NİSA 59 |
يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُواْ
أَطِيعُواْ
اللّهَ
وَأَطِيعُواْ
الرَّسُولَ
وَأُوْلِي الأَمْرِ
مِنكُمْ
فَإِن
تَنَازَعْتُمْ
فِي شَيْءٍ
فَرُدُّوهُ
إِلَى
اللّهِ
وَالرَّسُولِ
إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ
بِاللّهِ
وَالْيَوْمِ
الآخِرِ
ذَلِكَ
خَيْرٌ
وَأَحْسَنُ
تَأْوِيلاً |
59. Ey iman edenler!
Allah'a itaat edin. Peygambere de itaat edin. Sizden olan emir sahiplerine de.
Eğer birşeyde çekişirseniz, Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız- onu Allah'a
ve Resulüne döndürün. Bu hem daha hayırlı, hem de sonuç itibariyle daha
güzeldir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:
1- İtaatin Kapsamı ve Zalim
Yöneticilere İtaatin Gerekmediği:
Ululemrin Kimliği:
2- Anlaşmazlık Konularının Allah'a ve Peygambere
Havale Edilmesi:
3. En Hayırlı Davranış:
1- İtaatin Kapsamı ve
Zalim Yöneticilere İtaatin Gerekmediği:
Bundan önceki ayet-i
kerimede, yöneticilere hitap edilip onlara emaneti yerine getirmeleri, insanlar
arasında da adaletle hükmetmeleri emrolunduktan sonra, bu ayet-i kerimede
yönetilenlere (raiyyeye), önce aziz ve celil olan Allah'a itaat etmeleri
emrolunmaktadır ki, bu da O'nun emirlerini yerine getirmek, yasaklarından
kaçınmaktır. Sonra da vermiş olduğu emir ve yasaklarında Resulüne itaati
emretmektedir. üçüncü olarak da yöneticilere itaatin emrolunduğunu görüyoruz.
Bu, cümhürun, Ebü Hureyre, İbn Abbas ve diğerlerinin görüşüne göre böyledir.
Sehl b. Abdullah et-
Tüsterı der ki: Yedi hususta sultana itaat ediniz: Sikke vurduğu dirhem ve
dinarlar hususunda, ölçü ve tartılar hususunda, ahkam, hac, cuma, iki bayram ve
cihad hususunda.
Yine Sehl der ki: Sultan
bir alime fetva vermesini yasaklayacak olursa, onun da fetva verme hakkı yoktur.
Eğer fetva verecek olursa, bu yasağı koyan zalim bir emir olsa dahi, kişi asi
olur.
İbn Huveyzimendad ise
şöyle demektedir: Sultana itaat, işlenmesi halinde Allah'a itaat olan
hususlarda icabeder. Fakat, işlenmesi halinde Allah'a masiyet olan hususlarda
itaat vacib değildir. Bundan dolayı biz şöyle diyoruz:
Çağımızın yöneticilerine
itaat, onlara yardımcı olmak, onları ta'zim etmek caiz değildir. Bununla
birlikte ne zaman gazaya çıksalar, onlarla birlikte gazaya çıkmak icabeder.
Yönetmek onlar tarafından olup, imamet ve hisbe de onların görevlendirmesi ile
olur. Şu kadar var ki, bunların şeriatın öngördüğü şekle uygun olarak yerine
getirilmeleri gerekir. Bize namaz kıldıracak olsalar, eğer günah ve masiyet
bakımından fasık iseler, onlarla birlikte kılınan namaz caizdir. Şayet bidatçi
kimseler iseler, onlarla birlikte namaz caiz değildir. Şu kadar varki, onlardan
korkulacak olursa, onlarla birlikte takiyye olmak üzere namaz kılınır, sonra
namaz iade olunur.
Derim ki: Ali b. Ebi
Talib (r.a.)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: İmamın görevi adaletle
hükmedip, emaneti eksiksiz olarak yerine getirmesidir. O bunu yapacak olursa,
müslümanlara da ona itaat etmek düşer. Çünkü Yüce Allah önce bizlere, emaneti
yerine getirip adaletle hükmetmeyi emretti, sonra da yöneticiye itaati emretti.
Ululemrin Kimliği:
Cabir b. Abdullah ile
Mücahid der ki: "Emir sahipleri (ululemr)" denilen kimseler, Kur'an
ve ilim ehli olan kimselerdir. Malik (Allahın rahmeti üzerine olsuni'in tercihi
de budur.
ed-Dahhak'ın şu sözü de
buna yakındır: Yüce Allah bununla, fukahayı ve din alimlerini kastetmektedir.
Mücahid'den, burda sözü geçenlerin, özel olarak Peygamber (s.a.v.)'in ashabı
olduğunu söylediği nakledilmiştir. İkrime'den ise, bununla özel olarak Ebu
Bekir ve Ömer (Allah ikisinden de razı olsun)'e işaret olduğunu söylediği
nakledilmiştir.
Süfyan b. Uyeyne,
el-Hakem b. Eban'dan şunu rivayet eder: el-Hakem, İkrime'ye Um veledler,
(efendilerinden çocuk sahibi olan cariyeler)'in durumu hakkında soru sormuş, o
da: Bu kadınlar hür olurlar demiştir. Bunu neye dayanarak söylüyorsun deyince,
o da, Kur'an-ı Kerime dayanarak, dedi. Ben: Kur'andaki hangi buyruğa dayanarak?
diye sordum. O da şöyle dedi: Yüce Allah: "Allaha itaat edin, Peygambere
de itaat edin, sizden olan emir sahiplerine de" diye buyurmaktadır. Ömer
de emir sahibi kimselerdendi. O demiştir ki: (Üm veled) bir düşük yapacak dahi
olsa azad olur. Bu anlamdaki açıklamalar, etraflı bir şekilde, Haşr Süresi'nde
Yüce Allah'ın: "Peygamber size ne verdiyse onu alın ve neyi yasak ettiyse
sakının" (el-Haşr, 7) ayetini açıklarken gelecektir. İbn Keysan der ki:
Emir sahipleri, insanların işlerini düzgün bir şekilde çekip çeviren, akıl ve
görüş sahibi kimseler demektir.
Derim ki: Bu görüşlerin
en sahih olanları birincisi ve ikincisidir. Birincisinin sahih olması şundan
dolayıdır: Emir, asıl itibariyle onlardan (yöneticilerden) dir ve hükmetmek
yetkisi onlara aittir. Buhari ve Müslim de İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet
etmektedirler: "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat
edin, sizden olan emir sahiplerine de" buyruğu, Sehmili Abdullah b. Huzafe
b. Kays b. Adiyy hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber onu bir seriyeye
komutan olarak göndermişti.
Ebü Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: Abdullah b. Huzafe şakacılığı ile tanınan birisi idi. Onun
şakalarından birisi de şudur: Rasülullah (s.a.v.) onu bir seriyyeye kumandan
tayin etmişti. O da komutası altında bulunanlara odun toplayıp ateş yakmalarını
emretti. Bu ateşi yakınca, ateşin içerisine kendilerini atmalarını emretti ve
onlara: Resulullah (s.a.v.) size, bana itaat etmenizi emretmedi mi? dedi ve:
"Kim benim emirime itaat ederse bana itaat etmiş olur" demedi mi?
Onlar da şu cevabı verdiler: Bizim Allah'a iman etmemizin, Rasülüne tabi
olmamızın tek sebebi ateşten kurtulalım diyedir. Resulullah (s.a.v.) onların
yaptıklarını tasvip buyurup şöyle dedi: "Yaratıcıya isyanı gerektiren
hususlarda hiçbir yaratılmışa itaat yoktur." Çünkü Yüce Allah:
"Kendinizi öldürmeyin" (en-Nisa, 29) diye buyurdu.
Bu, isnadı sahih ve meşhur
bir hadistir. Muhammed b. Amr b. Alkame'nin, Ömer b. el-Hakem b. Sevban'dan
rivayet ettiğine göre Ebu Said elHudrl şöyle demiştir: Sehml'i Abdullah b.
Huzafe b. Kays, Bedir ashabındandı ve şakacı bir kimseydi. ez-Zübeyr de der ki:
Bana Abdülcebbar b. Said, Abdullah b. Vehb'den anlattı. Abdullah, el-Leys b.
Sa'd'den şöyle dediğini nakletti: Bana ulaştığına göre o, seferlerinden
birisinde, Resulullah (s.a.v.)'ın devesinin eğer bağını, çözmüştü; nerdeyse
Resulullah bundan ötürü düşecek idi. İbn Vehb: Leys'e onu güldürmek için mi
böyle yapmıştı, diye sordum. O da: Evet o şakacı bir kimseydi, dedi. Meymun b.
Mehran, Mukatil ve el-Kelbi de der ki: "Emir sahipleri"nden kasıt,
seriyye kumandanlarıdır.
İkinci görüşün
doğruluğuna gelince, buna da Yüce Allah'ın: "Eğer bir şeyde çekişirseniz
... onu Allah'a ve Rasülü'ne döndürün" buyruğu delildir. Yüce Allah,
hakkında anlaşmazlığa düşülen bir şeyi, Allah'ın Kitabına ve Peygamberinin
sünnetine döndürmeyi emretmektedir. Allahın Kitabına ve sünnete dönme keyfiyetini
bilmek ise, ilim adamlarından başka kimselerin bilebileceği bir iş değildir. Bu
da ilim adamlarına sormanın vacib ve onların fetvalarına bağlı kalmanın gerekli
olduğunun delilidir. Sehl b. Abdullah (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) der ki:
İnsanlar, (adaletli) sultanIarını ve (hak üzere olan) ilim adamlarını ta'zim
ettikleri sürece hayırlara mazhar olmaya devam ederler. Eğer bu iki kesimi
ta'zim edecek olurlarsa, Allah onların dünyalığını da ahiretlerini de ıslah
eder. Bu iki kesimi hafife alıp küçümseyecek olurlarsa, Allah onların
dünyalarını da ahiretlerini de ifsad eder.
Üçüncü görüş, (sınırlı,
özel) has bir görüştür. Ondan da daha has (tahsis edici) görüş ise dördüncü
görüştür. Beşinci görüş ise, mana itibari ile doğru olsa dahi, ayetin lafzı
bunu kabil değildir. Çünkü akıl, her faziletin esası, her edebin kaynağıdır.
Allah onu din için bir esas, dünya için bir direk kılmıştır. Allah, aklın
kemali dolayısıyla mükellefiyetlerini vacip kılmış, dünyayı onun ahkamı ile
idare edilen bir yer kılmıştır. Akıl sahibi bir kimse, aklını kullanmaksızın
gayret ve çaba gösteren herkesten daha çok Rabbine daha yakındır. Bu anlamdaki
ifadeler İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir.
Bazıları,
"ululemr" ile Hz. Ali ve masum imamların kastedildiğini iddia
etmişlerdir. Eğer durum böyle olsaydı, ondan sonra gelen: "Onu Allah'a ve
Resulü'ne döndürün" diye buyurmasının bir anlamı olmazdı. Aksine şöyle
demesi gerekirdi: Onu imama ve ululemre döndül'ün. Yüce Allah'ın bu şekilde
buyurmuş olması ise, Kitap ve sünnetin muhkem olduğunu (onların hükmü ne
başvurmak gerektiğini) ortaya koymaktadır, Böyle bir görüş (yani bunun Hz. Ali
ve masum imamlar olduğu görüşü) kabul edilmemiş ve cumhurun benimsediği kanaate
muhalif bir görüştür.
İtaatin gerçek mahiyeti,
emri yerine getirmektir. Nitekim, masiyet de onun zıddıdır. O da emre muhalefet
etmek demektir. İtaat kelimesi, inkiyad etmekten alınmıştır. Masiyet ise,
sertlik göstermek demek olan isyandan alınmıştır. "Sahipleri"
kelimesinin tekili (...): Sahib kelimesidir. Bu da kıyasa göre olmayan bir
çoğuldur. Nisa (kadınlar), ibil (develer) ve at (hayl) kelimeleri gibi olup
bunların herbirisi kendi lafzından tekili olmayan çoğul ifade eden bir isimdir.
el-Hayl'in tekilinin hail olduğu da söylenmiştir, buna dair açıklamalar ise
önceden geçmiş bulunmaktadır. (Al-i İmran, 14. ayet, 6. başlık)
2- Anlaşmazlık
Konularının Allah'a ve Peygambere Havale Edilmesi:
Yüce Allah'ın:
"Eğer bir şeyde çekişirseniz" buyruğundaki "çekişme
(münaza'a)", mücadele eder ve anlaşmazlığa düşerseniz, demektir. Münaza'a
(karşılıklı çekişme) tabirinin kullanılmasına ise, sanki herkes ötekinin
delilini çekip onu çürütüyor gibi olduğundandır.
Nez', çekip almak
demektir. Münaza'a da karşılıklı olarak delilleri çekiştirmek anlamındadır.
"Ben de, bana ne oluyor ki, Kur'an ile benimle çekişiyor diyorum"
hadisindeki "münaza'a" da buradan gelmektedir. el-A'şa der ki:
"Onlarla- yaslanmış
olduğum halde- reyhan otunun saplarını çekiştirdim.
Bir de işe yaramaz
ekşimiş ve arıtılmış hali bile ufak bitkiler (tortusu) bulunan bir şarap (elden
ele dolaştı)."
"Eğer bir
şeyde" yani, dininizi ilgilendiren herhangi bir hususta
"çekişirseniz, onu Allah'a ve Rasülü'ne döndürün" yani, o
çekiştiğiniz mesele hakkında hüküm vermeyi Allah'ın Kitabına ve hayatta olduğu
sürece ona sormak suretiyle Resulüne veya vefatından sonra sünnetini incelemek
suretiyle sünnetine döndürünüz. Bu Mücahid, el-A'meş ve Katade'nin görüşü olup
sahih olan görüş de budur. Bu görüşde olmayanların imanları sarsılır. Çünkü
Yüce Allah: "Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız" diye
buyurmuştur.
Şöyle de denilmiştir:
Bunun anlamı, Allah ve Rasülü en iyi bilir, deyiniz şeklindedir. İşte işi Allah
ve Resulüne havale etmek budur. Bu ise, Ömer b. elHattab (r.a)'ın şu sözüne
benzemektedir: Hakka dönmek, batılda oyalanmaktan hayırlıdır.
Ancak birinci görüş daha
sahihtir. Çünkü Ali (r.a) şöyle demiştir: "Bizim yanımızda Allah'ın
Kitabında ve bu sahifede yazılı bulunan şeylerden, yahut da müslüman bir
kimseye verilen bir kavrayıştan başka bir şey yoktur." Eğer bu sözü
söyleyenin dediği gibi olsaydı, bu ümmete has olan içtihad ile ona bağışlanan
istinbatın batıl olması gerekirdi. Şu kadar var ki, misaller getirilir ve doğru
ortaya çıkıncaya kadar o misalin benzeri araştırılır.
Ebu'ı-Aliye der ki: İşte
bu (sözü edilen şey) Yüce Allah'ın şu buyruğunda dile getirilen husustur:
"Halbuki bunu Resulüne veya içlerinden emir sahiplerine döndürmüş
olsalardı, içlerinden işin iç yüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu
elbette bilirlerdi." (en-Nisa, 83) Yüce Allah'ın ilmini kendisine
sakladığı ve yarattıklarından hiçbir kimseyi muttali kılmadığı birşey varsa,
işte, Allah bunu en iyi bilendir, denilecek hususlar bunlardır.
Hz. Ali, altı ayalan
asgari hamilelik müddetini, Yüce Allah'ın: "Ona gebe kalınması ve sütten
kesilmesi otuz aydır" (el-Ahkaf, 15) buyruğu ile: "Anneler
çocuklarını iki bütün yıl emzirirler" (el-Bakara, 233) ayetinden istinbat
etmiştir. Çünkü biz, iki bütün yılı (24 ayı) otuz aydan çıkaracak olursak
geriye altı ay kalır. Buna benzer örnekler ise pek çoktur.
Yüce Allah'ın:
"Resulüne döndürün" buyruğu, Hz. Peygamberin sünneti ile amel edilip,
onda yer alan emirlerin yerine getirileceğine delildir. Nitekim Hz. Peygamber
de şöyle buyurmuştur: "Size neyi yasakladımsa ondan uzak durunuz, size
neyi emrettiysem gücünüz yettiği kadarıyla ondan yapınız. Çünkü, sizden
öncekilerin helak edilmelerine sebep, çokça soru sormaları ve peygamberlerine
muhalefet etmeleri olmuştur." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Ebu Davüd da Ebü Ran'den
Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Sizden
herhangi birinizi koltuğuna oturmuş ve yaslanmış olduğu halde, benim verdiğim
emirlerden herhangi bir emri yahut yasakladığım herhangi bir husus kendisine
gelip de onun: Biz bilmiyoruz, Allah'ın Kitabında bulduğumuza tabi oluruz
dediğini görmiyeyim."
el-İrbad b. Sariye'den
rivayete göre, Resulullah (s.a.v.)'ın insanlara hutbe irad ettiği bir sırada
hazır bulunmuş ve Hz. Peygamberin şöyle buyurduğuna tanık olmuştur:
"Sizden herhangi bir kimse, koltuğuna yaslanmış olarak zanneder mi ki
Allah, bu Kur'anda bulunandan başka hiçbir şeyi haram kılmamıştır? Şüphesiz ki
ben, -Allah'a and ederim- öyle bir takım şeylere dair emirler, öğütler vermiş
ve yasaklarda bulunmuşum ki, hiç şüphesiz ki bunlar (sayıca) Kur'andakiler
gibidir veya daha da fazladır." Bunu Tirmizi de el-Mik dam b.
Ma'dikerib'den bu manada rivayet etmiş ve: Bu hasen, garip bir hadistir
demiştir.
Bu hususta meseleyi
nihai olarak kesinleştiren ise, Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Onun emrine
muhalefet edenler, kendilerine bir fitnenin gelip çatmasından
sakınsınlar." (en-Nur, 63) Bu ayete dair açıklamalar ileride gelecektir.
3. En Hayırlı
Davranış:
Yüce Allah'ın:, "Bu
hem daha hayırlı" buyruğu, sizin anlaşmazlığa düştüğünüz hususları, Kitaba
ve sünnete havale etmeniz, anlaşmazlıktan daha hayırlıdır. "Hem de sonuç
(yani dönüş) itibariyle daha güzeldir."
Te'vil, anlaşılması güç
lafızların anlamlarını herhangi bir anlaşmazlığı bulunmayan açık ifadelerle
dile getirmektir. Yine te'vil, cem etmek ve düzene koymak anlamına da gelir. O
bakımdan: "Allah işini bir araya getirip düzene koysun" denilir.
Bunyruğun anlamının:
Böyle yapmanız sizin te'vilinizden, sizin açıklamanızdan, işleri vardıracağınız
sonucunuzdan daha güzeldir, şeklinde olması da mümkündür.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN