ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NİSA

20

/

21

وَإِنْ أَرَدتُّمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَّكَانَ زَوْجٍ وَآتَيْتُمْ إِحْدَاهُنَّ قِنطَاراً فَلاَ تَأْخُذُواْ مِنْهُ شَيْئاً أَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَاناً وَإِثْماً مُّبِيناً {20}

 

 وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ أَفْضَى بَعْضُكُمْ إِلَى بَعْضٍ وَأَخَذْنَ مِنكُم مِّيثَاقاً غَلِيظاً {21}

 

20. Bir eşi bırakıp da yerine bir başka eş almak isterseniz, öncekine yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile ondan hiçbir şey almayın. Onu bir iftira veya apaçık bir günah diye alır mısınız?

21. Hem birbirinize karışmış ve onlar sizden kuvvetli bir söz almışken onu nasıl alabilirsiniz?

 

Bu buyruklara dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:

 

1- Ayetler Arası İlişki:

2- Kötü Geçim ve Serkeşlik Her İki Taraftan İse, Eşler Ayrılmak İsterlerse:

3- Kadına Mehir Miktarı:

4- Mehirden Birşey Geri Alınamaması:

5- Mehrin Geri Alınamayışının Gerekçesi:

6- Kadınların Aldıkları "Kuvvetli Söz":

 

1- Ayetler Arası İlişki:

 

Bundan önceki ayet-i kerimede, kadının sebep teşkil ettiği ayrılmanın hükmü ile, kocanın ondan (bu durumda) mal alabilme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra, bunun akabinde kocanın sebep teşkil ettiği ayrılıktan söz edilmekte ve eğer herhangi bir serkeşlik ve kötü geçim sözkonusu olmaksızın boşanmak istiyor ise, erkeğin kadından herhangi bir mal isteme hakkına sahip olmadığı beyan edilmektedir.

 

2- Kötü Geçim ve Serkeşlik Her İki Taraftan İse, Eşler Ayrılmak İsterlerse:

 

Eğer karı-koca da serkeşlik ediyor, biribirleriyle kötü geçiniyor ise, bununla, ikisi de ayrılmayı arzu ediyorlarsa, hükmün ne olduğu hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

 

Malik (r.a) der ki: Kadının ayrılığa sebep teşkil etmesi halinde, kocanın kadından mal alma hakkı vardır. Bu durumda da erkeğin bu ayrılığa sebep teşkil etmesi nazarı itibara alınmaz. Bir gurup ilim adamı da şöyle demektedir: Serkeşliğin yalnızca kadın tarafından olması ve bu konuda kadının kocadan istekte bulunması hali müstesna, kocanın kadından mal alması caiz değildir.

 

3- Kadına Mehir Miktarı:

 

Yüce Allah'ın: "Öncekine yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile ... " ayeti mehirleri yüksek tutmanın caiz olduğuna delildir. Çünkü Yüce Allah, mübah olmadık bir şeyi misal göstermez. Ömer (r.a.) irad ettiği bir hutbesinde şöyle demişti: Şuna dikkat edin, kadınların mehirlerini yüksek tutmayın. Şayet bu, dünyada bir şeref, Allah nezdinde de bir takva olsaydı, bunu sizden ziyade elbette Resulullah (s.a.v.)'ın yapması gerekirdi. Halbuki o, hanımlarından olsun, kızlarından olsun, hiçbir kimsenin mehrini oniki ukiyeden fazla tesbit etmiş değildir.

 

Bu sefer bir kadın karşısına dikilerek; ey Ömer dedi, Allah bize vermişken sen bizi mahrum mu edeceksin? Şanı Yüce Allah: "Öncekine yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile ondan hiçbir şeyalmayın" demiyor mu? Hz. Ömer: Evet bir kadın isabet etti, Ömer hata etti, diye cevap verdi.

 

Bir rivayete göre de, Hz. Ömer başını önüne eğdi ve bir süre sessiz durduktan sonra dedi ki: Bütün insanlar senden daha fakihtir ey Ömer!

 

Bir diğer rivayete göre de şöyle demiştir: Bir kadın isabet etti ve bir erkek de hata etti. Sonra böyle bir şeye (çok mehir vermeye) karşı tepki göstermekten vazgeçti. Bunu Ebu Hatim el-Büsti, "Sahih Müsned"inde, Ebu'l-Acfa es-Sülemı'den rivayet ederek şöyle demiştir: Ömer insanlara hutbe irad etti ... Daha sonra bu rivayeti oniki ukiyye ibaresine kadar nakletti. Ancak bu arada bir kadının kalkıp ona karşı söylediklerinden sonraki bölümü nakletmedi.

 

İbn Mace de bunu Sünen'inde Ebu'l-Acfa'dan rivayet eder ve: " ... ukiyyeden sonra şu fazlalığı nakleder: Erkek hanımına verdiği mehri öyle bir ağırlaştırır ki, sonunda bundan dolayı içinde kadına karşı bir düşmanlık besler ve der ki: Ben senin yüzünden kırbanın ipine dahi muhtaç oldum -veya kırba gibi terleyinceye kadar çalışıp didinmek zorunda kaldım- (Ebu'l-Acfa dedi ki): Ben, arap doğmuş bir kimse olduğum halde kırbanın ipinin yahut kırbanın terlemesinin ne olduğunu bilmiyordum."

 

el-Cevheri der ki: Aslında; (...): Kırbanın ipi tabiri (...) ibaresinin başka bir söyleyişidir. Ondan başkaları ise şöyle demektedir: Kırbanın ipinden kasıt, kırbanın asıldığı bağı demektir. Burada hadiste şunu söylemektedir: Ben kırba ipine varıncaya kadar senin için mükellefiyet altına girdim. Kırbanın teri ise, kırbanın suyu demektir. Bununla da şu söylenmek istenmektedir: Senin için o kadar sıkıntılara katlandım ki, yolculuklar yaptım ve kırbanın terine dahi muhtaç oldum. Bu da kırbanın içindeki suyu demektir.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Kırbanın teri tabiriyle, kırbanın terlemesi; terleyinceye kadar senin için yoruldum ve mükellefiyetler altına girdim, kast edilir Bir diğer görüşe göre: Araplar yolculuklarında beraberlerinde su alırlar.

 

Bu suyu da develere asarlardı. Bunu da sırayla yapıyorlardı. Çünkü bu su sırta ağır bir yük teşkil ediyordu.

 

Bu açıklama ile hem "arak: ter" hem de, "alak: askı ipi" kelimeleri açıklanmış olmaktadır. el-Esmai der ki: Kırbanın arakı (teri) sıkıntı anlamındadır. Bunun aslının ne olduğunu da bilemiyorum demiştir Yine el-Esmai der ki:

 

Ben Ebu Tarafe'nin oğlunu -ki gördüklerimin en fasih konuşanı idi- şöyle derken dinledim: Bizim yaşlılarımızın şöyle dediklerini dinlemişimdir: Ben filandan kırbanın arakını (terini) gördüm diyorlar, bundan da çektikleri sıkıntıyı anlatmak istiyorlardı. Sonra bana İbnü'l Ahmer'e ait şu beyiti okudu: "Onun bu söyledikleri bir sövgü sayılmaz. O sözün affedilmesi ise, yorgun deve üstündeki kırbanın teri gibidir."

 

Ebu Ubeyd der ki: Şairin anlatmak istediği şudur: Kendisini öfkelendiren. fakat sövgü de olmayan ve kendisine "kırbanın teri" gibi ulaştırılan bir söz işitir ve bundan dolayı o sözü söyleyeni sorumlu tutmaz. Şairin burada kırba kelimesini kullanması mümkün olmadığından yine aynı anlama gelen "essika" kelimesini kullanmış, bundan sonra da yorgun deve sırtındaki tabirini kullanmıştır. Bunun da anlamı şudur: Araplar yolculuklarında kırbaları develere Yükletirlerdi. Bu ifade ise el-Ferra'nın naklettiklerini andırmaktadır. elFerra'nın iddiasına göre araplar yolculuklarında dağlardan geçtiklerinde beraberlerinde su taşırlar ve bunu da nöbetleşe develerin sırtına asarlardı. Çünkü bu suyun sırt üzerinde taşınması bir yorgunluk ve bir meşakkat veriyordu. el-Ferra bu açıklamayı, "arak" kelimesi hakkında değil de, "alak" kelimesi hakkında yapıyordu.

 

Bir kesim de şöyle demektedir: Ayet-i kerimeden yüksek miktarlarda mehir vermenin cevazı anlaşılmamaktadır. Çünkü burada kantarın misal verilmesi mübalağa yoluyladır. Şöyle buyurulmuş gibidir: Ve siz bu kadınlara kimsenin vermediği kadar büyük miktarda mehir vermiş olsanız dahi ... demektir. Bu da Hz. Peygamberin: "Her kim Allah için bir mescid yapacak olsa, -velev ki bu bir kekliğin oturup yumurtladığı yer kadar dahi olsa- Allah da o kimseye cennette bir ev yapar" buyruğuna benzemektedir. Bilindiği gibi bir kekliğin oturabileceği kadar bir yer mescid olamaz.

 

Yine Peygamber (s.a.v.), ödeyeceği mehrinde kendisinden yardım istemek üzere gelmiş bulunan İbn Ebi Hadred'e bu mehrinin ne kadar olduğunu sormuş, o da ikiyüz deyince, Resulullah (s.a.v.) öfkelenmiş ve şöyle buyurmuştu: "Sanki siz, altını ve gümüşü Medine'nin kara taşlığının bir tarafından veya bir dağdan kesiyormuş gibisiniz."

 

Bazıları bunlardan mehirlerin fazla miktarda verilmesinin yasaklandığı sonucunu çıkartmışlar. Ancak böyle bir sonuç çıkartmayı gerektiren bir durum yoktur. Peygamber (s.a.v.)'in evlenen böyle bir adama bu şekilde tepki göstermesi, mehrin fazlalığı ve çok verilmesi dolayısıyla değildir. Onun bu şekilde tepki göstermesi, fakir oldugu bu halinde kendisini yardım istemek ve dilenmek ihtiyacına sokması dolayısıyladır. Çünkü bu, ittifakla mekruhtur. Hz. Ömer ise, Hz. Ali'nin, Hz. Fatıma'dan olma kızı, Um Gülsum'e (Allah hepsinden razı olsun) kırkbin dirhem mehir vermişti.

 

Ebu Davud, Ukbe b. Amir'den, Peygamber (s.a.v.)'in bir adama: "Seni filan kadın ile evlendirmeme razı mısın?" diye sor'muş; evet deyince, bu sefer kadına: "Seni de filan erkekle evlendirmeme razı mısın?" diye sormuş, kadın da evet demişti. Hz. Peygamber de bunları birbirleriyle evlendirmişti. Erkek, kadın için herhangi bir mehir tayin edilmeksizin gerdeğe girdi ve ona birşey vermedi. Bu koca, Hudeybiye'de hazır bulunmuş kimselerdendi. Hayber'de de ona ait bir pay vardı. Ölümü yaklaştığında dedi ki: Resulullah (s.a.v.) beni filan ile evlendirdi ve ben ona bir mehir tayin etmediğim gibi, ona mehir olarak bir şey de vermemiştim. Sizi şahid tutuyorum ki, ben ona mehir olarak Hayber'deki payımı veriyorum. Bunun üzerine kadın, oradaki payını aldı ve bunu yüzbine sattı.

 

İlim adamları mehrin azamisi hususunda herhangi bir sınırlandırma olmadığını icma ile kabul etmişlerdir. Çünkü Yüce Allah: "Öncekine yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile ... " diye buyurmuştur. Ancak asgari miktarının ne olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Yüce Allah'ın: "Mallarınızla ... istemeniz" (en-Nisa, 24) buyruğunu açıklarken bu hususlar ele alınacaktır. Kıntarın sınırı ile ilgili açıklamalar, daha önce Al-i İmran Suresi'nde (14. ayet, 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

İbn Muhaysın: ''Öncekine ... vermiş olsanız" buyruğu (...): Birine" kelimesinin başındaki hemzeyi vasıl ile okumuştur ki, bu da bir söyleyiştir. Şairin şu sözü bu kabildendir: "Ve toz dumanın altından onun sesini işitirsin."

 

Bir diğeri de şöyle demektedir: "Şayet savaşmayacak olursam bana bir peçe giydiriniz."

 

4- Mehirden Birşey Geri Alınamaması:

 

Yüce Allah'ın: "Ondan hiçbir şeyalmayın" buyruğu ile ilgili olarak, Bekir b. Abdullah el-Müzenı şöyle demektedir: Koca hul' ile ayrılmak isteyen kadından birşeyalamaz. Çünkü Yüce Allah: "Hiçbir şeyalmayın" diye buyurmaktadır. O böylelikle bunu el-Bakara Suresi'ndeki ayeti nesh edici olarak kabul etmektedir. İbn Zeyd ve başkaları da der ki: Bu ayet-i kerime Yüce Allah'ın Bakara Suresi'nde yer alan: "Onlara verdiklerinizden birşeyi geri almanız sizin için helal olmaz." (el-Bakara, 229) Ayeti ile nesh edilmiştir.

 

Doğrusu, bu ayetlerin hepsinin muhkem olduğu, bunlar arasında nasih ve mensuhun bulunmadığı, her birisinin ötekisi ile birlikte ele alınacağıdır. Taberi der ki: Bu ayet-i kerime muhkem bir ayettir. Bekr (el-Müzenı): "Eğer kadının kendisi birşey vermek isterse" şeklindeki ifadesinin bir anlamı yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.v.), Sabit b. Kays'a hanımının vermiş olduğu mehri geri almasını caiz kılmıştır.

 

"Onu bir iftira olarak. .. " anlamındaki kelime burada hal mevkiinde mastardır. "Veya apaçık bir günah" buyruğu da ona atfedilmiştir. "Apaçık" kelimesi "günah"ın sıfatıdır.

 

5- Mehrin Geri Alınamayışının Gerekçesi:

 

Yüce Allah'ın: "Hem birbirinize karışmış ... iken onu nasıl alabilirsiniz?" buyruğu halvet olması halinde mehrin geri alınmasının yasak oluşunun bir gerekçesidir. Bazıları der ki: "Birbirine karışmak" kelimesi, kocanın hanımı ile cima etsin etmesin tek bir örtü altında bulunması demektir. Bunu el-Herevı nakletmektedir ki, bu el-Kelbi'nin açıklamasıdır.

 

el-Ferra der ki: Bu kelime erkeğin kadın ile başbaşa kalıp onunla cima etmesi demektir. İbn Abbas, Mücahid, es-Süddi ve başkaları der ki: Bu ayet-i kerimedeki bu kelime cima anlamındadır. İbn Abbas der ki: Ama Yüce Allah kerimdir. O bakımdan kinayeli buyurmuştur. Sözlükte bu kelime asıl itibariyle karışmak anlamındadır. Birbirine karışmış şeylere (...) denilir.

 

Şair der ki: "Ona: Ey halam dedim, devem senindir ve ayrıca Heybemde birbirine karışmış kuru hurma ve kuru üzüm."

 

Birbirine karışmış ve başkanları bulunmayan topluluğa da: (...) denilir. "Karışmış" kelimesi cima etmese dahi halvette bulunmak anlamına alındığı takdirde, acaba sadece halvetin varlığı ile mehrin ödenmesi gerekir mi, gerekmez mi hususunda ilim adamlarımız birbirinden farklı dört görüş ortaya atmışlardır. Birisine göre, mücerred halvet ile mehrin ödenmesi gerekir. Diğer görüş ilişki olmadıkça mehir tahakkuk etmez. üçüncü görüş, kadının zifaf odasında kocası ile başbaşa (halvette) kalması ile mehrin ödenmesi gerekir. Dördüncü görüş ise, erkeğin evinde olması ile kadının evinde olması arasında fark gözetilip hükümlerin farklı olacağını belirten görüştür.

 

Sahih olan, kayıtsız şartsız halvet ile mehrin ödenmesi gerektiği görüşüdür. Ebu Hanife ve arkadaşları da bu görüştedir. Onlar derler ki: Koca hanımı ile sahih olarak halvette bulunacak olursa mehrin tamamı (ve ayrılık halinde) iddet gerekir. Duhul olmuş olsun, yahut olmasın farketmez. Darakutni, Sevban'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki:

 

"Kim kadının örtüsünü açar ve ona bakarsa mehir ödemek icabeder." Hz. Ömer de şöyle buyurmuştur: "Kapıyı kapatır, perdeyi indirir ve (nikahsız olarak görülmesi haram yeri) avreti görürse mehir ödemek icab eder." Ali (r.a.)'in de şöyle dediği rivayet edilmektedir: "(Erkek) kapıyı kapatır, perdeyi indirir, (kadının) avret(ini) görürse, mehir ödemesi vacip olur." (Darakutni, III, 307)

 

Malik de der ki: Bir sene ve buna benzer uzun bir süre koca karısı ile birlikte kalacak olursa ve her ikisi de birbirlerine dokunmadıkları hususunda ittifak ederlerse ve kadın da mehrin tamamını isteyecek olursa, ona hak kazanır.

 

Şafii der ki: Böyle bir durumda kadının iddet bekleme yükümlülüğü yoktur. Mehrin yarısını hak eder. Buna dair açıklamalar daha önce el-Bakara Suresi'nde (2/237. ayet, 5. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

6- Kadınların Aldıkları "Kuvvetli Söz":

 

Yüce Allah'ın: "Hem ... onlar sizden kuvvetli bir söz almışken ... " buyruğunun açıklaması ile ilgili üç görüş vardır.

 

Bir görüşe göre buradaki kuvvetli sözün, Hz. Peygamberin: "Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz. Çünkü siz onları Allah'ın emaneti diye aldınız ve onların fercleri Allah'ın adı ile size helal oldu" buyruğunda dile getirilmiştir. Bunu İkrime ve er-Rabi' söylemiştir.

 

İkinci görüşe göre, Yüce Allah'ın: "Boşama iki defadır. Ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salmaktır" (el-Bakara, 229) buyruğunda dile getirilmiştir. Bunu el-Hasen, İbn Sirin, Katade, ed-Dahhak ve Süddi söylemiştir.

 

üçüncü görüş ise, nikah bağıdır. Kocanın ben nikahladım ve nikah bağına malik oldum sözüdür. Bu da Mücahid ile İbn Zeyd'in görüşüdür. Bir gurup ise, kuvvetli sözden kasıt çocuktur demişlerdir.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Nisa 22

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR