhem vardır demektedirler. Bundan kasıtIarı ise tam bir diyetin ondabiridir.

 

Munakkıleye gelince, İbnü'I-Münzir der ki: Peygamber (s.a.v.)'dan gelen hadiste şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Munakkılede onbeş deve vardır." İlim ehli de bunu icma ile kabul etmiştir.

 

İbnü'I-Münzir der ki: İlim ehli arasından kendisinden ilim bellenen herkes, munakkılenin, kemiği yerinden oynatan yara olduğunu ifade etmişlerdir. Malik, Şafiii, Ahmed ve rey ashabı -bu, aynı zamanda Katade ve İbn Şubrume'nin de görüşüdür- munakkıle'de kısas yoktur, demişlerdir. ezZübeyr'den ise -ki ondan sabit olmamıştır- münakkılede kısas uyguladığını rivayet etmiş bulunuyoruz. İbnü'l-Münzir der ki: Fakat birinci görüş daha uygundur. Zira ben, bu hususta muhalefet eden bir kimse olduğunu bilmiyorum.

 

Me'mumeye gelince, İbnü'l-Münzir der ki: Peygamber (s.a.v.)'dan: "Me'mumede diyetin üçtebiri vardır" dediği varid olmuştur. İlim ehli de genel olarak bu görüşü kabul etmiştir. Bu hususta Mekhul dışında muhalefet eden bir kimse olduğunu da bilmiyoruz. Mekhul der ki: Me'mume kasti olarak yapılırsa cezası tam diyetin üçte ikisidir. Eğer hata yoluyla yapılırsa, tam diyetin üçtebiridir. Bu ise şaz bir görüştür, ben birinci görüşü kabul ediyorum.

 

Me'mume dolayısıyla kısas hususunda farklı görüşler vardır. İlim ehlinin çoğunluğu şöyle demektedir: Bunda kısas sözkonusu olmaz. İbn ezZübeyr'den ise, me'mume dolayısıyla kısas uyguladığı rivayet edilmiş ise de insanlar bunu tepki ile karşılamışlardır. Ata der ki: İbn ez-Zübeyr'den önce biz, me'mume dolayısıyla kısas uygulayan kimse olduğunu bilmiyoruz.

 

Caife'ye gelince; Amr b. Hazm yoluyla gelen hadise binaen caifede tam diyetin üçte ikisi vardır. Eğer hata yoluyla yapılmışsa, diyetin üçtebiri vardır. Caife ise, bir iğne girecek kadar dahi olsa vücudun karın bölgesine delerek ulaşan hertürlü yaradır. Şayet iki taraftan oraya ulaşacak olursa, fukahaya göre bu iki tane caife olur ve herbirisinde tam diyetin üçte ikisi verilir. Eşheb der ki: Ebu Bekr es-Sıddik (r.a) vücudun öbür yan tarafından çıkan bir caife hakkında iki caife kadar diyet ödenmesi hükmünü vermiştir. Ata, Malik, Şafii ve rey ashabının hepsi, caifede kısas yoktur demektedirler. İbnü'l-Münzir der ki: Biz de böyle diyoruz.

 

26- Tokat ve Benzeri Cinayetlerde Kısas:

 

Tokat ve benzeri cinayetlerde kısas hususunda ilim adamları farklı görüşlere sahiptirler. Buharı, Ebu Bekir, Ali, İbnüz'-Zübeyr ve Süveyd b. Mukarrin (r.anhum)'dan tokat ve benzerlerinden dolayı kısas uyguladıklarını zikretmektedir.

 

Osman ile Halid b. el-Velid (r.a.)'dan da buna benzer rivayetlerde bulunulmuştur. Bu, aynı zamanda Şa'bi ve ilim ehlinden bir topluluğun da görüşüdür.

 

el-Leys der ki: Şayet tokat göze vurulmuş ise bunda kısas yoktur. Çünkü, kısas uygulanacak olan kimsenin gözüne bir tehlike gelmesinden korkulur, Bunun yerine sultan onu cezalandırır. Eğer tokat yanağa vurulmuşsa bunda kısas uygulanır, Bir kesim de tokatta kısas yoktur, demektedir. Bu görüş, elHasen ve Katade'den rivayet edildiği gibi, Malik'in, Kufelilerin ve Şafii'nin de görüşüdür. Malik bu hususta şu sözleriyle delil getirmektedir: Zayıf ve hasta bir kimsenin vuracağı tokat, güçlü bir kimsenin tokatı gibi değildir. Belli bir konum ve mevkii bulunan bir kimsenin tokatı ile siyah kölenin tokatı da bir değildir. İşte bizim tokatın miktarı hususundaki bilgisizliğimiz dolayısıyla bütün bu gibi durumlarda ictihada gidilir.

 

27- Kamçı Darbesi Dolayısıyla Kısas:

 

Kamçı darbesi dolayısıyla kısas hususunda ilim adamları farklı görüşlere sahiptir. el-Leys ve el-Hasen kamçı ile vurana kısas uygulanır ve ayrıca yaptığı saldırganlığı dolayısıyla ona fazlası da vurulur derler. İbnü'l-Kasım ise ona sadece kısas uygulanır, demektedir.

 

Kufeliler ile Şafiilere göre ise, yaralaması hali dışında ona kısas uygulanmaz, Şafii der ki: Eğer kamçı yaralayacak olursa, bunda bilirkişi takdirine gidilir. İbnü'l-Münzir der ki: Kamçı, sopa veya taş ile isabet alıp ölümden daha aşağı yaralamalar sözkonusu olursa, bu kasti bir yaralamadır ve bunda kısas sözkonusudur. Hadis ehlinin çoğunluğu bu görüştedir.

Buhari'de ise, Hz. Ömer'in eldeki asa dolayısıyla vurulan darbeden kısas uyguladığı, Ali b. Ebi Talib (r.a)'ın da üç kamçıdan dolayı kısas uyguladığı kaydedilmektedir. Kadı Şureyh'in de bir kamçı ve bir kaç tırmalama izi dolayısıyla kısas uyguladığı belirtilmiştir. İbn Battal der ki: Peygamber (s.a.v.)'ın kendisine ilaç içiren bütün hane halkına aynı şekilde ilaç içirilmesini emrettiğine dair hadisi, hertürlü acıdan dolayı -yaralama sözkonusu olmasa dahikısas uygulanacağını kabul eden kimseler lehine bir delildir.

 

28- Kadınların Yaralanmalarının Diyeti:

 

Kadınların yaralanmalarına karşılık alınacak diyet hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır, Muvatta'da Malik'ten, onun, Yahya b. Said'den, onun, Said b. el-Müseyyeb'den rivayetine göre Said şöyle dermiş: Erkeğin diyetinin üçtebirine kadar, kadın erkekten diyet alır. Kadının parmağı, erkeğin parmağı, dişi erkeğin dişi gibidir. Kadının mudihası erkeğin mudihası gibi, munakkılesi de erkeğin munakkılesi gibidir.

 

İbn Bukeyr der ki: Malik dedi ki: Eğer kadının alması gereken diyet, erkeğin diyetinin üçtebirine ulaşacak olursa, o takdirde erkeğin hakettiği diyetin yarasını alabilir.

İbnü'l-Münzir de der ki: Biz bu görüşü, Ömer ile Zeyd b. Sabit'ten rivayet ettiğimiz gibi, Said b. el-Müseyyeb, Ömer b. Abdulaziz, Urve b. ez-Zübeyr, ez-Zühri, Katade, İbn Hurmuz, Malik, Ahmed b. Hanbel ve Abdulmelik b. el-Macişıln da bu şekilde görüşlerini ifade etmişlerdir.

 

Bir başka kesim ise şöyle demektedir: Az olsun, çok olsun her hususta kadının diyeti erkeğin diyetinin yarısıdır. Biz bunu, Ali b. Ebi Talib'den rivayet ettik. es-Sevri, Şafii, Ebu Sevr, en-Nu'man (b. Sabit, Ebu Hanife) ve iki arkadaşı da bu görüştedir. delil olarak da şunu göstermişlerdir: Çok olan tam diyet hususunda (kadının diyetinin erkeğinkinin yarısı olacağı üzerinde) icma ettiklerine göre, ondan az olan miktarın da böyle olması gerekmektedir. Biz de bu görüşteyiz.

 

29- Önemli Bir Faydası Olmayıp, insan Vücudunda Güzellik Arzeden Organlar:

 

Kadı Abdulvehhab der ki: Hiçbir şekilde menfaati bulunmayıp güzelliği bulunan her şeyde hükümet (bilirkişi takdiri) vardır. Kaşlar, sakal, saçın gitmesi, erkeğin memesi ve kalçaları gibi. Bilirkişinin takdiri ise şöyle yapılır: Kendisine karşı suç işlenen kişi eğer kusursuz bir köle olsaydı ne ederdi, diye. ona kıymet biçilir. Ondan sonra cinayet sonucu meydana gelen eksik durumu ile ona kıymet biçilir. Kıymetinden eksilen miktar onun diyetine oranlanır, miktar ne olursa olsun o oran ödenir.

 

İbnü'l-Münzir bunu, kendisinden ilim bellenen ilim ehli herkesten nakl etmiştir. Ve şöyle demiştir: Bu hususta ise, işi bilen güvenilir iki kişinin sözleri kabul edilir. Hatta adaletli tek bir kişinin sözü kabul edilir de denilmiştir. Şanı Yüce Allah en iyi bilendir.

 

İşte bunlar, ayet-i kerimenin anlamının ihtiva ettiği vücud ve azalardaki yaralamalara dair hükümlerin bir özetidir. Bu kadarı ile yetinen kimseler için bu açıklamalar yeterlidir. Lütuf ve keremiyle hidayete ileten Allah'tır.

 

30- Kısas Hakkını Bağışlamak Bir Sadakadır:

 

Yüce Allah'ın: "Fakat kim onu sadaka olarak bağışlarsa bu ona keffaret olur" buyruğu, şart ve cevaptır. Yani, kim kısas hakkını tasadduk edip affederse bu, bu hakkını tasadduk eden kimse için bir keffaret olur. Bunun yaralayan kimse için keffaret olacağı ve ahirette işlediği bu cinayeti sebebiyle sorumlu tutulmayacağı anlamına geldiği de söylenmiştir. Çünkü böyle bir af, yaralayan kimseden hakkın alınmasının yerini tutmaktadır. Ona bu hakkı bağışlayan da ecir alır. İbn Abbas, bu iki görüşü de zikretmekle birlikte, ashabın ve onlardan sonra gelenlerin çoğunluğu birinci görüşü kabul etmişlerdir. İkinci görüş ise, İbn Abbas ve Mücahid'den rivayet edilmiştir. İbrahim en-Nehai ve eş-Şa'bı'den de bu görüşle birlikte farklı rivayet de gelmiştir. Ancak birincisi daha güçlüdür. Çünkü, birinci görüşe göre zamir zikredilmiş bir isme racidir ki, o da; "Kim" lafzıdır. Ebu'd-Derda'dan Peygamber (s.a.v.)'ın da şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Herhangi bir müslümana vücudunda bir musibet gelip çatar, o da bunu (kendisine o zararı verene) bağışlıyacak olursa, mutlaka Allah bundan dolayı onu bir dereceye yükseltir ve yine bunun karşılığında onun bir günahını kaldırır." 

 

İbnü'l-Arabı der ki: Yaralanan kişi yaralayanı affettiği takdirde, Allah da onu (yaralayanı) affeder diyen kimsenin bu sözünü destekleyecek bir delil yoktur. O bakımdan bu görüşün bir anlamı da olmaz.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Maide 46-47

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR