BAKARA 267 |
يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُواْ
أَنفِقُواْ
مِن
طَيِّبَاتِ
مَا كَسَبْتُمْ
وَمِمَّا
أَخْرَجْنَا لَكُم
مِّنَ
الأَرْضِ
وَلاَ
تَيَمَّمُواْ
الْخَبِيثَ
مِنْهُ
تُنفِقُونَ
وَلَسْتُم بِآخِذِيهِ
إِلاَّ أَن
تُغْمِضُواْ
فِيهِ وَاعْلَمُواْ
أَنَّ
اللّهَ
غَنِيٌّ
حَمِيدٌ |
267. Ey iman edenler!
Kazandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için yerden çıkardığımız şeylerden infak
edin. Göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeyleri vermeye yeltenmeyin.
Bilin ki Allah Ganıdir, Hamiddir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:
1- iman ve infak:
2- Kazanç Yolları ve Şekilleri:
3- Baba Oğlunun Kazancından Yiyebilir
mi?
4- Yerden Çıkan Bitki ve Madenlerden
infak ve Zekat:
5- Rikaz Bulmanın Hükmü:
6- Bulunan Madenler ve Bu Madenlerden
Çıkartılanların Hükmü:
7- Sadaka için Kötü Olanı Seçmek:
8- Kötüyü Seçip Vermek:
9- Kendiniz Almayacağınız Şeyleri
infaka Kalkışmayın:
10- Buyruktaki Kıraat Farkları ve
Kelime Açıklamaları:
11- Allah Gani'dir, Hamiddir:
1- iman ve infak:
Yüce Allah'ın: "Ey
iman edenler ... infak edin" buyruğu bütün Muhammed (s.a.v.) ümmetine bir
hitaptır. Burada sözü geçen "infak" ile neyin kastedildiği hakkında
ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Ali b. Ebi Talib, Abide es-Selmanı ve
İbn Sırin der ki: Burada infaktan kasıt farz olan zekattır. İnsanlara bu
zekatta iyi olan yerine kötü ve bayağı olanın infak edilmesi yasak
kılınmaktadır.
İbn Atiyye der ki:
el-Bera b. Azib, el-Hasen ve Katade'nin sözlerinden açıkça anlaşıldığına göre
bu ayet-i kerime, tatavvu infak hakkındadır. Muhammed ümmeti, ancak seçkin ve
kaliteli olanı nafile olarak infak etmeye teşvik edilmektedir.
Ayet-i kerime -esasen-
her iki şekli de kapsamına almaktadır. Fakat bunun zekat hakkında olduğunu
kabul edenler, zekatın emrolunmuş olduğunu, emrin de vücub ifade ettiğini,
diğer taraftan adi ve bayağı olanı vermenin yasaklandığını ileri sürerler. Bu ise
farz olan zekata hastır. Nafile olana gelince; kişi az olanı vererek tatavvu'da
bulunabileceği gibi; kıymet itibariyle düşük olanı da tatavvu olarak verebilir.
Ve elbette ki bir dirhem bir hurma tanesinden daha hayırlıdır.
Bunun mendupluk ifade
ettiğini kabul edenler ise, "yap" lafzının farz olanı ifade
edebildiği kadar mendup bir hüküm de ifade edebildiğini söylerler. Adi ve
bayağı olanın verilmesi farzda yasak kılındığı gibi nafilede de yasaklanmıştır.
Ve Allah için hayırlı olanı seçmek en uygun olan iştir.
el-Bera'nın rivayet
ettiğine göre adamın birisi (giden gelen yesin diye) kuru, etsiz ve adi bir
hurma salkımı asmıştı. Resulullah (s.a.v.) bunu görünce: "Bunun astığı ne
kadar da kötüdür!" deyince bu ayet-i kerime nazil oldu. Bu hadisi Tirmizi rivayet
etmiştir. İleride tamamıyla gelecektir.
Bu görüşe göre ayetteki
emir mendupluk ifade eder. Muhammed (s.a.v.) ümmeti, kaliteli ve seçkin olandan
başkasını tatavvu olarak infak etmemeye teşvik edilmişlerdir. Tefsir
alimlerinin çoğunluğu "kazandıklarınızın en güzellerinden"
buyruğunun, en kaliteli ve seçkinlerinden anlamına geldiğini söylemişlerdir.
İbn Zeyd ise "kazandığınızın" helalinden demiştir.
2- Kazanç Yolları ve
Şekilleri:
Kazanç bazen bedenen
çalışmakla elde edilir. Bu icare adını alır. Bunun hükmü ileride gelecektir.
Yahut karşılıklı ticari bir sözleşme ile gerçekleşir. Buna da bey' yani
alışveriş denilir. İleride de buna dair açıklamalar gelecektir. Miras da bunun
kapsamına girer. Çünkü onu vaktiyle mirasçıdan başkası kazanmıştır. Sehl b.
Abdullah dedi ki: İbnu'I-Mübarek'e kazanmak, kazancı ile de akrabalık bağını
gözetmeyi, cihad etmeyi, hayır işler yapmayı niyet eden ve bu maksatla
kazanmanın afetlerine dalan kimsenin durumu hakkında soru sorulmuş, o da şu
cevabı vermiştir: Eğer bu kişi, kendisini insanlara muhtaç etmeyecek miktarda
ve hayatta kalmasını sağlayacak kadar bir şeylere sahipse böyle bir işi
terketmek daha faziletlidir. Çünkü bir kimse helal kazanç elde etmek isteyip
yine helal yoldan infak ederse ona bu isteğinden, kazancından ve infakından
sorulur. Bunu terketmek ise zühd'dür. Çünkü zühd, helali terketmekle olur.
3- Baba Oğlunun
Kazancından Yiyebilir mi?
İbn Huveyzimendad der
ki: İşte bu ayet-i kerime sebebiyle babanın oğlunun kazancından yemesi caizdir.
Çünkü Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: "Çocuklarınız güzel
kazançlarınızdandır. O bakımdan çocuklarınızın mallarından afiyetle
yeyiniz."
4- Yerden Çıkan Bitki
ve Madenlerden infak ve Zekat:
Yüce Allah'ın: "Ve
sizin için yerden çıkardığımız şeylerden" bitki, maden ve rikazlardan
(infak edin), demektir. İşte bu ayet-i kerime bu üç hususu da ihtiva
etmektedir.
Yerden biten mahsuller
ile ilgili olarak Darakutni Hz. Aişe'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Rasülullah (s.a.v.)'dan gelen sünnet şöylece cereyan etmiştir: "Beş
veskden daha aşağısında zekat yoktur."
Bir vesk altmış sa'dır.
Buna göre buğday, arpa, hurma ve kuru üzümden üçyüz sa' eder. Yerde yetişen
yeşilliklerden (sebzelerden) ise zekat olmaz. Bazıları Yüce Allah'ın: "Ve
sizin için yerden çıkardığımız şeylerden" buyruğunu Ebu Hanife lehine
delil göstermişlerdir. Ancak bu buyruk yerden çıkan az ve çok her miktarda ve
sair sınıflar hakkında genel bir ifadedir. Bunların görüşüne göre de emir
zahiren vücup ifade eder. İleride buna dair yeterli açıklamalar En'am
Süresi'nde (114. ayet 5. başlıkta) gelecektir.
Maden ile ilgili olarak
hadis imamları Ebu Hureyre'den şunu rivayet etmektedirler: "Hayvanın
yarası hederdir. Kuyu hederdir. Maden hederdir. Rikazda da beşte bir
vardır."
İlim adamlarımız der ki:
Peygamber (s.a.v.) "Rikazda da beşte bir vardır" diye buyurması
madenlere dair hükmün rikaza dair hükümden farklı olduğunun delilidir. Çünkü
Hz. Peygamber madenler ile rikazın hüküm farklılığını arada "vav"
harfini (ve bağlacını) zikrederek göstermiştir. Eğer ikisinin hükmü aynı
olsaydı, "maden de hederdir ve onda beşte bir vardır" demesi
gerekirdi. Fakat: "Rikazda beşte bir vardır" dediğine göre rikazın
hükmünün; ondan alınacak miktar bakımından madenin hükmünden farklı olduğu
anlaşılır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Rikazın sözlükteki asıl
anlamı, yeryüzünde karar kılan, saklı bulunan altın, gümüş ve mücevherat
kabilinden şeylerdir. Sair fukahaya göre de böyledir. Çünkü onlar, çalışma,
çabalama ve yorulma ile elde edilmeyip yerde saklı bulunan maden arasında
bulunan altın ve gümüşten beşte bir alınacağını söylerler. Çünkü bu bir
rikazdır. İmam Malik'ten ise maden arasında bu şekilde bulunan altın ve gümüşün
hükmü hakkında rikaz arasında bulunan madenden çıkartılan ve çalışıp çabalamayı
gerektiren şeyin hükmü ile aynısı olduğunu söylediği rivayet edilmiştir.
Birinci husus, mezhebinden anlaşılan hükümdür. Fukahanın cumhurunun fetvası da
bu şekildedir.
Ebü Said el-Makburi'nin
oğlu Abdullah babasından, o dedesinden o da Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet
etmektedir: Rasülullah (s.a.v.)'a rikaz hakkında soru soruldu, O da şöyle
buyurdu: "Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gün, yeryüzünde yaratmış
olduğu altındır." Burada rivayeti nakleden Abdullah b. Said'in hadisi
metruktur. Bunu İbn Ebi Hatim zikretmektedir. Bir diğer yoldan Ebu Hureyre'den
rivayet edilmiş ise de bu da sahih değildir. Bu rivayeti de Darakutni
zikretmektedir.
Cahiliyye dönemi
insanlarının mallarını gömmeleri, bir grup ilim adamına göre aynı şekilde
rikazdır. Bunların Adi mallardan (Ad kavmine mensup) olup İslamdan önce
gömülmüş olması halinde bu hususta görüş ayrılıkları yoktur. Şayet üzerinde
İslam sikkesi varsa onlara göre bunun hükmü lukata (buluntu mal ve eşya) hükmü
ile aynıdır.
5- Rikaz Bulmanın
Hükmü:
Rikaz bulmanın hükmü hakkında
(fukahanın) farklı görüşleri vardır, Malik der ki: Arapların topraklarında
yahut müslümanların savaşsız olarak ele geçirdikleri boş ve düzlük arazilerde
bulunan ve cahiliye dönemine ait defineler, bulana aittir ve bunda beşte bir
vardır. İslam topraklarında bulunan ise lukata gibidir. Yine Malik der ki:
Savaşla alınan topraklarda bu kabilden bulunanlar, bulana değil de o araziyi
fetheden müslüman cemaate aittir. Bu kabilden sulh topraklarında bulunanlar
ise; sair insanlar arasından o bölge halkına aittir. O yurdun halkından olması
dışında; bulana da birşey verilmez. Eğer o bölge halkından olursa bulduğu
define hepsinin arasından yalnız ona ait olur. Hayır, sulh kapsamına girenlerin
tümüne aittir, de denilmiştir.
İsmail der ki: Rikaz
hakkında ganimetin hükmü ne ise o verilir. Çünkü rikaz müslüman tarafından
bulunmuş kafire ait bir maldır. Bu bakımdan bu rikaz da kafir ile çarpışıp onun
malını alan kimsenin elindeki mal değerinde kabul edilmiştir. O bakımdan onu
bulan müslüman beşte dördünü hak eder.
İbnu'l-Kasım ise der ki:
Malik; mallar, mücevherat, demir, kurşun ve buna benzer rikaz olarak bulunan
şeyler hakkında şöyle derdi: Böylesinde beşte bir vardır. Daha sonra bu
görüşünden vazgeçerek şöyle dedi: Bunda birşey vermek gerektiği görüşünde
değilim. Sonra da ondan son ayrıldığımız vakit; bunda beşte bir vardır, dedi.
Sahih olan görüş de budur. Çünkü hadisin genel ifadesi bunu gerektirir,
fukahanın cumhuru da bu görüştedir.
Ebu Hanife ve Muhammed
bir evde bulunan rikaz hakkında şöyle derler: Bu rikaz, bulana değil de ev
sahibine aittir. Ve bunda beşte bir vardır. Ebu Yusuf bu görüşe muhalefet edip
şöyle der: Bu rikaz ev sahibine değil de bulana aittir. Aynı zamanda bu
es-Sevri'nin de görüşüdür. Şayet bu sahipsiz bir arazide bulunacak olursa
hepsinin görüşüne göre bulana ait olup onda beşte bir vardır. Onlara göre sulh
arazisi (barışla İslam topraklarına katılan arazi) ile kılıçla ele geçirilen
arazi arasında bir fark yoktur. Yine onlar Arap toprakları ile sair topraklar
arasında fark görmezler. Yine onlara göre rikazı bulan kişi eğer muhtaç bir
kimse ise, beşte birini kendisi için alıkoyabilir, yoksullara da dağıtabilir.
Medine ehli ile Malik'in
arkadaşları arasından, bunların hiç birisi arasında fark gözetmeyen ve şöyle
diyenler de vardır; Rikaz ister silah yoluyla alınan bir arazide bulunsun ister
barış yoluyla, ister Arap topraklarında ister dar-ı harp te bulunmuş olsun,
eğer belli bir kimsenin mülkü değil ve herhangi bir kimse onun kendisine ait
olduğunu iddia etmeyecek olursa, o mal bulana aittir ve o bulunan rikazda
hadisin zahirinin gereğine uygun olarak beşte bir vardır. Bu aynı zamanda
el-Leys'in, Abdullah b. Nafi, Şafii ve ilim ehlinin çoğunluğunun görüşüdür.
6- Bulunan Madenler ve
Bu Madenlerden Çıkartılanların Hükmü:
Bulunan madenler ile bu
madenlerden çıkanlar hakkında görüş ayrılığı vardır. Malik ve arkadaşları der
ki: Madenlerden çıkan altın yirmi miskale, gümüş de elli gümüş okkaya
ulaşmadıkça bir şey düşmez. Altın ve gümüş bu miktara ulaştıkları takdirde her
ikisinden de zekat vermek vacip olur. Bundan fazla olduğu takdirde madenden
verim alındığı sürece ona göre hesabı yapılır. Şayet maden tükenir, sonra da
bir başka yerden çıkartılırsa, zekat orada başlar.
Onlara (fukahaya) göre
rikaz, ekin gibidir. Zekat anında ondan alınır ve ayrıca üzerinden bir sene
geçmesi beklenmez. Suhnun birçok madeni bulunan bir adam hakkında der ki: Bu
kimse birisinde bulunanı diğerine katıp ilave etmez. O her bir madenden ikiyüz
dirhem veya yirmi dinar miktarı zekatını öder.
Muhammed b. Mesleme dedi
ki: Bunları birbirine katıp ilave eder ve ekinde olduğu gibi hepsi için zekat
öder.
Ebu Hanife ve
arkadaşları da der ki: Maden de rikaz gibidir. Beşte birinin çıkartılmasından
sonra madende bulunan altın yahut gümüş bunların her birisi ayrı ayrı nazar-ı itibara
alınır. Eline geçirdiği zekat düşen bir miktarı, eğer üzerinden bir sene
geçtiği halde yanında nisab olarak kalmaya devam ediyor ise, senenin bitiminde
zekatını öder. Bu onun yanında zekatı verilmesi gereken altın veya gümüşün
olmaması halinde böyledir. Eğer onun yanında bunlardan zekat verilmesi gereken
birşeyler varsa rikazdan bu aldığını onlara katar ve böylece onun da zekatını
öder.
Bu şekilde onlara göre
sağlanan her türlü gelir, sene sonunda kendi cinsinden olan nisaba eklenir ve
asıl malın üzerinde sene geçmesiyle birlikte (sonradan katılanların da dahil
olmak üzere) zekatı ödenir. Aynı zamanda bu es-Sevrı'nin de görüşüdür.
el-Müzeni, Şafii'den
naklen şöyle der: Benim hakkında görüş belirtemediğ im husus ise madenlerden
çıkartılanlardır. el-Müzeni der ki: Şafii'nin benimsediği usule göre evla olan,
madenlerden çıkartılanların çıkartıldığından sonra bir sene geçmesiyle birlikte
zekatı ödenecek bir gelir olarak görülmesidir.
el-Leys b. Sa'd da dedi
ki: Madenlerden çıkartılan altın ve gümüş, elde edilen bir kar gibidir. Onun
elde edilmesinden itibaren yeni bir sene başı kabul edilir. Bu el-Müzeni'nin,
mezhebinden çıkardığı neticeye göre Şafii'nin de görüşüdür.
Davüd ve arkadaşları da
sahih bir mülkiyet ile elinde tutan bir malikin yanında bu malların üzerinden
bir sene geçmesi şartıyla aynı görüştedirler. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Her kim bir mal elde ederse üzerinden bir sene geçmedikçe
onda zekat yoktur." Bu hadisi Tirmizı ve Darakutni rivayet etmiştir.
Bunlar aynı şekilde
Abdurrahman b. el-Um'un, Ebu Said el-Hudrı'den yaptığı böyle rivayeti de delil
gösterirler: Buna göre Peygamber (s.a.v.), müellefe-i kulub'den bir topluluğa
henüz arıtılmamış bir altın parçası vermişti. Bu altın parçasını Ali (r.a) Hz.
peygamber'e Yemen'den göndermişti.
Şafii der ki: Müellefe-i
kulubün hakları zekattadır. Böylelikle madenlerde yapılacak uygulamanın zekat
uygulaması olduğu açığa çıkmaktadır.
Malik'in delili Rabia b,
Ebi Abdirrahman'dan gelen hadis-i şeriftir. Buna göre Peygamber (s.a.v.) Bilal
b. el-Haris'e el-Fur' tarafında bulunan el-Kabeliye madenlerini ikta olarak
vermişti. O madenlerden bugüne kadar zekattan başka birşey alınmamaktadır.
Ancak bu, senedi
munkati' bir hadistir. Hadis ehli bunun gibi bir hadisi delil göstermezler.
Fakat onlarca Medine'de yapılan uygulama ve amel böyledir. Ayrıca bunu
ed-Deraverdı, Rabia'dan o Haris b. Bilal el-Müzeni'den o da babasından yoluyla
rivayet etmiştir. Bunu da el-Bezzar zikreder. Diğer taraftan Kesir b. Abdullah
b. Amr b. Avf babasından, o dedesinden o da Peygamber (s.a.v.)'dan rivayet
ettiğine göre Hz. Peygamber Bilal b. el-Haris'e tepelerinde olsun çukurlarında
olsun el-Kabeliye'deki madenleri ve Kuds'ten itibaren ziraate elverişli olan
yerleri ikta olarak vermiş ve bunu yaparken bir müslümanın hakkını alarak ona
vermemıştır. Bunu da yine el-Bezzar zikretmektedir. Kesir'in zayıf bir ravi
olduğu da icma ile kabul edilmiştir.
İşte yerden çıkartılanın
hükmü budur. en-Nahl Suresi'nde ise denizden Çıkartılanlara dair hüküm
(en-Nahl, 14; 4. başlıkta) gelecektir Çünkü deniz de arzın ortağıdır. Enbiya
Süresi'nde de (el-Enbiya, 78-79. ayet 13. başlıkta) Peygamber (s.a.v.)'ın:
"Hayvanın yaralaması hederdir" buyruğunun anlamına dair açıklamalar
gelmektedir. Her birisine dair açıklama sırası geldikçe Yüce Allah'ın izniyle
gelecektir.
7- Sadaka için Kötü
Olanı Seçmek:
Yüce Allah'ın: "Göz
yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeyleri vermeye yeltenmeyin"
buyruğunda (...) kastetmeyin, anlamındadır. İleride Yüce Allah'ın izniyle Nisa
Suresi'nde (43. ayet 34. başlıkta) teyemmüm'ün kastetmek (mealde: Yeltenmek)
anlamına geldiğine dair Arap şiirlerinden şahitler (kanıtlar) gelecektir
Ayet-i kerime kazançlar
arasında iyinin de kötünün de olabileceğine delil vardır Nesai'nin Ebu Umame b.
Sehl b. Huneyf'den Yüce Allah'ın: "Göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız
adi şeyleri vermeye yeltenmeyin" diye buyurduğu ayet-i kerime hakkında
şöyle buyurmuştur: Bu hiçbir işe yaramayan bir hurma çeşidi olan el-cu'rur ile
yine bu türden olan levn hubeyk tipi hurmalardır. Resulullah (s.a.v.) bunların
zekat diye alınmasını nehyetmiştir
Darakutni de Ebu Umame
b. Sehl b. Huneyf'ten, o babasından şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Resulullah (s.a.v.) bir sadakanın getirilmesini emretmişti. Adamın birisi de şu
henüz olgunlaşmamış hurmadan salkımları ile birlikte bir miktar getirmişti.
-(Hadisin ravilerinden olan) Süfyan dedi ki: (Bu ifadeleriyle) herhangi bir
sebep dolayısıyla olgunlaşmamış hurmayı kastediyor. Resulullah (s.a.v.):
"Bunu kim getirdi?" diye buyurdu. Her kim ne getirdiyse mutlaka o
getirilen onu getirene nisbet edilirdi. İşte bunun üzerine: "Göz
yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeyleri vermeye yeltenmeyin" ayeti
nazil oldu. Sehl b. Huneyf dedi ki: Peygamber (s.a.v.) hiç bir işe yaramayan,
kötü hurma ile yine bu kabilden olan bir hurmayı (el-cu'rur ve levn hubeyk)
sadaka (zekat) olarak alınmasını yasakladı. ez-Zührı dedi ki: Bunlar Medine
hurmasından iki çeşittir. (Darakutni, II, 130)
Ayrıca bunu Tirmizi de el-Bera'
b, Azib yoluyla rivayet etmiş ve sahih olduğunu belirtmiştir. İleride de
gelecektir. et-Taberi ve en-Nehhas'ın da naklettiğine göre Abdullah b,
Mes'ud'un kıraatinde bu kelime (...) şeklindedir. Bu ve diğeri iki ayrı
söyleyiştir.
Müslim b. Cundüb ise
"te" harfini ötreli, "mim" harfini de esreli olarak (...)
şeklinde okumuştur. İbn Kesir ise "te" harfini şeddeli olarak (...)
şeklinde okumuştur. Bu kelimenin değişik şekillerde söyleyişi vardır. Birinci
"mim" şeddesiz olarak (...) şeklinde; şeddeli olarak (...) şeklinde
ve (...) şeklinde söylenir. Ebu Amr'ın naklettiğine göre ise İbn Mes'ud (...)
şeklinde ötreli "te"den sonra bir hemze ile okumuştur,
8- Kötüyü Seçip
Vermek:
Yüce Allah'ın: "
... vermeye" buyruğu ile ilgili olarak el-Cürcani, Nazmu'lKuran adlı
eserinde şunları söylemektedir: Bir grup kimse şöyle demiştir: İfade Yüce
Allah'ın (infak edin) buyruğundan sonra: "Adi şeyleri vermeye
yeltenmeyin" buyruğu ile tamam olmaktadır. Daha sonra Yüce Allah, bu adi
şeylerin niteliği ile ilgili olarak bir başka haberi vermek üzere şöyle
buyurmaktadır: "Göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeylere
yönelmeyin." Halbuki siz ancak göz yumduğunuz yani kolaylık gösterdiğiniz
takdirde bu gibi şeyleri alabilirsiniz. Adeta böyle bir ifade insanlara bir sitem
ve bir azar gibidir.
"Arasından"
buyruğundaki zamir ise "adi (el-habis)" kelimesine aittir. Bu ise
aşağılık ve bayağı olan demektir. el-Cürcani der ki: Bir grup da şöyle
demektedir: İfade Yüce Allah'ın: "Arasından adi şeyleri vermeye
yeltenmeyin" buyruğuna kadar kesintisiz olarak devam etmektedir.
"Arasından" buyruğundaki zamir ise "kazandıklarınız en
güzellerinden" buyruğuna raci dir. "Vermeye" buyruğu da adeta
hal üzere nasb mahallindedir. Bu ise Allah yolunda cihad etmek üzere çıkıyorum,
demeye benzer.
9- Kendiniz
Almayacağınız Şeyleri infaka Kalkışmayın:
Yüce Allah'ın: "Göz
yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeyleri vermeye yeltenmeyin"
buyruğu; sizler alacaklarınıza ve insanlardaki haklarınıza karşılık bu konuda
kolaylık göstermeksizin ve haklarınızın bir kısmını terketmeksizin
almayacağınız, hoşlanmadığınız ve beğenmediğiniz şeyleri vermeye kalkışmayınız,
demektir. Yani sizler, kendiniz için razı olamayacağınız işleri Allah için
yapmaya kalkmayın. Bu anlamda el-Bera' b. Azib, İbn Abbas ve ed-Dehhak
açıklamalarda bulunmuşlardır.
el-Hasen der ki: Ayet-i
kerimenin anlamı şudur: Sizler çarşıda satılmakta olduğunu görseniz fiyatı
düşürülmedikçe almayacağınız şeyleri (vermeye kalkışmayın) Buna yakın bir
açıklama Ali (r.a)'dan da rivayet edilmiştir.
İbn Atiyye der ki: Bu
iki görüş ayet-i kerimenin farz olan zekat hakkında olduğu intibaını
vermektedir. İbnu'l-Arabi der ki: Eğer bu ayet-i kerime farz olan zekat
hakkında olsaydı Yüce Allah: "Alıcısı olamayacağınız" demezdi. Çünkü
adi ve kusurlu bir şeyin farz olan zekat için herhangi bir şekilde alınması
caiz değildir. Göz yummak ister düşünülsün ister sözkonusu olmasın. Nafile
olanda ise göz yummamakla birlikte (adi olan) alınır.
Yine el-Bera' b. Azib
şöyle demiştir: Bunun anlamı şudur: Eğer o size hediye olarak verilecek olur
ise göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız (adi) şeyleri yani ancak hediye
verenden utanarak, ihtiyacı olmayan ve bizatihi de bir değer taşımayan şeyi
kabul edeceği kabilden olanları vermeyiniz.
İbn Atiyye der ki: Bu
açıklama ise bu ayet-i kerimenin nafile (tatavvu) sadaka hakkında olduğu
intibaını vermektedir. İbn Zeyd de der ki: Sizler onun mekruhluğuna dair göz
yummaksızın haram olanı almazsınız, demektir.
10- Buyruktaki Kıraat
Farkları ve Kelime Açıklamaları:
Yüce Allah'ın: "Göz
yummaksızın" buyruğunu cumhur bu şekilde okumuştur. Burada kelime, kişi
bir iş hakkında kolaylık gösterip hakkının bir kısmına razı olup geri kalanını
affettiği takdirde kullanılan (...): Adam şu işte göz yumdu, tabirinden gelmektedir.
et-Tırımmah'ın şu beyiti de bu kabildendir: "Kimse düşmanına acı
tattırmakta bizi geri bırakamaz Zilletin de birtakım insanları vardır ki;
bunlar göz yummaya razı olurlar."
Bu kelimenin, göz
yummaktan alınmış olma ihtimali de vardır. Çünkü hoşuna gitmeyen birşeye
katlanmak isteyen bir kişi gözlerini yumar. Şair der ki: "Beni şüpheye
düşüren senden gördüğüm nice nice şeylere Gözlerimi yumup geçiyorum; fakat
onları da görmüyor değilim."
Bu da hoşa gitmeyen şeyi
görmezlikten gelmek kabilindendir. en-Nekkaş bu ayet-i kerimede böyle bir
anlamı açıklama olarak zikretmiş, Mekki de buna işaret etmiştir. Veya bu
kelime, üstü kapalı bir iş yapan kimse hakkında kullanılan: (...) şeklindeki
Arapçadaki ifadeden de alınmış olabilir. Bu da Uman'a giden bir kimse hakkında:
(...); Irak'a giden hakkında: (...); Necid'e ve Tihame'nin diğer bir adı olan
el-Gavr'a giden kimse hakkında da: (...) demeye benzer. ez-Zühri "te"
harfini üstün "mim" harfini esreli ve şeddesiz olarak okumuştur. Yine
ondan "te" harfi ötreli "ğayn" üstün, "mim"
esreli ve şeddeli olarak (...) şeklinde okuduğu da nakledilmiştir.
Birinci okuyuş, ancak
sizin o malı size satan kimseyle pazarlık ederek fiyattan düşürmesini istemek,
anlamında olur. İkincisi ise en-Nehhas'ın naklettiğine göre; Katade'nin de kıraati
olup yani (hakkınızı) eksik olarak almanız müstesna, demek olur.
Ebü Amr ed-Danı de der
ki: ez-Zührı'nin iki ayrı kıraatinin anlamı: Eksik olarak alıcısı
olamayacağınız ... şeklindedir. Mekkı ise el-Hasen'den "mim" harfini
şeddeli ve üstün olarak (...) şeklinde okumuştur. Yine Katade "te"
harfini ötreli, "ğayn" harfini cezmli, "mim" harfini de
üstün ve şeddesiz olarak (...) şeklinde okumuştur.
Ebü Amr ed-Danı der ki:
(Bu iki okuyuşun) anlamı size karşı bu konuda göz yumulmadıkça alınmayacak olan;
anlamındadır. Bunu en-Nehhas da bizzat Katade'den nakletmiştir.
İbn Cinni der ki: Bu
kıraatin anlamı şudur: Sizler o iş hakkında kendi yorumunuz yahut kolaylık
göstermeniz suretiyle göz yumar halde bulunmanız ve hatıra ilk gelenden farklı
bir uygulama yapmanız (hali müstesna almazsınız). Bu ise kişinin: "Ben
adamı övdüm ve onun övülmeye değer olduğunu buldum" demeye ve buna benzer
sair örneklere benzer.
İbn Atiyye der ki:
Cumhurun kıraati bu konuda müsamaha göstermeye ve göz yummaya yorumlanır.
Çünkü (...) ile (...)
aynı anlamdadır. Bu okuyuş, şu manaya da gelir. Ayrıca şu şekilde de anlaşılır:
Sizler böyle bir şeyi ancak görmezlikten ya da üstünkörü bir yorum yaparak
alırsınız. Bu ise; ya -İbn Zeyd'in görüşüne göre- haram oluşundan dolayıdır; ya
da -başkalarının görüşüne görehediye olarak verildiğinden yahut bir borç
karşılığında alındığından dolayı böyledir.
el-Mehdevi der ki: (...)
şeklinde okuyanın kıraatinin anlamı şudur: Onu almak hususunda basiret
gözlerinizi kapatmaksızın...
el-Cevheri der ki: Alım
veya satımda bir kimseye kolaylık gösterildiği vakit (...) tabiri kullanılır.
Yüce Allah da: "Göz
yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeyleri ... " diye buyurmaktadır.
Satın alınan mal, adi ve bayağı olduğu için ve kıymeti düşük olduğundan daha
fazla verilmesi isteniyor gibi bir anlam ifade etmek üzere de: (...) Bu
sattığın şeyde bana göz yum, denilir.
11- Allah Gani'dir,
Hamiddir:
Yüce Allah'ın:
"Bilin ki Allah Ganidir, Hamiddir" buyruğu ile şanı Yüce Allah,
Ganilik sıfatına dikkatimizi çekmektedir. Yani onun sizin sadakalarınıza
ihtiyacı yoktur. Her kim Allah'a yakınlaşmak ister ve sevap arzu ederse bunu
bir değer ve bir önem taşıyan şeylerle yapsın. O bu yaptığını kendisi için
yapmış olur ve hayrını önden gönderir.
"Hamid"
buyruğunun anlamı ise herhalde övülen demektir. Bu iki ismin anlamlarına
"el-Kitabu'l-Esna ...'' adlı eserimizde açıklamalarda bulunduk. Hamd,
Allah'adır.
ez-Zeccac da Yüce
Allah'ın: "Bilin ki Allah Ganidir Hamiddir" buyruğu hakkında şunları
söylemektedir: Yani o sizlere kendisi muhtaç olduğu için tasaddukta bulunmanızı
emretmiyor. Fakat O, sizin durumunuzu, halinizi sınamaktadır. O bakımdan bütün
nimetlerine karşılık O, hamde layık olandır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN