BAKARA 54 |
وَإِذْ
قَالَ
مُوسَى
لِقَوْمِهِ
يَا قَوْمِ
إِنَّكُمْ
ظَلَمْتُمْ
أَنفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ
الْعِجْلَ
فَتُوبُواْ
إِلَى
بَارِئِكُمْ
فَاقْتُلُواْ
أَنفُسَكُمْ
ذَلِكُمْ خَيْرٌ
لَّكُمْ
عِندَ
بَارِئِكُمْ
فَتَابَ
عَلَيْكُمْ
إِنَّهُ
هُوَ
التَّوَّابُ
الرَّحِيمُ |
54. Ve hani Musa
kavmine şöyle demişti: Ey kavmim, gerçekten siz buzağıyı (ilah) edinmekle
nefislerinize zulmettiniz. Sizi yaradana tevbe edin, nefislerinizi öldürün.
Böylesi Rabbiniz nezdinde sizin için hayırlıdır. Nihayet tevbenizi kabul etti.
Gerçekten O, tevvabdır, rahimdir.
Yüce Allah'ın: "Ve
hani Musa kavmine şöyle demişti" buyruğunda geçen "kavm" kelimesi
yalnızca erkekler topluluğu hakkında kullanılır. Nitekim Yüce Allah: ''Ey iman
edenler, hiçbir kavim başka bir kavim ıle alayetmesin .. " diye
buyurduktan sonra: ''Kadınlar da kadınlarla alay etmesin." (el-Hucurat,
11) diye buyurmaktadır. Şair Zuheyr de şöyle demiştir: "Bilemiyorum,
ileride belki bilebilirim Kale halkı bir kavim (erkekler topluluğu) midir yoksa
kadınlar mı?"
Yüce Allah da:
"Lut'u da (kavmine gönderdi.) Hani o kavmine .. demişti.'' (el-A'raf, 80)
Burada onun kadınları dışarıda bırakarak yalnızca erkeklere hitap etmek
istediği anlaşılmaktadır. "Kavm" kelimesi bazen erkekler ve kadınlar
hakkında müşterek olarak da kullanılır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
''Muhakkak Biz, Nuh 'u kavmine görderdik.'' (Nuh, 1) diye buyurmaktadır. Aynı
şekilde her bir peygamber aynı zamanda hem kadınlara hem de erkeklere
gönderilmiştir.
''kavmim" buyruğu
izafet tamlaması şeklinde bir münadadır. Kelimenin sonunda "ya" harfi
hazfedilmiş ve sondaki esre buna delil kabul edilmiştir. Bu harf tenvin ayarındadır.
Müfred kelimenin sonunda tenvin hazfedildiği gibi, bu harf de hazfedilir.
Kur'an'ın dışında bu harfin sakin (yani bir med harfi) olarak tesbit edilmesi
mümkündür. Bununla birlikte bu harf üstün de okunabilir, sonuna bir
"he" harfi eklenerek "ya kavmiyeh" de denilebilir.
İstenirse "ya" harfi "elif"e de ibdal edilerek "ya
kavma" da denilebilir. "ya eyyuhe'l-kavmu" anlamında "ya
kavmu" da denilebilir. Eğer bu kelime nekire olarak kullanılırsa, üstün ve
tenvinli "ya kavmen" şeklinde kullanılır. Tekili - başka bir kökten
olmak üzere - "imruun" şeklinde gelir. Çoğulu: "akvam",
çoğulun çoğulu ise "ekavim" diye gelir.
Burada Hz. Müsa'nın
kavminden kasıt buzağıya tapanlardır. Onun kavmine bu şekilde hitap etmesi
Allah tarafından ona verilen bir emir üzerine olmuştur.
"Gerçekten siz
buzağıyı (ilah) edinmekle nef"ıslerinize zulmettiniz." Burada Yüce
Allah, "nefislerinize" buyruğunda cem-i kıllet kullanarak, cem-i
kesret olan: "nüfus" kelimesini kullanmamıştır. Bu iki çeşit çoğul,
birbirlerinin yerine kullanılabilir. Nitekim Yüce Allah: "(...)
(el-Bakara, 228); "orada canların istediği şeyler de vardır" diye
buyurmaktadır.' (Birinci örnekte cem-i kıllet gelmesi gerekirken cem-i kesret
getirilmiştir. İkinci örnekte de durum aksinedir. - çeviren -) Sonuçta zararı
kendisine dokunan bir iş yapan herkese: "Sen kendine kötülük ettin"
denilir.
Zulüm asıl itibariyle
birşeyi konulması gereken asıl yerinden bir başka yere koymak demektir. Kimisi
şöyle demiştir: Her insanın "buzağı"sı onun kendi nefsidir. Her kim bu
buzağıyı bir kenara iter, onun maksadına muhalefet ederse, buzağının zulmünden
uzak kalmış olur. Doğrusu ise burada gerçek anlamıyla "bir buzağı"nın
kastedildiğidir. Onlar Kur'an-ı Kerim'in beyan ettiği şekilde bu buzağıya
tapınmışlardı.
"Sizi yaradana
tevbe edin." Hz. Musa, kavmine sizi yaratana tevbe edin deyince, onlar:
Nasıl tevbe edelim? diye sormuşlar, bunun üzerine o: "Nefislerinizi
öldürün" diye cevap vermişti.
Kimi meani bilginleri
bunu şöyle açıklamışlardır: Siz itaatlerle, nefislerinizi zelil edip onlara
boyun eğdiriniz ve şehvet ve arzularından alıkoyunuz. Ancak doğrusu burada
gerçek anlamıyla bir öldürmenin kastedildiğidir. Öldürmek ise, canlılık
alametini ortadan kaldırmaktır. Şarabın sertliğini su ile kırmayı ifade etmeyi
ifade etmek üzere (Araplar): Şarabı öldürdüm, derler. Süfyan b. Uyeyne der ki:
Tevbe, şanı Yüce Allah'ın bütün ümmetler arasında yalnızca bu ümmete ihsan
etmiş olduğu Allah'ın ni'metlerindendir. İsrailoğullarının tevbesinin kabulü
ise öldürmek suretiyle gerçekleşmiş idi. Müfessirler, buzağıya tapan her bir
kimseye kendi eliyle kendisini öldürmekle emrolunmadığı hususu üzerinde görüş
birliği etmişlerdir. ez-Zührı der ki: Onlara: "Sizi yaradana tevbe edin,
nefislerinizi öldürün" diye buyurulunca iki saf halinde dizildiler ve
birbirlerini öldürmeye başladılar. Onlara: Artık bırakınız, denilinceye kadar
bu işi sürdürdüler. Bu ise öldürülen için bir şehadet, hayatta kalan için ise
tevbenin kabulünü ifade ediyordu. Bu hususa dair açıklamalar daha önceden
geçmiş bulunuyordu. Kimi müfessirler şöyle demişlerdir: Allah, onları bir
karanlık içerisine bıraktı ve onlar da bu işi yaptılar. Bir diğer görüşe göre:
Buzağıya tapanlar bir saf halinde durdular ve buzağıya tapmayanlar kılıçlarıyla
onlara hücum edip onları öldürdüler. Bir diğer açıklamaya göre, Hz. Musa ile
birlikte bulunan yetmiş kişi -buzağıya tapmadıklarından dolayı- kalktılar ve
buzağıya tapanları öldürdüler.
Rivayet edildiğine göre
Yuşa' b. Nun, ayaklarını dikmiş bir şekilde oturmuş oldukları halde onların
yanlarına çıktı ve: Bu oturuşunu bozan yahut kendisini öldürecek olana bakan
veya eliyle ya da ayağıyla kendisini korumaya çalışan mel'undur, dedi.
Öldürülenlerden hiçbir kişi bu oturuşunu bozmadı ve kişi hemen yakınında
bulunanı öldürmekle işe başladı. Bunu en-Nehhas ve başkaları zikretmiştir.
Birinci görüşe göre
buzağıya tapanların kendilerini öldürmeleri ile cezalandırılma sebebi, buzağıya
tapanların tapmaları esnasında münkeri değiştirmeyip bir kenara çekilmeleridir.
Halbuki onlara düşen görev buzağıya tapanlarla çarpışmak ve savaşmak idi. İşte
münker kulları arasında yayılıp da herhangi bir şekilde değiştirilmeyecek
olursa, herkesin cezaya çarptırılması Allah'ın bir sünnetidir. Cerir (b.
Abdullah el-Beceli) şöyle rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bir
topluluk arasında masiyetler işlenir de o topluluk güçlü ve onlara karşı
kendilerini koruyabilecek durumda oldukları halde herhangi bir şekilde
(münkeri) değiştirmez iseler, mutlaka ALLAH, onların hepsini kuşatacak bir ceza
gönderir." Bunu İbn Mace Sünen'inde rivayet etmiştir. Bu hususa dair
açıklamalar da inşaallah ileride gelecektir. Öldürme işi alabildiğine yayılıp
çoğalınca, öldürülenlerin sayısı da yetmiş bini bulunca, Allah onları affetti.
Bu İbn Abbas ve Ali (r.a.)'ın görüşüdür. Yüce Allah'ın öldürme cezasını sona
erdirmesinin sebebi kendilerini öldürmek hususunda bütün gayretlerini ortaya
koymalarıdır. Gerçekten de şanı Yüce Allah'ın bu ümmete İslam ni'metinden sonra
tevbe etmekten daha üstün verdiği bir ni'met yoktur.
Katade
"Nefislerinizi öldürün" buyruğunu, nefislerinizi geri çevirin,
durumunu değiştirin anlamına gelecek şekilde (...) şeklinde okumuştur. Yani
öldürmek suretiyle bu tökezlemesinden nefislerinizi kurtarın demektir.
Burada
"yaradan" diye meali verilen el-Bari' kelimesi (yaratıcı demek olan)
halik anlamına olmakla birlikte, aralarında bir fark vardır. Şöyle ki: Bari',
yoktan var eden ve meydana getiren demektir. Halik ise bir durumdan bir başka
duruma takdir eden ve aktaran demektir. el-Beriyye, yaratıklar, mahlukat
demektir. Ebu Amr (...): Sizi yaratan" kelimesini (...) şeklinde sakin
hemze ile okumuştur. Ancak nahivciler böyle bir okuyuş hakkında ihtilafa
düşmüşlerdir. Kimi nahivciler vasıl halinde damme ve ötreyi sükun şeklinde okur
ve bunu yalnızca şiirde yapar. Ebu'l Abbas el-Müberred der ki: İ'rab harfinde
peşpeşe harekelerin gelmesiyle birlikte sakin okumak ne günlük konuşmada ne de
şiirde mümkün değildir. O bakımdan Ebu Amr'ın bu şekildeki bir okuyuşu da bir
lahn (yanlışlık)tır. en-Nehhas ve başkaları da şöyle demiştir: Eski ve önder
nahivciler bunu caiz kabul etmiş ve buna dair çeşitli Arap şairlerinden
örnekler göstermişlerdir:
"Onlar ed-Devv
(Mekke ile Medine arası keybolma ihtimali yüksek bir yer) denilen yerde eğrilip
saptılar mı, doğrul ey arkadaş, derim; Denizde yüzen gemiler(iandıran)
kafilerle (onları yoldan sapmaktan korurum)" İmriu'l-Kays da der ki:
"Artık bu gün içebilirim, Allah'a karşı bir günah işlemem de sözkonusu
değil; Arkadaşlarım yanına davetsizce katılmam olan da söz edilemez."
Bir başkası şöyle demektedir:
"Selma'cık bize sevik alıver, dedi."
Bir başkası da şöyle
demektedir: "Gittin ayaklarında onlarla birlikte; Şeyin ise kuşandığın
peştemalden açıkça görünüyordu."
İ'rab olması gereken
harfin sakin okunuşu kabul etmeyenler, i'raba alamet olan yerde bunun mümkün
olamayacağını delil gösterirler. Ebu Ali elFarisi der ki: Harekelerin arka
arkaya gelmesi halinde mebni kelimenin bina dolayısıyla gelen harekesinin sakin
de okunmasının caiz olduğu hususunda Nahivciler arasında görüş ayrılığı yoktur.
Bari' kelimesi aslında
birşeyin birşeyden ayrılması demektir. Bütün yaratıklar yokluktan ayrılıp
varlığa çıkarıldıklarından dolayı bu ismi almışlardır. Hastalıktan iyileşmek
anlamına gelen (Hicazlıların söyleyişi ile) "ber'" de buradan
gelmektedir. Hicazılıarın dışındakiler ise bu mastarı "bur'" şeklinde
kullanırlar. Borçtan ibra ve kusurlardan beri olmak da bu kökten gelmektedir.
Kadından beri olmak ve ortağından ibra olmak için de bu kökten gelen kelimeler
kullanılır.
"Nihayet tevbenizi
kabul etti" buyruğunda takdir! ifade şöyledir: Siz size emrolunanı
yaptınız ve "nihayet O da tevbenizi kabul etti"; yani sizden geri
kalanların kusurlarını bağışladı, affetti. "Gerçekten O tevvabdır,
rahimdir tevbeleri kabul edendir, merhameti pek çok olandır. Buna dair açıklamalar
daha önceden (37. ayet açık.) geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN