NİSA 11 / 14 |
يُوصِيكُمُ
اللّهُ فِي
أَوْلاَدِكُمْ
لِلذَّكَرِ
مِثْلُ حَظِّ
الأُنثَيَيْنِ
فَإِن كُنَّ
نِسَاء فَوْقَ
اثْنَتَيْنِ
فَلَهُنَّ
ثُلُثَا مَا
تَرَكَ
وَإِن
كَانَتْ وَاحِدَةً
فَلَهَا النِّصْفُ
وَلأَبَوَيْهِ
لِكُلِّ
وَاحِدٍ
مِّنْهُمَا
السُّدُسُ
مِمَّا
تَرَكَ إِن كَانَ
لَهُ وَلَدٌ
فَإِن لَّمْ
يَكُن لَّهُ وَلَدٌ
وَوَرِثَهُ
أَبَوَاهُ
فَلأُمِّهِ الثُّلُثُ فَإِن
كَانَ لَهُ
إِخْوَةٌ
فَلأُمِّهِ
السُّدُسُ
مِن بَعْدِ
وَصِيَّةٍ
يُوصِي بِهَا
أَوْ دَيْنٍ
آبَآؤُكُمْ
وَأَبناؤُكُمْ
لاَ
تَدْرُونَ
أَيُّهُمْ
أَقْرَبُ
لَكُمْ نَفْعاً
فَرِيضَةً
مِّنَ
اللّهِ
إِنَّ اللّهَ
كَانَ
عَلِيما
حَكِيماً {11} وَلَكُمْ
نِصْفُ مَا
تَرَكَ
أَزْوَاجُكُمْ
إِن لَّمْ
يَكُن لَّهُنَّ
وَلَدٌ
فَإِن كَانَ
لَهُنَّ
وَلَدٌ
فَلَكُمُ
الرُّبُعُ
مِمَّا تَرَكْنَ
مِن بَعْدِ
وَصِيَّةٍ
يُوصِينَ بِهَا
أَوْ دَيْنٍ وَلَهُنَّ
الرُّبُعُ
مِمَّا
تَرَكْتُمْ
إِن لَّمْ
يَكُن
لَّكُمْ
وَلَدٌ فَإِن
كَانَ
لَكُمْ
وَلَدٌ
فَلَهُنَّ
الثُّمُنُ
مِمَّا
تَرَكْتُم مِّن
بَعْدِ
وَصِيَّةٍ
تُوصُونَ
بِهَا أَوْ
دَيْنٍ
وَإِن كَانَ رَجُلٌ
يُورَثُ
كَلاَلَةً
أَو
امْرَأَةٌ وَلَهُ
أَخٌ أَوْ
أُخْتٌ
فَلِكُلِّ وَاحِدٍ
مِّنْهُمَا
السُّدُسُ
فَإِن كَانُوَاْ
أَكْثَرَ
مِن ذَلِكَ فَهُمْ
شُرَكَاء
فِي
الثُّلُثِ
مِن بَعْدِ وَصِيَّةٍ
يُوصَى
بِهَا أَوْ
دَيْنٍ
غَيْرَ
مُضَآرٍّ
وَصِيَّةً
مِّنَ
اللّهِ
وَاللّهُ
عَلِيمٌ
حَلِيمٌ {12}
تِلْكَ
حُدُودُ
اللّهِ
وَمَن
يُطِعِ اللّهَ
وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ
جَنَّاتٍ
تَجْرِي مِن
تَحْتِهَا
الأَنْهَارُ خَالِدِينَ
فِيهَا
وَذَلِكَ
الْفَوْزُ
الْعَظِيمُ {13} وَمَن
يَعْصِ
اللّهَ
وَرَسُولَهُ
وَيَتَعَدَّ
حُدُودَهُ
يُدْخِلْهُ نَاراً
خَالِداً
فِيهَا
وَلَهُ
عَذَابٌ مُّهِينٌ
{14} |
11.
Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle vasiyet ediyor: Erkeğe iki dişinin payı
kadar (veriniz), Eğer kadınlar ikiden fazla iseler, mirasın üçte ikisi
onlarındır. Şayet (kız) bir tek ise mirasın yarısı onundur. (Ölenin) çocuğu
varsa anne ve babanın herbirine mirasın altıda biri (verilir) çocuğu olmayıp da
anne ve babası kendisine mirasçı olana gelince; üçte biri annesinindir. Şayet
(ölenin) kardeşleri varsa o vakit altıda biri annesinindir, Bu, yapacağı
vasiyetten yahut borcun (un ödenmesin) dan sonradır. Babalarınız ve
oğullarınızdan size faydaca hangisinin daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar
Allah'tan bir farz olarak (böyle tayin edilmiştir), Şüphesiz ki Allah Alimdir,
Hakimdir.
12,
Çocukları yoksa, hanımlarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Şayet
çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Bunlar vasiyetlerinden
yahut borç(ların)dan sonradır. Eğer çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri
onlarındır. Şayet çocuğunuz varsa yapacağınız vasiyet ve borçtan sonra sekizde
biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadına çocuğu ve babası olmadığı halde
(kelale) mirasçı olunuyor ve bunların erkek veya kız kardeşi varsa, herbirine
altıda bir düşer. Şayet daha çok iseler o halde hepsi yapacağı vasiyet ve
borçtan sonra üçte bire ortak olurlar. Ancak zarar verici olmamalıdır. (Bunlar)
Allah'tan bir vasiyet olarak (gelen buyruklardır), Allah her şeyi bilendir,
Halimdir.
13. İşte
bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Rasülüne itaat ederse onu orada
ebediyyen kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte en büyük
kurtuluş budur.
14. Kim
de Allah'a ve Rasülüne isyan eder, sınırlarını aşarsa onu da orada ebedı kalmak
üzere ateşe koyar. üstelik onun için küçültücü bir azap da vardır.
Bu buyruklara dair
açıklamalarımızı otuzbeş başlık halinde sunacagız:
1- Feraiz (Miras Hukukunun) in Önemi:
2- Kitap ve Sünnete Dayalı İlmin Önemi:
3- Mirasa Dair Ayetin Nüzul Sebebi:
4- "Çocuklar" İfadesinin
Kapsamı:
5- Miras Alamayanlar:
6- İslam'ın İlk Dönemindeki Mirasa Hak
Kazanma Sebepleri:
7- Terikeden Borcun Ödenmesi, Vasiyetin
Yerine Getirilmesi ...
8- "Çocuklar" Tabirinin
Kapsamı:
9- Kız Çocukların Mirastaki Payları:
10- Ölenin Tek Bir Kız Bırakması Hali:
11- Ölümü Esnasında Hanımı Hamile
Bulunan Kimsenin Mirası:
12- Hunsa'nın Miras Alması:
13- Anne ve Babaların Mirası:
14- Ninenin Durumu:
15- Miras Alan Nineler ve Konu ile
İlgili Görüş Ayrılıkları:
16- Anne Babanın Mirası:
17- Anne-Babanın Mirastan Pay Oranları
İkili, Birlidir:
18- Bir Kıraat:
19- Kardeşlerle Birlikte Annenin
Mirası:
20- Bir Kıraat Farkı:
21- Vasiyetin Yerine Getirilmesiyle
Borcun Ödenmesi:
22- Zekat ve Hac Gibi Allah'a Ait
Hakların Terikeden Ödenmesi:
23- Babalarınız ve Oğullarınız ...
24- Akrabaların Faydası:
25- Bu Şekilde Paylaştırma Allah'ın
Emri ve Hikmetinin Tecellisidir:
26- Eşlerin Mirası:
27- "Kelale"nin Mahiyeti:
28- Kelale'nin Geçtiği İki Yer ve
Anlamları:
29- Kelale Kelimesinin Dilde
Kullanılışına Dair Bazı Açıklamalar:
30- Kardeşlerin Mirasları:
31- Vasiyette Mirasçılara Zarar
Vermemek:
32- Hastalık Halinde Yabancı Lehine
Borç İkrarının Hükmü:
33- Vasiyette Zararın Tehlikesi ve
Bunun Şekilleri:
34- "Vasiyet Kelimesinin Kıraati:
35- Allah'ın Sınırlarına Riayet İle
Allah'a ve Peygamberine İtaat:
1- Feraiz (Miras
Hukukunun) in Önemi:
Yüce Allah daha önce:
" ... Erkehler için bir pay ... kadınlar için de bir pay vardır"
(en-Nisa, 7) ayetinde mücmel olarak sözünü ettiği hususları burada "Allah
çocuklarınız hakkında size şöyle vasiyet ediyor ... " ayet-i kerimesinde
beyan etmektedir.
İşte bu, beyanın soru
sorma zamanından sonraya bırakılmasının caiz olduğuna delil teşkil etmektedir.
Bu ayet-i-kerime dinin
hükümlerinden bir hüküm, ahkamın esas dayanaklarından bir dayanak, ana
ayetlerden bir ayettir. Çünkü feraiz (İslam miras hukukunun) in kıymeti çok
büyüktür. O kadar ki o, ilmin üçte biri kabul edilmiştir. Yarısı olduğuna dair
rivayet de vardır. İnsanlar arasından çekip kaldırılacak ve unutulacak ilk
ilimdir. Bunu Darakutni, Ebu Hureyre (r.a)'dan rivayet etmiştir. Buna göre
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Feraizi öğreniniz ve onu insanlara
öğretiniz. Çünkü o ilmin yarısıdır. Unutulacak ilk şey o olduğu gibi, ümmetimin
arasından çekip kaldırılacak ilk şey de odur."(Darakutni, IV, 67)
Yine bu hadis Abdullah
b. Mes'ud yoluyla da rivayet edilmiştir. Abdullah b. Mes'ud dedi ki: Resulullah
(s.a.v.) bana şöyle buyurdu: "Kur'an'ı öğreniniz onu insanlara öğretiniz.
Feraizi de öğreniniz ve onu insanlara öğretiniz. İlmi öğreniniz ve onu
insanlara öğretiniz. Çünkü ben (zamanı gelince) ruhu kabz olunacak birisiyim. Şüphesiz
ki, ilim de kabz olunacak ve fitneler ortaya çıkacaktır. O kadar ki, iki kişi
bir miras taksimi hususunda anlaşmazlığa düşecekler fakat, aralarında hüküm
verecek bir kimseyi bulamayacaklardır. " (Darakutni, IV, 81, 82)
Bu husus böylece sabit
olduğuna göre; şunu bil ki, feraiz ashab-ı kiram'ın bilgilerinin en önemli
bölümüdür. Onların tartıştıkları hususların en büyükleridir. Fakat insanlar, bu
ilmi zayi ettiler. Mutarrif'in Malik'ten rivayetine göre; Abdullah b. Mes'ud
şöyle demiştir: Bir kimse feraizi, boşamayı ve haccı (buna dair hükümleri)
öğrenememiş ise çölde yaşayan (eğitim görmemiş) insanlara üstünlüğü nedir?
İbn Vehb de Malik'ten
şöyle dediğini nakletmektedir: Rabia'yı zaman zaman şöyle derken dinlerdim: Her
kim feraizi Kur'an'dan öğrenmeksizin öğrenecek olursa, onu çok çabuk unutur.
Malik der ki: Gerçekten doğru söylemiş.
2- Kitap ve Sünnete
Dayalı İlmin Önemi:
Ebu Davud ve Darakutni,
Abdullah b. Amr b. el-As 'dan şöyle dediğini rivayet eder: Resulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "İlim üç türlüdür. Bunun dışında kalan ise bir fazlalıktır: Ya
muhkem bir ayet, yahut uygulanan (kaim) sünnet veya adil bir fariza." Ebu
Süleyman el-Hattabi der ki: Muhkem ayet, Yüce Allah'ın Kitabıdır. Bunda muhkem
olma şartını koşmasının sebebi şudur:
Kimi ayet-i kerime
kendisi ile amel edilmeyen mensuh bir ayettir; onu neshe den ile amel olunur.
Kaim sünnet ise, Hz. Peygamberden gelen sabit sünnetlerden olan her bir
sünnettir.
"Adil bir
farıza" buyruğuna gelince, bunun iki türlü tevil edilme ihtimali vardır. Birincisine
göre bununla paylaştırmada adaletin kastedilmiş olması muhtemeldir. O taktirde
bu, Kitap ve sünnette sözü geçen paylara uygun bir şekilde adil olarak
paylaştırılan bir fariza (miras hissesi)dır. İkinci şekle göre, bu Kitap ve
sünnetten ve bunların anlamlarından çıkartılmış bir fariza olabilir. O taktirde
bu fariza (mirastaki hak) tıpkı Kitap ve sünnetten alınmış olana denk (ona
muadil) olur. Zira nass yoluyla Kitap ve sünnetten alınmış gibidir.
İkrime rivayetle der ki:
İbn Abbas, Zeyd b. Sabit'e bir kişi göndererek; geriye kocasını ve
anne-babasını bırakıp ölen bir kadın hakkında sordurdu. Zeyd dedi ki: Malın
yarısı kocanındır. Geri kalanın üçte biri annenindir. Bu sefer ona şöyle sordu:
Sen bunu Allah'ın Kitabında mı görüyorsun, yoksa görüşüne dayanarak mı
söylüyorsun? Zeyd: Ben onu görüşüme dayanarak söylüyorum. Hiç bir zaman bir
anneye babadan daha fazla bir pay veremem. Ebu Süleyman (el-Hattabi) dedi ki:
İşte bu, nass bulunmadığı takdirde bir farızanın tadil edilmesi kabilindendir.
O da bunu nass ile tesbit edilmiş olan buyrukları nazarı itibara alarak
söylemiştir. Sözü geçen nass ise Yüce Allah'ın: "Anne-babası da kendisine
mirasçı olana gelince üçte biri annesinindir" buyruğudur. Burada annenin
payı üçte bir olarak tesbit edildiğine göre, geri kalan ve üçte ikiye eşit olan
mal da babaya ait olur. Burada Zeyd, kocanın payını almasından sonra, malın
arta kalan yarısını, eğer anne-baba ile birlikte evlat yahut pay sahibi başka
bir kimse yoksa, malın tümüne kıyas etmiştir. Bu malı da ikisi arasında
(anne-baba arasında) üçte birlere ayırarak paylaştırmış, anneye bir pay, babaya
da geri kalan miktar olan üçte iki pay vermiştir. Böyle bir paylaştırma ise,
anneye malın geri kalan bölümünden malın tümüne nisbetle üçte birinin verilip,
babaya ise kalan ve altıda bire eşit olan miktarın verilmesinden daha bir
adildir. Çünkü geri kalanın üçte biri anneye verilecek olursa, asıl itibariyle
baba mirasın aslında anneden daha fazla bir pay sahibi olmakla birlikte, anneye
babadan daha fazla verilmiş olur. Halbuki baba asıl itibariyle anneden önce ve
daha fazla payalır. Böyle bir paylaştırma ise, İbn Abbas'ın kanaati olan genel
malın üçte biri kadarının anneye verilerek daha fazla pay ayrılırken, babanın
payını da altıda bire düşürüp azaltmaktan daha bir adildir. İşte bundan dolayı
İbni Abbas'ın görüşü terk edilerek, fukahanın geneli Zeyd'in görüşünü kabul
edip benimsemiştir.
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: Abdullah b. Abbas (r.a.) geriye kalan koca ve ebeveyn
hakkında şöyle demiştir: Kocaya malın yarısı verilir. Anneye ise malın
genelinin üçte biri verilir. Babaya ise geri kalan verilir. Bir kadın ve bir
anne-baba hakkında da, dörtte biri kadının, anneye genel malın üçte biri, geri
kalan ise babaya verilir, der. Kadı Şüreyh, Muhammed b. Sirin, Davud b. Ali ile
aralarında İbn el-Lebban diye tanınan Ebu'l-Hasen Muhammed b. Abdullah
el-Faradı el-Mısrı'nin yer aldığı bir grup da her iki meselede de böyle
söylemiştir. Ayrıca bunun Hz. Ali'nin müşterekeye dair görüşüne kıyasen
verilmiş bir hüküm olduğunu da ileri sürmüştür.
(Ebu Ömer) bir başka
yerde de şöyle demektedir: Bu Hz. Ali'den de rivayet edilmiştir. Ebu Ömer der
ki: Ali, Zeyd, Abdullah, diğer ashab-ı kiram ile genel olarak ilim adamlarından
meşhur olup bilinen görüş, Malik'in tesbit ettiği husustur. Bunlarin lehine ve
İbn Abbas'a karşı delillerden birisi de şudur: Anne-baba, beraberlerinde başka
hiçbir kimse bulunmaksızın birlikte mirasçı olacak olurlarsa, anne üçte bir,
baba da üçte iki alır. Aynı şekilde kocadan artan yarıda da ortak oldukları
takdirde yine üçte bir ve üçte iki alırlar. Bu hem akli bakımdan konu üzerinde
düşündüğümüz zaman doğrudur, hem de kıyasa göre doğrudur.
3- Mirasa Dair Ayetin
Nüzul Sebebi:
Mirasa dair ayetin nüzul
sebebi ile ilgili farklı rivayetler gelmiştir. Tirmizı, Ebu Davud, İbn Mace ve
Darakutni'nin Cabir b. Abdullah'tan rivayetine göre Sa'd b. er-Rabi'in hanımı
dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü! Sa'd öldü, geriye de iki kız çocuğu ve kendi
kardeşi kaldı. Kardeşi kalkıp Sa'd'ın bıraktıklarını aldı. Kadınlar ise sahip
oldukları mallar üzre nikahlanırlar. Hz. Peygamber o mecliste kendisine cevap
vermedi. Daha sonra tekrar ona gelip dedi ki: Ey Allah'ın Resulü, Sa'd'ın kız
çocukları (ne olacak)? Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bana (Sa'd'ın)
kardeşini çağır." Kardeşi gelince ona şöyle dedi: "İki kız çocuğuna
üçte iki, hanımına sekizde bir ver, geri kalanı da senindir." Ebu Davud'un
rivayetinin lafızları böyledir. Tirmizi ve diğerlerinin rivayetinde ise şöyle
denilmektedir: Bunun üzerine miras ayeti nazil oldu. (Tirmizi:) dedi ki: Bu,
sahih bir hadistir.
Yine Hz. Cabir rivayetle
dedi ki: Resulullah (s.a.v.) Ebu Bekir ile birlikte ben Benu Selime arasında
olduğum sırada beni (hastalığımda) yürüyerek ziyarete geldiler. Aklımın
başımdan gitmiş olduğunu (baygın olduğumu) gördüler. Peygamber bir su
getirilmesini istedi. Abdest aldı. Sonra o sudan üzerime serpti, ben de
ayıldım. Ey Allah'ın Resulü! Malıma ne yapayım diye sordum. Bunun üzerine:
"Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle vasiyet ediyor: Erkeğe iki
dişinin payı kadar (veriniz)" ayeti nazil oldu. Bu hadisi, Buhari, ve
Müslim rivayet etmiştir. Bunu Tirmizi de rivayet etmiş olup orada ayrıca şu
ifadeler yer almaktadır: Ey Allah'ın Resulü, dedim. Malımı çocuklarım arasında
nasıl paylaştırayım? Bana bir şey söylemedi. Bunun üzerine: "Allah,
çocuklarınız hakkında size şöyle rivayet ediyor: Erkeğe iki dişinin payı kadar
(veriniz)" buyruğu nazil oldu. (Tirmizi) dedi ki: Bu hasen, sahih bir
hadistir.
Buhari'de İbn Abbas'tan
gelen rivayete göre, bu buyruğun nüzulü (önceleri) miras kalan malın çocuklara,
vasiyetin ise anne-baba'ya yapılması şeklindeki uygulama dolayısıyla olmuştur.
İşte o uygulama bu ayet-i kerimelerle nesh olundu.
Mukatil ve el-Kelbi der
ki: Bu ayet-i kerime Um Kücce hakkında nazil olmuştur. Bunu da daha önce
zikretmiş bulunuyoruz.
es-Süddi der ki: Bu
ayet-i kerime Hassan b. Sabit'in kardeşi olan Abdurrahman b. Sabit'in kız
çocukları sebebiyle nazil olmuştur.
Şöyle de denilmiştir:
Cahiliyye dönemi insanları savaşa katılıp düşmanla çarpışanların dışında
kimseye miras vermezlerdi. İşte ayet-i kerime küçük, büyük herkesin payını
beyan etmek üzere nazil oldu.
Bu buyruğun herkese bir
cevap olmak üzere nazil olmuş olması da uzak bir ihtimal değildir. Nüzulünün
gecikme sebebi de bundandır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
el-Kiya et-Taberi der
ki: Bazı rivayetlerde varid olduğuna göre cahiliyye döneminde uygulanan küçüğe
mirastan pay vermemek İslam'ın ilk dönemlerinde de yapılıyordu. Bu ayetle bu
uygulama nesh edilinceye kadar böyle sürdü. Halbuki, bizim şeriatimizde böyle
bir şey sabit olmamıştır. Aksine bunun hilafına hüküm sabit olmuştur.
Bu ayet-i kerime Sa'd b.
er-Rabi'in mirasçıları hakkında nazil olmuştur. Bunun Sabit b. Kays b.
Şemmas'ın mirasçıları hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Ancak birinci
görüş, nakil ehline göre daha sahihtir. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.)
amcaya verilmiş olan mirası geri aldı. Şayet onun şeriatimize göre önceden
miras alacağı sabit olmuş olsaydı, o verileni ondan geri almazdı. Hiçbir zaman
bizim şeriatimizde at üzerinde savaşmayıp korunması gereken şeyleri koruyuncaya
kadar küçüğe miras verilmez; diye bir hüküm sabit olmuş değildir.
Derim ki: Kadı Ebu Bekr
İbnü'I-Arabi de bu görüştedir. O şöyle diyor: Bu ayet-i kerimenin nüzulü
oldukça güzel bir nükteye de delalet etmektedir. O da şudur: Cahiliyye dönemi
insanlarının uygulaması olan malı almak (ve mirasçılara vermemek) İslam'ın ilk
dönemlerinde ses çıkarılmamış ve ikrar edilmiş bir şer'i uygulama olmamıştır. Çünkü
eğer ikrar ile kabul edilmiş bir şeriat (hukuki uygulama) olsaydı, Peygamber
(s.a.v.) iki kız çocuğunun amcası hakkında aldığı mallarını geri vermeleri
şeklinde hüküm vermezdi Herhangi bir hüküm uygulamaya konulduktan sonra
neshedici hüküm gelecek olursa, bu ancak gelecekteki uygulamaları etkiler. Daha
önce geçmiş hükümleri nakzetmez. Ancak bu, yapılmış haksız bir uygulama idi ve
kaldırıldı. Bu açıklamayı İbnü'l-Arabi yapmıştır.
4-
"Çocuklar" İfadesinin Kapsamı:
Yüce Allah'ın:
"Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle vasiyet ediyor" buyruğu ile
ilgili olarak Şafii'ler derler ki: Yüce Allah'ın: "Allah, çocuklarınız
hakkında size şöyle vasiyet ediyor" buyruğu, kişinin sulbünden gelen
çocukları hakkında hakikat anlamındadır. Oğlun çocukları ise bunun kapsamına
mecaz yoluyla girmektedir. Buna göre bir kimse, oğlunun oğlu bulunduğu halde
oğlu olmadığına dair yemin edecek olursa, yemininde hanis (yalan söylemiş)
olmaz. Filanın çocuklarına vasiyette bulunacak olursa, filanın oğlunun
çocukları bu vasiyetin kapsamına girmez. Ebu Hanife ise der ki: Eğer sulbünden
oğlu yoksa, oğlunun çocukları bunun kapsamına girer. Bilindiği gibi lafızlar
söyledikleri ile değişiklik arzetmez.
5- Miras Alamayanlar:
İbnü'I-Münzir der ki:
Yüce Allah: "Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle vasiyet ediyor"
diye buyurduğundan dolayı, ayetin zahirine göre mirasın mü'miniyle, kafiriyle
bütün çocukların bir hakkı olması icabeder. Şu kadar var ki, Resulullah
(s.a.v.)'ın: "Müslüman kafire mirasçı olmaz ... " diye buyurduğu
sabit olduğundan, Yüce Allah'ın bu buyruğunda çocukların bir kısmını kastetmiş
olduğunu, bir kısmını da kastetmemiş olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Buna göre
hadis-i şerifin zahiri gereğince müslüman kafire, kafir de müslümana mirasçı
olmaz.
Derim ki: Yüce Allah:
"Çocuklarınız hakkında ... " diye buyurduğuna göre; kafirlerin elinde
esir bulunan çocuklar da onların kapsamına girer.
Müslüman olarak hayatta
olduğu bilindiği sürece o da mirasçıdır. Nehai müstesna, bütün ilim ehli böyle demiştir.
Nehai ise, esir çocuk miras alamaz demektedir. Eğer bu çocuğun hayatta olduğu
bilinmiyor ise, o takdirde hükmü mefkud hükmündedir. Peygamber (s.a.v.)'ın
mirası, şu buyruğu dolayısıyla ayetin kapsamına girmez: "Bize mirasçı
olunmaz. Bizim bıraktığımız sadakadır." İleride buna dair açıklamalar,
Yüce Allah'ın izniyle Meryem Suresi'nde (7. ayet 2. başlıkta) gelecektir. Aynı
şekilde babasını yahut dedesini, yahut kardeşini ya da amcasını kasten öldüren
kişi, hem sünnetteki delil dolayısıyla, hem de icma-ı ümmet dolayısıyla
çocuklar arasına girmez. Yine daha önce Bakara Suresi'nde (72. ayette) geçtiği
üzere öldürdüğü kimsenin malından da diyetinden de herhangi bir şeyi miras
olarak alamaz.
Eğer hata yoluyla
öldürmüş ise, yine öldürdüğünün diyetinden miras alamaz, fakat onun malından
miras alır. Malik'in görüşüne göre bu böyledir. Şafii, Ahmed, Süfyan ve Rey
ashabının görüşüne göre ise -yine daha önce Bakara Suresi'nde (72. ayette)-
açıklandığı gibi ne malından ne de diyetinden herhangi bir miras alamaz.
Malik'in görüşü ise daha sahihtir. İshak ve Ebu Sevr de bu görüştedir. Aynı
zamanda Said b. el-Müseyyeb, Ata b. Ebi Rebah, Mücahid, ez-Zühri, el-Evzai ve
İbnü'l-Münzir'in görüşü de budur. Çünkü Yüce Allah'ın, Kitab-ı Keriminde
mirasçı kıldığı kimsenin mirası sabit bir mirastır. Ondan ancak sünnet ve icma
ile herhangi bir kimse istisna edilebilir. Bu hususta, hakkında farklı
kanaatlerin bulunduğu herbir husus, mirasın sözkonusu olduğu ayetlerin zahiri
ne havale edilir.
6- İslam'ın İlk
Dönemindeki Mirasa Hak Kazanma Sebepleri:
Şunu bil ki, İslam'ın
ilk dönemlerinde birkaç sebepten dolayı mirasa hak kazanılıyor idi. Hilf
(Kardeşlik antlaşması), hicret ve bu hususta yapılacak akidleşme bunlar
arasındaydı. Daha sonra yine bu surede Yüce Allah'ın izniyle: "Herbiri
için mirasçılar kıldık" (en-Nisa, 33) buyruğunu açıklarken belirteceğimiz
üzere, bu nesholundu. İlim adamları icma' ile eğer çocuklar:3. beraber miktarı
tesbit edilmiş farz hisse sahibi kimse(ler) bulunuyor ise, onlara o farz
hisselerinin verileceği ve geri kalan malın ise erkeğe, iki dişiNİn payı
verilmek üzere paylaştırılacağı üzerinde icma etmişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber:
"Farz hisseleri sahiplerine ulaştırınız" diye buyurmuştur. Bu hadisi
hadis imamları rivayet etmiştir. Kastettiği, Yüce Allah'ın Kitabında yer alan
farz hisselerdir. Bunlar ise: Yarım, dörttebir, sekizdebir, üçte iki, üçte bir
ve altıda bir olmak üzere altı ayrı hissedir.
Yarım hisse; beş kişiye
verilir: Sulpten kızçocuğu, oğlun kızı, anne-bababir kızkardeş, bababir
kızkardeş ve koca. Bütün bunlar bu hisseyi kendi'erini o hisseyi almaktan
hacb edecek bir kimse bulunmadığı
takdirde sözkonusudur.
Dörttebir; hacb edici
kimsenin bulunması halinde, kocanın ve hacb edici kimse bulunmadığı takdirde
ise hanımın ya da hanımların hissesidir.
Sekizdebir; hacb edici
kimse olduğu takdirde hanımın ya da hanımların hissesidir.
Üçteiki; dört kişinin
hissesidir. Sulben iki ve daha fazla kızçocukları, oğlun kızlarının,
anne-bababir yahut bababir kızçocuklarının. Bütün bunlar da kendilerini bu payı
almaktan hacb edecek kimselerin olmadığı halde bu payı alırlar.
Üçtebir; iki kesimin
payıdır. Çocuğun ve oğlun çocuğunun olmaması ile erkek ve kız kardeşlerden iki
ve daha yukarısının bulunmaması halinde annenin payıdır. Bir de annebir
çocuklardan iki ve daha yukarısının payıdır. Buradaki üçtebir bütün malın
üçtebiridir. Geri kalanın üçtebiri ise, bu da koca yahut hanım ile birlikte
anne-babanın bulunması halinde annenin payıdır. O takdirde anne kalanın
üçtebirini alır. Buna dair açıklamalar az önce geçmişti. Yine dedenin,
beraberlerinde pay sahibi kimse bulunması şartıyla, kardeşlerle birlikte
bulunup, kalanın üçtebiri de de de için daha uygun bir pay olduğu meselelerde
de böyledir.
Altıdabir; yedi kişinin
hissesidir: Anne, baba, oğul ve oğlun oğlu ile birlikte dede, nine ve birden
çok olmaları halinde nineler, sulb yoluyla kız ile birlikte oğlun kızları,
anne-bababir kızkardeşle birlikte bababir kızkardeşler ile erkek yahut dişi
olsun anne bir tek çocuk.
Bütün bu farz hisseler,
Yüce Allah'ın Kitabından alınmıştır. Ancak, tek nine ile birden çok ninelerin
hisseleri müstesnadır. Bu, sünnetten çıkartılmıştır.
Miras yoluyla bu
hisselerin alınmasını gerektiren sebebler ise üç tanedir:
Sabit neseb, akdolmuş
nikah ve azad yoluyla vela.
Kimi zaman bu üç sebep
bir arada bulunabilir. Erkek, hem ölen kadının kocası, hem onu azad etmiş olan
mevlası, hem de amca çocuğu olabilir.
Kimi zaman da yalnızca
bu iki sebep bir arada bulunabilir. Kocanın aynı zamanda hanımının mevlası
olması; yahut kocası ve amcasının oğlu olması gibi. Bu durumda iki bakımdan
miras alır ve tek başına olması halinde malın tamamı onun olur: Yarısını kocası
olması hasebiyle, diğer yarısını vela yahut neseb yoluyla alır. Bir diğer
örnek: Kadın kişinin hem kızı hem de onun vela yoluyla azad ettiği olabilir.
Tek başına olması halinde malın tamamını kendisi alır. Yarısını neseb yoluyla,
diğer yarısını da vela yoluyla alır.
7- Terikeden Borcun
Ödenmesi, Vasiyetin Yerine Getirilmesi ...
Borç ödenip vasiyet yerine
getirilmedikçe, miras(ın paylaştırılması) sözkonusu olmaz. Mütevaffanın
ölümünden sonra terikesindeki muayyen haklar çıkartılır. Daha sonra
kefenlenmesi ve kabre gömülmesi için gereken masraflar, sonra da mertebelerine
göre borçlar, bundan sonra da üçtebirinden vasiyetler ile vasiyet manasını
taşıyan diğer hususlar, yine mertebelerine uygun olarak çıkartılır. Bunların
dışında kalan ise mirasçılar arasında (payedilecek) mirastır.
Mirasçıların hepsi
onyedi kişidir. Bunların onu erkeklerdendir: Oğul ve aşağıya doğru istediği
kadar gitse de oğlun oğlu, baba ve istediği kadar yukarıya gitse de babanın
babası (ced, de de ), erkek kardeş ile erkek kardeşin oğlu, amca ve amcanın
oğlu, koca ve ni'met mevlası. Yani azad etmiş bulunan efendi.
Kadınlardan da yedi
mirasçı vardır, bunlar: Kız, aşağı doğru ne kadar giderse gitsin oğlun kızı,
anne ve ne kadar yukarı doğru giderse gitsin nine, kızkardeş, hanım ve
ni'met'in mevlası yani azad eden hanımefendi.
Fazilet sahibi birisi bu
mirasçıları şiir halinde şöylece sıralamaktadır: "Erkek mirasçıları
toplamak istersen Kadın mirasçıları d.a onlarla beraber zikrederek:
Erkeklerden mirasçılar
toplam on kişidir. Kadın mirasçılar ise yedi kişidir. Erkek mirasçıları şiir
halinde şöylece sıraladım: Oğul, oğlun oğlu ve amcanın oğlu, Baba da
onlardandır ve o bu tertip de dir, Dede de yakın erkek kardeşten önce gelir,
Yakın kardeşin öglu ve bir de amca, Koca, azad eden: efendi; sonra anne, Oğlun
kızı ondan sonra gelir, bir de kız, Hanım da, nine de ve kızkardeş Mevla olan kadın
yani azad eden hanımefendi İşte sen bunu kendin için takdir edilmiş bir araç
olarak yanına al."
8-
"Çocuklar" Tabirinin Kapsamı:
Yüce Allah'ın:
;'Çocuklarınız hakkında" buyruğu, ister fiilen var olsun, isterse de
annesinin karnında cenin olarak bulunsun, ister yakın, ister uzak olsun, erkek
yahut dişi olsun -az önce geçtiği gibi 'kafir dışında kalan- bütün çocukları
kapsamına alır. Kimisi der ki: Bu yakın çocuklar hakkında hakikat, uzaklar
hakkında mecazdır. Kimisi de şöyle der: Hepsi hakkında da hakikattir. Çünkü
"evlad; çocuklar" kelimesi "tevellüd"den gelmektedir. Şu
kadar var ki, çocuklar ölene yakınlıklarına göre miras alırlar. Yüce Allah da:
"Ey
Ademoğulları!" (el-Araf, 26) diye buyurmaktadır. Hz. Peygamber de:
"Ben
Ademoğullarının efendisiyim" diye buyurduğu gibi: "Ey İsmailoğulları!
Ok atışı yapınız. Çünkü sizin atanız atıcı idi" diye buyurmuştur.
Şu kadar var kİ, bu
kelime mutlak olarak kullanıldığında örfen çoğunlukla hakikat üzere yakın ve
a'yan çocuklar hakkında kullanılır. Şayet sülbünden gelen çocuklar arasında
erkek çocuk varsa, artık çocuğun çocuğunun alacak birşeyi olmaz; İşte bu da
ilim ehlinin icma ile kabul ettiği hususlardan birisidir. Şayet sulbünden gelen
çocuklar arasında erkek çocuğu bulunmayıp torunları arasıl)da erkek varsa, önce
sülb'den gelen kızlardan başlanarak onlara üçte ikiye kadar verilir. Bundan
sonra geriye kalan üçtebir yakınlıkta eşit olmaları halinde, yahut erkek
kendisinden daha yukarıda bulunan kızlardan aşağıda bulunuyor ise, torunlar
arasında erkeğe iki, dişinin payı kadar miras paylaştırılır.
Bu Malik'in, Şafii'nin
ve Rey ashabının görüşüdür Ashabdan, tabiinden ve onlardan sonra gelenler
arasındaki ilim adamları da genel olarak bu görüştedir.
Ancak, İbn Mes'ud'un
söylediği rivayet edilen şu görüşü müstesnadır. Eğer erkek torun kız çocuğun
karşısında bulunuyor ise, (kalan üçtebir) ona geri verilir. Şayet ondan daha
aşağıda bulunuyor ise, kalan kız çocuğa geri verilmez. O bu görüşünü
belirtirken Yüce Allah'ın: "Eğer kadınlar ikiden fazla ise, mirasın üçte
ikisi onlarındır" buyruğuna riayet eder ve kız çocuklara sayıları ne kadar
çok olursa olsun üçte ikiden fazlasını vermez.
Derim ki: İbnü'l-Arabi
İbn Mes'ud'dan bu tafsilatı böylece zikretmiştir. Ancak İbnü'l-Münzir ile
el-Baci'nin İbn Mes'ud'tan naklettikleri şöyledir:
Sülb'den olan kızlardan
artan, oğlun oğullarına verilir. Fakat oğlun kız çocuklarına verilmez. İkisi de
(İbnü'l-Münzir ve el-Baci de) bunun dışında her hangi bir tafsilat
zikretmezler. Ayrıca İbnü'l-Münzir bunu Ebu Sevr'den de nakletmektedir.
Buna yakın bir görüşü
Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) de nakletmiştir. Ebu Ömer der ki: Bu hususta İbn
Mes'ud muhalefet ederek der ki: Kız çocuklar üçte ikiyi tamamladıkları
takdirde, geriye kalan yalnızca oğlun oğullarına verilir. Onların kızkardeşlerine
birşey verilmeyeceği gibi, onlardan daha yukarıda bulunan oğlun kızlarına da,
onlardan aşağıdakilere de birşey verilmez. Ebu Sevr ile Davud b. Ali
(ez-Zahiri) de bu kanaattedir. Buna benzer bir görüş Alkame'den de rivayet
edilmiştir.
Bu kanaate sahip
olanların delili, İbn Abbas'ın Peygamber (s.a.v.)'den naklettiği şu buyruğudur:
"Siz miras kalan malı, feraiz sahipleri arasında Allah'ın Kitabına uygun
olarak paylaştırınız. Feraiz'den arta kalanı ise en yakın erkek kişiye veriniz".
Bunu Buharı, Müslim ve başkaları rivayet etmiştir.
Cumhurun delillerinden
birisi Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Allah, çocuklarınız hakkında size
şöyle vasiyet ediyor. Erkeğe iki dişinin payı kadar (veriniz)." Çünkü
çocuğun çocuğu da çocuktur. Akli düşünme ve kıyas bakımından da; malın
genelinde kendi derecesinde bulunanı asabeleştiren herkesin, aynı şekilde malın
arta kalan bölümünde de onu asabelik derecesine ulaştırması gerekir. Tıpkı
sulben çocuklarda olduğu gibi. O halde bu yolla oğlun oğlunun, kız kardeşini mirasa
ortak etmesi gerekir. Tıpkı sulb yoluyla gelen oğlun kız kardeşini ortak etmesi
gibi.
Herhangi bir kimse Ebu
Sevr ile Davud'un lehine: Oğlun kızı, tek başına üçte ikiden artandan herhangi
bir miras alamamakta ve kardeşi de onu asabe kılamamaktadır diyecek olursa,
cevabımız şu olur:
Böyle bir kız çocuğu
eğer beraberinde kardeşi bulunacak olursa onunla güç kazanır ve onunla beraber
asabe olur. Yüce Allah'ın: "Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle
vasiyet ediyor ... " buyruğunun zahirinden anlaşıldığı gibi, o da burada
anılan çocuklardandır.
9- Kız Çocukların
Mirastaki Payları:
"Eğer kadınlar
ikiden fazla iseler, mirasın üçte ikisi onlarındır" buyruğunda Yüce Allah,
tek bir kıza mirasın yarısını, ikiden fazla olanlara da üçte ikisini vermiş bulunmaktadır.
Ancak iki kız çocuğum
Kitab-ı Kerim'inde nass ile belirttiği bir pay zikredilmemiştir. .
İlim adamları, iki kız
çocuğuna üçte ikiyi vermenin delilinin ne olduğu hususunda bir takım
açıklamalarda bulunmuşlardır. Bir görüşe göre bu hususta delil icma'dır.
Ancak bu iddia
merduttur. Çünkü İbni Abbas'tan sahih olarak nakledildiği ne göre o iki kız
çocuğuna mirasın yarısını vermiştir. Zira Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Eğer kadınlar ikiden fazla iseler mirasın üçte ikisi onlarındır." Bu
da şart ve ceza cümlesidir. Der ki: Ben o bakımdan iki kız çocuğuna üçte iki
kadarını vermem.
Bir diğer görüşe göre
iki kız çocuğuna mirasın üçte ikisi, iki kızkardeşe kıyasen verilmiştir. Çünkü
Yüce Allah sürenin sonlarında şöyle buyurmaktadır: "Eğer çocuğu bulunmayıp
da kızkardeşi bulunan bir erkek ölürse bıraktığının yarısı kız kardeşe kalır
... Eğer kızkardeşler iki (veya daha fazla) ise erkek kardeşin bıraktığının
üçte ikisini alırlar." (en-Nisa, 176) İşte burada üçte ikide ortak olmak
noktasında iki kız çocuğu da iki kızkardeş gibi değerlendirilmiştir.
Kızkardeşler de ikiden fazla oldukları takdirde üçte ikide ortak olmak
bakımından kız çocuklar gibi değerlendirilmiştir.
Ancak buna da şöyle bir
itiraz varittir: Kızkardeşler hususunda nass bunu belirlemiştir. İcma da bu
şekilde olmuştur. O bakımdan buna dayanarak o kız çocukların payı böylece kabul
edilir.
Bir diğer görüşe göre;
ayet-i kerimede iki kız çocuğunun üçte ikiyi alacağına dair delil olacak bir
yön vardır. Şöyle ki, erkek kardeşi ile birlikte bir kız çocuğu üçte bir
aldığına göre; iki kız çocuğunun da üçte ikiyi alacaklarını öğrenmiş oluyoruz.
Bu sözü söyleyen ve bunu delil diye gösterenler, İsmail el-Kadı ile Ebü'l-Abbas
el-Müberred'dir. en-Nehhas ise der ki: Böyle bir delil getirme nazar ehlince
(akli mantıki esaslara göre) yanlıştır. Çünkü görüş ayrılığı iki kız çocuğu ile
ilgilidir. Tek kız çocuğu hakkında değildir. Ona muhalif olanlar ise şu cevabı
verir: Ölen geriye iki kız çocuğu ile bir erkek çocuğu bırakacak olursa, kız
çocukları yarısını alır (üçte ikisini almaz). O halde bu, onların farz
hisselerinin bu kadar olduğunun delilidir.
Bir diğer görüşe göre
"fazla" anlamına gelen (...) kelimesinin zaid olduğu söylenmiştir.
Buna göre; eğer kadınlar iki kişi iseler, demek olur. Allah'ın: "Boyunların
üstüne vurunuz." (el-Enfal, 12) Yani (üstüne anlamına gelen kelime olan
fevka kelimesi zaid olup) boyunlara vurunuz, demektir.
Şu kadar var ki
en-Nehhas ile İbn Atiyye bu görüşü reddederek şöyle derler: Bu açıklama
yanlıştır. Çünkü zarfların da bütün isimlerin de Arap dilinde bir mana ifade
etmeksizin zaid olarak gelmeleri caiz değildir. İbn Atiyye der ki: Diğer
taraftan Yüce Allah'ın: "Boyunların üstüne vurunuz" buyruğundaki
ifade fasih olan ifadedir. Ve burada "üstüne" anlamındaki kelime zaid
gelmemiştir. Aksine manayı daha bir sağlamlaştırmakta, pekiştirmektedir. Çünkü
boyuna indirilen bir darbenin beyinden aşağıda, eklem yerlerinde, kemiklerin
üzerinde olması icabeder. Nitekim Dureyd b. es-Simme de şöyle demiştir: Sen
darbeni beyinden aşağıda ve kemiklerin üzerine indir. Ben kahramanların
boyunlarını böylece vuruyordum.
İki kız çocuğuna üçte
ikinin verileceği hususundaki en güçlü delil, nüzül sebebinde rivayet edilen
sahih hadistir.
Hicazlılarla Esedoğulları
üçtebir, dörttebir. .. ondabire kadar: (...) şeklinde söylerler. Temimoğulları
ve Rabialılar ise, üçte bir (...) derken lam'ı sakin okurlar ve: (...): Onda
bir'e kadar böylece söylerler. üçe tamamlamayı ifade etmek üzere: (...) Onları
üçe tamamladım, dirhemleri üçe tamamladım, derler. Ancak yüze ve bine
tamamlamayı ifade etmek için de (...) derler.
10- Ölenin Tek Bir Kız
Bırakması Hali:
Yüce Allah'ın:
"Şayet kız, bir tek ise mirasın yarısı onundur" buyruğunda geçen:
(...) kelimesini Nafi' ve Medineliler: (...) şeklinde ve (...) yi "oldu,
idi" anlamında olmak üzere tam kabul ederek, merfu okumuşlardır. Şairin şu
beyitinde olduğu gibi: "Kış oldu mu
artık beni ısıtınız, Çünkü yaşlı bir kimseyi kış daha da yaşlandırır."
Diğerleri ise bu kelimeyi
nasb ile okumuşlardır. en-Nehhas der ki: Bu okuyuş güzel bir okuyuştur. Eğer
geriye bırakılan yahut kalan çocuk "bir tek ise" anlamına gelir.
Nitekim: "Eğer kadınlar ... iseler" buyruğunda da böyle okunmuştur.
Buna göre; sulbden gelen
kız çocuklar ile birlikte oğlun kız çocukları varsa, sulbden gelen kızlar da
iki ve daha fazla ise oğlun kız çocuklarını mirastan hacb ederek, farz hisse
almalarını önlerler. Çünkü oğlun kız çocuklarının üçte ikilik miras hakları
dışında farz hisse olarak miras almaları sözkonusu değildir.
Şayet sulbden gelen kız
çocuk bir tek ise, o takdirde oğlun kızı, yahut kızları sulbden gelen kız
çocuklarla beraber üçte ikiyi tamamlayacak şekilde miras alırlar. Çünkü bu, iki
ve daha fazla sayıdaki kız çocuğun miras olarak aldıkları farz hisseleridir.
Oğlun kızları da, -yoklukları halinde- öz kızların yerini tutarlar. Aynı
şekilde oğlun oğulları da hacb ve miras hususlarında bizzat öz oğulların yerini
tutarlar. Bu şekilde kız çocukları arasında altıda bir hak eden kimse olmadığı
takdirde bu pay, oğlun kızına ait olur. Oğlun kızı, müteveffanın anne-bababir
kız kardeşinden altıdabiri almaya daha layıktır.
Ashab ve tabiinden
fukahanın cumhuru bu görüştedir. Ancak Ebu Musa ile Süleyman b. Ebi Rebia'dan
rivayet edildiğine göre kız çocuğu mirasın yarısını alırken, geri kalan
yarısını da kız kardeş alır. Oğlun kızının ise bunda bir hakkı yoktur. Ebu
Musa'dan ise onun bu görüşünden dönmüş olduğunu gerektiren sahih rivayet
gelmiştir. Bunu da Buhari rivayet etmektedir: Bize Adem anlattı, bize Şu'be
anlattı, bize Ebu Kays anlatarak dedi ki: Ben Huzeyl b. Şerahbıl'i şöyle derken
dinledim: Ebu Musa'ya bir kız çocuk, oğlun kızı ve kız kardeşin (miras payları)
hakkında soru soruldu. O da şöyle dedi: Kız çocuğuna yarısı, diğer kız çocuğuna
da yarısı verilir. Bununla birlikte İbn Mes'ud'a git, o da bana tabi olacaktır.
İbn Mes'ud'a sorulup ona Ebu Musa'nın söylediği haber verilince; şöyle dedi:
Andolsun o vakit ben sapıtmış olurum, hidayet bulmuş olanlardan olmam. Ben
böyle bir mesele hakkında Peygamber (s.a.v.)'ın hüküm verdiği şekilde hükmümü
vereyim: Kız çocuğa yarısı, oğlun kızına üçte ikiyi tamamlamak üzere altıda
biri verilir. Geri kalan ise kız kardeşe aittir. Bunun üzerine biz de Ebu
Musa'ya gittik. Ona İbn Mes'ud'un söylediğini haber verince şöyle dedi: Şu
büyük bilgin aranızda bulunduğu sürece bana birşey sormayınız.
Şayet oğlun kızı veya
kızları ile birlikte o kızın derecesinde yahut ondan daha aşağıda ve onu asabe
yapan bir oğul bulunuyor ise, geriye kalan -az önce geçtiği üzere İbn Mes'ud'un
görüşüne hilafen- yarım, ikisi arasında erkeğe iki dişinin hakkı olmak üzere
payedilir. Miktarı ne olursa olsun. Şu kadar var ki, sulbden gelen kız
çocuklarının yahut sulbden gelen kız ve oğlun kız çocuklarının üçte ikiyi
tamamlamaları halinde bu böyledir. Anne-bababir kız kardeş ile bababir kız
kardeş ve erkek kardeşler hakkında da şöyle denilir: Anne-bababir kızkardeşe
yarısı, geri kalan ise bababir erkek ve kızkardeşlere verilir. Kızkardeşlere
altıdabirden fazla pay isabet etmediği sürece bu böyledir. Şayet altıdabirden
fazlası onlara isabet edecek olursa, üçte ikiyi tamamlamak üzere onlara altıda
bir verilir ve bundan fazlası onlara verilmez. Ebu Sevr de bu görüştedir.
11- Ölümü Esnasında
Hanımı Hamile Bulunan Kimsenin Mirası:
Erkek ölüp de geriye
hamile bir hanım terk edecek olursa, doğanın erkek mi, kız mı olduğu ortaya
çıkıncaya kadar malı bekletilir.
İlim ehli icma' ile şunu
kabul etmişlerdir: Erkek ölüp de hanımını hamile bırakacak olur ise, karnındaki
çocuk miras alır. Canlı olarak doğup, doğum esnasında ağlayacak olursa, bu
sefer ondan da. miras alınır.
Yine ilim adamları hep
birlikte derler ki: Eğer ölü doğacak olursa miras almaz. Şayet canlı doğmakla
birlikte, ağlamayacak olursa, bir kesim mirasta hakkı olmadığını söylerler.
İsterse kıpırdasın yahut aksırmış olsun. Ağlamadıkça mirasta hakkı yoktur. Bu,
Malik, Kasım b. Muhammed, İbn Sirın, eşŞa'bı, ez-Zühri ve Katade'nin görüşüdür.
Bir başka kesim ise
şöyle demektedir: Hareket etmek, feryad etmek, süt emmek, nefes almak suretiyle
doğanın hayatta olduğu anlaşılacak olursa, o da hayatta olanların hükümlerine
tabi olur. Bu da Şafii, Süfyan es-Sevri ve elEvzai'nin görüşüdür.
İbnü'l-Münzir der ki:
Şafii'nin görüşünün kıyasen kabul edilebilme ihtimali vardır. Şu kadar var ki
varid olmuş haber buna engeldir. Bu da Resulullah (s.a.v.)'ın şu buyruğudur:
"Doğan herbir çocuğu mutlaka şeytan dürter. O da şeytanın bu dürtmesi
dolayısıyla ağlayarak dünyaya gelir. Bundan tek istisna Meryem'in oğlu ve onun
annesidir." İşte bu, konu ile ilgili varid olmuş bir haberdir. Böyle bir
haber hakkında ise nesh sözkonusu olamaz.
12- Hunsa'nın Miras
Alması:
Yüce Allah'ın:
"Çocuklarınız hakkında" buyruğu, hunsayı da kapsamına alır. Hunsa ise
iki ferci bulunandır.
İlim adamları icma ile onun
mirasının küçük abdestini bozduğu yere göre verileceğini kabul ederler. Eğer
küçük abdestini erkeklerin yaptığı yerden yapıyor ise, erkek mirası alır. Şayet
kadının yaptığı yerden yapıyor ise kadın mirası alır.
İbnü'l-Münzir der ki:
Ben bu hususta Malik'ten gelmiş herhangi bir rivayet bellemiş değilim. Hatta
İbnü'l-Kasım, Malik'e ona dair soru sormaktan çekindiğini de zikretmektedir.
Şayet her iki yerden de
küçük abdestini yapıyor ise, o takdirde sidiğin öncelikle çıktığı yer
muteberdir. Bu da Said b. el-Müseyyeb, Ahmed ve İshak'ın görüşüdür. Bu aynı
zamanda rey ashabından da nakledilmiştir. Katade Said b. el-Müseyyeb'den hunsa
hakkında şöyle dediğini rivayet eder: Küçük abdestini bozduğu yere göre ona
miras verilir. Eğer her ikisinden de abdestini bozuyorsa öncelikle hangisinden
bozduğuna bakılır. Heriki yerden de aynı anda abdest bozuyorsa yarım erkek ve
yarım kadın (hissesi verilir). Yakub, (Ebu Yusuf) ile Muhammed der ki:
Hangilerinden daha fazla çıkıyor ise ona göre mirasını alır. Bu görüş el-Evzai'den
de nakledilmiştir. en-Numan b. Sabit (Ebu Hanife) de der ki: Şayet bir arada
her ikisinden de çıkıyorsa o müşkildir. Ben hangi taraftan daha çok çıktığına
da bakmam. Ondan gelen başka rivayete göre; bu şekilde olduğu takdirde onun
hakkında bir görüş belirtmekten kaçınmıştır. Yine ondan şöyle dediği de
nakledilmiştir: Eğer müşkil olursa, ona iki paydan daha aşağısı hangisi ise o
verilir. Yahya b. Adem ise der ki: Erkeğin bozduğu yerden abdestini bozuyor,
bununla birlikte kadın gibi ay hali oluyor ise, abdestini bozduğu yere göre
miras alır. Çünkü konu ile ilgili gelen haberde; küçük abdestini bozduğu yere
göre ona miras verilir, denilmektedir.
Şafii'nin görüşüne göre
ise: Her iki yerden de abdestini bozuyor, onlardan biri ötekinden önce
olmuyorsa, o takdirde bu hunsa, müşkildir. Ona kız çocuk mirası verilir. Geri
kalan miktar ise durumu açıkça ortaya çıkıncaya, yahut mirasçılar kendi
aralarında sulh yaparak anlaşıncaya kadar kendisi ile sair mirasçılar arasında
payedilmek üzere bekletilir. Ebu Sevr de bu görüştedir.
eş-Şa'bı der ki: Ona
erkek mirasının yarısı ile, kız çocuk mirasının yarısı verilir. el-Evzai de bu
görüştedir. Malik'in görüşü de budur. İbn Şaş da "el-Cevahirü's-Semine Ala
Mezhebi Malikin Alimi'l-Medine" adlı eserinde şunları söylemektedir: Eğer
hunsanın biri erkek diğeri dişi olmak üzere iki ferci var ise, hangisinden
küçük abdesti bozduğuna bakılır ve abdestini bozduğu yere göre hükmünü alır.
Her ikisinden de abdestini bozuyor ise hangisinden daha çok yaparsa o
muteberdir. Şayet durum eşit olursa, öncelik nazarı itibara alınır. Her
ikisinden de beraber yapıyorsa, bu takdirde sakalda tüy bitimi ile memelerin
büyüklüğü, bu memelerinin kadınların memelerine benzemesine itibar edilir. Her
iki durum bir arada görülecek olursa, o takdirde büluğ halindeki durumu
muteberdir. Şayet ay hali olursa ona göre hüküm verilir. Şayet yalnızca ihtilam
olursa yine ona göre hüküm verilir. Eğer her ikisi bir arada bulunursa, o
takdirde bu hunsa, müşkildir. Şayet ne erkeklere has, ne de kadınlara has olan ferc'den
birisi yoksa, bunun yerine sadece küçük abdestini yaptığı bir yer varsa büluğu
beklenir. Eğer ayırdedici bir alamet ortaya çıkarsa, o nazarı itibara alınır,
aksi takdirde bu hunsa müşkildir. Artık müşkil olduğu hükmünü verdiğimiz
takdirde ise, alacağı miras, erkek ve kız miraslarından yarımşar yarımşardır.
Derim ki: Sözünü
ettikleri bu alametler müşkil hunsa hakkındadır. Biz elBakara Süresi'nde (35.
ayet, 4. başlıkta) bu konuda bir alamete, bu sürenin başlığında da bir takım
alametlere işaret ettik. Bu alametler onu bu iki türden birisine katar. Bu da
kaburga kemiklerinin nazarı 'itibara alınmasıdır. Bu konudaki açıklama, Ali
(r.a)'dan rivayet edilmiştir ve 9 buna göre hüküm vermiştir. Faziletli
alimlerden birisi, hunsanın hükmünü pek çok beyitlerde şiir halinde açıklamış
bulunmaktadır. Bunların ilki şöyledir: "O hallerine göre nazar-ı itibara
alınır; Meme, sakal ve küçük abdestini bozma yeri"
Yine bu şiirinde şair
(devamla) der ki: "Eğer bütün halleri birbirine eşit olur da, Açıkça
anlaşılmaz ve belirtileri, içerisindep çıkılamayacak hal alırsa, Onun yakın
akrabasının mirasından alacağı pay, Payın sekizde altısıdır Müşkil olması
sebebiyle hakkettiği işte budur; Onun bu payında bir eksilme vardır. Gerçekten
böyle birisinin nikahlanmaması,
Dünyada yaşadıkça ve ona
başkasını nikahlamamak gerekir. Çünkü o katıksız bir aile halkı (dişi) değildir
Ve artık o erkekler arasında (dişi) sayılmamaktadır Benim bu şiirde sözünü
ettiğim her hususu
İlim ehlinin ileri
gelenleri söylemiştir.
Bazıları onun hakkında
söz söylemek istememiştir, Bunlara da bundan dolayı kınama meyli olmaz. Çünkü o
söz konusu edilirken, açıkça Aşırı bir çirkinlik sözkonusudur ve besbellidir
bu. İşte onun bu gizli durumu hakkında geçmiş olan İmam-ı Murtaza Ali'nin hükmü
şudur:
Eğer ki; kaburga
kemikleri eksik ise Artık onun erkeklere katılması gerekir Mirasta, nikahta ve
ihramda Hacda, namazda ve (sair) hükümlerde Eğer erkeklerden fazla bir kaburga
kemiği varsa O takdirde o, kadınlar arasında sayılır Çünkü kadınların fazladan
bir kaburga kemikleri vardır Erkeklere göre bu faydalı bilgiyi ganimet belle.
Çünkü daha önceden beri Adem'den bu kemik eksilmişti Havva'nın yaratılması için
ve bu söz, bir haktır Çünkü Peygamber'in söylediğinden de buna dair Bir delil
vardır; selam olsun Rabbimizden ona.
Ebu'l-Velid b. Rüşd de
der ki: Hunsa-yı müşkil, koca da olmaz, hanım da olmaz, baba da olmaz, anne de
olmaz.
Şöyle de denilmiştir:
Sırtından ve karnından çocuk doğuranlar da görülmüştür. ibn Rüşd der ki: Eğer
bu sahih ise, o takdirde sulbünden olan oğlundan tam bir baba mirası alır.
Karnından olan oğlundan ise tam bir anne mirası alır. Ancak bu oldukça uzak bir
ihtimaldir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Darakutni'nin Sünen'inde
Ebu Hani'nin, Ömer b. Beşir'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Amir
eş-Şa'bi'ye erkek de olmayan dişi de olmayan, erkeğin de, dişinin de organına
sahip bulunmayan, göbeğinin altından küçük ,-e büyük abdeste benzer birşeyler
çıkartan yeni doğmuş bir çocuk hakkında sorulmuş. Amir'e böylesinin mirası
hakkında soru sorulunca Amir şu cevabı vermiş: (Ona) erkeğin payının yarısı ile
dişinin payının yarısı verilir.
13- Anne ve Babaların
Mirası:
Yüce Allah'ın:
"Anne ve babanın her birine mirasın altıda biri (verilir)" buyruğunda
yer alan anne-baba dan kasıt, ölenin anne-babasıdır. Bu ise
ayrıcazikredilmeksizin kinaye (zamirin zikredilmesi) yoluyla bilinir. ifadenin
buna delaleti dolayısıyla bu kinaye (yani hazf) caiz görülmüştür. Yüce
Allah'ın: "Nihayet o, (güneş) perdenin arkasına gizlendi." (Sad, 32);
"Muhakkak Biz onu Kadir gecesinde indirdik." (el-Kadr, 1)
"Altıdabir"
kelimesi de mübteda olmak üzere merfu'dur. Ondan önceki ise onun haberidir.
Aynı şekilde
"üçtebir, altıdabir" ile: "Bıraktığının yarısı" da
böyledir. "Dörttebir sizindir" buyruğu da böyledir. "Dörttebiri
onlarındır" buyruğu da; "Sekizde biri onlarındır" buyruğu da
böyle olduğu gibi; "Anne ve babanın herbirine mirasın altıda biri
(verilir)" buyruğu da böyledir.
"el-Ebevan
(ebeveyn, anne ile baba)" kelimesi baba anlamına gelen: (...) ile anne
anlamına gelen: (...)'in tesniyesi (ikili) dir. Ancak arapçada "el-um:
anne" lafzı kullanıldığından baba anlamına gelen "eb"
kelimesinin müennesi anne hakkında kullanılmamıştır. Bununla birlikte araplar
arasında birbirinden farklı iki şeyi birbirine uyan iki şeymiş gibi kullanarak,
onlardan birisini ötekine ya söylenişi daha hafif, yahut da şöhreti dolayısıyla
tağlib edenler vardır. Bu da buna elverişli birtakım isimlerde sema'i olarak
gelmiştir. Anne ve babaya: "Ebevan," güneş ile ay'a;
"el-Kameran," gece ile gündüze; "el-melevan" demeleri bu
kabildendir. Aynı şekilde Hz. Ebü Bekr ile Hz. Ömer'e; "el-Umeran"
demeleri de böyledir.
Müzekkerliğin hafifliği
dolayısıyla (ayanlamına gelen) el-Kamer'i, güneş anlamına gelen (eş-Şems)'e
tağlib ederek (el-Kameran) demişlerdir. Aynı şekilde Hz. Ömer'in halifelik
dönemi daha uzun ve daha ünlü olduğundan dolayı Hz. Ömer'in adını Hz. Ebü Bekir
adına tağlib ederek (el-Umeran) demişlerdir. Arapların el-Umeran tabiri ile
Ömer b. el-Hattab ile Ömer b. Abdulaziz'i kastettiklerini ileri sürenin sözüne
itibar edilmez Çünkü Araplar bu kelimeyi Ömer b. Abdulaziz'i görmeden önce
kullanmaya başladılar. Bu açıklamayı İbnü'ş-Şecer'i yapmıştır.
"Çocuklarınız"
buyruğunun kapsamına aşağı doğru ne kadar inilirse bütün çocuklar girdiği
şekilde; "babalarınız" buyruğunun kapsamına yukarı doğru ne kadar
çıkılırsa çıkılsın bütün babalar girmez. Çünkü Yüce Allah'ın:
"Anne-babanın
herbirine" buyruğu tesniye bir lafızdır. genel olma ihtimali de yoktur,
çoğul olma ihtimali de yoktur. Halbuki "çocuklarınız" buyruğu böyle
değildir. Bu görüşün sıhhatine delil ise, Yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"Çocuğu olmayıp da anne ve babası kendisine mirasçı olana gelince, üçte
biri annesinindir." Yukarı anne ninedir. Ona ise farz hisse olarak
üçtebirin verilmeyeceği icma' ile sabittir. O halde ninenin bu lafzın dışında
kaldığı kesindir. Bunun dedeyi kapsadığı ise ihtilaflı bir husustur.
Dedenin, baba olduğunu
söyleyip onun sebebiyle çocukları hacb edenlerden birisi de Ebü Bekr es-Sıddik
(r.a)'dır. Hayatta olduğu sürece bu hususta ashab-ı kiramdan ona kimse
muhalefet etmemiştir. Ancak onun vefatından sonra bu hususta anlaşmazl!ğa
düşmüşlerdir. Dedenin baba olduğunu söyleyenler arasında, İbn Abbas, Abdullah b.
ez-Zübeyr, Aişe, Muaz b. Cebel, Ubeyy b. Ka'b, Ebu'd-Derda ve Ebü Hureyre de
vardır. Bunların hepsi de baba bulunmadığı takdirde dedeyi tıpkı baba gibi
kabul ederler ve onun vasıtasıyla bütün kardeşleri hacb ederek, dedenin varlığı
ile birlikte kardeşler hiç miras almazlar. Bu görüşü aynı zamanda Ata, Tavus,
el-Hasen ve Katade de kabul etmiştir. Ebü Hanife, Ebü Sevr ve İshak da bu
kanaattedir. Bu konuda onların lehine olan delil ise, Yüce Allah'ın:
"Babanız İbrahim'in dinine" (el-Hacc, 28) buyruğu ile: "Ey
Ademoğulları" (el-A'raf, 26) buyrukları ve Hz. Peygamberin: "Ey
İsmail oğulları ok atınız, çünkü sizin babanız atıcı idi" buyruğudur.
Ali b. Ebi Talib, Zeyd
ve İbn Mes'ud ise, kardeşlerle birlikte dedeye de miras verileceği
kanaatindedirler. Anne-baba bir kardeşler, yahut baba bir kardeşlerle birlikte
olduğu takdirde de payı -farz sahibi ile birlikte olması hali müstesna-
üçtebirden aşağı olmaz, Farz sahibleri ile birlikte olduğu takdire Zeyd'in
görüşüne göre de payı altıda birden aşağı olmaz, Aynı zamanda bu, Malik,
EvzatEbu Yusuf, Muhammed ve Şafii'nin de görüşüdür.
Hz, Ali ise, kardeşler
ile birlikte olması halinde dedeyi altıda bire kadar kardeşlerle birlikte
(mirasa) ortak yapar ve ister farz sahipleriyle birlikte olsun ister başkaları
ile beraber bulunsun ona altıda birden aşağı pay vermezdi, Bu, İbn Ebi Leyla
ile bir kesimin de görüşüdür.
İlim adamları icma ile
şunu kabul ederler: Dede, baba ile birlikte miras alamaz, Oğul babasını hacb
eder, Onların dedeyi hacb ve miras hususunda baba seviyesinde
değerlendirmeleri, ölen kişi geriye bütün konumlarda ondan daha yakın bir baba
terketmediği halde sözkonusudur,
Cumhurun kanaatine göre
dede, kardeş çocuklarını mirastan düşürür, Anak Şa'bı'den, onun Ali'den yaptığı
rivayet bundan müstesnadır. O, paylaştırma hususunda kardeş çocuklarını tıpkı
kardeş gibi değerlendirmiştir.
Cumhurun görüşünün
delili şudur: Buradaki kardeş erkek olarak kız kardeşini asabe yoluyla mirasçı
kılmaz, O bakımdan tıpkı amca ve amcanın oğlu gibi dede ile mirası paylaşmaz,
eş-Şa'bi ise der ki:
İslam'da kendisine miras verilen ilk dede, Ömer el-Hattab (r.a.)'dır. Ömer'in
oğlu Asım'ın bir oğlu öldü, Geriye iki kardeş bıraktı. Ömer onun malının
tamamını almak istedi, Hz, Ali ile Hz, Zeyd'e bu hususta danışınca, onlar
kendisine bir misal vermeleri üzerine şöyle dedi: Eğer ikiniz de aynı görüşte
birleşmemiş olsaydınız, ben kendi görüşüme göre onu oğlum gibi değerlendirmez,
kendimi de onun babası gibi değerlendirmezdim,
Darakutnı'nin Zeyd b,
Sabit'ten rivayetine göre Ömer b, el-Hattab bir gün yanına girmek üzere izin
istedi, O da Hz, Ömer'e izin verdi, Bu sırada cariyenin biri onu taramakta idi,
Zeyd başını çekince Hz, Ömer ona: Bırak seni tarasın, dedi, Zeyd: Ey
mü'minlerin emiri, bana haber göndermiş olsaydın ben senin yanına gelirdim,
deyince Hz, Ömer şöyle dedi: Hayır, ihtiyaç benimdir, ben sana dede hususunu
tetkik etmen için gelmiş bulunuyorum, Zeyd:
Allah'a yemin ederim ki,
senin bu hususta söylediğin doğru değildir. Bunun üzerine Ömer dedi ki: Benim
bu söylediğim vahiy değildir ki, (farklı bir şey söylemekle) ona bir şeyler
eklemiş yahut eksiltmiş olalım, Bu konuda da senin söyleyeceğin sana ait bir
görüş olacaktır. Eğer senin görüşünün bana uygun düştüğünü görürsem ona uyarım.
Aksi takdirde bu hususta senin aleyhine bir şeyolmaz, Zeyd yine kanaat
belirtmeyi kabul etmedi, Ömer kızgın bir şekilde çıkıp dedi ki: Ben senin
yanına benim ihtiyacımı karşılarsın zannıyla gelmiştim.
Daha sonra yine daha
önceki geliş saatinde geldi, Kanaatini açıklaması için ısrar etti. Nihayet Zeyd
dedi ki: Bu hususta kanaatimi yazacağım, Zeyd, bu kanaatini bir bağırsak
parçası üzerine yazdı ve ona bir misal verdi. Ona verdiği misal, tek bir gövde
üzerinde biten bir ağacın misali idi.
Bu ağaçtan önce bir dal
çıkar, sonra bu daldan bir başka dal daha çıkar.
Dala suyu ulaştıran
gövdedir. Eğer sen ilk dalı kesecek olursan su öbür dala kadar ulaşır. İkinci
dalı da kesersen bu sefer su ilkine ulaşır. Hz. Ömer bu örneğin yazılı olduğu
parçayı alarak insanlara bir hutbe irad etti. Daha sonra bu bağırsak parçası
üzerindeki örneği onlara okuyup dedi ki: Gerçekten Zeyd b. Sabit de de hakkında
bir söz söyledi ben onu uygulamaya koydum. (Zeyd) dedi ki: Ömer bu şekilde ilk
de de idi. O, oğlunun oğluna ait mirasın tamamını diğer kardeşlerine (ölenin
kardeşlerine) bir şey vermeksizin almak istemişti. Bundan sonra Ömer b.
el-Hattab (r.a) o malı paylaştırdı.
14- Ninenin Durumu:
Ölenin annesi yoksa
ninenin altıda bir alacağı hususunda ilim ehlinin icma'ı vardır. Annenin kendi
annesini de baba annesini de hacbedeceği üzerinde de icma etmişlerdir. Ancak
babanın anneanneyi hacb edemeyeceği üzerinde de icma' vardır.
Şu kadar var ki oğlu
hayatta iken ninenin miras alması hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bir grup, oğlu
hayatta olduğu takdirde nine miras almaz, demektedir. Bu, Zeyd b. Sabit, Hz.
Osman ile Hz. Ali'den rivayet edilmiştir. Malik, es-Sevri, el-Evzai, Ebu Sevr
ve rey ashabı da bu görüştedir.
Bir diğer kesim ise,
ninenin oğlu ile birlikte miras alacağını söyler. Bu görüş de Hz. Ömer, İbn
Mes'ud, Osman, Ali, Ebu Musa el-Eş'ari'den rivayet edilmiştir. Şüreyh, Cabir b.
Zeyd, Ubeydullah b. el-Hasan, Şureyk, Ahmed, İshak ve İbnü'l-Münzir de bu
görüştedir. Ayrıca İbnü'l-Münzir de der ki: Nasılki dedeyi babadan başka kimse
hacb edemiyor ise, nineyi de anneden başka bir kimse hacb edemez. Tirmizi'nin
rivayetine göre Abdullah, oğlu hayatta bulunan nine hakkında şöyle demiştir:
"O, oğlu hayatta iken oğlu ile birlikte olduğu halde Resulullah'ın
kendisine altıda bir yedirdiği ilk ninedir. '' Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
15- Miras Alan Nineler
ve Konu ile İlgili Görüş Ayrılıkları:
ilim adamları ninelerin
miras almaları hususunda farklı görüşlere sahiptir. Malik der ki: Miras alan
ancak iki nine vardır. Bunlar annenin annesi, baba anne ile her iki tarafın
anneleridir. Ebu Sevr de Şafii'den böylece rivayette bulunduğu gibi, tabiinden
bir grup da bu görüştedir. Şayet bu iki nineden birisi tek başına bulunuyor
ise, altıda bir alır. İki nine bir arada bulunur da yakınlıkları eşit olursa,
altıda biri aralarında paylaşırlar. Aynı şekilde ikiden çok olur ve yakınlıkta
biri birlerine eşit olmaları halinde de durum böyledir. Bütün bunlar üzerinde
icma' vardır.
Eğer anne tarafından
olan nine yakın olursa, yalnız başına o altıda biri alır.
Şayet baba tarafından
olan nine yakın olursa, uzak olsa dahi, anne tarafından olan nine ile altıda
bir aralarında payedilir. Anne tarafından da yalnızca tek bir nine miras alır.
Annenin babasının annesi olan nine, hiçbir halde miras alamaz. Zeyd b. Sabit'in
kabul ettiği görüş budur. Bu hususta gelen en sağlam rivayet de budur. Malik'in
ve Medinelilerin görüşü de böyledir.
Bir diğer görüşe göre
nineler, anne durumundadır. Birarada bulundukları takdirde altıdabir onlar
arasından en yakın olanlarına verilir. Nitekim babalar da bir arada
bulundukları takdirde, onların en yakınları mirasa hak kazanır. Erkek çocuklar
da erkek kardeşler de erkek kardeşlerin oğulları, amca çocukları da birarada
bulundukları takdirde onların en yakın olanları mirasa hak kazandığı gibi,
annelerde de durum böyledir.
İbnü'l-Münzir der ki: Bu
daha sahihtir ve ben de bu görüşü kabul ediyorum. Evzai üç nineye miras
veriyordu. Bunların birisi, anne tarafından nine, diğer ikisi de baba
tarafından ninedir. Bu aynı zamanda Ahmed b. Hanbel'in de görüşüdür. Bunu
Darakutni Peygamber (s.a.v.)'dan mürsel olarak rivayet etmiştir.
Zeyd b. Sabit'den ise
bunun aksi rivayet edilmiştir. O üç nineye miras veriyordu. Bunların ikisi anne
tarafından, birisi ise baba tarafından nine idi. Ali (r.a)'ın görüşü de Zeyd'in
bu görüşü gibidir. Altıda biri nineleri ister anne tarafından, ister baba
tarafından olsun daha yakın olanlarına verirlerdi. Onların yakınlık derecesinde
olmayanlarını da altıda birde kendilerine ortak etmezlerdi. es-Sevri, Ebu
Hanife, arkadaşları ve Ebu Sevr de bu görüştedirler.
Abdullah b. Mes'ud ile
İbn Abbas ise, dört nineye de miras veriyorlardı.
Aynı zamanda bu Hasan-ı
Basri, Muhammed b. Sirın ve Cabir b. Zeyd'in de görüşüdür. İbnü'l-Münzir der
ki: Nesebi müteveffaya ulaşan her bir nine, eğer neseb esnasında iki anne
arasına bir baba giriyor ise, o nine miras alamaz. Bu kendisinden ilim bellenen
her ilim adamının görüşüne göre böyledir.
16- Anne Babanın
Mirası:
"(Ölenin) çocuğu
varsa anne ve babanın her birine mirasın altıda biri (verilir)" buyruğunda
Yüce Allah, çocuğunun bulunması halinde ebeveynin her birisine altıda biri farz
hisse olarak tayin etmiş ve çocuğu müphem bırakmıştır. O bakımdan bu hususta
erkek ile dişi arasında bir fark yoktur. Buna göre bir kimse ölüp de geriye bir
oğul ve anne-babasını bırakacak olursa, anne-babanın her birisi altıda birini
alır, geri kalan ise oğlundur. Geriye bir kız çocuğu ile anne-baba bırakacak
olursa, kız çocuk yarısını alır, annebabanın her birisi altıda bir alır. Geriye
kalan en yakın asa be olan babaya verilir. Çünkü Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Farz hisselerden geri kalan en yakın erkek mirasçıya
aittir." Böylelikle baba iki yönüyle bir arada hak almaktadır. Birincisi
asabe olarak, diğeri de farz hisse olarak.
"Çocuğu olmayıp da
anne ve babası kendisine mirasçı olana gelince; üçte biri annesinindir"
buyruğunda şanı Yüce Rabbimiz şunu bildirmektedir: Eğer anne ve baba
çocuklarına mirasçı oluyorlarsa, anne mirasın üçte birini alır.
"Anne ve babası kendisine
mirasçı oluyorsa" buyruğu ile üçte birin anneye ait olduğunu bildirmesi,
geriye kalan üçte ikinin babaya ait olduğunu ortaya koymaktadır. Bu da iki
kişiye: Bu mal aranızda paylaştırılacaktır dedikten sonra, onlardan birisine:
Ey filan, bunun üçte biri senindir, demeye benzer. Böylelikle diğerine o maldan
ait olan miktarın üçte iki olduğunu açık ifade ile (nass ile) ifade etmiş
oluruz. Çünkü Yüce Allah'ın: "Anne ve babası kendisine mirasçı olana"
buyruğundaki ifadenin kuvveti, her ikisinin de çocuk olsun, başkası olsun bütün
pay sahiplerinden ayrı olduğunu göstermektedir. Bu hususta görüş ayrılığı
yoktur.
Derim ki: Buna göre üçte
iki, babaya ait miktarı tesbit edilmiş farz bir hisse olur. Asabe yoluyla
alınmış miktar onun kapsamında yoktur. İbnü'l-Arabi'nin naklettiğine göre ise,
babaya çocuğun olmaması halinde fazladan bir üçtebir pay verilmesinin manası
(hikmeti), erkek olması, yardımcı olması, geçimi kendisinin sağlamakla yükümlü
olmasıdır. Anne ise sadece akrabalığı dolayısıyla asıl payı üzere kalır.
Derim ki: Ancak bu,
reddedilen bir görüştür. Çünkü bu, çocuğun hayatta bulunması halinde de
sözkonusudur. Neden altıda birden mahrum edilmektedir.? Ancak zahir olan şu ki,
çocuk hayatta olduğu takdirde altıda birden mahrum edilmesi, küçük çocuğa şefkat
ve onun malını korumak maksadına matufdur. Zira bu şekilde çocuğun malından bir
miktarın çıkartılması (ve ölenin babasına verilmesi), çocuğa karşı bir çeşit
haksızlık olabilir. Yahut da bu emir, taabbudı bir emirdir (sebebini kavramamız
mümkün değildir. Bize itaat düşer). Bu konuda söylenen en uygun görüş budur.
Başarıya ileten Allah'tır.
17- Anne-Babanın
Mirastan Pay Oranları İkili, Birlidir:
Eğer Yüce Allah'ın:
"Anne ve babası kendisine mirasçı oluyorsa" buyruğunda fazladan
"vav" harfinin gelmesinin faydası nedir? Halbuki ifadenin zahirine
göre bu harf eklenmeksizin: Eğer onun çocuğu olmayıp anne-babası ona mirasçı
ise, denilmeliydi
Böyle soran birisine
cevabımız şudur: Bu harfin getirilmesi ile bu hususun karar kılmış ve sabit bir
durum olduğu haber verilmek istenmiştir. Böylelikle bu hususun sabit olup karar
kıldığını bildirmektedir.
Bu da; tek başlarına
kalmaları halinde anne-babanın durumunun çocukların durumu gibi olduğunu ortaya
koymaktadır. Yani onların paylarının nisbeti de erkeğe, iki dişinin payı
nisbetindedir.
Böylelikle baba, birisi
farz hissesi, diğeri ise asa be hissesi olmak üzere iki türlü payı 'bir arada
alır. Çünkü o da tıpkı çocuk gibi kardeşleri hacb eder. Bu da hükümde bir adalettir,
hikmeti zahir olan bir husustur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
18- Bir Kıraat:
Yüce Allah'ın:
"Üçte biri annesinindir" buyruğunu Kufeliler: (...) şeklinde hemze'yi
esreli olarak okumuşlardır. Bu da Sibeveyh'in naklettiği bir söyleyiştir. el-Kisai
der ki: Bu, Hevazin ile Huzeyllilerden çoğunun söyleyişidir. Çünkü
"lam" harfi esreli olup, bir başka harfe bitişik olduğundan, esreden
sonra o bitişik harfi (burada hemze'yi) ötreli okumak istemediklerinden, o
harfin ötresini esreye değiştirir. Zira Arap dilinde (...) vezninde bir isim
yoktur. Buradaki hemzeyi ötreli okuyanlar ise asla uygun olarak okumuşlardır.
Diğer taraftan "lam" harfi ayrılabilmektedir. Zira bu harf, ismin
başına gelmektedir. Bütün bu açıklamaları en-Nehhas yapmıştır.
19- Kardeşlerle
Birlikte Annenin Mirası:
"Şayet (ölenin)
kardeşleri varsa o vakit altıda biri annesinindir." buyruğunda görüldüğü
gibi, kardeşler annenin payını üçtebirden altıdabire hacb etmektedirler. Bu da
"hacb-ı noksan" (eksiltme hacb'ı) diye bilinir. Kardeşlerin anne-baba
bir, baba bir yahut anne bir olmaları arasında bir fark yoktur. Bununla
birlikte kardeşlerin bir payları da yoktur.
İbn Abbas'tan onun zaman
zaman şöyle dediği rivayet edilmektedir: Kardeşlerin anneden hacb ettikleri
altıdabir kardeşlere aittir. Yine ondan diğerlerinin görüşü gibi bu payın
babaya ait olacağı da rivayet edilmiştir.
Katade der ki: Bu payı
kardeşler değil de babanın alış sebebi, babanın kardeşlerin ihtiyaçlarını
karşılayıp onların nikahlarının velisi olması ve onlara nafakalarını harcaması
dolayısıyladır.
İlim ehli icma ile şunu
belirtirler: İki ve daha yukarı kardeşler ister erkek, ister kız olsunlar,
ister anne-baba bir, ister baba bir, isterse de annebir olsunlar, annenin
üçtebir olan payını hacb ederek altıdabire indirirler. Bundan tek istisna İbn
Abbas'tan gelen şu rivayettir: Buna göre iki kardeş, tek bir kardeş
hükmündedir. Annenin üçtebir payını üç kardeşten daha aşağısı hacb edip
indirmez.
Bazı kimseler ise, kız
kardeşlerin annenin payını üçtebirden altıdabire hacb etmiyeceği
kanaatindedirler. Çünkü Yüce Allah'ın hitabı kardeşler hakkındadır. Dişilerin
mirastaki kuvvetleri ise, erkeklerin mirastaki kuvvetleri gibi değildir ki,
itibara alınmalarını, onların biribirlerine katılmalarını gerektirsin.
el-Kiya et-Taberı der
ki: Bu şekilde kanaat belirtenlerin görüşleri, kız kardeşlerin erkek
kardeşlerle birlikte almamalarını gerektirir. Çünkü "İhva (erkek
kardeşler)" lafzı mutlak olarak kullanıldığı takdirde "ahavat (kız
kardeşlerYi kapsamaz. Nitekim "benün (erkek çocuklar)" lafzı da,
"benat (kız çocuklar)"ı kapsamaz. Bu ise, bir erkek ve bir kız
kardeşin varlığı ile annenin payının üçtebirden altıdabire hacb edilmemesini
gerektirir. Ancak bu müslümanların icma'ının hilafınadır. Eğer ayet-i kerimede erkek
kardeşlerle birlikte kast ediliyor iseler, tek başlarına da kastediliyorlar,
demektir.
Hepsi de çoğulun asgarı
miktarının iki olduğunu da delil göstermişlerdir Çünkü tesniye bir şeyin kendi
misline cem edilmesi (katılması) dır. O halde anlam bunun çoğul olmasını gerektirir.
Nitekim Hz. Peygamber de: "İki ve daha yukarısı cemaat (çoğul)'tır."
Sibevyh'ten de şöyle
dediği nakl edilmektedir: Ben el-Halil'e: "Bu şekillerin en uygun olanı
hangisidir?" diye sordum. O da: İki kişi cemaattir, dedi. Şairin şöyle
dediği de sahih olarak nakledilmiştir:
"Suyu da, bitkisi
de bulunmayan, oldukça uzak, son derece korkunç ve kurak olan o iki arazi
parçası; Onların yüksekçe olan yerleri, iki kalkanın dış tarafını
andırmaktadır."
el-Ahfeş de şöyle bir
beyit nakletmektedir: ''Kadınlar bizlere haberi getirip gelince Dediler ki:
Durum aramızda oldukça yaygınlık kazandı."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Bir kavmin zenginine saygıyla selam verilirken Fakir olana
cimrilik edilip selam verilmiyor İkisi arasında ölüm eşit değil midir Ölüp de
kabirlere gömüldüklerinde."
Bu hususta (yani annenin
mirasının kardeşler dolayısıyla üçtebirden altıdabire hacb edilmesi hususunda)
Hz. Osman ile İbn Abbas arasında görüş alış verişi yapılırken, Hz. Osman dedi
ki: Senin kavmin -Kureyşlileri kastediyor- fesahat ve belağat ehli oldukları
halde anneyi hacb ettiler.
Bu hususda çoğulun
asgari miktarı üçtür, demese dahi, (başka hususlarda) "çoğulun asgarisi
üçtür" diyenler arasında İbn Mes'ud, Şafii, Ebu Hanife "e başkaları
da vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
20- Bir Kıraat Farkı:
Yüce Allah'ın: "Bu;
yapacağı vasiyetten yahut borcundan sonradır" buyruğunda yer alan:
"Yapacağı vasiyyet'' kelimesini İbn Kesır, Ebu Amr, İbn Amir ve Asım
"sad" harfini fethalı olarak: "Yapılacak vasiyyet'den ..... diye
okumuştur. Diğerleri ise bu kelimenin bu harfini esreli olarak okumuştur. Bu
vasiyet fiilinin geçtiği diğer yerlerde de böyledir.
Şu kadar var ki, iki
yerde de Asım'dan gelen rivayet farklı gelmiştir. 'Sad" harfinin esreli
okunuşu, Ebu Ubeyd ve Ebu Hakim'in tercihidir. Çünkü bundan önce ölenden söz
edilmektedir.
el-Ahfeş ise der ki:
Bunun doğrulayıcı delili de Yüce Allah'ın: ''Yaptıkları vasiyet" ile;
''Yapacağınız vasiyet" buyruklarıdır.
21- Vasiyetin Yerine Getirilmesiyle
Borcun Ödenmesi:
Borcun vasiyetten önce
geldiği hususunda icma' bulunduğu halde; ayeti kerimede vasiyetin borçtan önce
sözkonusu edilmesinin hikmeti nedir?
Tirmizi'nin el-Haris'ten
rivayet ettiğine göre Hz. Ali şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.), vasiyetten
önce borcun ödenmesini hükme bağladığı halde, sizler borcun ödenmesinden önce
vasiyeti yerine getirmeye kalkışıyorsunuz. Tirmizi ayrıca) der ki: Bütün ilim
ehlince de uygulama buna göredir.
Vasiyetten önce borcun
ödenmesine başlanır.
Darakutni de Asım b.
Damra yoluyla Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Borç, vasiyetten öncedir. Mirasçıya da vasiyet
yoktur."Bu hadisi onlardan (Haris ile Asım'dan) Ebu İshak elHemdanı
rivayet etmiştir.
Böyle bir soruya beş
türlü cevap verilebilir: Birincisi: Bu iki hususun (yani vasiyet ile borcun)
mirastan öne alınacağı kastedilmiştir. Yoksa bunların kendileri arasında ayrıca
bir öncelik sıralaması kastı yoktur. Bu bakımdan vasiyet lafzan önce geçmiştir.
İkinci cevap: Vasiyet
bağlayıcılık (lüzum) itibariyle borçtan daha aşağıda olduğundan dolayı ona önem
verilmek için öne alınmıştır. Nitekim Yüce Allah: "Küçük büyük hiç birşey
bırakmayıp sayıp dökmüş" (el-Kehf, 49) diye buyurmaktadır.
Üçüncü cevap: Çokça vuku
bulduğu ve meydana geldiğinden dolayı öne alınmıştır. Bundan dolayı şeriatın da
nassıyla birlikte, adeta her ölenle beraber ondan ayrılmaz birşey gibidir.
İstisnai olduğundan dolayı da borcu sonraya bırakmıştır. Çünkü borç kimi zaman
olabilir, kimi zaman olmayabilir. O bakımdan öncelikle kaçınılmaz gibi olanı
sözkonusu etti, daha sonra da zaman zaman meydana gelen bir şeyolan borcu ona
atfetti. Bu açıklamayı ayrıca "ev; veya" ile atfedilmesi de
pekiştirmektedir. Şayet borç, eğer rütbe itibari ile sonradan gelen bir
şeyolsaydı, atfın "vav" edatıyla olması gerekirdi.
Dördüncü cevap:
Vasiyetin öne alınmasının sebebi, yoksul ve zayıfların payı oluşundan
dolayıdır. Borcun sonraya bırakılması ise, güç, kuvvet, otorite ve bu hususta söz
söyleme hakkı bulunan bir alacaklının istediği: pay oluşundandır.
Beşinci cevap: Vasiyeti
kişi kendiliğinden inşa ettiğinden dolayı öne alınmıştır. Borç ise onu ister
sözkonusu etsin, ister etmesin nasıl olsa ödenmesi gereken bir haktır.
22- Zekat ve Hac Gibi
Allah'a Ait Hakların Terikeden Ödenmesi:
Bu husus bu şekilde
sabit olduğundan dolayı Şafii, zekat ve Hacc borcunun mirastan önce alınması
gerektiğine delil göstererek der ki: Kişi zekatını ödemekte kusurlu hareket
etmiş ise, bunun sermayesinden alınması icabeder. Bu ilkin açık ve kuvvetli bir
görüş gibi görülür. Çünkü bu da haklardan bir haktır. Ademoğlunun hakları gibi
ölümden sonra ölenin yerine eda edilmesi icabeder. Özellikle de zekatın harcama
yeri insanlardır.
Ebu Hanife ve Malik ise
şöyle demektedir: Eğer ödenmesini vasiyet edecek olursa, malının üçte birinden
eda edilir. Birşey söylemezse, onun adına malından birşey çıkartılmaz. Devamla
derler ki: Çünkü böyle bir uygulama mirasçıları fakir bırakmayı gerektirir.
Hatta bunu bazan kast! olarak yapar ve tamamıyla ödemez. Ta ki, kendisi
öldükten sonra bütün bu tür borçları malının tamamını kuşatır ve mirasçılara
hiç bir hak bırakmamış olur.
23- Babalarınız ve
Oğullarınız ...
Yüce Allah'ın:
"Babalarınız ve oğullarınız ... " buyruğu mübteda olarak merfu'dur.
Haber ise gizlidir. Takdiri şöyledir: İşte bunlar; kendilerine pay tesbit
edilenler ve miras verilenlerdir.
24- Akrabaların
Faydası:
Yüce Allah'ın:
"Size faydaca hangisinin daha yakın olduğunu bilemezsiniz" buyruğu
ile ilgili olarak, bunun dünyada dua ve sadaka ile bir yakınlık olduğu
söylenmiştir. Nitekim seleften rivayet edildiğine göre: "Şüphesiz kişi
kendisinden sonra evladının duasıyla yüceltilir." Sahih hadiste de şöyle
buyrulmuştur: "Kişi öldüğü takdirde ameli kesilir. üç şeyden müstesna ...
" Bunlar arasında da: "Yahut kendisine dua edecek salih bir evlat.''
Bu yakınlığın ahirette
olduğu da söylenmiştir. Evlat daha faziletli olduğundan babası hakkında
şefaatçi olabilir. Bu açıklama İbn Abbas ve elHasen'den nakledilmiştir. Kimi
müfessirler şöyle demektedir: Evlat, ahirette derece itibariyle babasından daha
yüksekte ise, Allah'tan dilekte bulunarak babasının da kendi derecesine
yükseltilmesini ister. Aynı şekilde baba da mevki itibariyle evladından daha
yukarıda ise istekte bulunur. Buna dair açıklama ileride Tur Suresi'nde (21.
ayette) gelecektir. Hem dünya hem ahirette sözkonusu olduğu da söylenmiştir.
Bunu da İbn Zeyd demiştir. İfadenin lafzı da bunu gerektirmektedir.
25- Bu Şekilde
Paylaştırma Allah'ın Emri ve Hikmetinin Tecellisidir:
"Bunlar Allah'tan
bir farz olarak (böyle tayin edilmiştir)" buyruğunda yer alan: (...)
kelimesi tekid edici mastar olarak nasb edilmiştir. Çünkü -vasiyet ediyor"
buyruğunun anlamı zaten size farz kılıyor, demektir.
Mekki ve başkaları da;
bu tekid edici bir haldir, demektedir. Bunun amili ise, "vasiyet
ediyor" buyruğudur. Ancak bu açıklama zayıf bir açıklamadır.
Bu ayet-i kerime bundan
önce geçen buyruklarla ilgilidir.
Şöyle ki, Yüce Allah
akrabalık hususunda ortak yanları bulunmakla birlikte akrabalara vasiyet için
alabildiğine gayret gösterme külfetinden kurtarılmış olduklarını kullarına
öğretmektedir. Burada akrabalık noktasında müştereklikten kasıt şudur: Babalar
ve evlatlar dünyada yardımlaşmak, koruyup gözetmek, ahirette de şefaat ile
birbirlerine faydalı olurlar. Bu husus baba ve çocuklar hakkında sözkonusu
olduğu gibi, bütün akrabalar hakkında da aynı şekilde sözkonusudur. Eğer
paylaştırma insanların kişisel kanaatlerine bırakılmış olsaydı, akrabaların her
birisinin zenginlik durumlarına bakmak, onu gözönünde bulundurmak gerekirdi. Bu
halde ise, işin belli bir disiplin ve kıstası olmak imkanı olmazdı. Çünkü durum
alabildiğine farklılık arzederdi.
Bundan dolayı şanı Yüce
Allah şunu beyan etmektedir: Kula en yakışan şey, mirasın miktarlarını tesbit
hususunda onu kişisel kanaatine terk etmemektir. Aksine Yüce Allah, miras
miktarlarını şer'ı olarak alabildiğine açıklamış; daha sonra da: şöyle
buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah" mirasın ne şekilde paylaştırıldığını
çok iyi bilen "Alimdir, Hakimdir." O bakımdan mirasın
paylaştırılmasına dair hükümlerini koydu ve bu miktarların sahiplerini geniş
geniş açıkladı.
ez-Zeccac der ki:
"Alimdir." Yani her şeyi yaratmadan önce en iyi bilendir. "Hakimdir."
Takdir ettiği şeylerde ve tayin ettiği takdirleri yerine getirmekte hikmeti
sonsuz olandır.
Bazıları da şöyle
demiştir: Şanı Yüce Allah, ezelden beri de öyledir ve ebediyete kadar böyledir.
Onun geçmişe dair verdiği haber, geleceğe dair haber vermesi gibidir.
Sibeveyh'in görüşüne göre ise, onlar (Araplar) bu hususta bir hikmet ve bir
ilim olduğunu gördüler. Onlara: Muhakkak aziz ve celil olan Allah ezelden beri
böyleydi ve ebede kadar gördüğünüz şekilde Alim ve Hakimdir.
26- Eşlerin Mirası:
Yüce Allah'ın:
"Çocukları yoksa, hanımlarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir
... " diye başlayan iki ayet-i kerimede hitap erkekleredir. Burada geçen
çocuklar, sulben çocuklardır ve ne kadar aşağıya giderlerse gitsinler, onların
çocuklarıdır. Erkek ya da kız olmaları bir yada daha fazla olmaları arasında
fark yoktur. Bu icma ile kabul edilmiştir.
İlim adamları icma' ile
şunu da kabul etmişlerdir: Çocuğun yahut çocuğun çocuğunun olmaması halinde
koca mirasın yarısını alır. Çocuğun bulunması halinde ise, dörtte biri
kocanındır. Kadın ise, çocuk olmadığı takdirde kocasının terikesinin
dörttebirini miras alır. Çocuğu varsa sekizde bir alır.
Yine İcma' ile şu hükmü
kabul etmişlerdir: Hanımın bir, iki, üç ya da dört olması halinde, eğer kocanın
çocuğu yoksa dörtte birde, tek bir çocuğu varsa sekizde birde ortaktırlar.
Çünkü Yüce Allah, tek bir kız çocuğu ile tek bir kız kardeşin hükmü ve
bunlardan daha fazla olmaları halinde hükümleri arasında fark gözetmediği gibi;
burada hanımların bir tane olmaları ile birden fazla olmalarının hükmü arasında
da fark gözetmemiştir.
27-
"Kelale"nin Mahiyeti:
Yüce Allah'ın:
"Eğer bir erkek veya kadına çocuğu ve babası olmadığı (kelale) halde
mirasçı olunuyor ... " buyruğunda geçen "kelale" nesebin kişiyi
kuşatması anlamını ifade eden: (...) tabirinden mastardır. (Taç anlamına
gelen): "el-İklil" ismi de buradan gelmektedir. Kelale, aynı zamanda
ay'ın menzillerinden birisinin adıdır. Çünkü ay, bu menzile ulaştığında, onun
etrafını kuşatır. Taç ve başın dörtbir yanını kuşatan bağ anlamına gelen
"el-İklil" de buradan gelmektedir.
Kişi, oğlu ve babası
bulunmaksızın ölürse, işte onun mirasçıları kelale'dir.
Ebü Bekr es-Sıddık,
Ömer, Ali ve ilim adamlarının çoğunluğunun görüşü budur. Yahya b. Adem ise,
Şerık, Züheyr ve Ebü'I-Ahvas'tan, bunların da Ebü İshak'tan, onun Süleyman b.
Abd'den rivayetine göre Süleyman şöyle demiştir: Ben onların kelale'nin oğlu ve
babası olmaksızın ölen kimsenin adı olduğu hususu üzerinde icma edip anlaşmış
olduklarını gördüm. "Kitabü'l-Ayn"ın müellifi (Sibeveyh) ile dilci
Ebü Mansur, İbn Arefe, el-Kutebi, Ebü Ubeyd ve İbnü'l-el-Enbarı de böyle
demiştir.
Baba ve oğul kişinin iki
yanını temsil eder. Bunlar gittikleri takdirde, neseb onu zayıf düşürmüş
(tekellil) olur. O bakımdan etrafı beyaz çiçeklerle kuşatılmış bulunan bahçeye;
(....) denilmesi de bundan dolayıdır. Şöyle bir beyit nakledilmiştir:
"Onun mesken tuttuğu yer, Her tarafını roka ve taze acur'un kuşattığı bir
bahçedir."
Şair burada iki çeşit
bitkiden söz etmekte (bunların bahçesinin her tarafını kuşattığını anlatmak
istemekte)dir Şair İmruu'I-Kays da der ki:
"Arkadaş! Bir
şimşek görüyorsan -ben de sana onun parıltısını göstereyimEtrafı şimşeklerle
kuşatılmış bulut içerisinde hareket eden iki elin parıltısı gibi."
İşte bundan dolayı yakın
akrabalara "kelale" denilmiştir. Çünkü bunlar, öleni dörtbir yanından
çevrelemiş olmakla birlikte onlar da kendisinden değil, o da kendilerinden
değildir. Onun etrafını çevrelemeleri ise neseblerinin onunla beraber
olmasıdır. Nitekim bedevi bir arap şöyle demiş: Malım pek çok, bununla birlikte
mirasçılarım bana nesebleri oldukça gevşek olan (kelale) kimselerdir.
el-Ferazdak da der ki: "Şan ve şeref mızrağını (yahut asasını) miras
aldınız; (ama) kelaleden değil; Fakat Menafoğullarından ikisi olan: Abdi Şems
ile Haşim'den"
Bir diğer şair ise şöyle
demektedir: "Şüphesiz kişinin babası kendisini daha candan himaye eder.
Kelale olan akraba (akrabalığı uzak, neseb bağı gevşek) olan ise hiç (senin
için) gazaplanmaz."
Kelale'nin bitkin düşmek
anlamına gelen "el-Kelal"den alınmış olduğu da söylenmiştir. Adeta
miras, uzak akrabalıktan ve zorluk ve bitkinlikten sonra sahibine ulaşıyor gibi
olduğundan (bu tip mirasçılara bu isim verilmiştir). el-A'şa der ki:
"Yemin ettim kelaleliği dolayısıyla da, Ayakları çıplak olduğu için de ona
mersiye okumayacağım diye; Muhammed ile karşılaşacağın zamana kadar."
Ebu Hatim ve el-Eslem de
Ebu Ubeyde'den şöyle dediğini nakletmektedir: Kelale, baba, oğul veya kardeşin
mirasçı olmadığı herkesin adıdır. Böyle bir kimseye araplar kelale adını
verirler.
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: Ebu Ubeyde'nin burada baba ve oğul ile birlikte kardeşi de
kelalelik için bir şart olarak zikretmesi, açıklanacak tarafı bulunmayan bir
yanlışlıktır. Kelale hakkında ondan başka bunu şart olarak zikreden kimse de
yoktur.
Ömer b. el-Hattab'dan
rivayet edildiğine göre kelale, özellikle çocuğu olmayan kimsedir. Bu Ebu
Bekir'den de rivayet edilmiş olmakla birlikte daha sonra her ikisi de bu
görüşlerinden dönmüşlerdir.
İbn Zeyd der ki: Kelale,
hem hayatta olan hem ölen kimse hakkında kullanılır. Ata'dan nakledildiğine
göre kelale; (böylelerinin miras olarak bıraktığı) mal demektir. İbnü'I-Arabi
ise der ki: Bu ilginç bir görüştür, fakat açıklanabilir bir tarafı da yoktur.
Derim ki: Bunun az önce
i'rabını yaparken açıklanan şekilde açıklanabilir bir tarafı vardır.
İbnü'I-Arabi'den, kelalenin uzak amca çocukları olduğu rivayet edilmiştir.
es-Süddi'den ise kelalenin, ölenin adı olduğu nakledildiği gibi, yine ondan
cumhurun görüşüne benzer bir görüş nakledilmiştir.
Bütün bu açıklamaların,
uygun izahları i'rab ile ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki; kimi Kufeliler
"re" harfini esreli ve şeddeli olarak "Kelaleye miras
bırakırsa" diye okumuşlardır. el-Hasen ve Eyyub ise, -onlardan farklı
rivayetler de gelmiş olmakla birlikte- "re" harfini esreli ve
şeddesiz olarak: (...) diye okumuşlardır. Bu iki kıraate göre kelale, ancak ya
mirasçılar, yahut malın kendisi olabilir. Meani bilginleri de böyle
nakletmişlerdir. Çünkü birinci okuyuş (...)'den ikincisi ise; (...)'den
gelmektedir.
Kelale kelimesi ise onun
mef'ulü; (...): ise vaki oldu anlamında (tam bir fiil) dır.
Bu kelimeyi
"re" harfini üstün olarak (...) diye okuyanların okuyuşuna gelince,
bu okuyuşa göre kelale'nin mal olma ihtimali vardır. İfade: Eğer bir takım
mirasçılar kelale olan mala mirasçı olurlarsa, ... takdirinde olur. Böylelikte
bu kelime hazfedilmiş bir mastarın sıfatı olur. Yine kelale'nin mirasçıların
adı olması ve (...)'in haberi olması da mümkündür. Buna göre ifadenin takdiri:
Mirasçıları olan bir kelale ... şeklinde olur.
Yine bu edatın vaki
olduğu anlamında tam bir fiil olması da mümkündür.
O takdirde; (...) da
"erkek" kelimesinin sıfatı olur ve (...); erkek kelimesi de (...) ile
ref olmuş olur. (...) ise temyiz veya hal olmak üzere manOb olur. Buna göre,
"kelale" ölünün kendisi demektir, ifade: Eğer bir erkeğe ölene nesebi
mütekellil (zayıf) birisi tarafından mirasçı olunuyor ise ... takdirinde olur.
28- Kelale'nin Geçtiği
İki Yer ve Anlamları:
Aziz ve celil olan
Allah, kelale'yi Kitab-ı Kerim'inin iki yerinde zikretmektedir. Surenin son
tarafında ve burada. Her iki yerde de kardeşlerin dışında bir mirasçı
zikretmemektedir.
Bu ayet-i kerimede ilim
adamlarının icmaı ile sözü geçen kardeşlerden kasıt annebir kardeşlerdir. Çünkü
Yüce Allah: "Şayet bundan daha çok iseler ... üçte bire ortak
olurlar" diye buyurmaktadır. Sad b. Ebi Vakkas da burayı: "Annebir
erkek yahut kız kardeşi varsa ... " açıklamasıyla birlikte okurdu.
Anne-baba bir
kardeşlerin, yahut bababir kardeşlerin miraslarının bunun gibi olmadığı
hususunda ilim adamları arasında göruş ayrılığı yoktur. O halde onların bu
icmaları sürenin son tarafında zikredilen kardeşlerin, ölenin anne-bababir
yahut baba bir kardeşi olduğunun delilidir Çünkü Yüce Allah'ın: "Şayet
(mirasçılar) erkek ve kız kardeşler iseler, o zaman erkek için kadının iki payı
vardır" (en-Nisa, 176) buyruğundan dolayı bu böyledir
Yine ilim adamları
annebir kardeşlerin mirasının bu şekilde olmadığı hususunda ihtilaf
etmemişlerdir O halde her iki ayet-i kerimede, bütün kardeşlerin hep birlikte
kelale olduklarının da delilidir eş-Şa'bi der ki: Kelale, çocuk ve baba dışında
kalan kardeş yahut onların dışında asabeden olan mirasçılardır. Ali, ibn
Mes'ud, Zeyd ve ibn Abbas da böyle demiştir. işte bu, bizim ilk olarak
zikrettiğimiz birinci görüşün aynısıdır. Taberi der ki: Doğrusu şu ki, kelale,
ölüye mirasçı olan baba ve oğlunun dışındaki ınirasçılardır. Çünkü Hz.
Cabir'den şu sahih haber nakledilmiştir: Ey Allahın Resülü! dedim. Bana sadece
bir kelale ınirasçı oluyor, malımın tümünü vasiyet edeyim mi? Hz. Peygamber:
"Hayır" buyurdu.
29- Kelale Kelimesinin
Dilde Kullanılışına Dair Bazı Açıklamalar:
Dil bilginleri der ki:
Arapça'da: "Kelale erkek ve kelale kadın," denilebilmektedir. Bunun
tesniyesi de çoğulu da yoktur. Çünkü bu kelime de vekalet, delalet, semahat, ve
şecaat gibi bir mastardır
Yüce Allah'ın: "Ve
onun kardeşi varsa" buyruğunda zamir tekil olarak gelmiş ve ikile delalet
eden: (...): ikisinin, dememiştir. Arapların iki isim zikredip daha sonra
ikisinden haber verilen hükümleri aynıysa kimi zaman onlardan birisine, kimi
zaman her ikisine bu hükmü izafe ederek kullanmaları adetine uygun bir şekilde
bu ifade kullanılmıştır.
Mesela Araplar şöyle
derler: "Her kimin yanında bir köle yahut bir cariye varsa (erkeğe ait
zamir kullanarak) ona (yine kadına ait tekil zamir kullanarak) o cariyeye
(tesniye zamiri kullanarak) ikisine (ve çoğul zamiri kullanarak) onlara
iyilikte bulunsun" derler.
Yüce Allah da şöyle
buyurmaktadır: "Sabır ve namaz ile yardım dileyin, Şüphesiz ki o çok
büyüktür." (el-Bakara, 45). Yine bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:
"Zengin yahut fakir olsa dahi, Allah ikisine de daha yakındır."
(en-Nisa, 135)
Burada (çoğul zamir
kullanılarak) "Allah onlara daha yakındır" denilmesi de el-Ferr'a ve
başkalarından nakledildiğine göre caizdir. (Kadın anlamına gelen): (...):
kelimesinde hemzesiz olarak (...) denilebilir, asl olan da budur. (Kardeş
anlamına gelen): (...) kelimesinin aslı da: (...) şeklindedir.
Bunun böyle olduğunun
delili ise (tesniyesi yapıldığı zaman): (...) denilmesidir. Burada
"vav" hazf edilmiş ve kıyasa uygun olmayarak değişikliğe
uğratılmıştır.
el-Ferra der ki: (Kız
kardeş anlamına gelen): (...) kelimesinin ilk harfinin ötreli olması, ondan
hazfedilen harfin "vav" oluşundan dolayıdır. Tıpkı (kız çocuğu
anlamına gelen): (...) kelimesinin ilk harfinin esreli olması gibi, Çünkü ondan
da hazf edilen harf "ye" harfidir. Yine böyle bir hazf ve böyle bir
talil (gerekçelendirilmesi) kıyasa uygun değildir.
30- Kardeşlerin
Mirasları:
"Şayet bundan daha
çok iseler o halde hepsi... üçte bire ortak olurlar" buyruğundaki bu
ortaklık, sayıca çok olsalar dahi erkek ile kız kardeşlerin eşit olmalarını
gerektirmektedir.
Şayet anne dolayısıyla
mirasçı oluyorlarsa, erkek, kızdan daha fazla miras alamaz, Bu hususta ilim
adamlarının icma'ı vardır. Erkek ve kızların mirastaki farz hisselerinde eşit
aldıkları annebir kardeşlerin mirasları dışında söz konusu değildir.
Bir kadın ölür, geriye
kocasını, annesini ve annebir erkek kardeşini bırakacak olursa, kocası mirasın
yarısını, annesi üçte birini, anne bir erkek kardeşi ise altıda birini alır.
Şayet geriye bir kardeş yerine iki erkek ve iki de kız kardeş bırakacak olursa,
-ve mesele aynı durumda ise- yine koca mirasın yarısını, annesi altıda birini,
iki erkek ve iki kız kardeş ise üçte birini alırlar. Böylelikle de fariza
tamamlanmış olur. Ashabın geneli bu görüştedir. Çünkü onlar, erkek ve kız
kardeşler dolayısıyla annenin payını üçte birden altıda bire hacb ettiler. ibn
Abbas ise, Avl'ı kabul etmiyordu, Eğer anneye üçte biri verecek olursa,
ıneselede avl olurdu, o da bu görüşü kabul etmiyordu, Avl ise başka yerde
sözkonusu edilmiştir. Onun sözkonusu edileceği yer burası değildir.
Eğer ölen kadın geriye
kocasını, annebir kardeşler ile baba-annebir bir kardeş bırakacak olursa, koca
mirasın yarısını, annebir kardeşleri üçte birini alırlar. Geriye kalan ise
anne-baba bir kardeşine ait olur. işte bu şekilde kendisi için tesbit edilmiş
farz hissesi bulunanlara o hisseleri verilir, geriye bir şeyartacak olursa
asabeye kalır.
Eğer kadın, farklı
(anne-baba bir ve annebir) kardeşler olmak üzere altı kardeşi terkedecek
olursa, işte bu meseleye "Himariye Meselesi" adı verilir. Aynı
zamanda "Müştereke" diye de bilinir. Bu durumda bazılarına göre
taksimat şöyle yapılır: Annebir kardeşlere üçte bir, kocaya yarısı, anneye de
altıda bir verilir. Anne-bababir erkek ve kız kardeşler ile, baba bir erkek ve
kız kardeşler ise sakıt olur. Bu görüş Ali, İbn Mes'ud, Ebü Müsa, eş-Şa'bi, Şüreyk
ve Yahya b. Adem'den nakledilmiştir. Ahmed b. Hanbel de bu görüştedir.
İbnü'l-Münzir'in tercih ettiği görüş de budur. Çünkü koca, anne ve annebir
kardeşler miktarları belli farz hisse sahibidirler. Asabeye ise herhangi birşey
kalmamaktadır.
Bir başka kesim ise
şöyle demektedir. Babalarının eşek olduğunu farzetsek dahi, anneleri birdir.
Böyle diyerek bütün kardeşleri üçte birde ortak kabul ederler. İşte bundan
dolayı bu meseleye "müştereke" ve "himariye meselesi" adı
verilmiştir. Bu görüş de Ömer, Osman yine İbn Mes'ud'dan, Zeyd b. Sabit, Mesrük
ve Şüreyh'den nakledilmiştir. Malik, Şafii ve İshak da bu görüştedir. Şu kadar
var ki bu mesele ölenin erkek olması halinde istikamet bulmaz.
İşte bunlar, Feraiz
ilminin genel bir özetidir. Ayeti kerime bütün bunları ihtiva etmiş
bulunmaktadır. Hidayete ileten Allah'tır.
Cahiliye Dönemi ile
İslam'ın İlk Yıllarında Mirasçılık Sebepleri:
Cahiliye döneminde
mirasçılığa sebep, erkek olmak ve güç kuvvet sahibi olmaktı. Onlar kadınlara
miras vermez, yalnız erkeklere miras verirlerdi. Yüce Allah da önceden de
geçtiği gibi: " ... Erkeklerin de bir payı vardır ... Kadınların da bir
payı vardır" (en-Nisa, 7) buyruğu ile bunu iptal etti.
Yine cahiliye dönemi ile
İslam'ın ilk dönemlerinde antlaşma da miras sebeplerindendi. Yüce Allah,
ileride de açıklanacağı üzere: "Ve sağ ellerinizle anlaşma yaptıklarınız
... " (en-Nisa, 33) buyruğu ile buna işaret etmektedir. Daha sonra
antlaşma sebebiyle mirasçılık yerini hicret sebebiyle mirasçılığa bıraktı. Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "İman edip de hicret etmeyenler ise, hicret
edene kadar sizin onlarla hiçbir velayet bağınız yoktur." (elEnfal, 72) Bu
da ileride gelecektir. Yine orada Yüce Allah'ın izniyle "Zevi'l
erham" hakkında ve onların mirasına dair açıklamalar gelecektir. Ayrıca
Nur Süresi'nde (6-10'ncu ayetler, 29'ncu başlıkta) Lian dolayısıyla nesebi
sabit olan çocuğun mirası, veled-i zinanın ve mükatebin mirası -yüce Allah'ın
izniyle- gelecektir.
İlim adamlarının
cumhurunun görüşüne göre, hayatta olduğu bilinen esirin mirası sabittir (mirası
hak eder, onun adına saklanır). Çünkü o da üzerlerinde İslam hükümlerinin
cereyan ettiği müslümanlar cümlesindendir. Said b. el-Müseyyeb'den rivayet
edildiğine göre o, düşman elinde bulunan esir hakkında, miras almaz, denmiştir.
Mürted'in mirasına dair açıklamalar ise daha önce el-Bakara Süresi'nde
(el-Bakara, 217-218. ayetler, 11. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamd
olsun.
31- Vasiyette
Mirasçılara Zarar Vermemek:
Yüce Allah'ın:
"Ancak zarar verici olmamalıdır" anlamındaki buyruk hal olarak nasb
edilmiştir. Amil ise "yapacağı vasiyet" anlamına gelen: (...) dır.
Yani o zarar vermeksizin vasiyetini yapar. Bu da mirasçılara zarar vermeyecek
şekilde vasiyetini yapmalıdır, demektir. Daha da açacak olursak, mirasçılara
zarar vermek maksadıyla, olmayan borcunu, borçmuş gibi vasiyet etmemeli ve bu
türden herhangi bir borç ikrarında bulunmamalıdır.
Buna göre zarar vermek,
vasiyet ve borca racidir. Bunun vasiyete raci olması ya üçte birden fazla
vasiyette bulunması yahut miras alan birisine vasiyette bulunması şeklinde
olur. Eğer yaptığı vasiyet üçte biri aşarsa o red olunur. Mirasçıların onu
geçerli kabul etmeleri hali müstesnadır. Çünkü burada mirasçıların hakları
engellenmektedir. Allah'ın bir hakkı değildir.
Eğer mirasçı olan
birisine vasiyette bulunacak olursa, yaptığı o vasiyet miktarı da miras gibi
işlem görür. İlim adamları icma' ile mirasçıya vasiyetin caiz olmayacağını
kabul etmişlerdir. Bu hususa dair açıklamalar daha önce Bakara Suresi'nde (180.
ayet, 7-8. başlıklarda) geçmiş bulunmaktadır.
Zarar vermemenin borca
raci olmasına gelince, bu da kişinin ikrarda bulunması caiz olmayan bir durumda
borç ikrarını yapması suretiyle olur. Mesela ölümü ile neticelenen hastalığında
mirasçı olan birisine yahut iyilikte bulunsun diye arkadaşı olan birisine borç
ikrarında bulunması böyledir. Bize göre böyle bir ikrar caiz değildir.
el-Hasen'den onun:
"Ancak zarar verici olmamalıdır. Allah'tan bir vasiyet olarak. .. "
anlamındaki buyruğu izafeten: (...): Allah'tan gelen bu vasiyete (riayet edip)
zarar vermemek üzere" diye okumuştur. en-Nehhas der ki: Kimi dilciler
bunun bir lahn (yanlış okuma) olduğu iddiasında bulunmuştur. Çünkü ism-i fail
mastara izafe edilmez. Şu kadar var ki bir hazf sözkonsu olmak suretiyle bu
kıraat güzel bir kıraattir. Anlamı da şöyle olur: Vasiyet sahibi zarar
vermeksizin. Yani o, yapacağı bu vasiyet ile mirasçılarına alacakları
miraslarında zarar vermeksizin ...
İlim adamları hastalığı
halinde mirasçı olmayan birisi lehine borç ikrarında bulunmasının -eğer
sağlıklı iken üzerinde borç bulunmuyor ise- caiz olduğunu icma' ile kabul
etmişlerdir.
32- Hastalık Halinde
Yabancı Lehine Borç İkrarının Hükmü:
Şayet sağlığı halinde
beyyine ile ispatlanan borcu bulunmakla birlikte, yabancı birisine borç
ikrarında bulunacak olursa, kimileri önce sağlıklı iken üzerindeki borçlar
ödenmeye başlanılır, demektedir. Bu en-Nehai ile Kufelilerin görüşüdür. Derler
ki: Bu şekilde alacaklı olan alacağını aldıktan sonra, hastalık halinde
lehlerine ikrarda bulunulan kimseler de hisselerine göre alacaklarını alırlar.
Bir diğer kesim ise
şöyle demektedir: Eğer bu ikrar mirasçıdan başkası lehine yapılmış ise, bütün
alacaklılar arasında fark yoktur. Bu da Şafii, Ebu Sevr ve Ebu Ubeyd'in
görüşüdür Ebu Ubeyd'in naklettiğine göre bu, Medinelilerin de görüşüdür. Bunu
el-Hasen'den de rivayet etmiştir.
33- Vasiyette Zararın
Tehlikesi ve Bunun Şekilleri:
el-Bakara Süresi'nde
(182. ayet, 6, başlıkta) vasiyetle mirasçılara zarar vermek ve bunun
şekillerine dair tehditler açıklanmış bulunmaktadır
Ebü Davüd, (tenkide
uğramış bir ravi olan) Şehr b. Havşeb yoluyla gelen hadiste, Ebu Hureyre'den,
Resulullah (s.a.v.)'ın kendisine şöyle dediğini nakletmektedir: "Şüphesiz
er kişi yahut kadın, altmış yıl süreyle Allah'a itaat üzere amel eder Daha
sonra ölüm gelip onları bulur da vasiyette zarar verirler. Bu sefer onlara
cehennem vacib olur."
Şehr dedi ki: Ebü
Hureyre de bana: "Hepsi yapacağı vasiyet ve borcun ödenmesinden sonra ...
ancak zarar verici olmamalıdır" buyruğundan itibaren; "işte en büyük
kurtuluş budur" buyruğuna kadar olan bölümü okudu, İbn Abbas der ki:
Vasiyette (mirasçıya) zarar vermek, büyük günahlardandır Ayrıca bunu Peygamber
(s.a.v.)'den rivayet etmiştir (Darakutni, IV, 151)
Şu kadar var ki,
Malik'in mezhebinde ve lbnü'I-Kasım'dan meşhur olan görüş şudur: Vasiyette
bulunan kişi kendisine ait olan üçtebirinde vasiyette bulunduğu takdirde onun
yaptığı bu iş zarar vermek değildir. Zira bu, onun hakkıdır. O, bu miktarda
dilediği şekilde tasarrufta bulunabilir. Yine Malikl mezhebinde şöyle bir görüş
de vardır: Böyle bir vasiyet zarar vericidir ve red olunur. Başarı
Allah'tandır.
34- "Vasiyet
Kelimesinin Kıraati:
"Vasiyet"
kelimesi, hal mevkiinde mastar olmak üzere nasb edilmiştir, Amili:
"Vasiyet ediyor" (11. ayet) buyruğudur Bunda amil'in: "Zarar
verici" lafzı olması da uygun düşer ifadenin anlamı şu olur: Yani
vasiyetle zararın vaki olma(ma)sı veya vasiyet sebebiyle zararın vukua gelme(me)sidir.
Bu kelimenin bu şekilde ameli uygun görıilmüştür. Bu açıklamayı İbn Atiyye
yapmaktadır.
Yine el-Hasen b,
Ebi'l-Hasen izafet yapmak suretiyle; (...): Vasiyet ile zarar verici
olmaksızın, şeklinde okumuştur.
Nitekim: (...): Savaş
kahramanı demek böyledir. Tarafa b. el-Abd'in: "Çıplağın üzerindeki ucuz
beyaz elbise" tabiri de böyledir.
Bunun ifade ettiği anlam
ise, mananın sahih olması dolayısıyla önceden de belirttiğimiz gibi ifadedeki
geniş bir kullanım tasarrufudur.
Daha sonra Yüce Allah:
"Şüphesiz ki Allah Alimdir, Halim'dir" diye buyurmaktadır. Yani O,
mirasa layık miras ehlinin kimler olduğunu çok iyi bilendir, aranızdan
bilmeyenlere karşı çok Halimdir. Öncekilerden bazıları da: "Allah Alimdir,
Hakim'dir" diye okumuşlardır. Yani O, miras ve vasiyetin taksimi hususunda
hikmeti sonsuz olandır.
35- Allah'ın
Sınırlarına Riayet İle Allah'a ve Peygamberine İtaat:
Yüce Allah'ın:
"İşte bunlar Allahın sınırlarıdır" buyruğundaki: (...) buyruğu, (...)
anlamındadır. Yani sözü geçen bu hükümler, Allah'ın hükümleri olup, bunları
bilesiniz ve gereklerince amel edesiniz diye, O, size bunları açıklamıştır.
"Kim Allah'a ve
Rasülüne" mirasların taksimi hususunda "itaat ederse" ve bunları
ikrarla kabul edip Yüce Allah'ın kendisine emrettiği şekilde gereklerince amel
ederse, "onu orada ebediyyen kalmak üzere altından ırmaklar akan
cennetlere sokar." Bu, cennetlere sıfat olmak üzere nasb mahallinde bir
cümledir.
"Kim de Allah'a ve
Resulüne isyan eder" buyruğundan kasıt ise, mirasların taksimi hususunda
O'na karşı gelerek bu şekilde paylaştırmaz ve bu hükümler gereğince amel
etmezse "sınırlarını aşarsa" yani emrine aykırı davranırsa, "onu
da orada ebedi kalmak üzere ateşe koyar."
İsyandan eğer küfür
kastediliyor ise, burada da "ebedi kalış (hulud)" ifade ettiği bu
anlamıyla kullanılmış demektir.
Eğer isyandan kasıt,
büyük günahlar ve Yüce Allah'ın emirlerini aşıp çiğnemek ise, o takdirde ebedi
kalış, uzunca bir süreyi ifade etmek üzere istiare yoluyla kullanılmış bir
kelimedir.
Nitekim: Allah mülkünü
daim kılsın demek de bu kabildendir. Şair Züheyr de şöyle demiştir: "Ve
ben sapasağlam kazıklar gibi olan dağlar dışında ebedi birşey
(göremiyorum)."
Bu anlamdaki açıklamalar
daha önce birkaç yerde geçmiş bulunmaktadır. Nafi' ile İbn Amir: "Onu ...
sokar" buyruğunun: "Koyarız" şeklinde her iki yerde de
"nun" harfi ile, şanı Yüce Allah'ın koymayı kendisine izafe etmek
anlamında okumuştur.
Diğerleri ise, bu
kelimeyi her iki yerde de "ye" harfi ile okumuştur. Çünkü daha önce
Yüce Allah'ın adı geçmiş bulunmaktadır. Yani Allah onu oraya koyar, demektir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN