ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

MAİDE

2

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحِلُّواْ شَعَآئِرَ اللّهِ وَلاَ الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلاَ الْهَدْيَ وَلاَ الْقَلآئِدَ وَلا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّن رَّبِّهِمْ وَرِضْوَاناً وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواْ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ

الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُواْ وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

 

2- Ey iman edenler! Allah'ın şearine, haram olan aya (Beytullah'a) hediye edilen kurbanlıklara, (boyunları) gerdanlıklılara ve Rablerinden hem bir lütuf, hem de bir rıza arayarak Beyt-i haramı kastedip gelenlere saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i haramdan alıkoydular diye bir kavme karşı beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva üzere birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde ise yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası pek şiddetli olandır.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı onüç başlık halinde sunacağız:

 

1- Mü'minlerin Allah'ın Yasaklarını Çiğneyemeyecekleri:

2- Hediyelik Kurbanların Nişanlanması, Alametlendirilmesi:

3- Haram Aylara Saygısızlık:

4- Hediyelik Kurbanlıklar ile Gerdanlıklılar:

5- ihrama Girmek Niyetiyle Kurbanlıklara Gerdanlık Takmak:

6- Hangi Şartlarda Hediyelik Kurban Gönderilirse Gönderen İhramlı Sayılır:

7- Hediyelik Kurbanlıklara Dair Bazı Hükümler:

8- Beyt-i Haram 'ı Kastedip Gelenler ve Nüzul Sebebi

9- Ayet-i Kerimede Nesh Edilen Buyruklar ile ilgili Görüş Ayrılıkları:

10- Kafirin Kendi Kanaatine Göre ibadeti:

11- İhramdan Sonra Avlanmanın Hükmü ve Aslen Mübah Olan Bir Şeyin Yasaklanmasından Sonraki Durumu:

12- Kin ve Adalet:

13- Yardımlaşmanın Esası:

 

1- Mü'minlerin Allah'ın Yasaklarını Çiğneyemeyecekleri:

 

Yüce Allah'ın: "Allah'ın şeairine ... saygısızlık etmeyin" buyruğu, gerçek mü'minlere bir hitaptır. Yani, herhangi bir hususta Allah'ın sınırlarını aşmayınız.

 

Şeair kelimesi, "faile" vezninde "şaire"nin çoğuludur. İbn Faris der ki: Tekil olarak "şiare" de denilir ve bu daha güzeldir.

 

Şaire ise, hediye olarak gönderilen büyük baş (özellikle deve) demektir.

İş'arı ise, onun hediyelik kurban olduğu bilinmesi için kan akıncaya kadar hörgücünün yaralanmasıdır. İş'ar ise hissettirmek yoluyla bildirmek demektir. (...) tabiri, hediyelik kurban olduğunun bilinmesi için kurbanlığa alamet koyması demektir. Alametler anlamına gelen "meşair" de buradan gelmektedir. Tekili de meş'ar'dır. Meşair, alametlerle şiarlandırılmış yerler demektir. (Saçın) "Şa'r" diye adlandırılması da buradan gelmektedir. Çünkü şuurun gerçekleştiği yerde olur. Şair de buradan gelmektedir. Çünkü o, ince zekası sayesinde başkasının farketmediği şeyleri farkeder. Başındaki incecik kılı dolayısıyla (arkaya) şair denilmesi de buradan gelmektedir.

 

Şeair, bir görüşe göre, Beytullaha hediye olarak gönderilmek üzere nişanlanan, alamet konulan hayvanlardır. Bir diğer görüşe göre ise, bütün hac menasikidir. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. Mücahid der ki: Safa, Merve, hediyelik kurbanlıklar, develer bunların hepsi şeair'dendir. Şair der ki: "Öldürüyoruz onları nesil be nesil; görürsün ki onlar Kendileri ile yaklaşılan kurbanlık şeairdir."

 

Müşrikler de hacceder, umre yapar ve hediye kurbanlık gönderirlerdi. Müslümanlar onlara baskın yapmak istediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Allah'ın şeairine ... saygısızlık etmeyin" buyruğunu indirdi. Ata b. Ebi Rebah dedi ki: Allah'ın şeairi, Allah'ın bütün emirleri ve yasaklarıdır.

 

el-Hasen der ki: Allah'ın dininin tümü Allah'ın şeairidir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "işte bu (böyledir). Kim Allah'ın şeairini ta'zim ederse O, kalplerin takvasındandır." (el-Hac, 32)

 

Derim ki: Genelliği dolayısıyla başkasına göre kendisine öncelik tanınması gereken tercihe değer görüş budur. Hediyelik kurbanların iş'arı (alametlendirilmesi, nişanlanması) hususunda ise ilim adamlarının farklı görüşü bulunmaktadır ki, bu da bir sonraki başlığın konusudur.

 

2- Hediyelik Kurbanların Nişanlanması, Alametlendirilmesi:

 

Cumhur, bunu caiz görmekle beraber, bu alametin hangi tarafta yapılacağı hususunda farklı kanaatlere sahiptirler. Şafii, Ahmed ve Ebu Sevr der ki:

 

Bu işaretleme sağ tarafında yapılır. Bu görüş İbn Ömer'den de rivayet edilmiştir. İbn Abbas'tan sabit olan rivayete göre Peygamber (s.a.v.) devesinin hörgücünün sağ tarafını işaretlemiştir. Bunu Müslim ve başkaları da rivayet etmiştir. Sahih olan da budur.

 

Hz. Peygamber'in hediyelik kurbanlıklarının sol taraflarını işaretlediği de rivayet edilmiştir. Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr der ki: Bu, kanaatimce İbn Abbas yolu ile münker bir hadistir. Sahih olan ise, Müslim'in İbn Abbas'tan yaptığı rivayettir. İbn Abbas'tan bundan başka sahih bir rivayet yoktur.

 

Bir başka kesim şöyle demektedir: İşaretleme sol yanında olur. Bu, Malik'in görüşüdür. Ayrıca der ki: Sağ yanda yapılmasında da bir sakınca yoktur. Mücahid ise, iki yandan hangisinde isterse işaretleyebilir. Ahmed'in iki görüşünden birisi de budur. Ancak, Ebü Hanife bütün bunları uygun görmeyerek şöyle der: İşaretleme hayvana bir azaptır. Ancak, hadis Ebu Hanife'nin bu kanaatini reddetmektedir. Aynı şekilde bu, -önceden de geçtiği gibi- kendisi vasıtasıyla kimin mülkiyetinde olduğu bilinmesi için yapılan işaretleme hükmündedir. Şu kadar var ki İbnü'l-Arabi, Ebu Hanife'nin bu şekilde alametlendirmeyi uygun görmediğinden dolayı, bu kanaatini reddetmekte ve tepki göstermekte aşırıya giderek şöyle der: Sanki o, şeriatteki bu şairayı hiç işitmemiş gibidir. Halbuki bu, onun ilim adamları arasındaki şöhretinden daha yaygın bir husustur.

 

Derim ki: Benim, Hanefi alimlerinin kitaplarında açıkça ifade edildiğini gördüğüm Ebu Hanife'nin görüşüne göre alametlendirmenin mekruh olduğu, Ebü Yusuf ve Muhammed'in görüşüne göre ise, mekruh da olmayıp, sünnet de olmadığı, sadece mübah olduğu şeklindedir. Çünkü, bu şekilde bir işaretleme bir bildirme olduğundan dolayı gelenek seviyesinde bir sünnet demektir. Bir yara açmak ve bir müsle olması bakımından ise haram olması gerekir. O halde böyle bir iş, bir taraftan sünneti, diğer taraftan da bid'ati kapsa dığından dolayı mübah kabul edilmiştir. Ebu Hanife'nin görüşüne göre ise, böyle bir alametlendirme bir müsledir ve hayvana azap verici olması bakımından da haramdır, o bakımdan mekruhtur. Rasulullah (s.a.v.)'ın bu işi yaptığına dair gelen rivayetler ise, arapların hediye kurbanlık olduğu tayin edilen dışında, hertürlü malı gasb ve talan ettikleri başlangıç dönemlerinde idi. Ve o sırada hediye kurbanlıkları ancak böyle bir alametle ayırd edebiliyorlardı. Daha sonra böyle bir gerekçenin ortadan kalkması dolayısıyla, bu şekil de alametlendirme de ortadan kalkmıştır. İbn Abbas'tan da böylece rivayet edilmiştir.

 

Şeyh İmam Ebü Mansur el-Maturidi (yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun) nin de şöyle dediği nakledilmektedir: Ebü Hanife'nin kendi çağında yaşayan insanların alametlendirmelerini mekruh görmüş olması da muhtemeldir. Çünkü, yaranın kangrenleşmesinden korkulacak şekilde yara açmakta mübalağa gösteriliyordu. Rasülullah (s.a.v.)'ın döneminde yapıldığı şekilde haddi aşmaksızın yapılan alametlendirmeye gelince, bu güzel bir şeydir. Ebü Cafer et-Tahavi bunu böylece zikretmektedir. İşte Hanefi ilim adamlarının alametlendirmeye dair varid olmuş hadis ile ilgili olarak Ebü Hanife'nin lehine gösterdikleri mazeret budur. Onlar, bu hadisi işitmişler, bu hadis onlara ulaşmış ve onlar bu hadisin ne olduğunu bilmişler ve şöyle demişlerdir:

 

Alametlendirmenin mekruh oluşu görüşüne göre ise kişi, hediyelik kurbanlıkları alametlendirmekle ihrama girmiş olmaz. Çünkü mekruh bir işi yapmak haccın menasikinden sayılmaz.

 

3- Haram Aylara Saygısızlık:

 

Yüce Allah'ın: "Haram olan aya ... saygısızlık etmeyin" buyruğunda geçen "haram ay", bütün haram aylar hakkında cins ismi ifade eden tekil bir isimdir. Bu haram aylar, birisi tek, üçü de ard arda gelmek üzere dört aydır. Bunlara dair açıklamalar Berae süresinde (et-Tevbe, 5. ayet, 1. başlıkta) gelecektir.

 

Buyruğun anlamı şudur: Bu haram aylarda savaşmayı, baskın düzenlemeyi helal kılmayın ve bu ayları başka aylarla da değiştirmeyin. Çünkü, bu ayları değiştirmek de onları helal kılmak demektir. Bu ise onların yaptıkları Nesi uygulaması idi. Yüce Allah'ın: "Hediye edilen kurbanlıklara, (boyunları) gerdanlıklılara da ... saygısızlık etmeyin" buyruğu da böyledir. Yani, bunlara da saldırıyı helal görmeyin. Ayet-i kerimenin bu bölümünde bir muzafın hazfi sözkonusudur ki, (...) ibaresi, (...) takdirindedir. (Mealde:

"Gerdanlıklılar" ibaresinde bu izafe de belirtilmiştir.)

 

Şanı Yüce Allah, genel olarak hediye kurbanlıkları helal görmeyi yasakladıktan sonra, gerdanlık takılmış olanların hurmiyetlerine dikkat çekmeyi te'kid etmek ve bunun oldukça ileri bir tecavüz olduğunu belirtmek üzere, özellikle gerdanlıklı olan hediye kurbanlıkları zikretmiş bulunmaktadır.

 

4- Hediyelik Kurbanlıklar ile Gerdanlıklılar:

 

Yüce Allah'ın: "Hediye edilen kurbanlıklara ve (boyunları) gerdanlıklılara ... " buyruğunda geçen "hediy": Beytullah'a hediye edilen deve, inek veya koyun demektir. Bunun tekili; (...) şeklinde gelir.

 

"Şeair" ile kastedilen haccın menasikidir diyenler şunu söyler: Yüce Allah burada, hediyelik kurbanlıkları, bunların özelliklerine dikkat çekmek üzere zikretmiştir.

 

"Şeair"den kasıt hediye kurbanlıklardır, diyenler ise şöyle demektedir: Şeair, hörgücünden kan akıtmak suretiyle alametlendirilmiş olandır. Hediye kurbanlık ise, bu şekilde ona alamet yapılmayan ve yalnızca gerdanlık takılmakla yetinilendir.

 

Şöyle de denilmiştir: Aradaki fark şudur: Şeair, davarlar arasından gönderilen develerdir. Hediye kurbanlık ise inek, koyun ve örtü ile hediye olarak gönderilen her şeydir.

 

Cumhur ise şöyle demektedir: Hediye tabiri kendisiyle Allah'a yaklaşılmak istenen bütün kurbanlık ve sadakalar hakkında umumi bir tabirdir. Hz. Peygamber'in şu buyruğu da bu kabildendir:

 

"Cuma günü erken vakitte namaza gelen, bir deve hediye (kurban) etmiş gibidir... Bir yumurta hediye (kurban) etmiş gibidir." böylelikle o, bunlara "hedy" adını vermiş bulunmaktadır. Yumurtaya da bu adın verilmesinin, bununla sadakayı kastetmiş olması hali dışında açıklanacak bir tarafı yoktur. İşte ilim adamları da böyle demiştir: Bir kişi, ben şu elbisemi hediy kıldım diyecek olursa, o elbisesini tasadduk etmesi gerekir. Şu kadar varki, bu kelime mutlak olarak kullanıldığı takdirde deve, inek ve koyun türünden biri hakkında ve bu birinin Hareme götürülerek orada kesilmesi anlamında kabul edilir. Bu ise Yüce Allah'ın şu buyruklarında yer alan şeri örften alınmadır: "Eğer alıkonulursanız, o halde kolayınıza giden kurbandan gönderin.'' (Bakara, 196) Bununla da koyunu kast etmektedir.

 

Bir başka yerde ise: ''İçinizden adaletli iki kimsenin hükmü ile öldürdüğü hayvanın benzeri Ka'beye ulaştırılacak bir hediye kurbanı göndermektir.'' (el-Maide, 95)

 

Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Kim, hac zamanına kadar umreden faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban (kesmelidir). "(el-Bakara, 196) Bunun asgarisi ise, fukahaya göre bir koyundur.

 

Malik der ki: Benim bu elbisem hediye olsun diyecek olursa, onun kıymetinde hediyelik bir kurban alır.

 

"el-Kalaid"e gelince bu, insanların kendilerine bir güvenlik sağlamak üzere takındıkları şeylerdir. O bakımdan bu buyrukta da bir muzafın hazfi sözkonusudur. "Gerdanlıklı olanlara da ... " anlamında olup daha sonra bu nesh olmuştur.

 

İbn Abbas der ki: el-Maide suresinden nesh edilmiş iki ayet vardır. Bunlardan birisi gerdanlıklılara dair ayet-i kerimedir, diğeri ise -ileride geleceği üzere- Yüce Allah'ın: "Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ... " (el-Maide, 49) ayet-i kerimesidir.

 

Şöyle de denilmiştir: Yüce Allah, gerdanlıklılar ile bizzat gerdanlıkların kendisini kast etmiştir. Bu buyruğu ile O, güvenlik altında olmak amacı ile gerdanlık olarak kullanılması için Haremdeki ağaçların kabuklarını almayı yasaklamaktadır. Bu açıklamayı, Mücahid, Ata ve Mutarrif b. eş-Şıhhir yapmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Hediyenin gerçek mahiyeti, karşılığında herhangi bir bedel sözkonusu edilmeksizin verilen her şeydir. Fukaha ittifakla şunu kabul etmişlerdir: Birisi, Allah için bir hediye kurbanı göndereceğim diyecek olursa, o kurban bedelini Mekke'ye göndermelidir.

 

Gerdanlıklılara gelince; gerdanlık, hediyelik kurbanlıkların hörgüçleri ve boyunlarına, bunların Allah için olduklarına dair alamet olmak üzere asılan ayakkabı veya başka herhangi bir şeydir. Bu, Hz. İbrahim'in bir sünnetidir. Cahiliye döneminde olduğu gibi kalmış, İslam da bunu kabul edip benimsemiştir. İnek ve koyunlardaki sünnet budur. Aişe (r.anha) der ki: Rasulullah (s.a.v.) bir seferinde Beytullah'a bir takım koyunları hediye olarak gönderdi ve onlara gerdanlık koydu. Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. 

 

İlim adamlarından Şafii, Ahmed, İshak, Ebu Sevr ve İbn Habib gibi bir topluluk bu görüşü kabul etmekle birlikte Malik ve rey ashabı bunu kabul etmemişlerdir. Koyunlara gerdanlık takmak hususuna dair bu hadis onlara ulaşmamış veya ulaşmakla birlikte bu hadisi Hz. Aişe'den yalnızca Esved (münferiden) rivayet ettiğinden dolayı onu red etmiş de olabilirler. Ancak bu hadise uygun görüş belirtmek daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

İneklere gelince, şayet bunların sırtlarında hörgücü andıran yükseklikleri bulunuyorsa, tıpkı develer gibi bunlara da alamet yapılır. Bunu İbn Ömer söylemiştir. Malik de bu görüştedir. ŞafiI ise; bunlara -mutlak olarak- gerdanlık takılır ve alamet yapılır, der. Bu konuda bir fark gözetmemişlerdir.

 

Said b. Cübeyr der ki: (İneklere) gerdanlık takılır fakat alamet yapılmaz.

 

Bu görüş daha sahihtir. Çünkü, ineklerin hörgücü olmaz ve bunlar develerden daha çok koyunlara benzerler. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

5- ihrama Girmek Niyetiyle Kurbanlıklara Gerdanlık Takmak:

 

İhram niyetiyle bir davara gerdanlık takıp bunu Harem-i Şerife gönderenin bu suretle ihrama girmiş olacağını ilim adamları ittifakla kabul etmişlerdir. Çünkü Yüce Allah: "Allah'ın şeairine ... saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanın" diye buyurmuş ve ihramdan söz etmemiştir. Ancak, gerdanlık takmaktan söz etmesi dolayısıyla bunun ihrama girmek gibi olduğu anlaşılmaktadır.

 

6- Hangi Şartlarda Hediyelik Kurban Gönderilirse Gönderen İhramlı Sayılır:

 

Hediyelik kurban göndermekle birlikte, bunları bizzat kendisi gütmeyecek olur ise, ihramlı olmaz. Çünkü, Hz. Aişe yoluyla gelen hadiste şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.)'ın gönderdiği hediye kurbanlıkların gerdanlıklarını ellerimle ben büktüm. Daha sonra Peygamber, bu gerdanlıkları kendi elleriyle taktı. Sonra da bunları babamla birlikte gönderdi. Resulullah (s.a.v.)'a hediyelik kurbanlıklar kesilinceye kadar Allah'ın kendisi için helal kılmış olduğu herhangi bir şey haram olmadı. Bunu Buhari rivayet etmiştir. 

 

Malik, Şafii, Ahmed, İshak ve ilim adamlarının çoğunluğunun görüşü budur. İbn Abbas'tan ise, bununla ihrama girmiş olur, dediği rivayet edilmiştir. İbn Abbas dedi ki: Bir kimse bir hediye kurbanlık gönderecek olur ise, bu hediye kurbanlık kesilinceye kadar hacceden kimseye (ihramı dolayısıyla) neler haram oluyorsa ona da haram olur. Bunu Buhari rivayet etmiştir. 

 

İbn Ömer, Ata, Mücahid ve Said b. Cübeyr'in görüşü budur. el-Hattabi bunu rey ashabından da nakletmiştir. Bunlar, Cabir b. Abdullah yoluyla rivayet edilen şu hadisi delil göstermişlerdir. Cabir dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'ın yanında oturuyordum. üzerindeki gömleğini yakası tarafından yırttıktan sonra ayaklarından çıkardı. Hazır bulunanlar Peygamber (s.a.v.)'a bakınca, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Ben, göndermiş olduğum develerime şu şu yerde gerdanlık takılıp onlara alamet yapılmasını emrettim. Ve unutarak gömleğimi giydim. Bu gömleği mi başımdan çıkarmamalıydım (onun için böyle yaptım)." 

 

Hz. Peygamber, develerini göndermiş, kendisi de Medine'de ikamet etmişti. Bu hadisin senedinde ise Abdurrahman b. Ata b. Ebi Lebibe de vardır ki, zayıf bir ravidir.

 

Bir koyuna gerdanlık takıp kendisi de onunla birlikte yola koyulacak olursa, Kufeliler bununla ihrama girmiş olmaz, derler. Çünkü koyuna gerdanlık takmak sünnet de değildir, şeairden de değildir. Zira koyuna kurdun saldırmasından, bunun sonucunda da -develerden farklı olarak- Hareme varamamasından korkulur. Çünkü develer suya varıp su içinceye, ağaçlardan otlayıncaya ve sonunda Hareme varıncaya kadar terk edilebilirler. Buhari'nin Sahih'inde ise, mü'minlerin annesi Hz. Aişe'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ben, hediye kurbanlıkların gerdanlıklarını yanımda bulunan boyanmış yünden (ihn) büktüm ... İhn, boyanmış yün demektir. Yüce Allah'ın şu buyruğu da böyledir: "Dağlar da atılmış renkliyün gibi olacaktır." (el-Karia, 5)

 

7- Hediyelik Kurbanlıklara Dair Bazı Hükümler:

 

Hediyelik kurbana gerdanlık takılır yahut alamet yapılırsa, satılması da hibe edilmesi de caiz değildir. Çünkü o kurbanın Beyt-i Haram'a hediye olarak gönderilmesi vacib olmuştur. Eğer bunu gönderen vefat edecek olursa, bu hediyelik kurban ondan miras alınmaz ve hediye olarak tayin ettiği şekilde yerine getirilir.

 

Udhiye (kurban bayramı günü kesilen kurbanlık) ise böyle değildir. Malik'e göre böyle bir kurbanlık ancak kesim ile vacib olur. Söz ile onu kurban etmeyi kendisine vacip kılmış olması hali ise müstesnadır. Kesimden önce sözlü olarak onu kesmeyi kendisine vacib kılarak: "Ben bu koyunu kurbanlık olarak tayin ediyorum" dese, muayyen olarak onu kurban etmesi gerekir. Buna göre eğer bu tayin ettiği kurbanlık telef olur (kaybolur) sonra kurban kesim günlerinde veya daha sonra onu bulacak olursa, yine onu keser ve o tayin ettiği kurbanlığı satması caiz olmaz.

 

Şayet ondan başka bir kurbanlık satın almış ise, Ahmed ve İshak'ın görüşüne göre her ikisini de birlikte keser. Şafii der ki: Tayin ettiği bu kurbanlık kaybolur veya çalınacak olursa, ayrıca onun yerine birisini bedel olarak kesme mükellefiyeti yoktur. Çünkü bedelini kesmek vacib olanlar hakkında sözkonusudur.

 

İbn Abbas'tan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu şekilde tayin ettiği kurbanlık kaybolursa, artık onun tayini yerine gelmiş olur. Kurban kesmeden önce kurban bayramı günü vefat eden kimsenin keseceği kurbanlık, hediyelik kurbandan farklı olarak diğer malları gibi ondan miras alınır.

 

Ahmed ve Ebu Sevr ise: Durum ne olursa olsun böyle bir kurbanlık kesilir, demişlerdir. el-Evzai ise şöyle demektedir: Böyle bir kurbanlık kesilir. Ancak, üzerinde borç bulunup da borcu ancak bu kurbanın bedelinden ödenebilecekse, o takdirde borcunun ödenmesi için bu kurbanlık satılır. Şayet bu kurbanını kestikten sonra ölürse, mirasçıları o kurbanı ondan miras alamazlar. Kendisi hayatta iken böyle bir kurbana uygulayabileceği kurban etinden yemek ve sadaka gibi şeyleri onlar da yaparlar. Fakat, miras olmak üzere onun etini kendi aralarında payedemezler. Kesimden önce kurbana isabet eden kusurlar dolayısıyla o kurban sahibinin -yine hedy kurbanından farklı olarak- bedelini kesmesi icabeder. Malik'in görüşlerinden bu sonuçlara varılır. Böyle bir durumda hediye kurbanı gönderen kimsenin de onun bedelini göndereceği söylenmiş ise de birincisi daha doğrudur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

8- Beyt-i Haram 'ı Kastedip Gelenler ve Nüzul Sebebi

 

Yüce Allah'ın: (...) buyruğundan kasıt, Beyt-i Haram'ı kastedip gelenlerdir. Arapların kastettim anlamında; (...) şeklindeki sözlerinden alınmıştır. el-A'meş bunu, "(...) şeklinde izafet terkibi olarak okumuştur. Yüce Allah'ın: "Avlanmayı helal saymamak şartıyla" buyruğu gibi.

 

Buyruğun anlamına gelince: Sizler, ibadet ve Allah'a yaklaşmak maksadıyla Beyt'i Haramı kasteden kafirleri engellemeyiniz. Buna binaen şöyle denilmiştir: Bu ayet-i kerimede yer alan müşriklere dair herhangi bir yasak, yahut gerdanlık süretiyle ona dair saygı gösterilmesi gereken şeylere saygı göstermek veya Beytullah'ı kastetmek ile ilgili yasakların tümü, Yüce Allah'ın ayetü's-Seyf (kılıç ayeti) diye bilinen şu buyruğu ile nesh olunmuştur: ''Müşrikleri nerede bulursanız öldürün" (et-Tevbe, 5); ''Onun için buyıllarından sonra artık onlar Mescid-i Haram)a yaklaşmasınlar.'' (et- Tevbe, 28) Buna göre, hiçbir müşrike haccetme imkanı verilmez. Haram aylarda o güvenlik altında olamaz. İsterse hediye kurbanlığı göndersin, gerdanlık taksın ve haccetmeye kalkışsın. Bu görüş, İbn Abbas'tan rivayet edildiği gibi, ileride de belirtileceği üzere İbn Zeyd'in de görüşüdür.

 

Bir kesim de şöyle demektedir: Ayet-i kerime muhkemdir. Nesh olmuş değildir, müslümanlar hakkındadır. Şanı Yüce Allah, müslümanlar arasında kendi Beytini kastedenleri korkutmayı yasaklamaktadır. Bu yasak ise, gerek haram aylarda gerek onların dışında kalan zamanlarda umumidir. Şu kadar var ki, özel olarak haram ayları ta'zim ve faziletlerini vurgulamak için zikretmiştir. Bu görüş ise Ata'nın görüşüne uygun düşmektedir. Çünkü onun görüşüne göre buyruğun anlamı (yani Allah'ın şeairine saygısızlık etmeyin buyruğunun anlamı) Allah'ın alametlerini helal kılmayın, demektir. Onun alametleri ise, emirleri, yasakları ve insanlara bildirdiği şeyleridir. İşte bunları çiğnemeyi (saygısızlık etmeyi) helal kılmayın. Bundan dolayı Ebü Meysere, bu ayet-i kerime muhkemdir, demiştir. Mücahid de der ki: Bu ayet-i kerimeden "Gerdanlıklılara"dan başka bir şey nesh olmuş değildir. Kişi, harem bölgesindeki ağaç kabuklarından herhangi bir şeyi alır, boynuna takardı, bundan dolayı da kimse ona yaklaşmazdı. İşte bu hüküm nesh olundu.

 

İbn Cüreyc ise der ki: Bu ayet-i kerime, hacıların yollarının kesilmesine dair bir yasaklama getirmektedir.

 

İbn Zeyd der ki: Ayet-i kerime, Rasülullah (s.a.v.) henüz Mekke'de iken, Mekke fethi yılı nazil olmuştur. Müşriklerden bir gurup gelip hac ve umre yapmak istediler. Müslümanlar, Ey Allah'ın Rasülü dediler, bunlar müşrik kimselerdir. Onlara baskın yapmaksızın onları bırakmayacağız. Bunun üzerine Kur'an'dan: "Beyt-i Haram'ı kastedip gelenlere ... " buyruğu nazil oldu.

 

Yine denildiğine göre bu buyruğun iniş sebebi, -el-Hutam lakablı- Şureyh b. Dubay'a el-Bekri'nin durumudur. Rasülullah (s.a.v.) umre yaptığı sırada Rasülullah'ın askerleri onu yakaladı, bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. Daha sonra da -az önce belirttiğimiz gibi- bu hüküm nesh oldu. burada sözü geçen el-Hutam, Yemamelilerin irtidat etmeleri sırasında da hayatta idi ve mürted olarak öldürüldü. Ona dair rivayet edilen haberlerden birisine göre o, atlılarını Medine'nin dışında bırakarak Peygamber (s.a.v.)'ın yanına gelerek dedi ki: Sen insanları neye çağırıyorsun? Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Allah'tan başka ilah olmadığına şahidlik etmeye, namazı kılmaya ve zekatı vermeye." el-Hutam: Güzel dedi. Şu kadar var ki, benim danıştığım bir takım kumandanlarım vardır. Onlar olmaksızın hiçbir işi kestirip atmıyorum. Belki ben de müslüman olur ve onları da birlikte getirebilirim.

 

Peygamber (s.a.v.) da (onun gelişinden önce) ashabına şöyle demişti: "Yanınıza bir şeytan dili ile konuşan bir adam girecek." Daha sonra el-Hutam, Hz. Peygamber'in yanından çıkıp gidince, yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: "Andolsun ki, bir kafir yüzüyle girdi ve sözünde durmamayı kararlaştıran bir kişi olarak arkasını dönüp gitti. Bu adam müslüman bir kimse değildir." Daha sonra Medine dışında otlayan, müslümanlara ait davarların yanından geçti, onları da önlerine katıp götürdü. Müslümanlar, onu takip edip yakalamak istedilerse de bunu başaramadılar. O da şu beyitleri söyleyerek yoluna devam etti:

 

"Gece onları insafsız bir güdücü ile sarıp sarmaladı Bu ne bir deve çobanı, ne de bir koyun çobanıydı Kasap tezgahı üzerinde eti parçalayan kasap da değildi Uyuyarak geceyi geçirdi onlar. Fakat uyumadı Hind'in oğlu Fal okları gibi bir delikanlı onların sıkıntılarını çekti gece boyunca İri bacaklı ve enli ayaklı."

 

Peygamber (s.a.v.) kaza umresi için Mekke'ye çıktığında, Yemameden gelen hacıların telbiyelerini işitince şöyle buyurdu: "İşte bu, el-Hutam ve onun arkadaşlarıdır." Bu sırada da Medine çevresinde otlarken talan ettiği davarlara, gerdanlık takmış ve Mekke'ye hediye olarak sürmüş idi. Ashab onu takib etmek üzere yola koyulunca, bu ayet-i kerime nazil oldu. Yani, müşrik olsalar dahi, işaretlendirilmiş olan hayvanlara karşı saygısızlık etmeyin. Bunu İbn Abbas rivayet etmiştir.

 

9- Ayet-i Kerimede Nesh Edilen Buyruklar ile ilgili Görüş Ayrılıkları:

 

Ayetin muhkem olduğu görüşüne göre Yüce Allah'ın: "Allah'ın şeairine saygısızlık etmeyin" buyruğu, hac menasikinin tamamlanmasını gerektirir. Bundan dolayı ilim adamları şöyle demiştir: Kişi hacca başlayıp sonra onu ifsad edecek olur ise, haccın bütün işlerini yapması gerekir. Haccı ifsad olsa dahi bunlardan herhangi bir şeyi terketmesi caiz değildir. Daha sonra ikinci yıl o haccını kaza eder.

 

Ebu'l-Leys es-Semerkandi der ki: Yüce Allah'ın: "Haram olan aya" buyruğu, yine Yüce Allah'ın: "Müşrikler sizinle nasıl topluca savaşırlarsa, siz de onlarla topluca savaşın'' (et-Tevbe, 36) buyruğu ile nesh olmuştur. Yüce Allah'ın: "Hediye edilen kurbanlıklara ve gerdanlıklılara" buyruğu ise muhkemdir, nesh olmamıştır. Buna göre hediye olarak gönderdiği kurbanlıklara gerdanlık koyan ve bununla ihrama girmeye niyet eden herkes ihrama girmiş olur, artık onun ihrama aykırı işleri yapması caiz olmaz. Buna delil bu ayet-i kerimedir. O halde bu hükümlerin kimi, kimine atfedilmiş bulunmaktadır. Bunların kimi nesh olmuştur, kimi de nesh olmamıştır.

 

10- Kafirin Kendi Kanaatine Göre ibadeti:

 

Yüce Allah'ın: "Rablerinden hem bir lütuf, hem de bir rıza arayarak Beyt-i Haramı kastedip gelenlere ... " buyruğu ile ilgili olarak, müfessirlerin çoğunluğu şöyle demiştir: Bunun anlamı, ticarette lütuf ve karı arayarak, bununla birlikte de kendi kanaat ve umutlarına göre Allah'ın rızasını arayarak gelenlere ... şeklindedir.

 

Denildiğine göre, aralarından ticaret kastıyla gelenler olduğu gibi, hacc ile -buna nail olmasa dahi- Allah'ın rızasını arayanları da vardı. Araplar arasında ölümden sonra amellerinin karşılığını göreceğine ve öldükten sonra diriltileceğine inanan kimseler de vardı. Bu gibi kimseler için cehennemde azabın bir çeşit hafifletilmesi uzak bir ihtimal değildir.

 

İbn Atiyye der ki: Bu ayet-i kerime, Yüce Allah'ın arapların kalplerini ısındırması ve onlara karşı nazik davranması kabilindendir. Böylelikle ruhları rahatlasın ve insanlar arasına karışabilsinler. Hac mevsimine katılıp Kur'an'ı dinlesinler, iman kalplerine girsin ve onlar açısından olması gereken şekliyle (iman etmelerinin zaruretini ortaya koyan) deliller ortaya konulsun. Bu ayet-i kerime Mekke'nin fethi yılı nazil olmuştur. Allah, hicretin dokuzuncu yılından sonra, Hz. Ebü Bekir'in haccedip herkese Berae (et-Tevbe) süresi açıkça okunup ilan edilmesinden sonra nesh olunmuştur.

 

11- İhramdan Sonra Avlanmanın Hükmü ve Aslen Mübah Olan Bir Şeyin Yasaklanmasından Sonraki Durumu:

 

Yüce Allah'ın: "İhramdan çıktıktan sonra (isterseniz) avlanın" emri, herkesin icmaı ile mübahlık bildiren bir emirdir. Daha önce ihram sebebiyle sözkonusu olan yasağı kaldırmaktadır. Bunu, ilim adamlarının birçoğu böyle nakletmekle birlikte bu sahih değildir. Aksine, yasaklamadan sonra varid olan "yap" emri, aslı üzere rücu ifade eder. Bu, Kadı Ebu't-Tayyıb ve diğerlerinin görüşüdür. Çünkü, vücubu gerektiren şey hala olduğu gibi durmaktadır. Bundan önceki yasaklık ise, mani olmaya elverişli değildir. Buna delil de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Haram olan aylar çıktı mı, artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün." (et-Tevbe, 5) İşte buradaki "yap" emri vücup ifade eder. Çünkü bununla kastedilen cihaddır. Maide süresindeki bu buyruktan ve buna benzer: ''Artık namaz kılındı mı, yeryüzüne dağılın" (Cuma, 10) buyruğu ile "İyice temizlendiler mi, o zaman ... onlara yaklaşın" (el-Bakara, 222) buyruklardan, bunların manalarına ve bu hususta icmaa bakarak anlaşılan mübahlıktan çıkartılmıştır. Yoksa buradaki emir sigasından alınmış değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

12- Kin ve Adalet:

 

Yüce Allah'ın: "Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoydular diye, bir kavme karşı beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin" buyruğundaki; "Sakın sizi ... sürüklemesin" buyruğu, sizi buna itmesin, anlamındadır. Bu açıklama İbn Abbas ve Katade'den nakledilmiştir. Aynı zamanda el-Kisai ve Ebu'l-Abbas'ın da görüşü budur. Bu kelime iki mefule teaddi eder. (...): Sana olan kinim beni bu işi yapmaya itti, denir. Yani, beni bunu yapacak noktaya kadar götürdü. Şair de der ki: "Ebü Uyeyne'yi -andolsun- öyle bir yaraladın ki, Bundan sonra bu, Fezare'lileri kızıp öfkelenmeye mecbur etti."

 

el-Ahfeş der ki: Bu, sizi böyle bir iş yapmak zorunda bırakmasın, anlamındadır. Ebü Ubeyde ve el-Ferra der ki: "Sakın sizi ... sürüklemesin" buyruğu, bir kavme olan kinin iz sizi, hakkı aşıp batıla gitmeye, adaleti bırakıp da zulme yönelmeye itmesin, size böyle bir davranış kazandırmasın demektir. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Sana emanet bırakana, sen de emaneti geri ver. Fakat sana hainlik edene sen hainlik etme." Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: ''... Onun için size kim saldırırsa, siz de tıpkı onların size saldırdıkları gibi karşılık verin ... " (el-Bakara, 194) Buna dair yeterli açıklamalar daha önceden (işaret edilen ayetin tefsirinde geçmiş bulunmaktadır). (...): Filan kişi, ehlinin cerimesidir. Yani, onlara bu işi kazandırıcıdır, şeklinde de kullanılır. Buna göre cerime ve cari, kazanan anlamındadır. Filan kişi cürm etti tabiri de günah kazandı anlamındadır. Şairin şu beyiti de buradan gelmektedir: "Bir dağın tepesinde yiyeceğini kazanmak isteyen (kartal yavrusu) Toparladığı kemiklerinin yağı (nın aktığını) görür."

 

İşte (...) binasında asl olan anlam budur. İbn Faris de der ki: Bu, (...) şekillerinde kullanılır. (...) tabiri ise mutlaka ve kaçınılmaz manasınadır. Bu kelimenin aslı ise, kazanmak anlamına gelen (r.?- )'dendir. Şair der ki: "Bundan sonra bu Fezarelilere kızıp öfkelenmeyi kazandırdı."

 

Bir diğer şair de şöyle demektedir: "Ey Ukl'den ve yaptıklarından (cinayetlerinden) diğer kabilelere şikayet eden; Öldürmelerinden ve sıkıntı ve kederlere boğmalarından ötürü."

 

Bir şeyi kesmeyi anlatmak için de (...) denilir. er-Rummanı Ali b. İsa der ki: Asıl olan da budur. Çünkü bu kelime, bir şeyi başkasından kesmek dolayısı ile bir şeye itmek, mecbur etmek anlamındadır. Kişiyi yalnızca kazanmaya ittiği için kazanmak anlamında da kullanılır. Ayrıca hak etmek anlamında da kullanılır. Çünkü bu hak sebebiyle onun hakkında bir şey kesilip tesbit edilir. el-Halil der ki: "Şüphe yok ki: onlar için ateş vardır" (en-Nahl, 62) buyruğu: Andolsun ki, onlar için azab hak olmuştur, demektir. el-Kisai der ki: (...) kullanışları aynı anlamda iki kullanış olup, ikisi de kazanmak anlamını ifade etmektedir.

 

İbn Mes'ud, " ... sizi ... sürüklemesin" anlamındaki buyruğu, "ye" harfini üstün yerine- ötreli olarak (...) şeklinde okumuştur. Anlamı da yine aynı şekilde, size ... kazandırmasın, sizi sürüklemesin şeklindedir. Basralılar ise, (hemze'li kullanılışını kabul etmedikleri için) bu kelimenin ötreli okunuşunu bilmezler. Onlar sadece (...) şeklinde kullanırlar.

 

(...): Kin demektir. Bu kelime, "nun" harfi üstün ve sakin olarak da okunmuştur. Mastar olarak; (...): Adama kin duydum, duyarım, şeklinde kullanılır. Bütün bunlar ise, birisine kin duymak, buğz etmek anlamındadır. Yani, onların sizleri alıkoymaları sebebiyle bir kavme karşı duyduğunuz kin, sizi haksızlığa sürüklemesin. Size haksızlık (ın günahını) kazandırmasın. Maksat, bir kavme karşı duyduğunuz kindir. O bakımdan mastar, mefule izafe edilmiştir. (Çünkü ayet-i kerimede izafet şeklinde olup, kelime kelime anlamı: Bir kavmin kini ... şeklindedir).

 

İbn Zeyd der ki: Müslümanlar, Hudeybiye antlaşmasının yapıldığı yıl Beytullah'ı ziyaretten alıkonulunca, umre yapmak isteyen bir takım müşrik kimseler yakınlarından geçti. Bunun üzerine müslümanlar: Bunların benzerleri bizi Beytullah'a gitmekten alıkoydukları gibi, biz de bunları alıkoyalım. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

 

Yani siz, bunlara herhangi bir saldırıda bulunmayın ve onlar sizi Mescid-i Haram'dan alıkoydular diye siz de onların benzerlerini, arkadaşlarını alıkoymayın.

 

(...) Şeklindeki okuyuş, onlar sizi alıkoydukları için ... anlamında olup, mefulün leh şeklindedir. Ancak Ebu Amr ve İbn Kesir bunu, (...) şeklinde, hemzeyi esreli olarak (şart cümlesi halinde) okumuşlardır. Ebü Ubeyd'in tercih ettiği kıraat budur.

 

el-A'meş'den ise; (...): Sizi alıkoyarlarsa .... şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir. İbn Atiyye der ki: buradaki edat, şart edatıdır. Yani, eğer gelecekte böyle bir işin benzeri meydana gelirse ... demek olur. Birinci kıraat ise mana itibariyle daha bir sağlamdır.

 

en-Nehhas der ki: Bunun şart cümlesi halindeki okunuşuna gelince, ileri gelen nahiv, hadis ve kıyas alimleri çeşitli sebepler dolayısıyla böyle bir kıraati uygun görmezler. Bu sebeplerden birisi şudur: Ayet-i kerime Mekke'nin fetih yılı olan sekizinci yılda nazil olmuştur. Müşrikler ise, hicretin altıncı yılında gerçekleştirilen Hudeybiye barışı yılında müslümanları alıkoymuşlardı. O halde bu alıkoyma, ayetin inişinden önce olmuştur. Eğer şart edatı olarak hemze esreli okunacak olursa, böyle bir alıkoymanın buyruğun nüzulünden sonra olmasından başka türlü gerçekleşmiş olması düşünülemez. Nitekim: Seninle çarpışacak olursa, filana hiçbir şey verme demek böyledir. Böyle bir şeyancak gelecekte sözkonusu olur. Şayet hemzeyi üstün okuyacak olursak, o takdirde bu geçmiş hakkında sözkonusu olur, Buna göre, (...) kıraatinden başka türlü caiz olmamalıdır. Aynı şekilde eğer bu hadis sahih olarak varid olmasaydı bile, yine üstün olarak okunması gerekirdi. Çünkü, Yüce Allah'ın: "Allah'ın şeairine ... saygısızlık etmeyin" buyruğu, -ayetin sonuna kadar- Mekke'nin müslümanların elinde bulunduğuna delalet etmekte ve onların ancak Beyt-i Haram'a gelenleri alıkoymaya güç yetirdikleri bir halde iken böyle bir tutumun kendilerine yasaklandığını ortaya koymaktadır. İşte bundan dolayı da (...)'in üstün okunması icabetmektedir. Çünkü bu, geçmiş olan bir durumu anlatmak içindir.

 

"Sizi haddi aşmaya" buyruğu nasb mahallindedir. Çünkü bu, mefulün bih'tir. Yani, bir kavme karşı duyduğunuz kin, sakın sizleri haddi aşmaya, haksızlık yapmaya itmesin. Ebü Hatim ile Ebü Ubeyd ise (...): Kin kelimesindeki birinci "nün"un sakin okunmasını kabul etmezler. Çünkü mastar kelimeler böyle bir durumda ancak harekeli olarak gelirler. Ancak diğerleri bu konuda onlara muhalefet etmekte ve şöyle demektedir: Bu kelime mastar değildir. Bilakis (...): Tembel, kızgın kelimelerinin veznin de ism-i faildir.

 

13- Yardımlaşmanın Esası:

 

Yüce Allah'ın: "İyilik ve takva üzere birbirinizle yardımlaşın ... " buyruğu ile ilgili olarak el-Ahfeş der ki: Bu buyrukların sözün baştarafı ile ilgisi yoktur. Bu, bütün insanlara iyilik ve takva üzere yardımlaşmaya dair bir emirdir. Yani, Yüce Allah'ın emrettiği hususlar üzere birbirinize yardımcı olunuz ve birbirinize bunu teşvik ediniz, bunlar gereğince amel ediniz. Allah'ın yasakladıklarından da birbirinizi vazgeçiriniz ve uzak tutunuz. Bu da Peygamber (s.a.v.)'dan gelen şu rivayete uygun düşmektedir: "Bir hayrı gösteren, onu işleyen kimse gibidir." Şerri gösteren de onu işleyen gibidir, denilmiştir.

 

Diğer taraftan şöyle denilmiştir: Birr ve takva aynı anlama gelen iki lafızdır. Farklı lafızlar ile bu anlamı te'kid etmek ve mübalağa kastıyla tekrarlanmışlardır. Çünkü herbir "birr (iyilik)" aynı zamanda takvadır, herbir takva da bir birrdir.

 

İbn Atiyye ise der ki: Ancak bu açıklamada bir dereceye kadar müsamaha sözkonusudur. Zira, bu iki lafzın delaletinde bilinen şu ki; birr, vacibi ve mendubu da kapsamına almakla birlikte, takva, vacib olan şeylere riayeti ihtiva eder. Bunlardan biri ötekisinin yerine kullanılması, kelimenin anlamlarını aşmak süretiyle mümkün olur.

 

el-Maverdi ise der ki: Şanı Yüce Allah, iyilik üzere yardımlaşmaya teşvikte bulunup bunu, kendisine karşı takvalı olmakla birlikte zikretmektedir. Çünkü takvada Yüce Allah'ın rızası sözkonusudur. Birr (iyilik) de ise insanların rızası sözkonusudur. Yüce Allah'ın rızası ile insanları hoşnut etmeyi bir arada bulunduran kimse ise, tam anlamı ile mutlu olur, elde ettiği nimet de umumi bir nimet olur.

 

İbn Huveyzimendad "Ahkam "ında der ki: İyilik ve takva üzere yardımlaşmak çeşitli şekillerde olur. Alim olan kimsenin, ilmi ile insanlara yardım edip onlara öğretmesi icabeder. Zengin olan da insanlara malıyla yardımcı olur. Kahraman olan kimse de Allah yolunda gösterdiği kahramanlıkla yardımcı olur. Ve müslümanlar tek bir el gibi birbirini destekleyen kimseler olmalıdırlar. "Mü'minlerin kanları birbirine denktir. Onların en aşağılarda olanları dahi onların sorumluluklarını yerine getirmeye çalışır, onlar kendilerinin dışında kalanlara karşı tek bir el gibidirler." Haksızlık yapandan yüz çevirmek, ona yardımcı olmayı terk edip içinde bulunduğu durumdan da onu döndürmek icabeder.

 

Daha sonra Yüce Allah: "Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde ise yardımlaşmayın" diye buyurarak, bize yasaklamada bulunmaktadır. (İsm : günah) işlenen suçlardan dolayı kişiyi bulan hükümdür. "Haddi aşmak: udvan" ise insanlara zulmetmek demektir. Arkasından Yüce Allah genel bir ifade ile yine takvayı emredip tehditte bulunarak: "Allah'tan korkun, şüphesiz Allah cezası pek şiddetli olandır" diye buyurmaktadır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Maide 3

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR