ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

MAİDE

41

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ لاَ يَحْزُنكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذِينَ قَالُواْ آمَنَّا بِأَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِن قُلُوبُهُمْ وَمِنَ الَّذِينَ هِادُواْ سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ آخَرِينَ لَمْ يَأْتُوكَ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِن بَعْدِ مَوَاضِعِهِ يَقُولُونَ إِنْ أُوتِيتُمْ هَـذَا فَخُذُوهُ وَإِن لَّمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواْ وَمَن يُرِدِ اللّهُ فِتْنَتَهُ فَلَن تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّهِ شَيْئاً أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ لَمْ يُرِدِ اللّهُ أَن يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ

 

41. Ey PeygamberI Kalpleriyle iman etmedikleri halde ağızlarıyla: İnandık deyip de küfür içinde koşuşup duranlar seni kederlendirmesin. Yahudilerden durmadan yalana kulak veren, huzuruna gelmeyen diğer bir kavim lehine dinleyen (casusluk eden) ler vardır. Kelimeleri yerine konulduktan sonra değiştirirler ve: "Eğer size şu verilirse onu alın, şayet o verilmezse sakının" derler. Allah'ın fitneye düşürmek istediği kimse için sen, Allah'a karşı birşey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Dünyada onlar için zillet vardır. Ahirette de onlara pek büyük bir azap vardır.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:

 

1- Bu Ayet-i Kerimenin Nüzul Sebebi ile ilgili Görüşler:

2- Zimmet Ehlinin Müslümanların Hakemliğine Baş Vurmaları:

3- Hakemin Hükmüne Başvurmak:

4- Zimminin Şahidliği:

5- Bir Kıraat Farkı ve "Kederlenme"nin Mahiyeti:

6- Casusluk Yapan Münafıklar:

7- ilahi Buyrukları TahrifEtmek:

8- Allah'ın Kalplerini Temizlemek istemediği Kimseler ve Cezaları:

 

1- Bu Ayet-i Kerimenin Nüzul Sebebi ile ilgili Görüşler:

 

"Ey Peygamber ... seni kederlendirmesin" ayetinin nüzül sebebiyle ilgili olarak üç görüş vardır. Denildiğine göre bu ayet-i kerime, Kurayza ve Nadiroğulları hakkında inmiştir. Kurayzalı birisi, Nadiroğullarından birisini öldürdü. Nadiroğulları, Kurayzalılardan birisini öldürdükleri vakit kısas uygulamalarına fırsat vermezlerdi. -İleride açıklanacağı üzere- onlara (Kurayzalılara) sadece diyet vermekle yetinirlerdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.)'ın hakemliğine başvurdular. Hz. Peygamber, Kurayzalı ile Nadiroğullarına mensub iki kişi arasında eşitlik sağlanması gerektiği hükmünü verdi. Bu ise, Nadiroğullarının hoşuna gitmedi ve kabul etmediler. 

 

Bir diğer görüşe göre bu ayet-i kerime, Peygamber (s.a.v.)'ın Ebu Lubabe'yi Kurayzaoğullarına gönderip kendilerine uygulanacak cezanın boğazlarının kesilmesi olduğuna işaret etmesi dolayısıyla Ebu Lubabe hakkında inmiştir. 

 

Bir diğer görüşe göre bu ayet-i kerime, yahudi erkek ve kadının zinası ile recim olayı hakkında nazil olmuştur. Bu da konu ile ilgili görüşlerin en sahih olanıdır. Bunu, hadis imamları, Malik, Buhari, Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud rivayet etmişlerdir.

 

Ebu Davud, Cabir b. Abdullah'tan rivayetine göre, Peygamber (s.a.v.) onlara (yahudilere): "Aranızdan en bilgili iki kişiyi yanıma getiriniz" demiş, bunun üzerine onlar da Suriya adındaki birisinin iki oğlunu getirmişlerdi. Hz. Peygamber onlara Yüce Allah adına yemin verdirerek: "Bu iki kişinin durumunu Tevrat'ta nasıl bulmaktasınız" diye sordu? İkisi de: Bizim Tevrat'ta bulduğumuz şudur: Dört kişi erkeğin organını kadının fercinde sürmedanlıktaki mil gibi görecek olurlarsa ikisi de recm olunurlar. Hz. Peygamber sordu:

"Peki, sizi bunları recmetmekten alıkoyan nedir"? İkisi de: Otoritemiz elden gitti, o bakımdan biz de öldürmekten hoşlanmadık. Peygamber (s.a.v.) şahitleri çağırdı. Şahidler gelip, erkeğin organının kadının fercinde sürmedanlıktaki mil gibi gördüklerine dair şahidlik ettiler. Peygamber (s.a.v.); ikisinin de recm edilmesi emrini verdi. 

 

Buhari ile Müslim'in dışındaki eserlerde de eş-Şa'bi'den, Cabir b. Abdullah'tan nakledilerek Cabir'in şöyle dediği kaydedilmektedir: Fedeklilerden bir erkek zina etti. Bunun üzerine Fedekliler, Medine'de bulunan yahudi bazı kimselere: Muhammed'e bu hususa dair soru sorunuz. Eğer size celde vurmayı emrederse, onu kabul ediniz. Şayet size recmedilmeleri emrini verirse onu kabul etmeyiniz. Durumu Hz. Peygamber'e sordular, o da İbn Suriya'yı çağırdı. Aralarında en bilgin kişi oydu. Bir gözü de görmüyordu. Rasulullah (s.a.v.) ona şöyle sordu: "Sana Allah adına yemin verdiriyorum. Kitabınızda zina edenin cezasını ne şekilde buluyorsunuz i" İbn Suriya ona şöyle dedi: Allah adına bana and verdirdiğine göre, şunu söyleyeyim. Biz Tevrat'ta, bakmanın bir zina, kucaklaşmanın bir zina, öpmenin bir zina olduğunu görüyoruz. Eğer dört kişi erkeğin organını kadının fercinde sürmedanlıktaki mil gibi gördüklerine dair şahidlik edecek olurlarsa, o takdirde (erkeği) recmetmek icabeder. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.); "İşte bu böyledir" buyurdu. 

 

Müslim'in Sahih'inde de el-Bera b. Azib'den şöyle dediği nakledilmektedir: Peygamber (s.a.v.)'ın yanına yüzü kömürle karartılmış bir yahudi getirildi. Hz. Peygamber yahudileri çağırıp şöyle dedi: "Sizler Kitabınızda zina edenin cezasının böyle olduğunu mu görüyorsunuz"? Onlar, evet deyince, Hz. Peygamber ilim adamlarından birisini çağırdı ve şöyle buyurdu: "Tevratı Musa'ya indiren Allah adına bana söyle. Kitabınızda zina edenin haddini böyle mi buluyorsunuz?" Kişi Hayır dedi. Eğer bu şekilde bana yemin verdirmeseydin sana bildirmeyecektim. Biz, cezanın recm olduğunu görüyoruz. Fakat zina, soylularımız arasında çoğaldı. O bakımdan soylu bir kimseyi yakaladık mı, onu bırakırdık.

 

Zayıf birisini yakaladık mı, ona had uygulardık. Bu sefer şöyle dedik: Gelin ortaklaşa bir ceza tesbit edelim ve bunu, soyluya da böyle olmayana da uygulayalım. Sonunda recm yerine yüzü kömürle karartmayı ve sopa vurmayı tesbit ettik. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah'ım kendilerinin öldürdükleri bir zamanda senin emrini ihya eden ilk kişi ben oluyorum" dedi ve recm edilmesini emretti. Bunun üzerine Yüce Allah da: "Ey Peygamber! Küfür içinde koşuşup duranlar seni kederlendirmesin" buyruğunu: "Eğer size şu verilirse onu alın" buyruğuna kadar indirdi. Yani, diyorlar ki: Muhammed'e gidiniz.

 

Eğer o sizlere yüze kömür çalmayı ve sopa vurmayı emrederse onu kabul ediniz. Şayet size recm cezası uygulanması fetvasını verirse, ondan sakınınız. Bunun üzerine şanı Yüce Allah: "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir" (el-Maide, 44); "KimAllah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir" (el-Maide, 45); "KimAllah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fasıkların ta kendileridir" (el-Maide, 47) ayetlerini indirdi. Bunların hepsi de kafirler hakkındadır. 

Bu rivayette bu şekilde: "Peygamber (s.a.v.)'ın yanından ... geçirildi" lafzı ile zikredilmiştir.

 

İbn Ömer tarafından rivayet edilen hadiste de şöyle denilmektedir: Zina etmiş yahudi bir erkek ve bir kadın getirildi. Rasulullah (s.a.v.) yahudilerin yanına varıncaya kadar yola koyuldu. Dedi ki: "Tevrat'ta zina edene uygulanmak üzere bulduğunuz ceza nedir?" ... Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir: Yahudiler, Rasulullah (s.a.v.)'ın yanına zina etmiş bir erkek ve bir kadın getirdiler. Ebu Davud'un Kitabında (Süneninde) İbn Ömer tarafından rivayet edilen hadiste şöyle dediği kaydedilmektedir: Yahudilerden bir topluluk gelip Rasulullah (s.a.v.)'i el-Kuf denilen vadiye çağırdılar. Peygamber (s.a.v.) da onların yanına Beytu'l- Midras (diye bilinen Tevrat okuyup öğrendikleri) yere gitti. Şöyle dediler: Ey Ebe'l-Kasım, bizden bir erkek bir kadın ile zina etti. Sen aramızda hüküm ver. ..

 

Bütün bunlarda herhangi bir hususta tearuz (çatışma) sözkonusu değildir. Bunların hepsi de aynı olayı nakletmektedir. Ebu Davud bu olayı, Ebu Hureyre yoluyla güzel bir şekilde nakletmiş bulunuyor. Ebu Hureyre der ki:

 

Yahudilerden bir adam bir kadın ile zina etti. Aralarında birbirlerine şöyle dediler: Haydi şu peygambere gidelim. Çünkü bu, hükümleri hafifletmek özelliği ile gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer, recmden daha aşağı bir fetva verecek olursa, onu kabul ederiz, Allah huzurunda da onu delil gösteririz. Ve deriz ki: Bu, senin peygamberlerinden bir peygamberin fetvasıdır. Bunun üzerine, mescidde ashabı arasında oturmakta iken Peygamber (s.a.v.)'ın yanına gelip şöyle dediler:

 

Ey Ebe'l-Kasım, kendilerinden zina etmiş bir erkek ve bir kadın hakkındaki görüşün nedir? Peygamber (s.a.v.) onlara ait Beytül- Midraslarına varıncaya kadar onlarla konuşma dı. Kapıda durup şöyle dedi: "Musa üzerine Tevratı indiren Allah adına size and verdiriyorum. Tevratta muhsan olduğu takdirde zina eden kimseye uygulanmasını gerekli bulduğunuz ceza nedir?" Şu cevabı verdiler: Yüzü kömür ile karartılır, zina eden iki kişi bir merkebe sırtları birbirine dönük olarak bindirilip gezdirilir ve onlara sopa vurulur. Aralarından genç birisi ise susuyordu. Peygamber (s.a.v.) onun susmakta olduğunu görünce, ona da ısrarla aynı şekilde and verdirip soru sordu, o genç şu cevabı verdi: Madem bize and verdirdin, bizim Tevrat'ta bulduğumuz ceza bil ki, recmdir... Daha sonra hadisin geri kalan kısmını zikretti ve nihayet şöyle dedi: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "O halde ben de Tevratta bulunan hüküm gereğince hüküm veriyorum." Sonra da emir vererek ikisi de recm edildiler.

 

2- Zimmet Ehlinin Müslümanların Hakemliğine Baş Vurmaları:

 

Bu rivayetlerden çıkan sonuç şudur: Yahudiler, Peygamber (s.a.v.)'ın hükmüne başvurmuş, o da Tevrat'ta bulunan hüküm gereğince haklarında hüküm vermiştir. Bu hususta da Suriya denilen birisinin iki oğlunun söylediklerine dayanmıştır. Yahudilerin şahitliklerini dinlemiş ve gereğince uygulama yapmıştır. Ayrıca muhsan sayılmak için İslam da şart değildir. İşte bunlar, (bu rivayetlerden özetle anlaşılan) dört meseledir.

 

Zimmet ehli, İslam devlet başkanının huzurunda davalaşacak olurlarsa, onların getirdikleri bu dava, öldürmek, saldırı ve gasb gibi haksızlığı ilgilendiren bir dava ise, aralarında hüküm verir ve bu haksızlıktan onları alıkoyar. Bu konuda görüş ayrılığı yoktur.

 

Eğer dava konusu bu türden değilse, -İmam -Malik ve Şafii'ye göre- aralarında hüküm vermek hususunda muhayyerdir. Şu kadar var ki Malik, hükmetmeyip yüzçevirmeyi daha uygun görür. Şayet hüküm verecek olursa, aralarında İslam hükmü ile hüküm verir. Şafii ise şöyle demektedir: Hadler ile ilgili hususlarda aralarında hüküm vermez.

 

Ebu Hanife de şöyle demektedir: Durum ne olursa olsun, aralarında hüküm verir. Bu, aynı zamanda ez-Zühri, Ömer b. Abdulaziz ve el-Hakem'in de görüşüdür. İbn Abbas'tan da bu görüş rivayet edilmiştir, Şafii'nin konu ile ilgili iki görüşünden birisi de budur. Çünkü ileride açıklanacağı üzere Yüce Allah'ın: "Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet" (el-Maide, 49) buyruğu bunu gerektirmektedir. Malik de Yüce Allah'ın: "Eğer sana gelirlerse, aralarında hükmet ya da onlardan yüz çevir" (el-Maide, 42) ayetini delil göstermiştir. Bu da hükmetmekte muhayyerlik hususunda açık bir nasstır.

 

İbnü'l-Kasım der ki: Piskoposlarla zina eden iki kişi birlikte gelecek olursa, hakim muhayyerdir. Çünkü o hükmü yürürlüğe koymak piskoposların bir hakkıdır.

 

Muhalif görüşü savunanlar da derler ki: Piskoposların gelmesine itibar etmez. İbnü'l-Arabi der ki: Bu, daha sahih olan görüştür. Çünkü müslümanlar, aralarında bir kimsenin hakemliğini kabul edecek olurlarsa hakemin hükmü geçerli olur. Ve bu hususta hakimin rızasına itibar olunmaz. Kitab ehli hakkında bunun böyle olması öncelikle sözkonusudur.

 

İsa ise İbnü'l-Kasım'dan naklen şöyle demektedir: O vakit, bu konuda hüküm vermesi için gelenler zimmet ehli değildiler. Harb ehliydiler. İbnü'l-Arabi der ki: İsa'nın İbnü'l-Kasım'dan naklettiği bu görüş, Taberi ve diğerlerinin rivayet ettiği: Zina eden kişi Hayber ya da Fedeklilerden idiler. Ve o sırada onlar, Rasulullah (s.a.v.) ile (antlaşması bulunmayan) harbi kimseler idiler, ifadesinden çıkarılmıştır.

 

Zina eden o kadının adı Busra idi. Bunlar, Medine'de bulunan yahudilere haber gönderip şöyle demişlerdi: Muhammed'e buna dair soru sorunuz. Eğer ize recmden başka birşey ile fetva verirse onu alıp kabul ediniz. Şayet recme fetva verirse, onu kabul etmekten sakınınız ... İbnü'l-Arabi der ki: İşte bu eğer -ahih ise, zina edenleri beraberlerinde getirip soru sormaları, bir ahid ve bir eman olarak değerlendirilir. Eğer bu bir ahid bir zimmet, ve bir dar (da yaşamak demek) değil ise, o takdirde haklarında hüküm vermemek ve verdiği takdirde de haklarında adaletli hüküm vermek hakkına sahip olurdu. O bakımdan bu hususta İsa'nın kaydettiği rivayetinin delil olacak bir tarafı yoktur. İşte Yüce Allah, onlar hakkında şöylece haber vermiştir: "Yahudiler durmadan yalana kulak veren, huzuruna gelmeyen bir kavm lehine dinleyenlerdir." Peygamber (s.a.v.)'ın hakemliğine baş vurunca, onların verdiği hüküm haklarında yürürlüğe girdi ve onların geri dönme hakları kalmadı.

 

Buna göre çeşitli meselelerde başkalarının hakemliğine başvurmak hususu; bir sonraki başlığın konusudur.

 

3- Hakemin Hükmüne Başvurmak:

 

Aradaki anlaşmazlıklarda bir başkasının hükmüne başvurmanın asıl delili bu ayet-i kerimedir. Malik der ki: Bir kişi, bir başkasını hakem tayin edecek olursa, onun hükmü geçerlidir. Bu hüküm hakime götürülecek olursa, hakim de onu yürürlüğe koyar. Apaçık bir zulüm olması hali müstesna. Suhnun der ki: O hükmü doğru verecek olursa, onu yürürlüğe koyar.

 

İbnü'l-Arabi der ki: Bu ise mali konularda ve hakkını taleb eden kişiyi ilgilendiren haklar ile ilgilidir. Hadler ile ilgili ise, ancak sultanın (hüküm vermeye yetkili makamın) hüküm vermek yetkisi vardır. İlke şudur: İki davacıya has olan her bir hak ile ilgili hususlarda, başkasının hakem tayin edilmesi caizdir; hakem tayin edilenin o hususta verdiği hüküm de geçerlidir. Bunun tahkikine gelince: İnsanlar arasında hakem tayini, onlara ait bir haktır.

Hakimin hakkı değildir. Şu kadar var ki, tahkim meselesini alabildiğine geniş çerçevelerde kullanmak, velayet ilkesini delmektir. Ve bu, eşeklerin gelişi güzel davranmaları gibi, insanların da gelişi güzel hareket etmeleri sonucunu verir. O bakımdan, meseleyi nihai olarak kestirip atacak bir otoritenin varlığı da kaçınılmazdır. Bundan dolayı şeriat, karmaşıklığın temelini kökten yıkmak için, veliyülemr tayin edilmesini emr etmiş, bununla birlikte onun yükünü hafifletmek için ve diğer taraftan anlaşmazlık halinde olanlar üzerinden de davalarını hakime götürmek sıkıntısını kaldırmak ve böylelikle her iki maslahatı gerçekleştirip faydayı temin etmek için de tahkime müsaade etmiştir.

 

Şafii ve başkaları der ki: Tahkim caizdir ve bunun sonucunda verilen hüküm, ancak bir fetva hükmündedir.

 

Kimi ilim adamı da şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)'ın yahudiler hakkında recm hükmünü vermesi, onların kitaplarındaki bir hükmü uygulamaktı. Onların tahrif ettikleri, gizledikleri ve uygulamayı terkettikleri bir hükmü uygulamaktı. Nitekim Hz. Peygamber'in: "Allah'ım, onların öldürdükleri bir zamanda, ben Senin emrini ilk dirilten kişiyim" dediğine dikkat etmek gerekir. Bu ise onun Medine'ye geldiği sırada olmuştu. Bundan dolayı Hz. Peygamber, Suriya adındaki kişinin iki oğlundan Tevrat'taki hükmü sağlam bir şekilde öğrenmek yoluna gitmiş ve bu hususta onlara yemin verdirmişti.

 

Aslında kafirlerin hadler ile ilgili sözleriyle bu husustaki şahitlikleri icma ile makbul değildir. Fakat, Hz. Peygamberin bunu yapması, onların bağlı kalacaklarını belirttikleri ve gereğince amel ettikleri bir hususu kabul ettirmek üzere yapmıştı.

 

Diğer taraftan bu konudaki bilginin Hz. Peygamber için vahiy yoluyla husule gelmiş olması, yahut da Yüce Allah'ın Hz. Peygamber'in kalbine Suriya'nın iki oğlunun bu hususta söylediklerinin doğru olduğuna dair bir ilham ilka etmesi yoluyla -sadece onlar söyledi diye değil- bilgi sahibi olmuş olması da ihtimal dahilindedir. Hz. Peygambere vahiy ya da ilham yoluyla gelen bu bilgi, ona hükmü gereği gibi açıklamış ve recmin meşruiyetini haber vermiş olur. Bunun başlangıcı ta o vakit gerçekleşmiş olur. Böylelikle Hz. Peygamber, yaptığı ile Tevrat'ın hükmünü uygulamış ve aynı zamanda bunun şeriatinin hükmü olduğunu da beyan etmiş olur. Zaten Tevrat da Yüce Allah'ın hükmüdür. Çünkü, şöyle buyurmaktadır: ''Şüphesiz Tevratı Biz indirdik ki, onda bir hidayet ve bir nur vardır. Teslim olmuş olan peygamberler ... onunla yahudilere hükmederlerdi. "(el-Maide, 44) Bu şekilde hüküm verenler de peygamberlerdendi.

 

Ebu Hureyre de Hz. Peygamber'den: "İşte ben de Tevrat'ta bulunan hüküm gereğince hüküm veriyorum" dediğini rivayet etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

4- Zimminin Şahidliği:

 

Cumhur, zimminin şahidliğinin reddedileceği görüşündedir. Çünkü o, şahidlik etmek ehliyetine sahip değildir. O bakımdan zımminin, müslüman hakkında olsun, kafir hakkında olsun şahidliği kabul olunmaz. Tabiinden ve onların dışından bir topluluk ise, surenin son taraflarında açıklanacağı üzere, müslüman bir kimse bulunmadığı takdirde zimmilerin şahitliğini kabul etmiştir.

 

Denilse ki: Hz. Peygamber zimmilerin şahidliği gereğince hüküm vermiş ve zina edenleri recmetmiştir. Şu cevap verilir: Hz. Peygamber Tevrat'ın hükmü olarak bildiği şeyi onlara uygulamış ve Tevrat gereğince uygulamaya onları mecbur etmiştir. İsrail oğullarının bağlayıcı delil gereğince uygulamaya onları mecbur etmek ve tahrif ve değiştirmelerde bulunduklarını ortaya koymak suretiyle olmuştu. O bakımdan Hz. Peygamber hakim değil de hükmü uygulayıcı bir kimse idi. Bu ise, birinci şekildeki yoruma göredir.

 

Naklettiğimiz ihtimale göre ise, o takdirde bu, o vak'aya has bir durum olur.

Zira, ilk asıl'da selef arasında böyle bir durumda şahidliklerini kabul eden kimsenin bulunduğu işitilmemiştir.

 

5- Bir Kıraat Farkı ve "Kederlenme"nin Mahiyeti:

 

Yüce Allah'ın: "Seni kederlendirmesin" buyruğunu, Nafi' "ya" harfini ötreli, "ze" harfini de esreli olarak okumuştur. Diğerleri ise, "ya" harfini üstün, "ze" harfini de esreli olarak okumuşlardır. (...): Hüzün, sevincin zıddıdır. el-Yezidi der ki: (...): Onu kederlendirdi, söyleyişi Kureyş şivesi, (...) söyleyişi ise Temimlilerin söyleyişidir. Bu iki söyleyişe göre de kıraat vardır.

 

Ayet-i kerimenin anlamı ise: Peygamber (s.a.v.)'a bir tesellidir. Yani, onların küfür içerisinde koşuşup durmaları seni kederlendirmesin. Çünkü, şüphesiz ki Allah, onlara karşı sana zaferi va'detmiştir.

 

6- Casusluk Yapan Münafıklar:

 

Yüce Allah'ın: "Kalpleriyle iman etmedikleri halde ağızlarıyla inandık deyip de ... " buyruğunda kastedilenler münafıklardır. Bunlar, dillerinin açıkça ifade ettiği gibi imanı kalplerinde bulundurmayan kimselerdir.

 

"Yahudilerden" yani, Medine'deki yahudilerden. Burada söz (cümle) tamam olmaktadır. (Buna göre) ayetin anlamı şöyle olur: "Kalpleriyle ... koşuşup duranlar ve yahudilerden olan bazı kimseler(in yaptıkları) seni kederlendirmesin. "

 

Daha sonra Yüce Allah yeni bir cümleye başlayarak şöyle buyurmaktadır:

"Durmadan yalana kulak veren" yani, onlar durmadan yalana kulak verenlerdir. Yüce Allah'ın: "Yanınıza gidip gelenlerdir" (en-Nur, 58) buyruğu da fiil kipi itibarıyla bunu andırmaktadır.

 

Yeni cümle başının, Yüce Allah'ın: "Yahudilerden ... " olduğu da söylenmiştir. (Meal buna göre yapılmıştır.) Yani, yahudiler arasından çokça yalan dinleyen bir topluluk vardır. Yani bunlar, ele başlarının Tevrat'ı tahrif etmek suretiyle söyledikleri yalanlarını kabul etmektedirler.

 

Şöyle de denilmiştir: Ey Muhammed, bunlar sana yalan iftira etmek için. senin söylediklerini dinlerler. Çünkü, aralarında Peygamber (s.a.v.)'ın huzurunda bulunup sonra da yahudiler arasında avama karşı Hz. Peygambere iftira eden ve onu gözlerinde çirkin gösteren kimseler vardır. İşte Yüce Allah'ın: "Huzuruna gelmeyen diğer bir kavim lehine dinleyenler vardır" buyruğunun anlamı da budur. Münafıklar arasında da bu işi yapanlar vardı.

 

el-Ferra der ki: Burada (yani, en-Nur, 58. ayet ile bu ayet-ı kerimede geçen) (...): Kulak verenler, gidip gelenler olarak şeklinde okunması da caizdir. Nitekim Yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Onlar, lanete uğramışlardır. Nerede ele geçirilirlerse ... " (el-Ahzab, 61)

 

Bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak takva sahipleri cennetlerde ve nimetler içindedirler." (et-Tur, 17) Daha sonra: "Neşeliler olarak" (et-Tur, 18) ile; "Alanlar olarak" (ez-Zariyat, 16) diye buyurmuştur.

 

Süfyan b. Uyeyne der ki: Şanı Yüce Allah, Kur'an-ı Kerimde: "Huzuruna gelmeyen bir kavim lehine dinleyenler vardır" buyruğunda casuslardan söz etmiş, fakat Peygamber (s.a.v.) da onları bilmekle birlikte onlara (üstü kapalı dahi olsa) işaret etmemiştir. Zira o sırada henüz ilgili hükümler gelmemiş ve İslam da tam manasıyla güç ve iktidarı eline geçirmemişti.

 

Yüce Allah'ın izniyle, casusa dair hükümler el-Mümtahine suresinde (1. ayetin tefsirinde) gelecektir.

 

7- ilahi Buyrukları TahrifEtmek:

 

Yüce Allah'ın: "Kelimeleri yerine konulduktan sonra değiştirirler" buyruğun anlamı şudur: Onlar, sözleri senden anlayıp kavradıktan , Yüce Allah'ın murad ettiği yerlerini bilip apaçık hükümlerini de öğrendikten sonra, onu olmadık şekilde te'vil ederler ve şöyle derler: Onun da getirdiği şeriat, recmi terketmek şeklindedir. Muhsan olanı recmetmek yerine, Yüce Allah'ın hükmünü değiştirerek kırk celde vurmak da onların bu değiştirmelerindendir.

"Değiştirirler" ifadesi, Yüce Allah'ın: "Dinleyenler" buyruğunun sıfatı mahallindedir. Ve bu "Sana gel (mey) en" deki zamirden hal değildir. Çünkü onlar, sana gelmeyecek olurlarsa, ne söylediğini de işitemezler. Tahrif ise, ancak bir şeye tanık olup onu işiten kimse tarafından yapılır ve böyle bir kimse tahrif yapabilir. Yahudiler arasından tahrif ve değişiklik yapanlar onların bir kısmıdır. Hepsi değildir. Bundan dolayı "yahudilerden" bir topluluk dinleyenler vardır, şeklinde anlamın anlaşılması daha uygundur.

 

"Derler" ise, "Değiştirirler" deki zamirden hal mahallindedir.

 

"Eğer size şu verilirse onu alın" buyruğu Muhammed (s.a.v.) size sopa cezasını bildirirse onu kabul edin, aksi takdirde kabul etmeyin, demektir.

 

8- Allah'ın Kalplerini Temizlemek istemediği Kimseler ve Cezaları:

 

"Allah'ın fitneye düşürmek istediği kimse" dünyada saptırmak, ahirette de cezalandırmak istediği kimse "için sen, Allah'a karşı birşey yapamazsın" asla ona fayda veremezsin. "Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir" buyruğuyla Yüce Allah, aleyhlerine kafir kalmak hükmünü verdiğini açıklamaktadır.

 

Ayet-i kerime saptırmanın Yüce Allah'ın meşieti ile olduğuna delalet etmektedir. Bununla daha önce geçtiği üzere buna muhalif kanaat belirtenlerin görüşleri de reddedilmektedir. Yani, Yüce Allah müminlerin kalplerini onları mükafatlandırmak üzere temizlediği gibi, bu kafirlerin kalplerini üzerine bastığı mühürlerden temizlemek, arındırmak istemez.

 

"Dünyada onlara zillet vardır." Bu zilletin, recm'i inkar etmelerinden sonra Tevrat'ın getirtilip orada recm cezasının bulunduğunun ortaya çıkması suretiyle iç yüzlerinin açığa çıkması ve rezil olmaları olduğu, söylendiği gibi, dünyadaki zilletlerinin, kendilerinden cizye alınıp alçaltılmaları olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Maide 42

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR