NİSA 36 |
وَاعْبُدُواْ
اللّهَ
وَلاَ
تُشْرِكُواْ
بِهِ
شَيْئاً
وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً
وَبِذِي
الْقُرْبَى
وَالْيَتَامَى
وَالْمَسَاكِينِ
وَالْجَارِ ذِي
الْقُرْبَى
وَالْجَارِ
الْجُنُبِ
وَالصَّاحِبِ
بِالجَنبِ وَابْنِ
السَّبِيلِ
وَمَا
مَلَكَتْ
أَيْمَانُكُمْ
إِنَّ
اللّهَ لاَ
يُحِبُّ مَن كَانَ
مُخْتَالاً
فَخُوراً |
36. Allah'a ibadet
edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere,
yoksullara, yakın komşularınıza ve uzak komşularınıza, yanınızdaki arkadaşa, yolda
kalmışa, ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin. Allah, büyüklenip
böbürlenenleri elbette sevmez.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı onsekiz başlık altında sunacağız:
1- Allah'a Şirk Koşmaksızın ibadet:
Şirkin Mertebeleri:
2- Anne-Baba Hukuku:
3- Akrabaya, Yetimlere ve Yoksullara
İyilik:
4- Komşular:
5- Yakın Komşu ve Bazı Haklarına
Örnekler:
6- Komşuluk Sınırı:
7- Komşuya İyilik Yapma Örnekleri:
8- Hediyeleşme Adabı:
9- Komşu Haklarının Kapsamı:
10- Komşunun İrtifak Hakları:
11- Komşuluk Haklarının Sabit Olması
İçin İman Şart mıdır?
12- Yakın Arkadaş:
13- Yolda Kalmış:
14- Ellerinizin Altında Bulunanlara da
İyilik Edin:
15- Köleye ve Hizmetçiye Yapılan
Haksızlıkların Kefareti:
16- Köle mi Efdaldir, Hür Olan mı?
17- Hz. Cebrail'in Diğer Tavsiyeleri:
18- Allah Büyüklenip Böbürlenenleri
Sevmez:
1- Allah'a Şirk
Koşmaksızın ibadet:
İlim adamları icma ile
bu ayet-i kerimenin, üzerinde ittifak olunan muhkem buyruklardan olduğunu,
bundan hiç bir şeyin nesh olmadığını kabul etmişlerdir. Aynı şekilde bütün
(ilahi) kitaplarda da bu ayet-i kerime böylece yer almıştır. Bu böyle olmasaydı
dahi, buna dair Kitabta bir hüküm indirilmemiş olsa bile, akli bakımdan bu
böylece bilinecekti. Daha önce ubudiyetin hüküm koymak ve tercihte bulunmak
(ihtiyar) yetkisine sahip olana (Allah'a) karşı zillet arzetmek ve ihtiyacını
sunmak anlamında olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
Yüce Allah, kullarına
kendisinin huzurunda zilletlerini arzetmelerini ve bunu yaparken de ihlaslı
olmalarını emretmektedir. Ayet-i kerime, amellerin Allah'a ihlas ile
yapılmaları, riya ve benzeri şeylerin şaibelerinden arındırılmaları gerektiği
hususunda asli bir dayanaktır.
Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Artık kim Rabbine kavuşmayı ümid ederse salih bir amel
işlesin ve Rabbinin ibadetine hiçbir kimseyi ortak tutmasın." (el-Kehf,
110) Bu o, kadar önemlidir ki, kimi ilim adamlarımız şöyle demiştir: Bir kişi
serinlemek kastıyla abdest alsa, yahut midesini rahatlatmak için oruç tutsa,
bununla beraber de Yüce Allah'a yaklaşmayı niyet etse, bu yeterli olmaz. Çünkü
o, Allah'a yakınlaşmak niyetine bir de dünyevı bir niyeti karıştırmıştır.
Halbuki, halis olmayan amel, Allah için olamaz. Nitekim Yüce Allah: "Şunu
bil ki, halis din yalnız Allah'ındır" (Zümer, 3) diye buyurmaktadır. Yine
bir başka yerde de: "Onlar Allah'a ancak dini yalnız O'na halis kılanlar
olarak ibadet etmekle emrolundular" (el-Beyyine, 5) diye buyurmaktadır.
Aynı şekilde imam olarak namaz kıldırmakta olan bir kimse, bir başkasının rükua
eğilmekte olduğunu hissedecek olursa, onu (rükudan kalkma vakti sona ermişse)
beklemez. Çünkü, onun da rükua eğilmesini beklemek suretiyle rükunun Yüce
Allah'a ihlasla yapılmış olmasını ortadan kaldırır.
Müslim'in Sahihinde Ebu
Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Resulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Şanı Yüce ve mübarek olan Allah buyurdu ki:
"Ben ortaklar
arasında şirke en muhtaç olmayanım. Her kim bir amel işleyip de o amelde
Benimle beraber Benden başkasını ortak edecek olursa, onu o şirk koşmasıyla
başbaşa terkederim."
Darakutni Enes b.
Malik'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulüllah (s.a.v.) buyurduki:
"Kıyamet gününde mühürlü sahifeler getirilir. Bunlar Yüce Allah'ın
huzurunda dikilir. Yüce Allah meleklere bunu bırakın, bunu kabul edin, diye
buyurur. Melekler derler ki: İzzetin hakkı için biz hayırdan başka birşey
görmemiştik (de ona binaen yazmıştık), Aziz ve celil olan Allah, ki O, en iyi
bilendir- şöyle buyurur: Bu benden başkası içindi. Ben bugün ancak kendisiyle
Benim rızam aranmış bulunan ameli kabul ediyorum." (Darakutni, I, 51)
Yine Darakutni,
ed-Dahhak b. Kays el-Fihrı'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasülullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Muhakkak Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ben hayırlı
bir ortağım. Her kim Benimle birisini ortak koşacak olursa, o şey Benim
ortağıma aittir. Ey insanlar, amellerinizi ihlasla, yalnız Yüce Allah için
yapınız. Çünkü muhakkak Allah, ancak kendisi için ihlasla yapılanı kabul eder.
Hiçbir zaman bu Allah içindir ve akrabalık hakkı içindir, demeyiniz. Çünkü o
takdirde o, akrabalık hakkı için olur. Ondan Allah için hiçbirşeyolmaz. Hiçbir
zaman: Bu Allah içindir ve bu sizin içindir, demeyiniz. O takdirde o, (hepsi)
sizin için dediğiniz kimseler için olur ve onlardan Yüce Allaha ait hiçbir
şeyolmaz." (Darakutni, I, 51)
Şirkin Mertebeleri:
Bu husus sabit olduğuna
göre, şunu bil ki, ilim adamlarımız (Allah onlardan razı olsun) şöyle
demişlerdir: Şirkin üç mertebesi vardır ve hepsi de haramdır. Şirkin esası, uluhiyetinde
Allah'ın ortağının bulunduğuna inanmaktır. İşte en büyük şirk ve cahiliye şirki
budur. Yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını mağfiret
etmez. Ondan başkasını dilediğine bağışlar" (en-Nisa, 48) Buyruğunda
kastedilen şirk de budur.
Bundan hemen bir sonraki
mertebe ise, fiilinde Yüce Allah'ın ortağı olduğuna inanmaktır. Bu da:
Allah'tan başka herhangi bir varlık, bir fiili bağımsız olarak meydana getirip
icad eder, diyenlerin görüşüdür. Böyle bir varlığın ayrıca ilah olduğuna
inanmasa dahi bu bir şirktir. Bu ümmetin mecusileri olarak bilinen Kaderiye
gibi. Cibril Hadisinde de görüldüğü gibi, İbn Ömer, bunlardan uzak olduğunu
ifade etmiştir. Bundan sonraki mertebe ise, ibadette Allah'a ortak koşmaktır
ki, bu da riyakarlıktır Riyakarlık ise, Yüce Allah'ın yalnızca kendisi için
yapılmasını emretmiş olduğu ibadetlerden herhangi birisini başkası için yapmak
demektir. İşte haram oluşunu beyan etmek üzere birçok ayet-i kerimelerin ve
hadis-i şerifin varid olduğu şirk türü de budur. Bu amelleri iptal eden bir
iştir. Ve oldukça gizlidir. Cahil ve anlayışsız olan kimseler bunu bilemezler.
Allah, Haris
el-Muhasibi'den razı olsun ki, o bunu, er-Rifıye adlı eserinde açıklamıştır. Ve
riyanın amelleri bozduğunu da beyan etmiştir. İbn Mace'nin Sünenınde, Ebu Said
b. Ebi Fedale el-Ensarı'den -ki ashab-ı kiramdandır- şöyle dediğini rivayet
etmektedir: Resulullah buyurdu ki: "Allah kendisinde hiç bir şüphenin
bulunmadığı bir gün olan Kıyamet gününde, öncekileri de sonrakileri de toplayıp
biraraya getirdiğinde, bir münadi şöyle seslenecektir: Her kim, aziz ve celil
olan Allah için yapması gereken amelinde bir başkasını ortak koşmuş ise, haydi
gitsin o amelinin ecrini Allah'tan başkasının nezdinde arasın. Çünkü şüphesiz
Allah, ortaklar arasında, ortaklığa en ihtiyacı olmayandır." İbn Mace'de,
Ebu Said el-Hudri'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bizler el-Mesih
el-Deccal hakkında konuşurken, Resulullah (s.a.v.) yanımıza çıkageldi ve şöyle
dedi: "Bence sizin için el-Mesih el-Deccal'den daha da korkulması gereken
bir şeyi size haber vereyim mi?". Ebu Said el-Hudri dedi ki: Evet bildir,
Ey Allah'ın Resulü dedik. Şöyle buyurdu: "O, gizli şirktir; kişi namaza
kalkar durur da, bir kişinin kendisine baktığını gördüğünden dolayı namazını
süslemesidir."
İbn Mace'de Şeddad b.
Evs'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Şüphesiz ümmetim için en çok korktuğum şey, Allah'a şirk koşmalarıdır.
Ben onların güneşe, aya ve puta tapacaklarını söylemiyorum. Şu kadar var ki,
Allah'tan başkası için yapacakları ameller ve itaat edecekleri gizli bir
şehvetten (korkuyorum)
Bunu ayrıca Tirmizi
el-Hakim (Nevadirü'I-Usul'de) rivayet etmiştir.
İleride el-Kehf
Suresi'nin sonlarında (110. ayetin tefsirinde) bu hadis-i şerif gelecektir,
orada ayrıca gizli şehvetin mahiyeti de açıklanacaktır. İbn Lehia de, Yezid b.
Ebi Habib'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.)'a gizli
şehvet hakkında soru soruldu da o da şöyle buyurdu: "Gizli şehvet, kişinin
gelip etrafında oturulmasını sevdiği için öğrenmesidir."
Sehl b. Abdullah
et-Tüsteri (r.a.) der ki: Riya üç türlüdür. Birincisi, kişinin fiilini aslı
itibarı ile Allah'tan başkası için yapması ve bununla beraber o fiilinin Allah
için yaptığını bilinmesini istemesidir. Bu bir çeşit münafıklık ve imanda
şüpheye düşmektir. İkinci çeşit: Bir işe Allah için başlar, Allah'tan başkası
da ona muttali oldu mu, bundan sevinir ve gayrete gelir. Böyle bir kimse tevbe
edecek olursa, bütün yaptığını yeniden iade etmelidir.
üçüncüsü ise, ihlas ile
bir amele başlayıp, Allah için o amelini bitirir, bu hali ile o kişi bilinir ve
bundan dolayı övülür, o da bu övülmeden huzur duyarsa, işte Yüce Allah'ın
yasakladığı riya budur. Sehl der ki: Lukman, oğluna şöyle demiş: Riyakarlık,
amelinin ecrini dünya yurdunda istemendir. Halbuki, iyi insanların ameli ahiret
için olmalıdır. Ona riyanın ilacı nedir diye sorulunca, o da ameli gizlemektir
dedi. Peki, amel nasıl gizlenilir diye sorulunca, şöyle dedi: Açıktan yapmakla
mükellef tutulduğun amele ancak ihlas ile gir (başla) Açığa vurmakla mükellef
tutulmadığın şeye de, Allah'tan başka hiçbir kimsenin muttali olmasını isteme.
Yine devamla der ki: İnsanların muttali olduğu hiçbir ameli sen amelden sayma.
Eyyub es-Sahtiyani der ki: Ameli dolayısıyla mevkiinin bilinmesini istiyen bir
kimse akıllı bir kimse değildir. Derim ki: Sehl'in: "Bir amele ihlas ile
başlayıp ... " ifadesi ile ilgili olarak şunları söyliyelim: Eğer o
kişinin, başkalarının söyledikleri dolayısıyla huzur ve sükun bulup sevinmesi,
kalplerinde yer edip bundan dolayı kendisini övmeleri, ona saygı ve ta'zim
göstermeleri, iyilikte bulunmaları, onlardan elde etmeyi istediği mal ve bundan
başka birtakım şeylere nail olmak için olursa, bu yerilen bir şeydir. Çünkü,
böyle birisinin kalbi, onların o ameline muttali olmaları dolayısıyla sevinçle
dolup taşmış demektir. Velevki onlar, o amelini yapıp bitirdikten sonra muttali
olmuş olsunlar.
Kendisi ameline muttali
olmalarını sevmemekle, Allah'ın insanları muttali kılmasını sevmekle ve
Allah'ın lütfu dolayısıyla sevinmesine gelince; onun bu sevinci Allahın
lütfuyla bir itaat olur. Nitekim Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: "De ki,
Allah'ın lütfu ve rahmetiyle ve yalnız bunlarla sevinsinler. Bu onların toplaya
geldiklerinden daha hayırlıdır,'' (Yunus, 58). Buna dair geniş açıklamalar ve
bu açıklamaların tamamlanması, el-Muhasibi'nin erRiaye adlı eserindedir. Bu
bilgilere vakıf olmak isteyenler, oraya baksınlar.
Yine Sehl'e, Peygamber
(s.a.v.)'ın: "Ben bir ameli gizlice yapıyorum da, ona muttali olunur ve
bundan dolayı bu benim hoşuma gider." Hadisi sorulunca şu cevabı vermiş:
Bunun hoşuna gitmesi Allah'ın açığa vurduğu ameli dolayısıyla şükretmesi
bakımından veya buna benzer bir cihetten dolayıdır. İşte bu açıklamalar,
riyakarlık ve amellerin Allah için ihlas ile yapılması gereğine dair yeterli
özettir. Bakara Süresi'nde (139. ayette) ihlasın gerçek mahiyeti ile ilgili
açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamd olsun.
2- Anne-Baba Hukuku:
Yüce Allah'ın:
"Ana-babaya ... iyilik edin" buyruğuna gelince, (köle olmaları
halinde) anne-babayı azad etmenin, onlara yapılacak iyilikler cümlesinden
olduğu bu sürenin baş tarafında açıklanmış bulunmaktadır. İleride Subhan
(el-İsra) Süresi'nde onlara iyilik yapmanın hükmü (23-24. ayetlerin tefsirinde
2-14. başlıklarda) yeterince açıklanacaktır. İbn Ebi Able, "iyilik
yapın" kelimesini ötreli olarak (...) şeklinde okumuştur. Yani onlara
iyilik yapmak vaciptir. Diğerleri ise onlara iyilik yapın, anlamında olmak
üzere bu kelimeyi nasb ile okumuşlardır. İlim adamları der ki: Lütuf ve ihsanda
bulunan yaratıcıdan sonra, şükre, iyi davranmaya, onlara iyilik ve itaatle
bağlı kalmaya, boyun eymeğe en layık olan kimseler, Allah'ın kendisine ibadet,
itaat ve şükrü ile iyilikte bulunmayı zikrettiği kimselerdir. Bunlarsa anne ve
babadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bana ve anne-babana şükret diye
...'' (Lukman, 14) İkisi de Vasıt'lı olan Şübe ve Huşeym'ün Ya'la b. Ata'dan o,
babasından o, Abdullah b. Amr b. el-As'dan naklettiğine göre: Rasülullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Rabbin rızası, anne-babanın rızasına bağlıdır. Onun
gazabı da anne-babanın gazabından ötürüdür."
3- Akrabaya, Yetimlere
ve Yoksullara İyilik:
Yüce Allahın:
"Akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edin" buyruğuna gelince, buna
dair açıklamalar daha önce Bakara Suresi'nde (83. ayet, 4 ve 5. başlıklarda)
geçmiş bulunmaktadır.
4- Komşular:
Yüce Allah'ın:
"Yakın komşularınıza ve uzak komşularınıza ... iyilik edin" buyruğuna
gelince: Yüce Allah, komşunun korunması, hakkının yerine getirilmesini emretmiş
ve onun haklarına gereken riayetin gösterilmesini de hem Kitabında, hem
Peygamberinin diliyile tavsiye etmiştir. Nitekim Yüce Allah, anne-baba ve
akrabalardan sonra komşu hakkını sözkonusu ederek: "Yakın
komşularınıza" diye buyurduğu gibi: "Uzak komşularınıza" yani
yabancı komşularınıza da iyilik edin diye buyurmuştur. "el-Car
el-cunub"u yabancı komşu diye açıklayan İbn Abbas'tır. Sözlükte de
"el-cunub" uzak ve yabancı demektir. Filan kişi ecnebidir sözü de
buradan gelmektedir. Uzaklık anlamına gelen "cenabet" de böyledir.
Dilciler şu beyiti zikrederler: "Artık sen beni Nail'den uzak tutmak
suretiyle mahrum bırakma beni; Çünkü ben çadırlar ortasında yabancı kalmış bir
kişiyim."
el-A'şa da der ki:
"Uzak bir yerden Hureys'e ziyaretçi olarak geldim Fakat Hureys bana
birşeyler bağışlamaktan yana donuk idi."
el-A'meş ile
el-Mufaddal, "Uzak komşularınıza" buyruğunu (...) şeklinde ikinci
kelimedeki "cim" harfini üstün ve "nun" harfini sakin
olarak okumuştur ki, bu da bu kelimenin bir başka söyleyişidir. Arada herhangi
bir akrabalık bulunmadığı takdirde (...) denilir. Çoğulu da; (...) şeklinde
gelir.
Burada bir muzaf'ın
takdir edildiği de söylenmiştir. Buna göre; yanı bulunan komşu takdirindedir.
Yan tarafta (bitişik komşu) anlamına geldiği de söylenmiştir.
Nevf eş-Şami der ki:
"Yakın komşu"dan kasıt, müslüman komşudur,
"uzak
komşu"dan kasıt ise, yahudi ve hıristiyan komşudur.
Derim ki: Buna göre,
komşu hakkına riayetin tavsiye edilmesi, müslüman olsun, kafir olsun emrolunmuş
ve teşvik olunmuş bir iştir. Sahih olan görüş de budur. İyilik yapmak, bazan
gözetmek anlamındadır. Bazan güzel geçinmek, eziyet vermekten uzak durmak ve
onu korumak anlamına da gelir.
Buhari, Aişe
(r.anha)'dan Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Cebrail bana komşuyu o kadar tavsiye etti ki, nerdeyse onu mirasçı
kılacak zannettim."
Ebu Şureyh Peygamber
(s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Allah'a yemin ederimki
iman etmiş olmaz. Allah'a yemin ederim ki iman etmiş olmaz. Allah'a yemin
ederim ki iman etmiş olmaz". Ey Allahın Rasülü kim (den sözediyorsunuz)?
diye sorulunca, şöyle buyurdu: "Vereceği sıkıntılardan yana komşusu
kendisini emniyette hissetmeyen kişi."
İşte bu, bütün komşular
hakkında umumi bir buyruktur. Hz. Peygamber üç defa yemin etmek suretiyle ve
komşusuna eziyet eden bir kimsenin kamil bir iman ile iman etmiş olmayacağını
belirterek, komşuya eziyeti terk etmeyi tekid etmiştir. O halde, mü'minin
komşusuna eziyet vermekten çekinmesi, Allah'ın ve Resulünün yasakladığı şeyden
uzak durması, her ikisinin de razı olacağı ve kullarını işlemeye teşvik
ettikleri şeylere de rağbet duyması gerekmektedir. Peygamber (s.a.v.)'den şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Komşular üç
türlüdür. Bir komşu vardır ki, üç hakkı vardır. Bir komşu vardır ki, iki hakkı
vardır. Bir komşu vardır ki, bir hakkı vardır. üç hakkı olan komşu, müslüman ve
yakın akraba olan komşudur. Bunun komşuluk hakkı, akrabalık hakkı ve müslüman
olmak hakkı vardır. İki hakkı bulunan komşu, müslüman komşudur. Bunun
müslümanlık dolayısıyla bir hakkı ve komşuluk dolayısıyla bir hakkı vardır. Bir
tek hakkı olan komşu ise, kafir komşudur. Bunun yalnızca komşuluk hakkı vardır.
5- Yakın Komşu ve Bazı
Haklarına Örnekler:
Buhari, Aişe
(r.anha)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ey Allah'ın Rasülü dedim. Benim
iki tane komşum vardır. Bunların hangisine hediye vereyim. Şöyle buyurdu:
" Kapısı sana daha yakın olana"
Bir gurup ilim adamı, bu
hadis-i şerifin, Yüce Allah'ın, "Yakın komşularınıza" buyruğundan ne
kastedildiğini açıkladığı görüşündedir. Bu ise, mesken itibari ile sana yakın
olan komşu demektir. "Uzak komşu" ise, meskeni, senden uzak olandır.
Ayrıca bunu, komşu lehine şuf'anın gerekliliğine de delil göstermişler ve Hz,
Peygamberin: "Bitişik komşu buna daha bir hak sahibidir" hadisi ile
desteklemişlerdir.
Fakat bunda buna dair
delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü Hz, Aişe, Peygamber (s.a.v.)'a komşulardan
kime hediye vermekle başlayacağına dair soru sormuş, Hz. Peygamber de, kapısı
kendisine daha yakın olandan başlıyacağını, böyle bir komşunun ötekilerinden
daha önce geldiğini bildirmiştir.
İbnü'l-Münzir der ki: Bu
hadis-i şerif, duvarı bitişik olmıyan kimse hakkında da komşu tabirinin
kullanılacağına delildir. Ebu Hanife, bu hadisin zahirinden uzaklaşarak şöyle demiştir:
Bitişik komşu eğer şuf'ayı istemez, (şuf'a talebinde bulunmaz) buna karşılık
ona bitişik olan ancak (satılan) eve bitişik, yolu da, duvarı da yoksa, o
komşunun bu evde şuf'a hakkı yoktur. Halbuki genel olarak ilim adamları şöyle
demektedir: Kişi komşuları lehine bir vasiyette bulunacak olursa, ona bitişik
olan komşuya da verilir, diğerlerine de verilir. Ancak Ebu Hanife, genel olarak
ilim adamlarından (onların kanaatlerinden), ayrılarak: Yalnızca bitişik olan
komşuya verilir, demektedir.
6- Komşuluk Sınırı:
Komşuluğun sınırı
hususunda insanlar farklı görüşlere sahiptir. el-Evzai şöyle dermiş: Her
taraftan kırk ev. İbn Şihab da böyle demiştir. Rivayet edildiğine göre, bir
adam Peygamber (s.a.v.)'e gelip şöyle demiş: Ben bir kavmin kaldığı mahallede
konakladım. Onların arasında bana en yakın komşu olanları bana en fazla eziyet
edenleridir. Peygamber (s.a.v.), Ebu Bekir, Ömer ve Ali'yi mescidlerin
kapılarında yüksek sesle şöyle bağırmak üzere gönderdi: "Şunu bilinki,
kırk ev komşudur. Komşusu vereceği zararlardan emniyet altında olmıyan bir
kimse, cennete giremez."
Hz. Ali b. Ebi Talib der
ki: Ezan sesini işiten kişi komşudur. Bir kesim de şöyle demiştir: Namaz için
kamet getirildiğini duyan kişi o mescidin komşusudur. Bir diğer kesim de şöyle
demektedir: Bir kimse ile aynı mahallede, yahut aynı şehirde oturan kimse
komşudur. Yüce Allah da; "Eğer münafıklar. .. vazgeçmezlerse ... sonra da
onlar orada ancak az bir zaman seninle komşuluk ederler." (el-Ahzab, 60)
diye buyurmakta ve böylelikle onların Medine'de bir arada bulunmalarını
komşuluk olarak değerlendirmektedir. Komşuluğun bir takım mertebeleri vardır ve
biri diğerine daha çok yakındır. Bunların en yakın olanları ise zevcedir.
Nitekim şair şöyle demiştir:
"Ey komşum,
(hanımım) bain talakla benden boş ol! Sen haydi sen boş oldun."
7- Komşuya İyilik
Yapma Örnekleri:
Müslim'in Ebu Zer'den
rivayet ettiği şu hadiste komşuya iyilik türlerinden birisine örnek Ebu Zer
dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey Ebu Zer, sen bir çorba
pişirecek olursan suyunu çok kat ve komşularını gözet."
Böylelikle Hz. Peygamber
üstün ahlaki değerlere teşvikte bulunmuştur.
Çünkü bu şekildeki
davranışlar, karşılıklı sevgiyi, güzel geçimi doğurduğu gibi, ihtiyacı ve
fesadı da def ederler. Komşu komşusunun penceresinin çıkardığı kokulardan
rahatsız olabilir. Belki, onun çoluk çocuğu vardır da, bunların zayıflarının o
kokular dolayısıyla o yemeğe canı çeker. Onların ihtiyaçlarını karşılamak
durumunda olan kimse ise, çoluk çocuğunun acıları ve bundan dolayı karşı karşıya
kalacağı mükellefiyet ona ağır gelebilir. Bilhassa onların sorumluları zayıf
veya dul bir kadın ise, bu zorluk daha bir artar, bu acı ve hasret daha da
ileri derecelere varır.
Denildiğine göre, Hz.
Yakub'un Hz. Yusuf'un ayrılma cezasına sebep bu olmuştu. İşte bütün bunlar
onlara götürülüp verilecek bir parça yemeğe onları ortak etmek suretiyle
bertaraf edilir. İşte bu anlam dolayısıyla Hz. Peygamber yakın komşuya hediye
vermeyi teşvik etmiştir. Çünkü yakın komşu, komşusunun evine girip çıkana bakar.
Bunları gördüğü vakit, bu hususlarda ona ortak olmayı arzular.
Yine gaflet ve gafil
avlanabilme zamanlarında karşıkarşıya kalabildiği bir ihtiyaç halinde, komşunun
yardımına en çabuk koşan yine komşudur. Bundan dolayı evi daha yakın olmakla
birlikte kapısı daha yakın olana (hediye. vermekle) başlamayı irşad
buyurmuştur.
Doğrusunu en iyi bilen
Allahtır.
8- Hediyeleşme Adabı:
İlim adamları der ki:
Hz. Peygamber: "Suyunu çok kat!" buyurmakla cimri olana işi
kolaylaştırmaya oldukça incelikli bir şekilde dikkat çekmiş, işaret
buyurmuştur. Artırılacak olan şeyi parasız olan su diye belirlemiştir. Bundan
dolayı o: "Bir çorba pişirdiğin zaman onun etini artır" dememiştir.
Çünkü bunu yapmak herkes için kolay değildir.
Şair ne güzel söylemiş:
"Birdir benim tencerem ile komşumun tenceresi O tencere bana gelmeden önce
ona gider."
Hz. Peygamberin:
"Sonra komşularından bir aile halkını gör ve onlara bu çorbadan maruf olan
birşeyler gönder" buyruğu sebebiyle hakir görülen ve oldukça basit ve önemsiz
şeyler hediye olarak verilmez. "Onlara maruf olan birşeyler gönder"
sözü, hediye olarak verilmesi örf haline gelmiş olan birşey gönder, demektir.
Az bir miktar her ne kadar hediye olarak verilen şeylerden ise de, bu azıcık
miktar bu seviyeye çıkamıyabilir. Eğer azıcık miktardan fazlasını hediye
edemiyecek durumda ise, onu hediye ediversin ve onu da basit ve önemsiz
görmesin. Kendisine hediye verilen kabul etmelidir. Çünkü Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Ey mü'min kadınlar, sizden herhangi biriniz, yanık bir
koyun bacağı olsa dahi komşusuna (vereceği hediyeyi) asla önemsiz
görmesin." Bunu Malik, Muvatta adlı eserinde zikretmiştir.
Biz bu hadisteki
"Ey mü'min kadınlar" anlamına gelen: (...) kelimesindeki
"mü'mineler" anlamına gelen "el-Mü'minat" kelimesini muzaf
olarak değil, merfu olarak kaydetmiş bulunuyoruz. İfadenin takdiri ise:
"(...) şeklindedir. Nitekim (...) Ey kerim adamlar! denilmesi de böyledir.
Görüldüğü gibi burada da münada olan; (...) ibaresi hazf edilmiştir. Kadınlar anlamına
gelen; (...) kelimesi ise, buna sıfat takdirindedir. Mü'mineler ise
"kadınlar" kelimesinin sıfatıdır. Bunun izafet şeklinde (...) diye
söyleneceği söylenmiş ise de birincisi daha çok görülen bir husustur.
9- Komşu Haklarının
Kapsamı:
Komşuya gereken şefkati
göstererek, onun bir kerestesini (kendi duvarına) yerleştirmesine engel olmamak
da komşuya ikram kabilindendir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden herhangi bir kimse, komşusunun kendi duvarına bir kalası gömüp
yerleştirmesine engel olmasın." Daha sonra Ebu Hureyre şöyle der: Bana ne
oluyor ki sizin bundan yüz çevirdiğinizi görüyorum? Allah'a yemin ederim ki,
ben bunu sizin huzurunuzda gözünüzün önünde açıkça söylüyeceğim. (Bundan geri
durmayacağım).
Buradaki
"kalas" kelimesi çoğul olarak ve (...): Kalaslarına şeklinde çoğul
olarak da, tekil olarak da rivayet edilmiştir. Ayrıca "aranızda,
önünüzde" anlamına gelen: (...) kelimesi de kollarınız arasında (veya
önünüzde)" anlamına gelecek şekilde: (...) diye de rivayet edilmiştir.
Mutlaka ben bunu atacağım ifadesi ise; ben bu sözü ve bu olayı mutlaka size
nakledeceğim! demektir.
Buna dayanarak bunun
vücup ifade ettiği mi söylenecektir, yoksa mendupluk ifade ettiği mi? Bu
hususta ilim adamları arasında görüş ayrılığı vardır.
Malik, Ebu Hanife ve
arkadaşları bunun komşuya iyilik yapmak, onu müsamaha ile karşılamak, ona
ihsanda bulunmaya teşvik anlamında olduğu görüşündedirler. Yoksa bu bir vücup
ifade etmez. Buna delil ise Hz. Peygamber'in: "Gönül hoşluğu ile olmadıkça
müslüman bir kimsenin malı helal olmaz" hadisidir. Derler ki: Hz.
Peygamberin "Komşusuna engel olmasın" buyruğunun anlamı da tıpkı Hz.
Peygamberin şu buyruğundaki mana gibidir: "Sizden herhangi birisinden
hanımı mescide gitmek üzere izin istiyecek olursa ona engel olmasın."
Bunun ise herkese göre ifade ettiği mana, kocanın bu hususta göreceği salah ve
hayra göre mendupluk ifade ettiğidir.
Şafii, arkadaşları,
Ahmed b. Hanbel, İshak, Ebu Sevr, Davud b. Ali ve ehli hadisten bir gurup da
bunun vücup ifade ettiği kanaatindedirler. Derler ki:
Şayet Ebu Hureyre,
Peygamber (s.a.v.)'den işittiklerinden vücup anlamını çıkartmamış olsaydı,
vacip olmayan birşeyi onlara vacip kılmazdı. Aynı zamanda bu, Ömer b. el-Hattab
(r.a)'ın da görüşüdür. Çünkü o, Muhammed b. Mesleme'nin arazisinden geçecek su
arkı ile ilgili meselede, ed-Dahhak b. Halife'nin lehine, Muhammed b.
Mesleme'nin aleyhine hüküm vermiş, Muhammed b. Mesleme: Vallahi olmaz deyince,
Hz. Ömer de şöyle demişti: "Vallahi onu senin karnının üzerinden olsa dahi
ordan geçireceğim" dedikten sonra Hz. Ömer, ed-Dahhak'a su arkını oradan
geçirmesini emretmiş, ed-Dahhak da böyle yapmıştı.
Bunu da Malik Muvatta'da
rivayet etmiştir.
Şafii de
"er-Red" adlı eserinde Malik'in bu bölümde Hz. Ömer'e muhalif
sahabeden her hangi bir kimse bulunmadığını iddia etmekte ve Malik'in bunu
rivayet edip kitabına almasına rağmen bunu delil olarak kabul etmeyip kendi
görüşüne istinaden reddetmesini tepki ile karşılamaktadır. Ama Ebu Ömer (b.
Abdi'l-Berr) şöyle demektedir: Durum Şafii'nin iddia ettiği gibi değildir.
Çünkü Muhammed b. Mesleme'nin bu husustaki görüşü Hz. Ömer'in görüşüne
muhalifti.
Ensar'ın görüşü de aynı
şekilde Hz. Ömer'in görüşüne muhalif idi. Abdurrahman b. Avf'ın kendisine ait
olan bir suyu, bir başkasının bahçesinden geçirmesi kıssasında ve bunu
değiştirmesinde de (Hz. Ömer'e muhalif kanaate sahip olan ashabın) bulunduğunu
görmekteyiz. Ashab-ı kiram arasında görüş ayrılığı bulunduğu takdirde ise,
kıyasa başvurmak gerekir Kıyas, müslümanların kanlarının, mallarının,
ırzlarının özel olarak gönül hoşluğu ile olanları müstesna, birbirlerine haram
olduklarına delalet etmektedir. İşte Peygamber (s.a.v.)'dan sabit olan da
budur. Ebu Hureyre'nin: Bana ne oluyor ki sizin bundan yüz çevirdiğinizi
görüyorum. Allah'a yemin ederimki bunu önünüze atacağım, şeklindeki sözü, veya
buna benzer ifadesi, bu husustaki kanaatin hilafına delil olarak gösterilebilir
Ancak birinci görüşün sahipleri şu şekilde cevap vermektedirler: Burada irtifak
hakkı gereğince hüküm vermek, sünnetten sabit olan delil ile Hz. Peygamber'in:
"Gönül hoşluğu ile olmadıkça müslüman bir kimsenin malı helal olmaz"
buyruğunun kapsamı dışına çıkmaktadır Çünkü bunun anlamı temlik ve tüketmektir
Bu hadiste irtifak hakkıyla alakalı birşey yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) bu
ikisi arasında hüküm bakımından fark gözetmiştir. O bakımdan Resulullah
(s.a.v.)'ın fark gözettiği şeylerin aynı hükümde bir arada görülmemesi gerekir.
Yine Malik şunu nakletmektedir: Medine'de Ebu'l-Muttalip adında bu şekilde
hüküm veren bir hakim varmış. Bu görüşün sahipleri ayrıca el-A'meş'in Enes'den
rivayet ettiği şu haberi de delil gösterirler: Enes dedi ki: Uhud gününde
bizden bir genç şehid düştü. Annesi yüzündeki toprağı silip: Müjdeler olsun
sana, ne mutlu sanaki cennetliksin demeye koyuldu. Peygamber (s.a.v.) ise ona şöyle
dedi:
"Nerdenbiliyorsun?
Belki o, kendisini ilgilendirmeyen hususlar hakkında söz söyler ve kendisine
zarar vermeyen şeylere mani oluyordu." el-A'meş'in Enes'den hadis
dinlediği sahih bir rivayet yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu
açıklamaları Ebu Ömer yapmıştır
10- Komşunun İrtifak
Hakları:
Varid olan bir hadis-i
şerifte Peygamber (s.a.v.), komşunun irtifak haklarını bir arada zikretmiş
bulunmaktadır. Bu hadisi Muaz b. Cebel şöylece rivayet etmektedir: Ey Allah'ın
Resulü Komşunun hakkı nedir? dedik. Şöyle buyurdu: "Senden borç isterse
ona borç verirsin. Senden yardım isterse ona yardım edersin. Muhtaç olursa ona
verirsin. Hastalanırsa onu ziyaret edersin. Ölürse cenazesinin arkasından
gidersin. Ona bir hayır isabet ederse bu seni sevindirir ve bundan dolayı onu
tebrik edersin. Ona bir musibet isabet ederse bu da seni rahatsız etme li ve
bundan dolayı ona taziyetlerini bildirirsin.
Tencerenin koku ve
dumanı ile onu -ona o tencereden bir kepçe göndermedikçe- rahatsız etmezsin.
Yukardan onun evini gözetlemek üzere ve ona gelecek rüzgarı kapatsın diye onun
izniyle olmadıkça binanı ondan daha yükseğe çıkarmazsın. Herhangi bir meyve
satın alacak olursan ondan ona da hediye gönder. Aksi takdirde gizlice onu
evine sok.
Çocukların ondan herhangi
bir parçayı alıp dışarı çıkarak onun çocuklarını bu sebepten dolayı rahatsız
etmesin. Benim söylemek istediğimi iyice anlıyor musunuz? Allah'ın rahmeti ile
esirgediği az sayıdaki kimseler müstesna, komşunun hakkı ödenemez." Veya
buna yakın ifadelerle bunu açıkladı. Bu hadis kapsamlı bir hadistir. Ve hasen
bir hadistir. İsnadında, Ebu'I-Fadl, Osman b. Matar eş-Şeybanı vardır ki, pek
hoş karşılanan bir ravi değildir.
11- Komşuluk
Haklarının Sabit Olması İçin İman Şart mıdır?
İlim adamları der ki: Komşuya
ikrama dair hadis-i şerifler, kayıtlı olarak değil, mutlak olarak gelmiştir.
Açıkladığımız gibi kafir dahi bunun kapsamındadır. Bu hususta varid olan
haberde ashabın şöyle dediği nakledilmektedir:
Ey Allah'ın Resulü, biz
onlara (kafir komşularımıza), kurban etlerinden yedirelim mi? Hz. Peygamber:
"Müşriklere müslümanların kestiği kurbanlıklardan birşey
yedirmeyiniz" diye buyurmuştur.
Hz. Peygamberin,
müşriklere müslümanların kestikleri kurbanlardan yedirmeyi yasaklaması,
muhtemeldirki, kurban kesenin kendisinin de yemesi, zenginlere de yedirmesi
caiz olmayan kişinin ve zimmetinde vacip olan kurbandır. Zenginlere
yedirmesinin de mümkün görüldüğü vacip olmıyan kurbanlara gelince, bundan
zimmet ehline yedirmek caizdir. Peygamber (s.a.v.) da kurban etinin dağıtılması
esnasında Hz. Aişe'ye: "Yahudi komşumuzdan başla" diye buyurmuştur.
Yine rivayet edildiğine
göre, Abdullah b. Amr b. el-As'ın ailesi arasında bir koyun kesilmiş idi.
Abdullah eve gelince üç defa: Yahudi komşumuza hediye ettiniz mi? diye sordu.
Çünkü ben Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Cebrail bana
komşuyu o derece tavsiye etti ki, neredeyse onu mirasçı kılacak
sandım."
12- Yakın Arkadaş:
Yüce Allah'ın:
"Yanınızdaki arkadaşa" buyruğundan kasıt, yol arkadaşıdır. Taberi
muttasıl senetle naklettiğine göre, Resulullah (s.a.v.) ile birlikte ashabından
bir kişi vardı. Her ikisi de birer deve üzerinde idi. Resulullah (s.a.v.) su
kenarındaki bir koruluğa girdi. Oradan birisi eğri olan iki sopa kopardı.
Ağaçlar arasından çıkıp düzgün olanını arkadaşına verdi. Arkadaşı: Ey Allah'ın
Resulü, bu daha çok senin hakkındır deyince, Hz. Peygamber, "Asla, Ey
filan. Çünkü bir başkasıyla arkadaşlık eden her bir kişi, onunla yaptığı
arkadaşlıktan -günün kısacık bir anı kadar dahi olsa- sorumlu
tutulacaktır" diye buyurdu.
Rabia b. Ebi Abdurrahman
da der ki: Yolculuğun kendine göre üstün adabı, ikamet halinin de üstün adabı
vardır. Yolculuk halindeki üstün adap, azığı bol bol başkasına verebilmek,
arkadaşlarla az anlaşmazlık çıkarmak ve Allah'ın gazap ettiği şeyler dışında
çokça şakalaşmak. İkamet halinde üstün adaba gelince, mescidlere mutad bir
şekilde gitmek, Kur'an okumak ve Allah yolunda çokça kardeşleri bulunmak.
Esedoğullarından birisi -ki, bunun Hatemi Tai olduğu da söylenmiştir- şöyle
demiştir:
"Eğer arkadaşımın
ayrıca bir bineği olmayıp, benim bineğimin arkasında değilse, Hiçbir zaman
benim ayağım bineğin üzerine çıkmaz.
Eğer benim azığımın
yarısı onun azığı olmazsa,
Ben azıksız da kalayım,
benim fazladan hiçbirşeyim de olmasın.
Sahib olduğumuz şeylerde
içinde bulunduğumuz bu durumda ikimiz de ortağız. Bazen şöyle görüyorum:
Benim lütfumdan nail
olduğu için adeta o bana lütuf etmiş gibidir."
Hz. Ali, İbn Mes'ud ve
İbn Ebi Leyla: "Yanınızdaki arkadaş" dan kastın, zevce olduğunu
söylemişlerdir. İbn Cüreyc ise der ki: Yakın arkadaş, senden fayda sağlar
umuduyla seninle arkadaşlık yapıp yanından ayrılmayandır. Ancak birinci görüş
daha sahihtir. Bu İbn Abbas, İbn Cübeyr, İkrime, Mücahid ve ed-Dahhak'ın da
görüşüdür. Ayet-i kerime umum ifadesi dolayısıyla bütün bu hususları da
kapsıyor olabilir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
13- Yolda Kalmış:
Yüce Allah'ın:
"Yolda kalmışa ... " buyruğu ile ilgili olarak Mücahid der ki: Bundan
maksat, senin yanından yolu sana uğrayıp geçip giden kimsedir.
Yol (es-Sebil) geçip
gidilen yol demektir. (İbnü's-Sebil yol oğlu şeklinde) yolcunun yola nisbet
edilmesi ise, onun yoldan geçmesi ve yoldan ayrılmaması dolayısıyladır. Ona
birşeyler vermek, ona yumuşak davranmak, ona gitmek istediği yeri göstermek ve
doğruya yöneltmek de yolcuya yapılacak iyilikler cümlesindendir.
14- Ellerinizin
Altında Bulunanlara da İyilik Edin:
Yüce Allah:
"Ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin" buyruğu ile, sahip
olunan kölelere de iyilikte bulunmayı emretmektedir. Peygamber (s.a.v.) de bu
emri beyan etmiştir. Müslim ve başkaları el-Ma'rur b. Süveyd'den şöyle dediğini
rivayet etmektedirler: Rebeze'de iken yolumuz Ebü Zer'e uğradı. Ebü Zer'in
üzerinde de bir bürde (sarınılan bir örtü), kölesinin üzerinde de onun gibi bir
bürde vardı. Biz Ey Ebü Zer, dedik. İkisini bir araya getirsen tam bir hulle
olurdu. Şöyle dedi: Benim ile kardeşlerimden bir diğeri arasında sözlü bir
atışma olmuştu. Onun annesi arap değildi. Annesi dolayısıyla onu ayıpladım.
Beni Peygamber (s.a.v.)'e şikayet etti. Peygamber (s.a.v.) ile karşılaşınca
şöyle buyurdu: "Ey Ebü Zer, sen kendisinde cahiliyye (nin) izleri bulunan
birisisin." Ey Allah'ın Rasülü, dedim. İnsanlara sövenin annesine de babasına
da söverler. Şöyle dedi: "Ey Ebü Zer sen, kendisinde cahiliyye (nin)
izleri bulunan birisisin. Bunlar sizin kardeşlerinizdir. Allah onları elinizin
altına hizmet etmek üzere vermiştir. O bakımdan yediklerinizden onlara
yediriniz, giydiklerinizden onlara giydiriniz. Onlara ağır gelecek, altından
kalkamıyacakları işleri yüklemeyiniz. Eğer yükleyecek olursanız, onlara
yardımcı olunuz."
Ebü Hureyre'den rivayet
edildiğine göre: Bir gün bindiği bir katırın terkisine kölesini de bindirdi.
Birisi ona şöyle dedi: Onu indirsen de bineğinin arkasından yürüse Ebü Hureyre
şöyle dedi: Ateşe dönüşmüş iki demet odunun, yakabildikleri kadar beni yakacak
şekilde benimle yürümeleri benim için kölemin arkamda yürümesinden daha
sevimlidir. Ebü Davud da, Ebü Zer'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Rasüllulah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Köleleriniz arasından size uygun
bulduğunuz kimseye yediğinizden yediriniz, giydiğinizden giydiriniz. Size uygun
düşmeyeni de satınız ve Allah'ın yarattıklarına azap etmeyiniz." Yine
Müslim, Ebü Hureyre (r.a)'dan Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet
etmektedir: "Yedirmek ve giydirmek kölenin hakkıdır. Köleye
kaldırabileceğinden fazla iş yükletilmez." Yine Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse, kölem ve cariyem demesin. Bunun
yerine, fetam (oğlum) ve fetat! (kızım) desin."
İleride Yusuf (a.s)
Suresi'nde buna (feta) kelimesine dair açıklamalar gelecektir. (30-36 ve
62. ayetler) Böylelikle
Peygamber (s.a.v.), efendilere, üstün ahlaki değerlere bağlılığı teşvik etmiş,
iyilikte bulunma yollarını göstermiş, alçak gönüllülük yolunu izlemelerini
istemiştir. Ta ki, kendilerinin köleleri üzerinde üstün bir meziyetleri olduğu
görüşüne sahip olmasınlar. Çünkü herkes Allah'ın kuludur ve mal Allah'ındır.
Fakat Allah, insanların kimini kimine müsahhar kılmıştır. Kimini kiminin
mülkiyetine vermiştir. Bunu da nimetini tamamlamak ve hikmetini gerçekleştirmek
için yapmıştır. Eğer onlara, kendilerinin yediklerinden daha az yedirecek olur,
giydiklerinden nitelik itibariyle daha aşağı ve daha az miktarda giydirecek
olurlarsa, bu hususta üzerlerindeki görevleri yerine getirmeleri şartıyla caiz
olur, bu konuda görüş ayrılığı da yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
.
Müslim'in rivayetine
göre, Abdullah b. Amr, bir seferinde huzuruna gelip giren haznedarına şöyle
demiş: Kölelere yiyeceklerini verdik mi? O Hayır deyince, Abdullah: Git onlara
yiyeceklerini ver. Çünkü Resulullah (s.a.v.): "Sahib olduğu kölelerine
vereceği yemeği engellemesi kişiye günah olarak yeter diye buyurmuştur" dedi.
15- Köleye ve
Hizmetçiye Yapılan Haksızlıkların Kefareti:
Peygamber (s.a.v.)'in
şöyle buyurduğu sabittir: "Her kim kölesine yapmadığı bir işin cezasını
(haddini) vurur yahutta yüzüne bir tokat atarsa, bunun keffareti o köleyi azad
etmesidir." Bundan maksat, haddi gerektiren bir suçu olmadığı halde had
miktarına ulaşacak kadar kölesini dövmesidir.
Ashab-ı kiramdan bir
topluluğun dövmek hususunda köleleri lehine çocuklarına kısas uyguladıkları,
çocukları kısası kabul etmemeleri halinde de köleyi azad ettikleri rivayet
edilmiştir.
Hz. Peygamber de şöyle
buyurmuştur: "Kölesine zina iftirasında bulunan bir kimseye Kıyamet
gününde seksen celde olarak had ona uygulanır." Yine Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: "Kölelerine kötü davranan bir kimse cennete girmez." Hz.
Peygamberin bir başka buyruğu da şöyledir:
"Kötü huyluluk bir
uğursuzluktur. Mülkiyeti altında bulunanlara güzel bir şekilde davranmak bir
berekettir. Akrabalık bağını gözetmek, ömrü artırır, sadaka da kötü bir ölümle
ölümü bertaraf eder."
16- Köle mi Efdaldir,
Hür Olan mı?
İlim adamları bu
kabilden, hür mü daha faziletlidir, yoksa kölemi hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Müslim, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet eder: Resulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Islah edici mülkiyet altındaki kölenin iki ecri vardır."
Ebu Hureyre'nin nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer Allah yolunda
cihad, hac ve anneme iyi davranmak gereği bulunmasaydı, köle olduğum halde
ölmeyi arzu edecektim.
İbn Ömer'den rivayet edildiği
ne göre de, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki köle,
efendisine karşı samimi ve doğru davranır, Allah'a ibadetini de güzel bir
şekilde yaparsa, ecri ona iki kat verilir."
İşte bunlar ve buna
benzer buyrukları kölelerin daha faziletli olduğunu söyleyenler delil diye
göstermiştir. Çünkü köle, iki cihetten muhataptır: Bir taraftan Allah'a ibadet
etmesi istenmiştir, diğer taraftan da efendisine hizmet etmesi istenir. İşte
Ebu Ömer Yusuf b. Abdi'l-Berr, en-Nemri ile Hafız Ebu Bekir Muhammed b.
Abdullah b. Ahmed el-Amiri el-Bağdadi bu görüştedir.
Hürrün daha faziletli
olduğunu söyleyenler de şu sözleriyle görüşlerini delillendirmektedirler: Din
ve dünya işlerinde tam bir bağımsızlık ancak hürler için gerçekleşir. Köle ise
bağımsızlığı olmadığından dolayı yitik şahıs ve zorla istenen yere çekip
çevirilen alet ile, mecburen emir altına verilmiş bir canlıya benzer. Bundan
dolayı köle, şahidlik etmek makamından ve birçok velayetlerden birtakım hak ve
görevleri ifa edebilmek, makamları işgal edebilmek, selahiyetinden mahrum
edilmiş, ona uygulanan hadler, hürlerin hadlerinden daha aşağı tutulmuştur.
Bunlar kölenin kadrinin daha aşağı olduğunu hissettirmektedir.
Hür kimseden her ne
kadar bir tek cihetten talepte bulunulsa dahi o yönde onun vazifeleri daha
çoktur. Onun görevlerini ifa ederken karşı karşıya kalacağı sıkıntı ve
yükümlülükler daha büyüktür. O bakımdan sevabı da daha fazladır.
İşte Ebu Hureyre:
"Şayet cihad ve hac olmasaydı..." sözleriyle buna işaret etmektedir.
Yani şayet bu işleri yerine getirememe dolayısıyla kölenin karşı karşıya
kaldığı eksik konum olmasıydı... (köle olmayı temenni edecektim) demektir.
Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
17- Hz. Cebrail'in
Diğer Tavsiyeleri:
Enes b. Malik, Peygamber
(s.a.v.)'den şöyle buyurduğumı rivayet etmektedir: "Cebrail bana komşuyu o
kadar çok tavsiye etti ki, neredeyse onu mirasçı kılacak zannettim."
"Kadınları bana o kadar çok tavsiye etti ki, az kalsın onları boşamayı
haram kılacağını zannettim. Köleleri bana o kadar çok tavsiye etti ki, adeta
onlar için belli bir süre tayin edip o süreye eriştiler mi, azad olacaklarını
hükme bağlıyacağını zannettim." "Bana misvak kullanmayı o kadar çok
tavsiye etti ki, ağzımın derisinin soyulacağından korktum." .... Neredeyse
... soyulacaktı diye de rivayet edilmiştir-. Gece namazı kılmayı bana o kadar
çok tavsiye etmeye devam etti ki, neredeyse ümmetimin hayırlılarının geceleyin
hiç uyuyamayacaklarını zannettim." Bunu Ebu'l-Leys es-Semarkandi,
Tefsir'inde zikretmiştir.
18- Allah Büyüklenip
Böbürlenenleri Sevmez:
"Allah büyüklenip
böbürlenenleri elbette sevmez" buyruğu, onlardan razı olmaz demektir. Şanı
Yüce Allah, bu niteliğe sahip olanları sevmiyeceği, onlardan razı olmayacağını
belirtmektedir. Yani böyleleri üzerinde Allah'ın nimetinin etkileri görülmez.
Bu da bir çeşit tehdittir.
Büyüklenen kimse,
(el-Muhtal) kibir duyan kimse demektir. Böbürlenen (el-fahur) ise, büyüklük
taslamak kastıyla kendi menkıbelerini (güzel hallerini) anlatıp durandır. Fahr
etmek, Yükselip kabarmak. başkalarına karşı haddini aşmak demektir. Özellikle
burada bu iki niteliğin anılış sebebi, bu iki olumsuz niteliği taşıyan
kimselerin bunların etkisi altında kalarak, fakir akraba, fakir komşu ve ayet-i
kerimede sözü edilen diğerlerine karşı büyüklenmeye götürüp, Allah'ın bunlara
iyilik yapma emrinin zayi olmasına sebep teşkil ettiklerinden ötürüdür.
el-Mufaddal'ın
naklettiğine göre Asım, "Yakın komşularınıza" anlamındaki buyruğu,
"cim" harfini üstün ve "nun" harfini de sakin olarak; (...)
şeklinde okumuştur. el-Mehdevi der ki: Bu okuyuş, bir muzafuı hazf edilmiş
olması takdirine binaendir. Yani yakın tarafında bulunan komşu demektir.
el-Ahfeş de şunu nakleder: "Bütün insanlar bir yanda, emir de bir
yanda."
Yan (el-Cenb), cihet ve
taraf demektir. Akraba cihetinden ... demektir.
Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN