ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

MAİDE

33

/

34

إِنَّمَا جَزَاء الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَاداً أَن يُقَتَّلُواْ أَوْ يُصَلَّبُواْ أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ الأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ {33}

 إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ مِن قَبْلِ أَن تَقْدِرُواْ عَلَيْهِمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ 34

 

33. Allah'a ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri yahut asılmaları yahut ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut yer (lerin) den sürülmeleridir. Bu onlara dünyada bir horluktur. Ahirette ise onlara pek büyük bir azap vardır.

34. Yalnız, kendilerine gücünüz yetmeden önce, tevbe edenler müstesnadırlar. Bilin ki Allah, çok mağfiret edicidir, çok merhamet sahibidir.

 

Buyruklarına dair açıklamalarımızı onbeş başlık halinde sunacağız:

 

1- Nüzul Sebebi:

2- Muharibin Tanımı:

3- Muharibin Hükmü:

4- Sürgüne Göndermenin Anlamı:

5- Nefyin (Sürgünün) Mahiyeti:

6- Hırsız ile Yolkesici Arasındaki Farklar:

7- Muharibin Öldürülmesi için Öldürdüğü Adamın Kendisine Denk Olması Şartı Aranmaz:

8- Muhariblerin Öldürülmesi:

9- Muharibler ile Savaşmanın Hükümleri:

10- Muharibler Tevbe Edecek Olurlarsa:

11- Muhariblere Ceza Uygulama Yükümlülüğü islam Devlet Başkanının Vazıfesidir:

12- Mücahid'in MuharebeyiAçıklaması:

13- Yol Kesiciye ve Hırsıza Karşı Malını Savunma:

14- Muharibler için Öngörülen Cezanın Hükmü:

15- Kendilerine Güç Yetirilmeden Önce Tevbe Edenler:

 

1- Nüzul Sebebi:

 

İnsanlar, bu ayet-i kerimenin nüzul sebebi hususunda farklı görüşlere sahiptir. Cumhurun kabul ettiği görüş ise, bu ayet-i kerimenin Uranıler hakkında nazil olduğudur.

 

Lafız Ebu Davud'un olmak üzere, hadis imamları Enes b, Malik'ten şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Ukl'den -veya Ureynelilerden de demiştir- bir topluluk, Rasülullah (s.a.v.)'ın huzuruna geldi. Medine'nin havası kendilerini rahatsız etti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) onlar için süt veren bir takım develeri tahsis etti. O develerin sidiklerinden ve sütlerinden içmelerini emretti. Bunun üzerine onlar da kalkıp gittiler. Sağlıklarına kavuştukları vakit, Peygamber (s.a.v.)'ın çobanını öldürdüler. Davarları önlerine katıp götürdüler. Sabah erken vakitte onların bu yaptıkları Peygamber (s.a.v.)'e ulaşınca, o da arkalarına takipçi gönderdi. Gün yükseldiği sırada yakalanıp getirildiler. Hz. Peygamber'in verdiği emir üzerine el ve ayakları kesildi, gözlerini çıkardı. Medine'nin kara taşlığına bırakıldılar. Su istiyorlar, onlara su verilmiyordu. Ebu Kılabe (Hadisi Enes b. Malik'ten rivayet edendir) dedi ki: İşte bunlar, hırsızlık yaptılar, adam öldürdüler, iman ettikten sonra kafir oldular, Allah'a ve Rasülune karşı savaş açtılar. 

 

Bir rivayette de şöyle denilmektedir: (Hz. Peygamber) emir vererek, çiviler kızdırılıp gözlerine mil çekildi. Ellerini ve ayaklarını kestirdi, buna karşılık (kestirdiği yerlerinden akan kanın kesilmesi için) onları dağlamadı. 

 

Yine bir rivayette şöyle denilmektedir: Resulullah (s.a.v.) onları takib edip yakalamak üzere iz takib etmeyi bilen bir takım kimseleri gönderdi ve onlar yakalanıp getirildiler. İşte bunun üzerine Yüce Allah da: "Allah'a ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak .... " ayeti nazil oldu. Yine bir rivayette Enes şöyle demiştir: Onlardan birisinin susuzluktan yeri ısırdığını gördüm. Nihayet öldüler.

 

Buhari'de de şöyle denilmektedir: Cerir b. Abdullah rivayet ettiği hadisinde şöyle der: Rasulullah (s.a.v.) beni bir grup müslüman ile birlikte gönderdi. Nihayet onlara yetiştik. Kendi topraklarına varmak üzere idiler. Onları yakalayıp Rasulullah (s.a.v.)'ın huzuruna getirdik. Cerir der ki: Onlar su diyorlardı, Rasulullah (s.a.v.) ise: "Ateş" diyordu.

 

Tarih ve Siyer alimlerinin naklettiklerine göre bunlar, çobanın el ve ayaklarını kesmişler, gözüne de diken batırmışlardı. Nihayet çoban da ölmüştü. Medine'ye ölü olarak getirildi. Adı Yesar idi. Aslen Nübe'li (Sudanlı) idi.

 

Mürtedlerin yaptıkları bu iş ise hicretin altıncı yılında olmuştu. Enes'ten gelen bazı rivayetlerde ise şöyle denilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) onları öldürdükten sonra ateşte yakmıştı. 

 

İbn Abbas ve ed-Dahhak'tan rivayet edildiğine göre, bu ayet-i kerime, kitap ehlinden olan bir topluluk sebebiyle nazil olmuştu. Bunlarla Rasulullah (s.a.v.) arasında bir antlaşma vardı. Kitab ehlinden olanlar bu antlaşmayı bozdular, yol kestiler ve yeryüzünde fesat çıkardılar.

 

Ebu Davud'un Musannef'inde de İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Allah'a ve Rasulüne karşı savaşanların ... Allah çok mağfiret edicidir, çok merhamet sahibidir" buyruğuna kadar olan iki ayet-i kerime, müşrikler hakkında nazil olmuştur. Onlardan kendilerine güç yetirilmezden önce, (Ebu Davud'da Tevbe etmeden önce) yakalanan kimselerin bu durumu kendisine işlemiş olduğu suçun haddinin uygulanmasına engel teşkil etmiyordu. 

 

Ayet-i kerime müşrikler hakkında nazil olmuştur diyenler arasında İkrime ve el-Hasen de vardır. Ancak bu, zayıf bir görüş olup, bunu Yüce Allah'ın şu buyrukları reddetmektedir: "Sen, o kafirlere de ki: Eğer vazgeçerlerse onlara, geçmiş (günahları) mağfiret olunur" (el-Enfal, 38) Hz. Peygamber'in: "İslam, kendisinden önceki şeyleri yıkar" -Müslim rivayet etmiştir- hadisi de bunu reddetmektedir.

 

Doğru olan ise, bu hususta sabit olan hadislerin açık ifadeleri (nassaları) dolayısıyla birincisidir.

 

Malik, Şafii, Ebu Sevr ve rey sahipleri derler ki: Ayet-i kerime, müslümanlardan olup yol kesmeye, yeryüzünde fesat çıkarmaya çıkan kimseler hakkında nazil olmuştur.

İbnü'l-Münzir der ki: Malik'in görüşü sahihtir. Ebu Sevr de bu görüşün lehine delil getirmek üzere şöyle demektedir: Ayet-i kerimenin kendisinde ayetin müşrik olmayanlar hakkında nazil olduğuna delil vardır. Bu da Yüce Allah'ın: "Yalnız kendilerine gücünüz yetmeden önce tevbe edenler müstesnadır" buyruğudur. İcma ile, ilim adamları şunu kabul etmişlerdir ki, şirk ehli, ellerinize düşüp İslama girecek olurlarsa, artık kanları haram olur. İşte bu, ayeti kerimenin müslüman kimseler hakkında nazil oluduğuna delildir.

 

Taberi de kimi ilim ehlinden şunu nakletmektedir: Bu ayet-i kerime, Peygamber (s.a.v.)'ın Urani'lere yaptığı uygulamayı nesh etmiş ve böylece bu konudaki uygulama bu (ayetlerin getirdiği) sınırda durmuş oldu. Muhammed b. Sirin de şöyle demektedir: Bu husus, hadlerin nazil oluşundan önce idi. Bununla Enes (r.a)'ın rivayet ettiği hadisi kastetmektedir. Bunu, Ebu Davud zikretmektedir. 

 

Aralarında el-Leys b. Sa'd'ın da bulunduğu bir topluluk şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)'ın Uraniler hakkında yaptığı uygulama, sonradan nesh olunmuştur. Zira, irtidat eden bir kimseye müsle yapmak caiz değildir. Ebu'z-Zinad der ki: Rasulullah (s.a.v.), süt veren develeri çalan kimselerin el ve ayaklarını kesip ateşle gözlerini dağlayınca, bu hususta Yüce Allah ona sitem etti ve bununla ilgili olarak da: "Allah'a ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları .... dır" ayetini indirdi. Bunu da Ebu Davud rivayet etmiştir. 

 

Ebu'z-Zinad der ki: Hz. Peygambere öğüt verilip ona müsle yasak kılınınca, bir daha bu işi yapmadı.

 

Bir topluluktan nakledildiğine göre, bu ayet-i kerime, Hz. Peygamberin sözü geçen fiilini nesh etmiş değildir. Çünkü, onun bu uygulaması, mürted kimseler hakkında vaki olmuştu. Özellikle de Müslim'in Sahih'i ile Nesai'de ve başkalarında şöyle denildiği sabittir: Peygamber (s.a.v.)'in bu kimselerin gözlerini dağlamasının sebebi, onların da çobanların gözlerini dağlamaları idi. O halde bu bir kısastı. Bu ayet-i kerime ise, mü'min muharip (yol kesici) hakkındadır.

 

Derim ki, bu güzel bir görüştür. Ayrıca Malik ve Şafii'nin kabul ettiği görüşün manası da budur. Bundan dolayı Yüce Allah: "Yalnız kendilerine gücünüz yetmeden önce tevbe edenler müstesnadırlar" diye buyurmaktadır. Bilindiği gibi kafirlere güç yetirildikten sonra, tevbe ile cezalarının kalktığı gibi güç yetirilmeden önce de tevbe ile cezaları kalkar ve her iki halde de hükümlerinde bir farklılık olmaz. Mürted ise -muharebe olmasa dahi- bizzat irtidat dolayısıyla öldürülmeyi hak eder. Fakat, sürgüne gönderilmez, eli kesilmez, ayağı kesilmez ve serbest bırakılmaz. Aksine, müslüman olmadığı takdirde öldürülür. Çarmıha da gerilmez. İşte bu, ayetin ihtiva ettiği cezalarla mürtedin kastedilmediğinin delilidir.

 

Yüce Allah ise kafirler hakkında: "Sen, o kafirlere de ki: Eğer vazgeçerlerse, onlara geçmiş (günahları) mağfiret olunup ... "(el-Enfal, 38) diye buyurken, muharibler (yol kesiciler) hakkında: "Yalnız kendilerine ... müstesnadırlar" ayetini indirmiştir. Bu da (aradaki fark) gayet açıkça ortadadır.

 

Bölümün baş tarafında yaptığımız açıklamalara göre de içinden çıkılmıyacak bir durum yoktur, bir kınama, bir sitem de sözkonusu değildir. Zira o, (Hz. Peygamber'in yaptıkları) Kitab-ı Kerim'in muktezasıdır. Yüce Allah da:

 

"Onun için size kim saldırırsa, siz de tıpkı onların size saldırdıkları gibi karşılık verin" (el-Bakara, 194) diye buyurmuştur. Bunlar da (çobanlara) müsle yaptılar. O nedenle kendilerine de müsle yapıldı. Şu kadar var ki, eğer sitemde bulunulduğu rivayeti sahih ise, bunun öldürme hususunda aşırıya kaçılmış olmasından dolayı olması muhtemeldir. Zira, kızdırılmış çivilerle gözlerine mil çekilip ölünceye kadar susuz olarak bırakıldılar ( bu onların yaptıklarına bir fazlalığı ifade eder). Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Taberi de es-Süddi"den şöyle dediğini nakletmektedir: Peygamber (s.a.v.) Uranilerin gözlerine mil çekmedi. Ancak bunu yapmak istedi, bu ayet-i kerime de bunu yasaklamak üzere nazil oldu. Bu ise, oldukça zayıf bir görüştür. Çünkü, bu konudaki sabit haberler, gözlerine mil çekildiği şeklinde varid olmuştur. Buhari'nin Sahih'inde şöyle denilmektedir: Hz. Peygamber emir verince, çiviler kızdırıldı ve gözlerine mil çekti.

 

Ayet-i kerime her ne kadar mürtedler yahut yahudiler hakkında nazil olmuş olsa dahi, bu ayetin ifade ettiği hükmün müslüman muharibler hakkında olduğu hususunda ilim ehli arasında görüş ayrılığı yoktur.

 

Yüce Allah'ın: "Allah'a ve Resulüne karşı savaşanların ... cezası ancak ... " buyruğunda, bir istiare ve bir mecaz vardır. Zira, Yüce Allah'a karşı savaşılamaz ve kimse O'nu mağlup etmeye kalkışamaz. Çünkü O, kemal sıfatlarına sahiptir. Ve O, zıtlardan ve ortaklardan münezzehtir. Bu, Allah'ın dostlarına karşı savaşanlar... anlamındadır. Yüce Allah burada kendi Aziz zatını, gerçek dostlarını anlatmak üzere ifade buyurmuştur. Böylelikle onlara yapılacak eziyetin ne kadar büyük olduğuna dikkat çekmek istemiştir. Nitekim şu buyruğunda kendi zatını zikrederek, fakir ve zayıf kimseleri kastettiği gibi:

 

"Allah'a güzel bir şekilde ödünç verecek olan kimdir. " (el-Bakara, 245) Bununla Yüce Allah fakir ve zayıflara karşı duyguları harekete geçirmek ve teşvik etmek istemiştir. Sahih hadiste varid olan: "Ey Ademoğlu, ben senden bana yemek yedirmeni istemiştim. Sen bana yedirmedin ... " diye Müslim'in rivayet ettiği hadis de bunun gibidir. Bu da daha önce el-Bakara süresinde (245. ayet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

2- Muharibin Tanımı:

 

İlim adamları, "muharib" adının kimlere verilmesinin uygun olacağı hususunda farklı görüşlere sahiptirler.

 

Malik der ki: Bize göre muharib, ister şehirde olsun, ister meskün olmayan mahalde olsun, insanlara karşı silah taşıyan ve ortada bir karışıklık, bir intikam ve bir düşmanlık sözkonusu olmaksızın insanların mal ve canlarına karşı taarruzda bulunan kimsedir.

 

İbnü'l-Münzir der ki: Bu meselede Malik'ten gelen rivayetler farklıdır. O, kimi zaman Mısırda (yani yerleşik bölgelerde) muharebenin sözkonusu olduğunu kabul ederken, kimi rivayetlerde bunu kabul etmemektedir.

 

Bir kesim de şöyle demiştir: Bunun hükmü, şehirde (mısırda, meskün mahallerde) yahut evlerde, yollarda, çöllerde, göçebe olarak yaşanan yerlerde ve kasabalarda olmasının hükmü birdir ve bu durumlarda muhariblere uygulanacak had aynıdır. Bu, Şafii ve Ebu Sevr'in de görüşüdür.

 

İbnü'l-Münzir der ki: Böyle de olması gerekir. Çünkü, bunların hepsi hakkında muharib tabiri kullanılabilir. Kitab (ın ifadeleri) ise umumidir. Herhangi bir delil bulunmaksızın hiç bir kimse bir topluluğu ayetin genel kapsamı dışına çıkartamaz.

 

Bir başka kesim ise şöyle demektedir: Mısır'da (yerleşik yerlerde) muhare be sözkonusu olmaz. Muharebe ancak Mısır'ın dışında olur. Bu da Süfyan es -Sevrı, İshak ve Nu'man'ın (b. Sabit'in yani Ebu Hanife'nin) görüşüdür. Bir kimsenin malını almak kastıyla hileli bir yolla tuzak kurup suikast yapan kimse (muğtal) da muharib gibidir. Şayet silah çekmeyip, birisinin evine girip yahut bir yolculukta onunla arkadaşlık kurup zehir verip öldürecek olursa, kısas olmak üzere değil de had olarak öldürülür.

 

3- Muharibin Hükmü:

 

Fukaha, muharibin hükmü hakkında da farklı görüşlere sahiptirler.

 

Bir kesim işlediği fiil kadarıyla ona had uygulanır, demektedir. Bir kimse yolda korku salar ve mal alırsa, çaprazlama olarak el ve ayağı kesilir. Eğer mal alıp adam öldürürse, önce el ve ayağı kesilir, sonra çarmıha gerilerek asılır. Şayet adam öldürmekle birlikte mal almamışsa öldürülür. Şayet bizzat kendisi mal da almamış, kimseyi de öldürmemişse, sürgüne gönderilir. Bunu İbn Abbas söylemiştir. Ayrıca bu, Ebu Miclez, en-Nehai, Ata el-Horasani ve başkalarından da rivayet edilmiştir.

 

Ebu Yusuf der ki; Eğer mal almış ve adam öldürmüşse, önce çarmıha gerilir ve çarmıha gerildiği ağaç üzerinde öldürülür.

 

el-Leys der ki: Çarmıha gerili olduğu halde harbe ile öldürülür.

Ebu Hanife der ki: Adam öldürmüşse öldürülür. Mal almış fakat adam öldürmemişse çaprazlama olarak el ve ayağı kesilir. Mal alıp adam öldürmüş ise, ona yapacağı uygulama hususunda sultan (devlet yöneticisi, ya da bu cezaları uygulama yetkisine sahip makam, otorite) ona yapacağı uygulamada muhayyerdir: Dilerse el ve ayağını (çaprazlama) keser, dilerse el ve ayağını kesmeyip onu öldürür ve çarmıha gererek asar.

 

Ebu Yusuf der ki: Öldürmek, her şeyin (her türlü cezanın) üstüne gelebilir. el-Evzai'nin görüşü de buna yakındır.

 

Şafii ise der ki: Mal almış ise, sağ eli kesilir ve dağlanır. Sonra da sol ayağı kesilir ve dağlanır, sonra da serbest bırakılır. Çünkü böyle bir cinayet, hirabe (yol kesmek) suretiyle hırsızlıktan daha fazla bir cinayettir. Eğer öldürmüş ise öldürülür. Şayet mal alıp öldürmüşse, öldürülür ve çarmıha gerilerek asılır. Yine Şafii'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: üçgün süre ile asılır. Eğer yol kesicilerle hazır bulunur, onların sayılarını artırır, giden gelenleri korkutur ve düşmana destek destek olmuş ise, bu sefer hapsedilir.

Ahmed der ki: Adam öldürmüşse öldürülür, eğer mal almışsa el ve ayağı kesilir. -Şafii'nin dediği gibi-.

 

Bir topluluk da şöyle demektedir: Öldürülmeden önce çarmıha gerilmek suretiyle namaz kılması, yemek yemesi ve içmesi engellenmemelidir. Şafii'den de şöyle dediği nakledilmiştir: Peygamber (s.a.v.)'ın müsle'yi yasaklamış olması dolayısıyla çarmıha gerilmiş halde öldürülmesini mekruh görmekteyim,

 

Ebu Sevr der ki: Ayetin zahirine göre imam (devlet yöneticisi), muhayyerdir. Malik de böyle demiştir. Ayrıca bu görüş İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Aynı zamanda bu Said, b, el-Müseyyeb, Ömer b, Abdulaziz, Mücahid, ed-Dahhak ve en-Nehai'nin de görüşüdür. Hepsi şöyle demiştir: İmam, muharibler hakkında hüküm vermekte muhayyerdir. Ayetin zahirine göre, yol kesenler hakkında Allah'ın farz kılmış olduğu öldürmek, çarmıha germek yahut kesmek ya da sürgüne göndermek hükümlerden hangisini uygun görürse onunla hüküm verir.

 

İbn Abbas der ki: Kur'an-ı Kerim'de "veya" tabiri ile belirtilen hükümlerden, ilgili kimse dilediğini seçmekte muhayyerdir.

 

Bu görüş de ayetin zahirine daha uygun görünmektedir. Çünkü, "ev: veya"nın -farklı görüşlere sahip olsalar dahi- tertip sıralama ifade ettiğini söyleyen birinci görüşün sahiplerinin ileri sürdükleri görüşleriyle bu suçu işleyen kimseye bir arada iki haddi uyguladıklarını ve öldürülür ve çarmıha gerilir dediklerini, bir diğer bölümünün ise çarmıha gerilir ve öldürülür; başkalarının, el ve ayakları kesilir ve sürgüne gönderilir, dediklerini görmekteyiz, Oysa, ayet-i kerime böyle değildir. Dilde "ev: veya"nın anlamı da böyle değildir, Bunu en-Nehhas söylemiştir,

 

Birinci görüşün sahipleri ise, Taberi'nin Enes b. Malik'ten zikrettiği şu rivayeti delil gösterirler, Enes dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) Hz. Cebrail'e muharibe dair hüküm hakkında sordu, o da şöyle dedi: "Kim yolda korku salar ve mal alırsa, mal aldığı için elini kes, korku saldığı için de ayağını kes, Kim de öldürmüş ise, sen de onu öldür. Hepsini yapanı ise çarmıha gererek as,"

 

İbn Atiyye der ki: Geriye yalnızca korkutan için ceza olarak sürgüne göndermek kalmaktadır. Korkutan kimse ise katil hükmündedir. Bununla birlikte, Malik bu hususta, istihsan yolu ile cezaların ve azabın daha hafif olanını kabul etmektedir.

 

4- Sürgüne Göndermenin Anlamı:

 

"Yahut yer (lerin) den sürülmeleridir" buyruğunun anlamı hususunda farklı görüşler vardır. es-Süddı der ki: Yerden sürülmenin anlamı, yakalanıp da üzerine Allah'ın haddi uygulanıncaya kadar suvari ve piyade olarak takib edilmesi yahut kendisini takib edenlerden kaçarken Dar-ı İslam'ın dışına çıkmasıdır. Bu açıklama, İbn Abbas, Enes b. Malik, Malik b. Enes, el-Hasen, es-Süddi, ed-Dahhak, Katade, Said b. Cübeyr, er-Rabı b. Enes ve ez-Zührı'den nakledilmiştir. Bunu, er-Rummanı "Kitab"ında nakletmektedir.

 

Şafii'den nakledileliğine göre, bunlar bir beldeden bir başka beldeye çıkartılıp gönderilir ve hadlerin üzerlerine uygulanması için de takib edilirler. Bunu, el-Leys b. Sa'd ve ez-Zühri de ifade etmiştir. Yine Malik der ki: Bu işi yaptığı beldeden bir başkasına sürülür ve orada -zina eden gibi- haps edilir. Yine Malik ve Kufeliler şöyle demektedir: Sürgüne gönderilmelerinden kasıt, bunların haps edilmeleridir. Onlar böylelikle, dünyanın genişliğinden darlığına sürülmüş olurlar. Hapse konulmak suretiyle yerleştirildiği yer müstesna, yerden sürülmüş gibi olur. Onlar buna bu hususta mahpuslardan birisinin söylediği şu beyitleri delil göstermişlerdir: "Biz dünya ehlinden olduğumuz halde dünyadan çıktık Dünyada ölüler arasında da değiliz, diriler arasında da Bir gün hapishane gardiyanı bir ihtiyaç için yanımıza gelecek olursa Hayrete düşeriz ve: Bu adam dünyadan geldi, deriz."

 

Mekhul'un de naklettiğine göre, Ömer b. Hattab (r.a) hapislerde tutuklama yapan kişidir. O, şöyle demiştir: Ben onun tevbe edip etmediğini bilinceye kadar onu haps ederim. Bir beldeden bir beldeye sürgüne göndererek onlara da eziyet vermesine fırsat vermem.

 

İfadenin zahirinden anlaşılan o ki, ayet-i kerimede sözü geçen "yer"den kasıt, olayın meydana geldiği yerdir. İnsanlar, eskiden beri günah işledikleri yerden uzak durmuşlardır. "Göğsü ile kutsal arza doğru kendisini yönelten kişi"nin durumu ile ilgili hadis de bu muhtevayı ifade etmektedir. 

 

Bu muharib kişinin eğer tekrar muharebeye (yol kesiciliğe) döneceğinden, yahut fesada kalkışacağından korkuluyor ise, yabancı olarak sürgüne gönderileceği yerde, imamın bu kimseyi haps etmesi gerekir. Şayet bu şekilde davranacağından korkulmuyor ve tekrar bir cinayete dönmeyeceği kanaati hasıl olursa, o takdirde de serbest bırakılır.

 

İbn Atiyye der ki: Malik'in mezhebinden açıkça anlaşılan şu ki: O, yabancı olacağı bir yere sürgüne gönderilir ve haps edilir. Bu ise, böyle birilerinin çoğunlukla tehlikeli olacağından korkulan kimseler oluşundan dolayı böyledir. Bunu, Taberi de tercih etmiştir, açıkça anlaşılan da budur. Zira, olayın gerçekleştiği yerden sürülmesi, ayetin lafzı ile ifade edilmiştir. Bundan sonra haps edilmesi ise, onun tehlikeli olacağı korkusuna göre değişir. Şayet tevbe eder ve onun bu tevbesi halinden anlaşılırsa, serbest bırakılır.

 

5- Nefyin (Sürgünün) Mahiyeti:

 

Yüce Allah'ın: "Yahut yer(lerin)den sürülmeleridir" buyruğunda geçen sürmek anlamındaki nefy, aslında helak etmektir. Olumluluk (isbat) un zıddı olan nefy de buradan gelmektedir. Bu durumda nefy, idam etmek suretiyle helak etmek (öldürmek demektir). Kötü ve kalitesiz mala isim olarak verilen "en-nifaye" de buradan gelmektedir. Kovadan etrafa sıçrayan su damlacıklarına nefy demek de buradan gelmektedir. Şair der ki: "Sırtı üzerindeki su damlacıkları sanki Kayaların üzerine düşmüş kuş pislikleri gibidir."

 

6- Hırsız ile Yolkesici Arasındaki Farklar:

 

İbn Huveyzimendad der ki: Muharibin aldığı malın, hırsızda göz önünde bulundurulduğu gibi nisab miktarına ulaşması gözönünde bulundurulmaz. Bu hususta, nisab olarak çeyrek dinarın göz önünde bulundurulacağı da söylenmiştir.

 

İbnü'I-Arabi der ki: Şafii ve rey sahipleri şöyle demişlerdir: Hırsızın elinin kesilmesini gerektiren miktar kadar alanlar müstesna, yol kesicilerin elleri ve ayakları kesilmez.

 

Malik der ki: Böyle birisi hakkında muharib hükmü verilir, sahih olan da budur. Çünkü Yüce Allah, Peygamber (s.a.v.)'ı vasıtası ile hırsızlıkta çeyrek dinarı elin kesilmesi için nisab olarak tesbit etmekle birlikte, hirabede bunun için herhangi bir miktarı nisab olarak tesbit etmeyip, sadece muharibin cezasını zikretmekle yetinmiştir. Bu ise, bir habbe (buğday tanesi) dolayısıyla dahi olsa muharebelerine karşılık olarak cezanın eksiksiZ verilmesini gerektirmektedir. Diğer taraftan bu, bir aslın bir diğer asla kıyasıdır ki, bu hususta (böyle bir kıyasın yerinde olup olmadığı hususunda) görüş ayrılığı vardır. Daha üstün olanın, daha aşağıda olana, daha aşağıda olanın da altta olana kıyasına gelince, bu kıyasın aks edilmesidir. Peki, muharib bir kimse nasıl olur da sadece mal çalmak isteyip de fark edildiği zaman kaçan hırsıza kıyas edilebilir. Hatta hırsız, silahlı olarak mal almak kastıyla bir yere girecek olsa, almak istediği mal engellense, yahut bağırılıp imdat istense, kendisi de bunun için kavgaya tutuşacak olursa, böyle bir kimse artık muharib olur ve onun hakkında muharib hükmü verilir.

 

Kadı İbnü'l-Arabi der ki: İnsanlar arasında (hakim olarak) hüküm verdiğim günlerde, bir kişi bana bir hırsız getirdi. Bu hırsız bir bıçak ile eve girmiş, bıçağı uyumakta olan ev sahibinin kalbine dayamış. Arkadaşları ise o adamın malını almışlardı. Ben de onlar hakkında muharibler hükmü ile hüküm verdim. Şunu kavrayın ki bu, dinin aslındandır. Ve böylelikle sizler de cahillerin bulunduğu aşağılık mertebelerden, ilmin zirvelerine yükseliniz.

 

7- Muharibin Öldürülmesi için Öldürdüğü Adamın Kendisine Denk Olması Şartı Aranmaz:

 

Hirabede, öldüren kimsenin, -maktul kişi katile denk olmasa dahi- öldürüleceği hususunda görüş ayrılığı yoktur.

 

Şafii'nin bu hususta iki görüşü vardır. Birincisine göre, bu konuda denklik nazar-ı itibara alınır. Çünkü, muharib bir başkasını öldürmüştür, o bakımdan kısasta olduğu gibi bu hususta da denklik nazarı itibara alınır.

 

Ancak bu zayıftır. Çünkü burada sözü geçen öldürme cezası, yalnızca başkasını öldürdüğü için değildir. Bu, etrafa korku salmak ve mal almak gibi genel fesada karşılık bir cezadır. Yüce Allah ise: "Allah'a ve Rasulüne karşı savaşanların ve yer yüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri ... dır'' diye buyurmaktadır. Yüce Allah böylelikle, muharebe yoluyla ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışmak suretiyle, iki şeyi bir arada işlediği takdirde muharibe hadlerin uygulanmasını emretmiş ve bu hususta üstün olan ile olmayan, yüksek konumda olan ile sıradan konumda bulunan arasında herhangi bir ayırım gözetmemiştir.

 

8- Muhariblerin Öldürülmesi:

 

Muharibler, yol kesiciliğine çıkıp, kafile ile çarpışma ya koyulup, bir kısmı öldürülürken, bir kısmı öldürülmeyecek olursa, geri kalanların hepsi öldürülür.

 

Şafii ise, ancak öldüren kimse öldürülür demektedir, bu da zayıf bir görüştür. Çünkü, aynı olayda hazır bulunan kimseler, hepsi fiilen öldürmeseler dahi elde edecekleri ganimette ortak olacaktı. Şafii, öncü kuvvetlerin öldürüleceğini bizim gibi kabul ettiğine göre, muharibin öldürülmesi evveliyetle sözkonusudur.

 

9- Muharibler ile Savaşmanın Hükümleri:

 

Muharibler, yolda korku salacak, yol kesecek olurlarsa, imamın (tevbeye) çağırmaksızın onlarla çarpışması vacib olur. Müslümanların da onlara karşı savaşmak ve müslümanlara eziyet vermelerini engellemek için yardımlaşmaları vacib olur.

 

Şayet muharibler bozguna uğrayıp kaçacak olurlarsa, adam öldürmüş ve mal almış bir kimse olması dışında geri kaçanları takib edilmez. Eğer kaçan kişi adam öldürüp mal almış ise, yakalanması ve işlediği cinayet dolayısıyla ona uygulanması gereken cezanın verilmesi için takib edilir. Öldürmüş olması hali dışında muhariblerden yaralı olanlarının işleri bitirilmez.

 

Eğer yakalandıkları takdirde muayyen olarak herhangi bir kimseye ait bir mal ellerinde bulunacak olursa, o mal o kişiye ya da mirasçılarına geri verilir. Şayet o malın sahibi bulunmayacak olursa beytulmale konulur.

 

Herhangi bir kimseye ait olup telef ettikleri malın tazminatını öderler. Tevbe etmelerinden önce ele geçirildikleri takdirde, öldürdükleri herhangi bir kimseye diyet vermeleri sözkonusu değildir.

 

Tevbe ederek gelmeleri hali ile ilgili hükümler ise bir sonraki başlığın konusunu teşkil etmektedir.

 

10- Muharibler Tevbe Edecek Olurlarsa:

 

Tevbe eden muharibler aleyhine imamın herhangi bir yolu yoktur. Artık, üzerlerinde bulunan Allah'a ait hadler sakıt olur ve yalnızca insanlara ait haklardan dolayı muaheze olunurlar. O bakımdan imam, adam öldürmüş yahut yaralamışlarsa onlara kısas uygular. Telef ettikleri herhangi bir mal veya kanın tazminatını hak sahiplerine ödemekle yükümlü olurlar. Hak sahiplerinin muharib olmayan diğer cinayet işlemiş kimseler gibi bunları da affetmeleri, yahud da haklarını bağışlamaları mümkündür. Malik, Şafii, Ebu Sevr ve rey sahiplerinin görüşü budur.

 

Ellerinde bulunan malların onlardan alınıp, telef ettiklerinin de kıymetinin tazminatını ödemelerinin sebebi ise, yaptıkları bu işin bir gasb olmasından ve bu malları mülkiyetlerine almalarının caiz olmayışından dolayıdır. Böyle bir mal ise, ya sahiplerine harcanır yahut da imam, sahibi belli oluncaya kadar onu yanında alıkoyar.

 

Ashab ve tabiinden bir gurup şöyle derler: Muharibten yanında bulunandan başka bir mal istenmez. Telef edip tükettiğinden dolayı da sorumlu tutulmaz. Taberi bunu, el-Velid b. Müslim'in Malik'ten yaptığı bir rivayet olarak kaydetmektedir. Ali b. Ebi Talib (r.a)'ın Harise b. Bedr el-Cudani'ye yaptığı uygulamadan zahir olarak anlaşılan da budur. Harise, önce muharib bir kimse iken, ele geçirilemeden önce tevbe etmişti. Hz. Ali de ona, bu halinde yazılı bir belge olarak, üzerindeki mal ve kan sorumluluklarının sakıt olduğunu bildirdi.

İbn Huveyzimendad der ki: Kendisine had uygulanıp kendisine ait herhangi bir mal bulunmayan muharib hakkında İmam Malik'ten farklı rivayetler gelmiştir. Acaba böyle bir kimse aldıklarına karşılık borçlu mu olur, yoksa hırsızdan bu yükümlülük kaldırıldığı gibi ondan da kaldırılır mı?

 

Bu hususta; müslüman ile zımmi arasında bir fark yoktur.

 

11- Muhariblere Ceza Uygulama Yükümlülüğü islam Devlet Başkanının Vazıfesidir:

 

İlim adamları icma ile şunu kabul etmişlerdir: İslam devlet başkanı muharebe yapanların velisi (sorumluları) dır. Muharib bir kişi, herhangi bir kimsenin kardeşini, ya da babasını muharebe halinde öldürecek olursa, onların kanını talep etmek durumunda olan (maktullerin mirasçısı), muharibin cezası hususunda herhangi bir yetkiye sahip değillerdir. Kanını taleb etmek hakkına sahip olan velilerinin, muharibi affetmeleri caiz olamaz. Bu hükmü uygulamakla yükümlü olan imamdır. İlim adamları bunu, Yüce Allah'ın hakkı olan hadlerden bir had ayarında kabul etmişlerdir.

 

Derim ki: İşte, şimdiye kadar anlattıklarımız, önemli olanlarını bir araya getirip, inci misali hükümlerini dizdiğimiz özet hükümlerdir. Muharebenin açıklaması (yorumu, tefsiri) hakkında ileri sürülen en garib iddialardan birisini de bir sonraki başlıkta ele alalım:

 

12- Mücahid'in MuharebeyiAçıklaması:

 

Muharebe'ye dair en garip açıklama, Mücahid'in yaptığı açıklamadır. Mücahid der ki: Bu ayet-i kerimedeki muharebeden kasıt, zina ve hırsızlıktır. Ancak bu doğru bir açıklama değildir. Çünkü Yüce Allah Kitab-ı keriminde ve Peygamberi'nin vasıtası ile hırsızın elinin kesileceğini, zina edenin de eğer evlenmemiş ise celde vurulup sürgüne gönderileceğini, eğer muhsan ise recm edileceğini beyan etmiştir. Bu ayet-i kerimede muharibe dair hükümler bunlardan farklıdır. Şu kadar var ki, eğer namusa tasallut etmek kastı ile üstünlük sağlamak amacıyla silah çekmek suretiyle yolda korku uyandırmak istemesi bundan müstesnadır. Çünkü böyle bir iş, muharebenin en çirkin ve kötü olan şeklidir. Mal almaktan daha da kötüdür. Bu ise, şanı Yüce Allah'ın:

 

"Yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların ... " buyruğunun kapsamına girmektedir.

 

13- Yol Kesiciye ve Hırsıza Karşı Malını Savunma:

 

İlim adamlarımız derler ki: Hırsıza, Allah adına (bu işten vazgeçmesi için) seslenilir. Vazgeçerse ona ilişilmez, Vazgeçmeyecek olursa onunla çarpışmaya girilir. Böyle birisini malını savunan kişi öldürecek olursa, o kişiler en kötü bir maktuldür ve kanı da hederdir.

 

Nesai'nin Ebu Hureyre'den rivayetine göre bir adam Rasulullah (s.a.v.)'a gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü, eğer benim malıma saldırılacak olursa ne yapayım? Hz. Peygamber: "(Allah adına) ona vazgeçmesi için seslen." Eğer kabul etmeyecek olurlarsa? diye sorunca Hz. Peygamber: "Allah adına seslen" diye buyurdu. Adam yine: Şayet yine vazgeçmezlerse diye sorunca, Hz. Peygamber yine: "Allah adına seslen" dedi. Adam: Yine vazgeçmeyecek olurlarsa deyince, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Onunla çarpış. Sen öldürülürsen cennetliksin. Eğer onu öldürürsen o da cehennemdedir."

 

Bunu, Buhari ve Müslim de Ebu Hureyre'den rivayet etmekte, orada Allah adına vazgeçmesini söylemekten söz edilmemektedir. Ebu Hureyre derdi ki: Bir adam Rasulullah (s.a.v.)'a gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü, bir adam gelip benim malımı almak isterse ne yapmamı emredersin? Hz. Peygamber: "Malını ona verme" diye buyurdu. Adam: Ya benimle çarpışmaya kalkışacak olursa ne emredersin? Hz. Peygamber: "Sen de onunla çarpış" diye buyurdu. Adam: O beni öldürürse durumum nedir diye sordu, Hz. Peygamber: "Sen şehid olursun" diye buyurdu. Yine adam: Peki, ya ben onu öldürürsem ne olur? Hz. Peygamber: "O da cehennemdedir" diye buyurdu.

 

İbnü'l-Münzir der ki: Biz, ilim ehlinden bir topluluktan, hırsızlar ile çarpışıp da onlara karşı kişinin canını ve malını savunması görüşünde olduklarını rivayet etmiş bulunuyoruz. İbn Ömer'in, Hasan-ı Basri'nin, İbrahim enNehai'nin, Katade'nin, Malik'in, Şafii'nin, Ahmed'in, İshak'ın ve en-Nu'man'ın (Ebu Hanife'nin) da görüşü budur. genel olarak ilim adamları bu görüştedir. Çünkü kişi, kendi canını, ailesini ve malını bunlara saldırıda bulunulmak istendiği takdirde çarpışmak suretiyle korumak hakkına sahiptir. Zira Peygamber (s.a.v.)'den gelen haberler. bu hususta herhangi bir zamanı tahsis etmedikleri gibi herhangi bir hali de tahsis etmemişlerdir. Bundan tek istisna, sultan (devlet yöneticisi) dir.

 

Çünkü, hadis ehli adeta icma ile şunu kabul etmiş gibidirler: Bir kimse canını ve malını ancak sultana karşı huruc ile (karşı çıkmak ve ayaklanmak ile) ve ona karşı savaşma, ile koruyabiliyor ise, o takdirde sultana karşı savaşmak ona karşı huruc etmez. Çünkü, yöneticilerin yaptıkları haksızlık ve zulme karşı sabrı emredip namazı kıldıkları sürece onlarla çarpışmayı ve onlara karşı ayaklanmayı terk etmeye delalet eden Rasulullah'tan gelen haberler bunu ifade etmektedir.

 

Derim ki: Bizim mezhebimizde (Maliki mezhebinde) şu hususta farklı görüşler vardır: Elbise ve yiyecek gibi basit bir şey istenecek olursa, haksızca istekte bulunanlara bunlar verilir mi, yoksa onlarla çarpışılır mı? Bu, konu ile ilgili kabul edilen asıl kaideye mebni bir görüş ayrılığına sebeptir. O da şudur: Onlarla savaşmak emri bir münkeri değiştirmek olduğundan dolayı mı verilmiştir, yoksa zararı önlemek kabilinden mi verilmiştir? Yine bu görüş ayrılığı da, onlarla (muhariblerle) çarpışmadan önce, onları (bu işten vazgeçmeye) çağırmak hususundaki görüş ayrılığına mebnidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

14- Muharibler için Öngörülen Cezanın Hükmü:

 

"Bu, onlara dünyada bir horluktur." Bu cezaları, muharebenin kötülüğü ve zararının büyüklüğü dolayısıyladır. Muharebenin zararının büyük oluşu, insanlar aleyhine kazanç yollarını kapatmasından ötürüdür.

 

Zira, kazanç yollarının büyük çoğunluğu ve büyük ticaretler ile bu yolların temeli ve ana direği, Yüce Allah'ın şu buyruğunda ifade edildiği gibi, yeryüzünde dolaşmak, seyahat etmektir: "Diğer bir kısmı da Allah'ın lütfundan arayarak, yeryüzünde yol tepecekler ... " (Müzzemmil, 20) Yolda korku ve dehşet saçılırsa, bu sefer insanlar yolculuk yapmaz olurlar. Evlerinden dışarı çıkmazlar. Böylelikle aleyhlerine olmak üzere ticaret kapıları kapanır, kazanç yolları kesilir. Bu sebepten dolayı Yüce Allah, yol kesiciler hakkında ağır hadler teşrı buyurmuştur. Dünyadaki bu horluk, onların yaptıkları kötü işlerden vazgeçmelerini sağlamak, Allah'ın dileyen kulları için mübah kıldığı ticaret kapısını açmaktır.

 

Ayrıca bu suça karşılık ahirette de büyük azap tehdidinde bulunmuştur.

Böyle bir masiyet, diğer masiyetlerin dışındadır ve Ubade b. es-Samit yoluyla gelen Hz. Peygamber'in "Her kim bu günahlardan herhangi birisini işler de dünyada onun karşılığında cezalandırılacak olursa, bu ceza onun için bir keffaret olur" hadisinde zikredilen hükümden müstesnadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Bununla birlikte horluğun dünyada cezalandırılan kimse için, ahiret azabının ise dünyada cezadan yakasını kurtaran için sözkonusu olması ve bu günahın (bu bakımdan) diğer günahlar gibi olması da muhtemeldir. Daha önceden de geçtiği üzere, hiçbir mü'min için cehennemde ebediyyen kalmak sözkonusu değildir. Fakat, günahın büyüklüğü dolayısıyla onun cezası da büyük olur, Bundan sonra ise, ya şefaat ile veya (ilgili buyruklarda) belirtildiği gibi ilahi af ile cehennemden çıkar.

 

Diğer taraftan bu tehdit, Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi, ilahi meşietin bu doğrultuda tecelli etmesi şartına bağlıdır: ''Şüphesiz Allah kendisine eş koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını ise dileyeceğ'ine mağfiret eder." (en-Nisa, 48 ve 116) Bununla birlikte böyle kimseler hakkında, yapılan tehdit ile işledikleri masiyetin büyüklüğü dolayısıyla (cehennemde azap edilmeleri) korkusu daha baskındır.

 

15- Kendilerine Güç Yetirilmeden Önce Tevbe Edenler:

 

Yüce Allah'ın: "Yalnız, kendilerine gücünüz yetmeden önce tevbe edenler müstesnadırlar" buyruğunda, kendilerine güç yetirilmeden önce tevbe edenleri istisna etmekte ve: "Bilin ki Allah çok mağfiret edicidir, çok merhamet sahibidir" buyruğunda da onlar üzerindeki hakkını kaldırdığını haber vermektedir. Kısas ve insanların sair hakları ise, sakıt olmaz.

 

Güç yetirildikten sonra (ele geçirilmesinden sonra) tevbe eden kimselere gelince, ayetin zahirine göre tevbenin faydası yoktur. -Önceden geçtiği gibi- böylesine hadler uygulanır. Şafii'nin bu konuda tevbe ile hertürlü haddin kalkacağına dair bir görüşü vardır. Ancak, mezhebinde sahih olan görüş, ister kısas olsun, ister başkası olsun insanlara ait herhangi bir hakkın, güç yetirilmeden önce tevbe ile sakıt olmayacağı şeklindedir.

 

Şöyle de denilmiştir: Bu istisna ile Yüce Allah, güç yetirilmeden önce tevbe edip iman eden müşrikin istisna edilmesini dilemiştir. Böylesinden hadler sakıt olur. Ancak bu görüş zayıftır. Zira, güç yetirildikten sonra iman edecek olursa, yine böyle bir kimse icma ile öldürülmez.

 

Yine şöyle denilmiştir: Kendilerine güç yetirilmesinden sonra muhariblerden had sakıt olmaz. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. Çünkü imamın eline geçtikleri takdirde, bunların tevbe hususunda yalan söylemeleri ve bunu gösteriş için yapmaları zannı altında bulunurlar. Veya artık imam onlara güç yetirdikten sonra cezalandırılmak durumunda olurlar. O bakımdan tevbeleri kabul olunmaz. Bizden önceki ümmetlere vadedilen ilahi azabın gelişinden sonra tevbeye kalkışmaları, yahut da can çekişip de canı boğazına geldiği sırada tevbe edenin durumuna benzerler. Şayet kendilerine güç yetirilmeden önce tevbe edecek olurlarsa, zan altında olmaları sözkonusu değildir ve ileride Yunus suresinde (Yunus, 98. ayette) açıklanacağı üzere tevbenin faydası vardır.

 

İçkiciler, zinakarlar ve hırsızlar ise, tevbe edip hallerini düzeltip bu durumları da çevrelerinde bulunanlar tarafından bilinir bundan sonra imama (suçları karşılığında cezalandırılmak için) götürülecek olurlarsa, imamın onlara had vurması gerekmez. Şayet imam'a götürülüp de onlar Tevbe ettik, diyecek olurlarsa, bırakılmazlar. Onlar, bu halleri ile yenik düşürülüp ele geçirilen muhariblerin durumundadırlar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Maide 35-36

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR