BAKARA 32 |
قَالُواْ سُبْحَانَكَ
لاَ عِلْمَ
لَنَا
إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا
إِنَّكَ
أَنتَ
الْعَلِيمُ
الْحَكِيمُ |
32. Dediler ki: "Seni
tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka birşey bilmeyiz. Gerçekten Sen
Alimsin, Hakimsin."
Yüce Allah'ın:
"Dediler ki: "Seni tenzih ederiz, Senin bize öğrettiğinden başka
birşey bilmeyiz ... " buyruğuna dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:
1- Tesbih:
2- Soruya Cevap Verme Adabı:
3- Subhaneke, Alim ve Hakim:
1- Tesbih:
"Seni tenzih
ederiZ": Yani gaybı senden başka bir kimsenin bilme sinden yana seni
tenzih ederiz. Bu meleklerin Yüce Allah'ın: "Bunların isimlerini bana
bildirin .. "buyruğuna verdikleri cevabdır. Onlar Yüce Allah'a kendilerine
öğrettiğinden başka hiçbir şeyi bilemeyeceklerini ve - biz insanlar arasında
bilgisizlerin yaptıkları gibi - bilgileri olmadık şeyler üzerinde görüş beyan
etmediklerini belirterek cevap verdiler. "Senin bize öğrettiğin ... "
anlamındaki buyrukta yer alan (...) burada (...) anlamında olup "bize
öğrettiğin şey ... " demek olur. Masdar anlamını veren türden olup:
"Senin bize öğretmenden başka ... " anlamına gelmesi de mümkündür.
2- Soruya Cevap Verme
Adabı:
Herhangi bir husus
hakkında bilgi edinmek üzere kendisine soru sorulan kimseye düşen, eğer cevabı
bilmiyor ise, meleklere, peygamberlere ve faziletli ilim adamlarına uyarak:
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ve ben bilmiyorum, diye cevap vermektir. Şu
kadar var ki doğru sözlü Yüce Peygamberimiz ilim adamlarının ölümü ile ilmin de
kaldırılacağını, geriye kendilerinden fetva sorulacak ve görüşlerine göre fetva
verecek cahil birtakım insanların kalacağını bunun sonucunda bunların da
sapacağını, başkalarını da saptıracaklarını beyan buyurmuştur.
Bu ayet-i kerimenin
anlamı ile ilgili olarak Peygamber (s.a.v.)'dan ashab-ı kiramdan, tabiin'den ve
onlardan sonra gelenlerden rivayet edilen haberlere gelince; el-Büsti, Sahih Müsned'inde
İbn Ömer'den şunu rivayet etmektedir: Adamın birisi Resulullah (s.a.v.)'e: En
kötü bölge hangisidir? diye sormuş, Hz. Peygamber: "Bilemiyorum, Cebrail'e
soruncaya kadar (bana mühlet ver)" diye cevap verdi, Cebrail'e sordu. HZ
Cebrail de: Bilemiyorum, Mikail'e soruncaya kadar bana mühlet ver. Daha sonra
Hz. Cebrail gelerek şöyle dedi:
Bölgelerin en hayırlısı
mescidler, en kötüsü ise pazarlardır.
Hz. Ebu Bekir de ölen
torununun mirasını isteyen nineye şu cevabı verdi: Geri dön, ben istişare edip
insanlara sorayım, durumu öğreneyim.
Hz. Ali de: Ne kadar da
yürek soğutucudur (hayırlı bir iştir!) sözlerini üç defa tekrarlardı.
Çevresinde bulunanlar: Neden söz ediyorsunuz ey mü'minlerin emiri? diye sorunca
Hz. Ali şu cevabı verdi: Kişiye bilmediği birşey hakkında soru sorulur da o da
doğrusunu en iyi bilen Allah'tır, diye cevap vermesi.
Adamın birisi, İbn
Ömer'e bir mes'ele hakkında soru sorar, o da şu cevabı verir: Ben bunu
bilmiyorum. Adam geri dönüp gidince İbn Ömer ona şöyle der: İbn Ömer'in söylediği
söz çok güzeldir. Ona bilmediği şey hakkında soru soruldu da o da: Ben bunu
bilmiyorum, diye cevap verdi. Bunu Darimi Müsned'inde zikretmektedir.
Müslim'in Sahih'inde,
Buhayye'nin sahibi Ebu Akil, Yahya b. el-Mütevekkil'in şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Kasım b. Ubeydullah ile Yahya b. Said'in yanında oturuyor idim. Yahya Kasım'a
şöyle dedi: Muhammed'in babası, senin gibi büyük bir kimseye bu dine dair bir
husus hakkında soru sorulur da senin bu hususta herhangi bir bilgin olmaz ve
çıkar yol gösteremezsen -veya: Bu konuda bir bilgin bulunmaz, bir çıkış yolu da
gösteremezsenbu çok çirkin bir iş olur. Bunun üzerine el-Kasım ona, neden böyle
diyorsun diye sorunca şu cevabı verir: Çünkü sen bir taraftan Ebu Bekir, diğer
taraftan Ömer gibi iki hidayet imamının oğlusun. el-Kasım ona şu cevabı verir:
Allah'tan gelmiş olan buyrukları akledip kavramış bir kimse açısından bundan da
daha çirkin olan iş bilgisizce birşey söylemem veya güvenilir (sika) olmayan
birisinden rivayet derlememdir. Bunun üzerine Yahya susar ve ona cevap vermez.
Malik b. Enes de der ki:
İbn Hurmuz'u şöyle derken dinledim: İlim adamı olan bir kimsenin kendisi ile
birlikte oturup kalkanlara kendisinden sonra "bilmiyorum" demeyi
miras bırakması gerekir ki bu, onların önünde asıl bir kaide olarak kalsın.
Onlardan herhangi birisine bilmediği şey hakkında sorulacak olursa o da;
bilmiyorum, desin.
el-Heysem b. Cemil der
ki: Ben Malik b. Enes'e kırksekiz mes'ele hakkında soru sorulduğuna ve bunların
otuz iki tanesi hakkında; bilmiyorum diye cevap verdiğine tanık oldum.
Derim ki: Ashab-ı
kiram'dan tabiinden ve müslümanların fakihlerinden buna benzer rivayetler pek
çoktur. Bunun aksi davranışlara iten ancak riyaset sevdası ve ilimde insaf
sahibi olmamaktır. İbn Abdi'l-Berr der ki: İlmin bereketinden ve adabından
birisi de ilimde insaf sahibi olmaktır. İnsaf sahibi olmayan bir kimse, ne
kendisi birşeyanlar, ne de başkasına birşeyanlatabilir.
Yunus b. Abdi'l-A'la
rivayetle dedi ki: İbn Vehb'i şöyle derken dinledim:
Ben Malik b. Enes'in şöyle
dediğini dinledim: Bizim çağımızda insaftan daha az hiçbir şey yoktur.
Derim ki: Bu İmam
Malik'in zamanında böyle idiyse, fesadın yaygınlaştığı ve bayağılıkların
çoğaldığı, ilmin, anlayıp kavramak için değil de başkanlık için talep edildiği
zamanımız da durum nasıldır? Günümüzde ilim, dünyada üstünlük sağlamak, kalbe
katılık veren, kinleri yerleştiren, tartışma ve münazaralar ile akranlara galip
gelmek için tahsil edilir birşeyoldu. Bu tür maksatlar ve davranışlar ise
takvasızlığa ve Yüce Allah'tan korkmayı terketmeye iter. Günümüzün bu durumları
nerede, Ömer (r.a)'dan gelen şu rivayetin ifade ettiği gerçek nerede? Hz. Ömer
dedi ki: Kadınlara vereceğiniz mehirler kırk ukiyeden fazla olmasın. İsterse Zu
el-As aba -yani Yezid b. el-Husayn el-Harisi'nın kızı olsun. Her kim bundan
daha fazla mehir verecek olursa, bu fazlalık beytü'l-mal'e konulacaktır.
Kadınların bulunduğu taraftan uzunca boylu burnu bir parça basık bır kadın
kalktı ve: Senin böyle bir şeye yetkin yoktur, dedi. Hz. Ömer, o da nedenmiş? deyince
kadın şu cevabı verdi: Çünkü Yüce Allah: "Onlardan birisine yüklerle
(mehir) vermiş olsanız bile ondan geri hiçbir şeyalmayın. "(en-Nisa, 20)
diye buyurmaktadır. Bunun üzerine Hz. Ömer dedi ki: Bir kadın isabet etti, bir
adam da yanıldı.
Veki', Ebu Ma'şer'den, o
Muhammed b. Ka'b el-Kurazı'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Adamın
birisi, Ali (r.a)'a bir mes'eleye dair soru sorar.
Hz. Ali de o hususta
cevabını verince adam şöyle der: Durum böyle değil ey mü'minlerin emiri, aksine
durum şöyle şöyle olmalıdır. Hz. Ali şu cevabı verir: Evet sen isabet ettin ve
ben hata ettim. Her bilenin üstünde daha iyi bir bilen vardır.
Ebu Muhammed Kasım b.
Esbağ der ki: Doğu tarafına yolculuk yaptığım sırada Kayrevan'da konakladım.
Bekr b. Hammad'dan Müsedded yoluyla gelen hadisleri aldım. Daha sonra oradan
Bağdat'a yolculuk yaptım. İnsanlarla (alimlerle) karşılaştım. Geri döndüğümde
tekrar Bekr b. Hammad'ın yanına gidip Müsedded yoluyla gelen hadisleri
tamamlamak istedim. Günün birinde ona Peygamber (s.a.v.)'ın şu hadisini okudum:
"Peygamber (s.a.v.)'ın huzuruna Mudarlılardan çizgili elbiseleri
yakalarından delerek giyinmiş (...) kimseler geldi. O bana: Bu ifade böyle
değil (...) şeklindedir. Ben ona: Hayır bu (...) şeklindedir, dedim. Endülüs'te
olsun Irak'ta olsun kime bu hadisi okudumsa böylece okudum. Bana şu cevabı
verdi: Irak'a girmekle bize karşı çıkıyor ve öğünüyor musun? Veya buna benzer
bir ifade kullandı. Daha sonra bana şöyle dedi: Kalk seninle birlikte -mescidde
bulunan bir hocayı göstererek- şu hocaya gidelim, dedi. Bu gibi şeyleri bilen
birisidir. Onun yanına vardık ve bu hususta sorumuzu sorduk. O da benim dediğim
gibi buradaki ifade (...) şeklindedir dedi. Bunlar kumaşları yararak giyen
kimselerdi, yakaları ön taraflarına gelir idi. Burada sözü geçen (...) kelimesi
ise, (...) kelimesinin çoğuludur. (Bu da bedevi Arapların sardıkları çizgili
peştemal demektir). Bekr b. Hammad burnunu yakalayarak: Burnum hakkın önünde
yere sürtülmüştür. Burnum hakkın önünde yere sürtülmüştür, dedi ve gitti.
Yezid b. el-Velid b.
Abdülmelik'in şu beyitleri ne kadar güzeldir: "Bir mecliste konuşacak olur
isem Konuşmamın varacağı nokta bilgimin son noktasıdır Ben bildiğimi aşarak
başka şeyler söylemem Bilgim sona erdiği yerde de susarım."
3- Subhaneke, Alim ve
Hakim:
"Subhane"
kelimesi Halil ve Sibeveyh'e göre masdar olarak mansuptur.
Seni şanına layık bir
şekilde tesbih ederiz, demektir. el-Kisai'nin açıklamasına göre ise bu izafet
yapılmış bir nida olduğu için mansuptur.
"Alim":
Bilinen şeylere dair mübalağalı bilgi sahibi olduğunu ifade eder Şanı Yüce
Allah'ın yaratıkları hakkındaki sonsuz bilgisini anlatmaktadır.
"Hakim"in
anlamı hükmeden demektir. Kelimenin bu şekli, mübalağa ifade etmek içindir.
Bunun herşeyi muhkem ve sağlam kılan anlamına geldiği de söylenmiştir.
Buna göre
"Hakim" Yüce Allah'ın fiili sıfatlarındandır. Nasılki (işittirir)
anlamına gelen:) müsmi' kelimesi semi' şekline ve (acı veren can yakan anlamına
gelen:) mü'lim kelimesi elim şekline dönüştürülmüş ise burada da (sağlam yapan
anlamına gelen) muhkim kelimesi hakim'e dönüştürülmüştür. Bu açıklamalar
İbnu'l-Enbari'ye aittir.
Kimisine göre de
"hakim" bozuluşu engelleyen anlamındadır. Bundan dolayı maksada
aykırı yürüyüp gitmekten atı engellediğinden dolayı geme
"hakemetü'l-licam" adı verilmiştir. Cerir der ki: "Ey Hanife
oğulları, ayak takımlarınızı iyi gemleyiniz Çünkü ben size karşı gazaplanmaktan
korkuyorum."
Cerir ayak takımlarınız!
kötülük yapmaktan engelleyiniz, demek istemektedir. Züheyr de der ki:
"Atları süren kişi toynakları aşılıncaya kadar alıp götürür, Deriden ve
kendirlerden onlara gemler yapılmıştır. "
Araplar belli bir işi
yapmaktan engellenmesini kastetmek üzere; yetimi şu şu işlerden ihkam et
(alıkoy) derler.
"Muhkem sure"
ise, her türlü değişikliklerden ve değiştirmelerden korunmuş, ona ait olmayan
bir şeyin kendisine eklenmesi, ondan olmayan bir şeyin de ona ilave edilmesi
önlenmiş sure demektir.
Hikmet de buradan
gelmektedir. Çünkü hikmet, kişiyi cahillikten alıkoyar. Birşeyi sağlam yapıp da
isteğinin dışına çıkmasını önlediği vakit, "o şeyi muhkem yaptı"
denilir. "Hakim" ise, mübalağa ifade eder.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN