ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

43

 

وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ

 

43. Namazı dosdoğru kılınız, zekatı veriniz ve rüku' edenlerle siz de rüku' ediniz.

 

Buyruğuna dair açıklamalarımızı otuzdört başlık halinde sunacağız:

 

1- Namaz Kılmak Emri:

2- Zekat Emri:

3- Zekat Kelimesinin Sözlük Anlamı:

4- Bu Buyrukta "Zekat"dan Kasıt:

5- Rüku:

6- Neden Özellikle Rüku

7- Şeriate Uygun Rüku' Şekli:

8- Rüku'un Farz Oluşu:

9- Yalnızca Alnı veya Burnu Koyarak Secde Etmek:

10- Çıplak Alınla Secde:

11- Yeterli Olan Rüku' ve Sücud:

12- Rüku' Edenlerle Birlikte Olmak Gereği ve Cemaatle Namaz:

13- Fazilet Cemaatten Dolayı mıdır, Camiden Dolayı mıdır?:

14- Cemaatler Arasında Fazilet Farkı:

15- Cemaatle Namaz Kılmış Bir Kimsenin Namazını iadesi:

16- imamlığa Öncelikle Kimler Layıktır?:

17- imam Olmaları Caiz Olanlar ve Olmayanlar:

18- Kör, Topal Çolak vs. 'nin imam Olması:

19- Veled-i Zinanın imam Olması:

20- Kölenin imam Olması:

21- Kadının imam Olması:

22- Yahudi ve Hıristiyanın imam Olması:

23- Mu 'tezile, Cehmiyye ve Benzerlerinin imamlığı:

24- Zinakar, içkici ve Benzeri Fasıkların imamlığı:

25- imama Uyan Kimsenin Dikkat Etmesi Gereken Hususlar:

26- Yanılarak imamdan Ayrı Hareket Eden:

27- İftitah Tekbiriyle Selamda imamdan Farklı Hareket:

28- Safların Düzgünlüğü:

29- Namazda Oturuş Şekli:

30- Oturuşta Ellerin Vaziyeti:

31- Kadının Namazda Oturuş Şekli:

32- İk'a Denilen Oturuş Şekli:

33- Namaz'ın Sonunda Selam Vermek:

34- Teşehhüd:

 

1- Namaz Kılmak Emri:

 

"Namazı dosdoğru kılınız." Bu emir vücüb (farziyet) ifade eder. Bu konuda görüş ayrılığı yoktur. Namazı dosdoğru kılmanın anlamı namaz (anlamını ifade eden salat) kelimesinin nerden türediği ve buna dair genel hükümler hakkındaki açıklamalar önceden yapılmıştır.  Allah'a hamdolsun.

 

2- Zekat Emri:

 

"Zekatı veriniz." Buyruğu da vücüb ifade eden bir emirdir. (Arapçada hemzeli olarak) ıta kelimesi ile (ayn harfi ile) i'ta aynı anlamdadır. Yüce Allah (birinci kökten gelen kelimeyi kullanarak) şöyle buyurmaktadır: "Eğer bize lütfundan verirse andolsun ki sadaka vereceğiz.'' (et-Tevbe, 75) Eğer bu kelimenin hemzesi uzatılmadan söylenirse, gelmek anlamındadır. Eğer bu geliş, karşılamak anlamını ifade ediyorsa, o takdirde uzatılır. Şu hadis-i şerif te olduğu gibi: "Resulullah (s.a.v.)'ın yanına gidecek ve ona haber vereceğim." Bu hadis daha sonra gelecektir.

 

3- Zekat Kelimesinin Sözlük Anlamı:

 

Bu kelime, artıp çoğalan birşey hakkında kullanılan "zeka"dan alınmıştır.

Nitekim artıp çoğalan mal ve ekin hakkında bu kelime kullanıldığı gibi, çokça hayır yapan kimseler hakkında da bu kökten gelen "zek!" kelimesi kullanılır. Malı eksilttiği halde maldan çıkartılan zekata bu adın veriliş sebebi ise, o malın bereket ile artması yahut zekat verenin aldığı sevap ve ecir ile çoğalması açısındandır. Tek olan bir şeye ilave ederek onun çift olmasını ifade etmek için de "zeka'l-ferd" denilir. Nitekim şair şöyle demiştir: "Dörtten aşağı, tek yahut da çift idiler, Eski elbise giymediler ama insanların kısmetleri alabildiğine yükseliyordu."

 

Zekatın kökünün güzel övgü anlamında olduğu da söylenmiştir. "Hakim şahidi tezkiye etti" ifadesi buradan gelmektedir. Sanki zekatını çıkartıp veren kimse kendisinin güzel bir şekilde övülmesini temin etmiş gibidir. Şöyle de denilmiştir: Zekat, arındırmak ve temizlemek kökünden alınmıştır. Nitekim: "Filan kişi tezkiye oldu" tabiri tenkid kirliliğinden ve gafil bırakılmaktan temizlendi anlamındadır. Buna göre, malının zekatını veren bir kimse, o malında Allah'ın yoksullar için tayin etmiş olduğu hakkı çıkartarak sorumluluktan arındırılıyor gibidir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) da verilen Zekatlara "insanların kirlilikleri" adını vermiştir. Yüce Allah da şöyle buyurmuştur: "Onların mallarından bir sadaka al ki bununla kendilerini temizlemiş, onları arındırmış olasın." (et-Tevbe, 103)

 

4- Bu Buyrukta "Zekat"dan Kasıt:

 

Bu ayet-i kerimede "zekat" ile neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler vardır. Farz olan zekatın kastedildiği söylenmiştir. Çünkü namaz ile birlikte sözkonusu edilmektedir. Bir diğer görüşe göre ise, buradaki zekattan kasıt fıtır sadakasıdır. Bunu İbnu'l-Kasım'ın sema yoluyla nakline göre Malik söylemiştir.

 

Derim ki: İlim adamlarının çoğunun görüşü olan birincisine göre zekat Kitab'da (Kur'an-ı Kerim'de) mücmel bir terimdir. Bunu Peygamber (s.a.v.) açıklamıştır. Hadis imamlarının rivayetine göre Ebu Said el-Hudri, Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Beş vesk'i bulmadığı sürece tahıllarda ve hurmada zekat yoktur. Beş'i bulmadıkça develerde zekat yoktur. Beş ukiyye'yi bulmadıkça da (gümüşte) sadaka yoktur"

Buhari: "Beş gümüş ukiyye" demektedir.

 

Yine Buhari'nin İbn Ömer'den rivayetine göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Semadan (yağmur ile) ve pınarlarla sulanan yahut da biriken yağmur sularıyla sulananlarda onda bir (öşür zekat) vardır. Kuyu suyu ile sulananlarda ise öşrün yarısı (yirmi de bir zekat) vardır." 

 

Buna dair açıklamalar inşaallah En'am Suresi'nde gelecektir. Tevbe Suresi'nde ise ayni mallar ile davarların zekatına dair açıklamalarda bulunulacaktır. Zekata tabi olmayan mallara dair açıklamalar ise Yüce Allah'ın: "Onların mallarından birsadaka al ki ... "(et-Tevbe, 103) buyruğuna dair açıklamalar arasında gelecektir. Fıtır sadakası hakkında ise İmam Malik'in bu ayet-i kerimeyi te'vilinden başka Kitapta bir nas yoktur. Ayrıca Yüce Allah'ın:

 

"Andolsun iyice temizlenen (tezekki eden) Rabbinin adını anıp namaz kılan" kimse felah bulmuştur." (el-A'la, 14-15) buyruğunu açıklarken müfessirler fıtır sadakasından söz ederler. Ben ise fıtır sadakasından bu surede yer alan oruç ayetlerine dair açıklamalarda bulunurken söz etmeyi uygun gördüm. Çünkü Resulullah (s.a.v.) fıtır sadakasını Ramazanda emretmiştir. Buna dair hadis gelecektir. Bu hadis ile Hz. Peygamber fıtır sadakasını Ramazana izafe etmiş olmaktadır.

 

5- Rüku:

 

"Ve rüku' edenlerle siz de rüku' ediniz." Buyruğunda geçen rüku', sözlükte, alçalarak eğilmek demektir. Bükülmüş herşey rüku' edicidir.

 

Lebid der ki: "Zayıf olana düşmanlık etme, olur ki sen Bir gün düşersin makamından, zaman ise onu yükseltivermiş olur."

 

6- Neden Özellikle Rüku

 

Özellikle neden rükuün sözkonusu edildiğinde farklı görüşler vardır. Kimisi rüku' namazın rükünlerinden biri olduğu için, namazı ifade etmek üzere kullanılmıştır, demektedir.

 

Ancak bu sadece rükua has bir özellik değildir. Çünkü şer'ı buyruklarda kıraat lafzı da namazı anlatmak üzere kullanılmış, sücud da tamamiyle rek'ati ifade etmek üzere kullanılmıştır. Kur'an-ı Kerim'de de: ''Kur'anu'l-fecr" (el-İsra, 78) buyruğu ile sabah namazı kasdedilmiştir. Peygamber (s.a.v.) da: "Namazdan tek bir secdeye yetişen namazı yetişmiş olur" diye buyurmaktadır. Hicazlılar rek'ati anlatmak üzere secde tabirini kullanırlar.

 

Bu ayet-i kerimede, özellikle rükuun sözkonusu edilmesi ile ilgili olarak şöyle bir açıklama da yapılmıştır: Çünkü İsrailoğullarının kıldıkları namazda rüku' yoktur. Bir başka görüşe göre cahiliyye döneminde en ağır gelen bu idi. O kadar ki İslam'a girenlerden birisi -sanırım İmran b. Husayn'dır- Peygamber (s.a.v.)'e: Ben, ancak (ruku'dan) ayağa kalkmış iken secdeye kapanacağım, demiştir. Bunun bir anlamı da rüku'a varmayacağım demektir. Ancak İslam onun kalbine iyice yer edip kalbi buna bütünüyle yatınca kendisine emrolunan rüku'u da gereği gibi yerine getirdi.

 

7- Şeriate Uygun Rüku' Şekli:

 

Şeriate uygun rüku' şekli, kişinin belini eğmesi, sırtını ve boynunu uzatması, elinin parmak aralarını açması ve iki diz kapağını elleriyle yakalaması, ondan sonra azası yerli yerine gelecek şekilde rüku' ederek üç defa "sübhane rabbiyelazim" demesidir. Bu rüküun asgari miktarıdır. Müslim'in rivayetine göre Hz. Aişe şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.v.) namaza tekbir ile başlar, Kur'an okumasına da "elhamdülillahi rabbilalemin" ile başlardı. Rüküa vardığı vakit başını yukarıya kaldırmadığı gibi aşağıya da büsbütün eğmezdi. İkisinin arasında tutardı."

 

Buhari'nin rivayetine göre de Ebü Humeyd es-Saidi şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.)'ı şu şekilde yapar gördüm: Tekbir aldığında ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırır, rükua vardığında ellerini diz kapaklarına iyice yerleştirir, ondan sonra da sırtını yere doğru eğerdi ... "

 

8- Rüku'un Farz Oluşu:

 

Rüku, Kur'an ve Sünnetteki buyruklar gereği farzdır. Sücud da böyledir.

Çünkü Yüce Allah, Hac Süresi'nin sonunda ''....rüku' edin ve secde edin "(el-Hac, 77) diye buyurmuştur. Sünnet-i Seniyye de rükü' ve sücüdda da tuma'nineyi (bütün azaların yerli yerince gelmesini) ve bunların arasını ayırmayı ayrıca ilave etmiştir. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş ve rükü'un niteliğini de az önce açıklamış bulunuyoruz.

Sücüda gelince, bu da Ebü Humeyd es-Saidi tarafından rivayet edilen hadis-i şerifte şöylece açıklanmıştır: Peygamber (s.a.v.) secdeye vardığında alnını, burnunu yere iyice yerleştirir, kollarını yanlarından uzaklaştırır, avuçlarını omuzlarının hizasına koyardı. Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş ve: Hasen, sahih bir hadistir, demiştir. 

 

Müslim'in rivayetine göre de Enes (r.a) şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sücüdda i'tidal üzere olunuz. Sizden herhangi bir kimse köpeğin (ayaklarını) yere sermesi gibi kollarını yere sermesin." 

 

el-Bera' b. Azib'den gelen rivayete göre de Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Secde ettiğin vakit avuçlarını yere koy ve buna karşılık dirseklerini kaldır." 

Peygamber (s.a.v.)'ın hanımı Hz. Meymune'den de şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.) secdeye vardığında arkasından koltuk altlarının beyazlığı görününceye kadar kollarını uzaklaştırır, oturduğunda da sol baldırı üzerinde rahatça otururdu.

 

9- Yalnızca Alnı veya Burnu Koyarak Secde Etmek:

 

Secde esnasında yalnızca alnını koyup burnunu koymayan veya sadece burnunu yere koyup alnını yere koymayan kişinin durumu hakkında, ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İmam Malik der ki: Kişi alnı ve burnu üzere secde eder. es-Sevri ve Ahmed de bu görüştedir. en-Nehai'nin görüşü de budur. Ahmed der ki: Bunlardan herhangi birisini koyup ötekini koymaksızın secde yapmak yeterli değildir. Ebü Hayseme ve İbn Ebi Şeybe de bu görüştedir. İshak der ki: Ötekini koymaksızın bunlardan birisini koyup secde eden kimsenin namazı fasiddir. el-Evzai ve Said b. Abdülaziz de böyle der; ayrıca İbn Abbas'tan, Said b. Cübeyr'den, İkrime'den, Abdurrahman b. Ebi Leyla'dan, evet bunların hepsinden burun üzere secde etmeyi emrettikleri rivayet edilmiştir.

 

Bir grup da şöyle demiştir: Burnunu yere koymaksızın sadece alnı üzere secde etmek yeterlidir. Bu ise, Ata, Tavüs, İkrime, İbn Sirin ve Hasan-ı Basri'nin görüşüdür. Şafii, Ebü Sevr, Ya'kub ve Muhammed de bu görüştedir. İbnu'I-Münzir der ki: Birisi şöyle demiş: Kişi alnını yere koyup burnunu koymaması, yahut burnunu koyup alnını koymaması halinde kötü bir iş yapmış olur. Bununla birlikte namazı da tamamdır. Bu en-Nu'man (b. Sabit yani Ebü Hanife)'nin görüşüdür. İbnu'I-Münzir der ki: Ondan önce herhangi bir kimsenin bu görüşü ileri sürdüğünü de bilmiyorum, onun bu görüşünü sonradan gelen birisinin kabul ettiğini de bilmiyorum.

 

Derim ki: Secdede doğru ve sahih olan alnı ve burnu birlikte koymaktır.

Az önce geçen Ebü Humeyd'den gelen hadis bunu gerektirir. Ayrıca Buhari'nin rivayetine göre, İbn Abbas şöyle demiş: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Ben yedi kemik üzere secde etmekle emrolundum. Alın -ve bu arada eliyle burnunu işaret etti- iki el, iki diz kapağı, parmak uçları. Diğer taraftan elbise ve saçı (rükü' ve sücud esnasında ellerimizle) toplamayız." 

 

Bütün bunlar namazın mücmel durumlarını açıklayan ifadelerdir. O halde başka türlü bir görüş sözkonusu olamaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

İmam Malik'ten ayrıca rivayet edildiğine göre, o da Ata ve Şafii'nin görüşü gibi burnunu koymaksızın alnı üzerinde secde etmenin yeterli olduğu görüşü nakledilmiştir. Ancak bizce tercih edilen görüşü birincisidir. Ve Malik'e göre de alnı üzere secde etmeyecek olursa secdesi yeterli değildir.

 

10- Çıplak Alınla Secde:

 

Sarığın bir bölümü üzerinde secde etmek mekruhtur. Şayet diz kapaklarını ve ayaklarını örten elbise gibi bir ya da iki kat olursa bunda bir mahzur yoktur, Bununla birlikte efdal olan doğrudan yere veya üzerinde secde ettiği şeye alnını değdirmektir. Şayet kendisine rahatsızlık verecek herhangi bir şey varsa, namaza başlamadan önce ortadan kaldırır. Bunu yapmayacak olursa (secde edeceği vakit) sadece bir defa eliyle düzeltir. Müslim'in Muaykib'den rivayetine göre Resulullah (s.a.v.) secde ettiği yerdeki toprakları düzelten bir adam hakkında şöyle buyurmuştur: "Eğer bu işi yapacaksan yalnız bir defa yap."

 

Enes b. Malik'ten de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v.) ile birlikte aşırı sıcak olduğu sıralarda namaz kılardık. Bizden herhangi bir kimse için alnını yere koymaya imkan olmazsa elbisesini yayar ve onun üzerine secde ederdi.

 

11- Yeterli Olan Rüku' ve Sücud:

 

Yüce Rabbimiz: ''rüku' ediniz ve secde ediniz" (el-Hac, 77) diye buyurduğundan dolayı, mezhebimize mensup kimi ilim adamı ve başkaları şöyle demiştir: Bu konuda kendisine rüku' ve sücud denilecek kadarı yeterlidir. Kıyamda da durum böyledir. Bunun için ayrıca tuma'nine (diye bilinen rüku', sücud ve kıyam hallerinde azaların yerli yerince oturması)nı şart koşmamışlardır. Onlar bu hususta ismin hakkında kullanılabileceği asgari miktar ile yetinmişlerdir. Sanki namazın olmayacağına dair sabit olmuş hadisleri işitmemiş gibidirler. İbn Abdi'l-Berr der ki: Rükuu esnasında durması, secdesi ve oturması esnasında tam mutedil olmadıkça (azaları yerli yerine oturmadıkça) hiçbir rüku', sücud, rüku'dan sonra ayakta durmak ve iki secde arasında oturmak asla yeterli gelmez. Konu ile ilgili rivayetlerde sahih olan görüş bu olduğu gibi, ilim adamlarının çoğunluğu da bu kanaattedir, re'y ehlinin görüşleri de bu doğrultudadır. İbn Vehb ve Ebu Mus'ab'ın İmam Malik'ten rivayeti de bu yöndedir. Kadı Ebu Bekr İbnu'l-Arabi der ki: İbnu'l-Kasım'dan ve başkalarından hareketleri birbirinden ayırmanın vücubu, fakat tuma'ninenin"sözkonusu olmadığına dair pek çok rivayet gelmiştir. Ancak o, bu konuda çok büyük bir şekilde yanılmıştır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) tuma'nineyi yapmış, yapılmasını emretmiş ve öğretmiştir. Şayet İbnu'l-Kasım'ın bu hususta konu ile ilgili rivayetlere muttali olmadığından dolayı mazur görülmesi mümkün ise de bizzat sizin bu konuda bilgi sahibi olmanızı sağlayacak rivayetler, size ulaştıktan ve buna dair size karşı deliller ortaya konulduktan sonra mazur görülmeniz mümkün olamaz.

 

Nesai, Darakutni ve Ali b. Abdülaziz, Rifaa b. Rafi'den şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Resulullah (s.a.v.)'nın yanında oturuyor idim. O esnada yanına bir adam geldi, mescide girip namaz kıldı. Namazını bitirdikten sonra Resulullah (s.a.v.)'e ve huzurunda bulunanlara selam verdi. Resululullah (s.a.v.) ona: "Geri dön ve namazını kıL. Çünkü sen namaz kılmadın" diye buyurdu. Adam, namaz kılmaya başladı. Biz de onun ne şekilde namaz kıldığını gözetliyorduk. Hz. Peygamber'in o namazının neresini kusurlu bulduğunu bilmiyorduk. Geri dönünce yine Peygamber efendimize ve huzurunda bulunanlara selam verdi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Ve aleykümüsselam, fakat geri dön namaz kıl, çünkü sen namaz kılmadın." dedi Hemmam (hadisin senedinde yer alan ravilerden birisi) dedi ki: Bilemiyoruz, Hz. Peygamber o adama bu şekilde iki defa mı üç defa mı emir verdi. Sonunda adam ona: Elimden geleni yapıyorum, fakat benim namazımın neresini kusurlu bulduğunu da bilemiyorum, dedi. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sizden herhangi birinizin namazının tamam ve eksiksiz olması ancak şununla mümkündür: Allah'ın kendisine emrettiği gibi iyice abdest alır, yüzünü, dirseklerine kadar ellerini yıkar, başını mesheder, topu kI arına kadar da ayaklarını (yıkar), sonra Yüce Allah'ı tekbir eder O'na hamd-ü senada bulunur, sonra ümmü'l-Kur'an'ı (Fatiha'yı) ve okumasına izin verdiği ve kolayına geleni okur, sonra tekbir getirir, rükua varır, elinin ayalarını dizkapaklarının üzerine bütün eklemleri yerli yerine gelinceye (tuma'nine gerçekleşinceye) ve gevşeyinceye kadar rükü' yapar, sonra "semi'allahu limen hamideh" der ve ayakta dosdoğru durur. Her bir kemiği yerli yerince oturur, sonra tekbir getirir, secde eder ve yüzünü bütün eklemleri yerli yerince oturup gevşeyinceye kadar yüzünü -Hemmam der ki: Belki de alnını demiştir- yere iyice koyar. Sonra tekbir getirir ve makadı üzerinde dosdoğru oturur, sırtını dimdik tutar. Hz. Peygamber bitirinceye kadar dört rek'atiyle namazı bu şekilde anlattı, sonra şöyle buyurdu: Bu şekilde yapmadıkça "sizden hiçbirinizin namazı tamam olmaz."

 

Müslim tarafından rivayet edilen Ebü Hureyre'den gelen hadis de bunun gibidir. Daha önce geçmiştir.

 

Derim ki: İşte Kitab-ı Kerim'de mücmel olarak emredilen namazı, Peygamber (s.a.v.)'ın öğretmesi ve bütün insanlara tebliğ etmesi ile namazın beyanı bu şekildedir. Her kim yapılan bu beyanın sınırında durmaz ve rahman olan Allah'ın kendisine farz kıldığını ihlal eder, Peygamberinden kendisine ulaşanlara gereği gibi itaat etmez ise, Yüce Allah'ın şu buyruğunun kapsamına giren kimselerden olur: "Bunlardan sonra namazı terkeden, nefsi arzularına uyan kötü bir kavim geldi. ), (Meryem, 59) Bu hususa dair açıklamalar da Yüce Allah'ın izniyle orada gelecektir.

 

Buhari'nin rivayetine göre de Zeyd b. Vehb şöyle demiştir: Huzeyfe, rüku' ve sücudunu tam yapmayan bir adam gördü. Ona şöyle dedi: Sen namaz kılmadın, bu halinIe ölecek olursan Yüce Allah'ın Muhammed (s.a.v.)'ı üzerinde halkettiği fıtrattan başka bir fıtrat üzere ölürsün.

 

12- Rüku' Edenlerle Birlikte Olmak Gereği ve Cemaatle Namaz:

 

Yüce Allah'ın "rükü' edenlerle birlikte" buyruğu birlikte olmayı, bir arada bulunmayı gerektirir. Bu bakımdan Kur'an tefsiri ile uğraşan bir grup ilim adamı şöyle demiştir: Önceleri namaz kılmak emri, cemaatle birlikte kılmayı gerektirmiyordu. Yüce Allah "birlikte" buyruğu ile cemaate katılmayı emretmiştir. Cemaate katılarak namaz kılma hususunda ilim adamlarının iki ayrı görüşü vardır. Çoğunluğun (cumhurun) kabul ettiği görüş, bunun müekked bir sünnet olduğu ve özürsüz olarak cemaatten uzak kalmayı alışkanlık haline getiren kimsenin cezalandırılması gerektiğidir. Bazı ilim adamları da cemaatle namaz kılmanın farz-ı kifaye olduğunu kabul etmiştir. İbn Abdi'l-Berr der ki: Bu doğru bir görüştür. Çünkü bütün mescidlerde cemaatle namaz kılmama kararı üzerinde birleşilmesi caiz değildir. Bir mescidde cemaatle namaz kılındığı takdirde tek başına evinde namaz kılanın, kıldığı namazı caizdir. Çünkü Peygamber efendimiz şöyle buyrumuştur: "Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmiyedi derece daha üstündür.'' Bu hadisi Müslim İbn Ömer'den rivayet etmiştir.

 

Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre de Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cemaatle namaz kılmak, sizden birinizin tek başına namaz kılmasından yirmibeş kat daha üstündür."

 

Davud (ez-Zahiri) der ki: Cemaatle namaz kılmak her bir kimse için tıpkı cuma namazında olduğu gibi bir farzdır. Buna delil olarak da Hz. Peygamber'in: "Mescide komşu olanın mescidin dışında kılacağı namaz olmaz." (Darakutni, l, 420)

 

Bunu Ebu Davud rivayet etmiş ve Ebü Muhammed Abdülhak sahih olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda bu, Ata b. Ebi Rebah'ın, Ahmed b. Hanbel'in ve Ebü Sevr ile başkalarının da görüşüdür.

 

İmam Şafii der ki: Cemaate katılma gücüne sahip olan kimsenin özrü olmadıkça cemaate gitmeyi terketmesinde bir ruhsat görmüyorum. Şafii'nin bu görüşünü İbnü'l-Münzir nakletmektedir.

 

Müslim de Ebü Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Gözleri görmeyen bir adam, Peygamber (s.a.v.)'e gelip: Ey Allah'ın Resulü, beni mescide getirecek, elimden tutup yol gösterecek kimsem yoktur, dedi ve Resulullah (s.a.v.)'dan evinde namaz kılmak üzere izin vermesini istedi. Hz. Peygamber ona bu konuda ruhsat verdi. Adam geri dönüp gidince Hz. Peygamber onu çağırıp şöyle dedi: "Sen namaz için okunan ezanı duyuyor musun?" Adam evet deyince Hz. Peygamber: "O halde o çağrıya karşılık ver" dedi.

 

Ebu Davud da bu hadis-i şerifi kaydederken Hz. Peygamber'in: "Senin için bir ruhsat göremiyorum" dediğini kaydetmekte ve bu hadisi İbn Umm Mektum'dan rivayet etmekte, bu müsaadeyi isteyenin de o olduğunu beyan etmektedir.

 

İbn Abbas (r.anhuma)'dan da şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Her kim ezanı işitir'se (cemaate) gelmesini engelleyecek bir özrü yoksa ... " -Ashab-ı kiram: Özür nedir diye sorunca, Hz. Peygamber: "Korku veya hastalık" cevabını verir- " ... onun (tek başına) kıldığı namazı kabul olunmaz." Ebü Muhammed Abdulhak der ki: Bu hadisi Mağra elAbdi rivayet etmektedir. Doğrusu ise, bunun İbn Abbas'a kadar ulaşan mevkuf bir hadis olduğudur ve şöyledir: "Her kim ezanı işitir de (cemaatle namaza) gelmezse onun namazı olmaz." Bununla birlikte Kasım b. Esbağ bunu kitabında zikrederek şöyle demiştir: Bize Kadı İsmail b. İshak anlattı, bize Süleyman b. Harb anlattı, bize Şu'be, Habib b. Ebu Sabit'ten, o Said b. Cübeyr'den, o İbn Abbas'tan rivayetle dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

 

"Her kim ezanı işitir de -özrü olmaksızın- gelmezse namazı olmaz." Sıhhat bakımından bu senede diyecek yoktur. Çünkü Ebü İshak, Mağra el-Abdi'den, rivayette bulunmuştur.

İbn Mes'ud da der ki: Bizim gördüğümüz şu ki; namazdan münafıklığı bilinen münafıklardan başkası geri kalmıyordu. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Bizimle münafıklar arasındaki fark, yatsı ve sabah namazını cemaatle kılmaktır. Münafıklar ise bu iki namaza gelip katılamazlar."

 

İbnu'I-Münzir der ki: Bizler Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından birden çok kimseden şöyle dediğini rivayet etmişizdir: "Her kim ezanı işitir de herhangi bir özrü olmaksızın cemaate gelmezse onun namazı olmaz.'' Bunu rivayet edenler arasında, İbn Mes'ud ve Ebü Musa el-Eş'ari de vardır. Ayrıca Ebu Davud'un rıvayetine göre, Ebü Hureyre şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Genç (sahabi)lerime emir vereyim, bana demet demet odun toplasınlar, sonra bir mazaretleri olmaksızın evlerinde namaz kılanların yanlarına gideyim ve onların başlarına evlerini yakayım diye içimden geçirdim," İşte bu, cemaatle namaz kılmayı farz kabul edenlerin ileri sürdükleri delildir.

 

Bunlar zahirleri itibariyle vücub (farziyet) ifade ederler, Ancak cumhur bunları cemaatle namazlara katılma emrini te'kid edici ifadelerdir, diye yorumlamışlardır, Bu yorumlarına delil olarak da İbn Ömer ve Ebü Hureyre'nin (cemaatin faziletine dair az önce geçen) hadislerini göstermişlerdir. Ashabı kiramın konu ile ilgili söyledikleri sözleri ve hadis-i şerifte geçen "namazı olmaz" şeklindeki ifadeleri de mükemmellik ve fazilet ifade edecek şekilde yorumlamışlardır. Nitekim Hz, Peygamber'in İbn Umm Mektum'a söylediği:

"O halde çağrıya cevap ver (yani cemaatle namaza katıl) emrini de mendupluk ifade edecek şekilde yorumlamışlardır." Hz. Peygamber'in: " ... diye içimden geçirdim" hadis-i şerifi kesin vücuba delil değildir. Çünkü böyle birşeyi içinden geçirmiş fakat yapmamıştır. O bakımdan bu hadisi cemaatten ve Cuma namazından geri kalıp katılmayan münafıklara bir tehdit şeklinde anlamak gerekir.

 

Nitekim bu hususu Müslim'in Abdullah'tan yaptığı şu rivayet de açıklamaktadır: "Yarın Allah'ın huzuruna müslüman olarak çıkmayı arzu eden bir kimse şu namazlara ezan okunan yerde devam etmeye dikkat göstersin, korusun. Çünkü Allah, sizin Peygamberinize -salat ve selam ona- Hüda sünnetlerini teşri' buyurmuştur. Ve şüphesiz bunlar (namazların cemaatle kılınması) hüda sünnetlerindendir. Eğer sizler cemaatten geri kalıp namazını evinde kılan bu kimsenin yaptığı gibi namazlarınızı evlerinizde kılacak olursanız, Peygamberinizin -selat ve selam ona- sünnetini terketmiş olursunuz. Peygamberinizin -selat ve selam ona- sünnetini terkettiğiniz takdirde de elbette saparsınız. Eğer ki bir kimse güzel bir şekilde abdest alır, sonra bu mescidlerden birisine gelir ise şüphesiz Yüce Allah onun attığı her bir adım karşılığında ona bir hasene yazar. Ve o adım sayesinde, onu bir derece yükseltir ve o adımın mukabilinde onun bir günahını siler. Ben bizleri (ashab-ı kiramı) şu şekilde gördüm. Cemaatle namaz kılmaktan ancak münafıklığı bilinen bir münafık geri kalırdı. Andolsun (hasta olduğundan dolayı) adam koltuklarından tutularak iki kişi tarafından sürüklene sürüklene getirildiğini ve sonunda safta durdurulduğunu görmüşümdür."

 

Böylelikle Abdullah (b. Mes'ud rivayet ettiği) bu hadis-i şerifinde açıkça şunu ifade etmektedir: Cemaatle namaz kılmak hüda sünnetlerinden bir sünnettir. Onu terketmek ise bir sapıklıktır. İşte bundan dolayı Kadı Ebu'l-Fadl İyad şöyle demiştir: Sünnetlerin zahir olanlarının terkedilmesi üzerinde ittifak olunursa, bunların ifa edilmesi için terkedenlerle savaşılıp savaşılmayacağı hususunda farklı görüşler vardır. Doğrusu böyleleriyle savaşılacağıdır. Çünkü bunların terki üzerinde anlaşmak, Sünnetleri öldürmek demektir.

 

Derim ki: Buna göre Sünnet ikame edilir ve açıkça işleniyor ise kişinin tek başına kıldığı namaz caiz ve sahihtir.

 

Müslim'in rivayetine göre de Ebu Hureyre şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kişinin cemaatle birlikte kıldığı namaz evinde veya pazarında kılacağı namazdan yirmi küsur derece daha üstündür. Şöyle ki; onlardan herhangi bir kimse güzel bir şekilde abdest alır, sonra mescide oraya gitmesini namazdan başka gerektiren bir sebep olmaksızın gider ve sadece namaz kılmak arzusunda olursa, attığı her bir adım için mutlaka onun bir derecesi yükseltilir ve bu adımı karşılığında bir günahı silinir. Mescide girinceye kadar bu böyle sürer. Mescide girdiği taktirde onu, orada tutan namaz olduğu sürece namazda demektir. Melekler de namaz kıldığı yerde kalmaya devam ettiği sürece size dua eder ve şöyle derler: Allah'un buna merhamet buyur, Allah'ım buna mağfiret buyur, Allah'ım, tevbesini kabul et. Başkasına eziyet etmediği ve orada hades yapmadığı sürece bu böyle devam eder." Ebu Hureyre'ye: Hades yapmak ne demektir diye sorulunca şu cevabı verir: Yellenir yahut osurursa ...

 

13- Fazilet Cemaatten Dolayı mıdır, Camiden Dolayı mıdır?:

 

Cemaat dolayısıyla sözkonusu edilen bu ek fazilet hakkında, nerede olursa olsun yalnız cemaatten dolayı mıdır yoksa bu fazilet ancak mescidde kılınan cemaatle namaz hakkında mıdır? Çünkü hadis-i şerifte de belirtildiği gibi, cemaatle namaz kılmak, mescide has fiillerdendir. Bu hususta ilim adamlarının iki ayrı görüşü vardır. Ancak birinci görüş daha açık ve üstündür. (Yani bu fazilet nerede olursa olsun cemaat içindir). Çünkü cemaat hükmün kendisine bağlı olarak zikredildiği niteliktir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bunun dışında mescidlere gitmek için atılan çokça adımlar, mescidlere gitme maksadı, mescidlerde durmak için sözkonusu edilen sevaplar ise; cemaatin fazileti dışında sözkonusu olan fazladan sevap ve ecirlerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

14- Cemaatler Arasında Fazilet Farkı:

 

Yine çokluk ve imamın fazileti dolayısıyla bir cemaatin diğer cemaate göre üstünlüğü olur mu hususunda da ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İmam Malik, olmaz demiştir. İbn Habib, olur demiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmştur: "Kişinin bir diğer kişiyle birlikte kıldığı namazı tek başına kıldığı namazdan daha güzeldir İki kişi ile kıldığı namaz bir diğer kişiyle kıldığı namazdan güzeldir Sayı çoğaldıkça Allah bunu daha çok sever" Bu hadisi Ubey b. Ka'b Hz. Peygamber'den rivayet etmiş, Ebü Davüd da bunu Sünen'ine almıştır Ancak senedinde leyyin (bir ravi) vardır.

 

15- Cemaatle Namaz Kılmış Bir Kimsenin Namazını iadesi:

 

Yine ilim adamlarının, cemaatle birlikte namaz kıldıktan sonra bir başka cemaatle birlikte namazını iade etmesinin sözkonusu olup olmayacağı hususunda farklı görüşleri vardır Malik, Ebü Hanife, Şafii ve mezheplerine mensup ilim adamları şöyle demiştir: Evinde tek başına yahut ailesi ile birlikte veya evinden başka bir yerde namaz kılmış bir kimse, imamla birlikte cemaatle namazını iade eder Ancak cemaatle birlikte namaz kılmış bir kimse, bu cemaati az olsa dahi, kıldığı cemaatten ister daha çok ister daha az olsun, bir başka cemaatle birlikte tekrar iade etmez.

 

Ahmed b. Hanbel, İshak b. Raheveyh ile Davüd b. Ali (ez-Zahiri) ise şöyle der: Bir cemaatle birlikte namaz kılıp da aynı namazı kılan bir başka cemaat bulan bir kimsenin dilediği takdirde bu ikinci cemaatle birlikte namazını kılması caizdir Çünkü (ikinci namazı) nafile ve sünnettir Ayrıca bu Huzeyfe b. el-Yeman, Ebü Müsa el-Eş'ari, Enes b. Malik, Sıle b. Zufer, eş-Şa'bi ve en-Nehai'den rivayet edildiği gibi, Hammad b. Zeyd ile Süleyman b. Harb da bu görüşü benimsemişlerdir

 

İmam Malik, Peygamber (s.a.v.): "Bir günde hiçbir namaz iki defa kılınmaz" hadisini delil gösterir. Kimileri de bunu " ... kılmayınız" şeklinde rivayet etmektedir. Bunu Süleyman b. Yesar, İbn Ömer'den rivayet etmiştir

 

Ahmed ve İshak ise, bu hadis-i şerifin, insanın önce farz namazı kılması sonra da ikinci bir defa farzı niyyet ederek kılması şeklinde bir anlam ifade ettiğini belirtmişlerdir. Şayet imam ile birlikte sünnet yahut tatavvu' diye kılacak olur ise, bu namazı iade etmiş olmaz. Resulullah (s.a.v.) ise cemaat ile birlikte namazı iade etmelerini emrettiği kimselere: "Bu (ikinci namaz) sizin için nafile olur" diye buyurmuştur Bu hadisi de ashab-ı kiramdan Ebü Zerr ve başkaları rivayet etmişlerdir

 

16- imamlığa Öncelikle Kimler Layıktır?:

 

Müslim'in rivayetine göre Ebü Mes'ud, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurdugunu nakletmektedir: "Bir topluluğa Allah'ın Kitabını en iyi okuyan kişi imam olur. Eğer okumaları eşit ise, sünneti en iyi bilenleri, eğer sünneti bilmekte eşit olurlarsa, öncelikle hicret etmiş olanları, eğer birlikte hicret etmiş iseler, daha önce müslüman olmuş olanları (imam olur). Kişi kişiye -ondan izin almadıkça- tasarrufu altındaki bir yerde imam olmasın ve evinde kendisine has olan kerevetine oturmasın." Hadisin bir rivayetinde "daha önce müslüman olan" ibaresi yerine "daha yaşlı olan" ifadesi yer almaktadır. Hadisi Ebü Davüd'da rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Şu'be dedi ki: Ben İsmail'e: "Kereveti"nin anlamı nedir diye sordum; o: Döşeğidir dedi. Hadisi ayrıca Tirmizı de rivayet etmiş ve: Ebü Mes'ud'dan gelen bu hadis hasen ve sahih bir hadistir, ilim ehlince bu hadise göre amel edilir, demiştir. 

 

Fukaha der ki: İmamete en layık olan kişiler, Allah'ın Kitabını en iyi okuyan, sünneti en iyi bilenlerdir. Yine derler ki: Ev sahibi, imam olmaya daha layıktır. Kimisi de şöyle demiştir: Ev sahibi bir başkasına izin verdiği takdirde onun önüne geçip namaz kıldırmakta bir mahzur yoktur. Kimisi de bunu mekruh görmüş ve şöyle demiştir: Sünnet olan, ev sahibinin namazı kıldırmasıdır. İbnü'l-Münzir der ki: el-Eş'as b. Kays'ten rivayet ettiğimize göre o bir genci imamlığa geçirmiş ve: Ben Kur'an'ı bileni öne geçiriyorum, demiştir.

Topluluğa Kur'an-ı Kerim'i en iyi bilenler imam olur, diyenler arasında İbn Sirin, es-Sevri, İshak ve re'y sahipleri de vardır. İbnu'l-Münzir der ki: Bizim kabul etiğimiz görüş de budur. Çünkü sünnete uygun olan budur.

 

Malik der ki: Topluluğa eğer hali iyi bir kimse ise, en bilgin olanları öne geçip namaz kıldırır. Bununla birlikte yaşın da bir hakkı vardır. el-Evzai der ki: En fakih olanları onlara imam olur. Şafii ve Ebü Sevr de Kur'an'ı iyi okuyan bir kimse ise en fakihleri imam olur, demişlerdir. Çünkü fakih bir kimse namazda başkasını imamlığa geçirmesi gerektiği takdirde kimin kendisinin yerine geçeceğini daha iyi bilir. Bunlar konu ile ilgili hadis-i şerifi ashabi kiram arasında en iyi Kur'an-ı Kerim okuyanın aynı zamanda en iyi fakih olduğu şeklinde açıklamışlardır. Çünkü ashab-ı kiram Kur'an-ı Kerim'i öğrenerek fıkıh elde ederlerdi. Diğer taraftan onların örflerinde çoğunlukla rastlanılan, fukahaya "kurra" adı vermeleridir. Yine bunlar Peygamber (s.a.v.)'ın vefatıyla sonuçlanan hastalığında Hz. Ebü Bekir'i imamlığa geçirmesini delil gösterirler. Buna sebep ise onun fazileti ve bilgisidir.

İshak der ki: Peygamber (s.a.v.)'ın Hz. Ebü Bekir'i imamlığa geçirmesi onun kendisinden sonra halife olacağını ifade etmek içindir. Bunu Ebü Ömer (İbn Abdi'l-Berr), et-Temhid adlı eserinde zikretmektedir.

 

Ebü Bekr el-Bezzar'ın hasen bir isnad ile rivayetine göre, Ebü Hureyre şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Yolculuğa çıktığınız zaman, en iyi Kur'an okuyanınız, size imamlık yapsın. İsterse sizin en küçüğünüz olsun. Size imamlık yaptı mı da emiriniz odur." el-Bezzar der ki: Bizler, bu hadisin Peygamber (s.a.v.)'dan Ebü Hureyre yoluyla ancak bu senediyle rivayet edildiğini biliyoruz.

 

Küçüğün imameti:

 

Derim ki: Küçüğün imameti Kur'an okuyabildiği takdirde caizdir. Buhari'de sabit olduğuna göre Amr b. Selime şöyle demiştir: İnsanların gidip geldiği bir yol üzerinde idik. Kafileler bizim yanımızdan geçiyor, biz de onlara insanların durumu nedir, bu adam neyin nesidir, diye soruyorduk. Onlar bizlere:

 

Adam, Allah'ın kendisini peygamber gönderdiğini ve kendisine şunları şunları vahyettiğini ileri sürüyor. Ben onların söyledikleri bu sözü ezberliyor idim. Adeta bu sözler kalbimde karar kılıyordu. Araplar İslam'a girmeyi erteliyor, sonucu bekliyor ve şöyle diyorlardı: Onu kavmiyle başbaşa bırakınız. Şayet onlara üstün gelirse doğru söyleyen bir peygamberdir demektir. Mekke fethedilince her bir topluluk İslam'a girmekte elini çabuk tuttu. Benim babam da gidip kavminin İslam'a girdiğini belirtti. Döndüğünde şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, gerçekten Allah'ın peygamberi olan birisinin yanından size geliyorum. O şöyle buyurdu: "Şu namazı şu vakitte kılınız. Namaz vakti geldiğinde sizden herhangi biriniz ezan okusun ve en çok hanginiz Kur'an ezberlemişse o size imam olsun." Kavmim baktılar da aralarında benden daha çok Kur'an ezberleyen kimseyi göremediler. Çünkü ben gidip gelen kafileleri karşılıyor (onların indiğini belirttikleri Kur'an'ı belliyordum). O bakımdan ben altı ya da yedi yaşlarında iken beni öne geçirdiler. üzerimde çizgili bir elbise vardı. Secdeye eğildiğimde üstüm açılırdı. Namaz kılan kadınlardan birisi şöyle dedi: Şu Kur'an okuyan (namaz kıldıran) adamınızın biz görmeyelim diye kıçını örtsenize! Bunun üzerine bir kumaş alıp bana bir gömlek diktiler. Bu gömleğe sevindiğim kadar hiçbir şeye sevinmiş değilim.

 

Büluğa ermemiş küçük çocuğun imam olmasını caiz görenler arasında Hasan-ı Basri, İshak b. Raheveyh de vardır. Namazı kavraması ve kılması şartıyla İbnu'I-Münzir de bunu tercih etmiştir. Çünkü böyle bir kimse de Hz. Peygamber'in: "Topluluğa en iyi Kur'an okuyanları imam olur" hadisinin kapsamına girer ve bu hadiste herhangi bir istisna yapılmamıştır. Ayrıca (az önce kaydedilen) Amr b. Selime hadisi de bunu gerektirmektedir.

 

Şafii'nin bu husustaki iki görüşünden birisi şöyledir: Küçük sair namazlarda imam olabilirse de Cum'a günü imamlık yapamaz. Ancak daha önce şöyle derdi: Farz namazda imam olması mümkün olan bir kimsenin bayram namazlarında da imam olması mümkündür. Şu kadar var ki ben bayram namazlarında valinin dışındakilerin imam olmasını mekruh görüyorum.

 

el-Evzai de der ki: Küçük çocuk baliğ olmadıkça farz namazlarda imamlık yapamaz. Ancak ezberlerinde Kur'an'dan hiçbir şey bulunmayan bir topluluk ile birlikte olursa o taktirde murahik (ergenlik yaşına yaklaşmış) çocuk onlara imamlık yapabilir. ez-Zühri de der ki: Eğer ona namaz kıldırtmak zorunda kalırlarsa böyle bir çocuk onlara imamlık yapar.

Malik, Sevri ve re'y ashabı ise, küçüğün hiçbir şekilde imamlık yapmasını kabul etmezler.

 

17- imam Olmaları Caiz Olanlar ve Olmayanlar:

 

Baliğ, müslüman, hür, istikamet üzere olan her bir imama uymanın caiz olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Şu şartla ki, imam olan kişi namazın hükümlerini bilmeli ve Fatiha Suresi'nde manayı bozacak şekilde lahin (yanlış okuma) yapmamalıdır. Mesela, "iyyake ne'budu" ibaresini "iyyaki" şeklinde; "en'amte"yi "en'amti" şeklinde okumamalıdır. Fukaha arasında kimisi de "ta" ile "dat" harflerini biribirinden ayırdetmesini gözönünde bulundurur. Eğer bunları biribirinden ayırdedecek şekilde okuyamıyor ise imamlığı sahih olmaz. Çünkü bu harflerin yer aldıkları kelimelerin anlamları farklı farklı olur. Kimisi de, kıraati bilmeyen bir kimsenin kendisi gibi birisine imam olmasına ruhsat vermiştir.

 

Kadına ve erkek mi dişi mi olduğu belli olmayan müşkil hünsaya, kafire, deliye, ümmıye uyarak namaz kılmak ise caiz değildir. ilim adamlarının büyük çoğunluğuna göre -ileride de açıklanacağı üzere- bunlardan herhangi birisi hiçbir halde imam olamaz. Bundan tek istisna ümmi bir kimsenin kendisi gibi olanlara imamlık yapmasıdır.

 

(Mezhebimize mensup) ilim adamlarımız derler ki: Güzel aklıyan bir kimsenin bulunmasına rağmen, doğru dürüst okuyamayan ümmı bir kimsenin imameti kendisine de başkasına da sahih olmaz. Şafii de böyle demiştir. Bize göre, ümmı bir kimse kendisi gibi ümmı olan birisine namaz kıldıracak olur ise, mezhebimize ve Şafii mezhebine göre hepsinin namazları sahih olur. Ebu Hanife ise şöyle demektedir: ümmı bir kimse, bir kısmı Kur'an oku yabilen, diğer bir kısmı ümmı olan bir topluluğa namaz kıldıracak olursa hepsinin namazları fasid olur. Ebu Yusuf bu hususta ona muhalefet ederek şöyle der: imamın namazı ile Kur'an okuyamayan ümmılerin namazı tamamdır. Bir başka kesim de şöyle demektedir. Bunların hepsinin namazı caizdir. Çünkü her birisi kendisi üzerinde farz olan namazı kılmaktadır. Bu da tey emmümlü bir kimsenin su ile abdest almış kimselere namaz kıldırması ile oturarak namaz kılan kimsenin ayakta olan kimselere namaz kıldırmalarına benzer. Bize bu konuda muhalefet edenlerin görüşlerine göre de bu namazlar caizdir. Buna sebep ise her birisinin kendi üzerindeki farzı eda etmesidir.

 

Derim ki: Bu görüşe Peygamber efendimizin şu hadis-i şerifi delil gösterilebilir: "Namaz kılan kişi namaz kıldığı takdirde nasıl namaz kıldığına niye bakmaz? Çünkü o kimse kendisinin namazını kılmaktadır." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. Diğer taraftan imama uyan kimsenin kıldığı namaz imamın namazına bağlı değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Ata b. Ebi Rebah şöyle dermiş: Bir kişinin hanımı Kur'an okuyabiliyor ise kendisi tekbir getirir ve hanımı Kur'an okur. Okumayı bitirdiği takdirde kendisi tekbir getirir, rüku' ve secde yapar. Hanımı ise arkasında (ona uyarak) namaz kılar. Bu anlamda bir rivayet Katade'den de gelmiştir.

 

18- Kör, Topal Çolak vs. 'nin imam Olması:

 

Her birisi namaza dair yeterli bilgiye sahip olmaları şartıyla, körün, topalın, çolağın, eli kesik olanın, hayaları alınmış olanın ve kölenin imamlık yapmasında sakınca yoktur. İbn Vehb der ki: Eli kesik olan ile çolağın imamlık yapmasını uygun görmüyorum. Çünkü bu gibi kişiler kemal derecesinden aşağıdadırlar. Bu eksiklikten dolayı da imam olmaları mekruhtur. (Yani tam bir abdest alamamaktadırlar.) Ancak İbn Vehb'in mezhebini takib edenlerin çoğunluğu ona muhalefet etmişlerdir ki doğrusu da budur. Çünkü böyle bir organın olmayışı namazın farzlarından herhangi birisini engellememektedir. Dolayısıyla gözünü kaybetmiş kimsede olduğu gibi böyle bir azasını kaybetmekle birlikte bunun (eli kesik ve çolağın) da imamlığı ve imam olarak görevlendirilmesi caiz olur.

Nitekim Enes b. Malik'in rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) ama olduğu halde İbn Umm Mektüm'u Medine'nin dışına sefere çıktığında yerine ve kil bırakmış ve o da insanlara imam olup namaz kıldırmıştır.

 

Topal, eli kesik, çolak, hayaları alınmış kimse de kıyas yoluyla bu durumdadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Yine Enes b. Malik'in gözleri görmeyen hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: Böyle bir kimseye ihtiyaçları nedir ki?

 

Fakat İbn Abbas ile İtban b. Malik, gözleri görmedikleri halde imamlık yapıyorlardı. İlim adamlarının büyük çoğunluğu da bu görüştedir.

 

19- Veled-i Zinanın imam Olması:

 

Veledi zinanın imam olması hususunda fukahanın farklı görüşleri vardır.

İmam Malik der ki: Böyle bir kimsenin imam olarak görevlendirilmesini hoş görmüyorum. Ömer b, Abdülaziz de bu işi hoş görmemiştir (mekruh). Ata b. Ebi Rebah ise şöyle dermiş: Eğer kendisinden hoşnut olunuyor ise imamlık yapabilir. Aynı zamanda bu Hasan-ı Basri'nin, Zühri'nin, Nehai'nin, süfyan-ı Sevri'nin, Evzai'nin, Ahmed ve İshak'ın da görüşüdür. Re'y ashabına göre böyle bir kimsenin arkasında namaz kılmak caizdir; ancak başkalarının kıldırmasını daha uygun görürler. Şafii der ki: Babası bilinmeyen bir kimsenin imam olarak tayin edilmesini mekruh görüyorum. Bununla birlikte arkasında namaz kılanın kıldığı namazı caizdir.

 

İsa b. Dınar der ki: Veled-i zinanın imam olması hususunda İmam Malik'in görüşünde değilim. Çünkü böyle bir kimsenin anne babasının günahından sorumlu olması sözkonusu değildir. Yine İbn Abdilhakem de, eğer bizzat imamlığa ehil ise bu konuda benzer bir görüş beyan etmiştir. İbnu'I-Münzir der ki: Veled-i zina, Resulullah (s.a.v.)'ın: "Topluluğa en iyi Kur'an okuyanları imamlık yapar" buyruğunun kapsamına girerse imamlık yapabilir.

Ebü Ömer (İbn Abdi'l-Berr) der ki: İmam olmanın şartı ile ilgili olarak bize kadar ulaşmış haberler arasında nesebi göz önünde bulundurmaya delalet eden hiçbir rivayet yoktur. Bu rivayetlerde daha fakih olanın, daha güzel Kur'an okuyanın, dine bağlılığı ve dine uygun davranışları itibariyle daha ileride olanın öne geçirileceğine dair bir delalet vardır.

 

20- Kölenin imam Olması:

 

Köle ile ilgili olarak Buharı, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Peygamber (s.a.v.)'ın Medine'ye gelişinden önce ilk muhacirler -Kuba'da bir yer adı olan- el-Asbe'ye gelişlerinde(n sonra) onlara Ebü Huzeyfe'nin azadlı kölesi Salim imamlık yapıyordu. Aralarında en çok Kur'an-ı Kerim'i ezberleyen o idi. Yine İbn Ömer'den rivayete göre şöyle demiştir: Ebü Huzeyfe'nin azadlı kölesi Salim, ilk muhacirler ile Peygamber (s.a.v.)'in ashab-ı kiramına Kuba mescidinde imamlık yapıyordu. Bunlar Ebü Bekir, Ömer, Zeyd ve Amir b. Rabia idiler. Hz. Aişe'ye de kölesi Zekvan, Kur'an-ı Kerim'den okuyarak imamlık yapıyordu. İbnu'I-Münzir der ki: Ebü Esid'in kölesi Ebü Said -henüz daha köle iken- aralarında Huzeyfe ve Ebü Mes'ud'un da bulunduğu Resulullah (s.a.v.)'ın bir grup sahabisine imamlık yapmış idi.

 

Nehai, Şa'bi, Hasan-ı Basri, Hakem, Sevri, Şafii, Ahmed, İshak ve re'y ashabı kölenin imam olmasına ruhsat vermiş, Ebü Miclez ise bunu mekruh görmüştür. Malik der ki: Kölenin imam olması ancak Kur'an okumasını iyi bilmesi, ona uyacak olan hürlerin ise Kur'an-ı Kerim okumasını bilmeyenlerden olması halinde sözkonusudur. Şayet bayram veya cuma namazı sözkonusu olursa bunlarda köle hürlere imam olamaz. Bununla birlikte el-Evzai 'ye göre, eğer köle arkasında namaz kılacak olurlarsa bu da yeterli olur. İbnu'I-Münzir der ki: Halbuki köle de Peygamber (s.a.v.)'ın: "Topluluğa aralarında Kur'an'ı en iyi bilen kişi imamlık yapar" buyruğunun kapsamına girmektedir.

 

21- Kadının imam Olması:

 

Kadının imam olması ile ilgili olarak Buhari, Ebü Bekre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.), Farslıların Kisra'nın kızını başlarına hükümdar yaptıklarını haber alınca şöyle buyurdu: "İşlerini yönetmek üzere başlarına bir kadın getiren bir topluluk asla iflah olmaz."

 

Ebü Davüd'un ise Abdurrahman b. Hallad'dan, onun Abdullah'ın kızı Umm Varaka'dan kaydettiğine göre Resulullah (s.a.v.) Umm Varaka'yı evinde ziyaret edermiş. Yine onun dediğine göre Umm Varaka'ya ezan okumak üzere bir müezzin tayin etmiş ve aile halkına imamlık yapmasını emretmişti. Abdurrahman der ki: Ben onun müezzinini gördüm, oldukça yaşlı birisi idi. İbnu'I-Münzir de der ki: Şafii, bir kadının arkasında namaz kılan erkeklere namazlarını iade etmelerini vacip görüyordu. Ebü Sevr ise, böyle erkekler için iade yükümlülüğü yoktur, demektedir. Müzeni'nin konu ile ilgili görüşüne bu bir hükmü gerektirir.

 

Derim ki: Bizim mezhep alimlerimiz, kadının erkeklere olsun kadınlara olsun imamlık yapması sahih değildir, demişlerdir. İbn Eymen ise kadının kadınlara imamlık yapmasının caiz olduğunu rivayet etmektedir. Müşkil hünsa (erkek mi dişi mi olduğu tesbit edilemeyen) hakkında Şafii şöyle demektedir: Böyle bir kimse erkeklere de kadınlara da imamlık yapamaz. İmam Malik der ki: Hiçbir şekilde böyle birisi imamlık yapamaz. Fukahanın çoğunluğunun görüşü budur.

 

22- Yahudi ve Hıristiyanın imam Olması:

 

Yahudi ve hıristiyan gibi şeriate muhalif bir kafir, kafir olduğu müslümanlar tarafından bilinmeksizin müslümanlara imamlık yaparsa Şafii ve Ahmed böyle bir namaz onlar için yerine gelmiş olmaz, namazlarını iade ederler demektedirler. Malik ve ashabı da bu görüştedir. Çünkü böyle bir kafir Allah'a ibadetiyle yaklaşmaya ehil kimselerden değildir. el-Evzai der ki: Böyle bir kafire ceza verilir. Ebü Sevr ve el-Müzeni ise arkasında namaz kılanların namazlarını iade etmeleri gerekmediğini söylemişlerdir. Şafii ve Ebü Sevr'e göre de böyle bir kafir namaz kılmakla müslüman olmaz. Ahmed ise: Müslüman olmaya mecbur edilir, demiştir.

 

23- Mu 'tezile, Cehmiyye ve Benzerlerinin imamlığı:

 

Mu'tezile, Cehmiyye ve bunlara benzer heva ehli bid'atçilerin imamlığına gelince; Buhari'nin el-Hasen'den rivayetine göre o: (Arkasında) namaz kıl, bid'atin vebali ise ona aittir demiştir. Ahmed ise şöyle demiştir: "Eğer kendi kabul ettiği hevasına, bid'atine çağıran propagandist bir kimse ise heva ehli olan hiçbir kimsenin arkasında namaz kılınmaz." Malik der ki: Zalim yöneticiler arkasında namaz kılınır, fakat Kaderiyye ve onlara benzer bid'at ehli arkasında namaz kılınmaz.

 

İbnü'I-Münzir der ki: Her kimin bid'ati kendisini imandan çıkartıp küfre sokuyor ise onun arkasında namaz kılmak caiz değildir. Bu durumda olmayan bir kimse arkasında namaz kılmak ise caizdir. Bu niteliğe sahip olan kimsenin öne geçirilerek imam yapılması ise caiz olmaz.

 

24- Zinakar, içkici ve Benzeri Fasıkların imamlığı:

 

Zina eden, içki içen ve buna benzer azalarıyla işlediği günahlar sebebiyle fasık olan bir kimse hakkında Maliki mezhebinde farklı görüşler vardır. İbn Habib şöyle der: Şarap içen bir kimsenin arkasında namaz kılan bir kişi, bu kimsenin arkasında kıldığı bütün namazları iade eder. Bundan tek istisna kendisine itaat edilmesi gereken vali ve yönetici olması halidir. O takdirde böyle birisinin arkasında kılınan namaz -namaz kıldırdığı vakit sarhoş olma hali dışında- iade edilmez. Bu görüşü İmam Malik'in arkadaşlarından karşılaştığım kimseler bana nakletmişlerdir.

 

Cabir b. Abdillah'tan gelen rivayete göre de Resulullah (s.a.v.) minber üzerinde irad ettiği hutbesinde şöyle demiştir: "Hiçbir şekilde bir kadın bir erkeğe imam olmasın. Hiçbir bedevi bir muhacire imam olmasın, hiçbir günahkar iyi bir kimseye imam olmasın. Yönetici olması hali müstesna."

 

Ebü Muhammed Abdülhak der ki: Bunu Ali b. Zeyd b. Cud'an, Said b. elMüseyyeb'den rivayet etmektedir. Çoğunluk ise Ali b. Zeyd'in zayıf olduğunu belirtirler.

Darakutni, Ebü Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Eğer namazınızın tertemiz olmasını arzu ediyor iseniz, en hayırlı olanlarınızı (imam olmak üzere) öne geçiriniz." Bu hadisin senedinde Ebü'I-Velid Halid b. İsmail vardır ki zayıf bir ravidir. Bunu Darakutni söylemiştir. (Darakutni, I, 346)

 

Ebü Ahmed b. Ali ise onun hakkında şöyle demektedir: Bu, müslümanlar arasında güvenilir (sika) rayiler adına hadis uydururdu. O bu hadisini İbn Cüreyc'den, o Ata'dan, o Ebü Hureyre yoluyla rivayet etmektedir. Darakutni ise Sellam b. Süleyman'dan, o Ömer'den o Muhammed b. Vasi'den, O Said b. Cübeyr'den, O İbn Ömer"den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "İmamlarınızı en hayırlı olanlarınızdan seçiniz. Çünkü onlar sizinle Allah arasında (temsilci) bir heyettirler." Darakutni der ki: Bu hadisin senedinde geçen Ömer bana göre Medain kadısı Ömer b. Yezid'dir. Sellam b. Süleyman da aynı şekilde Medainli olup güçlü bir ravi değildir. Bunu Abdülhak söylemiştir.

 

25- imama Uyan Kimsenin Dikkat Etmesi Gereken Hususlar:

 

Hadis imamları Resulullah (s.a.v.)'ın şu buyruğunu rivayet etmektedirler:

"İmam kendisine uyulsun diye imam kılınmıştır. O bakımdan ondan farklı hareketleriniz olmasın. O, tekbir getirdiğinde siz de tekbir getiriniz. O, rüküa vardığında siz de rüküa varınız. O semi'allahu limen hamideh dediğinde siz de allahumme rabbena ve lekel hamd, deyiniz, Secdeye vardığında siz de secde ediniz. Oturarak namaz kıldığı takdirde siz de hep birlikte oturarak namaz kılınız."

 

Kasti olarak imamdan önce rüküa varan yahut eğilen kimse hakkında ilim adamlarının iki ayrı görüşü vardır. Bunlardan birincisine göre böyle bir kimsenin namazı, eğer namazın tümünde veya çoğunluğunda bu işi yapacak olursa fasittir. Bu, Zahirilerin görüşüdür. Ayrıca İbn Ömer'den de böyle bir rivayet gelmiştir. Süneyd'in de şöyle dediği kaydedilmektedir: Bize İbn Uleyye, Eyyub'dan, o Ebü Kılabe'den, o Ebu'I-Verd el-Ensari'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: İbn Ömer'in yanında namaza durdum. İmamdan önce başımı kaldırıyor, ondan önce başımı koyuyordum. İmam selam verince İbn Ömer, elimden tuttu beni döndürdü ve kendisine doğru çekti. Ben: Ne oluyor sana, deyince; Sen kimsin, diye sordu. Ben, filan oğlu filanım dedim. Şöyle dedi: Sen doğru sözlü bir aileden geliyorsun. Seni namaz kılmaktan alıkoyan nedir. Benim yanıbaşında namaz kıldığımı görmedin mi deyince, şöyle dedi: Senin imamdan önce başını kaldırdığını, ondan önce başını yere koyduğunu gördüm. İmama aykırı hareket edenin namazı yoktur.

 

el-Hasen b. Hayy ise imamdan önce rükü' eden veya secde yapan, sonra da imam rüku' edip yahut secde yapmadan önce başını rükü'ya da sücuddan kaldıran kimse hakkında şöyle demiştir: Böyle bir namaz olmaz ve onun için yeterli olmaz.

 

Fukahanın çoğunluğu şöyle demiştir: Bu şekilde hareket eden bir kimse kötü bir iş yapmış olur, bununla birlikte namazı fasid olmaz. Çünkü cemaatle namazda ve bu şekilde kılınan namazda imamlara uymakta asıl olan, bunun güzel bir sünnet oluşudur. Taharetiyle, rüküuyla, sücuduyla vesair farzlarıyla namazının farz olan kısımlarını eda ettikten sonra, bu sünnete muhalefet eden bir kimsenin namazını iade etmesi -birtakım sünnetlerini iskat etse dahi- gerekmez. Çünkü eğer tek başına namaz kılmak isteyip de o namazı imamından önce kılacak olursa, bu namazı onun için yeterli gelir. Bununla birlikte cemaati terkettiğinden dolayı pek kötü bir iş yapmış olur.

 

Yine fukahanın çoğunluğu der ki: İmamın kıldığı namaza uyan bir kimse, imamın rüküu ile rükü' yapsa, sücudu dolayısıyla da secde yapsa, bununla birlikte kendisi ile imamın kıldıkları rek'atler ayrı ayrı değilse bu kişi isterse imamdan önce başını kaldırsın, yahut ondan önce başını eğsin, imama uymuş olur. Çünkü imamının rüküuyla rükü' yapıyor, secdesiyle secde yapıyor, onun kaldırmasıyla birlikte başını kaldırıyor. Bütün bunlarda o kişi imamına tabi olmaktadır. Şu kadar var ki imama uyan, üzerinde icma edilen bir sünnete muhalefet ettiğinden dolayı kötü bir iş yapmış demektir.

 

Derim ki: İbn Abdi'l-Berı"in cumhürdan diye naklettiğinden, cumhura göre imama uyan kimsenin kıldığı namazın imamın kıldığı namaz ile alakalı olmadığı gibi bir mana anlaşılmaktadır. Çünkü maddi ve şer'i ittiba ortada yoktur. Ancak fukahanın çoğunluğuna göre durum böyle değildir. Konu ile ilgili rivayetlerden ve bu rivayetlerin tetkikinden anlaşılan, birinci görüşün doğru olduğudur. Yani imam kendisine uyulsun diye imamdır, fiillerine uyularak onun gibi hareket edilsin diye imamdır. Yüce Rabbimizin: ''Şüphesiz ki Ben seni insanlara imam kıldım" (el-Bakara, 124) buyruğu da bu anlamdadır. Yani insanların uyacağı bir imam kıldım, demektir. Nitekim ileride buna dair açıklamalar gelecektir.

 

İşte gerek sözlük anlamı itibariyle, gerekse Şer'i bir terim olarak imam olmanın gerçek anlamı budur. Kim uyduğu imama muhalefet ederse ona uymuş sayılmaz. Diğer taraftan Peygamber (s.a.v.) bu hususu beyan ederek: "O tekbir getirdiğinde siz de getiriniz" diye buyurmaktadır. Burada görüldüğü gibi peşisıra yapmayı gerekli kılan "fa-i takibiyye" getirilmiştir. Hz. Peygamber de Yüce Allah'ın muradını beyan eden kimsedir. Diğer taraftan Peygamber efendimiz, imamdan önce başını kaldıran yahut rüküa varan kimseyi ağır bir şekilde tehdid ederek şöyle buyurmuştur: "İmamdan önce başını kaldıran bir kimsenin başını Allah'ın bir eşek başına yahut suretini bir eşek suretine çevirmesinden korkmaz mı?" Bu hadisi Muvatta, Buhari, Müslim, Ebü Davüd ve başkaları rivayet etmişlerdir. 

 

Ebü Hureyre de: "Böyle birisinin alnı şeytanın elindedir" demiştir. Rasuhıllah (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Bizim yaptığımız işe uygun olmayan her bir iş merduddur." Buna göre kendisine uymakla emrolunduğunu, ona muhalefet etmenin kendisine yasak olduğunu bildiği halde, kasten imamına muhalefet eden kimse namazını hafife almış, kendisine verilen emre muhalefet etmiş demektir. Dolayısıyla böyle bir kimsenin bu şeklide kıldığı namazının yerini bulmaması, yeterli olmaması gerekir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

26- Yanılarak imamdan Ayrı Hareket Eden:

 

Yanılarak imamdan önce başını kaldıran kimse hakkında, İmam Malik şöyle demiştir: Yanılıp da rüku veya sücudda bu şekilde hareket eden bir kimsenin uyması gereken sünnet tekrar rüku' veya secdeye dönmesi ve imamı beklemesidir. Böyle bir yanılma, yapan kimsenin bir hatasıdır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İmam kendisine uyulsun diye imamdır. O bakımdan ona muhalefet etmeyiniz," İbn Abdi'l-Berr der ki: Malik'in bu sözünün zahiri kasten bu işi yapanın iade etmesini gerektirmediğidir. Çünkü: "bu yapan kimsenin bir hatasıdır" demiştir. Zira yanılan kimseden günah kaldırılmıştır.

 

27- İftitah Tekbiriyle Selamda imamdan Farklı Hareket:

 

Sözü geçen bu görüş ayrılığı, sadece iftitah tekbiriyle selam dışında kalan hallerde sözkonusudur. Selama dair açıklamalar daha önce yapılmıştır. İftitah tekbirine gelince, cumhurun kanaatine göre imama uyanın iftitah tekbiri, ancak imamın iftitah tekbirinden sonra olur. Bundan istisna İmam Şafii'den gelen iki görüşten birisinde şöyle denilmektedir: Eğer iftitah tekbirini imamından önce getirecek olursa bu da onun için yeterli olur. Çünkü Ebu Hureyre'den rivayete göre Resulullah (s.a.v.) namaz kıldırmak üzere gelmiş, tekbir getirdikten sonra namazdan ayrılmış ve arkasındaki cemaate: "Olduğunuz halde durun" diye işarette bulunmuş. Sonra çıkmış, arkasından başından su damlayarak gelmiş, onlara namaz kıldırmış, namazını bitirdikten sonra da şöyle demiştir: "Ben cünub idim, gusletmeyi unutmuştum."

 

Ayrıca Enes'ten gelen rivayete göre "Hz. Peygamber tekbir getirdi, biz de onunla birlikte tekbir getirdik" denmektedir. Buna dair açıklamalar Nisa suresinde yer alan Yüce Allah'ın ''...cünub iken de gusledinceye kadar (namaza durmayınız)" (Nisa, 43) buyruğunu açıklarken -inşaallah- yapılacaktır.

 

28- Safların Düzgünlüğü:

 

Müslim'in rivayetine göre, Ebu Mes'ud şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) namaza durduğumuzda omuzlarımızı sıvazlıyor ve şöyle diyordu: "Saflarınızı düzgün yapınız, ayrı ayrı durmayınız, bu sefer kalpleriniz de ayrı ayrı kalır.

 

Benim arkamdaki saf ta akil ve baliğ, olgun kimseler yer alsın. Daha sonra, onlardan sonra (yaşça küçük) gelenler, sonra daha küçük olanlar." Ebü Mes'ud der ki: Bugün sizlerin muhalefeti, en ileri derecededir.

 

Abdullah b. Mes'ud'dan gelen rivayette: "Çarşı pazardaki karışıklıklardan, anlaşmazlıklardan ve yüksek sesle bağırıp çağırmalardan çokça sakınınız."

Hz. Peygamber'in, "saflarınızı düzgün yapınız" buyruğu safları düzgün yapmayı, özellikle de birinci safın düzgün olmasını emretmektedir ki bu da imamın hemen arkasındaki saftır. Nitekim ileride Yüce Allah'ın izniyle Hicr Süresi'nde buna dair açıklamalar gelecektir. Orada da Yüce Allah'ın izniyle bu hadisin anlamına dair açıklamalar gelecektir.

 

29- Namazda Oturuş Şekli:

 

İlim adamları, namazda oturuş şekli hakkında farklı görüşlere sahiptirler.

Çünkü bu hususa dair rivayetler de farklı farklı gelmiştir. Malik ve mezhebine mensup ilim adamları şöyle der: Namaz kılan kişi kalçalarını yere koyar, sağ ayağını diker, sol ayağını büker. Çünkü Malik bu hususta Muvatta adlı eserinde Yahya b. Said'den şunu rivayet etmektedir: Kasım b. Muhammed, onlara teşehhüd esnasındaki oturuşu göstermiş, sağ ayağını dikmiş, sol ayağını bükmüş, sol baldırı üzerine oturmuş, fakat ayağı üzerine oturmamış ve arkasından şöyle demiştir: Bana bu şekli Abdullah b. Ömer göstermiştir. Bana anlattığına göre babası bu şekilde yaparmış. 

 

Derim ki: Bu anlamda ifadeler Müslim'in Sahih'inde Hz. Aişe'den şöylece rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v.) namaza tekbir ile ve "elhamdülillahi rabbil alemin"i okuyarak başlardı. Rüküa vardığı zaman, başını fazla eğmediği gibi dik de tutmazdı, ikisi arasında dururdu. Başını rüküdan kaldırdı mı ayakta dosdoğru durmadıkça secdeye varmazdı. Başını secdeden kaldırdı mı dosdoğru bir şekilde oturmadıkça bir daha secdeye gitmezdi. Her iki rek'atte bir et-tahiyyat'ı okurdu. Sol ayağını yayar, sağ ayağını dikerdi. Diğer taraftan şeytanın topuğunu yasaklardı. Ayrıca namaz kılan kişinin kollarını yırtıcı hayvan gibi yere yapıştırmasını yasaklardı, namazını selam vererek bitirirdi. 

 

Derim ki: İşte bu hadis dolayısıyla -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya- İbn Ömer şöyle demiştir: Namazda sünnet olan sağ ayağını dikmen sol ayağını da bükmendir. es-Sevrı, Ebü Hanife ve mezhebine mensup ilim adamları ve Hasan b. Salih b. Hayy ise şöyle demişlerdir: Sağ ayağını diker, sol ayağına oturur. Çünkü Vail b. Hucr'un hadisi bunu gerektirmektedir. Şafii, Ahmed ve İshak da ara oturuşun böyle yapılacağını söylemişlerdir. Öğle, ikindi, akşam ve yatsının son oturuşunun ise Malik'in dediği gibi yapılacağını söylemişlerdir. Buna sebep ise Buhari'nin rivayet ettiği Ebü Humeyd es-Saidi yoluyla gelen hadis-i şeriftir. O şöyle demektedir: Peygamber (s.a.v.)'ı gördüm ki: Tekbir getirdiği vakit, ellerini omuzlarının hizasına kaldırır, rüku'ya vardığı vakit ellerini dizkapaklarına iyice koyar, sonra sırtını büker (rüküa eğilir), rüküdan başını kaldırdığında her bir omuru yerine gelinceye kadar doğrulur, secde ettiği vakit ellerini (kollarını) yere yapıştırmaksızın yere koyar, ellerini kapatmaz, ayağının parmak uçlarını kıbleye yönelik tutardı. İki rek'at arasında oturduğunda sol ayağı üzerine oturur, ötekini diker, son rek'atte oturduğunda da sol ayağını öne alır, sağ ayağını diker ve makadı üzerinde otururdu. Taberi der ki: (Namaz kılan) bu şekilde yaparsa güzel bir iş yapmış olur. Çünkü bunların hepsinin Peygamber (s.a.v.) tarafından yapıldığı sabit olmuştur.

 

30- Oturuşta Ellerin Vaziyeti:

 

Malik'in Müslim b. Ebi Meryem'den, onun Ali b. Abdurrahman el-Muavi'den rivayetine göre Ali şöyle demiş: Namaz kıldığım sırada çakıllarla oynarken Abdullah b. Ömer beni gördü. Namazı bitirince bu işi terketmemi söyledi ve: Resulullah (s.a.v.) ne şekilde yapıyor idiyse sen de öyle yap, dedi. Ben: Resulullah (s.a.v.) ne şekilde yapıyordu? diye sorunca şöyle dedi: O namazda oturduğunda sağ elini sağ baldırının üzerine koyar, bütün parmaklarını kapatır ve baş parmağa bitişik olan parmağı ile (şehadet parmağı ile) işaret ederdi. Sol elini de sol baldırının üzerine koyardı. Ve dedi ki: İşte böyle yapardı.

 

İbn Abdi'l-Berr der ki: İbn Ömer'in nitelediği şekliyle sağ eli sağ baldırına koyması sağ elinin bütün parmaklarını yumup sadece şehadet parmağını açık tutup onunla işarette bulunması, buna karşılık sol elini sol baldırına açık ve parmakları birbirinden ayrı olarak koyması, bütün bunlar namaz esnasındaki oturuşta icma' ile kabul edilmiş birer sünnettir. Bildiğim kadarıyla bu hususta ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Bu kadarı sana yeter. Şu kadar var ki ilim adamları şehadet parmağını hareket ettirmekte farklı görüşlere sahiptirler. Kimisi bu parmağını hareket ettirmesinin uygun Olduğu görüşünde iken, kimisi bu görüşte değildir. Bütün bunlar ise Peygamber (s.a.v.)'e kadar sahih senetle ulaşan rivayetlerde yer almıştır. Hepsini yapmak da mübahtır. Allah Teala'ya hamdolsun.

 

Süfyan b. Uyeyne de bu hadisi Müslim b. Ebi Meryem'den İmam Malik'in rivayet ettiği anlamıyla rivayet etmiş ve ayrıca şunu da eklemiştir: Süfyan dedi ki: Bunu bize Yahya b. Said, Müslim'den nakletti. Sonra ben Müslim ile karşılaştım, bu hadisi ondan dinledim. Fazladan bana şunları da dedi: "(Parmağı bu şekilde hareket ettirmek) şeytanı kovalamaktır. Sizden herhangi bir kimse parmağı ile işaret edip böyle yaptığı sürece (namazında) yanılmaz.''

 

Derim ki: Ebü Davüd'un İbn ez-Zübeyr'den gelen rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) dua ettiğinde parmağı ile işaret eder, fakat onu hareket ettirmezdi. Bazı Irak alimleri de bu görüşü kabul edip şehadet parmağını hareket ettirmeyi menetmiştir. Mezhebimize mensup kimi ilim adamları ise parmağı bu şekilde uzatmanın tevhidin devamına işaret olduğu görüşünü belirtmişlerdir. İmam Malik mezhebine mensup ve başkaları arasından pek çok ilim adamı şehadet parmağının hareket ettirileceği görüşündedir. Ancak bu hareket ettirmenin devamlı olup olmayacağı hususunda iki ayrı görüş belirtmişlerdir. Parmağını hareket ettirmeyi benimseyenler şu açıklamayı yaparlar: Bu durum namazda huzuru sürekli hatırlatır ve Süfyan'dan gelen rivayette de belirtildiği gibi bu şeytanı kovmakta ve def etmektedir. Devamlı hareket ettirmeyi uygun görmeyen kimseler ise, şehadet kelimelerini telaffuz ettiği esnada parmağını hareket ettirmeyi uygun görür. Ve bu hareketini şöyle açıklar: O bu parmağı ile de tevhidi söylemiş gibidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

31- Kadının Namazda Oturuş Şekli:

 

Kadının namazda ne şekilde oturacağı hususunda da farklı görüşler vardır: Malik der ki: Kadın erkek gibi oturur ve iftitah tekbirinden sonra giyim ve açıktan okuma dışında erkekten farklı bir durumu yoktur. es-Sevri der ki: Kadın cilbabını tek bir tarafından örtünüp aşağıya doğru sarkıtır. Bunu İbrahim en-Nehai'den rivayet etmiştir. Ebü Hanife ve ashabı ise şöyle demiştir: Kadın en kolayına gelen şekil ne ise o şekilde oturur. Bu, eş-Şa'bi'nin de görüşüdür. o: Kolayına gelen şekilde oturur, demiştir. Şafii de: Tesettürüne en uygun şekil ne ise öyle oturur, demektedir.

 

32- İk'a Denilen Oturuş Şekli:

 

Müslim'in rivayetine göre Tavus şöyle demiştir: İbn Abbas'a iki ayak üzerinde ik'a hakkında soru sorduk. O bize: O sünnettir, dedi. Bizler ona: Biz bu işi erkek için ağır bir şekil olarak görüyoruz, deyince İbn Abbas şöyle dedi: Hayır, bu senin Peygamberinin -salat ve selam ona- sünnetidir.

 

İlim adamları ik'a'ın ne şekilde olacağı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Ebu Ubeyd der ki: İk'a erkeğin köpeğin ve yırtıcı hayvanların oturuşu gibi kalçaları üzerine oturup dizlerini kırıp, bacaklarını dikmesidir. İbn Abdi'l-Berr der ki: İşte icma ile kabul edilen ik'a adı verilen oturuş şekli budur, ilim adamlarının bu konuda görüş ayrılıkları yoktur. Dilcilerin ve fukahadan bir grubun açıklaması da böyledir.

 

Ebu Ubeyd ise der ki: Hadisçiler ik'a denilen oturuş şeklini kişinin iki secde arasında kalçalarını ayak topuklarına koyması diye açıklarlar. Kadı Iyad da der ki: İk'anın açıklaması ile ilgili olarak bana göre en uygun açıklama şekli İbn Abbas'ın sünnettendir dediği şekildir. Fukaha da bunu iki secde arasında kalçaları ayak topukları üzerinde koymak diye açıklamışlardır. İbn Abbas tarafından da bu şekilde açıklanarak: Topuğunu kalçana değdirmen sünnettendir diye ifade etmiştir. Bunu İbrahim b. Meysere, Tavus'tan, o İbn Abbas'tan rivayet etmiş ve Ebu Ömer bunu zikretmiştir. Kadı (devamla der ki): Seleften ve ashab-ı kiramdan bir topluluktan rivayet edildiğine göre onlar bu şekilde otururlardı. Bununla birlikte değişik bölgelerin fukahası genel olarak bu görüşü benimsemiş ve buna ik'a adını vermişlerdir. Abdürrezzak'ın Ma'mer'den, onun İbn Tavus'tan, onun babasından rivayetine göre babası İbn Ömer'i, İbn Abbas'ı ve İbn ez-Zübeyr'i iki secde arasında ik'a yaparken görmüştür.

 

33- Namaz'ın Sonunda Selam Vermek:

 

Selam vermenin vücubunu (farziyetini) kabul edenler ile etmeyenler arasında ikinci selamın farz olmadığı hususunda görüş ayrılığı yoktur. Ancak el-Hasen b. Hay'den gelen rivayete göre o her iki selamı da vacip kabul etmiştir. Ebu Ca'fer et-Tahavi der ki: İki defa selam verileceğini kabul eden ilim ehli arasından ikincisinin namazın farzlarından olduğunu kabul eden, Hasan b. Hay'dan başka bir kimsenin bulunduğunu bilmiyoruz.

 

İbn Abdi'l-Berr der ki: Hasen b. Salih'in her iki selamı da birlikte vacip görüp "ve birinci selamdan sonra ikinci selamdan önce abdesti bozulanın namazı da bozulur" şeklindeki kanaatinin delillerinden birisi de Peygamber (s.a.v.)'ın: "namazın tahlili (yani namaza ait olmayan fiillerin artık helal olması) selam vermektir." hadisidir. Bundan sonra Peygamber efendimiz, selam vermenin ne şekilde olacağını beyan etmiştİr. O sağına ve soluna selam verirdi. İkincisini değil de yalnızca birinci selamı vacip (farz) kabul edenlerin delillerinden birisi de Peygamber efendimizin "onu helal kılmak selam vermektir" hadisidir. Onlar bununla ilgili olarak derler ki: Tek bir selam vermek hakkında da "teslim (selam vermek)" tabiri kullanılır, demişlerdir.

 

Derim ki: Bu meselenin temeli, ismin asgarı miktarını mı yoksa azami ve nihai sınırını mı esas almak gerekir, sorusuna dayanır. Namaza girmek icma ile tek bir tekbir ile gerçekleştiğine göre aynı şekilde ondan çıkış da bir tek teslim (selam verme) ile olmalıdır. Şu kadar var ki, İbn Mes'ud -ki bu konuya dair gelen rivayet yolu en fazla olandır-dan Vail b. Hucr el-Hadramı'den, Ammar'dan, el-Bera' bin Azib'den, İbn Ömer'den, Sa'd b. Ebi Vakkas'tan rivayet edilen hadislerle adeta tevatüren sabit sünnetlerin belirttiğine göre Peygamber (s.a.v.) iki defa selam verirdi. İbn Cüreyc, Süleyman b. Bilal ile Abdülaziz b. Muhammed ed-Deraverdı, hepsi Amr b. Yahya ve Mazinı'den, o Muhammed b. Yahya b. Habban'dan o amcası Vasi' bin Habban'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: (Dedi ki): İbn Ömer'e şöyle dedim: Bana Resulullah (s.a.v.)'ın namazının ne şekilde olduğunu anlat. Bana başını kaldırıp eğdiği her seferinde tekbir getirdiğinden ve sağına "esselamu aleyküm verahmetullah" diyerek soluna da yine "esselamu aleykum verahmetullah" diyerek selam verdiğinden sözetti.

 

İbn Abdi'l-Berr der ki: Bu, Medine ehline ait sahih bir isnaddır. Bununla birlikte Medine'de meşhur olan uygulama tek bir selam vermektir. Bu, Medine halkının biribirinden öğrenerek miras aldığı bir uygulamadır. Böyle bir uygulamayı her beldede delil diye göstermek doğru ve sıhhatlidir. Çünkü günde birkaç defa tekrarlandığından dolayı vukuu kimseye gizli kalmaz. Yine Küfe ve başka şehirlerin halkının uygulamasında iki selam vermek oldukça yaygındır ve yine onlar bunu geçmişlerinden miras almışlardır. Bu türden olan farklı uygulamalar ezan gibi mübah bir şeydeki farklılığa benzer. Diğer taraftan Hicaz'da, Irak'ta, Şam'da ve Mısır'da bulunan herhangi bir ilim adamından tek bir selam vermenin ya da iki selam vermenin tepkiyle karşılandığına dair rivayet gelmemiştir. Aksine bu ilim adamları bunu(n her ikisini de) bilmektedirler. Bir tek selam vermeye dair hadisi Sad b. Ebi Vakkas, Hz. Aişe ve Enes rivayet etmişlerdir. Ancak bu rivayetler illetlidir, hadis ilmini bilenler bunları sahih kabul etmemektedir.

 

34- Teşehhüd:

 

Darakutni'nin rivayetine göre İbn Mes'ud şöyle demiştir: Teşehhüdü gizliden yapmak sünnettendir. İmam Malik, Ömer b. el-Hattab (r.a) yoluyla gelen şu şekildeki teşehhüdü tercih etmiştir:

 

''Ettehiyatu Lillahi ezzekiyatu Lillahi etteyyibatu esselevatu Lillahi, esselemu aleyke eyyuhennebiyyu ve Rahmetullahi ve bereketuhu, esselamu aleyna ve ala ibadillahissalihin, eşhedü en la İlahe İllallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu.

 

( = Tahiyyat Allah'ındır, tertemiz ibadetler Allah'ındır, tayyibat (mal! ve bedenı ibadetler) Allah'ındır, selam sana ey Peygamber ve Allah'ın rahmeti ve bereketleri (üzerine olsun), Selam bizlere ve Allah'ın salih kullarına. Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve Resulüdür.)"

 

Şafii, Şafii ashabı ve Leys b. Sad ise, İbn Abbas yoluyla gelen teşehhüdü tercih etmişlerdir. İbn Abbas der ki: Resulullah (s.a.v.) Kur'an-ı Kerim'den bir süreyi öğretir gibi bize teşehhüdü öğretir ve şöyle derdi:

 

Tahiyyat, mübarek dualar, salavat ve tayyibat (malı ve bedenı ibadetler) Allah'ındır. Selam sana ey Peygamber, Allah'ın rahmet ve bereketleri de (üzerine olsun). Selam bizlere ve Allah'ın salih kularına. Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın Resulüdür. "

 

es-Sevrı, Küfeliler ve hadis ehli ise yine Müslim tarafından rivayet edilen Abdullah b. Mes'ud'un teşehhüdünü tercih etmişlerdir. Abdullah b. Mes'ud der ki: Bizler namazda Resulullah (s.a.v.)'ın ardında: Allah'a selam olsun, filana selam olsun derdik. Resulullah (s.a.v.) günün birinde şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Allah selamın kendisidir. Sizden herhangi biriniz namazda oturacak olursa şunları söylesin:

 

Tahiyyat Allah'ındır, mali ve bedenı ibadetler de (O'nundur). Selam sana ey Peygamber, Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerine olsun. Selam bizlere ve Allah'ın salih kullarına" Kul bunu söylediği takdirde gökte olsun yerde olsun Allah'ın bütün salih kullarına isabet eder. (Devamla teşehhüdünü şöyle bitirir): (...): Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve Resulüdür. Bundan sonra dilediği şekilde Allah'a dua eder, dilekte bulunur." Ahmed, İshak ve Davüd da bu teşehhüdün yapılacağı görüşündedir.

 

Endülüs'te Ahmed b. Halid de bunu tercih eder ve buna meylederdi. Ebu Musa el-Eş'ari'den, hem merfu' hem de mevküf olarak İbn Mes'ud'un bu teşehhüdüne yakın bir teşehhüd nakledilmiştir. Bütün bunlar ise mübah olan bir hususta ihtilaftır. Bunlardan herhangi birisini vacip kabul etmek sözkonusu değildir. Hamd yalnızca Allah'adır.

 

İşte bütün bunlar aziz ve celil olan Allah'ın: "rüku' edenlerle birlikte siz de rüku' ediniz buyruğunun ihtiva ettiği, imama ve me'muma (imama uyan kimseye) dair birtakım hükümlerdi. İleride Yüce Allah'ın; "Ve Allah için huşu ve ıtaatla (namaza) kalkın. '' (el-Bakara, 238) buyruğunda namazda ayakta durmaya dair açıklamalar gelecektir. Yine orada hasta olan imam ile buna benzer namaz ile alakalı diğer hükümlere dair açıklamalar da gelecektir. Al-i İmran Süresi'nde imamın dışında hasta kimsenin namazının hükmü, Nisa Süresi'nde korku namazından söz ederken farz namaz kılanın nafile namaz kılana uymasının hükmü, Meryem Süresi'nde imamın kendisine uyanlardan daha yüksekçe bir yerde namaz kılmasının hükmü ve buna benzer vakitlere, ezanlara ve mescidlere dair hükümler gelecektir. İşte bütün bunlar Yüce Allah'ın: "namazı kılınız" buyruğuna dair bir beyan (açıklama)dır. Sürenin baş taraflarında da yine namazın birtakım hükümleri sözkonusu edilmişti. Bundan dolayı Yüce Allah'a hamdederiz.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

(Bakara 44)

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR