ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NİSA

6

وَابْتَلُواْ الْيَتَامَى حَتَّىَ إِذَا بَلَغُواْ النِّكَاحَ فَإِنْ آنَسْتُم مِّنْهُمْ رُشْداً فَادْفَعُواْ

إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْ وَلاَ تَأْكُلُوهَا إِسْرَافاً وَبِدَاراً أَن يَكْبَرُواْ وَمَن كَانَ غَنِيّاً فَلْيَسْتَعْفِفْ وَمَن كَانَ فَقِيراً فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِ فَإِذَا دَفَعْتُمْ إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْ فَأَشْهِدُواْ عَلَيْهِمْ وَكَفَى بِاللّهِ حَسِيباً

 

6. Yetimleri evlilik çağına erdikleri zamana kadar deneyin. Şayet onlarda bir reşitlik görürseniz mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyecekler diye onları israfla tez elden yemeyin. Zengin olan afiflik etsin, fakir olan da örfe göre yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman onlara karşı şahid bulundurun. Hesap sorucu olarak Allah yeter.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı onyedi başlık halinde sunacağız:

 

1- Ayet-i Kerimenin Nüzul Sebebi:

3- Büluğ ve Büluğa Dair Bazı Hükümler:

4- Ayet-i Kerimedeki "Reşitlik" ve ''İstinas'' ın Manaları:

5- Reşitliğin Mahiyeti:

6- Reşitliği Anlaşılan Kimseye Malını Teslim Etmenin Şartları:

7- Babası Bulunup Hacr Altındaki. Kız çocuğun Fiillerinin Hükmü:

8- Hacri Bitene Malını Teslim Etmenin Formaliteleri:

9- Reşitliği Tesbit Edildiğinden Malın Kendisine Teslim Edilmesinden Sonra Tekrar Sefihliği Görülecek Olursa:

10- Vasinin Yetimin Malında Tasarrufunun Sınırları:

11- Yetimlerin Mallarını Büyümeden Önce Yemeye Kalkışmak:

12- Zengin Vasi' Yetimin Malından Yememelidir:

13- iffetli Davranmaları Yahut Maruf Ölçüler içerisinde Yemeleri Emrolunan Muhatapların Kimliği:

14- Maruf Ölçüler içerisinde Yemenin Mahiyeti:

15- Yetimlere Mallarını Teslim Ederken Şahid Bulundurmak:

16- Veli Ya da Vasi Yetimi, Bedenen Korumakla da Mükelleftir.

17- Allah Herkesin Hesabını Görecek Olandır:

 

1- Ayet-i Kerimenin Nüzul Sebebi:

 

Yüce Allah'ın: "Yetimleri ... deneyin" buyruğundaki ibtila denemek anlamındadır. Buna dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 49. ayet 13. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

Bu ayet-i kerime yetimlere mallarının geri verilme keyfiyetini açıklama sadedinde herkese yönelik bir hitaptır.

 

Denildiğine göre ayet-i kerime Sabit b. Rifa'e ile onun amcası hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Rifa'e vefat ettiğinde oğlu (Sabit) küçüktü. Amcası Sabit, Peygamber (s.a.v.)'in yanına varıp şöyle dedi: Kardeşimin oğlu, benim himayemde küçük bir yetimdir. Onun malından bana helal olan nedir ve malını kendisine ne zaman geri vereyim? Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi.

 

2- Yetimlerin Denenmesinin Mahiyeti:

 

İlim adamları buradaki "deneme"nin mahiyeti hususunda farklı görüşlere sahiptir. Bir görüşe göre buradaki denemek, vasinin himayesi altındaki yetimin ahlakını yakından takip etmesi, onun ne gibi maksatlar peşinde olduğuna kulak vermesi demektir. Bu suretle onun ne kadar necib olduğunu öğrenir, kendi maslahatları hususunda malını elinde tutmak noktasındaki gayretini yahut da bunları ihmal edip etmeyeceğini bilir. Eğer bu konuda iyi şeyler tesbit edecek olursa bizim (mezhebimize mensup) ilim adamlarımız da, başkaları da şöyle derler: Kendisinde tasarrufa müsaade edeceği kadar malından bir miktarı ona teslim etmesinde bir sakınca yoktur. Şayet o, malını artırıp çoğaltır, güzel bir şekilde idare edecek olursa, o takdirde deneme gerçekleşmiş olur. Bu durumda vasinin de bütün malını yetime teslim etmesi icab eder. Eğer ona teslim ettiği malda kötü tasarrufta bulunursa, yetimin malını yanında alıkoyması icab eder.

 

Bununla birlikte ilim adamları arasında: Küçük çocuğu deneyip de reşit olduğunu tesbit ederse, üzerindeki velayeti kalkar ve artık malını ona teslim etmesi, malında serbestçe tasarruf ta bulunmasına müsaade etmesi gerekir, diyen ilim adamı yoktur. Çünkü Yüce Allah: "Evlilik çağına erdikleri zamana kadar" diye buyurmaktadır.

 

Fukahadan bir topluluk da şöyle demektedir: Küçük için iki durumdan birisi sözkonusudur. Ya erkek çocuktur yahut kız çocuktur. Erkek çocuk ise nasıl idare edip tasarruf ta bulunduğunu öğrenmek için bir ay bir süreyle evin nafakasını kendisinin görüp gözetmesini ister. Yahut da kendisinde tasarrufta bulunmak üzere ona az bir miktar mal verir. Bununla birlikte o malını telef etmemesi için de onu gözetmeyi ihmal etmez.

Telef edecek olursa, vasinin onun tazminatını ödemesi de gerekmez.

 

Eğer yetimin uygun olanı araştıran bir kimse olduğunu görürse, malını ona teslim eder ve bu hususta ona karşı da şahid tutar.

 

Eğer himayesi altındaki çocuk kız ise, ipin eğirtilmesi pamuğun teslim edilip ücretinin ödenmesi ile eğrilmiş ip olarak geri alınması ve bunun kalitesinin kontrol edilmesi hususunda eğiricileri yakından takibi gibi; ev hanımının bu ve benzeri işleri ve evini idare etmesi, işlerini yakından takip edebilmesi için gerekli miktar verilir.

 

Eğer bu kız çocuğunun reşit olduğunu tesbit ederse aynı şekilde malını ona teslim eder ve ona karşı şahid bulundurur. Aksi takdirde her ikisinin de reşitliği ortaya çıkıncaya kadar hacr altında kalmaya devam ederler. el-Hasen, Mücahid ve başkaları der ki: Akılları, dindarlıkları ve mallarını artırıp çoğaltmaları hususunda onları denerler.

 

3- Büluğ ve Büluğa Dair Bazı Hükümler:

 

Yüce Allah'ın: "EvIllik çağına erdikleri zamana kadar ... " buyruğundan kasıt, ergenlik çağına ulaşmaktır. Çünkü Yüce Allah bir başka yerde: "Sizden çocuklar baliğ oldukları takdirde ... "(Nur, 59) diye buyurmaktadır. Burada da baliğ olmaktan (el-Hulum) kasıt, büluğ ve nikahlanabilme halidir.

 

Büluğ beş husus ile anlaşılır. Bunların üçü erkekler ve kadınlar arasında müşterektir. İkisi ise kadınlara hastır; bunlar da ay hali olmak ve gebe kalmaktır. Ay hali olmakla gebe kalmanın büluğ demek olduğu hususunda ve farzlarla şer'i hükümlerin bunlar dolayısıyla vacib olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur.

 

Ancak geri kalan üç hususta görüş ayrılıkları vardır. Bunlardan ikisi olan tüylerin bitmesiyle yaş hakkında Evzai, Şafii ve İbn Hanbel şöyle derler: Onbeş yaş ihtilam olmayanın büluğ yaşıdır. Aynı zamanda bu İbn Vehb, Esbağ, Abdulmelik b. el-Macişun, Ömer b. Abdulaziz ile Medine'lilerden bir gurubun görüşüdür. İbnü'l-Arabi de bunu tercih etmiştir. Bunlara göre bu yaşa ulaşan kimselere hadler uygulanır ve farzları eda etmesi gerekir.

 

Esbağ b. el-Ferec der ki: Bizim kabul ettiğimiz görüş ise şudur: Farzların yerine getirilmesinin gerektiği ve hadlerin uygulanabileceği büluğ sınırı, onbeş yaştır. Bu benim en hoşuma giden ve bence en güzel görüştür. Çünkü cihadda ve savaşta hazır bulunan kimseye ganimetten payın verildiği yaş sınırı budur.

 

Buna delil olarak İbn Ömer'in Hendek Gazvesi günü Resulullah'a arzedilmesini gösterir. O sırada İbn Ömer onbeş yaşında bulunuyordu. Hz. Peygamber de onun savaşa katılmasına izin vermişti. Oysa Uhud günü savaşa katılması için henüz daha ondört yaşında bulunduğundan bu izni vermemişti. Bunu Müslim rivayet etmiştir.

 

Ebu Ömer İbn Abdi'l-Berr derdi ki: Bu, doğum tarihi bilinen kimse hakkında böyledir. Ne zaman doğduğu ve kaç yaşında olduğu bilinmeyen yahud da yaşını kabul etmeyen kimse hakkındaki uygulama ise, Nafi'den, onun Eslem'den, onun da Ömer b. el-Hattab (r.a)'dan yaptığı rivayete göre amel edilir. Buna göre Hz. Ömer ordu kumandanlarına şöyle bir mektup yazmıştır: "Şunu bilin ki, ustura kullanımına başlamamış hiçbir kimseye cizye yükümlülüğü koymayın." Hz. Osman da hırsızlık yapan bir genç çocuk hakkında: "Durumuna bakınız, eğer eteklerinde kıl bitmiş ise elini kesiniz" demiştir. Atıyye el-Kurazi der ki: Resulullah (s.a.v.) Kurayza oğullarının kontrol edilmesini emr etti. Onlardan her kimin tüyleri bitmiş ise hepsini Saad b. Muaz'ın verdiği hüküm gereğince öldürdü. Henüz tüyleri bitmemiş olanları da hayatta bıraktı. Ben de henüz tüyleri bitmemiş olanlardan idim. O bakımdan bana ilişmedi.

 

Malik, Ebu Hanife ve başkaları ise der ki: İhtilam olmayan bir kimse hakkında artık o yaşa erişen herkesin mutlaka ihtilam olduğu yaşa ulaşmadıkça baliğ olduğuna hüküm verilmez. Bu yaş ise onyedi yaştır. Artık had uygulanmasını gerektiren bir iş yapacak olursa, ona had uygulanır.

 

Malik de bir seferinde şöyle demiştir: Böyle birisinin baliğ olması sesinin kalınlaşması ve burun yumuşağının sertleşmesi ile anlaşılır.

 

Ebu Hanife'den bir diğer rivayet daha gelmiştir ki; bu da ondokuz yaşı ile bülliğa hükmedileceği şeklindedir. Daha meşhur olan da budur. Kız çocuğu hakkında ise şöyle demektedir: Kız çocuğunun büluğu onyedi yaşına ulaşmakla tahakkuk eder. Bununla birlikte gözetim altında bulundurulur. el-Lu'lui ise ondan, onsekiz yaşa ulaşmakla kız çocuğun baliğ olacağı rivayet etmektedir.

 

Davud (ez-Zahiri) der ki: İhtilam olmadıkça çocuk kırk yaşına varsa dahi yaşı sebebiyle büluğa ermiş kabul edilmez.

 

Tüylerin (koltuk altlarında ve etekte) bitmesine gelince; kimi fukaha: Bu büluğa delil kabul edilir, demektedir. Bu da İbnü'l-Kasım ve Salim'den rivayet edilmiştir. Malik de bir seferinde böyle demiştir. Şafii'nin iki görüşünden birisi bu olduğu gibi, Ahmed, İshak ve Ebu Sevr de bu görüştedir. Bunun büluğun bizzat kendisi olduğu da söylenmiştir. Şu kadar var ki onunla kafirler hakkında hükme varılır ve tüyleri bitmiş olan öldürülür, tüyleri henüz bitmemiş olan kimseler ise esir alınan çocuklar arasına katılır. Bu da Şafii'nin Atiyye el-Kurazi yoluyla gelen (az önce kaydedilen) hadis dolayısıyla söylediği bir diğer görüşüdür. Henüz sertleşmemiş tüylere ve biter gibi görünen dipsiz kıllara itibar edilmez. Hüküm bizzat kıllara terettüp eder.

 

İbnü'l-Kasım der ki: Malik'i şöyle derken dinledim: Bana göre uygulama Ömer b. el-Hattab hadisine göredir: Eğer artık o ustura kullanıyor ise mutlaka ona had uygularım. Esbağ der ki: İbnü'l-Kasım bana dedi ki: Bununla birlikte ben hem tüylerin bitimi hem de büluğ bir arada olmadıkça ona haddin uygulanması hoşuma gitmez.

 

Ebu Hanife ise der ki: Tüylerin bitimiyle herhangi bir hüküm sabit olmaz.

 

Böyle bir şey büluğ da değildir. Büluğa delil de olamaz. ez-Zühri ve Ata derler ki: İhtilam olmayana had yoktur. Aynı zamanda bu Şafii'nin de görüşüdür. Bir seferinde Malik de bu görüşe meyletmiştir. Malik'in bazı arkadaşları da bu görüştedir. Bu görüşün zahirine göre ise yaşa ve tüy bitimine itibar edilmez.

 

İbnü'l-Arabi der ki: "Eğer İbn Ömer'in naklettiği hadis yaş hususunda delil olmuyor ise bunların yaş ve yıllarla ilgili olarak sözünü ettikleri her bir husus asılsız bir iddia olur. Resulullah (s.a.v.)'ın geçerli ve uygun gördüğü yaş ise ona itibar etmeyenlerin ve bu konuda şer'i delil getiremeyenlerin görüşlerinden daha uygundur. Aynı şekilde Peygamber (s.a.v.), Kurayza oğulları esirlerine yaptığı uygulamada tüylerin bitmiş olmasına itibar etmiştir. Peygamber (s.a.v.)'ın itibar ettiği iki hususu terkedip tevile yönelen ve Peygamber'in lafzan muteber göstermediği Allah'ın da şeriatte kıyas ile varılacak bir sonuç olarak görmediği iki hususu kabul eden, bu gibi kimseleri ben nasıl mazur görebilirim. Bunların mazereti ne olabilir?"

 

Derim ki: Bu (İbnü'l Arabi'nin) buradaki (bu ayeti tefsir ederken) söylediği sözdür. el-Enfal Suresi'nde ise bunun aksini söylemektedir. Çünkü orada İbn Ömer'in hadisine baş vurmamakta ve bizim ilim adamlarımızın onu tevil ettiği gibi o da o hadisi tevil etmektedir. Bunun gereği de savaşmaya güç yetirip ona ganimetten pay verilen kişinin yaşı olan onbeş yaş ile buna güç yetiremediğinden ona pay verilmeyen ve bundan dolayı da çoluk çocuk arasında değerlendirilen kimseler arasında fark gözetmektir. Ömer b. Abdulaziz'in bu hadisten (Atiyye el-Kurayzi hadisinden) anladığı da budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

4- Ayet-i Kerimedeki "Reşitlik" ve ''İstinas'' ın Manaları:

 

Yüce Allah'ın: "Şayet onlarda bir reşitlik görürseniz mallarını kendilerine teslim edin" buyruğunda geçen (...) kelimesi, "görürseniz" anlamındadır. Yüce Allah'ın: "Tur tarafında bir ateş gördü ... "(el-Kasas, 29) buyrugundaki kelime de bu manadadır. el-Ezheri der ki: Araplar: "Git bak, kimseyi görecek misin?" derler. Yani bak, gör gözet anlamındadır. Şair en-Nabiğa da der ki:

 

"Acaba bir kimse (avcı) var mı diye bakınıp duruyordu ... "

Şair burada kendisine hücum edecek bir avcı var mı diye etrafına bakınıp duran ve böylelikle ondan sakınmaya çalışan bir yaban öküzünü kastetmektedir. (...): Gördüm, hissettim, buldum kelimelerinin aynı anlama olduğu da söylenmiştir. İşte Yüce Allah'ın: "Şayet onlarda bir reşitlik görürseniz" buyruğu da bu kabildendir. Onların reşit olduğunu bilirseniz, demektir. Bunun asıl anlamı ise; reşit olduklarını görürseniz, şeklindedir.

 

Genelde herkes: (...): Reşitlik kelimesini "ra" harfini ötreli "şin" harfini de sakin olarak okumuştur. es-Sülemi, İsa, es-Sekafi ve İbn Mes'ud ise bu kelimeyi "ra" harfini de "şin" harfini de üstün olarak okumuşlardır ki, bu iki türlü okuyuş iki ayrı söyleyiştir. Ayet-i kerimede geçen bu şekliyle kelimenin, (...)'ın mastarı, (...)'ın ise (...)'ın mastarı olduğu söylenmiştir. (...) kelimesi de böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

5- Reşitliğin Mahiyeti:

 

İlim adamları Yüce Allah'ın: "Reşitlik" buyruğunun tevili hususunda farklı görüşlere sahiptir. el-Hasen, Katade ve başkaları der ki: Bundan kasıt, akıl ve dinde bir salahtır. İbn Abbas, es-Süddi ve es-Sevri de der ki: Bundan kasıt akılda salah ve malın muhafaza edilmesidir. Said b. Cübeyr ile eş-Şa'bi der ki: Kişinin sakalı uzayıp gider ama bununla birlikte henüz reşit olmamış olabilir. Böyle bir durumda yaşlı başlı bir insan olsa dahi malı o yetime verilmez. Ta ki onun reşit olduğu görülünceye kadar. ed-Dahhak ta böyle demiştir: Yetim, malını ıslah ettiği görülüp bilininceye kadar yüz yaşına varsa dahi malı kendisine teslim edilmez. Mücahid de der ki: Burada reşitlikten kasıt, özel olarak akıldaki bir reşitliktir.

 

İlim adamlarının çoğunluğu ise, reşitliğin ancak bülüğdan sonra sözkonusu olduğu ve eğer bir kimse ihtilam olacak yaşa geldikten sonra, reşit olmamış ise isterse yaşını başını almış olsun, üzerindeki hacr kaldırılmaz. Bu Malik'in ve başkalarının görüşüdür.

 

Ebü Hanife ise der ki: Hür ve baliğ olan bir kimse eğer adam olmak noktasına ulaşmış ise hacr altına alınmaz. Aklıbaşında olduğu takdirde, isterse insanların en fasıkı ve en ileri derecede malını saçıp savuran bir kimse olsun. Züfer b. el-Huzeyl de bu görüşü benimsemiştir. Bu, en-Nehai'nin de kabul ettiği görüştür. Onlar bu hususta Katade'nin Enes'ten yaptığı şu riva yeti delil gösterirler: Buna göre Habban b. Munkiz bu hususta yeterli olmamakla birlikte alış veriş yapardı. Ey Allah'ın Rasülü, onu hacr altına al, çünkü bu konuda gerekli becerisi olmadığı halde, alış veriş yapıp duruyor, dediler. Peygamber (s.a.v.) onu yanına çağırıp: "Alış veriş yapma" diye buyurduysa da o:

 

Ama yapmadan edemiyorum, dedi. Bu sefer Hz. Peygamber ona şöyle buyurdu: "Alış veriş yaptığın zaman aldatmak olmasın, de ve senin için üç gün muhayyerlik vardır. ''

 

İşte bu kanaati savunanlar derler ki: Yakınları tasarruflarında aldandığı için hacr altına alınmasını Hz. Peygamber'den istedikleri halde, o bunu kabul etmediğine göre, hacr'in caiz olmadığı da sabit olmuş demektir. Ancak bu hususta onların lehine delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü bu, Bakara Suresi'nde (282. ayet, 17. başlıkta) de açıkladığımız gibi o kişiye has bir durumdur. Başkasının durumu böyle değildir.

 

eş-Şafii: der ki: Eğer kişi malını ve dinini ifsad eden yahut dinini değil de yalnızca malını ifsad eden bir kimse ise, hacr altına alınır. Şayet dinini ifsad edip de malını ıslah eden bir kimse ise, bu hususta iki görüş vardır. Bunlardan birisine göre hacr altına alınır.

Ebu'l-Abbas b. Şüreyh'in tercihi budur. İkinci görüşe göre ise hacr altına alınmaz. Ebu İshak el-Mervezi'nin tercih ettiği görüş de budur. Şafii mezhebinde daha zahir (kuvvetli) görünen görüş te budur. es-Sa'lebi der ki: Burada bizim sözünü ettiğimiz sefih'in hacr altına alınması hususu aynı zamanda Osman, Ali, Zübeyr, Aişe, İbn Abbas, Abdullah ve İbn Cafer (Allah hepsinden razı olsun); tabiinden de Şüreyh bu görüştedirler.

 

Fukaha'dan da Malik, Medineliler, Evzai, Şamlılar, Ebu Yusuf, Muhammed, Ahmed, İshak ve Ebu Sevr de bu görüştedirler. es-Sa'lebi der ki: Bizim mezheb alimlerimiZ bu meselede icma olduğunu iddia etmişlerdir.

 

6- Reşitliği Anlaşılan Kimseye Malını Teslim Etmenin Şartları:

 

Bu husus anlaşıldığına göre şunu bil ki; malın teslim edilmesi iki şartla olur.

Bunlar da; reşitliğin anlaşılması ile baliğ olmaktır. Eğer bunlardan birisi bulunup da diğeri bulunmazsa, malın teslim edilmesi caiz değildir. Ayetin nassı bunu gerektirmektedir. Bu aynı zamanda İbnü'I-Kasım Eşheb ve İbn Vehb'in Malik'ten ayet ile ilgili olarak yaptığı rivayettir.

 

Ebu Hanife, Züfer ve Nehai dışında fukaha topluluğunun da görüşü budur. Bunlar yirmibeş yaşa ulaşmak suretiyle reşitliğin görülüp anlaşılması şartını kabul etmezler. Ebu Hanife der ki: Çünkü bu yaşa gelen bir kimse dede olabilecek yaştadır. Bu ise onun görüşünün zayıf olduğunu ve Ebu Bekr er-Razi'nin Ahkamu'l-Kur'an adlı eserinde, Ebu Hanife lehine daha önceden geçtiği üzere iki ayeti değerlendirerek gösterdiği delilin, zayıflığını da ortaya koymaktadır. Çünkü böyle bir şey, mutlak ve mukayyed kabilindendir. Mutlak olan buyruk ise, usul alimlerinin ittifakı ile mukayyet olana havale edilir. (Yani mukayyed'in getirdiği kayda itibar olunur). Eğer bir kimsenin bahtı yoksa, onun de de olabilmesi ne ifade eder.

Şu kadar var ki bizim (Maliki mezhebine mensub) ilim adamlarımız, kız çocuk hakkında büluğ ile birlikte kocasının onunla gerdeğe girmesi şartını koşmuşlardır. İşte o takdirde reşitlik hususunda gerekli deneme tahakkuk etmiş olur.

 

Ebu Hanife ile Şafii bu görüşte değildirler. Onlar erkek ve kız çocuklarda denemeyi az önce açıkladığımız şekilde kabul etmişlerdir. Şu kadar var ki bizim ilim adamlarımız şu sözleriyle aralarında fark görürler: Kız çocuğu erkek çocuğundan farklıdır. Çünkü kız çocuğu perde arkasındadır. İşlerle haşir neşir olmaz. Bakire olduğundan dolayı da dışarılara çıkmaz. O bakımdan kız çocuğu hakkında onun nikahlanması şartı gözönünde bulundurulmuştur. O vesile ile bütün maksatları anlamış olur. Erkek ise ondan farklıdır. Çünkü o tasarruf ta bulunmak ve ilk yetişme çağından büluğuna kadar insanlarla karşı karşıya bulunmak suretiyle bir takım bilgilere sahip olur. BüIuğ ile de aklı kemale erer. Böylelikle onun için maksat da hasıl olur.

 

Bununla birlikte Şafii'nin görüşü daha doğrudur. Çünkü eğer kadın bütün iş ve maksatlarını bilen, malını saçıp savurmayan birisi ise, bizzat kocasının onunla ilişkide bulunup haşefesini sokmuş olması reşitliğini hiç bir şekilde artırmaz.

 

Diğer taraftan ilim adamlarımız işi daha ileriye götürerek şöyle derler: Kocasının kendisiyle gerdeğe girmesinden sonra çeşitli durumlarla içli dışlı olacak şekilde bir sürenin geçmesi de kaçınılmazdır. İbnü'l-Arabi der ki: Bu sürenin belirlenmesi hususunda ilim adamlarımız birçok görüş ortaya koymuşlardır. Babası olan kız hakkında beş, altı ve yedi yıl ileri sürülmüş olması, bu görüşlerin bir kısmıdır. Babası da vasisi de bulunmayan yetim kız hakkında ise gerdeğe girmesinden sonra bir yıl tesbit etmişlerdir. Ebedi olarak velayet altında tutulan kız için de, rüştü sabit olacağı zamana kadar, diye sınır getirmişlerdir. Ancak bütün bunlara dair delil yoktur. Babası bulunan kız hakkında bir takım yıllar sınırını getirmek oldukça zordur. Yetim kız hakkında bir yıl diye sınır belirlemek ondan da zordur. Reşitliği açıkça ortaya çıkıncaya kadar velayet altında bulunan kızın hacrinin devamına gelince; (reşitliği ortaya çıkınca) artık vasi, üzerindeki hacrini kaldırır, yahut da hakim o kızı onun hacri altından çıkartır. Kur'an'ın zahirinden anlaşılan budur.

 

Bütün bunlardan gözetilen maksat ve anlatılmak istenenler, Yüce Allah'ın: "Şayet onlarda bir reşitlik görürseniz" buyruğunun kapsamına girmektedir. O halde reşitliğin itibara alınması biricik yol olarak karşımıza çıkmaktadır. Şu kadar var ki reşitliğin görülmesi, rüşte erenin durumunun farklılığına göre farklılık arzeder. İşte sen bunu iyice belle; bunu esas alarak hükümler çıkar; fakat kendisine dair delil bulunmayan tahakkümlerden de uzak dur.

 

7- Babası Bulunup Hacr Altındaki. Kız çocuğun Fiillerinin Hükmü:

 

Babası bulunan kız çocuğun bu süre (hacr süresi) içerisinde yaptıkları hususunda fukaha farklı görüşlere sahiptir. HaCI'in devamı dolayısıyla yaptıkları red olunan işler diye değerlendirilir; hacrden sonra yaptıkları ise, caiz olarak değerlendirilir, denilmiştir.

 

Diğer bir kısmı ise bu süre zarfında yaptıkları, yaptığı işin doğruluğu ortaya çıkmadıkça, reddedilecek işler olarak kabul edilir. Bundan sonra yaptıkları ise, sefihliği ortaya çıkıncaya kadar geçerli olarak kabul edilir.

 

8- Hacri Bitene Malını Teslim Etmenin Formaliteleri:

 

Hacr altında bulunan kimseye malını geri teslim etmek için Sultana gerek var mıdır yok mudur, hususunda farklı görüşler vardır. Bir kesim bu işin mutlaka Sultana götürülmesi ve onun huzurunda reşitliğinin sabit olduktan sonra, malının ona teslim edilmesi kaçınılmazdır derken, bir diğer kesim de şöyle demektedir: Bu husus vasinin içtihadına bırakılmıştır. Bu konuda işin Sultana götürüımesine gerek yoktur.

 

İbn Atiyye der ki: Günümüz vasilerinde doğru olan ise bu işin Sultana götürülmesinden ve onun huzurunda reşitliğinin tesbit edilmesinden uzak durmamaktır.

 

Çünkü günümüzde bu husus çok az gerçekleşmekle birlikte vasilerin çocuğu reşit kabul etmek, sefihliği dolayısıyla hacr altında bulunanı ibra etmek üzere birbirleriyle anlaştıkları görülen bir husustur.

 

9- Reşitliği Tesbit Edildiğinden Malın Kendisine Teslim Edilmesinden Sonra Tekrar Sefihliği Görülecek Olursa:

 

Reşitliğinin ortaya çıkması sebebiyle malı kendisine teslim edildikten sonra, savurganlığı ve doğru dürüst malını idare edememesinin ortaya çıkmasıyla tekrar sefihliğe dönecek olursa, bize (Maliki mezhebine) göre hacri geri döner.

 

İki görüşünden birisine göre Şafii de bu görüştedir.

 

Ebu Hanife ise tekrar hacri geri dönmez; çünkü o akil ve baliğdir, der. Buna delil ise had ve kısaslardaki ikrarının geçerli olduğunun kabul edilmesidir. Bizim delilimiz Yüce Allah'ın şu buyruklarıdır: ''Allah'ın sizin için geçimlik kıldığı mallarınızı beyinsizlere vermeyin.'' (en-Nisa, 5) Yüce Allah bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: ''Eğer üzerinde hak olan (borçlu) beyinsiz yahut zayıf olur yahut bizzat yazdırmaya gücü yetmezse onun velisi adaletle yazdırsın.'' (el-Bakara, 282)

 

Bu buyruklarda böyle bir kimsenin sefih olarak hacr altına alınması ile serbest bırakılmasından sonra bu sefihliğin tekrar başgöstermesi arasında fark gözetilmemektedir.

 

10- Vasinin Yetimin Malında Tasarrufunun Sınırları:

 

Vasinin yetimin malında babanın yapma hakkına sahip olduğu ticaret, ibda' alım ve satım gibi işleri yapması caizdir. Aynı mallarından, ekin, davar gibi mallarından zekatını ve fitresini de ödemesi gerekir. İşlediği cinayetlerin diyetlerini ve para bedellerini, telef ettiği şeylerin kıymetlerini, anne-babanın nafakası ile ödenmesi gerekli diğer hakları da öder.

 

Yetimi evlendirmesi ve onun adına malından mehrini ödemesi caizdir.

 

Onun adına cariye satın alabilir, onun haklarını gözetmek şartıyla leh ve aleyhine sulh yapar.

 

Alacaklıların bazılarının borçlarını ödeyip geriye diğer borçlarını ödeyebilecek kadar bir miktarı kalmış ise, vasinin bu yaptığı uygulama caiz (geçerli) dir. Şayet malının geri kalan kısmı telef olursa, diğer alacaklıların vasi üzerinde alacak bir şeyleri olmaz. Aynı şekilde borçlarını tahsil etmiş olanlardan da alacakları olmaz. Alacaklılar malın bütününü borçlarına karşılık aldıktan sonra, başka alacaklılar gelecek olursa, eğer vasi geri kalan borçları biliyor yahut ölmüş kimsenin ödenmemiş borçları yapmış olduğu biliniyor ise; o takdirde vasi hisselerine uygun olarak kendilerine isabet edecek olan miktarı bu alacaklılara tazminat olarak öder ve daha önceden borçlarını tahsil etmiş olanlara o miktarda rücu' eder (geri alır). Şayet bu durumu bilmiyor ve ölen şahsın da böyle bir borçla borçlandığı bilinmiyor ise, vasinin herhangi bir yükümlülüğü olmaz.

 

Eğer vasi şahid tutmaksızın ölenin borcunu ödeyecek olursa, tazminatını öder. Şayet şahid tutar ve şahidlerin öldüğü vakte kadar iş uzayıp giderse (yani geri kalan alacaklıların alacaklarını istemesi bu vakte kadar kalırsa) herhangi bir şey ödemesi gerekmez. Bakara Suresi'nde Yüce Allah'ın: "Şayet onlarla bir arada yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir ... " (2/220. ayet, 6. başlıkta) buyruğunu açıklarken, vasinin harcama (infak) ve diğer hususlara dair hükümlerini yeteri kadar açıklamış bulunuyoruz.

 

Cenab-ı Allah'a hamd olsun.

 

11- Yetimlerin Mallarını Büyümeden Önce Yemeye Kalkışmak:

 

Yüce Allah'ın: "Büyüyecekler diye onları israfla tez elden yemeyin" buyruğundan maksat, -hitabın delili nazarı itibara alınarak- israfa sapmaksızın mallarını yemenin caiz olduğunu anlatmak değildir. Aksine maksat, yetimlerin mallarını yemeyiniz, çünkü o bir israftır, demektir. Şanı Yüce Allah vasilere -ileride açıklanacağı üzere- kendileri için mübah olan miktarın dışında yetimlerin mallarından yemeyi yasaklamaktadır.

 

İsraf; sözlükte ifrata kaçmak ve haddi aşmak demektir. Al-i İmran Süresi'nde (147. ayette) bu hususa dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. İsraf aynı zamanda infak ve harcamada yanlışlık yapmak demektir. Şair'in şu beyiti bu kabildendir: "Onlar sekiz kişi tarafından güdülen yüz deve verdiler Bu bağışlarında ne bir başa kakma vardır, ne de bir israf."

 

Yani verdikleri bu yerlerde hatalı davranmıyorlar. Bir başka şair de şöyle demektedir:

 

Ve onlardan birisi, atlar kendilerini çiğneyip geçerken: Çok israf ettiniz (haddi aşıp yanlışlık yaptınız), dedi.

 

Biz de: Gerçekten biz böyle israf edenleriz, diye cevap verdik."

en-Nadr b. Şumeyl der ki: Seref, savurganlık ve gaflet anlamına gelir. İleride Yüce Allah'ın izniyle el-En'am Süresi'nde (110. ayet 23. başlıkta) israfa dair daha geniş açıklamalar gelecektir.

 

"Tez elden" buyruğunun manası onlar büyümeden önce, acele ederek demektir. Büyümek ise bülüğ halidir. Tez elden (el-bidar) kelimesi mübadere şeklinde de aynı manada kullanılabilir. Tıpkı kıtal ve mukatele kelimelerinde olduğu gibi. Bu kelime (ayet-i kerimede) "israfen" buyruğuna atf edilmiştir.

 

"Büyüyecekler diye" buyruğu ise "bidar" kelimesi ile mahallen mansubdur. Anlamı da şudur: Yani ey yetimin vasisi, hacrin (himayen, gözetimin) altında bulunanın malını ganimet bilerek, reşit olup da malını almadan önce elini çabuk tutayım deyip yemeye kalkışmayasın.

 

Buyruğun bu şekildeki açıklanması İbni Abbas ve başkalarından nakl edilmiştir.

 

12- Zengin Vasi' Yetimin Malından Yememelidir:

 

"Zengin olan afiflik etsin" buyruğunda Yüce Allah, yetimlerin mallarından vasilere nelerin helal olduğunu beyan etmektedir. Bununla zengine velayeti altındaki yetimin malını yemekten uzak durmasını emretmekte, fakir olan vasiye de onun malından maruf ölçüler içerisinde yemeyi mübah kılmaktadır.

 

Kişinin bir şeyden uzak durmasını, kendini alıkoymasını ifade etmek üzere; (...) kelimeleri afiflik etti, afif davrandı, anlamında kullanılır. Bir şeyden afiflik etmek o şeyi terk etmek demektir. Yüce Allah'ın şu buyruğu da bu kabildendir: "Nikahlanmak imkanı bulamayanlar da iffetli davransınlar. "(Nur, 33) iffet, helal olmayan ve yapılmaması gereken şeylerden uzak durmak demektir.

 

Ebu Davud, Huseyn el-Muallim yoluyla Amr b. Şuayb'dan o babasından, o da dedesinden rivayetine göre bir adam Peygamber (s.a.v.)'ın huzuruna gelerek şöyle dedi: Ben fakirim ve hiçbir şeyim yok. Himayem altında da bir yetimim var (onım malından yiyebilir miyim)? Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "İsrafa sapmaksızın, savurganlık etmeksizin ve onun malından da kendin için bir şey satmaya, biriktirmeye kalkışmaksızın yetiminin malından yiyebilirsin.''

 

13- iffetli Davranmaları Yahut Maruf Ölçüler içerisinde Yemeleri Emrolunan Muhatapların Kimliği:

 

İlim adamları, muhatapların kimler oldukları, bu ayet-i kerimeden kimlerin kastedildiği hususunda farklı kanaatlere sahiptir. Müslim'in Sahih'inde Hz. Aişe'den Yüce Allah'ın: "Zengin olan afiflik etsin, fakir olan da örfe göre yesin" buyruğu ile ilgili olarak şöyle dediği nakledilmektedir: Bu buyruk, gözetimi altında yetim bulunan ve onun durumunu islah etmeye çalışan, yetimin velisi hakkında nazil olmuştur. Eğer muhtaç bir kimse ise yetimin malından yemesi caiz olur.

 

Bir rivayette de; malının miktarına göre maruf ölçüler içerisinde ... denilmektedir.

Kimisi de şöyle demektedir: Maksat şudur: Eğer yetim zengin ise ona bol bol harcamada bulunur ve kendisi de yetimin malına elini sürmez. Şayet fakir ise, ona malının miktarına göre harcamada bulunur. Bu açıklamayı Rabia ile Yahya b. Said yapmıştır.

 

Ancak birincisi cumhurun görüşü olup sahih olan görüştür. Çünkü yetim, küçüklüğü ve sefihliği dolayısıyla kendi malında tasarruf ta bulunması hususunda muhatap alınmaz. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

14- Maruf Ölçüler içerisinde Yemenin Mahiyeti:

 

Cumhur, maruf ölçüler içerisinde yemenin mahiyeti hakkında farklı görüşlere sahiptir.

Bir topluluk der ki: Burda maruf ölçüler içerisinde yemek, muhtaç olduğu vakit yetim inin malından borç alması, ödeme imkanı olduğunda da o borcunu ödemesi demektir. Bu, Ömer b. el-Hattab, İbn Abbas, Abi'de (es-SelmanD, İbn Cübeyr, eş-Şa'bi', Mücahid ve Ebu'l-Aliye'nin görüşüdür. Aynı zamanda el-Evzai'de bu görüştedir. Bununla birlikte, ihtiyacı olan miktardan fazlasını da borç almaz. Hz. Ömer der ki: "Şunu bilin ki, ben Allah'ın malına karşı kendi durumumu, velinin yetimin malına karşı durumu gibi tesbit ettim. Eğer ihtiyacım olmazsa afiflik ederim. Eğer fakir düşersem maruf ölçüler içerisinde yerim. Ödeme imkanım olduğu vakit de o aldığımı öderim.''

 

Abdullah b. el-Mübarek de Asım'dan, o Ebu'l-Aliye'den şunu rivayet etmektedir: "Fakir olan da örfe göre yesin" yani borç olmak üzere yesin; dedikten sonra: "Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman onlara karşı şahid bulundurun" buyruğunu okudu.

 

İkinci bir görüş de İbrahim, Ata, Hasan-ı Basri, Nehai ve Katade'den rivayet edilmiştir. Buna göre onlar, maruf ölçüler içerisinde bir şeyler yiyen fakir vasinin, o yediklerini ödeme yükümlülüğü yoktur. Çünkü bu onun yetime nezaret etmesinin bir hakkıdır. Fukahanın kabul ettiği görüş de budur. el-Hasen ayrıca der ki: Bu, Allah tarafından ona yedirilen, ikram edilen bir miktardır. Çünkü o açlığını giderecek kadar yer, avretini örtecek kadar giyinir. Bununla birlikte kalitesi yüksek keten ve takım elbiseler giyinme yoluna gitmez.

 

Bu görüşün sıhhatine delil ise, ümmetin şu husus üzerinde icma' etmiş olmasıdır. Müslümanların işlerini görüp gözeten İmamın (İslam Devlet başkanının) maruf ölçüler içerisinde yediğini ödemek yükümlülüğü yoktur. Çünkü Yüce Allah, onun payını Allah'ın malı arasında olmak üzere tesbit etmiştir. O bakımdan Hz. Ömer'in söylediği kabul edilen: "Eğer imkanım olursa aldığımı öderim" şeklindeki ifadesinde (öbür görüşü savunanların lehine) delil yoktur.

 

İbn Abbas, Ebu'l-Aliye ve eş-Şa'bi"den rivayete göre maruf ölçüler içerisinde yemek, nasıl uyuz develeri katranlıyor, kaybolan bir malı ilan ediyor, havuzları su sızdırmasın diye sıvıyor, hurmaları topluyor ise, onun gibi davarların sütlerinden yararlanmak, malın aslına zarar vermemek şartıyla köleleri istihdam etmek ve bineklerin sırtına binmek gibi faydalar sağlamakla olur. Malların ayni kısmına ve asıllarına gelince; vasinin bunlardan birşey alma hakkı yoktur.

 

Bütün bunlar fukahanın şu sözlerinin kapsamına dahildir: O yaptığı işin ücreti kadarını alabilir. Bir gurup; işte maruf ölçüler içerisinde yemek budur. Bunun için ödeme yapması sözkonusu değildir, fakat bundan fazla yemesi ise haram kılınmıştır. el-Hasen b. Salih b. Hayy -İbn Hayyan da denilir- ise babanın tayin ettiği vasi ile hakimin tayin ettiği vasi, arasında fark gözetmektedir. Ona göre babanın tayin ettiği vasi maruf ölçüler içerisinde yetimin malından yiyebilirse de, hakimin tayin ettiği vasinin herhangi bir şekilde yetimin malından yeme imkanı yoktur. İşte bu daüçüncü bir görüştür.

 

Konuyla ilgili dördüncü bir görüş de Mücahid'den şöylece rivayet edilmektedir: Vasi, yetimin malından borç da alamaz, başka bir yolla da alamaz. Onun kanaatine göre ayet-i kerime Yüce Allah'ın şu buyruğu ile nesh edilmiştir: ''Ey iman edenler.! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Aranızda karşılıklı bir anlaşma ile gerçekleştirdiğiniz bir ticaret olması müstesna." (en-Nisa, 29) Böyle bir yolla yemek ise, bir ticaret değildir. Zeyd b. Eslem de der ki: Bu ayet -i kerimedeki ruhsat Yüce Allah'ın: ''Şüphe yok ki zulümleyetimlerin mallarınıyiyenler ... "(en-Nisa, 10) buyruğu ile nesh edilmiştir. Bişr b. el-Velid de Ebu yusuf'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Bilemiyorum, belki de bu ayet-i kerime Yüce Allah'ın: ''Ey iman edenler.! Mallarınızı batıl yollarla yemeyin) aranızda karşılıklı bir anlaşma ile gerçekleştirdiğinıi bir ticaret olması müstesna"(en-Nisa, 29) buyruğu ile nesh edilmiştir.

 

Konu ile ilgili bir beşinci görüş ise; ikamet hali ile yolculuk hali arasında fark gözeten bir görüştür. Eğer yetim ile birlikte şehirde ikamet etmekte ise; onun malından yiyemez. Şayet onun için yolculuk yapma gereğini duyarsa o takdirde ihtiyaç duyduğu kadarını alabilir. Ve ondan herhangi bir şey biriktiremez. Bu, Ebü Hanife ile onun iki arkadaşı Ebü yusuf'la Muhammed'in görüşüdür.

 

Altıncı bir görüş: Ebü Kilabe der ki: O topladığı mahsullerden maruf ölçüler içerisinde yesin. Onun nakdi servetinden ise, borç olsun, başka türlü olsun herhangi bir şeyalmak hakkına sahip değildir.

 

Yedinci bir görüş İkrime, İbn Abbas'tan: "Fakir olan da örfe göre yesin" buyruğu ile ilgili olarak şöyle dediğini nakleder: Eğer muhtaç olur ve zorunlu bir ihtiyaç duyarsa (yesin). eş-Şa'bi der ki: Böyle bir durumda kan ve domuz eti yemesi helal olacak olursa yetimin malından alır, daha sonra ödeme imkanı bulursa öder. en-Nehhas ise der ki: Böyle bir görüşün anlamı yoktur. Çünkü bu derecede zaruret haline düşecek olursa, o yetimin malından olsun, onun dışında başkasının malından kendisini hayatta tutacak kadarını alabilir.

 

Yine İbn Abbas ve en-Nehai der ki: Maksat vasinin kendi malından maruf ölçüler içerisinde yemesidir. Ta ki yetimin malından yemeye muhtaç olmasın. Böylelikle zengin kimse zenginliği dolayısıyla afiflik etmiş olur, fakir kimse de kendisine (kendi öz malından) harcamalarını alabildiğine kısar ki, yetiminin malına ihtiyaç duyacak hale düşmesin.

en-Nehhas der ki: Bu açıklama bu ayet-i kerimenin tefsiri ile ilgili olarak yapılan rivayetlerin en güzelidir. Çünkü başkalarına ait mallar mahzur (haksız yere el sürülmesi haram) olan mallardır. Kat'ı bir delil ile olmadığı sürece o mallardan herhangi birine el sürmek serbest olamaz.

 

Derim ki: el-Kiya, et-Taberi, Ahkamıd-Kuran adlı eserinde bu görüşü tercih ederek şöyle demektedir: Seleften bazı kimseler bu ayet-i kerimenin hükmü gereğince vasinin küçüğün malından israf sınırına ulaşmayacak bir miktarda yiyebileceği vehmindedir. Bu ise Yüce Allah'ın: ''Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Aranızda karşılıklı bir anlaşma ile gerçekleştirdiğiniz bir ticaret olması müstesna"(en-Nisa, 29) buyruğuna muhaliftir. Böyle bir şey ise yetimin malında tahakkuk etmemektedir. Yüce Allah'ın: "Zengin olan afiflik etsin" ifadesi, kişinin kendi malı ile alakalıdır, yetimin malı ile değiL. Bunun da manası şudur: Yetimin malını kendi mallarınızIa birlikte yemeyiniz. Aksine yalnızca kendi mallarınızdan yemekle yetininiz. Buna Yüce Allah'ın: "Onların mallarını mallarınızia karıştırarak yemeyin. Muhakkak bu büyük bir günahtır" (en-Nisa, 2) buyruğu da buna delalet etmektedir. Yüce Allah'ın: "Zengin olan afiflik etsin, fakir olan da örfe göre yesin" buyruğu ile de yetecek miktarı aşmama hususu açıkça ortaya çıkmaktadır. Ta ki yetimin malından yemek gereğini duymasın. İşte ayet-i kerimenin ihtiva ettiği anlamın tamamı budur. Bizler başkasının malını rızası olmaksızın -özellikle de yetim hakkında- yemeyi yasaklayan muhkem bir takım ayetlerle karşı karşıya bulunuyoruz. Bu ayet-i kerimenin ise bir kaç manaya gelme ihtimali olduğunu görmekteyiz. O halde bu ayet-i kerimeyi konu ile ilgili diğer muhkem ayetlerin manasına göre anlamak kaçınılmaz bir haldir.

 

Konu ile ilgili selefin kanaatine destek bulmak amacıyla: Hakimler de müslümanlara yaptıkları iş dolayısıyla rızıklarını (maaşlarını) almaktadır. Vasiyi de aynı şekilde yetim için çalışan bir kişi olarak göremez miyiz ve niçin yaptığı iş kadar ücret almasın? diye bir soru sorulacak olursa ona şöyle cevap verilir:

 

Şunu bil ki, seleften hiçbir kimse vasinin zengin olmakla birlikte küçük çocuğun malından birşeyler almasını vasi için caiz kabul etmemiştir. Halbuki hakimin durumu böyle değildir. İşte bu, iki mesele arasındaki bir farktır. Aynı şekilde İslam'ın gerekli kıldığı işleri ifa eden fakihlerin, hakimlerin ve halifelerin aldıkları malların muayyen bir maliki yoktur. Şanı Yüce Allah bu sahipsiz malı belli bir takım niteliklere sahip bazı sınıflara tahsis etmiştir. Hakimler de bu sınıflardan birisidir. Vasi ise yaptığı iş karşılığında muayyen bir kimsenin malını onun rızası olmaksızın almaktadır. Yaptığı işin miktarı ve mahiyeti ise meçhuldür. Aldığı ücret de meçhuldür. Böyle bir şeyin ise hak edilme ihtimali uzaktır.

 

Derim ki; hocamız İmam Ebu'l-Abbas şöyle derdi: Eğer yetimin malı, velisini kendi özel ihtiyaçlarını ve işlerini aksatacak derecede meşgul edecek şekilde büyük bir uğraşıyı gerektirecek kadar çok ise, o takdirde veliye yaptığı işin ücreti tesbit edilir. Şayet kişiyi kendi ihtiyaçlarını görmekten alıkoymayacak kadar önemsiz ise, o maldan hiçbir şey yemez. Bununla birlikte yetime zarar vermeksizin ve çoğa da kaçmaksızın az miktarda bir süt içmesi, yahut az miktarda yiyecek veya yağ yemesi de müstehabtır. Hatta adeten tarafların biribirlerine müsamaha ettikleri görülegelen miktarda dahi yiyebilir. Hocamız devamla der ki: Sözünü ettiğimiz ücret, az miktarda hurma, yahut süt yemek maruf olan şeylerdir. O bakımdan ayetin buna göre anlaşılması uygun düşmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Derim ki: Bununla birlikte bundan dahi sakınmak Allah'ın izniyle daha faziletli olandır.

Miras paylaştırıcı hakimin alıp da rüsum adını verdiği ve ona tabi olanların yaptıkları talanlara gelince; ben bunun açıklanabilir veya helal olabilecek tarafını bilmiyorum. Bunlar Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar" (enNisa, 10) buyruğunun genel kapsamına girmektedirler.

 

15- Yetimlere Mallarını Teslim Ederken Şahid Bulundurmak:

 

Yüce Allah: "Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman onlara karşı şahid bulundurun" buyruğunda, gerekli şekilde korunmaya yahut töhmetleri izale etmeye dikkat çekmek üzere şahid tutmayı emretmektedir. Bu şekilde şahid tutmak, bir gurup ilim adamına göre müstehaptır. Bu konuda da vasinin sözü kabul edilir. Çünkü vasi güvenilir (emin) bir kimsedir.

 

Bir diğer kesim ise, bu farzdır, demektedir. Ayetin zahirinden anlaşılan da budur; ve vasi sözü kabul edilen emin bir kimse değildir. Tıpkı kendisine verileni geri verdiğini iddia eden vekil yahut yanında emanet bırakılan kimse gibidir. Çünkü vasi olsa olsa baba tarafından emin görülen bir kimsedir. Baba onu emin gördüğü sürece onun başkası hakkında söyleyeceği söz, kabul edilmez. Nitekim vekil olan bir kimse, adil olarak bilindiği için kendisine emrolunanı Zeyd'e verdiğini iddia edecek olursa, beyyine ile bunu ortaya koyma dığı sürece bu iddiası kabul olunmaz. İşte vasinin durumu da böyledir.

 

Ömer b. el-Hattab (r.a) ile İbn Cübeyr'in görüşüne göre ise burada sözü geçen şahid bulundurmak, vasinin daha önce fakirken yetimin malından aldığı borcu bolluğu esnasında ödemesi hali hakkındadır.

 

Abide der ki: Bu ayet-i kerime, yetimin malından birşeyler yiyenin o miktarı ödemesinin vacib oluşuna bir delildir. Buna göre ayetin manası şöyle olur:

 

Sizler yetimin malından bir miktar borç alır yahut yiyecek olursanız, bunu ödemeniz halinde şahid bulundurunuz.

 

Doğrusu ise lafzın hem bu hali hem de diğer halleri de kapsadığı şeklindedir.

 

Buyruğun zahirine göre maksat şudur: Sizler velayetiniz altında bulunana herhangi bir harcamada bulunacak olursanız, şahid tutunuz. Ta ki herhangi bir anlaşmazlık ortaya çıkacak olursa, beyyine getirmek imkanı bulunsun. Çünkü şahid tutmak suretiyle emanet olmak üzere kabz olunan her bir maldan ibra olmak, ancak onun ödendiğine dair şahid tutmakla mümkün olur. Çünkü Yüce Allah: "Şahid bulundurun" diye buyurmaktadır. O halde şayet şahid tutmaksızın birşeyler kabz etmiş ise, o kabzettiğini tekrar ödemesi halinde ödediği kimseye karşı bunu ödediğine dair şahid tutmasına gerek yoktur.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

16- Veli Ya da Vasi Yetimi, Bedenen Korumakla da Mükelleftir.

 

Vasi ya da kefil (yetimi gözeten kişi ya da veli) yetiminin malını korumak, o malı uygun şekilde artırıp çoğaltmakla yükümlü olduğu gibi, küçüğü bedenen de korumakla yükümlüdür. Yetimin malını korumayı, gereken şekilde zaptu rapt altına almakla gerçekleştirir. Bedenini de edebiyle korur. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce Bakara Suresi'nde (220. ayette) geçmiş bulunmaktadır.

 

Rivayete göre adamın birisi Peygamber (s.a.v.)'a gelip şöyle demiş: Benim himayem altında bir yetim vardır. Onun malından birşeyler yiyeyim mi? Hz. Peygamber şu cevabı verdi: "Evet, onun malından kendin için mal ayırıp biriktirmeksizin ve onun malıyla kendi malını korumak yoluna gitmeksizin (yiyebilirsin)." Peki ey Allah'ın Resulü onu döveyim mi? deyince, Hz. Peygamber: "Hangi sebepten kendi çocuğunu dövüyorsan o sebepten dolayı (dövebilirsin) . ''

 

İbnü'l-Arabi der ki: (Bu) her ne kadar senet itibari ile sabit değilse de, herhangi bir kimse artık bundan başka bir çare de bulamaz.

 

17- Allah Herkesin Hesabını Görecek Olandır:

 

Yüce Allah'ın: "Hesap sorucu olarak Allah yeter" buyruğu amellerinizi hesaba çeken ve onların karşılığını verecek kimse olarak Allah yeter, demektir. Bu herhangi bir hakkı inkar eden herkes için bir tehdittir. Lafzatullah başına gelen "be" harfi zaittir. Bu buyruk ref' mahallindedir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Nisa 7

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR