NİSA 58 |
إِنَّ اللّهَ
يَأْمُرُكُمْ
أَن
تُؤدُّواْ
الأَمَانَاتِ
إِلَى
أَهْلِهَا
وَإِذَا
حَكَمْتُم
بَيْنَ النَّاسِ
أَن
تَحْكُمُواْ
بِالْعَدْلِ
إِنَّ
اللّهَ
نِعِمَّا
يَعِظُكُم
بِهِ إِنَّ
اللّهَ
كَانَ
سَمِيعاً بَصِيراً |
58. Şüphesiz ki Allah
size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman
adaletle hükmetmenizi emreder. Gerçekten Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor!
Şüphe yok ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:
1- Ayetin Nüzul Sebebi ve Sahiplerine
Verilmesi Emrolunan Emanetlerin Mahiyeti:
2- İnsanlar Arasında Adaletle
Hükmetmek:
1- Ayetin Nüzul Sebebi
ve Sahiplerine Verilmesi Emrolunan Emanetlerin Mahiyeti:
Yüce Allah'ın:
"Şüphesizki Allah size, emanetleri ehline vermenizi ... emreder"
buyruğuyla başlayan bu ayet-i kerime, hükümler bildiren ana ayetlerden
birisidir. Bütün dini ve şeriati ihtiva eden bir ayettir.
Bu ayet-i kerimede,
kimin muhatap alındığı hususunda farklı görüşler vardır. Ali b. Ebi Talib, Zeyd
b. Eslem, Şehr b. Havşeb ile İbn Zeyd şöyle derler: Bu özel olarak müslüman
yöneticilere bir hitabtır. Bu hem Peygamber (s.a.v.)'a, hem de onun tayin
ettiği emirlere yönelik bir hitaptır, onlardan sonra gelenleri de kapsamına
almaktadır.
İbn Cüreyc ve başkaları
ise der ki: Bu, Kabenin anahtarı hususunda Peygamber (s.a.v.)'a özel olarak
yöneltilmiş bir hitaptır. Hz. Peygamber bu anahtarı, Mekke'nin fethedildiği
sırada, henüz ikisi de kafir bulunan Abdüddaroğullarından Osman b. Ebi Talha
el-Hacebi el-Abderi ile amcasının oğlu Şeybe b. Osman b. Ebi Talha'dan almış,
bunun üzerine Abdulmuttaliboğlu Hz. Abbas, Sikaye görevi ile birlikte Sidaneyi
de almak için anahtarı Hz. Peygamber'den istemişti. Resulullah (s.a.v.) Kabeye
girdi, içerisinde bulunan putları kırdı, Hz. İbrahim'in makamını çıkardı. Hz.
Cebrail de üzerine bu ayet-i kerimeyi indirdi. Ömer b. el-Hattab der ki: Resulullah
(s.a.v.) bu ayeti okuyarak Kabeden dışarı çıktı. Daha 'Önce ondan bu ayeti
işitmiş değildim. Sonra, Osman ve Şeybe'yi çağırıp şöyle dedi: "Haydi bu
anahtarları alınız. Bu, ebediyyen sizin ve soyunuzdan gelen çocuklarınızın
elinde kalacaktır. Bu anahtarları sizden ancak zalim bir kimse alır."
el-Mekki de şunu
nakletmektedir: Şeybe, önce anahtarı vermek istemediyse de sonradan verdi ve
Peygamber (s.a.v.)'a: Bunu Allah'ın emaneti olarak al, dedi. İbn Abbas da der
ki: ayet-i kerime, özel olarak yöneticiler (kamu görevlileri, hakkında)
kadınlara serkeşlik etmeleri ve benzeri hallerde öğüt vermeleri ve o hanımları
kocalarına geri vermeleri ile ilgilidir.
Ayet-i kerimede daha
zahir olan, onun bütün insanlar hakkında umumi olduğudur. Bu ayet-i kerime bir taraftan
yönetici ve kamu görevlilerini,. ellerinde bulunan malları paylaştırıp,
haksızlıkları gidermek, hüküm vermek halinde adaleti gözetmek gibi emanet olan
hususları kapsamaktadır.
Taberi'nin tercihi de
budur. Ayet-i kerime, emanetleri korumak, şahidliklerde yalancılıktan kaçınmak
ve buna benzer hususlarda, mertebe itibariyle daha aşağıda bulunan diğer
insanları da kapsamaktadır. Herhangi bir mesele hakkında bir kişinin hüküm
vermesi ve benzeri hususlar buna örnektir. Namaz, zekat ve sair ibadetler de
Yüce Allah'ın birer emanetidir.
Bu anlamda İbn
Mes'ud'dan Peygamber (s.a.v.)'a merfu' olarak bir hadis de rivayet edilmiştir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah yolunda öldürülmek, bütün
günahlara bir kefarettir" veya şöyle buyurmuştur: "Her şeye (keffarettir)
emanet müstesna. Emanet ise, namazdadır, emanet oruçtadır, emanet söz
söylemektedir. Bütün bunlar arasında en ağır olanı ise, emanet olarak bırakılan
şeyleri korumaktadır." Bunu Hafız Ebu Nuaym" el-Hilye "de
zikretmiştir.
Ayet-i kerimenin herkes
hakkında umumi olduğunu söyleyenler arasında, el-Bera b. Azib, İbn Mes'ud, İbn
Abbas ve Ubey b. Ka'b da vardır. Onlar şöyle derler: Emanet herşey hakkında
sözkonusudur. Abdestte, namazda, zekatta, cünuplukta, oruçta, ölçüde, tartıda
vedialarda (emanet bırakılan şeylerde)
İbn Abbas ayrıca der ki:
Yüce Allah, varlıklı olsun eli dar olsun, hiçbir kimseye emaneti (istenmediği
halde) yanında alıkoymasına müsaade etmemiştir.
Derim ki: İşte bu bir
icmadır. Yine icma ile şunu kabul etmişlerdir ki: Emanetler sahiplerine -iyi
kimseler olsunlar, facir kimseler olsunlar- mutlaka geri verilir. Bunu
İbnü'l-Münzir söylemiştir. Emanet, mef'ul anlamında bir mastardır. Bundan
dolayı cem olunmuştur.
Bu ayetin önce geçen
buyruklarla ilişkisine gelince: Şanı Yüce Allah, Kitap ehlinin, Muhammed
(s.a.v.)'ın niteliklerini gizlediklerini ve onların: Müşriklerin yolu daha
doğrudur, dediklerini haber vermektedir. Bu ise, onların yaptıkları bir hainlik
idi. O bakımdan söz bütün emanetleri zikretmeye kadar geldi. Ayet-i kerime nazmı
itibari ile her türlü emaneti kapsamaktadır. Az önce de belirttiğimiz gibi
emanetler sayıca pek çoktur. Bu emanetlerin en büyük ve kapsamlı olan konuları
ise, vedia, lukata, rehin, ariyet gibi ahkam ile ilgili konular arasında yer
alır.
Ubey b. Ka'b der ki:
Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyuyurken dinledim: "Sen emaneti onu sana
emanet olarak verene eksiksiz geri ver. Ve sakın sana hainlik edene de sen
hainlik etme!" Bunu Darakutni rivayet etmiştir. (Darakutni, III, 35)
Yine bunu, Enes ve Ebu
Hureyre de Peygamber (s.a.v.)'dan rivayet etmişlerdir. el-Bakara Suresi'nde de
bu anlamda rivayetler (ve açıklamalar) geçmiş bulunmaktadır. (el-Bakara, 283.
ayetin tefsiri)
Ebu Umame de şunu
rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.)'ı Veda Haccı sırasında hutbesinde şöyle
buyururken dinledim: "Ariyet olarak alınan şey eda edilir. Minha geri
verilir. Borç ödenir, kefil ise gerektiğinde kefil olduğu kimsenin borcunu
ödeyendir." Bu hadis sahih bir hadistir. Bunu Tirmizi ve başkaları rivayet
etmiştir. Darakutni ise şunu ilave etmektedir: Bunun üzerine bir adam: Peki ya
Allah'ın ahdi? diye sordu, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Allah'ın ahdi
eksiksiz olarak yerine getirilen şeyler arasında buna en layık olandır."
(Darakutni, III, 40)
Bu ayet-i kerime ile bu
hadis-i şerif'in muktezasına göre, emanet geri verilir ve durum ne olursa olsun
onun tazminatı ödenir. İster gizlenip kaybedilecek türden olsun ister olmasın,
ister bu konuda emanete bir saldırı bulunsun ister bulunmasın. (Her halukarda
vedia (emanet) geri verilir ve gerekirse tazminatı ödenir). İşte bu ayet ve
hadisin bu muktezası gereğince, Ata, Şafii, Ahmed ve Eşheb görüşlerini böylece
belirtmişlerdir.
İbn Abbas ve Ebu
Hureyre'nin bırakılan emanetin tazminatını ödedikleri rivayet olunmuştur.
İbnu'l-Kasım'ın da, Malik'ten rivayetine göre; herhangi bir hayvanı veya üstü
saklanarak örtülen bir şeyi ariyet olarak alıp da bu onun yanında telef olacak
olursa, bunun telef olduğunu söylemesi halinde sözü tasdik edilir ve ancak,
herhangi bir teaddi (o emanete haksızca saldırı) halinde tazminatını öder. Bu
Hasan-ı Basri ve en-Nehai'nin de görüşüdür. Aynı şekilde Kufelilerle Evzai'nin
de görüşü budur. Onlar şöyle demişlerdir: Hz. Peygamber'in: "Ariyet geri
ödenir" hadisinin anlamı, Yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki Allah size
emanetleri ehline vermenizi ... emreder" buyruğunun anlamı gibidir.
Emanetler telef olacak olursa, mutemen olanın (kendisine bir şeyemanet
olunanın) onun tazminatını ödemesi gerekmemektedir. Çünkü, yanında emanet
bırakılan kişi (mutemen) musaddaktır.
Yani sözü doğru kabul
edilen kimsedir. Ariyet de herhangi bir haksızca saldırı olmaksızın telef
olursa hüküm yine böyledir. Çünkü variyeti alan bir kimse, gerektiğinde
tazminatını ödemek şartıyla almamıştır. Şayet onun ariyet aldığı şeye haksızca
saldırısı dolayısıyla telef olursa, o takdirde ariyet olan şeye karşı
cinayetinden dolayı kıymetini ödemesi gerekir. Ali, Ömer ve İbn Mes'ud'dan da
ariyette tazminat olmadığını söyledikleri rivayet edilmiştir. Darakutni de Amr
b. Şuayb'dan, o, babasından, o da dedesi yoluyla Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etmektedir: "Emanet alan üzerinde tazminat yükümlülüğü
yoktur." (Darakutni, III, 41)
Şafii de görüşünü
desteklemek üzere ileri sürdüğü deliler arasında Peygamber (s.a.v.)'ın
kendisinden birtakım zırhları ariyet olarak istemesi üzerine, Safvan'ın: Bunlar
tazminat altında bir ariyet midirler, yoksa aynen geri ödenecek ariyet
midirler? diye sorunca, Hz. Peygamber de: "Hayır, bunlar aynen geri
ödenecek ariyettirler" diye cevap vermişti. (Darakutni, III, 38, 39)
2- İnsanlar Arasında
Adaletle Hükmetmek:
Yüce Allah'ın: "Ve
insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder"
buyruğu ile ilgili olarak ed-Dahhak der ki: Yani, müddaiye davacıya beyyine (delil
veya şahid) getirme yükümlülüğü, inkar edene de yemin teklifi ile hükmetmeyi
emreder.
Bu, yöneticilere,
emirlere ve hakimlere yönelik bir hitaptır. Mana yoluyla da emanetlerin eda
edilmesi hususunda açıkladığımız gibi bütün insanlar da dahildir. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki adaletle hükmedenler, Kıyamet gününde
Rahmanın sağ tarafında -ki, O'nun her iki eli de sağdır- nurdan minberler
üzerinde olacaklardır. Bunlar verdikleri hükümlerinde, çoluk çocukları hakkında
ve yönetimleri altında bulunanlara adaletle davranan kimselerdir."
Yine Hz. Peygamber şöyle
buyurmaktadır: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden
sorumlusunuz. İmam (İslam devlet başkanı) bir çobandır ve o güttüklerinden
sorumludur. Kişi ailesi üzerinde bir çobandır ve onlardan sorumludur. Kadın,
kocasının evinde bir çobandır ve o ondan sorumludur. Köle efendisinin malı
üzerinde bir çobandır ve ondan sorumludur. Hasılı şunu bilin ki, hepiniz bir
çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz."
Böylelikle Hz. Peygamber
bu sahih hadislerinde, bütün bu kimseleri kendi mertebelerine göre çoban ve
yönetici olarak değerlendirmiştir. Aynı şekilde ilim adamı hakim de böyledir.
Çünkü böyle bir kimse, fetva verdiği takdirde hükmetmiş olur. Hükmünü verdiği
vakit de helal ile haramı, farz ile mendubu, sahih ile fasid olanı birbirinden
ayırd etmiş olur. Bütün bunlar eda olunan birer emanet ve hükme bağlanan birer
yargıdır.
"Ne güzel"
buyruğu ile ilgili açıklamalar, daha önceden Bakara Suresi'nde geçmiş
bulunmaktadır. (281. ayetin tefsiri)
"Şüphe yok ki
Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir." Yüce Allah, kendi zatını
işiten ve gören diye vasfetmektedir. O, işitir ve görür. Nitekim Yüce Allah bir
başka yerde şöyle buyurmuştur: "Şüphe yok ki Ben, sizinle beraberim, işitirim
ve görürüm." (Ta-Ha, 46) Bu delil, sem'i yolla gelendir. Yani, sem'i
delillerle Allah'ın işitip gördüğü ifade edilmektedir. Akıl da buna delalet
etmektedir. Çünkü, işitme ve görmenin yokluğu onların zıtları olan körlük ve
sağırlığa delildirler. Zira, her iki şeyi de kabil olan bir varlık bunlardan
birisine mutlaka sahiptir. Şanı Yüce Allah ise, her türlü eksikliklerden
münezzehtir. Diğer taraftan eksik sıfatlara sahip olan bir zattan mükemmel
fiillerin sadır olmasına imkan yoktur. Görmesi ve işitmesi olmayan bir kimsenin
başkasına görme ve işitmeyi yaratmak yoluyla vermesi gibi.
Ümmet Yüce Allah'ın her
türlü eksiklikten tenzih edilmesi gerektiğini icma ile kabul etmiştir. Bu da
sem'ı bir delildir. Ve bu, hepsi de İslam adını taşıyan kimselerle tartışma
halinde Kur'an'ın nassı ile yeterli görülür. Şanı Yüce ve mübarek Rabbimiz,
vehimlilerin vehmettiklerinden yücedir. Yalancı ve iftiracıların
uydurduklarından münezzehtir: "İzzet sahibi olan Rabbin, onların vasfede
geldiklerinden münezzehtir." (es-Saffat, 180)
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN