ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

MAİDE

1

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَوْفُواْ بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُم بَهِيمَةُ الأَنْعَامِ إِلاَّ مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ

 

1- Ey iman edenler! Akidleri yerine getirin. İhramda iken avlanmayı helal saymamak şartı ile ve size okunacak olanlar hariç olmak üzere, size dört ayaklı davarlar helal kılındı. Şüphesiz Allah, dilediği hükmü koyar.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:

 

1- Kur'an-ı Kerim'in Azameti:

2- Ahid Akid ve Sözlere Bağlılık:

3- Dört Ayaklı Davarlar:

4- Sünnet de Kur'an-ı Kerim'in Kapsamı içerisindedir:

5- Avlanma Yasağı:

6- İhram ve Harem Bölgesi:

7- Allah Dilediği Gibi Hüküm Koyandır:

 

1- Kur'an-ı Kerim'in Azameti:

 

Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler ... " buyruğu ile ilgili olarak Alkame şöyle der: Kur'an-ı kerimde ''Ey iman edenler" nidası ile başlayan bütün buyruklar Medine'de inmiştir. "Ey insanlar" nidası ile başlayan buyruklar da Mekke'de inmiştir. Ancak bu, bu türden hitaplar hakkında çoğunlukla doğrudur. Buna dair diğer açıklamalar, daha önceden (el-Bakara, 21. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

Bu ayet-i kerime, söz söyleme hakkında basiret sahibi olan herkese, fesahatı ve lafızlarının azlığına rağmen ihtiva ettiği manalarının çokluğu ile, açıkça kendisini gösteren bir ayettir.

 

Bu ayet-i kerime beş hüküm ihtiva etmektedir:      1) Akidleri yerine getirme emri, 2) Dört ayaklı davarların helal kılınması, 3) Bundan sonra gelenlerin istisna edilmesi, 4) Avlanılanlar hususunda, ihramlı iken avlanılanların istisna edilmesi, 5) Ayet-i kerimenin iktiza ettiği, ihramlı olmayan kimseler için avlanma-

nın mübah oluşu.

 

en-Nakkaş'ın naklettiğine göre, el-Kindi'nin arkadaşları ona şöyle demişler: Ey Hakim (bilge kişi), bize şu Kur'an'ın benzerini yap. O, olur onun bir bölümünün benzerini yapayım demiş ve uzun sayılabilecek bir süre kimseye görünmemiş. Sonra ortaya çıkıp şöyle demiş: Allah'a yemin ederim buna gücüm yetmiyor, kimse de buna güç yetiremez. Ben, mushafı açtım, karşıma Maide suresi çıktı. Baktım ki, ahde vefayı dile getirmekte, onu bozmayı yasaklamakta. genel olarak bir takım şeyleri helal kılmakta, arkasından da ardı arkasına bazı şeyleri istisna etmekte, daha sonra da kendi kudret ve hikmetini bize haber vermektedir. Bütün bunları da iki satırda ifade etmektedir. Herhangi bir kimse bunları ancak ciltlerle ifade edebilir.

 

2- Ahid Akid ve Sözlere Bağlılık:

 

Yüce Allah'ın: "Yerine getirin" anlamına gelen (...) buyruğundaki fiilin, (...) ile (...) şeklinde iki söyleyişi vardır. Yüce Allah: "Allah'tan daha çok ahdini kim yerine getirir" (Tevbe, 11) diye buyurduğu gibi: "Ahdini yerine getiren ibrahim ... " (en-Necm, 37) diye buyurmaktadır.

 

Şair de şu beyitinde iki söyleyişi bir arada kullanmış bulunmaktadır: "İbn Tavk'a gelince o, gerçekten sorumluluğunu eksiksiz yerine getirmiştir. Tıpkı ülker yıldızına (mehir olarak) takdim edilen yıldızları önüne katıp sürenin, ahdine vefa gösterdiği gibi."

 

"Akidler", bağlar demektir. Tekili bağ anlamına gelen (...) dır. Ahdi ve ipi akdettim, denildiği gibi, "ğıI" li tasma'yı akdettim, de denilir. Akid kelimesi, hem maddi şeyler hakkında hem de manevi şeyler hakkında kullanılır. Şair el-Hutay'a der ki: "Onlar öyle bir kavimdir ki, komşularına (ya da himayelerinde olanlara) bir akid akdettikleri takdirde, Bağlarını üst üste herbir yandan sıkı sıkıya bağlarlar."

 

Şanı Yüce Allah, akidleri yerine getirmeyi emr etmektedir. el-Hasen der ki: Yüce Allah, bunlarla borçlanma akidlerini kastetmektedir. Bunlar ise, kişinin alım satım, icare, kiralama, nikah, boşama, müzaraa, musalaha, temlik, muhayyer bırakma, azad etme, tedbir (köleyi ölümünden sonrası şartıyla azad etmek) ve buna benzer kendi üzerine yaptığı akidlerdir. Elverir ki bunlar şeriatın dışında olmasın. Yine kişinin Allah için kendi üzerine akdettiği, (adadığı) hac, oruç, itikaf, kıyam, adak ve buna benzer İslam dininde itaat kabul edilip, kişinin gerçekleştirmeyi üzerine aldığı hususlardır. Mübah olan adağa gelince, ümmetin icmaı ile bağlayıcı değildir. Bunu İbnü'I-Arabı söylemiştir.

 

Denildiğine göre ayet-i kerime, Yüce Allah'ın şu buyruğu sebebiyle kitap ehli hakkında nazil olmuştur: ''Hani bir zamanlar Allah kendilerine Kitap verilenlerden onu muhakkak insanlara açıklayıp anlatacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz diye teminat almıştı. "(Al-i İmran, 187) İbn Cüreyc der ki: Bu kitap ehline has bir akiddir ve bu ayet-i kerime de onlar hakkında nazil olmuştur.

 

Ayet-i kerimenin umumi olduğu da söylenmiştir, doğru olan da budur. Çünkü mü'minler lafzı, kitap ehlinin mü'minlerini de kapsamına alır. Çünkü, onlar ile Allah arasında kitaplarında bulunan Muhammed (s.a.v.)'ın durumu ile ilgili hususlardaki emaneti yerine getireceklerine dair bir akid vardır. O bakımdan onlar, bu akdi hem Yüce Allah'ın: "Akidleri yerine getirin" buyruğu ile, hem de başka yerlerdeki benzeri emirlerle yerine getirmekle emr olunmuşlardır.

 

İbn Abbas der ki: "Akidleri yerine getirin" buyruğu, helal ve haram kıldığı, farz kıldığı ve diğer hususlara dair belirlemiş olduğu sınırlar hakkında akidleri yerine getirin, demektir. Mücahid ve başkaları da böyle demiştir. İbn Şihab der ki: Ben, Rasülullah (s.a.v.)'ın Amr b. Hazm'ı, Necranlılara gönderdiği sırada ona yazmış olduğu mektubu okudum. Mektubun başında şu ifadeler yer almaktaydı: "Bu, Allah'tan ve Rasulünden insanlara bir tebliğdir: "Ey iman edenler, akidleri yerine getirin." O, burada Yüce Allah'ın: ''MuhakkakAllah) hesabıpek çabuk görendir"(el-Maide, 4) buyruğuna kadar bütün ayetleri yazdı.

 

ez-Zeccac der ki: Buyruğun anlamı şudur: Allah'ın, sizin üzerinizdeki akidlerini ve sizin birbirinize karşı yaptığınız akidleri yerine getiriniz.

 

Bütün bu açıklamalar, buradaki akidlerin umum ifade ettiği görüşüne racidir. (Umum kapsamına girmektedir.) Konu ile ilgili sahih olan görüş de budur. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Mü'minler şartlarını yerine getirirler." Yine şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın Kitabında bulunmayan her bir şart -isterse yüz şart olsun- batıldır."

 

Böylelikle Hz. Peygamber, kendisine vefa gösterilip yerine getirilmesi gereken şart veya akdin, Allah'ın Kitabına, yani Allah'ın dinine uygun olan şart ve akid olduğunu beyan etmektedir. Eğer bunlar arasında Allah'ın dinine uymayan bir şey bulunduğu açığa çıkarsa, o red olunur. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Her kim, bizim şu işimizin üzerinde bulunmadığı bir amel işleyecek olursa, o red olunur."

 

İbn İshak şunu nakletmektedir: Kureyşlilerden bazı kabileler -şerefi ve nesebi dolayısıyla- Abdullah b. Cud'an'ın evinde toplandı. Ve "Mekke'de, ister Mekke halkından olsun, ister olmasın herhangi bir kimsenin zulme uğradığını görecek olurlarsa, onun bu uğradığı haksızlık giderilinceye kadar o kimsenin yanında yer alacaklarına" dair akidleştiler ve birbirleriyle ahidleştiler. Kureyşliler, o bakımdan bu ahidleşmeye ''Hilfu'l-Fudul'' adını verdiler. Rasulullah (s.a.v.)'ın hakkında şu sözleri söylediği ahid işte budur: "Andolsunki ben, Abdullah b. Cud'an'ın evinde öyle bir antlaşmaya tanık oldum ki, ona karşılık bana kırmızı tüylü develerin dahi verilmesini tercih etmezdim. Eğer İslam geldikten sonra da bu ahdi yerine getirmem için çağırılacak olursam, şü phesiz bu çağrıyı kabul ederim."

 

İşte Hz. Peygamber'in: "Cahiliye döneminde yapılmış herhangi bir ahidleşmeyi İslam ancak pekiştirir, sağlamlığını artırır" buyruğunda kastettiği antlaşma budur. Çünkü bu antlaşma (muhtevasıyla) şeriata uygundur. Zira, zalimden hakkın alınmasını emr etmektedir. Zulüm ve talan üzre yapmış oldukları fasid ahidleriyle batıl akidlerine gelince, İslam bunları yıkmıştır. Yüce Allah'a hamd olsun.

 

İbn İshak (devamla) der ki: Velid b. Utbe, Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin'e mali bir konuda -Velid'in Medine valisi olmak hasebiyle sahib olduğu otoriteye güvenerek- haksızlıkta bulunmak istedi. Hz. Hüseyin ona şöyle dedi:

 

Allah adına yemin ederek söylüyorum. Ya hakkımı bana verirsin, yahut da şu kılıcımı alır sonra da Rasulullah (s.a.v.)'in Mescidinde ayakta dikilir, sonra da insanları Hilfu'l-Fudul'un gereğini yerine getirmek için davet ederim.

 

Abdullah b. ez-Zübeyr de dedi ki: Ben de Allah adına yemin ederek söylüyorum ki, eğer beni davet edecek olsa, mutlaka kılıcımı alır sonra da hakkını alıncaya, yahut hep birlikte ölünceye kadar onun yanında yer alırım. Bu söz, el-Misver b. Mahreme'ye varınca, o da aynısını söyledi. Teym oğullarından Abdurrahman b. Osman b. Ubeydullah'a ulaştı o da aynı şeyleri söyledi. Velid bunu öğrenince Hz. Hüseyin'e hakkını verdi.

 

3- Dört Ayaklı Davarlar:

 

Yüce Allah'ın: "Dört ayaklı davarlar size helal kılındı" buyruğunda, gereken şekliyle ve mükemmel olarak imana bağlı olan herkese hitab edilmektedir. Arapların bahire, saibe, vasile ve ham gibi -ileride açıklaması gelecektir- davarlar hakkında duydukları birtakım yasakları; hükümleri vardı. Bu ayeti kerime, işte o hayali vehimleri batılcı ve bozuk görüşleri ortadan kaldırmak üzere nazil olmuştur.

 

"Dört ayaklı davarlar"ın anlamı hususunda farklı görüşler belirtilmiştir. Behime, aslında dört ayaklı her hayvanın adıdır. Konuşma ve anlayış bakımından eksikliği, temyiz gücü ve aklı bulunmaması dolayısıyla ona bu isim verilmiştir. Kapalı anlamında; müphem bir kapı ile (kapkaranlık bir gece anlamında;) leylun behimun tabirleri buradan gelmektedir. Ne şekilde üstesinden gelineceği bilinemeyen kahraman kimseye "buhme" denilmesi de buradan gelmektedir.

 

(...): el-En'am ise, deve, inek ve koyunların ortak adıdır. Yürümelerindeki yumuşaklık dolayısıyla onlara bu isim verilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Davarları da yarattı ki, bunlarda sizin için ısıtıcı ve koruyucu şeyler ve bir çok faydalar vardır ... Hem onlar, ağırlıklarınızı da yüklenirler ... "(en-Nahl, 5-7) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: ''Davarlardan yük taşıyacak ve döşek yapılacakları da vardır. "(el-En'am, 142) Yani, büyükleri de var, küçükleri de var demektir. Daha sonra Yüce Allah bunları beyan ederek şöyle buyurmaktadır: ''Sekiz Çıft (yarattı) ... Yoksa Allah bunu sıze tavsiye ettiği zaman hazır mıydınız?" (el- En'am, 143-144) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: ''Ve sızin için davarların derilerinden gerek göç gününüzde ve gerek ikamet ettiğinız günde hafifçe taşıyacağınız evler ve tüylerinden" koyunları kastediyor ''ve yapağılarından "bununla da develeri kastediyor, ''ve kıllarından "bununla da keçi kılını kastediyor ''bir zamana kadar ... "(en-Nahl, 80) İşte bunlar "en'am" isminin bu üç türü ihtiva ettiğinin üç ayrı delilidir. Söz konusu bu üç tür ise deve, inek ve koyun türüdür. Bu da İbn Abbas ve el-Hasen'in görüşüdür. el-Herevi der ki: Eğer "Neam" denilecek olursa, özel olarak deve türü kastedilmiş olur.

 

Taberi der ki: "Dört ayaklı davarlar" buyruğu hakkında bazıları şöyle demiştir: Bunlardan kastedilenler ceylan, yaban öküzü, yaban eşekleri ve buna benzer yabani hayvanlardır. Taberi'den başkası da bunu es-Süddi, er-Rabi', Katade ve ed-Dahhak'tan nakletmiştir. Buna göre Yüce Allah şöyle buyurmuş gibidir: Size, el-En'am helal kılındı. Böylelikle cins, kendisinden daha özel anlam ifade edilen şeye izafe edilmiş olmaktadır. İbn Atiyye der ki:

Bu güzel bir açıklamadır. Çünkü, el-En'am (143'te kendilerine işaret olan) sekiz çifttir. Bunlara eklenen sair hayvanlara ise, onlarla birlikte bulundukları için En'am denilir. Arslan ve azı dişli her bir yırtıcı hayvan da En'am kapsamı dışında kalıyor gibidir.

 

Behimetü'I-En'am (dört ayaklı davarlar) ise, dört ayaklılar arasında bulunup da otlaklarda yayılan hayvanlar demektir.

 

Derim ki: Bu açıklamaya göre, tırnaklılar da bunların kapsamına girmektedir. Çünkü bu tırnaklılar da hem otlaklıklarda yayılır, hem de yırtıcı değildir. Fakat durum bu şekilde değildir. Zira Yüce Allah: ''Davarları da yarattı ki, bunlardan sizin için ısıtıcı ... ve bir çok menfeatler vardır" (en-Nahl, 5) diye buyurmakta, sonra da onlara şöylece atıf yapmaktadır: ''Hem binmeniz için, hem zinet olmak üzere de atları, katırları ve merkebleri de (yarattı)." (en-Nahl, 8) Yüce Allah'ın, bunları yeniden zikredip, daha önce geçen En'am'a atf etmesi, bunların diğer davarlardan olmadığını göstermekte dir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Dört ayaklı davarlar (Behimetü'l-En'am)"ın av hayvanı olmayanlar anlamında olduğu da söylenmiştir. Çünkü, av hayvanına behime değil de vahş (yabani hayvan) denilir. Bu ise birinci görüşe racidir. Abdullah b. Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Dört ayaklı davarlar"dan kasıt, kesim esnasında annesinin karınlarından çıkan ceninlerdir. Bunlar, ayrıca şer'i kesime gerek olmaksızın yenilirler. İbn Abbas da böyle demiştir. Ancak bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü Yüce Allah: "Size okunacak olanlar hariç olmak üzere" diye buyurmaktadır. Ceninler arasında istisna edilenler yoktur.

 

Malik der ki: Bir davarı kesmek, eğer ceninine canlı olarak yetişilemeyecek ve tüyleri bitip hılkati tamamlanmış bulunuyor ise, o cenini için de bir kesimdir. Şayet hılkati tamamlanmayıp henüz tüyleri de bitmemiş ise, canlı olarak yetişilip kesilmediği sürece eti yenilmez. Şayet onu kesmek için hemen davranmalarına rağmen kendiliğinden ölecek olursa, onun temiz olduğu söylendiği gibi, temiz olmadığı (yenilemeyeceği de) söylenmiştir. Yüce Allah'ın izniyle ileride buna dair daha geniş açıklamalar gelecektir.

 

4- Sünnet de Kur'an-ı Kerim'in Kapsamı içerisindedir:

 

"Size okunacak olanlar hariç olmak üzere." Yani, Kur'an-ı kerimde ve Sünnet-i seniyyede size okunacak olan "leş ... size haram kılındı" (el-Maide, 3) buyruğu ile Hz. Peygamberin: "Yırtıcı hayvanlardan azı dişli olan herbir hayvan haramdır" buyruğu ve benzerlerinde size okunanlar demektir. Eğer: Bize okunan Kitaptır, sünnet değildir denilecek olursa, şöyle cevap veririz: Resulullah (s.a.v.)'ın her bir sünneti Allah'ın Kitabındandır.

 

Bunun delili ise şu iki husustur: Birincisi, bir kişinin yanında ücretle çalışıp (yanında çalıştığı adamın hanımı ile) zina eden kişiye dair hadis-i şerifte, Hz. Peygamber'in: "Andolsun ki, aranızda Allah'ın Kitabı gereğince hüküm vereceğim" şeklinde buyurmuş olmasıdır. Halbuki recm, Allah'ın Kitabında nass ile zikredilmiş değildir.

 

İkincisi ise, Abdullah b. Mes'ud'un hadisidir. O, şöyle demiştir: Hem Allah'ın Kitabında yer alan hem de RasUlullah (s.a.v.)'ın lanetlediği kimseye ben ne diye lanet etmeyeyim ... demiştir. Buna dair açıklamalar el- Haşr süresinde (6-7. ayetler, 6. başlık ve devamında) gelecektir.

 

Bununla birlikte "size okunacak olanlar hariç olmak üzere" buyruğu ile şu andakilerin kastedilmiş olması muhtemel olduğu gibi, gelecekte Rasülullah (s.a.v.) tarafından size tebliğ olunacak olanlar arasında ... anlamına gelme ihtimali de vardır. O takdirde bu buyrukta, acilen yerine getirilmesi gerekli olmayan bir zamandan sonraya beyanı ertelemenin caiz oluşuna dair delil var, demek olur.

 

5- Avlanma Yasağı:

 

Yüce Allah'ın: "Avlanmayı helal saymamak şartıyla" buyruğu, av hayvanı sizin için ihramlı iken değil de ihramsızken helaldir. Av hayvanı olmayanlar ise her iki durumda da helaldir. Nahivciler "Okunacak olanlar hariç olmak üzere" buyruğunun istisna olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahiptir. Basralılar bu, "dört ayaklı davarlar"dan istisnadır, derler. "İhramda iken avlanmayı helal saymamak şartı ile" ifadesinin ise, yine ondan ikinci bir istisna olduğunu kabul ederler. Buna göre her iki istisna da Yüce Allah'ın: "Dört ayaklı davarlar" buyruğundandır. Kendisinden istisna olunan budur. İfadenin takdiri de şöyle olur: İhramlı iken avlanmak müstesna ve size okunacak olanlar hariç olmak üzere ... Yüce Allah'ın şu buyruğu ise bundan farklıdır: ''Dediler ki, gerçekten biz, günahkar bir kavme gönderildik. Ancak, Lut'un ailesi bunlardan müstesnadır. "(el-Hicr, 59) Nitekim ileride gelecektir.

 

Bunun hemen kendisinden önce gelen istisnadan (yani, "avlanmayı helal saymamak şartıyla" istisnasından) istisna olduğu da söylenmiştir. O takdirde bu, (az önce) Yüce Allah'ın şu buyruğuna benzer: ''Gerçekten biz, günahkar bir kavme gönderildik ... " Ancak, durum böyle olsaydı ihramlı iken avlanmanın mübah olması gerekirdi. Çünkü bu istisna yasaktan yapılmış bir istisna olurdu. Zira Yüce Allah'ın: "Size okunacak olanlar hariç olmak üzere" buyruğu, mübahlıktan bir istisnadır. O bakımdan böyle bir görüş tutarsızdır. Buna göre buyruğun anlamı şöyle olur: Sizler ihramlı iken avIanmayı helal kılmaksızın ve av hayvanları dışında size okunacak olanlar da müstesna olmak üzere, dört ayaklı davarlar size helal kılınmıştır.

 

Yine bunun anlamının şöyle olması da mümkündür: ihramlı iken avlanmayı helal kılmaksızın, akidleri yerine getirin. Ve sizlere size okunacaklar müstesna dört ayaklı davarlar helal kılınmıştır.

 

el-Ferra; "size okunacaklar hariç olmak üzere" buyruğunun tıpkı (...) ile atıf yapıldığı gibi, (...) ile atıf yapmak şartıyla bedel olmak üzere ref' mahallinde olmasını caiz kabul etmektedir. Ancak Basralılar, böyle bir şeyi ya nekre olması halinde veya: "Kavim geldi ancak Zeyd gelmedi" kabilinden nekreye yakın cins isimlerinde caiz kabul ederler.

 

Yine el-Ferra: "Avlanmayı helal saymamak şartı ile" buyruğunun; "Yerine getirin" buyruğundaki zamirden hal olarak mansub olduğu görüşündedir. el-Ahfeş der ki: Ey iman edenler, (ihramlı iken) avlanmayı helal kabul etmeksizin akidleri yerine getirin. Başkaları da şöyle demektedir: Bu "size" anlamına gelen; (...) deki (ve siz anlamına gelen) "kef" ile "mim" zamirinden haldir. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Siz, ihramlı iken avlanmayı helal görmeksizin, size dört ayaklı davarlar helal kılındı.

 

Diğer taraftan şöyle de denilmiştir: Helal kılmanın insanlara raci olması da mümkündür. Yani, (ey insanlar) ihramlı halde iken avlanmayı helal görmeyiniz.

 

Bunun, Yüce Allah'a raci olması da mümkündür. Yani Ben, sizlere ihram vaktinde av hayvanı olması müstesna, dört ayaklı davarları helal kıldım. Nitekim, bir kimsenin: Ben, şu işi sana Cuma günü mübah kılmaksızın helal kıldım, demesi bu kabildendir. Eğer, helal kılmanın insanlara raci olduğu kabul edilecek olursa, buyruğun anlamı; (ihramlı iken) avlanmayı sizler helal görmeksizin ... şeklinde olur. Bu durumda (...) kelimesinin sonundaki "nun" hafifletmek maksadıyla hazf edilmiş demek olur.

 

6- İhram ve Harem Bölgesi:

 

Yüce Allah'ın: "İhramda iken" buyruğundan kasıt, hac ve umre kastı ile ihrama girmişkendir. Hac için ihrama giren kimseye; "haram" çok kişi olmaları halinde de; "hurum" denilir. Şairin şu beyiti de bu kabildendir: "Dedim ki ona! Kendine dön, çünkü ben ihrama girdim ve bundan sonra da telbiye getireceğim."

 

Buna ihram deniliş sebebi ise, ihrama giren kimsenin, kendisine kadınlarını, hoş kokuyu ve benzeri şeyleri haram kılmasıdır. Aynı şekilde Harem'e girmek hakkında da bu tabir kullanılır.

 

el-Hasen, İbrahim ve Yahya b. Vessab (r;.) kelimesini "ra" harfini sakin olarak (...) okumuştur. Bu, Temimlilerin bir söyleyişidir. Onlar (...) kelimesini (...) şeklinde, (...) kelimesini ise (...) diye söylerler. Buna benzer diğer çoğul kelimeleri de böylece kullanırlar.

 

7- Allah Dilediği Gibi Hüküm Koyandır:

 

Yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah dilediği hükmü koyar" buyruğu, arapların alışageldikleri hükümlere aykırı olan bu şer'i hükümleri daha bir pekiştirmektedir. Yani ey, arapların alışa gelmiş olduğu şu hükümlerin nesh olduğunu işiten Muhammed, dikkatli ol, kendine gel. Çünkü herşeye mutlak olarak sahip ve malik olan "dilediği hükmü koyar." Allah (dilediği gibi) hükmeder. ''Onun hükmünü kavuşturacak yoktur. "(er-Rad, 41) Dilediği şekilde, dilediği şer'i hükmü dilediği gibi koyar.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Maide 2

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR