NİSA 7 |
لِّلرِّجَالِ
نَصيِبٌ
مِّمَّا
تَرَكَ الْوَالِدَانِ
وَالأَقْرَبُونَ
وَلِلنِّسَاء
نَصِيبٌ مِّمَّا
تَرَكَ
الْوَالِدَانِ
وَالأَقْرَبُونَ
مِمَّا
قَلَّ
مِنْهُ أَوْ
كَثُرَ
نَصِيباً مَّفْرُوضاً |
7. Baba ve anne ile
yakın akrabaların bıraktıklarından erkekler için bir pay, yine anne ve baba ile
yakın akrabaların bıraktıklarından kadınlar için de bir pay vardır. Bu, o
maldan -az veya çok olsun- farz kılınmış bir paydır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- Ayetler Arası ilişki ve Ayetin Nüzul
Sebebi:
2- Ayet-i Kerimenin ifade Ettiği Diğer
Hususlar:
3- Akrabalık Kavramının Kapsamı:
4- Kadınların da Mirastan Payları
Vardır:
5- Gayrimenkullerin Paylaştırılması:
1- Ayetler Arası
ilişki ve Ayetin Nüzul Sebebi:
Yüce Allah yetimlerin
durumunu sözkonusu ettikten sonra hemen ardından mirasa dair hususları
zikretmektedir.
Ayet-i kerime Ensardan
Evs, b. Sabit hakkında nazil olmuştur. Evs vefat etmiş ve geriye Um Kucce
adında bir hanım ile yine ondan doğma üç kız bırakmıştı. Ölenin
amcaoğullarından ve vasilerinden Süveyd ile Arfece adındaki iki kişi kalkıp
onun malını aldılar, hanımına ve kız çocuklarına hiçbir şey vermediler.
Cahiliyye döneminde Araplar, kadınlara da, -erkek dahi olsalar- küçük çocuklara
da hiçbir miras vermezler ve atların sırtında savaşan, mızraklarla vuruşan,
kılıçla dövüşen ve ganimet elde edenden başkasına birşey verilmez, diyorlardı.
Um Kücce bu hususu Resulullah
(s.a.v.)'a anlatınca, ölenin amca çocuklarını çağırdı. Kendisine: Ey Allah'ın
Resulü, dediler bu kadının çocukları ne ata biner, ne zayıf düşmüş birisine
yardım edebilir, ne de düşmana bir zararı dokunabilir. Bunun üzerine Hz.
Peygamber: "Şimdi gidiniz, Allah'ın bu hususta bana neler emredeceğine bir
bakayım" dedi.
Bunun üzerine Yüce
Allah, onları reddetmek, sözlerini ve cahilce giriştikleri tasarruflarını iptal
etmek üzere bu ayet -i kerimeyi indirdi. Çünkü küçük mirasçıların büyüklere
nisbetle daha bir hak sahibi olmaları gerekirdi. Zira onlar tasarruf ta
bulunmak, kendi menfaatlerine olan işlere nezaret etmek imkanına sahip
değiller. Oysa cahiliyye Arapları hükmü tersyüz ettiler, mirastaki hikmeti
iptal ettiler. Hevalarına uyarak saptılar, görüş ve tasarruflarında hataya
düştüler.
2- Ayet-i Kerimenin
ifade Ettiği Diğer Hususlar:
İlim adamlarımız der ki:
Bu ayet-i kerimede üç husus ifade edilmektedir. Birincisi mirasın illeti
(gerekçesi, sebebi) açıklanmaktadır, bu da akraba lıktır. İkincisi, yakın yahut
uzak olsun her türlüsüyle akrabalığın genelliği, üçüncüsü ise genel bir ifade
ile farz olarak tesbit edilen payın dile getirilmesi. Bu mücmel ifadeler ise,
mirası anlatan ayet-i kerimelerde açıklanmaktadır. O bakımdan bu ayet-i kerime
hüküm için ve bu bozuk görüşün iptal edilmesi için bir hazırlık mahiyetindedir.
Sonunda konu ile ilgili rahatlatıcı ve yeterli açıklama geldi.
3- Akrabalık
Kavramının Kapsamı:
Rivayette sabit olduğuna
göre Ebu Talha malı olan Bi'ruha'yı sadaka olarak bağışlayıp, Peygamber
(s.a.v.)'a bunu zikredince Hz. Peygamber ona: "Sen onu fakir akrabalarına
tahsis et (vakfet)" diye emretmiş, bunun üzerine o da orayı Hassan ve
Ubeyy'e vermişti. Enes der ki: Her ikisi de ona benden daha yakın idiler.
Ebu Davud der ki: Bana
Muhammed b. Abdullah el-Ensari'den ulaştığına göre o şöyle demiş: Ensardan olan
Ebu Talha'nın adı Zeyd'dir. Onun geriye doğru nesebi şöyledir: Zeyd b. Sehl b.
el-Esved b. Haram b. Amr b. Zeydi Menat b. Adiyy b. Amr b. Malik b. en-Neccar.
Hassan'ın da nesebi geriye doğru şöyledir: Hassan b. Sabit b. el-Münzir b.
Haram. Böylelikle her ikisi Haram adındaki üçüncü atalarında nesebleri bir
araya gelmektedir. Ubey'in de geriye doğru nesebi şöyledir: Ubey b. Ka'b b.
Kays b. Ubeyd b. Zeyd b. Muaviye b. Amr b. Malik b. en-Neccar. (Muhammed b.
Abdullah) el-Ensari der ki: İşte Ebu Talha ile benim babam arasında altı baba
(göbek) vardır. (Ebu DavUd) dedi ki: Amr b. Malik ise, Hassan'ın da, Ubey b.
Kaab'ın da, Ebu Talha'nın da nesebinin kavuştuğu dedeleridir.
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: İşte bu ifadede, akrabalığın neseb itibari ile bu derecede
ve buna yakın derecelerde olanlar için sözkonusu olmasını gerektiren bir mana
vardır. Bundan daha yakın olanın akrabalık kapsamına girmesi ise öncelikle
sözkonusudur.
4- Kadınların da
Mirastan Payları Vardır:
"Bu, o maldan az
veya çok olsun farz kılınmış bir paydır" buyruğuyla Yüce Allah, kız
çocukların da mirasta bir paylarının olduğunu tesbit etmekle beraber bunun ne
kadar olduğunu beyan etmemektedir. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), Suveyd ile
Arfece'ye Evs'in malından herhangi bir şeyi dağıtmamaları için haber gönderdi.
Çünkü Yüce Allah, Evs'in kız çocukları için de bir pay ayırdığını
belirtmektedir. Bununla birlikte bu miktarın ne kadar olduğunu beyan etmemiştir.
O bakımdan Rabbimizin ne inzal buyuracağını beklemek gerekir (dedi). Bunun
üzerine Yüce Allah'ın: ''Çocuklarınız hakkında Allah size şöyle emrediyor ...
'' buyruğundan itibaren: ''En büyük kurtuluş işte budur'' (en-Nisa, 11-13)
buyrukları nazil oldu. Hz. Peygamber onlara: "Um Kucce'ye Evs'in geriye
bıraktığı malın sekizde birini, kız çocuklarına üçte ikisini veriniz, malın
geride kalan bölümü de sizindir" diye haber gönderdi.
5- Gayrimenkullerin
Paylaştırılması:
İlim adamlarımız bu
ayet-i kerimeyi kalan mirasın durumunda değişiklik olacaksa da hisselere göre
paylaştırılacağına delil göstermişlerdir. Hamam, ev, zeytinlerin toplandığı yer
ve pay sahiplerinin orada yerleştirilmesi suretiyle faydalanılamaz hale gelen
ev gibi.
Malik der ki: Onlardan
herhangi birisi kendisine düşen paydan faydalanması sözkonusu olmasa bile bu
paylaştırılır. Çünkü Yüce Allah: "Bu, o maldan az veya çok olsun farz
kılınmış bir paydır" diye buyurmaktadır.
Aynı zamanda bu İbn
Kinane'nin de görüşüdür. Şafii de böyle demiştir.
Ebu Hanife'nin görüşü de
buna yakındır. Ebu Hanife der ki: İki kişinin ortak olduğu küçük bir ev,
ortaklardan birisi tarafından payedilmesini isterken, diğeri bunu kabul
etmiyorsa, ev kabul etmeyenin payına verilir.
İbn Ebi Leyla ise der ki:
Eğer pay sahipleri arasında kendisine verilecek paydan faydalanamayacak durumda
olan varsa, o mal paylaştırılmaz. Pay sahiplerinden herhangi birisine zarar
gelmenin sözkonusu olduğu herbir paylaştırma yapılmaz. Bu Ebu Sevr'in de
görüşüdür.
İbnü'l-Münzir der ki:
İki görüşün daha sahih olanı budur. Ayrıca İbnü'l-Kasım da, -İbnü'l-Arabi'nin
naklettiğine göre- bunu Malik'ten de rivayet etmiştir. İbnü'l-Kasım der ki:
Benim görüşüme göre paylaştırılamayan ev, oda ve hamamlar ile
paylaştırılmasında zarar bulunup ta paylaştırıldığı takdirde ondan
yararlanılamıyacak ise, o mal şuf'a hakkı sözkonusu olmaksızın satılır. Çünkü
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Payedilemeyen her şeyde şuf'a
sözkonusudur. Eğer sınırlar ortaya çıkacak olursa şuf'a sözkonusu olmaz."
Böylelikle Hz. Peygamber, sınırların belirlenme ihtimali bulunan herşey
hakkında şuf'a'nın sözkonusu olacağını, sınırlarının belirlenmesi mümkün olan
arasından da paylaştırılmayan şeylere şuf'a'nın taalluk edeceğini belirlemiş
olmaktadır. Hadisin delil olarak ifadesi budur.
Derim ki: Bu görüşün
lehine delillerden birisi de, Darakutni'nin İbn Cüreyc yoluyla rivayet ettiği
hadis-i şeriftir. İbn Cüreyc der ki: Bana Sıddık b. Musa, Muhammed b. Ebi
Bekr'den, o babasından, o da Peygamber (s.a.v.)'dan rivayetine göre, Peygamber
şöyle buyurmuş: "Paylaştırılması kabil olan şey dışında mirasçılar
aleyhine parçalayıp dağıtma olmaz."(Darakutni, IV, 219)
Ebu Ubeyd der ki: Bu
şöyle olur: Adam ölür ve geriye öyle birşey bırakır ki, mirasçıları arasında
paylaştırılacak olursa bu ya onların hepsine zarar verir, yahut bir kısmına.
İşte hadis böylesinin paylaştırılmayacağını söylemektedir. Geriye bir
mücevherat, hammam, atlas kumaş ve benzeri şey bırakmak buna bir örnektir.
Hadis-i şerifte geçen "tadiye" kelimesi birşeyi parçalayıp dağıtmak
demektir. Yüce Allah'ın şu buyruğu da bu kabildendir:
"Onlar ki, Kur'an'ı
bölük pörçük ettiler" (el-Hicr, 91).
Yüce Allah, ayet-i
kerimede: "Zarar verici olmayan ... "diye buyurarak (en-Nisa, 12)
zarar vermeyi kabul etmemektedir. Nitekim Hz. Peygamber de: "Zarar vermek
de yoktur, zarara karşılık zarar da verilmez." diye buyurmaktadır. Aynı
şekilde ayet-i kerimede paylaştırma da sözkonusu edilmemektedir. Ayet-i kerime
yalnızca az ya da çok olsun, küçüğün de, büyüğün de pay alması gerektiğini
ortaya koymaktadır ve cahiliyyedeki kanaatleri reddetmek üzere: "Erkekler
için bir pay ... kadınlar için de bir pay vardır" diye buyurmaktadır. Bu
husus oldukça açıktır.
Payın ortaya
çıkarılmasına gelince; bu da bir başka delilden alınmaktadır.
O da mirasçının şöyle
demesi ile olur: Yüce Allah'ın buyruğu gereğince bana Ödenmesi gereken bir pay
vardır. O payı kullanmama imkan veriniz. Ona ortak olan kimse de ona şöyle
cevap verir: Özel olarak o paydan yararlanma imkanını sana vermemize imkanımız
yoktur. Çünkü böyle bir imkan malın ifsad edilmesi, şeklinin değiştirilmesi,
kıymetinin eksilmesi gibi sebepler dolayısıyla, benim de, senin de zarar
görmemiz sonucunu verir. Bu durumda tercih sözkonusu olur. Daha zahir
(kuvvetli) olan görüş, menfaati ortadan kaldıran ve malın kıymetini eksilten
paylaştırmanın sözkonusu olmayacağı şeklindedir. Bunun da az önce sözünü
ettiğimiz delil ile birlikte böyle olması gerekir. Başarıya ulaştıran
Allah'tır.
el-Ferra der ki:
"Farz kılınmış bir pay" ifadesi;
"Vacib olan bir
paylaştırma ve yerine getirilmesi gereken bir hak" ifadesine benzer. Bu,
mastar anlamında bir isim olduğundan dolayı mansub gelmiştir. ez-Zeccac ise,
hal olmak üzere nasb edilmiştir, der. Yani sözügeçen bu kimselerin payları
onlara farz olarak belirlenmiştir. el-Ahfeş der ki: Yüce Allah bunu onlara bir
payalarak tesbit etmiştir, demektir. Farz kılınmış (el-mefrud) ise miktarı
tayin edilmiş ve yerine getirilmesi gereken şey demektir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN