MAİDE 44 |
{43}
إِنَّا
أَنزَلْنَا
التَّوْرَاةَ
فِيهَا هُدًى
وَنُورٌ
يَحْكُمُ
بِهَا
النَّبِيُّونَ
الَّذِينَ
أَسْلَمُواْ
لِلَّذِينَ هَادُواْ
وَالرَّبَّانِيُّونَ
وَالأَحْبَارُ
بِمَا
اسْتُحْفِظُواْ
مِن كِتَابِ اللّهِ
وَكَانُواْ
عَلَيْهِ
شُهَدَاء
فَلاَ
تَخْشَوُاْ
النَّاسَ وَاخْشَوْنِ
وَلاَ
تَشْتَرُواْ
بِآيَاتِي
ثَمَناً
قَلِيلاً
وَمَن لَّمْ
يَحْكُم بِمَا
أَنزَلَ
اللّهُ
فَأُوْلَـئِكَ
هُمُ الْكَافِرُونَ |
44. Şüphesiz Tevrat'ı
Biz indirdik. Onda bir hidayet ve bir nur vardır. Teslim olmuş olan
peygamberler, rabbaniler ve bilginler de Allah'ın Kitabını korumaları
istendiğinden onunla yahudilere hükmederlerdi. Hepsi de onun üzerine
şahiddiler. O halde insanlardan korkmayın, Benden korkun. Benim ayetlerimi az
bir pahaya satmayın. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar
kafirlerin ta kendileridir.
"Şüphesiz Tevrat'ı
Biz indirdik. Onda bir hidayet ve bir nur vardır" yani, onda açıklama, bir
ziya (aydınlık) ve Muhammed (s.a.v.)'ın hak olduğuna dair bilgi vardır.
"Hidayet",
mübteda olarak ref' mahallindedir. "Ve nur" da ona atfedilmiştir.
"Teslim olmuş olan peygamber
... onunla yahudilere hükmederlerdi."buyruğun "peygamberler"den
kastın, Muhammed (s.a.v.) olduğu ve ondan çoğullafzı ile söz edildiği
söylendiği gibi, Hz. Musa'dan sonra Tevrat'ı uygulamak üzere gönderilen bütün
peygamberler olduğu da söylenmiştir. Yahudiler, peygamberler yahudi idiler
dedikleri gibi, hıristiyanlar da: hıristiyan idiler dediler. Burada Yüce Allah
her iki kesimin de yalan söylediklerini beyan etmektedir.
"Teslim olmuş olan
... lar" buyruğunun anlamı ise, Musa (a.s)'dan, İsa (a.s)'ın dönemine
kadar Tevrat'ı tasdik etmiş olanlar demektir. Aralarında, bin peygamber gelip
geçmiştir. Dörtbin peygamber olduğu da söylenmiştir. Bundan daha fazla geldiği
de bildirilmiştir. Bunların hepsi de Tevrat'ta bulunan hükümlerle
hükmediyorlardı. "Teslim olmuş olan ... lar" buyruğunun, kendileriyle
gönderilen hususlarda Allah'ın emirlerine boyun eğerek itaat edenler demek
olduğu da söylenmiştir. İbrahim (a.s)'ın dini üzere bulunan peygamberler Tevrat
ile hükmederlerdi anlamına geldiği de söylenmiştir ki, her ikisinin de anlamı
birdir.
"Yahudilere"
buyruğu ise, yahudiler hakkında, yahudiler arasında demektir. Teslim olmuş olan
peygamberler, gerek yahudilerin lehine, gerekse onların aleyhine bulunan bütün
hususlarda onunla hüküm verirlerdi, anlamında, olduğu da söylenmiş ve burada
"aleyhlerine "anlamına gelen (...) kelimesi hazf edilmiştir de
denilmiştir.
"Teslim olmuş
olanlar" ifadesi burada "Bismillahirrahmanirrahim" ifadesinde
olduğu gibi övgü anlamında bir sıfattır. (...) ise, (mealde yahudiler) küfürden
tevbe edip dönenler, demektir.
Rabbaniler ve Ahbar:
Allah'ın indirdiği ile Hükmetmeyenler:
Rabbaniler ve Ahbar:
Bu buyrukta takdim ve
tehir olduğu da söylenmiştir. ifadenin takdiri şöyledir: Biz, Tevrat'ı içinde
hidayet ve nur olduğu halde yahudilere indirdik. Peygamberler, rabbaniler ve
bilginler onunla hüküm verirlerdi. Yani, ilim ile insanları idare eden ve
onları büyük meselelerden önce ilmin küçük meselleleri ile terbiye edip eğiten
rabbaniler onunla hüküm verirlerdi. "Rabbaniler" anlamına dair bu
şekildeki açıklama, İbn Abbas ve başkalarından nakledilmiştir. Buna dair
açıklamalar daha önce Al-i İmran süresinde (79. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır.
Ebu Rezin der ki:
Rabbanilerden kasıt, bilge ilim adamları ve hahamlarıdır. İbn Abbas bunlardan
kasıt fakihleridir, demiştir. Hibr ve habr kelimesi, bilgin kişi demektir. Bu,
güzelleştirmek anlamına gelen "et-Tahbir"den alınmıştır. Onlar, ilmi
tahbir ettikleri, yani onu açıklayıp güzel ve süslü bir şekilde sundukları için
ve bu ilim kalplerinde muhabber (güzelleştirilmiş) olduğu için bu adı
almışlardır.
Mücahid der ki:
Rabbaniler ulamadan üstündürler. Kelimenin başına gelmiş olan elif-Iam ise
mübalağa içindir.
el-Cevheri der ki: Hibr
ve habr kelimesi, yahudilerin Ahbar'ının birisine (tekil) verilen isimdir.
Esreli olarak (hibr şeklinde) okunuşu daha fasihtir. Çünkü, bu kelimenin çoğulu
ef'al (ahbar) vezninde gelir, (habr kelimesinin çoğulunun gelmesi gereken şekil
olan) fuul şeklinde gelmemektedir. el-Ferra da der ki: Bu kelimenin tekili hibr
şeklinde olup bu, ilim adamına verilen bir isimdir.
es-Sevri der ki: Ben,
el-Ferra'ya hibre neden bu ismin verildiğini sordum, şöyle dedi: İlim adamı
kimseye hibr ve habr denilir. Bunun anlamı ise, "midadu hibr: yazı
mürekkebi" demektir. Daha sonra "kasaba halkı" anlamında: ''Sen
o kasabaya sor" (Yüsuf, 82) buyruğunda olduğu gibi bir kelimesi hazf
edilmiştir. Yine es-Sevri der ki: el-Esmai'ye de sordum, o, bu açıklamanın
değeri yoktur dedi. Ona habr denilmesi etkisi dolayısıyladır. "Dişleri üzerinde
habr vardır" denildiği zaman dişleri sararmış veya kararmış demektir.
Ebu'lAbbas da der ki: Yazıda kullanılan mürekkebe hibr denilmesinin sebebi,
onunla yazı gerçekleştirildiğinden dolayıdır.
Ebu Ubeyd de der ki:
Benim bildiğime göre ahbar kelimesinin tekili "habr" diye gelmelidir.
Bu ise, sözü ve bilgiyi nasıl tahbir edip güzelleştireceğini iyi bilen kimse
demektir. Devamla der ki: Bütün muhaddisler bu kelimeyi fethalı olarak (habr
şeklinde) rivayet etmektedirler. Hokkada bulundurulan ve kendisi ile yazı
yazılan şey ise (mürekkeb) esreli olarak "hibr" diye söylenir. Hibr,
aynı şekilde iz ve etki anlamına da gelir. Çoğulu ise huburdur.
Bu açıklamalar Yakub'dan
nakledilmiştir.
"Allah'ın kitabını
korumaları istendiğinden" yani, Allah'ın Kitabına dair kendilerine
verilmiş bulunan emanet, bırakılan bilgiden dolayı. .. demektir.
(...) deki
"be" harfi "Rabbanıler ve Ahbar : bilginler"e taalluk
etmektedir. öyle denilmiş gibidir: Ve bilginler de ... korumaları istendiğinden
... Yahut da bu harf, "Hükmederlerdi" buyruğu ile alakalı muallak
olabilir. Yani, korumaları istendiğinden hükmederlerdi, demek olur.
"Hepsi de onun
üzerine şahittiler" yani Kitabın Allah'tan geldiğine şahidlik ederlerdi.
İbn Abbas der ki: Peygamber (s.a.v.)'in verdiği hükmün Tevrat'ta bulunduğuna
dair şahidlik ederlerdi, demektir.
"O halde
insanlardan korkmayın" Muhammed (s.a.v.)'ın niteliğini ve recmi açıkça
ifade etmekten çekinmeyin. "Benden korkun." Bunları gizlemek halinde
Benden korkunuz.
Burada hitab, buna göre
yahudi ilim adamlarınadır. Mana itibari ile de bu buyruğun üzerine açığa
çıkarması vacib olan bir hakkı gizleyen herkes de bu buyruğun kapsamına girer.
"Ayetlerimi az bir
pahaya satmayın" buyruğunun anlamı da daha önceden (el-Bakara, 41. ayetin
tefsirinde) yeterince açıklanmış bulunmaktadır.
Allah'ın indirdiği ile
Hükmetmeyenler:
"Kim Allah'ın
indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir." Diğer
ayetlerde de (zalimlerin, fasıkların ta kendileridir" diye buyurulmaktadır.
Bu ayetlerin hepsi kafirler hakkında nazil olmuştur. Bu da Müslim'in Sahih'inde
el-Bera yoluyla gelen hadiste sabit olmuştur ki, bu hadis daha önceden geçmiş
bulunmaktadır. Büyük çoğunluk da bu görüştedir. Müslüman ise, büyük günah
işleyecek olsa dahi kafir olmaz.
Ayet-i kerimede hazf
edilmiş ifadelerin bulunduğu da söylenmiştir. Yani, kim Kur'anı reddetmek
suretiyle Hz. Rasulün de sözünü inkar yoluyla Allah'ın indirdiği ile
hükmetmeyecek olursa, o kişi kafirdir. Bunu, İbn Abbas ve Mücahid söylemiştir.
Bu açıklamaya göre ayet umumidir.
İbn Mes'ud ve el-Hasen
der ki: Bu ayet-i kerime ister müslüman, ister yahudi, ister kafir olsun
Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen herkes hakkında umumidir. Yani, bunun
doğruluğuna inanarak ve bu şekilde aykırı hüküm vermenin helal olduğuna kanaat
getirerek. ..
Ancak, kendisinin haram
işlediğine inanarak böyle bir iş yapan ise, müslümanların fasıkları arasında
yer alır. İşi de Allah'a kalmıştır. Allah dilerse onu azaplandırır, dilerse de
ona mağfiret eder.
İbn Abbas da kendisinden
nakledilen bir rivayete göre şöyle demektedir:
Kim Allah'ın
indirdikleriyle hükmetmeyecek olursa o, kafirlerin işine benzeyen bir iş
yapmıştır.
Şöyle de denilmiştir:
Yani, kim Allah'ın bütün indirdikleriyle hükmetmezse, o kimse kafirdir. Ancak,
tevhid ile hükmetmekle birlikte, şer'ı bazı hükümler gereğince hükmetmeyen
kimse, bu ayetin kapsamına girmez.
Doğru olan birinci
görüştür. Şu kadar var ki Şa'bı: Bu ayet-i kerime yahudiler hakkında has (özel)
dir. en-Nehhas da bu görüşü tercih etmiş ve şöyle demiştir: Bunun böyle
olduğuna da üç husus delalet etmektedir. Bunlardan birisi, yahudiler bu
buyruktan önce: "Onunla yahudilere hükmederlerdi" buyruğu
zikredilmişlerdir. Dolayısıyla zamir onlara aittir. Diğer bir husus, ifadelerin
akışı (siyakı) da buna delalet etmektedir. Nitekim bundan sonra: "Biz,
onda onlara şunu yazdık. .. " denilmektedir. Buradaki zamir de icma ile
yahudilere aittir.
Yine yahudiler, recmi ve
kısası inkar edenlerdir.
Birisi kalkıp:
"Kim" edatı şart edatı olarak zikredilecek olursa. onun tahsis
edildiğine dair bir delilin vaki olması hali dışında umumidir, diyecek olursa,
ona şöyle cevap verilir: Burada bu edat, zikretmiş bulunduğumuz diğer
delillerle birlikte (...): O kimse ki, anlamındadır. İfadenin takdiri de şöyle
olur: Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeyen o yahudiler, işte onlar kafirlerin
ta kendileridir. Bu da bu hususta yapılan açıklamaların en güzelidir.
Rivayet olunduğuna göre,
Huzeyfe'ye sorulmuş: Bu ayet-i kerimeler İsrail oğulları hakkında mıdır? o da
şöyle demiş: Evet, onlar hakkındadır. Fakat, andolsun ki, onların yollarını iki
ayakkabı tekinin birbirine benzediği ve aynı hizada olduğu gibi izleyeceksiniz.
"Kafirlerin ta
kendileridir" ifadesinin müslümanlar, "zalimlerin ta
kendileridir" ifadesinin yahudiler, "fasıkların ta kendileridir"
ifadesinin ise hıristiyanlar hakkında olduğu da söylenmiştir. Ebu Bekr b.
el-Arabi'nin tercih ettiği görüş de budur. Devamla der ki: Çünkü ayetlerin
zahirinden anlaşılan budur, Ayrıca İbn Abbas'ın, Cabir b. Zeyd'in, İbn Ebi
Zaide'nin ve İbn Şubrume ile Şa'bi'nin de tercih ettiği görüş budur.
Tavus ve başkaları da
der ki: Bu, kişiyi dinden çıkartan bir küfür değildir.
Fakat, küfrün altında
kalan bir küfür çeşididir. Ancak, bunda farklı durumlar sözkonusudur. Eğer
yanındaki hükmü verirken, o hüküm Allah'ın yanından gelmiştir diye verecek
olursa bu, küfrü gerektiren, Allah'ın hükmünü bir değiştirmedir. Şayet hevası
gereği ve masiyet yoluyla başka hükümle hükmedecek olursa, ehl-i sünnetin günahkarlar
için mağfiret ile ilgili kabul ettikleri asıl delillerine binaen mağfiret
sözkonusu olabilecek bir günahtır.
el-Kuşeyri der ki:
Haricilerin görüşüne göre, bir kimse rüşvet alıp Allah'ın hükmünden başka bir
hükümle hüküm verecek olursa o kafirdir. Bu görüş, ayrıca el-Hasen ve
es-Süddi'ye de izafe edilmiştir.
Yine el-Hasen der ki:
Yüce Allah, hakimlerden hevalarına uymamayı, insanlardan korkmayıp kendisinden
korkmaları ve Allah'ın ayetlerini az bir bedele satmamaları şeklinde üç ahid
almıştır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN