BAKARA 44 |
أَتَأْمُرُونَ
النَّاسَ
بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ
أَنفُسَكُمْ
وَأَنتُمْ
تَتْلُونَ
الْكِتَابَ
أَفَلاَ
تَعْقِلُونَ |
44. Siz insanlara
iyiliği emredip kendinizi unutur musunuz? Halbuki Kitab'ı da okuyup durursunuz.
Hala akıllanmayacak mısınız?
Buyruğuna dair
açıklamalarımızı dokuz başlıkta ele alacağız.
1- Nüzul Sebebi:
2- Kendilerini Unutup Başkalarına
iyiliği Emredenlerin Azabı:
3- Ayet-i Kerimedeki Azarın Sebebi:
4- ibretli Hikayeler (Kasas) Anlatma:
5- Birr "İyilik"in Anlamı:
ô- İyiliği Emrederken Kendini Unutmak:
7- Kitabı Okuyup Durduğunuz Halde mi?.:
8- Akıllanmayacak mısınız?:
9- Akıl:
1- Nüzul Sebebi:
"Siz insanlara
iyiliği emredip kendinizi unutur musunuz?" buyruğu azar anlamında bir
sorudur. Tefsir alimlerinin açıklamalarına göre, maksat yahudi alimleridir. İbn
Abbas der ki: Medine'de bulunan yahudilerden bir kimse müslümanlar arasından kendisi
ile sıhri akrabalığı, herhangi bir yakınlık veya süt akrabalığı bulunan
kimseye: üzerinde bulunduğun bu hal üzere sebat et ve -Muhammed (s.a.v.)'ı
kastederek- o adamın sana emrettiği şeyde kararlı ol. Çünkü onun emri haktır.
Onlar insanlara bunu emrettikleri halde kendileri yapmıyorlardı.
Yine İbn Abbas'tan
rivayet edildiğine göre yahudi alimleri kendilerini takib edenlere ve
kendilerine uyanlara Tevrat'a uymayı emrediyor fakat Muhammed (s.a.v.)'ın
niteliklerini inkar etmek suretiyle de Tevrat'a aykırı hareket ediyorlardı.
İbn Cureyc der ki:
Yahudi alimleri, Allah'a itaate teşvik ediyor, buna karşılık bizzat kendileri
Allah'a isyanı gerektirecek günahları işliyorlardı.
Bir diğer grup da şöyle
demiştir: Sadaka vermeye teşvik ettikleri halde kendileri cimrilik
gösteriyorlardı. Bu rivayetlerin ifade ettikleri anlam birbirlerine yakındır.
İşarı tefsir ile
uğraşanlardan birisi de şöyle demiştir: Yani sizler anlamların hakikatlerini,
insanların yerine getirmelerini isterken bizzat kendiniz bu anlamların zahiri
şekillerine aykırı hareket ediyorsunuz.
2- Kendilerini Unutup
Başkalarına iyiliği Emredenlerin Azabı:
Bu durumda olanların
azaplarının şiddeti ile ilgili olarak Hammad b. Seleme, Ali b. Zeyd'den, o
Enes'ten şöyle dediğini rivayet etmektedir. Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"İsra'ya götürüldüğüm gece dudakları ateşten makaslarla kesilen birtakım
kimselerin yanından geçtim. Bunlar kimlerdir ey Cebrail, dedim. Bana şu cevabı
verdi: Bunlar dünya ehlinden olan hatiplerdir. İnsanlara iyiliği emreder, Kitabı
okudukları halde bizzat kendileri unutanlardır. Bunlar hiç akıl etmezler
mil"
Ebu Umame'nin de
rivayetine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyumuştur: "İnsanlara iyiliği
emredip de kendilerini unutanlar cehennem ateşinde bağırsaklarını sürüklerler.
Onlara, siz kimlersiniz diye sorulur, şu cevabı verirler: Bizler insanlara
hayrı emrettiğimiz halde kendimizi unutan kimseleriz."
Derim ki: Bu hadis-i
şerifte leyyin bir ravi olan el-Husayb b. Cahder vardır ve İmam Ahmed bunu
zayıf ravi kabul ederdi. Ancak İbn Main de bunu Ebu Galib'den, o Ebu Umame
Suday b. Aclan el-Bahili'den rivayet etmektedir. Ebu Galib ise -Yahya b.
Main'in anlattığına göre- Halid b. Abdullah b. Esid'in azadlısı Hazevver
el-Kureşi'dir. Bahilelilerin azadlısı olduğu da söylendiği gibi, Abdurrahman
el-Hadrami'nin azadlısı olduğu da söylenmiştir. Bu kişi ticareti için Şam'a,
gider gelirdi. Yahya b. Main der ki: Bu hadisi salih (alınabilir) bir kimsedir.
Diğer taraftan Müslim bunu Sahih'inde bu manada üsame b. Zeyd'den şu şekilde
rivayet etmiştir: Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim:
"Kıyamet gününde adam gelir, cehenneme atılır. Bağırsakları karnından
dışarıya fırlar. Değirmen merkebinin döndüğü gibi bağırsakları etrafında döner.
Cehennemlikler onun etrafına toplanır şöyle derler: Ey filan, sen ma'rufu
emreden münkerden alıkoyan bir kimse değil miydin? Şöyle der: Evet, böyle idim.
Ma'rufu emreder fakat işlemezdim. Münkerden alıkoyar fakat kendim
işlerdim."
Derim ki: Sahih hadis
ile ayetin lafızları marüf ve münkeri bilip bunların her birisinin gerektirdiği
görevi yerine getirmenin vücubunu bilen bir kimsenin, bunları bilmeyen bir
kimseye göre cezasının daha ağır olacağını gösterir. Çünkü o bu şekilde Yüce
Allah'ın yasaklarını küçümsüyor, hükümlerini hafife alıyor gibidir. Ve böyle
bir kimse kendi bilgisiyle yararlanamayan kimsedir. Resulullah (s.a.v.) ise
şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde azabı insanlar arasında en çetin
olacak kimse Yüce Allah'ın kendisini bilgisiyle faydalandırmadığı ilim adamı
olacaktır." Hadisi İbn Mace Sünen'inde rivayet etmiştir.
3- Ayet-i Kerimedeki
Azarın Sebebi:
Şunu bil ki -Allah seni
başarılı kılsın- ayet-i kerimedeki azarlayıcı ifadeler iyiliği işlemeyi
terketmekten dolayıdır. İyiliği emretmekten dolayı değildir. Bundan dolayı Yüce
Allah Kitab-ı Kerim'inde iyi amelleri emredip de onları işlemeyen birtakım
kimseleri yermiş ve Kıyamet gününe kadar zaman boyunca okunacak bir buyruk ile
onları azarlayarak: "Siz insanlara iyiliği emredip kendinizi unutur
musunuz?" diye buyurmuştur. Fakih Mansur şu beyitlerinde ne güzel söyler:
"Bir topluluk var ki emrediyorlar Kendilerinin yapmadıklarını
Şüphesiz bunlar
delidirler, isterse onlar Sar'aya tutulmasınlar."
Ebu'l Atahiye de der ki:
"Takvayı sanki sen takvalı imiş gibisin anlatıyorsun Halbuki günahların
kokusu senin elbisenden yayılıyor."
Ebü'l-Esved ed-Düeli de
şöyle demiştir: "Bir huyu yasaklayıp da sen benzerini işleme Böyle bir şey
yaparsan bu senin için büyük bir ayıptır. İşe kendinden başla, kendini
sapıklıktan alıkoy. Eğer vazgeçebilirsen o vakit sen hikmet sahibi bir kimsesin
demektir. O takdirde öğüt verirsen kabul edilir ve söylediklerine Uyulur,
öğrettiklerinin de faydası olur."
Ebü Amr b. Matar der ki:
Zühd sahibi, Ebü Osman el-Hiri'nin meclisinde bulundum. Dışarı çıktı ve öğüt
vermek üzere oturduğu yerini aldı. Uzun boylu sustu. Ebu'l-Abbas diye bilinen
birisi ona şöyle seslendi: Bu susuşuna dair birşey söylemeyi uygun görür müsün?
Bunun üzerine şöyle dedi: "Takva sahibi olmayan bir kimse insanlara
takvayı emrediyor, Kendisi hasta olan bir doktor başkasını tedavi ediyor."
Bunun üzerine ağlamalar
ve gürültüler yükselmeye başladı.
4- ibretli Hikayeler
(Kasas) Anlatma:
İbrahim en-Nehai der ki:
üç ayet-i kerime dolayısıyla kıssa anlatmaktan hoşlanmıyorum. Bunların birisi
Yüce Allah'ın: "Siz insanlara iyiliği emredip kendinizi unutur
musunuz?" buyruğudur, diğeri: 'Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz''
(es-Saf, 2) buyruğu, diğeri ise "Size ettiğim yasağa kendim muhalefetetmek
Istemem" (Hud, 88) buyruğudur. Selm b. Amr da şöyle demektedir:
"Kendisi zahidlik etmediği halde insanlara zühdü tavsiye eden Bir vaizin
zahidlik öğütlemesi ne kadar çirkindir! Eğer o zahidliğe samimi olarak çağıran
birisi olsaydı Sabah akşam onun kaldığı ev mescid olurdu. Eğer o gerçekten
dünyayı reddetmiş ise ne diye İnsanlardan hediyeler bekliyor, bağışlar umuyor?
Halbuki rızık gördüğün kimselere payedilmiştir Siyahı da beyazı da onu ele
geçiriyor."
el-Hasen, Mutarrıf b.
Abdullah'a: Arkadaşlarına öğüt ver demiş, o da şu cevabı vermiş: Korkarım ki
yapmadığım şeyleri söylerim. el-Hasen: Allah sana merhamet buyursun. Hangimiz
söylediğini yapıyor ki? Şeytan ise böyle bir sonucu elde etmek istiyor. O vakit
hiçbir kimse bir ma'rufu emretmez ve bir münkeri de yasaklamaz.
Malik, Rabia b. Ebi
Abdurrahman'dan rivayetle der ki: Said b. Cübeyri şöyle derken dinledim: Herkes
kendisinde olumsuz hallerden hiçbir eser kalmayıncaya kadar marufu emretmeyi,
münkerden alıkoymayı bıraksaydı hiçbir kimse hiçbir marufu emretmez, hiçbir
münkerden de alıkoymazdı. Malik der ki: Gerçekten doğru söylemiştir. Bazı
kusurları bulunmayan kim var kil
5- Birr
"İyilik"in Anlamı:
Bu ayet-i kerimede geçen
"iyilik (birr)"den kasıt itaat ve salih ameldir. Birr:
Doğruluk, tilki yavrusu
ve koyun pazarı gibi anlamlara da gelir. Arapların:
(...) şeklindeki
sözleri, koyunlara ne şekilde seslenileceğini ve ne şekilde güdüleceklerini
birbirinden ayırdedemez, anlamındadır. Buna göre bu kelime müşterek bir
lafızdır. Şair der ki: "Allah'ım, Rabbim, şüphe yok ki Bekroğulları işte
önündedir İnsanlar sana itaat ediyor, onlar ise sana isyan ediyorlar."
Şairin şu sözünde geçen
"birr" kelimesinin kalp anlamına geldiği de söylenir: "Ben onun
yanında kalbin durumu gibi olurum ve ondan da yakın; Malımı önüne bırakıyorum
ve emirlerini gözlüyorum."
Burr, bilinen birşeydir
(buğday demektir). Berr ise saygı ve ta'zim göstermek demektir. Anne-babasına
ta'zim edip ikramda bulunan kimse hakkında berr ve barr çocuk denilir.
ô- İyiliği Emrederken
Kendini Unutmak:
Yüce Allah'ın:
"Kendinizi unutur musunuz?" buyruğundan kasıt, kendinizi terkeder o
halde bırakır mısınız demektir. Unutmak, terketmek anlamına da gelir ve burada
kasıt budur.
Yüce Allah'ın:
"Onlar Allah'ı unuttular, Allah da onları unuttu"(et-Tevbe, 68);
"Onlara verilen öğütleri unutmaları üzerine .. "(el-En'am, 44) ile:
"Ve aranızda faziletli davranışı unutmayınız" (el-Bakara, 237)
buyruklarında "unutmak" hatırlamanın ve bellemenin zıddı
anlamındadır. İleride de gelecek olan: "Adem unuttu, bunun için onun
soyundan gelenler de unuttu" hadisindeki unutmak da bu anlamdadır. Çokça
unutan unutkan kimseye "nesyan" denilir.
Ayet-i kerimede geçen
nefs (kendi) ise ruh demektir. Nefsi (canı) çıktı denilir. Şair Ebü Hiraş der
ki: "Salim kurtuldu ve onun nefsi (canı) ağzında idi O ise ancak kılıcının
kım ve kararlılığı ile kurtuldu."
Ayet-i kerimede geçen
"nefs"in ruh anlamına geldiğinin delillerinden birisi de Yüce
Allah'ın şu buyruğudur: "Allah, ölümleri nefisleri (ruhları) vaktinde
alır. "(ez-Zumer, 42) İleride de geleceği üzere tefsir alimlerinin bir
grubunun görüşüne göre böyledir. Bu husus, Hz. Bilal'in Peygamber (s.a.v.)'e
söylediği -İbn Şihab yoluyla gelen- hadiste gayet açıktır: Ey Allah'ın Resulü,
senin nefsini alan kim ise benim de nefsimi o aldı. Yine Hz. Peygamber'in Zeyd
b. Eslem yoluyla gelen hadisteki şu sözü de böyledir: "Şüphesiz Allah,
bizim ruhlarımızı kabzetti. Dileseydi ruhlarımızı bir başka zamanda bize geri
verirdi." Bu iki hadisi de İmam Malik rivayet etmiştir. Konu ile ilgili en
uygun görüş budur.
Nefs aynı zamanda kan anlamındadır.
(Kanı aktı anlamında) nefsi aktı, denilir. Şair der ki: "Nefslerimiz
(kanlarımız) akıyor kılıçların keskin ucu üzerinde Zaten silahların ucundan
başka birşey üzere akmazlar."
İbrahim en-Nehai de der
ki: Akan bir nefsi (kanı) olmayanların suda ölmeleri halinde suyu pisletmezler.
Nefs aynı şekilde ceset
anlamına da gelir. Şair der ki: "Bana haberin ulaştığına göre Suhaym
oğulları el-Münzir'in nefsinin (cesedinin) kanını evlerine soktular."
7- Kitabı Okuyup
Durduğunuz Halde mi?.:
Yüce Allah'ın:
"Halbuki Kitab'ı da okuyup durursunuz" buyruğu anlayan için çok büyük
bir azar ihtiva etmektedir. "Kitab'ı da okuyup durursunuz" buyruğu
Tevrat'ı da okursunuz demektir. Aynı şekilde onların davranışlarının benzerini
yapan da onlar gibi olur.
"Tilavet"in
aslı tabi olmak demektir. Okumak anlamına gelen kıraat hakkında kullanılması da
bundan dolayıdır. Çünkü uygun şekliyle ortaya çıkıncaya kadar harfler arka
arkaya dizilerek kelimeler de birbirinin ardısıra söylenirler. Uymak anlamına
kullanıldığı takdirde masdarı "tuluv", okumak anlamına kullanıldığı
zaman ise masdarı "tilavet" şeklinde olur. Yine yardımsız bırakmak
halinde de "tuluvv" masdarı kullanılır. Kalıntı anlamına ise
"teliyye" ile "tülave" kullanılır. Hakkını bütünüyle
alıncaya kadar işin arkasını bırakmamak için de bu kökten gelen kelime
kullanılır.
8- Akıllanmayacak
mısınız?:
Yüce Allah'ın:
"Hala akıllanmayacak mısınız?" buyruğu, sizler hala kendinizi, sizi
bu derece alçaltan böyle bir durumu işlemekten engellemeyecek misiniz,
demektir.
Akl kelimesi engellemek
anlamındadır. Deve yuları anlamına gelen "ikal" da burdan
gelmektedir. Çünkü hareket etmesini engeller. Diğer taraftan diyet hakkında da
"akl" tabiri kullanılır. Çünkü bu diyet, maktulun velisini caniyi
öldürmekten alıkoyar. Kabızlık haline ve dilin tutulmasına "i'tikal"
denilmesi de bu anlam yakınlığından dolayıdır. Kaleye Cism-i mekan) olarak
"ma'kil" denilmesi de bundandır. "Akl" aynı zamanda
bilgisizliğin zıddıdır. Yine Arap kadınlarının kendisi ile hevdeçlerini örttüğü
kırmızı bir kumaşa da bu isim verilir. Alkame der ki: "Uzunlamasına ve
yuvarlak süslü kumaşları kuşlar neredeyse kapıverecek Sanki o karından boşalan
kırmızı kanları andırır."
İbn Faris der ki:
Kumaşlarda uzunlamasına nakış ve süslere "akl" denir. Dairemsi alanlara
da "rakm" denilir.
ez-Zeccac der ki: Akıllı
kişi Allah'ın kendisine farz kıldığı şeylere uygun hareket eden, onları yerine
getiren kimsedir. Bunların gereğince amel etmeyen kimse ise cahildir.
9- Akıl:
Hak ehli aklın
yaratılmış olduğunu, var olduğunu, kadim olmayıp mevcut bir varlık olduğunu
ittifakla kabul ederler. Çünkü akıl yok olsaydı birtakım zatlara özel bir sıfat
olmazdı. Onun varlığı sabit olduğuna göre kadim olduğunu söylemeye imkan olmaz.
Çünkü -bu surede ve başka yerde Yüce Allah'ın izniyle açıklanacağı üzere- Yüce
Allah'tan başka kadim bir kimsenin olmadığına dair kesin deliller vardır.
Felsefeciler ise aklın
kadim olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Yine onlardan kimisi aklın insan
bedeninde bulunan latif bir öz -cevher- olup ondan ışınlar saçıldığını kabul
ederler. O bu durumuyla evde bulunan kandile benzer. Onun aracılığı ile,
bilinen şeylerin hakikatleri birbirlerinden ayırdedilir. Kimileri de şöyle der:
Akıl mürekkep (kompleks) olmayan basit bir cevherdir. Ancak aklın bulunduğu yer
hakkında farklı görüşler ortaya atmışlardır. Kimi felsefeciler onun yerinin
dimağ (beyin) olduğunu söyler. Çünkü beyin duyuların merkezidir. Bir başka
kesim ise onun yeri kalptir, demektedir. Çünkü kalp hayatın fışkırdığı yer ve
duyuların maddesidir.
Aklın bir cevher olduğu
şeklindeki görüş tutarsızdır. Çünkü cevherler birbirlerini andırır. Eğer
herhangi bir cevher akıl ise her cevherin de akıl olması gerekir.
Şöyle de denilmiştir: Akıl
eşyayı, anlamlarının hakikatinden hareketle olduğu şekliyle idrak eden araçtır.
Bu görüş bir önceki görüşten doğruya daha yakın olmakla birlikte, idrakin
canlının niteliklerinden olması bakımından yine doğru olmaktan uzaktır. Akıl
bir arazdır. Onun böyle bir özelliğe (idrak etmek özelliğine) sahip olmasına
imkan yoktur. Nitekim onun lezzet duyan ve arzulayan olması da imkansızdır.
Şeyh Ebü'I-Hasan
el-Eş'ari ile üstad Ebü İshak el-İsferayini ve başka muhakkikler şöyle derler:
Akıl ilmin kendisidir. Bunun delili de: Aklettim, fakat bilmedim yahut bildim,
fakat akletmedim, denilmesidir.
Kadı Ebü Bekr de der ki:
Akıl vaciplerin (varlığı zorunlu olanların) vücubunu, caizlerin (varlıkları
mümkün olanların) caizliğini, müstahillerin (varlıkları imkansız olan şeylerin)
müstahil oluşunu kesin olarak bilmek demektir. Ebu'l-Meali, el-İrşad adlı
eserinde bu tarifi tercih ederken el-Burhan adlı eserinde ise, akıl kendisi
aracılığıyla bilgileri idrak etmenin mümkün olduğu bir niteliktir, tarifini
tercih etmiş ve Kadının (Ebu Bekir'in) görüşüne itiraz ederek kabul ettiği bu
görüşün tutarsızlığına dair deliller getirmiştir.
Yine Ebu'l-Meali
el-Burhan adlı eserinde el-Muhasibi'nin: Akıl insanın fıtratındaki bir güçtür
dediğini nakletmektedir.
Üstad Ebu Bekr ise Şafii
ve Ebü Abdullah b. Mücahid'den, akıl ayırdedebilme aracıdır, dediklerini
nakletmektedir. Ebü'I-Abbas el-Kalanisi'den ise "akıl ayırdetme
gücüdür" dediğini, el-Muhasibi'den de: "akılnurlar ve
basiretlerdir" dediğini nakletmekte; daha sonra bu görüşleri
sınıflandırarak çeşitli şekillerde yorumlamakta ve şöyle demektedir: Uygun olan
ise Şafii'den ve İbn Mücahid'den böyle bir naklin sahih olmayacağıdır. Çünkü
"araç" ancak müsbet aletler hakkında kullanılır. Arazlar hakkında
kullanılması ise mecazidir. Yine akıl hakkında "o bir güçtür"
diyenlerin görüşü de böyledir. Çünkü güçten akıl ile kavranılabilen sadece
kudrettir. el-Kalanisi ise ifadelerini kelime anlamlarını alabildiğine
genişleterek kayıtsız bir şekilde kullanmıştır. el-Mu has ibi de bu şekilde
davranmıştır. Akıl aslında ne surettir, ne nur (ışık)tır. Ancak onun vasıtası
ile nurlar ve basiretler elde edilir.
İnşaallah bu surede
tevhid ayeti açıklanınca aklın faydasına dair açıklamalar gelecektir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN