MAİDE 2 |
يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُواْ
لاَ تُحِلُّواْ
شَعَآئِرَ
اللّهِ وَلاَ
الشَّهْرَ
الْحَرَامَ
وَلاَ
الْهَدْيَ
وَلاَ
الْقَلآئِدَ
وَلا
آمِّينَ
الْبَيْتَ الْحَرَامَ
يَبْتَغُونَ
فَضْلاً
مِّن رَّبِّهِمْ
وَرِضْوَاناً
وَإِذَا
حَلَلْتُمْ
فَاصْطَادُواْ وَلاَ
يَجْرِمَنَّكُمْ
شَنَآنُ
قَوْمٍ أَن
صَدُّوكُمْ
عَنِ
الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ
أَن
تَعْتَدُواْ
وَتَعَاوَنُواْ
عَلَى
الْبرِّ
وَالتَّقْوَى
وَلاَ
تَعَاوَنُواْ عَلَى
الإِثْمِ
وَالْعُدْوَانِ
وَاتَّقُواْ
اللّهَ
إِنَّ
اللّهَ
شَدِيدُ
الْعِقَابِ |
2- Ey iman edenler!
Allah'ın şearine, haram olan aya (Beytullah'a) hediye edilen kurbanlıklara,
(boyunları) gerdanlıklılara ve Rablerinden hem bir lütuf, hem de bir rıza
arayarak Beyt-i haramı kastedip gelenlere saygısızlık etmeyin. İhramdan
çıktığınızda (isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i haramdan alıkoydular diye bir
kavme karşı beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve
takva üzere birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde ise
yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası pek şiddetli olandır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı onüç başlık halinde sunacağız:
1- Mü'minlerin Allah'ın Yasaklarını
Çiğneyemeyecekleri:
2- Hediyelik Kurbanların Nişanlanması,
Alametlendirilmesi:
3- Haram Aylara Saygısızlık:
4- Hediyelik Kurbanlıklar ile
Gerdanlıklılar:
5- ihrama Girmek Niyetiyle
Kurbanlıklara Gerdanlık Takmak:
6- Hangi Şartlarda Hediyelik Kurban
Gönderilirse Gönderen İhramlı Sayılır:
7- Hediyelik Kurbanlıklara Dair Bazı
Hükümler:
8- Beyt-i Haram 'ı Kastedip Gelenler ve
Nüzul Sebebi
9- Ayet-i Kerimede Nesh Edilen
Buyruklar ile ilgili Görüş Ayrılıkları:
10- Kafirin Kendi Kanaatine Göre
ibadeti:
11- İhramdan Sonra Avlanmanın Hükmü ve
Aslen Mübah Olan Bir Şeyin Yasaklanmasından Sonraki Durumu:
12- Kin ve Adalet:
13- Yardımlaşmanın Esası:
1- Mü'minlerin
Allah'ın Yasaklarını Çiğneyemeyecekleri:
Yüce Allah'ın:
"Allah'ın şeairine ... saygısızlık etmeyin" buyruğu, gerçek
mü'minlere bir hitaptır. Yani, herhangi bir hususta Allah'ın sınırlarını
aşmayınız.
Şeair kelimesi,
"faile" vezninde "şaire"nin çoğuludur. İbn Faris der ki:
Tekil olarak "şiare" de denilir ve bu daha güzeldir.
Şaire ise, hediye olarak
gönderilen büyük baş (özellikle deve) demektir.
İş'arı ise, onun
hediyelik kurban olduğu bilinmesi için kan akıncaya kadar hörgücünün
yaralanmasıdır. İş'ar ise hissettirmek yoluyla bildirmek demektir. (...)
tabiri, hediyelik kurban olduğunun bilinmesi için kurbanlığa alamet koyması
demektir. Alametler anlamına gelen "meşair" de buradan gelmektedir.
Tekili de meş'ar'dır. Meşair, alametlerle şiarlandırılmış yerler demektir.
(Saçın) "Şa'r" diye adlandırılması da buradan gelmektedir. Çünkü
şuurun gerçekleştiği yerde olur. Şair de buradan gelmektedir. Çünkü o, ince
zekası sayesinde başkasının farketmediği şeyleri farkeder. Başındaki incecik
kılı dolayısıyla (arkaya) şair denilmesi de buradan gelmektedir.
Şeair, bir görüşe göre,
Beytullaha hediye olarak gönderilmek üzere nişanlanan, alamet konulan
hayvanlardır. Bir diğer görüşe göre ise, bütün hac menasikidir. Bu açıklamayı
İbn Abbas yapmıştır. Mücahid der ki: Safa, Merve, hediyelik kurbanlıklar,
develer bunların hepsi şeair'dendir. Şair der ki: "Öldürüyoruz onları
nesil be nesil; görürsün ki onlar Kendileri ile yaklaşılan kurbanlık
şeairdir."
Müşrikler de hacceder,
umre yapar ve hediye kurbanlık gönderirlerdi. Müslümanlar onlara baskın yapmak
istediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Allah'ın şeairine ... saygısızlık
etmeyin" buyruğunu indirdi. Ata b. Ebi Rebah dedi ki: Allah'ın şeairi,
Allah'ın bütün emirleri ve yasaklarıdır.
el-Hasen der ki:
Allah'ın dininin tümü Allah'ın şeairidir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu
gibi: "işte bu (böyledir). Kim Allah'ın şeairini ta'zim ederse O,
kalplerin takvasındandır." (el-Hac, 32)
Derim ki: Genelliği
dolayısıyla başkasına göre kendisine öncelik tanınması gereken tercihe değer
görüş budur. Hediyelik kurbanların iş'arı (alametlendirilmesi, nişanlanması)
hususunda ise ilim adamlarının farklı görüşü bulunmaktadır ki, bu da bir
sonraki başlığın konusudur.
2- Hediyelik
Kurbanların Nişanlanması, Alametlendirilmesi:
Cumhur, bunu caiz
görmekle beraber, bu alametin hangi tarafta yapılacağı hususunda farklı
kanaatlere sahiptirler. Şafii, Ahmed ve Ebu Sevr der ki:
Bu işaretleme sağ
tarafında yapılır. Bu görüş İbn Ömer'den de rivayet edilmiştir. İbn Abbas'tan
sabit olan rivayete göre Peygamber (s.a.v.) devesinin hörgücünün sağ tarafını
işaretlemiştir. Bunu Müslim ve başkaları da rivayet etmiştir. Sahih olan da
budur.
Hz. Peygamber'in
hediyelik kurbanlıklarının sol taraflarını işaretlediği de rivayet edilmiştir. Ebu
Ömer b. Abdi'l-Berr der ki: Bu, kanaatimce İbn Abbas yolu ile münker bir
hadistir. Sahih olan ise, Müslim'in İbn Abbas'tan yaptığı rivayettir. İbn
Abbas'tan bundan başka sahih bir rivayet yoktur.
Bir başka kesim şöyle
demektedir: İşaretleme sol yanında olur. Bu, Malik'in görüşüdür. Ayrıca der ki:
Sağ yanda yapılmasında da bir sakınca yoktur. Mücahid ise, iki yandan
hangisinde isterse işaretleyebilir. Ahmed'in iki görüşünden birisi de budur.
Ancak, Ebü Hanife bütün bunları uygun görmeyerek şöyle der: İşaretleme hayvana
bir azaptır. Ancak, hadis Ebu Hanife'nin bu kanaatini reddetmektedir. Aynı
şekilde bu, -önceden de geçtiği gibi- kendisi vasıtasıyla kimin mülkiyetinde
olduğu bilinmesi için yapılan işaretleme hükmündedir. Şu kadar var ki
İbnü'l-Arabi, Ebu Hanife'nin bu şekilde alametlendirmeyi uygun görmediğinden
dolayı, bu kanaatini reddetmekte ve tepki göstermekte aşırıya giderek şöyle
der: Sanki o, şeriatteki bu şairayı hiç işitmemiş gibidir. Halbuki bu, onun
ilim adamları arasındaki şöhretinden daha yaygın bir husustur.
Derim ki: Benim, Hanefi
alimlerinin kitaplarında açıkça ifade edildiğini gördüğüm Ebu Hanife'nin
görüşüne göre alametlendirmenin mekruh olduğu, Ebü Yusuf ve Muhammed'in
görüşüne göre ise, mekruh da olmayıp, sünnet de olmadığı, sadece mübah olduğu
şeklindedir. Çünkü, bu şekilde bir işaretleme bir bildirme olduğundan dolayı
gelenek seviyesinde bir sünnet demektir. Bir yara açmak ve bir müsle olması
bakımından ise haram olması gerekir. O halde böyle bir iş, bir taraftan
sünneti, diğer taraftan da bid'ati kapsa dığından dolayı mübah kabul
edilmiştir. Ebu Hanife'nin görüşüne göre ise, böyle bir alametlendirme bir
müsledir ve hayvana azap verici olması bakımından da haramdır, o bakımdan
mekruhtur. Rasulullah (s.a.v.)'ın bu işi yaptığına dair gelen rivayetler ise,
arapların hediye kurbanlık olduğu tayin edilen dışında, hertürlü malı gasb ve
talan ettikleri başlangıç dönemlerinde idi. Ve o sırada hediye kurbanlıkları
ancak böyle bir alametle ayırd edebiliyorlardı. Daha sonra böyle bir gerekçenin
ortadan kalkması dolayısıyla, bu şekil de alametlendirme de ortadan kalkmıştır.
İbn Abbas'tan da böylece rivayet edilmiştir.
Şeyh İmam Ebü Mansur
el-Maturidi (yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun) nin de şöyle dediği
nakledilmektedir: Ebü Hanife'nin kendi çağında yaşayan insanların
alametlendirmelerini mekruh görmüş olması da muhtemeldir. Çünkü, yaranın
kangrenleşmesinden korkulacak şekilde yara açmakta mübalağa gösteriliyordu.
Rasülullah (s.a.v.)'ın döneminde yapıldığı şekilde haddi aşmaksızın yapılan alametlendirmeye
gelince, bu güzel bir şeydir. Ebü Cafer et-Tahavi bunu böylece zikretmektedir.
İşte Hanefi ilim adamlarının alametlendirmeye dair varid olmuş hadis ile ilgili
olarak Ebü Hanife'nin lehine gösterdikleri mazeret budur. Onlar, bu hadisi
işitmişler, bu hadis onlara ulaşmış ve onlar bu hadisin ne olduğunu bilmişler
ve şöyle demişlerdir:
Alametlendirmenin mekruh
oluşu görüşüne göre ise kişi, hediyelik kurbanlıkları alametlendirmekle ihrama
girmiş olmaz. Çünkü mekruh bir işi yapmak haccın menasikinden sayılmaz.
3- Haram Aylara
Saygısızlık:
Yüce Allah'ın:
"Haram olan aya ... saygısızlık etmeyin" buyruğunda geçen "haram
ay", bütün haram aylar hakkında cins ismi ifade eden tekil bir isimdir. Bu
haram aylar, birisi tek, üçü de ard arda gelmek üzere dört aydır. Bunlara dair
açıklamalar Berae süresinde (et-Tevbe, 5. ayet, 1. başlıkta) gelecektir.
Buyruğun anlamı şudur:
Bu haram aylarda savaşmayı, baskın düzenlemeyi helal kılmayın ve bu ayları
başka aylarla da değiştirmeyin. Çünkü, bu ayları değiştirmek de onları helal
kılmak demektir. Bu ise onların yaptıkları Nesi uygulaması idi. Yüce Allah'ın:
"Hediye edilen kurbanlıklara, (boyunları) gerdanlıklılara da ...
saygısızlık etmeyin" buyruğu da böyledir. Yani, bunlara da saldırıyı helal
görmeyin. Ayet-i kerimenin bu bölümünde bir muzafın hazfi sözkonusudur ki,
(...) ibaresi, (...) takdirindedir. (Mealde:
"Gerdanlıklılar"
ibaresinde bu izafe de belirtilmiştir.)
Şanı Yüce Allah, genel
olarak hediye kurbanlıkları helal görmeyi yasakladıktan sonra, gerdanlık
takılmış olanların hurmiyetlerine dikkat çekmeyi te'kid etmek ve bunun oldukça
ileri bir tecavüz olduğunu belirtmek üzere, özellikle gerdanlıklı olan hediye
kurbanlıkları zikretmiş bulunmaktadır.
4- Hediyelik
Kurbanlıklar ile Gerdanlıklılar:
Yüce Allah'ın:
"Hediye edilen kurbanlıklara ve (boyunları) gerdanlıklılara ... "
buyruğunda geçen "hediy": Beytullah'a hediye edilen deve, inek veya
koyun demektir. Bunun tekili; (...) şeklinde gelir.
"Şeair" ile
kastedilen haccın menasikidir diyenler şunu söyler: Yüce Allah burada,
hediyelik kurbanlıkları, bunların özelliklerine dikkat çekmek üzere
zikretmiştir.
"Şeair"den
kasıt hediye kurbanlıklardır, diyenler ise şöyle demektedir: Şeair, hörgücünden
kan akıtmak suretiyle alametlendirilmiş olandır. Hediye kurbanlık ise, bu
şekilde ona alamet yapılmayan ve yalnızca gerdanlık takılmakla yetinilendir.
Şöyle de denilmiştir:
Aradaki fark şudur: Şeair, davarlar arasından gönderilen develerdir. Hediye
kurbanlık ise inek, koyun ve örtü ile hediye olarak gönderilen her şeydir.
Cumhur ise şöyle
demektedir: Hediye tabiri kendisiyle Allah'a yaklaşılmak istenen bütün
kurbanlık ve sadakalar hakkında umumi bir tabirdir. Hz. Peygamber'in şu buyruğu
da bu kabildendir:
"Cuma günü erken vakitte
namaza gelen, bir deve hediye (kurban) etmiş gibidir... Bir yumurta hediye
(kurban) etmiş gibidir." böylelikle o, bunlara "hedy" adını
vermiş bulunmaktadır. Yumurtaya da bu adın verilmesinin, bununla sadakayı
kastetmiş olması hali dışında açıklanacak bir tarafı yoktur. İşte ilim adamları
da böyle demiştir: Bir kişi, ben şu elbisemi hediy kıldım diyecek olursa, o
elbisesini tasadduk etmesi gerekir. Şu kadar varki, bu kelime mutlak olarak
kullanıldığı takdirde deve, inek ve koyun türünden biri hakkında ve bu birinin
Hareme götürülerek orada kesilmesi anlamında kabul edilir. Bu ise Yüce Allah'ın
şu buyruklarında yer alan şeri örften alınmadır: "Eğer alıkonulursanız, o
halde kolayınıza giden kurbandan gönderin.'' (Bakara, 196) Bununla da koyunu kast
etmektedir.
Bir başka yerde ise:
''İçinizden adaletli iki kimsenin hükmü ile öldürdüğü hayvanın benzeri Ka'beye
ulaştırılacak bir hediye kurbanı göndermektir.'' (el-Maide, 95)
Yine Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: ''Kim, hac zamanına kadar umreden faydalanmak isterse, kolayına
gelen bir kurban (kesmelidir). "(el-Bakara, 196) Bunun asgarisi ise,
fukahaya göre bir koyundur.
Malik der ki: Benim bu
elbisem hediye olsun diyecek olursa, onun kıymetinde hediyelik bir kurban alır.
"el-Kalaid"e
gelince bu, insanların kendilerine bir güvenlik sağlamak üzere takındıkları
şeylerdir. O bakımdan bu buyrukta da bir muzafın hazfi sözkonusudur.
"Gerdanlıklı olanlara da ... " anlamında olup daha sonra bu nesh
olmuştur.
İbn Abbas der ki:
el-Maide suresinden nesh edilmiş iki ayet vardır. Bunlardan birisi
gerdanlıklılara dair ayet-i kerimedir, diğeri ise -ileride geleceği üzere- Yüce
Allah'ın: "Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ... " (el-Maide,
49) ayet-i kerimesidir.
Şöyle de denilmiştir:
Yüce Allah, gerdanlıklılar ile bizzat gerdanlıkların kendisini kast etmiştir.
Bu buyruğu ile O, güvenlik altında olmak amacı ile gerdanlık olarak
kullanılması için Haremdeki ağaçların kabuklarını almayı yasaklamaktadır. Bu
açıklamayı, Mücahid, Ata ve Mutarrif b. eş-Şıhhir yapmıştır. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
Hediyenin gerçek
mahiyeti, karşılığında herhangi bir bedel sözkonusu edilmeksizin verilen her
şeydir. Fukaha ittifakla şunu kabul etmişlerdir: Birisi, Allah için bir hediye
kurbanı göndereceğim diyecek olursa, o kurban bedelini Mekke'ye göndermelidir.
Gerdanlıklılara gelince;
gerdanlık, hediyelik kurbanlıkların hörgüçleri ve boyunlarına, bunların Allah
için olduklarına dair alamet olmak üzere asılan ayakkabı veya başka herhangi
bir şeydir. Bu, Hz. İbrahim'in bir sünnetidir. Cahiliye döneminde olduğu gibi
kalmış, İslam da bunu kabul edip benimsemiştir. İnek ve koyunlardaki sünnet
budur. Aişe (r.anha) der ki: Rasulullah (s.a.v.) bir seferinde Beytullah'a bir
takım koyunları hediye olarak gönderdi ve onlara gerdanlık koydu. Bunu Buhari
ve Müslim rivayet etmiştir.
İlim adamlarından Şafii,
Ahmed, İshak, Ebu Sevr ve İbn Habib gibi bir topluluk bu görüşü kabul etmekle
birlikte Malik ve rey ashabı bunu kabul etmemişlerdir. Koyunlara gerdanlık
takmak hususuna dair bu hadis onlara ulaşmamış veya ulaşmakla birlikte bu
hadisi Hz. Aişe'den yalnızca Esved (münferiden) rivayet ettiğinden dolayı onu
red etmiş de olabilirler. Ancak bu hadise uygun görüş belirtmek daha uygundur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
İneklere gelince, şayet
bunların sırtlarında hörgücü andıran yükseklikleri bulunuyorsa, tıpkı develer
gibi bunlara da alamet yapılır. Bunu İbn Ömer söylemiştir. Malik de bu
görüştedir. ŞafiI ise; bunlara -mutlak olarak- gerdanlık takılır ve alamet
yapılır, der. Bu konuda bir fark gözetmemişlerdir.
Said b. Cübeyr der ki:
(İneklere) gerdanlık takılır fakat alamet yapılmaz.
Bu görüş daha sahihtir.
Çünkü, ineklerin hörgücü olmaz ve bunlar develerden daha çok koyunlara
benzerler. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
5- ihrama Girmek
Niyetiyle Kurbanlıklara Gerdanlık Takmak:
İhram niyetiyle bir
davara gerdanlık takıp bunu Harem-i Şerife gönderenin bu suretle ihrama girmiş
olacağını ilim adamları ittifakla kabul etmişlerdir. Çünkü Yüce Allah: "Allah'ın
şeairine ... saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda (isterseniz)
avlanın" diye buyurmuş ve ihramdan söz etmemiştir. Ancak, gerdanlık
takmaktan söz etmesi dolayısıyla bunun ihrama girmek gibi olduğu
anlaşılmaktadır.
6- Hangi Şartlarda
Hediyelik Kurban Gönderilirse Gönderen İhramlı Sayılır:
Hediyelik kurban
göndermekle birlikte, bunları bizzat kendisi gütmeyecek olur ise, ihramlı
olmaz. Çünkü, Hz. Aişe yoluyla gelen hadiste şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Resulullah (s.a.v.)'ın gönderdiği hediye kurbanlıkların gerdanlıklarını
ellerimle ben büktüm. Daha sonra Peygamber, bu gerdanlıkları kendi elleriyle
taktı. Sonra da bunları babamla birlikte gönderdi. Resulullah (s.a.v.)'a
hediyelik kurbanlıklar kesilinceye kadar Allah'ın kendisi için helal kılmış
olduğu herhangi bir şey haram olmadı. Bunu Buhari rivayet etmiştir.
Malik, Şafii, Ahmed,
İshak ve ilim adamlarının çoğunluğunun görüşü budur. İbn Abbas'tan ise, bununla
ihrama girmiş olur, dediği rivayet edilmiştir. İbn Abbas dedi ki: Bir kimse bir
hediye kurbanlık gönderecek olur ise, bu hediye kurbanlık kesilinceye kadar
hacceden kimseye (ihramı dolayısıyla) neler haram oluyorsa ona da haram olur.
Bunu Buhari rivayet etmiştir.
İbn Ömer, Ata, Mücahid
ve Said b. Cübeyr'in görüşü budur. el-Hattabi bunu rey ashabından da
nakletmiştir. Bunlar, Cabir b. Abdullah yoluyla rivayet edilen şu hadisi delil
göstermişlerdir. Cabir dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'ın yanında oturuyordum.
üzerindeki gömleğini yakası tarafından yırttıktan sonra ayaklarından çıkardı.
Hazır bulunanlar Peygamber (s.a.v.)'a bakınca, Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
"Ben, göndermiş olduğum develerime şu şu yerde gerdanlık takılıp onlara
alamet yapılmasını emrettim. Ve unutarak gömleğimi giydim. Bu gömleği mi
başımdan çıkarmamalıydım (onun için böyle yaptım)."
Hz. Peygamber,
develerini göndermiş, kendisi de Medine'de ikamet etmişti. Bu hadisin senedinde
ise Abdurrahman b. Ata b. Ebi Lebibe de vardır ki, zayıf bir ravidir.
Bir koyuna gerdanlık
takıp kendisi de onunla birlikte yola koyulacak olursa, Kufeliler bununla
ihrama girmiş olmaz, derler. Çünkü koyuna gerdanlık takmak sünnet de değildir,
şeairden de değildir. Zira koyuna kurdun saldırmasından, bunun sonucunda da
-develerden farklı olarak- Hareme varamamasından korkulur. Çünkü develer suya
varıp su içinceye, ağaçlardan otlayıncaya ve sonunda Hareme varıncaya kadar
terk edilebilirler. Buhari'nin Sahih'inde ise, mü'minlerin annesi Hz. Aişe'den
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ben, hediye kurbanlıkların gerdanlıklarını
yanımda bulunan boyanmış yünden (ihn) büktüm ... İhn, boyanmış yün demektir.
Yüce Allah'ın şu buyruğu da böyledir: "Dağlar da atılmış renkliyün gibi
olacaktır." (el-Karia, 5)
7- Hediyelik
Kurbanlıklara Dair Bazı Hükümler:
Hediyelik kurbana
gerdanlık takılır yahut alamet yapılırsa, satılması da hibe edilmesi de caiz
değildir. Çünkü o kurbanın Beyt-i Haram'a hediye olarak gönderilmesi vacib
olmuştur. Eğer bunu gönderen vefat edecek olursa, bu hediyelik kurban ondan
miras alınmaz ve hediye olarak tayin ettiği şekilde yerine getirilir.
Udhiye (kurban bayramı
günü kesilen kurbanlık) ise böyle değildir. Malik'e göre böyle bir kurbanlık
ancak kesim ile vacib olur. Söz ile onu kurban etmeyi kendisine vacip kılmış
olması hali ise müstesnadır. Kesimden önce sözlü olarak onu kesmeyi kendisine
vacib kılarak: "Ben bu koyunu kurbanlık olarak tayin ediyorum" dese,
muayyen olarak onu kurban etmesi gerekir. Buna göre eğer bu tayin ettiği
kurbanlık telef olur (kaybolur) sonra kurban kesim günlerinde veya daha sonra
onu bulacak olursa, yine onu keser ve o tayin ettiği kurbanlığı satması caiz
olmaz.
Şayet ondan başka bir
kurbanlık satın almış ise, Ahmed ve İshak'ın görüşüne göre her ikisini de
birlikte keser. Şafii der ki: Tayin ettiği bu kurbanlık kaybolur veya çalınacak
olursa, ayrıca onun yerine birisini bedel olarak kesme mükellefiyeti yoktur.
Çünkü bedelini kesmek vacib olanlar hakkında sözkonusudur.
İbn Abbas'tan da şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Bu şekilde tayin ettiği kurbanlık kaybolursa, artık
onun tayini yerine gelmiş olur. Kurban kesmeden önce kurban bayramı günü vefat
eden kimsenin keseceği kurbanlık, hediyelik kurbandan farklı olarak diğer
malları gibi ondan miras alınır.
Ahmed ve Ebu Sevr ise:
Durum ne olursa olsun böyle bir kurbanlık kesilir, demişlerdir. el-Evzai ise şöyle
demektedir: Böyle bir kurbanlık kesilir. Ancak, üzerinde borç bulunup da borcu
ancak bu kurbanın bedelinden ödenebilecekse, o takdirde borcunun ödenmesi için
bu kurbanlık satılır. Şayet bu kurbanını kestikten sonra ölürse, mirasçıları o
kurbanı ondan miras alamazlar. Kendisi hayatta iken böyle bir kurbana
uygulayabileceği kurban etinden yemek ve sadaka gibi şeyleri onlar da yaparlar.
Fakat, miras olmak üzere onun etini kendi aralarında payedemezler. Kesimden
önce kurbana isabet eden kusurlar dolayısıyla o kurban sahibinin -yine hedy
kurbanından farklı olarak- bedelini kesmesi icabeder. Malik'in görüşlerinden bu
sonuçlara varılır. Böyle bir durumda hediye kurbanı gönderen kimsenin de onun
bedelini göndereceği söylenmiş ise de birincisi daha doğrudur. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
8- Beyt-i Haram 'ı
Kastedip Gelenler ve Nüzul Sebebi
Yüce Allah'ın: (...)
buyruğundan kasıt, Beyt-i Haram'ı kastedip gelenlerdir. Arapların kastettim
anlamında; (...) şeklindeki sözlerinden alınmıştır. el-A'meş bunu, "(...)
şeklinde izafet terkibi olarak okumuştur. Yüce Allah'ın: "Avlanmayı helal
saymamak şartıyla" buyruğu gibi.
Buyruğun anlamına
gelince: Sizler, ibadet ve Allah'a yaklaşmak maksadıyla Beyt'i Haramı kasteden kafirleri
engellemeyiniz. Buna binaen şöyle denilmiştir: Bu ayet-i kerimede yer alan
müşriklere dair herhangi bir yasak, yahut gerdanlık süretiyle ona dair saygı
gösterilmesi gereken şeylere saygı göstermek veya Beytullah'ı kastetmek ile
ilgili yasakların tümü, Yüce Allah'ın ayetü's-Seyf (kılıç ayeti) diye bilinen
şu buyruğu ile nesh olunmuştur: ''Müşrikleri nerede bulursanız öldürün"
(et-Tevbe, 5); ''Onun için buyıllarından sonra artık onlar Mescid-i Haram)a
yaklaşmasınlar.'' (et- Tevbe, 28) Buna göre, hiçbir müşrike haccetme imkanı
verilmez. Haram aylarda o güvenlik altında olamaz. İsterse hediye kurbanlığı
göndersin, gerdanlık taksın ve haccetmeye kalkışsın. Bu görüş, İbn Abbas'tan
rivayet edildiği gibi, ileride de belirtileceği üzere İbn Zeyd'in de görüşüdür.
Bir kesim de şöyle
demektedir: Ayet-i kerime muhkemdir. Nesh olmuş değildir, müslümanlar
hakkındadır. Şanı Yüce Allah, müslümanlar arasında kendi Beytini kastedenleri
korkutmayı yasaklamaktadır. Bu yasak ise, gerek haram aylarda gerek onların
dışında kalan zamanlarda umumidir. Şu kadar var ki, özel olarak haram ayları
ta'zim ve faziletlerini vurgulamak için zikretmiştir. Bu görüş ise Ata'nın
görüşüne uygun düşmektedir. Çünkü onun görüşüne göre buyruğun anlamı (yani
Allah'ın şeairine saygısızlık etmeyin buyruğunun anlamı) Allah'ın alametlerini
helal kılmayın, demektir. Onun alametleri ise, emirleri, yasakları ve insanlara
bildirdiği şeyleridir. İşte bunları çiğnemeyi (saygısızlık etmeyi) helal
kılmayın. Bundan dolayı Ebü Meysere, bu ayet-i kerime muhkemdir, demiştir.
Mücahid de der ki: Bu ayet-i kerimeden "Gerdanlıklılara"dan başka bir
şey nesh olmuş değildir. Kişi, harem bölgesindeki ağaç kabuklarından herhangi
bir şeyi alır, boynuna takardı, bundan dolayı da kimse ona yaklaşmazdı. İşte bu
hüküm nesh olundu.
İbn Cüreyc ise der ki:
Bu ayet-i kerime, hacıların yollarının kesilmesine dair bir yasaklama
getirmektedir.
İbn Zeyd der ki: Ayet-i
kerime, Rasülullah (s.a.v.) henüz Mekke'de iken, Mekke fethi yılı nazil
olmuştur. Müşriklerden bir gurup gelip hac ve umre yapmak istediler.
Müslümanlar, Ey Allah'ın Rasülü dediler, bunlar müşrik kimselerdir. Onlara
baskın yapmaksızın onları bırakmayacağız. Bunun üzerine Kur'an'dan:
"Beyt-i Haram'ı kastedip gelenlere ... " buyruğu nazil oldu.
Yine denildiğine göre bu
buyruğun iniş sebebi, -el-Hutam lakablı- Şureyh b. Dubay'a el-Bekri'nin
durumudur. Rasülullah (s.a.v.) umre yaptığı sırada Rasülullah'ın askerleri onu
yakaladı, bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. Daha sonra da -az önce
belirttiğimiz gibi- bu hüküm nesh oldu. burada sözü geçen el-Hutam,
Yemamelilerin irtidat etmeleri sırasında da hayatta idi ve mürted olarak
öldürüldü. Ona dair rivayet edilen haberlerden birisine göre o, atlılarını
Medine'nin dışında bırakarak Peygamber (s.a.v.)'ın yanına gelerek dedi ki: Sen
insanları neye çağırıyorsun? Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Allah'tan başka
ilah olmadığına şahidlik etmeye, namazı kılmaya ve zekatı vermeye."
el-Hutam: Güzel dedi. Şu kadar var ki, benim danıştığım bir takım kumandanlarım
vardır. Onlar olmaksızın hiçbir işi kestirip atmıyorum. Belki ben de müslüman
olur ve onları da birlikte getirebilirim.
Peygamber (s.a.v.) da
(onun gelişinden önce) ashabına şöyle demişti: "Yanınıza bir şeytan dili
ile konuşan bir adam girecek." Daha sonra el-Hutam, Hz. Peygamber'in
yanından çıkıp gidince, yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: "Andolsun ki,
bir kafir yüzüyle girdi ve sözünde durmamayı kararlaştıran bir kişi olarak
arkasını dönüp gitti. Bu adam müslüman bir kimse değildir." Daha sonra
Medine dışında otlayan, müslümanlara ait davarların yanından geçti, onları da
önlerine katıp götürdü. Müslümanlar, onu takip edip yakalamak istedilerse de
bunu başaramadılar. O da şu beyitleri söyleyerek yoluna devam etti:
"Gece onları
insafsız bir güdücü ile sarıp sarmaladı Bu ne bir deve çobanı, ne de bir koyun
çobanıydı Kasap tezgahı üzerinde eti parçalayan kasap da değildi Uyuyarak
geceyi geçirdi onlar. Fakat uyumadı Hind'in oğlu Fal okları gibi bir delikanlı
onların sıkıntılarını çekti gece boyunca İri bacaklı ve enli ayaklı."
Peygamber (s.a.v.) kaza
umresi için Mekke'ye çıktığında, Yemameden gelen hacıların telbiyelerini
işitince şöyle buyurdu: "İşte bu, el-Hutam ve onun arkadaşlarıdır."
Bu sırada da Medine çevresinde otlarken talan ettiği davarlara, gerdanlık takmış
ve Mekke'ye hediye olarak sürmüş idi. Ashab onu takib etmek üzere yola
koyulunca, bu ayet-i kerime nazil oldu. Yani, müşrik olsalar dahi,
işaretlendirilmiş olan hayvanlara karşı saygısızlık etmeyin. Bunu İbn Abbas
rivayet etmiştir.
9- Ayet-i Kerimede
Nesh Edilen Buyruklar ile ilgili Görüş Ayrılıkları:
Ayetin muhkem olduğu
görüşüne göre Yüce Allah'ın: "Allah'ın şeairine saygısızlık etmeyin"
buyruğu, hac menasikinin tamamlanmasını gerektirir. Bundan dolayı ilim adamları
şöyle demiştir: Kişi hacca başlayıp sonra onu ifsad edecek olur ise, haccın
bütün işlerini yapması gerekir. Haccı ifsad olsa dahi bunlardan herhangi bir
şeyi terketmesi caiz değildir. Daha sonra ikinci yıl o haccını kaza eder.
Ebu'l-Leys es-Semerkandi
der ki: Yüce Allah'ın: "Haram olan aya" buyruğu, yine Yüce Allah'ın:
"Müşrikler sizinle nasıl topluca savaşırlarsa, siz de onlarla topluca
savaşın'' (et-Tevbe, 36) buyruğu ile nesh olmuştur. Yüce Allah'ın: "Hediye
edilen kurbanlıklara ve gerdanlıklılara" buyruğu ise muhkemdir, nesh
olmamıştır. Buna göre hediye olarak gönderdiği kurbanlıklara gerdanlık koyan ve
bununla ihrama girmeye niyet eden herkes ihrama girmiş olur, artık onun ihrama
aykırı işleri yapması caiz olmaz. Buna delil bu ayet-i kerimedir. O halde bu
hükümlerin kimi, kimine atfedilmiş bulunmaktadır. Bunların kimi nesh olmuştur,
kimi de nesh olmamıştır.
10- Kafirin Kendi
Kanaatine Göre ibadeti:
Yüce Allah'ın:
"Rablerinden hem bir lütuf, hem de bir rıza arayarak Beyt-i Haramı
kastedip gelenlere ... " buyruğu ile ilgili olarak, müfessirlerin
çoğunluğu şöyle demiştir: Bunun anlamı, ticarette lütuf ve karı arayarak,
bununla birlikte de kendi kanaat ve umutlarına göre Allah'ın rızasını arayarak
gelenlere ... şeklindedir.
Denildiğine göre,
aralarından ticaret kastıyla gelenler olduğu gibi, hacc ile -buna nail olmasa
dahi- Allah'ın rızasını arayanları da vardı. Araplar arasında ölümden sonra
amellerinin karşılığını göreceğine ve öldükten sonra diriltileceğine inanan
kimseler de vardı. Bu gibi kimseler için cehennemde azabın bir çeşit hafifletilmesi
uzak bir ihtimal değildir.
İbn Atiyye der ki: Bu
ayet-i kerime, Yüce Allah'ın arapların kalplerini ısındırması ve onlara karşı
nazik davranması kabilindendir. Böylelikle ruhları rahatlasın ve insanlar arasına
karışabilsinler. Hac mevsimine katılıp Kur'an'ı dinlesinler, iman kalplerine
girsin ve onlar açısından olması gereken şekliyle (iman etmelerinin zaruretini
ortaya koyan) deliller ortaya konulsun. Bu ayet-i kerime Mekke'nin fethi yılı
nazil olmuştur. Allah, hicretin dokuzuncu yılından sonra, Hz. Ebü Bekir'in
haccedip herkese Berae (et-Tevbe) süresi açıkça okunup ilan edilmesinden sonra
nesh olunmuştur.
11- İhramdan Sonra Avlanmanın
Hükmü ve Aslen Mübah Olan Bir Şeyin Yasaklanmasından Sonraki Durumu:
Yüce Allah'ın:
"İhramdan çıktıktan sonra (isterseniz) avlanın" emri, herkesin icmaı
ile mübahlık bildiren bir emirdir. Daha önce ihram sebebiyle sözkonusu olan
yasağı kaldırmaktadır. Bunu, ilim adamlarının birçoğu böyle nakletmekle
birlikte bu sahih değildir. Aksine, yasaklamadan sonra varid olan
"yap" emri, aslı üzere rücu ifade eder. Bu, Kadı Ebu't-Tayyıb ve
diğerlerinin görüşüdür. Çünkü, vücubu gerektiren şey hala olduğu gibi
durmaktadır. Bundan önceki yasaklık ise, mani olmaya elverişli değildir. Buna
delil de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Haram olan aylar çıktı mı, artık o
müşrikleri nerede bulursanız öldürün." (et-Tevbe, 5) İşte buradaki
"yap" emri vücup ifade eder. Çünkü bununla kastedilen cihaddır. Maide
süresindeki bu buyruktan ve buna benzer: ''Artık namaz kılındı mı, yeryüzüne
dağılın" (Cuma, 10) buyruğu ile "İyice temizlendiler mi, o zaman ...
onlara yaklaşın" (el-Bakara, 222) buyruklardan, bunların manalarına ve bu hususta
icmaa bakarak anlaşılan mübahlıktan çıkartılmıştır. Yoksa buradaki emir
sigasından alınmış değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
12- Kin ve Adalet:
Yüce Allah'ın:
"Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoydular diye, bir kavme karşı beslediğiniz
kin, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin" buyruğundaki; "Sakın sizi
... sürüklemesin" buyruğu, sizi buna itmesin, anlamındadır. Bu açıklama
İbn Abbas ve Katade'den nakledilmiştir. Aynı zamanda el-Kisai ve Ebu'l-Abbas'ın
da görüşü budur. Bu kelime iki mefule teaddi eder. (...): Sana olan kinim beni
bu işi yapmaya itti, denir. Yani, beni bunu yapacak noktaya kadar götürdü. Şair
de der ki: "Ebü Uyeyne'yi -andolsun- öyle bir yaraladın ki, Bundan sonra
bu, Fezare'lileri kızıp öfkelenmeye mecbur etti."
el-Ahfeş der ki: Bu,
sizi böyle bir iş yapmak zorunda bırakmasın, anlamındadır. Ebü Ubeyde ve
el-Ferra der ki: "Sakın sizi ... sürüklemesin" buyruğu, bir kavme
olan kinin iz sizi, hakkı aşıp batıla gitmeye, adaleti bırakıp da zulme
yönelmeye itmesin, size böyle bir davranış kazandırmasın demektir. Hz.
Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Sana emanet bırakana, sen de emaneti geri
ver. Fakat sana hainlik edene sen hainlik etme." Buna dair açıklamalar
daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu
buyruğudur: ''... Onun için size kim saldırırsa, siz de tıpkı onların size
saldırdıkları gibi karşılık verin ... " (el-Bakara, 194) Buna dair yeterli
açıklamalar daha önceden (işaret edilen ayetin tefsirinde geçmiş
bulunmaktadır). (...): Filan kişi, ehlinin cerimesidir. Yani, onlara bu işi
kazandırıcıdır, şeklinde de kullanılır. Buna göre cerime ve cari, kazanan
anlamındadır. Filan kişi cürm etti tabiri de günah kazandı anlamındadır. Şairin
şu beyiti de buradan gelmektedir: "Bir dağın tepesinde yiyeceğini kazanmak
isteyen (kartal yavrusu) Toparladığı kemiklerinin yağı (nın aktığını)
görür."
İşte (...) binasında asl
olan anlam budur. İbn Faris de der ki: Bu, (...) şekillerinde kullanılır. (...)
tabiri ise mutlaka ve kaçınılmaz manasınadır. Bu kelimenin aslı ise, kazanmak
anlamına gelen (r.?- )'dendir. Şair der ki: "Bundan sonra bu Fezarelilere
kızıp öfkelenmeyi kazandırdı."
Bir diğer şair de şöyle
demektedir: "Ey Ukl'den ve yaptıklarından (cinayetlerinden) diğer
kabilelere şikayet eden; Öldürmelerinden ve sıkıntı ve kederlere boğmalarından
ötürü."
Bir şeyi kesmeyi
anlatmak için de (...) denilir. er-Rummanı Ali b. İsa der ki: Asıl olan da
budur. Çünkü bu kelime, bir şeyi başkasından kesmek dolayısı ile bir şeye
itmek, mecbur etmek anlamındadır. Kişiyi yalnızca kazanmaya ittiği için
kazanmak anlamında da kullanılır. Ayrıca hak etmek anlamında da kullanılır.
Çünkü bu hak sebebiyle onun hakkında bir şey kesilip tesbit edilir. el-Halil
der ki: "Şüphe yok ki: onlar için ateş vardır" (en-Nahl, 62) buyruğu:
Andolsun ki, onlar için azab hak olmuştur, demektir. el-Kisai der ki: (...)
kullanışları aynı anlamda iki kullanış olup, ikisi de kazanmak anlamını ifade
etmektedir.
İbn Mes'ud, " ...
sizi ... sürüklemesin" anlamındaki buyruğu, "ye" harfini üstün
yerine- ötreli olarak (...) şeklinde okumuştur. Anlamı da yine aynı şekilde,
size ... kazandırmasın, sizi sürüklemesin şeklindedir. Basralılar ise,
(hemze'li kullanılışını kabul etmedikleri için) bu kelimenin ötreli okunuşunu
bilmezler. Onlar sadece (...) şeklinde kullanırlar.
(...): Kin demektir. Bu
kelime, "nun" harfi üstün ve sakin olarak da okunmuştur. Mastar
olarak; (...): Adama kin duydum, duyarım, şeklinde kullanılır. Bütün bunlar
ise, birisine kin duymak, buğz etmek anlamındadır. Yani, onların sizleri alıkoymaları
sebebiyle bir kavme karşı duyduğunuz kin, sizi haksızlığa sürüklemesin. Size
haksızlık (ın günahını) kazandırmasın. Maksat, bir kavme karşı duyduğunuz
kindir. O bakımdan mastar, mefule izafe edilmiştir. (Çünkü ayet-i kerimede
izafet şeklinde olup, kelime kelime anlamı: Bir kavmin kini ... şeklindedir).
İbn Zeyd der ki:
Müslümanlar, Hudeybiye antlaşmasının yapıldığı yıl Beytullah'ı ziyaretten
alıkonulunca, umre yapmak isteyen bir takım müşrik kimseler yakınlarından
geçti. Bunun üzerine müslümanlar: Bunların benzerleri bizi Beytullah'a
gitmekten alıkoydukları gibi, biz de bunları alıkoyalım. Bunun üzerine bu
ayet-i kerime nazil oldu.
Yani siz, bunlara
herhangi bir saldırıda bulunmayın ve onlar sizi Mescid-i Haram'dan alıkoydular
diye siz de onların benzerlerini, arkadaşlarını alıkoymayın.
(...) Şeklindeki okuyuş,
onlar sizi alıkoydukları için ... anlamında olup, mefulün leh şeklindedir.
Ancak Ebu Amr ve İbn Kesir bunu, (...) şeklinde, hemzeyi esreli olarak (şart
cümlesi halinde) okumuşlardır. Ebü Ubeyd'in tercih ettiği kıraat budur.
el-A'meş'den ise; (...):
Sizi alıkoyarlarsa .... şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir. İbn Atiyye der ki:
buradaki edat, şart edatıdır. Yani, eğer gelecekte böyle bir işin benzeri
meydana gelirse ... demek olur. Birinci kıraat ise mana itibariyle daha bir
sağlamdır.
en-Nehhas der ki: Bunun
şart cümlesi halindeki okunuşuna gelince, ileri gelen nahiv, hadis ve kıyas
alimleri çeşitli sebepler dolayısıyla böyle bir kıraati uygun görmezler. Bu sebeplerden
birisi şudur: Ayet-i kerime Mekke'nin fetih yılı olan sekizinci yılda nazil
olmuştur. Müşrikler ise, hicretin altıncı yılında gerçekleştirilen Hudeybiye
barışı yılında müslümanları alıkoymuşlardı. O halde bu alıkoyma, ayetin
inişinden önce olmuştur. Eğer şart edatı olarak hemze esreli okunacak olursa,
böyle bir alıkoymanın buyruğun nüzulünden sonra olmasından başka türlü
gerçekleşmiş olması düşünülemez. Nitekim: Seninle çarpışacak olursa, filana
hiçbir şey verme demek böyledir. Böyle bir şeyancak gelecekte sözkonusu olur.
Şayet hemzeyi üstün okuyacak olursak, o takdirde bu geçmiş hakkında sözkonusu
olur, Buna göre, (...) kıraatinden başka türlü caiz olmamalıdır. Aynı şekilde
eğer bu hadis sahih olarak varid olmasaydı bile, yine üstün olarak okunması
gerekirdi. Çünkü, Yüce Allah'ın: "Allah'ın şeairine ... saygısızlık
etmeyin" buyruğu, -ayetin sonuna kadar- Mekke'nin müslümanların elinde
bulunduğuna delalet etmekte ve onların ancak Beyt-i Haram'a gelenleri
alıkoymaya güç yetirdikleri bir halde iken böyle bir tutumun kendilerine
yasaklandığını ortaya koymaktadır. İşte bundan dolayı da (...)'in üstün
okunması icabetmektedir. Çünkü bu, geçmiş olan bir durumu anlatmak içindir.
"Sizi haddi
aşmaya" buyruğu nasb mahallindedir. Çünkü bu, mefulün bih'tir. Yani, bir
kavme karşı duyduğunuz kin, sakın sizleri haddi aşmaya, haksızlık yapmaya
itmesin. Ebü Hatim ile Ebü Ubeyd ise (...): Kin kelimesindeki birinci
"nün"un sakin okunmasını kabul etmezler. Çünkü mastar kelimeler böyle
bir durumda ancak harekeli olarak gelirler. Ancak diğerleri bu konuda onlara
muhalefet etmekte ve şöyle demektedir: Bu kelime mastar değildir. Bilakis
(...): Tembel, kızgın kelimelerinin veznin de ism-i faildir.
13- Yardımlaşmanın
Esası:
Yüce Allah'ın:
"İyilik ve takva üzere birbirinizle yardımlaşın ... " buyruğu ile
ilgili olarak el-Ahfeş der ki: Bu buyrukların sözün baştarafı ile ilgisi
yoktur. Bu, bütün insanlara iyilik ve takva üzere yardımlaşmaya dair bir
emirdir. Yani, Yüce Allah'ın emrettiği hususlar üzere birbirinize yardımcı olunuz
ve birbirinize bunu teşvik ediniz, bunlar gereğince amel ediniz. Allah'ın
yasakladıklarından da birbirinizi vazgeçiriniz ve uzak tutunuz. Bu da Peygamber
(s.a.v.)'dan gelen şu rivayete uygun düşmektedir: "Bir hayrı gösteren, onu
işleyen kimse gibidir." Şerri gösteren de onu işleyen gibidir,
denilmiştir.
Diğer taraftan şöyle
denilmiştir: Birr ve takva aynı anlama gelen iki lafızdır. Farklı lafızlar ile
bu anlamı te'kid etmek ve mübalağa kastıyla tekrarlanmışlardır. Çünkü herbir
"birr (iyilik)" aynı zamanda takvadır, herbir takva da bir birrdir.
İbn Atiyye ise der ki:
Ancak bu açıklamada bir dereceye kadar müsamaha sözkonusudur. Zira, bu iki
lafzın delaletinde bilinen şu ki; birr, vacibi ve mendubu da kapsamına almakla
birlikte, takva, vacib olan şeylere riayeti ihtiva eder. Bunlardan biri
ötekisinin yerine kullanılması, kelimenin anlamlarını aşmak süretiyle mümkün
olur.
el-Maverdi ise der ki:
Şanı Yüce Allah, iyilik üzere yardımlaşmaya teşvikte bulunup bunu, kendisine
karşı takvalı olmakla birlikte zikretmektedir. Çünkü takvada Yüce Allah'ın
rızası sözkonusudur. Birr (iyilik) de ise insanların rızası sözkonusudur. Yüce
Allah'ın rızası ile insanları hoşnut etmeyi bir arada bulunduran kimse ise, tam
anlamı ile mutlu olur, elde ettiği nimet de umumi bir nimet olur.
İbn Huveyzimendad
"Ahkam "ında der ki: İyilik ve takva üzere yardımlaşmak çeşitli
şekillerde olur. Alim olan kimsenin, ilmi ile insanlara yardım edip onlara
öğretmesi icabeder. Zengin olan da insanlara malıyla yardımcı olur. Kahraman
olan kimse de Allah yolunda gösterdiği kahramanlıkla yardımcı olur. Ve
müslümanlar tek bir el gibi birbirini destekleyen kimseler olmalıdırlar.
"Mü'minlerin kanları birbirine denktir. Onların en aşağılarda olanları
dahi onların sorumluluklarını yerine getirmeye çalışır, onlar kendilerinin
dışında kalanlara karşı tek bir el gibidirler." Haksızlık yapandan yüz
çevirmek, ona yardımcı olmayı terk edip içinde bulunduğu durumdan da onu
döndürmek icabeder.
Daha sonra Yüce Allah:
"Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde ise yardımlaşmayın" diye
buyurarak, bize yasaklamada bulunmaktadır. (İsm : günah) işlenen suçlardan
dolayı kişiyi bulan hükümdür. "Haddi aşmak: udvan" ise insanlara
zulmetmek demektir. Arkasından Yüce Allah genel bir ifade ile yine takvayı
emredip tehditte bulunarak: "Allah'tan korkun, şüphesiz Allah cezası pek
şiddetli olandır" diye buyurmaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN