BAKARA 26 |
إِنَّ
اللَّهَ لاَ
يَسْتَحْيِي
أَن يَضْرِبَ
مَثَلاً
مَّا
بَعُوضَةً
فَمَا فَوْقَهَا
فَأَمَّا
الَّذِينَ
آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ
أَنَّهُ
الْحَقُّ
مِن رَّبِّهِمْ
وَأَمَّا
الَّذِينَ
كَفَرُواْ
فَيَقُولُونَ
مَاذَا
أَرَادَ
اللَّهُ بِهَـذَا
مَثَلاً
يُضِلُّ
بِهِ
كَثِيراً وَيَهْدِي
بِهِ
كَثِيراً وَمَا
يُضِلُّ
بِهِ إِلاَّ
الْفَاسِقِينَ |
26. Gerçekten Allah bir
sivrisineği ya da (küçüklükte) ondan daha üstün herhangi birşeyi misal
vermekten çekinmez. İman edenler, bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu
bilirler. Ama kafirler: "Allah bu misal ile ne anlatmak istemiştir?"
derler. Allah bununla bir çoğunu saptırır ve bir çoğunu da hidayete eriştirir.
O, bununla fasıklardan başkasını saptırmaz.
Sivrisineğin Misal
Verilmesi:
"Gerçekten Allah
bir sivrisineği .. misal vermekten çekinmez." Ebu Salih'ten gelen rivayete
göre İbn Abbas şöyle demiştir: Şanı Yüce Allah münafıklara şu iki örneği
verince, yani: ''Onların hali bir ateş yakanın hali gibidir .. '' (el-Bakara,
17) buyruğu ile: ''Yahut gökten boşalan yağmur gibi ... '' (el-Bakara, 19)
buyruklarını indirince münafıklar: Allah misaller vermekten daha Yüce ve azametlidir,
dediler. Bunun üzerine Allah, bu ayet-i kerimeyi indirdi.
Ata yoluyla gelen
rivayete göre de İbn Abbas şöyle demiştir: Yüce Allah müşriklerin tanrılarını
sözkonusu edip onlar hakkında: ''Eğer sinek, onlardan birşeyalsa, bunu ondan
geri alamazlar.'' (el-Hacc, 73) diye buyurup, putların ilah edinilmesini
örümcek yuvasına benzetince, müşrikler şöyle dediler: Allah'ın kulu Muhammed'e
Kur'an'ı indirdikleri arasında sinekten ve örümcekten sözettiğini görüyor
musun? Acaba o (bunları sözkonusu etmekle) ne yapmış oluyor? Bunun üzerine Yüce
Allah, bu ayet-i kerimeyi indirdi.
el-Hasen ve Katade der
ki: Yüce Allah Kitab-ı Kerim'inde sinek ve örümcekten söz edip bunları
müşriklere misal olarak gösterince yahudiler güldüler ve şöyle dediler: Bu,
Allah'ın sözüne hiç de benzemiyor. Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi
indirdi.
"utanır"
kelimesinin aslı (...) şeklinde ayrı el-fi'li ile lam el-fi'li illet harfidir.
Lam el-fi'li'nin (yani son harfinin) üzerinde damme ağır geldiğinden (harf-i
med şeklinde) sakin okunmuştur, Buna göre ism-i faili (...) şeklinde çoğulu ise
(...) şeklinde gelir.
"Gerçekten Allah
bir sivrisineği .. misal vermekten çekinmez" buyruğunda İbn Muhaysın
(mastar olarak çekinmek, utanmak anlamlarına gelen) ayet-i kerimede yer alan
(...) kelimesini (...) şeklinde okumuştur. Bu okuyuş şekli İbn Kesir'den de
rivayet edilmiştir. Temim ve Bekr b. Vailoğulları'nın da şivesi böyledir.
Burada birinci ya harfinin harekesi ha harfine nakledilerek, ya harfi sakin
oldu. Arkasından ikinci ya harfi üzerindeki damme ağır geldiğinden sakin
kılındıktan sonra ve (iki sakinin) iltika (sı, arka arkaya gelmesi)
dolayısıyla, birileri hazf edilmiştir. Bunun ism-i faili (...), çoğulu ise
(...) gelir. Bu açıklamalar el-Cevheri'ye aittir.
Müfessirler bu ayet-i kerimede
yer alan "çekinmez" buyruğunun anlamının ne olduğu hususunda farklı
görüşlere sahiptir. "Korkmaz" anlamında olduğu söylenmiştir. Taberi
bu açıklama şeklini tercih etmiştir. Ayet-i kerimede yer alan ve: "Ve
insanlardan korkuyordun. Halbuki Allah)tan korkman daha uygundur.'' (el-Ahzab,
37) Buyruğunda "korkmak" utanmak, çekinmek anlamlarındadır. Başkası
ise: Terketmez, vazgeçmez şeklinde açıklamışlardır. Geri kalmaz, anlamında
olduğu da söylenmiştir.
Haya etmek (utanmak,
çekinmek); aslında çirkin bir iş işlemek korkusuyla birşeyden uzak durmak ve
geri kalmak demektir. Yüce Allah için ise böyle birşey imkansızdır. Müslim'in
Sahihinde Umm Süleym (r.anha)'dan gelen hadis-i şerif te şöyle dediği rivayet
edilmektedir: Umm Süleym, Peygamber (s.a.v.)'ın yanına gelip şöyle dedi: Ey
Allah'ın peygamberi, muhakkak Allah haktan çekinmez (haya etmez) ... Yani kendi
dini uğrunda haya edilmesini emretmez ve bu hususun sözkonusu edilmesinden
imtina etmez.
"Herhangi bir şeyi
misal vermek." Bunun anlamı, beyan etmek demektir.
"Sivrisinek"
anlamına gelen (...) kelimesinin iki üstün ile okunuş sebebiyle ilgili dört
açıklama şekli yapılmıştır:
1. (...): şey, zaide,
"sivrisinek" anlamındaki kelime, "bir misal" anlamındaki
kelimeden bedeldir. (Buna göre anlam: Allah bir misali vermekten yani
sivrisineği dahi misal göstermekten çekinmez ... şeklinde olur).
2. Allah, az dahi olsa,
herhangi bir şeyi (mesela) sivrisineği misal vermekten çekinmez ... anlamına
gelmesi. Bu açıklamayı el-Ferra, ez-Zeccac ve Sa'leb yapmıştır.
3. Allah, sivrisinek
olsun daha yukarısını olsun, herhangi birşeyi misal vermekten çekinmez
anlamında olması. el-Kisai'nin ve yine el-Ferra'nın görüşüdür. Ebu'l-Abbas
delil olarak şunu gösterir: "Ey tepeden tırnağa kadar insanların iyisi,
Seven ve sevdiğini gözetenin bağlarını bağlayan ip yoktur."
4. Allah, herhangi bir
şeyi, bir sivrisineği misal vermekten çekinmez, anlamına gelmesi.
ed-Dahhak, İbrahim b.
Ebi Able ve Ru'be b. el-Accac "Sivrisinek" kelimesini ötreli olarak
okumuştur. Bu, Temimlilerin şivesidir. Buna göre, ifadenin takdiri anlamı şöyle
olur: Allah sivrisinekten ibaret olan bir misal vermekten çekinmez. Yüce
Allah'ın: "Güzelce uygulayan üzerine (nimetlerimizi) tamamlamak üzere ...
"(el-En'am, 154) şeklindeki buyruğunu bazı kimselerin: (...) şeklinde yani
"o en güzel olan kimse üzerinde nimetimizi tamamlamak üzere" anlamına
gelecek şekildeki kıraatleri de bunu andırmaktadır.
Arapçada "misal
darbetmek (vurmak)" tabiri misal vermek anlamında kullanılır. Yine Arap
dilinde: "Bu binalar, tek darb üzeredir" denildiği zaman tek bir
örnek ve tek bir türdür, denilmek istenir. Darp tür anlamındadır.
Sivrisinek anlamına
gelen (...) kelimesi et kesmek anlamına gelen (...) kelimesinden türemiştir.
Aynı anlamda olmak üzere: (...) şeklinde de kullanılır. "onu kısım kısım
ayırdım, parçaladım," demektir. el-Cevheri ve başkalarının açıklamasına
göre (sivrisineğe) "bazida" adının verilişi küçüklüğü dolayısıyladır.
"Daha üstün"
el-Kisai, Ebu Ubeyde ve başkalarının açıklamalarına göre "daha üstün"
buyruğunun anlamı, -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- ondan daha aşağı
demektir. Yani küçüklük itibariyle ondan daha üstün denilmiş oluyor. el-Kisai
der ki: Bu bizim günlük konuşmamızda: Sen bunu kısa mı görüyorsun? dediğimiz
vakit, muhatabımızın: Bundan da ileri, bundan da üstün, demesine benzer ki yani
gördüğünden de daha kısa demek istiyor.
Katade ve İbn Cüreyc der
ki: Büyüklük itibariyle daha üstün demektir.
"Bunun"
kelimesindeki zamir, misale aittir. Yani o misalin hak olduğunu bilirler,
demektir,
Hak ise batılın
zıddıdır. Hakk, hukukun tekilidir. (...) ondan da daha özel bir anlam ifade
eder. Mesela "bu benim hakkımdır," anlamında (...) denilir.
"Ama kafirler:
Allah bu misal ile ne anlatmak istemiştir? derler."
(...): Ama" harfini
Temimliler (...) şeklinde söyler ve aynı harfi tekrarlamamak için mim'lerden
birisini ya'ya değiştirirler. Ömer b, Ebi Rabia'nın şu beyiti de buna göre
şöylece nakledilmektedir: "Güneş tepeye çıktığında bir adam gördü ki;
(Kuşluk vakti) çıkar ortaya, ama akşam oldu mu da (zayıflıktan) üşür."
Nahivciler
"ne" edatı hakkında farklı açıklamalarda bulunmuşlardır, Bir görüşe
göre tek isim konumundadır ve anlamı şöyle olur: Allah bu misal ile, neyi
anlatmak istemiştir? ibn Keysan, bu güzel olan açıklama şeklidir, demektedir.
Bir diğer görüşe göre,
(...) tam bir isimdir ve mübteda olarak ref' mahallindedir. (...) ise, ism-i
mevsül anlamında olup mübteda'nın haberidir. Buna göre; Allah'ın misal olarak
anlatmak istediği nedir? demek olur, Bu sözleriyle de, soru sorarak inkar etmektedir
yani, böyle birşeye olumsuz bir tepki göstermektir. "misal" kelimesi
ise mansub olup, sonraki cümle ile ilgisi yoktur. ifadesinin takdiri - Sa'leb'e
göre - : Allah bununla nasıl bir misal vermeyi murad etmiştir? şeklindedir. ibn
Keysan ise bu, hal konumunda temyiz olarak nasb edilmiştir. (Yani: Allah böyle
bir misal ile neyi murad etmiştir?)
"Allah bununla bir
çoğunu saptırır ve birçoğunu da hidayete eriştirir."
Denildiğine göre bu,
kafirlerin söyledikleri sözlerdendir. Yani, kendisi sebebiyle insanları
sapıklığa ve hidayete olmak üzere ikiye ayırdığı bu misal ile Allah, neyi
anlatmak istemiştir?
Bir başka görüşe göre bu
buyruk, Yüce Allah'ın verdiği bir haberdir. Daha uygun görülen açıklama şekli
de budur, Çünkü onlar hidayetin Allah tarafından olduğunu kabul ediyorlardı.
Buna göre anlam şöyle olur: De ki: Allah bu misal ile pekçok kimseyi saptırır,
pek çok kimseyi de hidayete iletir. Yani muvaffak kılar veya yardımsız bırakır.
Buna göre, bu buyruk daha önce kendilerinden söz edilen Mu'tezile ve
benzerlerinin şu şekildeki görüşlerine de bir reddiye ihtiva etmektedir: Çünkü
Mutezile ve onların kanaatlerini kabul edenlere göre Allah, sapıklığı ve
hidayeti yaratmaz, Derler ki: "Bir çoğunu saptırır" buyruğunun
anlamı, burada ad vermektir, Yani birçoğuna sapık adını verir. Nitekim
"filan kişiyi fasık kıldım" denirken, ona fasık adını verdim, denmek
istenir. Çünkü Yüce Allah, hiçbir kimseyi saptırmaz. Saptırma ile ilgili
izledikleri yol budur. Ancak onların bu açıklamaları müfessirlerin görüşlerine
aykırıdır ve dil açısından da böyle bir açıklamaya ihtimal yoktur. Çünkü bir
kimseye sapık (dal) adı verildiği zaman: (...) onu sapıklıkla adlandırdı"
denilir. Yoksa, bir kimseye sapık adı verildiği takdirde bunu anlatmak üzere
(ayet-i kerimedeki şekliyle) (...) denilmez.
Bu buyruğun anlamı
Mu'tezile ve onların yolundan gidenlerin verdiği şekilde değil de hak ehline
mensup müfessirlerin belirttiklerine göre şöyledir:
Allah, kafirliklerine
bir ceza olmak üzere insanlardan birçok kimseyi bu misal sebebiyle yardımsız
bırakır (hidayete eriştirmez).
Diğer taraftan Yüce
Allah'ın: "O bununla fasıklardan başkasını saptırmaz" buyruğunun Yüce
Allah'ın söylediği buyruk olduğunda (yani başkasının söylediği sözü nakleden
bir ifade olmadığında) görüş ayrılığı yoktur. Bu buyruğun takdir! anlamı
şöyledir: Allah, bu misal ile ancak ezeli ilminde kendilerine hidayet
vermeyeceğini takdir etmiş olduğu fasıkları saptırır.
Burada "fasıklardan
başkasını saptırmaz" buyruğunda yer alan "Ancak" edatını istisna
edatı, "fasıklar" kelimesini de istisna kabul etmek doğru değildir.
Çünkü istisna ancak kullanılanifadenin tam bir anlama gelmesinden sonra
sözkonusu olur.
Nevf el-Bikali der ki:
Uzeyr, Yüce Rabbine yaptığı münacaatından birisinde şöyle demiştir: İlahi, sen
birtakım mahluklar yaratırsın, dilediğini saptırır, dilediğini hidayete
erdirirsin. Ona: Ey Uzeyr, böyle bir şekilde dua etmekten vazgeç denildi. Ya bu
işten vazgeçersin ya da seni peygamberlik makamından silerim. Çünkü Ben
yaptığımdan dolayı sorumlu tutulmayanım. Onlar ise yaptıklarından sorumlu
tutulurlar.
Dalalet (sapıklık)ın
asıl anlamı helak olmak, fena bulmak, yok olmaktır.
İşte bu anlamdan
hareketle su, sütün içerisinde kaybolduğu, yok olduğu zaman (...) denilir. Yüce
Allah'ın: "Bizyerde kaybolduğumuz vakit .... " (es-Secde, 10)
buyruğundaki ifade de buradan gelmektedir. Buna dair açıklamalar Fatiha
suresinde daha önceden yapılmıştır. en
Fısk, Arap dilinde asıl
anlamı itibariyle birşeyin dışına çıkmak demektir.
Mesela, taze hurma
kabuğundan, fare deliğinden çıktığı zaman bu tabir kullanılır. (Yiyecek ve
içecekleri ifsad ettiğinden dolayı) fareye: "el-fuveysika (fasıkçık)"
denilir. Hadis-i şerif te de şöyle denilmektedir: "Beş fasık vardır ki
bunlar harem bölgesinin içinde de dışında da öldürülürler: Yılan, ala karga,
fare, uyuz köpek ve çaylak." Bu hadisi Hz. Aişe Peygamber (s.a.v.)'dan
rivayet etmiş ve Müslim bunu kitabına almıştır.
Bir başka rivayette de
"yılan" yerine akrep zikredilmiştir. Peygamber (s.a.v.) bunlar
hakkında "fısk" tabirini verdikleri eziyetler sebebiyle kullanmıştır.
Nitekim inşaallah ileride bu kitapta buna dair açıklamalar gelecektir.
Kişinin fasıklık etmesi,
-el-Ahfeş'ten nakledildiğine göre- facirlik etmesi, yani günah işlemesi
demektir. Yüce Allah'ın: "Rabbinin emrine karşı fasıklık etti"
(el-Kehf, 50) buyruğu ise Rabbinin emri dışına çıktı demektir.
İbnu'l-A'rabi'nin
iddiasına göre bu kelime, (Allah'ın emri dışına çıkmak anlamında) cahiliyye
arapları dilinde olsun, şiirinde olsun kullanılmamıştır. (İbnu'l-A'rabi) der
ki: Bu ise hayret edilecek birşeydir. Halbuki bu kelime Arapça bir kelimedir.
Bu sözleri İbnu'l-Arabi'den İbn Faris ve el-Cevheri nakletmişlerdir.
Derim ki: Ebu Bekr
el-Enbari 'ez-Zahir" adlı eserinde "fısk"ın anlamı ile ilgili
açıklamalarda bulunurken şairin şu beyitini de nakletmektedir:
"Necid'de giderler
ve aşağıların da aşağısındaki yolu izlerler Maksatlarından uzaklaşmış fasıklar
olarak."
Fıssik: Fasıklığı
sürekli olan demektir. "Ya fusak, ya hubes!" ni dası "ey fasık,
ey habis (murdar)!" demektir. Şer'i bir terim olarak fısk: Yüce Allah'a
itaatin dışına çıkmaktır. Bu kelime küfür ve inkar ile dinden çıkan hakkında
kullanıldığı gibi, isyan ederek Allah'ın emri dışına çıkan hakkında da
kullanılır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN