ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

275

/

279

الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لاَ يَقُومُونَ إِلاَّ كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا فَمَن جَاءهُ مَوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّهِ فَانتَهَىَ فَلَهُ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُ إِلَى اللّهِ وَمَنْ عَادَ

فَأُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {275}   يَمْحَقُ اللّهُ الْرِّبَا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ أَثِيمٍ {276}  إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ {277}   يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ {278}   فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَإِن تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُوسُ أَمْوَالِكُمْ لاَ تَظْلِمُونَ وَلاَ تُظْلَمُونَ 279

 

 

275. Riba yiyenler kabirlerinden ancak kendilerine çarpmaktan dolayı şeytanın, sar'aya düşürdüğü kimse gibi kalkarlar. Bu onların: "Alışveriş de ancak riba gibidir" demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi helal, ribayı haram kılmıştır. Bundan böyle her kime Rabbinden bir öğüt gelir de vazgeçerse geçen onundur. İşi de Allah'a kalmıştır. Kim de tekrar dönerse onlar da ateşliklerdir. Orada ebedi kalıcıdırlar.

276. Allah ribayı yok eder, sadakaları ise artırır. Allah, çok nankör ve günahkar hiçbir kimseyi sevmez.

277. Şüphesiz iman edip de salih amel işleyenlerı namazı dosdoğru kılanlar, bir de zekatı veren kimselerin Rableri katında ecirleri vardır. Onlar için hiçbir korku da yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.

278. Ey iman edenler, Allah'tan korkun, faizden kalanı da bırakın; eğer mü'minler iseniz.

279. Şayet yapmazsanız Allah ve Resulü tarafından size karşı savaş açıldığını bilin; eğer tevbe ederseniz sermayeleriniz sizindir. Ne zulm ediniz, ne de zulme uğrayınız.

 

Bu üç ayet, faiz ile ilgili hükümleri ve satış akidlerinin caiz oluşunu, faizi helal kabul edip faiz alıp vermek üzere ısrar edenin tehdide layık olduğunu ihtiva etmektedir. Bu konuya dair (buradaki beş ayet için) açıklamalarımızı otuzsekiz başlık halinde sunacağız:

 

1- Riba (Faiz) ve Onu Yiyenler:

2- "Faiz Yiyenler"in Kapsamına Girenler:

3- Riba ile ilgili Hz. Peygamber'den Gelen Rivayetler:

4- Muaviyenin Faiz ile ilgili Yanlış Kanaati:

5- Faize Dair Hz. Ali'den Gelen Rivayet ve ilim Adamlarının Görüşü:

6- Sikke Altın, Gümüşe ihtiyacı Olan ve Elinde Külçe Altın ve Gümüş Bulunan Kimsenin Durumu:

7- Sikke ve Külçe Mübadelesinde Fark:

8- Az veya Çok Yiyeceklerde Faiz:

9- Faiz ile ilgili Meselelerin Çokluğu ve Faizin illeti:

10- Riba Lafzı ile ilgili Nahivcilerin Görüşleri:

11- Faizciler Kabirlerinden Çarpılmış Gibi Kalkacaklardır.

12- Cin çarpması:

13- Bu Azaba Uğramalarının Sebebi:

14- Alışveriş ve Faiz:

15- Alışveriş Helal Faiz Haramdır:

16- Alışverişin Mahiyeti:

17- Fıkhi (Hukuki) Açıdan Bey' (Alışveriş)

18- Riba'nın Haram Oluşu ve Kapsamı:

19- Riba Akdinin Hükmü:

20- Feshedilen Akidlerin Sonuçları:

21- Öğütten Sonra Vazgeçenler ve Sedduz-Zerai ilkesi:

22- 'ine Satışı:

23- 'lneye Benzer Satış Çeşitleri:

24- Geçen Ona Aittir:

25- "işi Allah'a Kalmıştır" Buyruğunun Anlamı:

26- "Tekrar Faize Dönenlerin Durumu:

27- Faizin Bereketi Yoktur:

28- Nankör ve Günahkarlar:

29- iman Edenler Faizi Terk eder:

30- "Mü 'min iseniz" Şartı:

31- Faizi Terketmeyenlerle Savaş:

32- insanlığın iki Baş Belası, içki ve Faiz:

33- Faizcilik Büyük Günahlardandır:

34- Tevbe Edenler Ana Mallarını Alabilirler:

35- Faiz ve Fasid Akidler:

36- Haram Mal ve Helal Mal Birbirine Karışırsa:

37- Faiz ve Bazı Zirai Akidler:

38- Kıraat Farklılıkları:

 

1- Riba (Faiz) ve Onu Yiyenler:

 

Yüce Allah'ın: "Riba yiyenler" buyruğundan kasıt faiz alanlardır. Almaktan "yemek diye söz edilmiştir. Çünkü almaktan kasıt onu yemektir. "Riba" kelimesi sözlükte mutlak olarak artış demektir. Artan birşey hakkında bu tabir kullanılır. Hz. Peygamber'in hadisinde de geçen bu kelime bu anlamdadır: "Allah'a yemin ederim bir lokma aldık mı, mutlaka onun altından -ondan fazla- bir artış (raba) olurdu." Bundan kastettiği Peygamber (s.a.v.)'ın bereketlenmesi için dua ettiği yemektir. Bu hadisi Müslim (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) rivayet etmiştir.

 

Bu kelimenin yazılışı kıyasa göre baş harfindeki esre dolayısıyla "ya" ile olmalıdır. Ancak Kur'an'ı Kerım'de "vav" ile yazmışlardır.

 

Daha sonra şeriat, mutlak olan bu artış ile ilgili olarak kendine has tasarrufta bulunarak, bu artışı, sözkonusu olduğu özel bazı yerlere münhasır kabul etmiştir.

 

Kimi zaman bunu mutlak olarak haram kazanç hakkında kullanmaktadır.

 

Yüce Allah'ın yahudiler hakkındaki şu buyruğunda olduğu gibi: ... kendilerine yasaklanmış olmasına rağmen riba almaları .. "(en-Nisa, 161) Yüce Allah bu buyruğunda, bizim hakkımızda haram kılınmış olma hükmü bulunan şer'ı ribayı kastetmiyor. Bundan kasıt, haram olan maldır. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Onlar alabildiğine yalan dinleyenler haram yiyenlerdir." (el-Maide, 42) Burada da kasıt, haram olan rüşvet malları ile şu sözlerinde dile getirdikleri şekilde ümmilere ait mallardan kendilerine (haksız yere) helal kabul ettikleri mallardır: "ümmiler hakkında bizim aleyhimize bir yol yoktur. "(Al-i İmran, 75)

 

Buna göre buradaki nehiy (yasak), hangi yoldan kazanılırsa kazanılsın, haram bütün malları kapsayıcıdır.

 

Şeriatte bilinen riba iki şeydir: Birincisi nesa (vade faizi) nin haram kılınması, ikincisi ise ileride açıklayacağımız üzere akidlerdeki ve yenecek şeylerdeki fazlalıktır. Çoğunlukla Araplar mesela borçluya şöyle diyerek bu işi yapıyorlardı: Borcunu öder misin, faiz mi verirsin? O bakımdan borçlu ödemesi gereken malın miktarını artırır alacaklı da bu konuda tesbit edilen süreyi beklerdi. İşte bütün bunlar ümmetin ittifakı ile haram kılınmıştır.

 

2- "Faiz Yiyenler"in Kapsamına Girenler:

 

Yasaklanmış satışların çoğunluğunun yasaklanış sebebi, genelde ya malın aynındaki; veya ertelemek ve buna benzer şekillerde taraflardan birisi lehine menfaatteki bir artış dolayısıyladır. Kimi alışverişlerde böyle bir fazlalık sözkonusu değildir. Meyvenin olgunlaşacağının ortaya çıkmadan önce satışı, cuma günü ezan okunduğu vakit satış gibi. Bu gibi işleri yapanlara "faiz yiyicisi" denilecek olursa, bu tabiri aşmak olur ve bir çeşit benzetmedir.

 

3- Riba ile ilgili Hz. Peygamber'den Gelen Rivayetler:

 

Lafız Müslim'e ait olmak üzere hadis imamları Ebu Said el-Hudri'den şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Altın altına, gümüş gümüşe, buğday buğdaya, arpa arpaya, hurma hurmaya, tuz tuza karşılık olarak, misli misline ve elden ele (satılır). Her kim daha fazla verir yahut daha fazla isterse o faiz almış olur. Bunda alan ile veren arasında da fark yoktur."

 

Ubade b. es-Samit'in rivayet ettiği hadiste de şöyle denilmektedir: "Eğer bu sınıflar farklı olursa elden ele olması şartıyla istediğiniz gibi satınız."

 

Ebu Davüd da, Ubade b. es-Samit (r.a)'dan rivayet ettiğine göre; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Külçe olanı ile olmayanıyla altın altına, külçe olanıyla olmayanıyla gümüş gümüşe, buğday buğdaya karşılıklı olarak (satıldığında) bir müdy'e bir müdy'e karşılıktır. Arpa arpaya bir müdy'e bir müdy karşılıktır. Hurma hurmaya bir müdy'e bir müdy karşılıktır. Tuz tuza bir müdy'e bir müdy karşılıktır. Her kim daha fazlasını verir veya fazlasını isterse faiz almış (veya) vermiş olur. Buna karşılık altının, gümüş daha fazla olmak üzere, gümüş ile elden ele satılmasında da bir mahzur yoktur. Nesie (vadeli) olarak ise olmaz. Buğdayın, arpa daha fazla olmak üzere, buğday karşılığında elden ele satılmasında bir mahzur yoktur. Vadeli olarak satılması ise olmaz."

 

ilim adamları bu sünnet gereğince icma ile görüş belirtmişlerdir. Müslüman fukaha topluluğu da bu görüştedirler. Ancak buğday ve arpa ile ilgili Malik'in görüşü bir istisna teşkil etmektedir. Malik her ikisini tek bir sınıf olarak değerlendirmiştir. Buna göre bunlardan herhangi birisinden iki ölçeği, öbüründen tek bir ölçek ile satmak caiz olmaz. Aynı zamanda bu el-Leys'in, el-Evzai'nin, Medine ve Şafii alimlerinin çoğunluğunun görüşüdür. Malik bu ikisine Sült'ü (bir çeşit kabuksuz arpa) da ekler. el-Leys der ki: Sült, beyaz darı ve mısır tek bir sınıftır. İbn Vehb de bu görüştedir.

 

Derim ki: Sünnet (bir hususta) sabit olduğu takdirde bununla birlikte söylenecek söz olmaz. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "İşte bu sınıflar değişti mi elden ele olması şartıyla istediğiniz gibi satınız." Ayrıca: "Buğday buğday ile arpa arpa ile .. " buyruğu da buğdayın hurmadan farklı oluşu gibi bunların da birbirinden ayrı iki tür olduğunun delilidir. Çünkü nitelikleri de farklıdır, isimleri de farklıdır. Şeriat ona itibar etmediği takdirde bittiği yere ve biçildiği yere bakılmaz. Şeriat bunları birbirinden farklı görmüş ve ayırdetmiştir. İşte Şafii'nin, Ebu Hanife'nin, es-Sevri'nin ve hadis ashabının da görüşleri budur.

 

4- Muaviyenin Faiz ile ilgili Yanlış Kanaati:

 

Muaviye b. Ebi Süfyan, Peygamber (s.a.v.)'ın yasak ve haram kılışının sikke halindeki dinar ile sikke halindeki dirhem hakkında olduğunu, külçe halindeki altın gümüşün sikke halinde ve aynı şekilde işlenmişin sikke halinde olan ile değiştirilmesinde yasağın sözkonusu olmadığı görüşünde idi. Onu yalnızca işlenmişler ile ilgili olarak bu kanaatte olduğu da söylenmiştir.

 

Bu durum Müslim'in ve başkalarının rivayet ettiği Muaviye ile Ubade b. es-Samit arasında cereyan eden olaya kadar devam etmiştir. (Ebu'l-Eş'as) dedi ki: Askerlerin başında Muaviye olduğu halde gazaya çıktık. Pek çok ganimetler ele geçirdik. Aldığımız ganimetler arasında gümüş kap kacak da vardı. Muaviye birisine bunların askerlere verilecek atiyyeler (maaşlar) için satılmasını emretti. Bu hususta insanlar arasında anlaşmazlık başgösterdi. Durum Ubade b. es-Samit'e ulaşınca kalktı ve dedi ki: Ben Resulullah (s.a.v.)'i altının altın ile gümüşün gümüş ile buğdayın buğday ile arpanın arpa ile hurmanın hurma ile tuzun tuz ile eşiti eşitine aynıyla olmadıkça satmayı yasaklarken duydum. Kim fazla verir veya isterse faize düşmüş olur. Bunun üzerine herkes aldığını geri bıraktı. Durum Muaviye'ye ulaşınca bir konuşma yapmak üzere ayağa kalktı ve dedi ki: Bazı kimselere ne oluyor ki, Resulullah (s.a.v.)'dan birtakım hadisler naklediyorlar. Halbuki biz de onu görüyor, onunla arkadaşlık ediyorduk ve biz bu hadisleri ondan işitmedik. Bunun üzerine Ubade b. es-Samit kalktı, olayı tekrar anlattı. Sonra dedi ki: Andolsun Muaviye hoş görmese dahi -veya ona rağmen- Resulullah (s.a.v.)'dan işittiğimizi mutlaka anlatacağız. Karanlık bir gecede askerleri arasında onunla birlikte olmamak da hiç umurumda değiL. (Hadisin ravilerinden birisi olan) Hammad (b. Zeyd) bu şekilde veya buna yakın bir şekilde nakletti.

 

İbn Abdi'l-Berr der ki: Bu olayın Ebu'd-Derda ile Muaviye arasında olduğu da rivayet edilmiştir. Her ikisinin başından Muaviye ile birlikte böyle bir olayın geçmiş olması da muhtemeldir. Fakat hadis-i şerif örfte Ubade'den diye bilinir. Riba bahsinde ilim adamlarının üzerinde durdukları asıl delil de budur. Muaviye'nin bu konudaki uygulamasının caiz olmadığı hususunda da görüş ayrılığı yoktur. Ebu Derda ve Ubade (r. anhuma)'nın bildiği bir hususun Muaviye tarafından bilinmemesini olmayacak bir iş olarak değerlendirmemişlerdir. Çünkü her ikisi de ashabın fukahasından ve büyüklerinden saygın iki kişidir. Hatta Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in dahi, kendilerinden daha aşağı mertebedeki kimselerin bildikleri bazı hususları bilmedikleri olmuştur. Muaviye'nin böyle bir durumda olması öncelikle sözkonusudur. Onun kanaatinin de İbn Abbas'ın kanati gibi olma ihtimali de vardır. İlimde bir derya olduğu halde İbn Abbas bir dirhemin iki dirhem karşılığında satılmasında bir mahzur olmadığı görüşünde idi. Ebu Said (el-Hudri) bu kanaatten onu vazgeçirinceye kadar böyle devam etti. Muaviye'nin Hz. Ubade ile birlikte başlarından geçen bu olay, Hz. Ömer'in halifeliği döneminde olmuştur.

 

Kabisa b. Züeyb dedi ki: Ubade, Muaviye'nin bir işini uygun bulmadı, o bakımdan: Senin bulunduğun bir toprakta seninle birlikte ben de kalmam, dedi ve Medine'ye gitti. Hz. Ömer ona: Ne diye geldin, diye sorunca ona durumu anlattı. Hz. Ömer ona şu cevabı verdi: Geldiğin yere dön. Senin ve senin gibilerinin bulunmadığı bir toprağı Allah kahretsin. Ayrıca Muaviye'ye de: "Senin bunun üzerinde emredicilik yetkin yoktur" diye mektup yazdı.

 

5- Faize Dair Hz. Ali'den Gelen Rivayet ve ilim Adamlarının Görüşü:

 

Lafız Darakutni'nin olmak üzere hadis imamları Ali (r.a)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Dinar dinar ile dirhem dirhem ile (alınıp satılır). Aralarında fazlalık olmaz. Her kimin gümüşe ihtiyacı olursa elden ele olmak şartıyla altın ile onu sarfetsin. Kimin de altına ihtiyacı varsa onu da gümüş ile sarfetsin (alsın). (Darakutni, III, 25)

 

İlim adamları der ki: Peygamber (s.a.v.)'ın: "Dinar dinar ile dirhem dirhem ile (alınıp satılır); aralarında fazlalık olmaz" buyruğu sikke olarak vurulmuş aslın cinsine bir işarettir. Buna delil ise Hz. Peygamber'in: "Gümüş gümüş ile altın altın ile .. " hadisidir. Beyaz gümüş ile siyah gümüşün, kırmızı altın ile sarı altının herhangi birisini öteki ile satmak halinde durum ne olursa olsun, ancak misli misline ve eşit olarak satmak caiz olur. Açıkladığımız üzere ilim ehli bunun üzerinde görüş birliği etmişlerdir. Fikirlerle ilgili olarak Malik'ten farklı rivayet gelmiştir. O eşyanın semeni (değeri) olması açısından bunları da dirhemlere katmıştır. Bir sefer de her beldede semen olmayıp kimi yerlerde semen olduklarından dolayı, bunların da gümüş gibi değerlendirilmesini uygun görmemiştir.

 

6- Sikke Altın, Gümüşe ihtiyacı Olan ve Elinde Külçe Altın ve Gümüş Bulunan Kimsenin Durumu:

 

Malik'in arkadaşlarından birçoğundan rivayet edilen, kimisinin de bizzat Malik'ten rivayet ettiği tüccarlarla çıkmak durumunda olan kişi ile ilgili yapılan rivayete itibar olunmaz. Sözkonusu bu tacir yola çıkmak ihtiyacında olmakla birlikte sikke halinde gümüş dirhemlere yahut altın dinarlara ihtiyacı olduğundan dolayı, gümüş ya da altınını alarak darphaneye gider ve oradaki görevlilere: Benim bu gümüşümü yahut altınımı al, bir de el emeği miktarını al, ondan sonra altınım karşılığında sikke olarak vurulmuş dinar veya gümüşüm karşılığında sikke haline getirilmiş dirhem ver. Çünkü benim çıkmaya ihtiyacım var. Beraber yola çıkacağım kimselerin de beni bırakıp gideceklerinden korkuyorum. Rivayete göre bu, zaruret dolayısıyla caizmiş ve bazı kimseler de bu şekilde uygulama yapmıştır. Bunu İbnu'l-Arabı, el-Kabes adlı eserinde Malik'ten tacir olmayan kimse ile ilgili olarak nakletmektedir. Ve Malik'in bu hususta kolaylık sağladığını belirtmektedir. Buna göre yüz dirhem ağırlığındaki gümüşünü beş dirhem ücret ile birlikte yüze karşılık satmış olur ki, bu da katıksız faizdir. Bunun caiz oluşunu kabul edenin şöyle demesi gerekirdi: Şu gümüşü sikke haline getir demeli, buna karşılık da onun ücretini tesbit etmeliydi. Gümüş sikke haline getirildikten sonra o gümüşü ondan alır ve darp ücretini de ona verirdi. Malik'in önce yaptığı iş, sonra olması gereken iştir. Malik burada malı gözönünde bulundurmuş ve hali hazırdaki durumun hükmünü ona göre vermiştir. Ancak sair fukaha bunu kabul etmezler. İbnu'l-Arabı der ki: Burada delilin Malik'in lehine olduğu açıkça ortadadır.

 

Ebu Ömer (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) ise der ki: Rasülullah (s.a.v.)'ın:

"Her kim daha fazla verir ve daha fazla isterse o kimse faiz alıp vermiş olur" hadisinde haram kıldığı ribanın kendisi budur. İbn Vehb bu mes'elenin İmam Malik tarafından bu şekilde hükme bağlandığını kabul etmez ve redde der. el-Ebherı ise bunun ticaret kastıyla ve pazarı kaçırmamak için gösterilen bir müsamaha olarak mütalaa etmiştir. Faiz de zaten ancak maksadı bu olan ve bunu arayan kimse için sözkonusudur. Ancak el-Ebheri (Malik'in) zerai'i kesmek (harama giden yolları kapamak) ile ilgili asıl kaidesini ve Malik'in: Onu bir daha satın almak niyeti olmaksızın vadeli olarak bir kumaş sattıktan sonra çarşıda aynı kumaşın satıldığını gören kimsenin, o satan kişiden o kumaşı daha önce sattığı fiyattan aşağısına alması caiz değildir. İsterse böyle bir kastı olmamış ve bunu aramamış olsun, şeklindeki hükmünü de unutmuş gibidir. Bu konuda onun benzer kanaatleri pek çoktur. Şayet faiz ancak faiz almak kastı güdenler için sözkonusu olsaydı, sadece fakihler için haram kılınırdı. Halbuki Hz. Ömer şöyle demektedir: Bizim pazarımızda fakih olandan başkası ticaret yapmasın. Aksi takdirde faiz yer. İşte bu, kendisine insaf ihsan olunmuş ve doğru yol ilhamı verilmiş kimselere açıkça ortada olan bir durumdur.

 

Derim ki: Fazlalığı yasaklamak hususunda Malik (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) oldukça aşırıya gitmiştir. O kadar ki o vehmi olan şeyi dahi tıpkı tahakkuk etmiş gibi değerlendirir. O bakımdan bir dinar ve bir dirhemin yine bir dinar ve bir dirheme karşılık satılmasını kabul etmez. Bundan maksat ise harama giden yolu kapatmak (seddü'z-zerai) ve vehmi olan şeyleri ortadan kaldırmaktır. Çünkü eğer (taraflar) bir fazlalık vehminde olmamış olsalardı, bunları değiştirmezlerdi. Bunun yasak kabul edilmesine, dağıtım esnasında mümaseletin sağlanmasının imkansız oluşu illet olarak gösterilmiştir. Çünkü böyle bir halde altın ve gümüşün bir arada altın mukabili satılmasını da gerektirir. Ancak bundan da daha açık gerekçe ise aradaki manevi bir fazlalık dolayısıyla bunu kabul etmemektir. . Şöyle ki; kaliteli altından bir dinar ve daha düşük kaliteli altından bir dinarın, kaliteli altın karşılığında kalitesizi yok sayarak, satılmasını kabul etmez. Bu ise onun konuyu inceden inceye tetkik etmesinden dolayıdır. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. O bakımdan bu, sözü geçen rivayetin ondan nakledilmesinin münker olduğunu, sahih olmadığını göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

7- Sikke ve Külçe Mübadelesinde Fark:

 

el-Hattabi der ki: Külçe {tibr} sikke haline gelmeden önce ve dirhem ve dinar olarak basılan altın ve gümüş parçalarıdır. Bunun tekili "tibreh" şeklinde gelir. Ayn ise sikke haline gelmiş dinarlar ve dirhemlerdir. Rasülullah (s.a.v.) de, ayn olan bir miskal altının sikke, halinde vurulmamış külçe olan bir miskal ve biraz fazlası altın ile satılmasını haram kılmıştır. Aynı şekilde sikke olarak darbedilmiş gümüş ile darbedilmemiş gümüş arasındaki farkı da haram kılmıştır. İşte bu onun: "Bunların tibri (külçesi) de "ayn"ı (darbedilmişi) da aynıdır" buyruğunun anlamı budur.

 

8- Az veya Çok Yiyeceklerde Faiz:

 

Hurmanın hurma ile ancak misli misline olması halinde caiz olacağı hususunda ilim adamları icma etmişlerdir. Ancak tek bir hurmanın iki tane hurma ile tek bir buğday tanesinin iki tane buğday tanesiyle satılması hususunda ihtilaf etmişlerdir. Şafii, Ahmed, İshak ve Sevri bunu kabul etmezler. Aynı zamanda Malik'in görüşlerine göre kıyas yapılırsa hüküm yine budur. Sahih olanı da budur.

 

Çünkü çoğunda fazlalık dolayısıyla faizin cereyan ettiği birşeyin azı da kıyas gereği ve mantık gereği onun kapsamına girer. Bunu caiz kabul edenler ise, bir ve iki hurmayı telef eden bir kimsenin onların kıymetini ödemesi icab etmeyeceğini delil gösterirler. Derler ki: Çünkü bu şekilde bir ve iki tane mekil (kile ile ölçülen) de değildir, mevzun (ağırlık ile tartılan) da değildir. O bakımdan bu kadarında bir fazlalık caizdir.

 

9- Faiz ile ilgili Meselelerin Çokluğu ve Faizin illeti:

 

Allah'ın rahmeti üzerine olasıca şunu bil ki; bu konunun meseleleri pek çok, dalı budağı oldukça yaygındır. Bu çokluk ve yaygınlığı, senin için birbirine bağlayacak olan husus, ilim adamlarından her birisinin faizin illeti ile ilgili olarak neyi muteber kabul ettiğine bakmaktır.

Ebu Hanife der ki: Faizin illeti, cins itibariyle mekil (kile ile ölçülen) veya mevzun (tartılan) birşeyolmasıdır. Buna göre tartılan yahut ölçülen herşey, ona göre aynı cinstendir. Eğer bunun bir kısmı diğer bir kısmı mukabilinde fazlalıklı ya da vadeli olarak satılırsa bu caiz olmaz. O bakımdan Ebu Hanife toprağın toprak mukabili fazalıklı olarak satışını kabul etmez. Çünkü toprak kile ile ölçülen birşeydir. Buna karşılık bir ekmeğin iki ekmeğe karşılık olarak satılmasını caiz kabul etmiştir.

 

Çünkü ona göre; asıl illet kabul ettiği keylin kapsamına girmemektedir.

Dolayısıyla ekmek faizin sözkonusu olduğu cinsin dışına çıkmış, başka bir cins olmuş olur.

Şafii de der ki: Faizin illeti cins olarak yenilecek şeyolmasıdır. Bu onun cedid (yeni) görüşüdür. Ona göre ekmeğin un karşılığında, ekmeğin ekmek karşılığında biri ötekinden fazla olarak da vadeli olarak da satılması caiz değildir. Bu ekmek ister mayalanmış olsun, ister mayasız olsun farketmez. Yine ona göre bir yumurtanın iki yumurta karşılığında, bir narın iki nar karşılığında bir kavunun iki kavun karşığında elden ele satılması da caiz değildir, vadeli olarak satılması da caiz değildir.

 

Çünkü bunların hepsi yenen şeylerdir. Kadim görüşünde ise (Ebu Hanife gibi) mekil veya mevzun olmasını illet kabul etmektedir.

 

Bizim Maliki mezhebine mensup alimlerimizin bu konudaki ibareleri ise farklı farklıdır. Bu husustaki en güzel ve yerindeki ifade; çoğunlukla besleyici bir gıda olan, maişet için saklanabilen ve aynı cinsten oldukları nasta zikredilmiş buğday, arpa, hurma ve tuz ile bunlar hükmünde olan pirinç, beyaz darı, mısır ve susam gibi gıdalar ile börülce, mercimek, fasulye, nohut gibi yazdan kurutulup kışa saklanan şeyler etler, sütler, sirkeler, sıvı yağlar; ayrıca üzüm, kuruüzüm, zeytin gibi meyveler de -ancak incir hakkında farklı görüşler vardır-o Ek olarak bal ve şeker de dahil olmak üzere, bunlar, nesa ile (vadeli olarak) satıldıkları takdirde faiz kapsamına girerler. Ancak fazlalık bunlarda caizdir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; "Bu sınıflar farklı oldukları takdirde elden ele olması şartıyla istediğiniz gibi satınız."

 

Elma, kavun, nar, armut, acur, salatalık, patlıcan ve buna benzer kalıcılığı olmayan meyveler ve sair sebzelerde faiz olmaz. Malik der ki: Fazlalıklı olarak yumurtanın yumurta karşılığı satılması caiz değildir. Çünkü yumurta saklanan şeylerdendir. Ona göre bunların misli misline satılması caizdir. Muhammed b. Abdullah b. Abdulhakem ise der ki: Bir yumurtanın iki yumurta ve daha fazlası karşılığında satılması caizdir. Çünkü yumurta saklanmayan şeylerdendir. Aynı zamanda bu el-Evzai'nin de görüşüdür.

 

10- Riba Lafzı ile ilgili Nahivcilerin Görüşleri:

 

Nahivciler "riba" lafzı hakkında farklı görüşlere sahiptirler.

 

Basralılar bu kelimenin (son harfinin) "vav"lı kelimelerden olduğunu söylerler. Çünkü bunun tesniyesi (...) diye söylenir. Bu görüş Sibeveyh'e aittir. Kufeliler ise şöyle derler: Bu kelime "ya" harfiyle yazılır, tesniyesi de "ya" ile gelir. Buna sebep ise başındaki esredir. ez-Zeccac der ki: Ben bundan daha çirkin ve daha kötü bir hata görmedim. Bunlar yazılışta hata etmekle yetinmiyorlar mı ki kalkıp bir de bunu tesniye ederken hata ediyorlar? Halbuki: "Artış göstersin diye ribd türünden insanlara verdiğiniz ... " (er-Rum, 39) buyruğunu da; (...) şeklinde okumaktadırlar. Muhammed b. Yezid dedi ki; Mushafta "er-riba" kelimesi "vav" ile yazılarak onunla 'ez-zina' kelimesinin birbirinden ayrılması sağlanmak istenmiştir. Zaten "er-riba" kelimesinin "vav" ile yazılması ötekinden daha uygundur. Çünkü bu kelime (...) den gelmektedir.

 

11- Faizciler Kabirlerinden Çarpılmış Gibi Kalkacaklardır.

 

Yüce Allah'ın: "Kabirlerinden ancak kendilerine çarpmaktan dolayı şeytanın sar'aya düşürdüğü kimse gibi kalkarlar" buyruğu; daha önce geçen "riba yiyenler ... " mübtedasının haberidir. Bunun anlamı ise "kabirlerinden ... kalkarlar" şeklindedir. Bunu İbn Abbas, Mücahid, İbn Cübeyr, Katade, er-Rabi', ed-Dahhak, es-Süddi ve İbn Zübeyr söylemiştir. Bazıları da şöyle demektedir: Onunla birlikte onu boğmakla görevli bir şeytan var eder. Bütün müfessirler hep birlikte şunu söylerler: Faiz yiyen kimse Mahşer halkının önünde bir ceza olmak ve Allah'ın gazabı üzerinde görülsün diye deli gibi diriltilecektir. İcma ile kabul edilmiş bu açıklamayı ise İbn Mes'ud'un:

 

"Onlar kıyamet gününde ancak .... kalkarlar" şeklindeki kıraatidir.

 

İbn Atiyye der ki: Ayet-i kerimenin lafızları, hırs ve tamahkarlık ile dünyevi ticarete kalkış an kimsenin durumunu delinin kalkışına benzetme ihtimalini de taşımaktadır. Çünkü onun bu tamahkarlık ve duyduğu şiddetli arzu dolayısıyla aklı başından gider; azaları çarpık bir hal alır. Bu ise çabucak yürürken ya korku veya başka sebepten dolayı davranışları bozulan bir kimse hakkında: Bu kişi delirmiştir, demeye benzer. el-A'şa şu beyitinde devesinin sür'atlice yürüyüşünü deliliğe benzetmektedir: "Gece boyunca aşırı yürümesinden dolayı adeta Cinler çarptığından dolayı deliye dönmüş olur."

 

Bir diğeri de şöyle demiştir: "Yemin olsun ki ben Esma'ya olan sevgiden dolayı deli gibiyim."

 

Fakat İbn Mes'ud'un kıraati ile müfesirlerin birbirini destekleyen görüşleri böyle bir açıklamayı zayıf düşürmektedir.

 

"Sar'aya düşürdüğü" kelimesi (...) den gelmektedir. (...): Onu mülk edindi ve köleleştirdi, demeye benzer.

 

Yüce Allah bunu faiz yiyenlerin alameti kılmıştır. Çünkü faizi karınlarında artırmış ve bu kendilerine bir ağırlık vermiş olacaktır. Kabirlerinden çıka cakları vakit kalkıp düşeceklerdir. Şöyle de denilmektedir: Faiz yiyenler Kıyamet günü hamileler gibi karınları şişkin bir şekilde diriltilecekler. Ayağa kalktıkları her seferinde onlar yere düşecek, insanlar da üzerlerinden yürüyüp gidecektir. Kimi ilim adamı şöyle demektedir: Bu, Kıyamet gününde kendisi vasıtasıyla tanınacakları bir alametleri olacaktır. Daha sonra da bunun ardından azap gelecektir. Nitekim ganimetten hırsızlık yapan kimse de Kıyamet günü kendisiyle teşhir edileceği bir alamet ile gelecek, daha sonra da ona azap edilecektir.

 

Yüce Allah'ın: "Yiyenler" buyruğundan kasıt, faiz kazancı elde edenler ve faiz alıp verenlerdir. Özellikle "yemek"ten sözedilmesi insanın maldan gözettiği en güçlü maksadın o oluşundandır. Ayrıca bu doymak bilmez tamahkarlığın ve aşırı hırsın da delilidir. (...): Aç gözlü adam; (...): Aç gözlülük demektir. (...) Aç gözlü kimseler, anlamındadır. Bu açıklamayı (İbn Faris) el-Mücmel'de yapmıştır. İşte bundan dolayı kazanca bağlı olan bu kısım, kazancın tümünün yerine oturtulmuş ve öylece kullanılmıştır. Buna göre giymek, mesken için harcamak, saklamak, çoluk çocuğa harcamak masraflarını karşılamak (ve benzeri sair harcamalar) da: "Riba yiyenler ... " tabirinin kapsamı içerisindedir.

 

12- Cin çarpması:

 

Bu ayet-i kerimede cinler tarafından sar'aya düşürülmeyi kabul etmeyen, bunun karakterlerin (tabiatların) etkisi ile ortaya çıktığını iddia eden, şey tanın insan içerisinde yol alabileceğini ve şeytanın insanı çarpmayacağını söyleyenlerin görüşlerinin tutarsızlığına bir delildir. Bu kitabın bundan önceki bölümlerinde bunların görüşlerini reddetmiş bulunuyoruz. (Bk. el-Bakara, 102. ayet 7. başlık v.d.)

 

Nesai, Ebu'I-Yesar'den rivayetle dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) duasında şöyle buyururdu: "Allah'ım, yüksekten düşmekten, göçük altında kalmaktan, suda boğulmaktan, yangından Sana sığınırım. Ölüm esnasında şeytanın beni çarpmasından Sana sığınınm. Senin yolunda geri kaçarken ölmekten Sana sığınınm ve zehirli bir hayvan tarafından sokularak ölmekten Sana sığınırım."

 

Yine Muhammed b. el-Müsenna yoluyla gelen bir hadiste şöyle rivayet edilmektedir: (Muhammed dedi ki): Bize Ebu Davüd anlattı, bize Hemmam Katade'den anlattı. Katade, Enes'ten o Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Allah'ım, delirmekten, cüzzamdan, alaca hastalığı ve kötü hastalıklardan Sana sığınınm." 

 

Ayet-i kerimede geçen çarpmak (el-mess): Delilik demektir. Deliren bir kimse hakkında, (...) köklerinden kelimeler kullanılır. Delirmiş birisine de (...) denilir. İşte delirme, ahirette faiz yemenin alametidir.

 

İsranın anlatıldığı hadis-i şerifte de şöyle denilmektedir: " ... Cebrail beni alıp götürdü. Her birisinin karnı kocaman ev gibi olan pek çok kimsenin yanından geçtim. Bunlar Firavun hanedanının (azab için) gidip geldikleri yola koyulmuşlardı. Firavun hanedanı ise sabah akşam ateşe arz ediliyordu. Geriye ise susuzluktan dolayı çokça su içen, içtikçe kanmayan bundan dolayı da karnı şişkin develer gibi dönerler. Taşlar, ağaçlar arasında hiçbir şey işitmeksizin, akletmeksizin, gelişigüzel yürürler. İşte bu karınları büyük olan kimseler onların farkına vardıklarında ayağa kalkarlar, ancak karınları dengelerini bozar ve yere yıkılırlar. Daha sonra onlardan herhangi bir kimse kalkmak istedi mi yine karnı onun dengesini bozar ve yere yıkılır. Bir türlü yerlerinden kalkıp ayrılamazlar. Nihayet Firavun hanedanı üzerlerine gelir. Gidip gelirken onları ayakları altında çiğnerler. İşte dünya ve ahiret arasında berzahtaki azapları budur. Firavun hanedanı ise Allah'ım, ebediyyen kıyameti kopartma! derler. Çünkü Yüce Allah: "Kıyametin kopacağı gün de: ''Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine sokun'' derler" (el-Mü'min, 46) diye buyurmaktadır. Dedim ki: Ey Cebrail bunlar kimler oluyor? O bana: Bunlar faiz yiyen kimselerdir. Bunlar kabirlerinden kendilerine çarpmaktan dolayı şeytanın sar'aya düşürdüğü kimse gibi kalkarlar."

 

Çarpmak (el-mess): Delilik demektir. el-evlak, el-uls ve er-raved de aynı anlamdadır.

 

13- Bu Azaba Uğramalarının Sebebi:

 

Yüce Allah'ın: "Bu onların: ''Alışveriş de ancak riba gibidir'' demelerindendir" buyruğunun ihtiva ettiği anlam, bütün müfessirlere göre kafirler hakkındadır. İşte bunlara: "(Kim de) vazgeçerse geçen onundur" denilmiştir. Bu ise günahkar (asi) bir mü'mine söylenecek bir söz değildir. Aksine onun yaptığı bir alışveriş -bilmeyen bir kimse olsa bile- nakzedilir yahut da bu iş reddedilir. Bundan dolayı Peygamber (s.a.v.): "Her kim bizim bu işimize uygun olmayan bir iş yaparsa o reddolunur" diye buyurmaktadır. Fakat faiz alarak isyan eden kimselerin, bu ayet-i kerimedeki tehditten bir parça pay almaları da mümkündür.

 

14- Alışveriş ve Faiz:

 

Yüce Allah'ın: "Alışveriş de ancak riba gibidir" (dediklerini aktaran) buyruğunun anlamı şudur: Yani vade geldiği sırada vade sonunda istenen fazlalık akdin başında alınan asıl para gibidir. Şöyle ki; Araplar bundan başka bir riba (faiz) bilmiyordu. O bakımdan herhangi birisinin alacağının vadesi geldi mi borçlusuna: Ya borcunu öde veya faiz ver, yani borcun miktarını artır, derlerdi.

 

Şanı Yüce Allah, bunu haram kıldı ve onların bu şekildeki iddialarını kendi hak sözü olan: "Halbuki Allah alışverişi helal ribayı haram kılmıştır" buyruğu ile reddetmekte ve vade geldiği takdirde eğer borçlunun borcunu ödeyecek imkanı yok ise kolaylıkla ödeyebileceği bir süreye kadar mühlet verileceğini açıklamaktadır.

 

İşte Peygamber (s.a.v.)'ın Arefe günü: "Şunu bilin ki; her türlü riba (faiz) kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk faiz ise bizim faizimiz olan Abbas b. Abdulmuttalib'in faizidir. Şüphesiz ki o bütünüyle kaldırılmıştır" sözleri ile neshettiği faiz işte budur.

 

Peygamber (s.a.v.), amcası, insanlar arasında en yakını olanının alacağı olan faizi kaldırmakla işe başladı. İşte bu, imamın (devlet başkanının) adil uygulamasının bir gereği idi.

 

İmam adaleti önce kendisine ve en yakınlarına uygular ve ondan sonra adalet insanlar arasında yaygınlık kazanır.

 

15- Alışveriş Helal Faiz Haramdır:

 

Yüce Allah'ın: "Halbuki Allah alışverişi helal, ribayı haram kılmıştır" buyruğu Kur'an-ı Kerim'in genel hükümlerindendir. (Alışveriş anlamına gelen) el-bey' kelimesinin başına gelen elif ve lam, ahd için değil cins içindir. Çünkü daha önceden kendisine raci olacak herhangi bir bey'den söz edilmedi. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Asra yemin olsun. Muhakkak insan ziyandadır. "Daha sonra da: ''İman edenler ve salih amel işleyenler müstesna ... "(Asr, 1-3) diye istisna da bulunmuştur.

 

"Alışveriş"in genel olduğu sabit olduğuna göre; bu sözünü ettiğimiz riba (faiz) ile bunun dışında kalan, yasaklanan ve akid konusu edilmesi kabul edilmeyen sair alışverişler ile tahsis edilmiştir. Şarap, leş, devenin karnındaki yavrunun ve onun da doğuracağı yavru üzerine akid ve buna benzer sünnette sabit olan ümmetin de yasakladığı üzerinde icma ettiği diğer hususlar gibi Bu buyruğa benzer bir diğer buyruk ise: ': .. Artık müşrikleri öldürünüz"(etTevbe, 5) buyruğu ile geneli kapsaması gereken ve daha sonra tahsisin sözkonusu olduğu sair zahir buyruklar da böyledir. Fukaha'nın çoğunluğunun kabul ettiği görüş budur.

 

Kimisi de şöyle demektedir: Bu buyruk, helal ve haram kılınan alışverişler ile tefsir edilen Kur'an-ı Kerim'in mücmel buyruklarındandır. Dolayısıyla Peygamber (s.a.v.)'in sünnetinden bir beyan edicinin birlikte bulunmaksızın alışverişin helal veya haram kılınışına dair (bu buyruğun) kullanılmasına imkan yoktur. İsterse bu buyruk etraflı bir açıklama sözkonusu olmaksızın genel olarak bütün alışverişlerin mübah olduğuna delalet etsin. İşte umum ile mücmel arasındaki fark budur. Umum ifade eden buyruk, genelde de özelde de -herhangi bir delil ile tahsis olunmadığı sürece- alışverişi erin mübah olduğuna delalet eder. Mücmel olan buyruk ise onunla birlikte herhangi bir beyan olmadıkça özel hususlarda (alışverişin) mübah olduğuna delalet etmez. Ancak birinci görüş (yani bu buyruğun umum ifade ettiği görüşü) daha sahihtir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

16- Alışverişin Mahiyeti:

 

Sözlükte bey' (alışveriş); bunu buna karşılık sattı (ba'a)dan masdardır. Yani bir bedel verdi, onun karşılığında da bedeli ödenen şeyi aldı demektir. Bu ise malın sahibi veya onun durumunda bulunan bir satıcı (bai'), satılan şeyin bedelini ödeyen (mubta') ve satın alınan şey (mebi') bulunmalıdır ki, bu da karşılığında bedel ödenen şeydir. Buna göre bey'in (alışverişin) rükünleri dört tanedir: Bai' (satıcı), mubta' (satın alan), semen (bedel) ve müsemmen (bedeli ödenen mal).

 

Diğer taraftan Araplarda karşılıklı ivazlaşma, bu ivazın kendisine izafe edildiği şeyin değişmesine göre değişiklik arzeder. Eğer ivazlardan birisi bir malın karşılığında verilmiş ise buna bey' (alışveriş) denilir. Şayet birşeyin menfaati karşılığında olursa ve eğer bu menfaat cinsi bir menfaat ise buna nikah adı verilir. Başka türlü bir menfaat ise buna icare adı verilir. Şayet aynın ayn ile değiştirilmesi (yani nakdin satışı) sözkonusu olursa buna sarf adı verilir. Eğer mal daha sonra alınacak ise bu selem alışverişidir. Buna dair açıklamalar da deyn ayetinde (el-Bakara, 282. ayet 3. başlık ve devamında) gelecektir.

Sarfa dair hüküm önceden geçmiştir. İcarenin hükmü Kasas Süresi'nde (21. ayette), nikahta mehrin hükmü ise Nisa Süresi'nde (4, 20, 21. ayetlerde) her birisi Yüce Allah'ın izniyle yerli yerinde gelecektir.

 

17- Fıkhi (Hukuki) Açıdan Bey' (Alışveriş)

 

Bey' müstakbel (gelecek zaman) yani geniş zamanı da ihtiva eden muzari fiildir. Mazi (dili geçmiş) lafızlarla yapılan, kabul ve icabtır. Kullanılan mazi lafız hakikaten, mustakbellafız da kinaye yoluyla alışveriş hakkında kullanılır. Bey' hem sarih hem mülkiyetin el değiştirmesi manası anlaşılan kinaye sözlerle olur. Sana bu malı on liraya sattım, demesi ile ötekinin ben de satın aldım, demesi yahut da müşterinin satın aldım, deyip satıcının ben de onu sana sattım demesi yahut satıcının ben sana on liraya satarım, demesi müşterinin buna karşılık ben de satın alırım yahut satın aldım demesi arasında bır fark yoktur. Aynı şekilde bunu on liraya satarım yahut on lira karşılığında bunu sana verdim. Bu senin olsun ya da sana mübarek olsun ya da bunu sana teslim ettim, deyip her ikisinin de bey'i kastetmesi halinde; bütün bunlar lazım (bağlayıcı) birer bey'dir.

 

Şayet satıcı on liraya sana sattım, deyip müşteri kabul etmeden önce vazgeçerse (Malik) dedi ki: Müşterinin kabul ettiğini yahut reddettiğini işitmedikçe sözünden geri dönmek hakkı yoktur. Çünkü o böyle bir işi kendiliğinden yapmış ve kendisi hakkında bunu vacip kılmış ve müşteriye böyle bir sözü söylemiş bulunmaktadır. Çünkü akid henüz onun aleyhine tamamlanmış bulunmamaktadır. Şayet satıcı; ben oyun olsun diye söyledim, diyecek olsa ondan (Malik'ten) bu konuda farklı rivayet gelmiştir. Bir seferinde satış onun için bağlayıcı olur demiş, bir seferinde de onun sözüne bakılmaz demiştir. Bir diğer sefer de sattığı malın kıymetine bakılır. Şayet öngörülen bedel malın kıymetine yakın ise satış bağlayıcıdır. Şayet arada bir fark var ise -bir dirhem karşılığında köle, bir dinar karşılığında ev satmak halinde olduğu gibi- onu bu sözüyle satmayı kastetmediği, bu konuda gerçekten laf olsun diye söylediği ve şaka yaptığı anlaşılır ve böylelikle bu akid, onun için bağlayıcı olmaz.

 

18- Riba'nın Haram Oluşu ve Kapsamı:

 

Yüce Allah'ın: "Riba'yı haram kılmıştır" buyruğunda yer alan "er-Riba" kelimesinin başındaki "elif" ve "lam" harfleri ahid içindir. Bu da önceden de açıkladığımız gibi Arapların uyguladıkları faizdir. Daha sonra Resulullah (s.a.v.)'ın haram kıldığı ve yasakladığı faizin kapsamına giren ve onun hükmünde olup yasak kılınmış olan diğer türleri de onun kapsamına girmektedir.

 

19- Riba Akdinin Hükmü:

 

Riba akdi hiçbir şekilde caiz olmayan ve feshedilen bir akiddir. Çünkü lafız Müslim'e ait olmak üzere- hadis imamları Ebu Said el-Hudri (r.a)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Bilal (r.a) berni (bir çeşit kaliteli güzel hurma) hurması getirdi. Resulullah (s.a.v.) ona: "Bunu nereden buldun?" diye sorunca Hz. Bilal: Yanımızda kalitesiz bir hurma vardı. O kalitesiz hurmadan iki sa'ı Peygamber (s.a.v.) yesin diye bir sa' karşılığında sattım. Resulullah (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurdu: "Eyvah, bu ribanın kendisidir. Böyle birşey yapma." Bu hurmayı satın almak istersen sendekini bir başka şekilde sat, sonra o bedel ile (öbür hurmadan) satın al!" Bir diğer rivayette de şöyle denilmektedir: "Faiz işte budur, bunu geri çeviriniz, sonra bizim hurmayı satınız ve bizim için bundan (onun parasıyla) satın alınız."

 

İlim adamlarımız der ki: "Eyvah, bu ribanın kendisidir" yani bizzat haram kılınan riba budur. Buna benzeyen değil, demektir. Hz. Peygamber'in: "Onu geri veriniz" buyruğu, riba akdinin feshedilmesinin vacip olduğuna ve herhangi bir şekilde bu akdin sahih olamayacağına delildir. Cumhurun görüşü -Ebu Hanife'ye hilafen- böyledir. Çünkü Ebu Hanife şöyle demektedir: Riba satışı satış olması bakımından aslı itibariyle caizdir. Ancak riba olması açısından niteliği dolayısıyla men edilmiştir. O bakımdan riba kalkar ve satış sahih olur.

 

Ancak durum belirtildiği gibi olsaydı, Peygamber (s.a.v.) böyle bir akdi destekler ve sadece ona bir sa'dan fazla olan miktarını geri vermeyi emredip bir sa' karşılığında olanındaki alışverişi sahih kabul ederdi.

 

20- Feshedilen Akidlerin Sonuçları:

 

Apaçık bir haram olup feshedilen herbir satışta satın alanın aldığı malı aynen geri ödeme yükümlülüğü vardır. Eğer o mal elinde iken telef olup kıymeti olan şeylerden ise kıymetini geri verir. Akar, ticaret malları ve hayvan gibi. Eğer yiyecek veya mal olup da tartılan veya ölçülen şeylerden olup, misli bulunan şeylerden ise onun mislini geri verir. Malik der ki: İster ortadan kalksın ister kalkmasın apaçık haram olan şey geri çevrilir. Şayet insanların hoş görmediği (mekruh) şeylerden ise telef olması hali dışında geri verilir. Şayet telef olursa o vakit terkedilir.

 

21- Öğütten Sonra Vazgeçenler ve Sedduz-Zerai ilkesi:

 

Yüce Allah'ın: "Her kime Rabbinden bir öğüt gelir de vazgeçerse ... " buyruğu ile ilgili olarak, Cafer b. Muhammed es-Sadık (Allah ikisine de rahmet buyursun) şöyle demektedir: Allah insanlar birbirlerine ödünç versinler diye faizi haram kılmıştır. İbn Mes'ud'dan da Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İki defa ödünç vermek bir defa sadaka vermeye denktir." Bu hadisi el-Bezzar rivayet etmiştir. Bu hususa dair yeterli açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

 

Bazıları da şöyle demiştir: Yüce Allah'ın faizi haram kılmasının sebebi, malları telef eden insanları da helak eden bir yol olmasından dolayıdır.

 

Yüce Allah'ın (...): Her kime .. gelir de" buyruğunda te'nis alametinin düşüş sebebi "Öğüt" buyruğundaki te'nisin hakiki olmayışından dolayıdır. Burada (müzekker olarak) "ögüt" anlamındadır. el-Hasen ise te'nis alametini belirterek "Her kime .. gelir de" diye okumuştur.

 

Bu ayet-i kerimeyi Hz. Aişe Zeyd b. Erkam'ın yaptığı iş haber verilince okumuştur. Darakutni Enfa' kızı el-Aliye'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

 

Ben, ve Umm Muhibbe Mekke'ye gittik. Aişe (r. anha)'nın huzuruna girdik, ona selam verdik. Bize: Sizler kimlerdensiniz? dedi. Biz: Kufelilerdeniz, deyince bizden yüzçevirir gibi oldu. Ancak Um Muhibbe ona şöyle dedi: Ey mü'minlerin annesi benim bir cariyem vardı, onu Ensar'dan Zeyd b. Erkam'a sekizyüz dirhem karşılığında maaşı verileceği zamana kadar vadeli olarak sattım. Daha sonra o cariyeyi satmak istedi, ben de ondan otuz dirhem peşine aldım. (el-Aliye) dedi ki: Bize döndü, şöyle dedi: Satışın da çok kötü, satın alınan da çok kötü. Zeyd'e şunu haber ver: O Resulullah (s.a.v.) ile yaptığı cihadını -tevbe etmesi müstesna- boşa çıkarmıştır. Bu sefer Umm Muhibbe ona:

 

Peki sermayemden başka (altıyüz dirhemden başka) ondan birşey almayacak olursam görüşün ne olur? Bu sefer Hz. Aişe: "Her kime Rabbinden bir öğüt gelir de vazgeçerse geçen onundur" buyruğunu okudu.

 

Burada sözü geçen el-Aliye Kufeli Ebu İshak el-Hemdanı es-SEbu'in hanımı Yunus b. Ebi İshak'ın annesidir. Bu hadisi Malik, İbn Vehb rivayetinde "Buyu'u'I-Acal (Vadeli Satışlar)" bahsinde rivayet etmiştir.

 

Bu vadeli satışlardan, haram olana düşme sonucunu verenleri yasaklanır.

Zahiren caiz bir alışveriş olsa bile.

 

Bu asıl kaide hususunda fukahanın cumhuru Malik'e muhalefet eder ve şöyle derler: Hükümlerin esası zahirdir, zanlar değildir. Ancak bizim delil imiz ise Seddü'z-Zerai ilkesini kabul etmektir. Bu hüküm kabul edilirse mesele yoktur, aksi takdirde biz bunun doğru ve sahih olduğuna delil getiririz. Buna dair açıklamalar daha önceden de geçmiştir.

 

Ayrıca bu hadis açık bir nastır. Hz. Aişe: "Zeyd'e şunu bildir. O tevbe etmesi hali dışında cihadını boşa çıkarmıştır" sözünü ancak Hz. Peygamber'den duyduğu bir söze istinaden söylemiş olabilir. Çünkü böyle bir hüküm şahsi görüşe dayanılarak verilemez. Amellerin boşa çıkartılmasını -önceden de geçtiği gibi- ancak vahiy yoluyla bilmek mümkün olur.

 

Müslim'in Sahih'inde en-Nu man b. Bişır'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Helal apaçıktır, haram apaçıktır. İkisi arasında şüpheli bazı işler vardır. İnsanların pek çoğu onları bilmez. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa dini ve ırzı lehine zimmetini ibra etmiş olur. Her kim şüpheli şeylere düşerse harama düşer. Tıpkı yasak bölge etrafında sürüsünü otlatan çobanın o yasak bölgeye düşme ihtimalinin yüksek olduğu gibi. Şunu bilin ki; her bir hükümdarın bir yasak bölgeSi vardır. Şunu bilin ki Allah'ın yasak bölgesi ise, onun haram kıldığı şeylerdir."

 

Bu hadisin delil olma yönü şudur: Haramlara düşme korkusuyla şüpheli şeyleri yapmaya kalkışmayı yasak kılmıştır. Bu da seddü'z-zerai (yolun kapatılması)dır. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: "Kişinin anne babasına sövmesi büyük günahlardandır. Ashab: Kişi anne babasına nasıl söver? deyince Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Kişi başkasının babasına söver, o da döner sövenin babasına söver. Annesine söver, o da döner sövenin annesine söver."

 

Böylelikle Hz. Peygamber, babaya sövülmesi ile karşı karşıya kalmayı tıpkı kendi öz babasına sövmesi gibi değerlendirmiştir.

 

Resulullah (s.a.v.) yahudileri kendilerine yenilmesi yasak kılınan şeylerin parasını yedikleri için lanetlemiştir.

 

Hz. Ebu Bekir de (zekata dair) yazdığı mektubunda şöyle demektedir: Zekat (verecek kişi, vereceği zekat miktarı artar) korkusuyla dağınık olan sürüyü bir araya getirmez ve toplu olanı da dağıtmaz.

 

İbn Abbas aralarında (az da olsa) bir fazlalık taşıyan dirhemlerin dirhemlerle takas edilmesini yasaklamıştır. İlim adamları da alışveriş ve vadenin birarada yapılmasının yasaklandığını ittifakla kabul ettikleri gibi; şarabın -sarhoşluk vermese dahi- azının da haram olduğunu, iktidarsız olsa dahi yabancı kadınla başbaşa kalmanın haram olduğunu, genç kadının yüzüne bakmanın haram olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Ve buna benzer daha pek çok bilinen örnekler. Kesinlikle ve kat'i olarak biliniyor ki; şeriat bunlar hakkında yasak hükmünü haramlara götüren yollar (zeral) olduklarından dolayı vermiştir.

Faiz ise; otlanması yasak bölgelerden olması, yollarının tıkanması en uygun ve en gerekli yoldur. Bunların yollarını mübah kılan kimse müslüman erkek ve kadınların helak olması için kuyular kazmayı, tuzaklar kurmayı da mübah görmelidir. Böyle bir şeyin mübah olduğunu hiçbir kimse söyleyemez.

 

Yine bizler bu işi yapmakla tanınıyor ve bunu adet edinmiş ise, 'ine alışverişi yapanı engellemek hususunda ittifak etmiş bulunuyoruz. Bu alışveriş de bu kabildendir. Doğruyu bulma başarısı Allah'tandır.

 

22- 'ine Satışı:

 

Ebu Davud İbn Ömer'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Sizler 'ine satışını yapıp ineklerin kuyruklarının arkasına takılıp ziraati beğenip cihadı terkettiğiniz takdirde, Allah üzerinize öyle bir zilleti musallat eder ki tekrar dininize dönünceye kadar o zilleti üzerinizden kaldırmaz."

 

Bu hadisin senedinde Ebu Abdurrahman el-Horasani vardır. Bu ravi meşhur bir ravi değildir.

 

Ebu Ubeyd el-Herevi, 'ine satışını açıklarken şöyle demektedir: Bir kimsenin herhangi bir malı belli bir bedeliyle belli bir vadeye satıp daha sonra o malı sattığı bedelden daha aşağı bir bedelle satın almasıdır. (Ebu Ubeyd) der ki: Eğer 'ine talebinde bulunan kişinin huzurunda malı bir başkasından belli bir bedel ile satın alıp kabzetse, sonra da satın aldığından daha pahalı bir fiyat ile belli bir vadeye kadar 'ine talebinde bulunana satsa, daha sonra bu satın alan birinci satıcıya daha aşağı bir bedelle nakden satacak olsa bu da 'ine alışverişidir. Ancak birincisinden daha ehvendir. Bazı fakihlere göre de bu caizdir. Bu alışverişe 'ine denilmesinin sebebi, 'ine talebinde bulunan kimsenin nakit almasıdır. Çünkü ayn hazır olan maldır. Müşteri ise bu hazır olan malı yine peşine satmak üzere ve derhal o peşini ele geçirmek arzusuyla satın alır.

 

23- 'lneye Benzer Satış Çeşitleri:

 

ilim adamlarımız der ki: Bir kimse bir bedel karşılığında vadeli olarak bir mal satsa, sonra onu sattığı bedelin cinsinden bir başka bedelle satın alsa, bu malı ondan ya nakit ile yahut ilk sattığı vadeden daha kısa bir vade ile yahut daha uzun bir vade ile o semenin misli veya ondan az yahut daha fazlası ile satın almış olabilir. işte bunlar üç ayrı mes'eledir. Birinci ve ikinci meselede, eğer o semenin misli veya daha fazlası ile satın almış ise caizdir. Daha aşağısı bir bedelle satın almışsa -Hz. Aişe'nin rivayet ettiği hadis gereğince- caiz olmaz. Çünkü sekizyüz dirhem almak üzere altıyüz dirhem vermiş olur. Aradaki mal ise yok gibidir. işte bu bizatihi ribanın kendisidir.

 

Daha uzun vadeye satmanın sözkonusu olduğu üçüncü meseleye gelince, şayet onu yalnız başına yahut bir fazlalıkla satın almışsa, semenin misliyle veya ondan daha az miktarıyla satın alması caizdir. Semenden daha fazlasını ödeyerek alması caiz değildir. Eğer o malın bir kısmını satın almış ise, semenin misliyle de caiz olmaz, daha aşağısıyla da daha fazlasıyla da hiçbir durumda caiz olmaz.

 

Bu konudaki mes'eleleri bizim ilim adamlarımız yirmiyedi mes'ele halinde derleyip toparlamışlardır. Hepsinin ise etrafında dönüp dolaştığı husus bizim açıkladığımız gibidir. Bu bilinmelidir.

 

24- Geçen Ona Aittir:

 

Yüce Allah'ın: " ... Kime bir öğüt gelir de vazgeçerse geçen onundur." Yani faizden aldıkları onun olmuştur, Dünyada da ahirette de bundan dolayı onun için bir sorumluluk olmaz, Bu açıklamayı es-Süddi ve başkaları yapmıştır.

 

İşte bu Kureyş ve Sakif kafirlerinden olup orada faiz ticareti yapanlar arasında İslam'a girenlerin lehinde Yüce Allah'ın verdiği bir hükümdür. "Geçen;" zaman itibariyle önceden olan ve geçip gitmiş olan demektir.

 

25- "işi Allah'a Kalmıştır" Buyruğunun Anlamı:

 

Yüce Allah'ın: "İşi de Allah'a kalmıştır" buyruğu, dört türlü açıklanmıştır:

 

Birincisine göre "işi" kelimesindeki zamir faize aittir. Yani faizin haram kılınma işinin devam ettirilmesi yahut başka türlü hususları Allah'a kalmıştır.

 

Bir diğer görüşe göre zamir "geçen"e aittir. Yani o geçenin affedilmesi ve bundan sorumluluğun kaldırılması hususunda geçenin işi Allah'a kalmıştır.

 

Üçüncüsü, zamir faiz alacaklısına ait olur, Yani ona faiz yasağına riayet etmek üzere sebat vermek veya faiz hususunda tekrar onu masiyete döndürmek hususunda işi Allah'a aittir. Bu görüşü en-Nehhas tercih etmiş ve şöyle demiştir: Bu, güzel ve açık bir görüştür. Yani gelecekte onun işi Allah'a kalmıştır. Allah dilerse onu haram görmek hususunda ona sebat verir. Dilerse de o bunu mübah görür.

 

Dördüncüsü ise zamirin yasağa riayet eden kimseye ait olmasıdır. Ancak bu, ona bir çeşit ünsiyet ve hayır hususunda öğüt vermek anlamında olur. Mesela, artık onun işi itaat ve hayırdır, demeye benzer. Yine: Onun işi artış ve yönelişinde Yüce Allah'a ve ona itaata doğrudur, demeye benzer.

 

26- "Tekrar Faize Dönenlerin Durumu:

 

Yüce Allah'ın: "Kim de dönerse" buyruğu, kim de ölünceye kadar tekrar faiz işlemeye dönerse demektir. Bunu Süfyan söylemiştir. Başkaları da şöyle demektedir: Kim de geri dönüp tekrar alışveriş de faiz gibidir, diyecek olursa kafir olur.

 

İbn Atiyye der ki: Bizler ayetin, (yani "kim de dönerse onlar da ateşliklerdir. Orada ebedi kalıcıdırlar" hükmünün) kafirler hakkında olduğunu kabul edersek, buradaki ebedi kalış, gerçek anlamıyla bir ebediliği ifade eder. Şayet bunun isyankar bir müslüman hakkında olduğunu göz önünde bulundurursak, bu mübalağa anlamını ifade etmek üzere istiare yoluyla bir ebedilik ifade eder. Nitekim Araplar gerçek anlamda ebedi olarak kalıcılığı olmayan bir devamlılığı ifade etmek üzere: Ebedi bir mülk (hükümdarlık) tabirini kullanırlar.

 

27- Faizin Bereketi Yoktur:

 

Yüce Allah'ın: "Allah ribayı yok eder" dünyada onu mahveder, demektir. Yani faiz çok olsa bile Allah onun bereketini giderir. İbn Mes'ud Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Faiz çok olsa bile onun akibeti azalmaktır."

 

"Allah ribayı yok eder" buyruğunun ahirette gerçekleşeceği de söylenmiştir.

Yüce Allah'ın: "Allah ribayı yok eder" buyruğu hakkında İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah faizcinin sadakasını, haccını, cihadını, akrabalık bağını gözetmesini (sıla-ı rahim) asla kabul etmez.

 

"Gidermek (el-mahk): Eksilmek ve yok olup gitmek anlamındadır. Ay'ın eksilmesini ifade etmek üzere de bu kökten kelime kullanılır.

 

"Sadakaları ise artırır." Dünyada bereket ile sadakaları artırır ahirette de ecirlerini kat kat vermekle sevablarını artırır.

 

Müslim'in Sahih'inde şöyle denilmektedir: "Sizden herhangi birinizin verdiği sadaka Yüce Allah'ın eline düşer. O sadakayı o kimse için sizden herhangi birinizin sütten kesilmiş tayını ya da deve yavrusunu beslemesi gibi Kıyamet günü gelinceye kadar besleyip durur ve (o vakit) bir lokma Uhud dağı kadar olur."

 

İbn ez-Zübeyr Yok eder kelimesini "ya" harfi ötreli ve "ha" harfi şeddeli ve esreli olarak (...) şeklinde okumuştur. (Anlamı mübalağa ifade ettiğinden, tamamıyla giderir, diye meallendirmek mümkündür). "Artırır" kelimesini ise "ra" harfi üstün "be" harfi ise şeddeli olarak; (besleyip büyütür, anlamında) okumuştur. Peygamber (s.a.v.)'den de böyle bir okuyuş rivayet edilmiştir.

 

28- Nankör ve Günahkarlar:

 

Yüce Allah'ın: "Allah çok nankör ve günahkar hiçbir kimseyi sevmez" buyruğunda "nankör"ler "günahkar" kelimesiyle lafızlar farklı olduğundan dolayı mübalağa ifade etmek üzere nitelendirilmiştir. "KefIar: Çok nankör" kelimesinde başkalarının da ortak olduğunu ortadan kaldırmak için bu nitelemenin yapıldığı da söylenmiştir. Çünkü bu kelime yerin içinde taneyi saklayan çiftçiler hakkında da kullanılabilir. Bu açıklama İbn Furek tarafından ya pılmıştır.

 

Yüce Allah'ın: "Şüphesiz iman edip de salih amel işleyenler, namazı dosdoğru kılanlar bir de zekatı veren kimselerin ... " buyruğuna dair açıklamalar ise daha önceden (bk. 2/274. ayette) geçmiş bulunmaktadır. "Salih ameller" ifadesi onları kapsamakla birlikte özellikle namaz ve zekatın sözkonusu edilmesi, bu iki ibadetin şerefine, onların Yüce değerlerine dikkat çekmek içindir. Çünkü bu iki amel bütün amellerin başıdır. Namaz beden amellerinin, zekat ise mat! amellerin başıdır.

 

29- iman Edenler Faizi Terk eder:

 

Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler, Allah'tan korkun, faizden kalanı da bırakın, eğer mü'minler iseniz" buyruğunun zahirinden anlaşılan şudur: Yüce Allah faizin henüz ele geçirilmemiş olan bölümünü, -haram kılan ayetin nüzülünden önce akdi yapılmış olsa dahi- iptal ettiğini, ancak daha önceden kabzedilmiş olanın feshedilmekten kurtulacağını ifade etmektedir.

(Ayet-i kerimenin nüzüI sebebi ile ilgili olarak) şöyle denilmiştir: Ayet-i kerime Sakifliler dolayısıyla nazil olmuştur. Bunlar Peygamber (s.a.v.) ile insanlardan alacakları olan faizin onlara bağışlanacağı, insanların kendilerinden alacağı faizin de kendilerinden kaldırılacağı şeklinde ahidleşmiş idiler. Alacakları faizlerin vadeleri gelince, bunları tahsil etmek üzere Mekke'ye haber gönderdiler. Alacaklılar, Sakiflilerden olan Amr b. Umeyroğulları olan Abde oğulları idi. Borçlular ise Mahzumlu Muğire oğulları idiler. Muğireoğulları: Biz birşey ödemeyiz, çünkü faiz kaldırılmıştır, dediler. Bu konudaki davalarını da Attab b. Esid (o zamanın Mekke valisİ)'e götürdüler. O da durumu Rasülullah (s.a.v.)'a yazılı olarak bildirdi. Ayet de nazil oldu. Rasülullah (s.a.v.) bu ayeti Attab'a yazılı olarak gönderince Sakif de bu ayeti öğrenmiş oldu ve bundan vazgeçti.

 

İşte İbn İshak, İbn Cüreyc, es-Süddi ve başkalarının rivayet ettiklerinin kısaca özetine göre ayetin nüzul sebebi budur.

 

İfade ettiği anlam da şöyledir: Sizler faizin geri kalanını terketmek ve onu bağışlamak suretiyle kendiniz ile Allah'ın azabı arasına koruyucu bir engel koyunuz.

 

30- "Mü 'min iseniz" Şartı:

 

Yüce Allah'ın: "Eğer mü'minler" iseniz buyruğu şart olarak Sakifliler hakkında katıksız bir şarttır. Çünkü bu, onların İslam'a ilk girdikleri sırada olmuştur. Şayet ayet-i kerimenin, imanı iyice yerleşmiş kimseler hakkında olduğunu kabul edersek, o takdirde bu mübalağa yoluyla mecazi bir şart olur. Nitekim kışkırtmak istediğimiz kimseye: Erkeksen sen bunu yapmalısın denir.

 

en-Nekkaş, Mukatil b. Süleyman'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Bu ayet-i kerimede (...): iseniz; (...): Çünkü anlamındadır.

       ,      ,

İbn Atiyye de der ki: Ancak böyle bir açıklama reddedilir, çünkü dilde böyle birşey bilinmemektedir. İbn Furek de der ki: Burada: "Ey iman edenler" buyruğu ile Muhammed (s.a.v.)'dan önceki peygamberlere iman edenler; "Allah'tan korkun; faizden kalanı da bırakın; eğer mü'minler iseniz" buyruğu ile de Muhammed (s.a.v.)'e iman edenlerin kastedilmesi ihtimal dahilindedir. Çünkü önceki peygamberlere iman, ancak bununla fayda verebilir. Şu kadar var ki, ayetin nüzul sebebi ile ilgili gelen rivayetlerle bu görüş de reddedilir.

 

31- Faizi Terketmeyenlerle Savaş:

 

Yüce Allah'ın: "Şayet yapmaz iseniz Allah ve Resulü tarafından size karşı savaş açıldığını bilin" buyruğu faizi bırakmamaları halinde onlara yapılan bir tehdidi ifade eder. Savaş ise öldürme sebebidir. İbn Abbas'ın riva yetine göre Kıyamet gününde faiz yiyene: Savaşmak üzere silahını al, denilir. Yine İbn Abbas der ki: Kim faize devam eder ondan vazgeçmezse, müslümanların imamının ondan tevbe etmesini istemek hakkıdır. Eğer vazgeçerse mesele yok, değilse boynunu uçurur.

 

Katade der ki: Yüce Allah faizcileri öldürülmekle tehdid etmekte, bulundukları yerde öldürülmelerinin, kanlarının mübah olduğunu ifade etmektedir.

 

Denildiğine göre bu buyruğun anlamı şudur: Şayet sizler faizden vazgeçmezseniz, Allah'a ve Rasülüne karşı savaş açmış kimselersiniz. Yani sizler onların düşmanlarısınız.

İbn Huveyzimendad da der ki: Bir şehir halkı helal görerek faiz alıp vermek hususunda anlaşsalar mürted olurlar. Onlar hakkındaki hüküm, irtidad edenler hakkındaki hüküm gibidir. Şayet bunu helal kabul ettiklerinden dolayı yapmayacak olurlarsa, o vakit imamın (İslam devlet başkanının) onlarla savaşması caiz olur. Nitekim Yüce Allah şu buyruğunda bunu ilan etmiş ve böyle bir savaşa izin vermiş olduğu görülmektedir: "Allah ve Rasülü tarafından size karşı savaş açıldığını bilin."

 

Ebu Bekir b. Asım ise: "Sizin onlara karşı savaş açmış olduğunuzu bildirin" anlamını vermek üzere (...) diye okumuştur.

 

32- insanlığın iki Baş Belası, içki ve Faiz:

 

İbn Bükeyr naklederek der ki: Bir adam Malik b. Enes'in yanına gelerek şöyle dedi: Ey Ebu Abdullah, sarhoş bir adamın içki içip durduğunu ve ayı yakalamak istediğini gördüm. Ben de: Şayet Ademoğlunun karnına içkiden daha kötü bir şey giriyor ise, karım benden boş olsun dedim? Malik: Senin bu mes'eleni tetkik edebilmem için geri dön (bana süre tanı)! dedi. Ertesi gün gelince yine ona: Senin mes'eleni tetkik edebilmek için geri dön, dedi. Bir sonraki gün yine dönünce ona: Hanımın senden boş oldu, dedi. Çünkü ben Allah'ın Kitabı ile peygamberinin sünnetini sahife sahife tetkik ettim. Faizden daha kötü birşey göremedim. Çünkü Yüce Allah faiz dolayısıyla (faizcilere) savaş ilan etmiştir.

 

33- Faizcilik Büyük Günahlardandır:

 

Bu ayet-i kerime, faiz yemenin ve faizle uğraşmanın büyük günahlardan olduğunun delilidir. Açıklayacağımız üzere bu hususta görüş ayrılığı da yoktur. Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İnsanlar üzerinden öyle bir zaman gelecek ki faiz yemedik bir kimse kalmayacak. Faiz yemeyen kimseye de onun tozu bulaşacaktır." 

 

Darakutni de melekler tarafından yıkanmış Hanzala'nın oğlu Abdullah'tan Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Bir dirhem faiz Yüce Allah katında günah bakımından otuzaltı defa zina etmekten daha ağırdır." Yine Hz. Peygamber'den şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Riba doksandokuz bölümdür. Onun en basiti kişinin annesine varmasıdır. " (Yani annesiyle zina etmesidir).

 

İbn Mes'ud da der ki: Faiz yiyen, faiz yediren, faizi yazan, ona şahitlik eden Muhammed (s.a.v.) tarafından lanetlenmiştir. 

 

Buharı'nin rivayetine göre Ebu Cuhayfe şöyle demiştir. Resulullah (s.a.v.) kan ücretini (yani hacamat yapma ücreti) köpek bedelini, zina eden kadının kazancını yasakladı. Faiz yiyeni ve yedireni, dövme yapanı, yaptıranı ve suret yapanı da lanetlemiştir." 

 

Müslim'in Sahih'inde de Ebu Hureyre (r.a)'dan Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Helak edici yedi büyük günahtan uzak durunuz ... -Bunlar arasında da-: " .. ve faiz yiyen" de geçmektedir. 

 

Ebu Davud'un Musannefinde (Sünen'inde) İbn Mes'ud'dan da şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.) faiz yiyeni, yedireni, onu yazanı ve ona şahitlik edeni lanetlemiştir. 

 

34- Tevbe Edenler Ana Mallarını Alabilirler:

 

Yüce Allah'ın: "Eğer tevbe ederseniz sermayeleriniz sizindir" ayet-i kerimesiyle ilgili olarak Ebu Davud, Süleyman b. Amr'dan o babasından şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.)'ı Veda Haccı'nda şöyle buyururken dinledim: "Şunu bilin ki cahiliyye döneminin bütün faizleri kaldırılmıştır. Ana mallarınız sizindir, ne zülmediniz ne de zulme uğrayınız" dedi ve hadisin geri kalan kısmını da zikretti.

 

Böylelikle Yüce Allah tevbe etmekle birlikte ana mallarını geri alabileceklerini ifade etmekte ve onlara; Faiz almak suretiyle "ne zulmediniz" ne de ana mallarınızdan herhangi bir miktar alıkonulup verilmeyerek mallarınızın gitmesi suretiyle de "ne de zulme uğrayınız" diye buyurmaktadır.

 

Burada "ne de zulme uğrayınız" buyruğunun borcunuzun vadesinden sonraya bırakılarak savsaklanmak suretiyle zulme uğramayınız, anlamına gelme ihtimali de vardır. Çünkü varlıklının savsaklaması bir zulümdür. Buna göre bunun anlamı şöyle olur: Faizin kaldırılması ile birlikte borç ödenecektir. İşte sulhte izlenen sünnet (yol) de budur. Sulhe en çok benzeyen şey de budur. Nitekim Peygamber (s.a.v.), İbn Ebi Hadred'deki alacağı hususunda Ka'b b. Malik'e borcunun yarısını bağışlamasını işaret edince Ka'b: "Olur" dedi. Resululah (s.a.v.) da ötekine: "Kalk, onun borcunu öde" diye emir buyurdu.

 

İlim adamları Peygamber (s.a.v.)'ın bu şekilde ödeme emrini karşılıklı yapılan sulhlerde bir sünnet olarak telakki etmişlerdir. İleride Nisa Suresi'nde (en-Nisa, 114. ayet ile 128 ayet 3. başlıkta) sulha dair açıklamalar, sulhun caiz olanı ve olmayanına dair bilgiler -yüce Allah'ın izniyle- gelecektir.

 

35- Faiz ve Fasid Akidler:

 

Yüce Allah'ın: "Eğer tevbe ederseniz sermayeleriniz sizindir" buyruğu faizin kabzedilmemiş miktarının ibtal edildiğini ve faizsiz olarak ana malın alınmasını tekiden ifade etmektedir. Bazı ilim adamları bunu, kabzetmeden önce akdin haram kılınmasını gerektiren herhangi bir şeyortaya çıktı mı, onun akdi iptal etmiş olacağına delil göstermişlerdir. Mesela, müslüman bir kimse avlanmış bir av hayvanını satın alsa, sonra müşteri veya satıcı hayvanın kabzedilmesinden önce ihrama girse, satış batıl olur. Çünkü kabzetmeden önce bu akdin haram olmasını gerektiren bir durum ortaya çıkmıştır. Nitekim Yüce Allah kabzedilmemiş olan faizi de haram kılmıştır. Buna sebep ise kabzdan önce onun haram olmasına sebep olan hususun ortaya çıkmasıdır. Şayet kabzedilmiş olsaydı buna tesir etmezdi. Ebu Hanife'nin görüşü budur.

 

Şafii'nin arkadaşlarının da görüşü budur

 

Bu şuna da delil gösterilir: Kabzetmeden önce satılan malın satıcının elinde telef olması ve bu akidde kabzın sakıt olması -seleften bazı kimselere hilafen- akdin batıl olmasını gerektirir. Böyle bir görüş ayrılığı Ahmed'den de rivayet edilmektedir. Bu ise şöyle diyenlerin görüşlerine uygun düşmektedir:

 

Faiz hakkındaki akid, asıl itibariyle geçerli bir akid idi. Ancak kabzdan önce İslam'ın ortaya çıkan hükmü ile faiz batıl olmuştur Asıl itibariyle faiz akdinin sahih olacağını kabul etmeyenlere göre ise böyle bir açıklama doğru olamaz. Çünkü faiz önceki günlerde de haram kılınmış idi. Cahiliyye döneminde Arapların yaptıkları ise müşriklerin adeti idi. Onların faiz olarak kabzettikleri ise kendilerine gasb ve talan yoluyla ulaşmış diğer mallar mesabesinde idi ve o bakımdan (daha önceden alınmış olan) faiz malına da el uzatılmadı. Buna göre, (öbür görüşü kabul edenlerin) sözünü ettikleri mes'elelere delil getirmeleri sahih olamaz.

 

Bizden önceki peygamberlerin şeriatlerinin faizi haram kılma hükmünü ihtiva ettikleri meşhur bir şeydir ve Yüce Allah'ın Kitabında bu sözkonusu edilmiştir. Nitekim Yüce Allah yahudiler hakkında: "Kendilerine yasaklanmış olmasına rağmen faizi almaları." (en-Nisa, 161) diye buyurmakta Hz. Şuayb kıssasında da kavminden kendisine tepki gösterenle: ''Babalarımızın tapındığını yahut kendi mallarımızda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyorr (Hud, 87) demişledir. Buna göre bunun bu şekilde delil gösterilmesi uygun düşmez. Evet, bundan daru'lharb'te yapılan akidlerin imam orayı ele geçirdiği takdirde şayet fasid esaslar üzere yapılmış iseler, bu akidleri feshetmeyeceği anlamı da çıkar.

 

36- Haram Mal ve Helal Mal Birbirine Karışırsa:

 

Vera' ehli arasından aşırılığa kaçan bazı kimseler, helal mala ayırdedilemeyecek şekilde haram karıştığı takdirde, buna karışan haram miktarı kadar çıkartıp ayıracak olursa geri kalanın helal ve temiz olmayacağı kanaatini benimsemişlerdir. Çünkü çıkartılıp ayrılan kısmın helal, geri kalanın haram olması mümkündür. İbnu'l-Arabi ise şöyle demektedir: "Bu, dinde bir aşırılıktır. Çünkü ayırdedilemeyen herşeyden maksat onun bizzat kendisi değil mal oluşudur. Eğer bu telef olursa, onun misli olan birşeyonun yerini tutar. Karıştırmak ise birbirinden ayırdetmek imkanını telef etmektir. Nitekim tüketmek de onun aynını telef etmektir. Onun misli gidenin yerini tutar. Bu ise hem maddi olarak açıkça anlaşılan bir husustur, hem de manevi olarak apaçık anlaşılan bir husustur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır."

 

Derim ki: İlim adamlarımız şöyle der: Elinde bulunan haram mallar eğer faizden ötürü ise, tevbe etmenin yolu bu aldığı faizleri kimden aldıysa ona geri vermektir. Eğer hazır değil ise onu araştırıp bulur. Onu bulmaktan ümidini keserse onun adına o miktarı tasadduk eder. Eğer haksızca zulüm yoluyla almış ise, zulmettiği kimse hakkında aynı uygulamayı yapsın. Şayet işin içinden çıkamaz ve elinde bulunan helalle haramın miktarının ne olduğunu bilemiyor ise, elinde bulunan miktardan geri iade etmesi gerekenin ne olduğunu -geriye elinde kalanın artık temizlendiğine dair şüphesi kalmayıncaya kadar- araştırır ve elinden çıkardığı o miktarı zulmettiği ya da kendisinden faiz aldığı bilinen kimselere geri iade eder. O kişiyi bulacağından ümidini keserse, o miktarı o kimsenin adına tasadduk eder.

 

Şayet haksızlıklar onun bütün servetini kapsayacak ve çokluğu dolayısıyla ödemesi gerekenleri ebediyyen ödeyemeyeceğini bilirse, bundan tevbe etmenin yolu, elinde ne varsa hepsini ya yoksullara ya da müslümanların menfaatine olan işlere harcayarak çıkarmasıdır. Ve bunu elinde ancak namazda asgari olarak yetecek kadarıyla elbise bırakıncaya kadar sürdürür. Bu asgari miktar ise göbeğinden dizkapağına kadar olan avretini örtecek miktardır. Buna ek olarak bir de bir günlük yiyeceğini saklar. Çünkü başkasının malından -zorunlu ihtiyaç duyduğu takdirde- alabilmesi hakkı o kadardır. İsterse bu miktarı kendisinden aldığı kimse bundan hoşnud olmasın.

 

Burada bu durumdaki bir kimse ilim adamlarından çoğunluğunun görüşüne göre müflisten ayrılmaktadır. Çünkü müflis başkalarının mallarını haksızlık yaparak ele geçirmiş değildir. Aksine o malları müflise veren, mal sahiplerinin kendileridir. Bundan dolayı hem onun avretini örtecek miktar, hem de mutad giyim miktarı ona bırakılır. Ebu Ubeyd ve başkalarının görüşüne göre ise, müflise namazda yeterli olan asgari miktardan fazlası bırakılmaz. Bu ise göbeğinden dizkapağına kadar olan bölgeyi örtecek miktardır. Bundan sonra böyle birisinin eline mal geçtikçe onu elinden çıkartır ve dediğimiz miktardan başkasını elinde tutmaz. O ve onun durumunu bilenler, ödemesi gerekeni ödediğini bilinceye kadar bu uygulamayı sürdürür.

 

37- Faiz ve Bazı Zirai Akidler:

 

Yüce Allah'ın faiz hakkında yaptığı savaş açma tehdidinin bir benzeri, Peygamber (s.a.v.)'dan muhabere hakkında varid olmuştur.

 

Ebu Davüd rivayet eder ve der ki: Bize Yahya b. Main haber verdi, dedi ki: Bize İbn Reca' haber verdi, dedi ki: İbn Heysem bana Ebu'z-Zübeyr'den naklederek anlattı. Ebu'z-Zübeyr Cabir b. Abdillah'tan naklederek dedi ki: Rasülullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Her kim muhabereyi terketmez ise Allah ve Resülü tarafından kendisine savaş ilan edildiğini bilsin."

 

İşte bu buyruk muhaberenin yasaklandığının delilidir. Muhabere ise araziyi (ürünün) yarısı, üçte biri, ya da dörtte biri mukabilinde almaktır. Buna muzaraa da denir. Malik'in bütün arkadaşları, Şafii, Ebu Hanife, onlara uyanlar ve Davüd arazinin (ürünün) üçte biri, dörtte biri karşılığında olsun verdiği ürünün bir bölümünün karşılığında olsun vermenin caiz olmadığını icma ile kabul ederler. Şu kadar var ki Şafii, arkadaşları ve Ebu Hanife eğer miktarı belli ise, buğday karşılığında araziyi kiralamanın caiz olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bilinen ve teminat altında olan birşey karşılığında (araziyi vermekte ise) bir mahzur yoktur." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Muhammed b. Abdullah b. Abdulhakem de bu görüştedir. Ancak Malik ve arkadaşları bunu kabul etmezler. Çünkü yine Müslim tarafından Rafi' b. Hadic'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasülullah (s.a.v.) döneminde araziyi muhakale yoluyla veriyor ve üçte bir, dörtte bir ile miktarı tesbit edilmiş buğday karşılığında kiraya veriyorduk. Bir gün amcalarımdan bir adam bize gelip şöyle dedi: Rasülullah (s.a.v.) bizim için faydalı olan bir işi bize yasaklamış bulunuyor. Fakat Allah'a ve Resulüne itaat daha hayırlıdır. O bize araziyi muhakele yoluyla vererek üçte bir, dörtte bir ve miktarı belli buğday karşılığında kiralamamızı yasakladı. Arazi sahibine de araziyi kendisinin ekmesini veya ekmek üzere başkasına vermesini emretti. 

 

Böylelikle Hz. Peygamber araziyi kiraya vermeyi ve bunun dışındaki şeyleri mekruh görmüş olmaktadır. Bunlar derler ki: İster bir yiyecek olsun, isterse içilecek birşey karşılığında olsun, durum ne olursa olsun kiraya verilmesi caiz değildir. Çünkü bu vadeli, olarak buğdayın buğdaya karşılık satılması anlamındadır. Aynı şekilde bunlara göre araziden çıkan mahsulün herhangi bir miktarı karşılığında yenecek veya içecek birşeyolmasa dahi kiralanması caiz değildir. Bundan tek istisna odun, kamış ve kereste mukabili kiraya vermektir. Çünkü onlara göre böyle bir akid müzabene hükmündedir.

 

Malik ve arkadaşlarından bellenen budur.

 

İbn Suhnün ise el-Muğire b. Abdurrahman el-Mahzumi el-Medeni'den şöyle dediğini zikretmektedir: Arazinin oradan çıkmayan bir yiyecek (buğday) karşılığında kiraya verilmesinde bir mahzur yoktur. Yahya b. Ömer de Malik'in diğer arkadaşlarının görüşü gibi el-Muğire'den bunun caiz olmadığını rivayet etmektedir. İbn Habib de şunu zikreder: Kinane şöyle dermiş: Arazi tekrar oraya (tohum olarak) iade edildiği takdirde yeşerecek herhangi birşey karşılığında kiraya verilemez. Bunun dışında kalan herşey karşılığında, yenilsin yenilmesin, o araziden çıksın çıkmasın kiraya verilmesinde bir mahzur yoktur. Yahya b. Yahya da bu görüşte olup: Bu Malikin sözlerindendir, der. Ayrıca der ki: İbn Nafi' de şöyle derdi: Araziden çıksın yahut çıkmasın, arazinin yenecek herşey karşılığında kiraya verilmesinde mahzur yoktur. Bundan istisna, buğday ve onun benzerleridir. Çünkü bu yasaklanan muhakaledir.

 

Malik de el-Muvatta'da der ki: Beyaz (ekinsiz, düz) araziden çıkacak üçte bir, dörtte bir karşılığında veren kimseye gelince; bu gararın sözkonusu olduğu akidlerdendir. Çünkü ekin kimi zaman az gelir, kimi zaman çok gelir. Kimi zaman tümüyle de telef olur gider. O takdirde arazinin sahibi miktarı belli bir kira ücretini terketmiş olur. Bu ise şuna benzer: Bir kimse belli birşey karşılığında yolculuk için ücretli birisini tutsa, sonra ücretle tutan kişi ücretle tuttuğu kimseye: Şu yolculuğumda sana ücret olmak üzere elde edeceğim karın onda birini vermemi kabul eder misin? Böyle birşey helal olmaz ve olmaması gerekir. Malik der ki: Kişinin kendisini olsun arazisini, gemisini, bineğini olsun, bilinen ve zail de olmayan birşey karşılığında olmadıkça ücrete vermemesi gerekir.

Şafii, Ebu Hanife ve arkadaşları da bu görüştedir.

 

Ahmed b. Hanbel, es-Sevrı, el-Leys, el-Evzai, el-Hasen b. Hayy, Ebu Yusuf ile Muhammed ise der ki: Kişinin arazisini üçte bir ve dörtte bir gibi ordan mahsul olarak alınacak belli bir bölüm karşılığında vermesinde mahzur yoktur. Bu aynı şekilde İbn Ömer ve Tavus'un da görüşüdür. Bunlar delil olarak Hayber kıssasını ve Resulullah (s.a.v.)'in Hayber halkı ile arazilerinin vereceği mahsul ile meyvelerinin yarısı karşılığında muamele akdi yaptığını delil gösterirler.

 

Ahmed der ki: Ziraat arazilerinin kiralanmasının yasaklanmasına dair Rafi b. Hadic'in hadisi lafız itibariyle muzdariptir ve sahih değildir. Hayber kıssasını kabul edip ona göre görüş belirtmek ise daha uygundur ve bu sahih bir hadistir. Tabiinden bir kesim ile onlardan sonra gelenler de kişinin gemisini ve bineğini tıpkı arazisini verdiği gibi, Allah'ın bunların kullanılması ile ihsan edeceği rızkın bir bölümü karşılığında vermesini caiz görmüşlerdir.

 

Onlar bu konuda kıyaslarına asıl delil olarak icma ile kabul edilen kırad akdini esas alırlar. Nitekim ileride buna dair açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle el-Müzemmil Süresi'nde ''...diğer bir kısmı da Allah'ın lütfundan arayarak yeryüzünde yol tepecekler ...'' (el-Muzemmil, 7) buyruğunu açıklarken gelecektir.

 

"Bizler muhabere yapıyor ve bunda bir mahzur görmüyorduk. Nihayet Rafi b. Hadic Rasülullah (s.a.v.)'ın nehyettiğini bize bildirinceye kadar. Yani biz araziyi oradan çıkan mahsulün bir bölümü karşılığında kiraya veriyorduk" şeklindeki İbn Ömer'in sözü ile ilgili olarak da Şafii: İşte bu buyrukla Hayber uygulamasının neshedildiği anlaşılmaktadır, der.

 

Derim ki: Neshe dair Şafii'in bu sözünün sahih olduğunu ortaya koyan hususlardan birisi de lafzı Darakutni'nin olan hadis imamlarının Hz. Cabir'den yaptığı şu rivayettir: Peygamber (s.a.v.) muhakale, muzabene, muhabere ve bilinmesi hali dışında es-sünyayı yasakladı. Bu buyruk sahihtir. Ebu Davüd da Zeyd b. Sabit'ten şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasülullah (s.a.v.) muhabereyi yasakladı. Ben: Muhabere nedir diye sordum. Şöyle dedi: Araziyi (mahsulün) yarısı yahut üçte biri ya da dörtte biri karşılığında almandır.''

 

38- Kıraat Farklılıkları:

 

Cumhur "Kalanı" buyruğunu "ye" harfini fetha harekesiyle okumuş, el-Hasen ise sakin (harekesiz, med harfi olarak) okumuştur. Cerir'in şu sözü de bunun gibidir:

"O halifedir, sizin için beğendiğine razı olunuz; Kararı yerine gelendir, onun hükmünde zulüm yoktur."

 

Ömer b. Ebi Rabia da der ki: "Seni ne kadar andım! Sizi anmaktan dolayı mükafatlandırılacak olsam Ey insanlar arasında, bütün insanlar arasında aya en çok benzeyen Şüphesiz ben karşısına geçip akşamı etmekten sevinirim;

 

Şekil itibariyle kendisine benzediğin kimseyi görmeyi sevdiğimden dolayı."

 

Bu beyitlerde geçen kelimelerin aslı (...) ile (...) şeklindedir.

       .      .

Ancak şair (ler) bu kelimeleri sakin okumuşlardır. Şiirde bunun örneği pek çoktur. Bunun açıklaması ise şudur: "Ya" harfi "elif"e benzer. Nasıl ki "elif" hareke almıyor ise, işte burada da "ya" harfi hareke almaz. "Vav" ve "ya" harflerini sakin olarak (...): Seni davet etmeyi seviyor ve sana (borcunu) ödemeyi arzu ediyorum, şeklinde okumak da bu kabildendir. İşte el-Hasen "elif" ile (...) diye de okumuştur ki, bu da Taylıların şivesidir. Onlar cariyeye (...); nasiye'ye (alın: (...) derler. Şair de şöyle demiştir: "Yemin ederim dilencilik etmekten korkmam yeryüzünde develeri sürecek Kayslı bir kimse kaldığı sürece."

 

Bütün kurra arasında Ebu's-Simmal da "ra" harfini şeddeli ve esreli, "ba" harfini ötreli, "vav"ı da sakin olarak: (...): Faizden" şeklinde okumuştur. Ebu'l-Feth Osman b. Cinni ise böyle bir okuyuş iki sebepten dolayı şaz bir okuyuştur, der. Birincisi, evvela esreden sonra ötre gelmektedir. Diğeri ise, "vav" harfi ismin sonundaki zammeden sonra gelmiştir.

el-Mehdevi der ki: Bu kıraatin açıklanması şöyledir: O "elif"i (ribanın sonundaki "a"yı) kalın olarak okumuş ve böylelikle "elif"in kendisinden dönüştüğü "vav"a yakın düşmüştür. Başka bir şekilde de bunun açıklanmaması gerekir. Çünkü dilde öncesi ötre olan ve sonu sakin "vav" olan herhangi bir isim yoktur.

 

Kisai ve Hamza ise "re" harfi esreli olduğundan dolayı "er-riba" kelimesini imaleli okurken, diğerleri ise "be" fethalı olduğundan dolayı tefhim (kalın) ile okumuşlardır.

 

Ebu Bekr, Asım ve Hamza'dan "başkasına bildiriniz" anlamında olmak üzere: (...) diye okumuş ve mef'ul hazfedilmiştir. Diğerleri ise "bilin, bilginiz olsun" anlamında (...) diye okumuşlardır. Bu ise; ben bunu biliyorum, sözünden alınmadır. Bunu da Ebu Ubeyd, el-Esmai'den nakletmiştir. Dilcilerin naklettiklerine göre birşeyi; "bildim anlamında" (...) denilir. İbn Abbas ve onun dışındaki diğer müfessirler ise şu açıklamayı yapmışlardır: "Bilin" buyruğu: Yüce Allah tarafından size savaş açıldığından katiyetle emin olun, demektir ki, bu da izin (bildirmek) anlamındadır. Ebu Ali ve başkaları ise medli okuyuşu (Asım ve Hamza'nın okuyuşunu) tercih eder ve şöyle der: Çünkü onlara, bu işten vazgeçmeyen başkalarına durumu bildirmeleri emrolunduğuna göre, onlar da bu işi kaçınılmaz olarak bilmiş olurlar. Çünkü onların bilmeleri başkalarına bildirmenin kapsamı içerisindedir. Fakat başkalarına bildirmeleri, kendilerinin bilmesinin kapsamına girmez.

 

Taberi ise kasr'lı kıraati (Asım ve Hamza dışında kalanların kıraatini) tercih etmiştir. Çünkü bu şekildeki okuşuyun hükmü onlara hastır. Medli okuyuşa göre ise; başkalarına bildirmeleri emrolunmuş olur, o kadar.

 

Bütün kurra "Ne zulmediniz" buyruğunu "te" harfini üstün olarak, "Ne de zulme uğrayınız" buyruğunu da "te" harfini ötreli olarak okumuşlardır. Ancak el-Mufaddal, Asım'dan birincisinde "te" harfini ötreli, ikincisinde de "te" harfini üstün olarak yani bir önceki okuyuşun tam aksine okuduğunu rivayet etmektedir. Ebu Ali der ki: Çoğunluğun kıraati Yüce Allah'ın: "Eğer tevbe ederseniz" buyruğuna, her iki fiilin faile isnadı açısından uygun düştüğünden dolayı tercih edilir. O takdirde (ikinci okuyuşa göre) "te" harfinin üstün gelmesi, öncekinin öyle gelmesinden daha zor açıklanır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Bakara 280

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR