ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

238

 

حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ

 

238. Namazlara ve özellikle orta namaza devam edin. Allah için huşu' ve itaatla durun.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:

 

1- Bütün ümmet Namaz Kılmak Emrine Muhataptır:

2- "Orta Namaz" Hangisidir?

3- Bazı Rivayetlerdeki ''ikindi Namazı" ilavesinin Mahiyeti:

4- Vitir Namazı Farz mıdır?

5- Allah'ın Huzurunda itaatle Durmak (kunut):

6- Namazda Kasten Konuşmanın Hükmü:

7- Namazında Yanılarak Konuşan Kimsenin Hükmü:

8- Kunut:

 

1- Bütün ümmet Namaz Kılmak Emrine Muhataptır:

 

Yüce Allah'ın: "Devam edin" buyruğu bütün ümmete yönelik bir hitaptır. Ayet-i kerime namazları vakitlerinde, bütün şartlarıyla birlikte kılmaya dikkat ve özen göstermeyi emretmektedir.

 

Muhafaza etmek (mealde: Devam etmek); bir şeye devam etmek ve ısrarla onu sürdürmek demektir.

 

"Orta" anlamına gelen" el-vusta" ise "el-evsat" kelimesinin müennesidir.

Birşeyin vasatı hayırlısı ve en mutedil olanı demekdir. Yüce Allah'ın: ''Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık. "(el-Bakara, 143) buyruğu da bu kabildendir ki buna dair açıklamalar daha önceden (2/143. ayet 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Peygamber (s.a.v.)'ı öven bir Bedevi Arap da şöyle demektedir:

 

"Ey bütün insanların övünülmeye değer hususlarında en hayırlı ve mutedil (evsat) olanı Ve ey hayırlı bir anne ve bir babanın evladı olarak insanların en kerim olanı!"

 

Özellikle "orta namaz (es-salatu'l-vusta)"nın sözkonusu edilmesi -daha önceden genel olarak namazların kapsamına girmiş olduğu halde- bu namazın şerefini ifade etmek içindir. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Hani Biz peygamberlerden ahidlerini almıştık. Senden de Nuh tan da ... " (el-Ahzab, 7); "ikisinde pek çok meyve, hurma ve nar vardır. "(er-Rahman, 68)

 

Ebu Cafer el-Vasıti, teşvik anlamını (iğra) ifade etmek üzere "(...) şeklinde okumuştur. Özellikle orta namaza dikkat ediniz, demektir. el-Hulvan! de böyle okumuştur. Kalun ise Nafi'den rivayetle sonrasında "ta" harfi geldiği için "el-Vusta" kelimesindeki "sin" harfini "sad" diye okumuştur. Çünkü bu iki harfin mahrecleri birdir. Aynı zamanda bunlar "es-Sırat" ve benzerlerinde olduğu gibi iki ayrı söyleyiştir.

 

2- "Orta Namaz" Hangisidir?

 

ilim adamları orta namazın hangisi olduğunu tayin etmek hususunda on farklı görüş belirtmişlerdir:

 

1- Birinci görüşe göre bu, öğlen namazıdır. Çünkü günün başlangıcı ile ilgili iki görüşten sahih olanına göre tan yerinin ağarması ile olur ve bu durumda öğlen namazı günün ortasında yer alır. Bu konudaki görüşleri sıralarken öğlen namazı olduğu görüşünden başlamamızın sebebi, islam'da kılınan ilk namazın öğlen namazı oluşundandır.

 

Öğlen namazının orta namaz olduğunu söyleyenler arasında Zeyd b. Sabit, Ebu Said el-Hudri, Abdullah b. Ömer ve Aişe (Allah hepsinden razı olsun) de vardır.

 

Bu namazın öğle namazı olduğuna delil olan hususlardan birisi de Hz. Aişe ile Hz. Hafsa'nın: "Namazlara ve özellikle orta namaza ve ikindi namazına devam ediniz" şeklinde dikte ettirmeleridir.

 

Rivayet edildiğine göre bu namaz müslümanlar için en ağır gelen namazdı. Çünkü bu namazın vakti, öğlen sıcağında ve mallarında çalışmaktan oldukça yorgun argın düştükleri bir sırada gelirdi.

 

Ebu Davud, Zeyd'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasülullah (s.a.v.) öğlen namazını öğlen sıcağında kıldırırdı. Rasülullah (s.a.v.)'ın ashabına ondan daha ağır gelen hiçbir namaz olmazdı. Bunun üzerine: "namazlara ve özellikle orta namaza devam edin" ayeti nazil oldu ve dedi ki: Bu namazdan önce de iki namaz, ondan sonra da iki namaz vardır.

 

Malik Muvatta'ında Ebu Davüd et-Tayalisı Müsned'inde Zeyd b. Sabit'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Orta namaz öğlen namazıdır. et-Tayalisı şunu da ekler: Rasülullah (s.a.v.) bu namazı oldukça sıcak vakitte kılardı.

 

2- İkinci görüşe göre bu ikindi namazıdır. Çünkü ondan önce iki tane gündüz namazı ondan sonra da iki tane gece namazı vardır. en-Nehhas der ki:

 

Böyle bir delillendirmeden daha güzel bir delillendirme de şudur: Ona "orta" denilmesinin sebebi birisi ilk farz kılınan diğeri ise ikinci olarak farz kılınan iki namaz arasında olmasıdır.

İkindi namazının orta namaz olduğunu söyleyenler arasında Ali b. Ebi Talib, İbn Abbas, İbn Ömer, Ebu Hureyre ve Ebu Said el-Hudrı (Allah hepsinden razı olsun) de vardır. Bu Ebu Hanife ve arkadaşlarının da tercih ettiği görüştür. Şafii ve eser ehlinin çoğunluğu da bu görüştedir. Abdülmelik b. Habib de bunu benimsemiştir. İbnu'l-Arabı "elKabes"adlı eserinde İbn Atiyye de Tefsirinde bunu tercih etmiş ve şöyle demiştir: İnsanların çoğunluğu bu görüştedir, ben de bunu benimsiyorum. Bunlar görüşlerine bu konuda Müslim ve başkaları tarafından rivayet edilen hadis-i şerifleri delil gösterirler. Bunlar arasında en açık nas ise İbn Mes'ud'un naklettiği şu hadis-i şeriftir:

 

Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Orta namaz'dan ikindi namazından bizi alıkoydular.. ." Bu hadisi Tirmizı rivayet etmiş ve: Hasen sahih bir hadistir, demiştir. Bizler buna dair daha geniş açıklamalarımızı ''el-Kabes fi Şerhi Muvattai Maliki ibn Enes"adlı eserimizde yapmış bulunmaktayız.

 

3- Bu görüşün sahiplerine göre orta namaz akşam namazıdır. Bunu Kubaysa b. Ebi Züeyb bir topluluk ile birlikte söylemiştir. Bu konudaki delilleri ise rekat sayısı itibariyle ortada olmasıdır. Rekat sayısı en aşağı sayıdakiler gibi de değildir, en fazla olanlar gibi de değildir. Ve ayrıca yolculukta bu namaz kasredilmez. Rasülullah (s.a.v.) da bu namazı ne vaktinden sonraya bırakmış ne de önceye almıştır. Bundan sonra ise cehri kılınan iki tane namaz, ondan önce ise sirrı (gizlice) okunan iki namaz vardır. Aişe (r. anha) yoluyla gelen hadis-i şerifte de Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah nezdinde namazların en faziletli olanı akşam namazıdır. Yolcudan olsun ikamet edenden olsun bu namazı kaldırmamıştır. Allah o namaz ile gece namazını açmış ve onunla gündüz namazını kapatmıştır. Her kim akşam namazını kılar, ardından da iki rekat kılarsa Allah ona cennette bir saray yaptırır. Her kim ondan sonra dört rekat namaz kılarsa, Allah ona yirmi yılın günahlarını -veya kırk yılın günahlarını- bağışlar."

 

4- Yatsı namazı olduğunu söyleyenler. Çünkü bu namaz kasredilmeyen iki namaz arasında yer alır. Uyku vaktinde bu namazın vakti girmekle birlikte, ertelenmesi müstehaptır. Bu ise ağır gelir. O bakımdan özellikle buna dikkat edilmesi için te'kidde bulunulmuştur.

 

5- Beşinci görüşe göre ise orta namaz sabah namazıdır. Çünkü kendisinden önce açıktan okunan iki gece namazı, kendisinden sonra da gizliden okunan iki gündüz namazı vardır. Ve bu namazın vakti insanlar uykudayken girer. Bu namaza soğuğun şiddeti dolayısıyla soğuk zamanlarda kalkmak, gecenin kısalığı dolayısıyla da yazın kalkmak ağır bir iştir.

Bu namazın orta namaz olduğunu söyleyenler arasında Ali b. Ebi Talib ve Abdullah b. Abbas (r. anhuma) da vardır. Bunu Muvatta'da İmam Malik belağ yoluyla (yani Malik; bu ikisinden bana ulaştığına göre diyerek) nakletmiştir. Tirmizı de bunu İbn Ömer ve İbn Abbas'tan ta'lik yoluyla (senedini zikretmeksizin) kaydetmiştir.

 

Ayrıca bu Cabir b. Abdullah'tan da rivayet edilmiştir. Bu Malik ve arkadaşlarının da görüşüdür. Kuşeyrı'nin kendisinden naklettiğine göre Şafii de buna meyletmiştir. Hz. Ali'den gelen sahih rivayet ise bunun ikindi namazı olduğudur. Yine ondan bu husus sahih ve bilinen bir yolla rivayet edilmiştir.

 

Orta namazın sabah namazı olduğunu söyleyenler Yüce Allah'ın: "Allah için kanitler olarak durunuz" yani o namazda kunut yapınız demektir. Sabah namazı dışında kunutun emrolunduğu bir başka namaz yoktur.

 

Ebu Reca der ki: İbn Abbas bize Basra'da sabah namazını kıldırdı. Rüküdan önce o namazda kunut okudu ve ellerini kaldırdı. Namazı bitirdikten sonra şöyle dedi: İşte Yüce Allah'ın kendisinde kunut okuyanlar olarak kalkmamızı emrettiği orta namaz budur.

 

Enes de der ki: Peygamber (s.a.v.) sabah namazında rüküdan sonra kunut okumuştur.

Kunutun hükmü ve ilim adamlarının bu konudaki görüşleri Al-i İmran Süresi'nde Yüce Allah'ın: "işten sana ait hiçbir şey yoktur. "(Al-i İmran, 128) buyruğunu açıklarken gelecektir.

 

6- Cuma namazıdır, diyenler. Çünkü bu namazın cemaat ile kılınması, bu namazda hutbe okunması ve bu namazın bayram gibi değerlendirilmesi özellikleri arasındadır. Bunu İbn Habib ve Mekki zikretmektedir.

 

Müslim ise Abdullah (b. Mes'ud)'dan Resulullah (s.a.v.)'ın cumadan geri kalan bir topluluğa şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Bir kimseye cemaate namaz kıldırmasını emredip sonra da cuma namazına gelmeyen birtakım kimselerin evlerini içlerinde oldukları halde yakmayı içimden geçirdim."

 

7- Bu görüşe göre orta namaz aynı zamanda sabah ve ikindi namazlarıdır. Bunu eş-Şeyh Ebu Bekr el-Ebheri söylemiştir. delil olarak da Rasülullah (s.a.v.)'ın şu buyruğunu göstermiştir: "Gece melekleri ile gündüz melekleri sizin aranızda biri ötekinin arkasından gider gelirler... Bunu Ebu Hureyre rivayet etmiştir.

 

Cerir b. Abdullah da dedi ki: Resulullah (s.a.v.)'ın yanında oturuyorduk. Ondördünde aya baktı ve dedi ki: "Sizler şu ayı gördüğünüz şekilde onu görmek için nasıl herhangi bir sıkıntı çekmiyor iseniz Rabbinizi de böylece göreceksiniz. Şayet güneşin doğuşundan önce bir namaz ve batışından önce de bir namazı kaçırmamak gücünüz varsa bunu yapınız." -Bununla da ikindi ve sabah namazlarını kastetmektedir.- Daha sonra Cerir Yüce Allah'ın: "Rabbine hamd ile güneşin doğmasından önce ve güneşin batmasından önce tesbih et. "(Taha, 130)

 

Umare b. Rueybe der ki: Rasülullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim:

"Güneşin doğuşundan önce ve batışından önce namaz kılan hiçbir kimse asla cehenneme gitmeyecektir." Yine bunda kastedilen sabah ve ikindi namazlarıdır. Yine ondan gelen rivayete göre Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her kim iki serinlik vaktindeki namazı kılarsa cennete girer."

 

Bütün bunlar Müslim'in Sahih'inde ve başkalarında sabittir. Sabah ve ikindi namazlarına "iki serinlik" adının veriliş sebebi serin zamanlarda eda edilmelerinden dolayıdır.

 

8- Orta namaz yatsı ve sabah namazıdır. Ebu'd-Derda (r.a) vefatı ile sonuçlanan hastalığında şöyle demiştir: Dinleyiniz ve geride kalanlarınıza da tebliğ ediniz. Şu iki namaza, yatsı ve sabah namazlarına gereken dikkati ve devamı gösteriniz. -Bunların cemaatle kılınmalarını kastediyor- Şayet sizler bu iki namazda neler olduğunu biliyor olsaydınız, dirsekleriniz ve dizleriniz üzere emekleyerek dahi olsa bu namazlara giderdiniz. Bunu Ömer ve Osman söylemiştir.

 

Hadis imamları da Resulullah (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğumı rivayet etmektedirler: "Şayet onlar yatsı ve sabah namazlarında neler olduğunu bilselerdi emekleyerek dahi olsa o namazları kılmaya gelirlerdi. -Ve devamla buyurdu ki:- Şüphesiz bu iki namaz münafıklara en ağır gelenlerdir.''

 

Hz. Peygamber (s.a.v.) sabah namazını cemaatle kılan kimsenin gecesini namazla geçirmiş gibi ecir alacağını, yatsıyı cemaatle kılanın da gecenin yarısını namazIa geçirmiş gibi değerlendirileceğini ifade buyurmuştur. Bunu Malik, Hz. Osman'dan mevkuf olarak zikrederken Müslim de merfu olarak rivayet etmiş, Ebu Davud ve Tirmizi de ondan (Hz. Osman'dan) şöylece rivayet etmiştir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Her kim yatsı namazını cemaatle birlikte kılarsa gecenin yarısını namazIa geçirmiş gibi olur. Her kim yatsı ve sabah namazını cemaatle birlikte kılarsa bir geceyi namazIa kılmış gibi olur."

Bu ise Malik'in ve Müslim'in rivayet ettiğinden farklı bir rivayettir.

 

9- Bir görüşe göre de beş vakit namazın tümü orta namazdır. Bunu da Muaz b. Cebel söylemiştir. Çünkü Yüce Allah'ın: "Namazlara. .. devam edin" buyruğu nafile olsun farz olsun bütün namazları kapsar. Daha sonra özellikle farz olan namazı zikretmektedir.

 

10- Orta namazın hangisi olduğu tayin edilmemiştir. Bunu da Nafi', İbn Ömer'den nakletmiş, ayrıca er-Rabi' b. Heysem de böyle demiştir. Şanı Yüce Allah, Kadir gecesini Ramazan ayı içerisinde, duanın kabul edileceği ayın cuma gecesinde ve gece saatlerinde saklamıştır ki; gece karanlıklarında kalkıp gizlilikleri bilene yalvarıp yakarsınlar diye. Orta namazı da aynı sebeple namazlar arasında saklı tutmuştur.

 

Orta namazın müphem bırakılıp tayin edilmemiş olduğu görüşünün sahih olduğuna dair delillerden birisi de Müslim'in Sahih'inde ilgili babın sonlarında el-Bera b. Azib'den yaptığı şu rivayettir. el-Bera dedi ki: Şu "namaz. lara ve özellikle ikindi namazına devam ediniz" ayeti nazil oldu. Biz bunu Yüce Allah dilediği kadar bir süre okuduk. Daha sonra Yüce Allah bunu neshetti ve bunun yerine: "Namazlara ve özellikle orta namaza devam edin" diye nazil oldu. Adamın birisi: O halde bu namaz ikindi namazıdır dedi. elBera dedi ki: Ben sana bunun nasıl nazil olduğunu ve Yüce Allah'ın bunu nasıl neshettiğini söyledim.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

O halde bu şunu gerektirir: Orta namaz önce tayin edilmiş iken daha sonra onun bu tayini neshedildi, müphem bırakıldı ve bu tayin ortadan kaldırıldı. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Müslim'in tercihi de budur. Çünkü bu hadisi ilgili babın sonuna kaydetmiştir. Müteahhir ilim adamlarından birden çok kişi de böyle demiştir. Yüce Allah'ın izniyle sahih olan da budur. Çünkü bu konuda deliller çatışmakta, tercihi gerektiren bir sebep ortada bulunmamaktadır. Geriye bütün namazlara gereken dikkati göstererek devam etmek ve bunları vakitleri içerisinde eda etmekten başka birşey kalmamaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

3- Bazı Rivayetlerdeki ''ikindi Namazı" ilavesinin Mahiyeti:

 

Orta namaza dair bu görüş ayrılığı daha önce Hz. Aişe'nin azadlısı Ebu Yunus yoluyla gelen ve sözünü ettiğimiz hadisteki: "Ve ikindi namazına" fazlalığının batıl olduğuna delildir. Ebu Yunus bu fazlalığı Hz. Aişe kendisine Kur'an okumak üzere bir mushaf yazmasını emrettiği vakit kaydetmişti.

 

ilim adamlarımız der ki: Bu fazlalık Peygamber (s.a.v.)'dan gelmiş bir tefsir gibidir. Buna Amr b. Rafi'in hadisi delalet etmektedir. O der ki: Hafsa bana kendisine bir mushaf yazmamı emretti .. Bu rivayette şu ifadeler de vardır: Bana: "namazlara ve özellikle orta namaza -ki o da ikindi namazıdır- devam edin; Allah için huşu ve itaatla durun" diye okudu ve dedi ki: Ben bunu Resulullah (s.a.v.)'dan böylece okurken dinledim.

 

Buna göre Hz. Hafsa'nın: "Ki o da ikindi namazıdır" ifadesi Resulullah (s.a.v.)'ın Yüce Allah'ın kelamında geçen "orta namazı" tefsir etmiş olduğuna delildir ki bu da onun: "Ki o da ikindi namazıdır" şeklindeki sözü ile olmuştur.

 

Yine Nafi, Hz. Hafsa'dan; Hz. Aişe'den rivayet edildiği gibi "Ve ikindi namazına" diye de rivayet etmiştir. Yine Hz. Hafsa'dan "Ve" bağlacı olmaksızın sadece "ikindi namazına .. diye de rivayet edilmiştir.

 

Ebu Bekr el-Enbar! der ki: Fazladan nakledilen bu sözdeki bu farklılık bu fazlalığın batıl olduğunun ve müslüman cemaatin ittifakla kabul ettiği mushaf olan İmam Mushaf'ta kaydedilen şeklin sıhhatinin delilidir.

 

Bu görüş aleyhine bir diğer delil daha vardır. O da şudur: "Özellikle orta namaza ve ikindi namazına" diyenler orta namazı ikindi namazından farklı bir namaz olarak tesbit etmiş olur. Bu ise Abdullah (b Mes'ud)'un rivayet ettiği Resulullah (s.a.v.)'ın şu hadis-i şerifini reddeder: Abdullah dedi ki: Ahzab günü (Hendek Savaşında) müşrikler Resulullah (s.a.v.)'ı güneş sararıncaya kadar ikindi namazını kılmaktan alıkoydular. Resulullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu: "Bunlar bizleri orta namazı kılmaktan alıkoydular. Allah karınlarını ve kabirlerini ateşle doldursun .. "

 

4- Vitir Namazı Farz mıdır?

 

Yüce Allah'ın: "Ve özellikle orta namaza" buyruğu, vitir namazının vacip (farz) olmadığına delildir. Çünkü müslümanlar farz namazlarının sayılarının yediden az, üçten çok olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir. üç ile yedi arasında tek sayı ise sadece beştir. Çift sayıların ortası ise yoktur. O bakımdan farz namaz sayısının beş olduğu sabit olur. İsra hadisinde ise: "Kılınacak namazlar beş tanedir ve bunlar elli (gibi)dir. Söz benim nezdimde değişikliğe uğramaz" diye buyurulmaktadır.

 

5- Allah'ın Huzurunda itaatle Durmak (kunut):

 

Yüce Allah'ın: "Allah için kunut edenler olarak durun" buyruğunda kastedilen, namazlarınızda haliniz bu olsun, demektir.

 

Yüce Allah'ın "Kunut edenler" buyruğunun anlamı hakkında ilim adamları farklı görüşlere sahiptir. eş-Şa'bı, itaat edenler diye açıklamıştır. Cabir b. Zeyd, Ata ve Said b. Cübeyr de böyle demiştir. ed-Dahhak da der ki:

 

Kur'an-ı Kerım'de geçen "kunut" kökünden gelen her kelime ile kastedilen itaattır. Ebu Said de bunu Peygamber (s.a.v.)'dan naklederek söylemiştir. Her din mensubu bugün isyan edenler olarak kalkarken, bu ümmete: Allah için itaat edenler olarak namaza durun, denilmiştir.

 

Mücahid der ki: "Kunut edenler," huşu ile durun demektir. Kunut: Uzun süre rüku' yapmaktır. Huşu: Gözünü sakınmak ve alçak gönüllülüktür. er-Rabi' der ki: Kunut, uzun süre kıyamda durmaktır. İbn Ömer de böyle demiş ve şu ayet-i kerimeyi okumuştur: "Yoksagece saatlerinde kıyamda durarak secde ederek itaatte bulunan (kanit) o kimse mi ... " (ez-Zumer, 9) Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Namazın en faziletlisi kunütu uzun olandır." Hadisi Müslim ve başkaları da rivayet etmiştir. Şair de der ki: "Allah'a kanit, olarak Rabbine dua eder Ve kasti olarak insanlardan uzak durmuştur."

 

Buna dair açıklamalar da önceden geçmiş bulunmaktadır. (bk. el-Bakara, 116. ayet 5. başlık)

 

İbn Abbas'tan: "Kanitler olarak"ın dua edenler olarak anlamına geldiği rivayet edilmiştir. Hadis-i şerifte de şöyle denilmektedir: Rasülullah (s.a.v.) bir ay boyunca Ri'l ve Zekvan'a beddua ederek kunut yaptı denilmektedir. Bazıları burada kunut dua etti demektir, derken; bazıları da uzunca kıyam yaptı demektir, derler.

 

es-Süddi: der ki: "Kunut edenler olarak" buyruğu susanlar olarak demektir. Buna dair delili ise ayet-i kerimenin namazda konuşmayı yasaklamak üzere nazil olduğudur. İslam'ın ilk dönemlerinde namazda konuşmak mübah idi. Sahih olan da budur. Çünkü Müslim ve başkaları Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Namazda olduğu halde Rasülullah (s.a.v.)'a selam verirdik; o da bizim selamımızı alırdı. Necaşi'nin yanından geri dönünce ona selam verdik, selamımızı almadı. Ey Allah'ın Rasulü, dedik. Önceleri namazda iken sana selam verir, sen de selamımızı alırdın. Şöyle buyurdu:

 

"Namazda (başka şeylerle uğraşmayı engelleyecek kadar) bir meşguliyet vardır."

Zeyd b. Erkam da der ki: Namazda iken konuşuyorduk. Namazda biri yanıbaşındaki arkadaşı ile konuşurdu. Ve bu Yüce Allah'ın: "Allah için huşu ve itaatla (kanitler olarak) durun" buyruğu nazil oluncaya kadar böyle sürdü. Bu buyrukla susmamız emrolundu ve konuşmamız yasaklandı. 

 

Sözlükte "kunut"un asıl anlamının birşeye devam etmek olduğu da söylenmiştir. Sözlükte "kunut"un asıl anlamı bir şeye devam etmektir. Bundan dolayı itaate devam eden bir kimseye de "kanit" demek yerinde görülmüştür. Aynı şekilde namazda kıyamı, kıraat ve duayı uzunca yapana veya uzun boylu huşu ve sükütu sürdürene de kanİt demek mümkündür. Bütün bu davranışları gösterenler "kunüt" yapan kimseler olurlar.

 

6- Namazda Kasten Konuşmanın Hükmü:

 

Ebü Ömer der ki: Namaz kılan kimse eğer namazda olduğunu biliyor ve konuşması namazını düzeltmeye dair değil ise namazda kasten konuşmanın namazı ifsad edeceği hususunda bütün müslümanlar icma etmişlerdir. Ancak el-Evzai'den şöyle dediği de rivayet edilmiştir: (Namazda iken) bir kişinin hayatını kurtarmak veya buna benzer büyük bir durum sebebiyle (kasten) konuşan kimsenin bu konuşma ile namazı bozulmaz. Ancak bu kıyas bakımından zayıf bir görüştür. Çünkü Yüce Allah: "Allah için huşu ve itaatla durun" diye buyurmaktadır. Zeyd b. Erkam ise şöyle demektedir: Bizler "Allah için huşu ve itaatla durun" buyruğu nazil oluncaya kadar namazda konuşuyor idik ... İbn Mesud da der ki: Rasülullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Muhakkak Allah emrinden namazda konuşmamayı inzal buyurmuştur" demiştir.

 

Kendisi sebebiyle namazı kesmek gereken ve yine kendisi sebebiyle namaza yeniden başlamayı engel göreceğimiz bir olay hiçbir zaman büyük bir olayolarak görülemez. O bakımdan birisinin hayatını kurtarmak yahut malını veya bu kabilden olan faziletli bir davranış sebebiyle namazını kesen bir kimse, namazına yeniden başlar ve namaza kaldığı yerden devam etmez. Yüce Allah'ın izniyle bu meselede sahih olan görüş budur.

 

7- Namazında Yanılarak Konuşan Kimsenin Hükmü:

 

Namazda yanılarak konuşmanın hükmü hakkında fukaha farklı görüşlere sahiptir. Malik, Şafii ve arkadaşları yanılarak namazda konuşmanın namazı ifsad etmeyeceği görüşündedirler. Ancak Malik şöyle der: Eğer namaza dair ve namazı daha muntazam hale getirmeye dair olursa kast! olarak konuşmak namazı bozmaz.

 

Bu Rabia ve İbnu'l-Kasım'ın da görüşüdür. Suhnün, İbnu'l-Kasım'dan, o Malik'ten şöyle dediğini rivayet etmektedir: İmam cemaate iki rek'at kıldırıp yanılarak selam verse, cemaat ona: Sübhanallah dedikleri halde bunu anlamasa, onunla birlikte namaz kılanlardan arkasından bir kimse: Sen namazı tamamlamadın, namazını tamamla, dese o da cemaate dönüp: Bu adamın söylediği doğru mudur, diye sorsa cemaat: Evet dese (İmam Malik) dedi ki: İmam cemaate namazın geri kalan kısımlarını kıldırır, cemaat arasında konuşan da konuşmayan da onunla birlikte namazlarının geri kalanını kılarlar ve üzerlerine birşey düşmez. Bu hususta Zülyedeyn'in Hz. peygamber'e hatırlatmada bulunduğu günkü gibi yaptığını yaparlar.

 

İbnu'l-Kasım'ın el-Müdevvene'de ve Malik'ten rivayeti böyledir. Malik'in mezhebinde meşlur olan görüş de budur. İsmail b. İshak da bu görüşü takliden kabul etmiş ve bu görüşün lehine delil getirip: "er-Redd ala Muhammed b. el-Hasen"adlı eserinde delil getirip (Muhammed b. el Hasan'ın) görüşünü reddetmiştir.

 

el-Haris b. Miskin de şöyle der: Zülyedeyn mes'elesinde bütün arkadaşları Malik'in görüşüne muhaliftirler. Yalnız İbnu'l-Kasım bu mes'elede Malik'in görüşünü kabul eder. Diğerleri ise bu görüşü kabul etmeyip şöyle derler: Bu durum İslam'ın ilk dönemlerinde idi. Şimdilerde ise artık insanlar namazlarını nasıl kılacaklarım bilmektedirler. Namazda konuşan bir kimse o namazı iade eder. İşte Iraklıların Ebu Hanife, arkadaşları es-Sevri'nin görüşü budur. Onların kanaatine göre namazda konuşmak her durumda namazı ifsad eder. İster yanılarak olsun ister kasten olsun ister namaz dışı olsun, ister başka bir maksatla olsun. Aynı zamanda bu İbrahim en-Nehai, Ata, el-Hasen, Hammad b. Ebi Süleyman ve Katade'nin de görüşüdür.

 

Ebu Hanife'nin arkadaşları Zülyedeyn kıssasına dair Ebu Hureyre yoluyla gelen bu hadis-i şerifin İbn Mes'ud ile Zeyd b. Erkam hadisiyle neshedilmiş olduğunu iddia eder ve şöyle derler: Her ne kadar Ebu Hureyre'nin İslam'a girişi son dönemlere rastlıyor ise o: "Cünüb olduğu halde tan yeri üzerine doğan bir kimsenin orucu yoktur" hadisini mürsel olarak rivayet ettiği gibi; Zülyedeyn hadisini de mürsel olarak rivayet etmiştir. Esasen Ebu Hureyre (sahabilerden) çokça mürsel hadis rivayet ederdi.

 

Ali b. Ziyad şunu zikreder ve der ki: Bize Ebu Kurre anlattı, Malik'i şöyle derken dinledim: Namazda konuştuğu takdirde kişinin namazı tekrar iade etmesi ve kaldığı yerden devam etmemesi müstehaptır. (Ebu Kurra) der ki: Malik bize şöyle dedi: O gün Rasülullah (s.a.v.) da konuştu, onunla birlikte ashabı da konuştu. Çünkü onlar namazın kısalmış olduğunu sanmışlardı. Bugün ise böyle birşey, kimse için caiz değildir.

 

Suhnun ise İbnu'l-Kasım'dan tek başına namaz kılıp kendisince dört rek'atlık namazı bitirdiğini zanneden kişi hakkında şunu rivayet eder: Böyle bir kimseye yanında duran bir adam: Sen yalnızca üç rekat kıldın dese, o da bir başka adama dönüp: Bunun söylediği gerçek midir, diye sorsa: Evet dese (İbnu'l Kasım) dedi ki: Onun namazı bozulur, o kimseyle konuşmaması, ona herhangi bir şekilde dönmemesi gerekirdi.

 

Ebu Ömer der ki: Onlar (Malik'in arkadaşları) bu mes'elede cemaate namaz kıldıran imam ile tek başına namaz kılan arasında fark gözetirler ve namaza dair söz söylemeyi imama ve beraberindekilere caiz gördükleri kadar tek başına namaz kılana caiz görmezlerdi. Bunların dışındakiler ise bu mes'ele ile ilgili olarak; tek başına namaz kılan ile imamla ve cemaatle birlikte namaz kılana dair İbnu'l-Kasım'ın verdiği cevabı, Zülyedeyn hadisini delil olarak kullanırken; farklı sözler söylemesine yorumluyor ve ona bağlıyorIardı. Nitekim İmam Malik'in de bu konuda farklı görüşleri nakledilmiştir.

 

İmam Şafii ve arkadaşları da der ki: Henüz namazını tamamlamadığını ve namazda olduğunu bilerek kasten konuşan bir kimse namazını bozmuş olur. Yanılarak konuşsa ya da -kendince namazı tamamlamış olduğunu kabul ettiğinden- namazda değildir zannıyla konuşsa, namaza kaldığı yerden devam eder.

 

Bu mes'eleye dair Ahmed'den farklı görüşler gelmiştir. el-Esrem'in ondan naklettiğine göre şöyle demiştir: Kişinin namazını ıslah etmek kastıyla söylediği sözler dolayısıyla namazı fasid olmaz. Başka bir maksatla konuşursa namazı fasid olur. Bu aynı zamanda İmam Malik'in meşhur olan görüşüdür. el-Hiraki"nin ondan naklettiğine göre; Ahmed'in görüşü, kasten ya da yanılarak konuşan kimse hakkında namazının batıl olacağı şeklindedir. Bundan özel olarak imam olan kişi müstesnadır. Eğer böyle bir kimse namazının maslahatı için konuşacak olursa namazı batıl olmaz.

 

Maliki mezhebine mensub Suhnun ise şunu istisna etmiştir: Dört rek'atli namazlarda ikinci rek'atte selam veren ve bu esnada konuşan bir kimsenin namazı batıl olmaz. Şayet başka bir yerde konuşacak olursa namazı batıl olur.

 

Sahih olan görüş ise Malik'in kabul ettiği ve ondan meşhur olarak nakledilen görüştür. Hadis-i şerife yapışmak ve bu hadis-i şerifi genel asli şekline yorumlamak bunu gerektirir. Bu şekilde hareket etmek, hükümleri ve şeriatın genel ilkelerini aşmaktan hayırlıdır. Ayrıca bu hadisin özel olduğuna dair vehmi de bertaraf etmektedir. Çünkü bunun özel olduğuna dair bir delil yoktur. Hem namazda, hem sehv halinde konuşulmuştur. Ve Resulullah (s.a.v.) onlara: "(Yanılma esnasında) tesbih erkekler için, el çırpmak kadınlar için sözkonusudur" diye buyurduğuna göre; Hz. Peygamber'le birlikte namaz kılanlar niye tesbih getirmediler- şeklinde sorulsa şu cevap verilir: O zamanda onlara bunu emretmemiş olması muhtemeldir. Eğer durum senin dediğin gibiyse ve buna rağmen tesbih getirmemiş iseler bunun sebebi namazın kısalmış olduğunu sanmalarıdır. Nitekim bu husus hadis-i şerifte zikredilmiştir. Hadiste ravi şöyle demektedir: İnsanlar arasında aceleci olanlar (namazdan) çıkıp dediler ki: Namaz kısaldı mı? İşte o bakımdan konuşmak kaçınılmaz olmuştu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Farklı kanaat taşıyan bazıları şöyle demiştir: Ebu Hureyre'nin: "Rasülullah (s.a.v.) bize namaz kıldırdı" sözleriyle; henüz kendisi onlardan değilken müslümanlara namaz kıldırdı demek istemiş olabilir. Nitekim en-Nezzal b. Sebra'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasülullah (s.a.v.) bize dedi ki: "Bizler de sizler de önceden Abdimenafoğulları diye çağrılırdık. Bügün ise sizler de Abdullahoğullarısınız bizler de Abdullahoğullarıyız."

 

Bununla onun bu sözleri (Ebü Hureyre'nin) kendi kavmine söylemiş olduğunu kabul etmek uzak bir ihtimaldir. Çünkü Ebu Hureyre henüz o sırada kafir iken namaz kılmaya ehil değil iken: "Rasülullah bize namaz kıldırdı" demesi mümkün değildir. Çünkü bu bir yalan olur.

 

en-Nezzal'in hadisine gelince o sözü geçen kimselerden birisiydi ve Resululah (s.a.v.)'tan işittiklerini işitmişti. Hanefilerin ileri sürdükleri hadislerin mensuh olduğuna ve Ebu Hureyre'nin bunu bir başka sahabiden mürsel olarak rivayet ettiğine gelince buna bizim (Maliki mezhebinin) alimlerimiz de başkaları da cevap vermiş ve bu gerekçeyi çürütmüşlerdir. Özelikle hafız Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr 'et-Temhid" adlı eserinde bu cevabı vermiş ve Ebu Hureyre'nin Hayber'in fethedildiği yıl İslam'a girdiğini ve o yıl Medine'ye geldiğini, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte dört yıl gibi bir süre arkadaşlık ettiğini, Zülyedeyn kıssasında hazır bulunduğunu ve ona tanık olduğunu Hanefilerin ileri sürdükleri gibi bu olayın Bedir'den önce olmayıp Zülyedeyn'in de Bedir'de öldürülmediğini açıklamaktadır. İbn Abdi'l-Berr der ki: Ebu Hureyre'nin Zülyedeynin başından geçen olay günü hazır olduğu sika hafızların rivayetinden bellenilmiş ve öğrenilmiştir. Bu hususta kusurlu davrananların eksikliği, hiçbir zaman bunu bilip belleyen ve bu şekilde zikredenler aleyhine bir delil olamaz.

 

8- Kunut:

 

Kunut, kıyam demektir. Ebu Bekr İbnu'l-Enbari'nin zikrettiğine göre kıyam, kunut'un kısımlarından biridir. ümmet ister tek başına kılsın, ister imam olarak kıldırsın sıhhatli ve gücü yeten herkese namazda kıyamın farz ve vacip olduğu üzerinde icma etmiştir. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur:

 

"Gerçek şu ki imam kendisine uyulsun diye imam olmuştur. O ayakta namaz kıldı mı siz de ayakta kılınız.. .. " Bu hadisi hadis imamları rivayet etmiştir. Ve bu, Yüce Allah'ın: "Allah için huşu ve itaatla namaza durun" buyruğunu beyan etmektedir.

 

Sıhhatli olup imama uyan kimsenin, ayakta duramayan hasta imamın arkasında oturarak namaz kılıp kılamayacağı hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İlim ehlinden bir kesim hatta onların cumhuru, bunu caiz kabul etmişlerdir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) imam hakkında şöyle buyurmuştur: "İmam oturarak namaz kıldığı takdirde siz de hep birlikte oturarak namaz kılınız." Yüce Allah'ın izniyle biraz sonra açıklayacağımız üzere bu mesele hakkında sahih olan görüş budur.

 

İlim adamlarından bir grup ise hasta imam arkasında ayakta namaz kılmayı caiz kabul etmişlerdir. Çünkü onların her birisi Rasülullah (s.a.v.)'a uyarak takati oranında üzerindeki farzı eda etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber vefatı ile sonuçlanan hastalığında oturarak namaz kılmıştır. Hz. Ebu Bekir de onun yanında ayakta namaza durmuş. Hz. Peygamber'in namazına uyuyordu. Sair insanlar da onun arkasında ayakta idiler. Hz. Peygamber ise Hz. Ebu Bekir olsun diğer cemaate olsun oturmaları için işarette bulunmadı. Kendisi oturmuş cemaat de ayakta olduğu halde namazını tamamlamıştı. Bilindiği gibi bu durum atından düşmesinden sonra olmuştu. Böylelikle bu tutumunun konu ile ilgili son uygulaması olduğunu ve birincisini neshedici olduğunu öğrenmiş oluyoruz.

 

Ebu Ömer der ki: Bu görüşü kabul eden ve bunu delil olarak ileri sürenler arasında Şafii ve DaVüd b. Ali de vardır. Aynı zamanda bu el-Velid b. Müslim'in Malik'ten yaptığı rivayettir. (Malik) dedi ki: Onun yanında insanlara imamın namazını bildirecek bir kimsenin durmasını daha çok severim. Ancak bu rivayetin Malik'ten gelmesi gariptir. Medine halkından olsun başkalarından olsun bir topluluk da bu görüştedir. Yüce Allah'ın izniyle sahih olan da budur. Çünkü Rasülullah (s.a.v.)'ın kıldığı en son namaz budur. Malik'ten meşhur olan görüş ise şöyledir: Ayakta duran kimselere oturan herhangi bir kimse imamlık edemez. Şayet oturarak onlara imamlık yaparsa onun da namazı batıl olur, cemaatinin de namazı batıl olur. Çünkü Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Benden sonra hiçbir kimse oturarak imamlık yapmasın."

 

(İmam Malik) dedi ki; Şayet imam, hasta ise imamın namazı tamamdır, fakat arkasında namaz kılanların namazı fasid olur. (Yine) der ki: Hasta olmadan oturarak namaz kılan bir kimse namazını iade eder. İşte Ebu Mus'ab'ın Muhtasar'ında Malik'ten rivayeti böyledir. Buna göre oturarak namaz kılan kimsenin vakit içerisinde olsun daha sonra olsun namazını iade etmesi gerekir. Bu hususta Malik'ten şu da rivayet edilmiştir: Cemaat, yalnızca namazın vakti içerisinde namazlarını iade ederler.

 

Bu hususta Muhammed b. el-Hasen'in görüşü Malik'ten meşhur olan görüş gibidir. Konu ile ilgili görüş ve kanaatine Ebu Mus'ab'ın zikrettiği hadisi delil gösterir. Bu hadisi Darakutni Cabir'den o eş-Şabi'den rivayet etmektedir. Dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Benden sonra hiçbir kimse oturarak namaz kıldırmasın." Darakutni dedi ki: Bu hadisi eş-Şabi'den Cabir el-Cufı'den başkası rivayet etmemiştir. O ise hadisi metruk birisidir. Ayrıca hadis mürseldir ve delil olmaya elverişli değildir. (Darakutni, I, 398)

 

Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) der ki: Cabir el-Cufi'nin müsned olarak dahi rivayet ettiği hiçbir şeyi delil olamaz. Ya mürsel olarak rivayet ettiği nasıl delil olsun?

 

Muhammed b. el-Hasen der ki: Hasta olan imam aralarında hastaların da sağlıklıların da bulunduğu bir cemaate kendisi de cemaat de oturarak namaz kıldırsa, imamın da namazı ve arkasında bulunup da ayakta duramayanların da namazı sahih ve caizdir. Şu kadar var ki arkasında namaz kılanlardan ayakta durmaları gerekenlerin namazı batıldır.

 

Ebu Hanife ve Ebu Yusuf der ki: İmamın da namazı cemaatin de namazı caizdir. Hepsi (Ebu Hanife ve iki arkadaşı) derler ki: İmam rüku ve sücud yapabilen bir cemaate ima ile namaz kıldıracak olsa -hepsinin görüşüne göre- cemaatin namazı olmaz, ancak imamın namazı olur. Züfer ise şöyle dermiş: Hepsinin namazı da geçerlidir. Çünkü herkes (cemaat) kendisi için farz olan şekilde kılmıştır. Onlara imam olan kimse de kendisi için farz olan şekilde kılmıştır. Tıpkı Şafii'nin dediği gibi.

 

Derim ki: Ebu Ömer'in ve ister ondan önce, ister ondan sonra gelmiş olsun diğer ilim adamlarının sözünü ettiği şekilde sözkonusu edilen namazın Resulullah (s.a.v.)'ın son kıldığı namaz olduğuna dair açıklamalarını ele alalım. Ben onların dışında kalan ilim adamlarının buna muhalif kanaate sahip olduklarını gördüm. Bu ilim adamları konu ile ilgili hadis-i şerifin rivayet yollarını bir araya getirip toplamış, onlar hakkında açıklamalarda bulunmuş, konu ile ilgili fukahanın görüş ayrılıklarını sözkonusu etmişlerdir. Biz de burada bu ilim adamlarının zikrettiklerini özetle kaydetmek istiyoruz ki; Yüce Allah'ın izniyle size de bu konuda doğrunun ne olduğu açık seçik bir şekilde ortaya çıksın. Ve sağlıklı olup imama uyan kimsenin oturarak hasta imam arkasında namaz kılmasının caiz olduğunu söyleyenlerin sözlerinin de doğruluğu ortaya çıksın. Ebu Hatim Muhammed b. Hibban el-Büsti', el-Müsned es-Sahih adlı eserinde İbn Ömer'den Resulullah (s.a.v.)'dan şunu rivayet etmektedir:

 

Resulullah (s.a.v.) bir grup ashabı ile birlikte iken şöyle buyurdu: "Sizler benim Allah'ın size göndermiş olduğu elçisi olduğumu biliyorsunuz değil mi?" Onlar: Evet şahitlik ederiz ki muhakkak sen Allah'ın Rasülüsün, dediler. Hz. Peygamber yine şöyle sordu: "Bana itaat edenin Allah'a itaat etmiş olacağını, bana itaat etmenin Allah'a itaatin kapsamında olduğunu da biliyorsunuz değil mi?" Ashab yine: Evet, şehadet ederiz ki sana itaat eden Allah'a itaat etmiş olur, sana itaat etmek de Allah'a itaat etmenin kapsamındadır dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Bana itaat etmeniz Allah'a itaat cümlesindendir. Emirlerinize itaat etmeniz de bana itaat etmeniz cümlesindendir. Eğer onlar oturarak namaz kılarlarsa siz de oturarak namaz kılınız."

 

Bu hadisin senedinde Ukbe b. Ebu's-Sahba da vardır. Güvenilir bir ravidir. Onun güvenilir olduğunu Yahya b. Main söylemiştir.

 

Ebu Hatim der ki: Bu rivayette; imamlar oturarak namaz kıldıkları takdirde imama uyanların da oturarak namaz kılmalarının Yüce Allah'ın kullarına emretmiş olduğu kendisine itaatın kapsamında olduğunu açıkça ifade etmektedir. Ve bu benim kanaatime göre cevazı üzerinde icma bulunan icma türlerinden birisidir. Çünkü Rasülullah (s.a.v.)'ın ashabından dört kişi buna dair fetva vermişlerdir. Bunlar Cabir b. Abdullah, Ebu Hureyre, Useyd b. Hudayr ve Kays b. Kahd'dır. Vahyin inişine, Kur'an'ın indirilişine tanık olan ve tahrif yapmaktan, değiştirmekten korunmuş bulunan ashab-ı kiramdan herhangi bir kimseden bu konuda bu dört sahabiye muhalif bir rivayet -ister muttasıl, ister munkati' bir isnadla olsun- gelmiş değildir. Adeta ashab-ı kiram imam oturarak namaz kıldığı takdirde ona uyanların da oturarak namaz kılmaları hususu üzerinde icma etmiş gibidirler. Nitekim Cabir b. Zeyd, el-Evzai, Malik b. Enes, Ahmed b. Hanbel, İshak b. İbrahim, Ebu Eyyub Süleyman b. Davüd elHaşimi, Ebu Hayseme, İbn Ebi Şeybe, Muhammed b. İsmail ve onlara tabi olan Muhammed b. Nasr, Muhammed b. İshak b. Huzeyme gibi hadis ashabından olan kimseler hep bu görüşü benimsemişlerdir. Bu sünneti de Muhammed Mustafa (s.a.v.)'dan Enes b. Malik, Aişe, Ebu Hureyre, Cabir b. Abdullah, Abdullah b. Ömer b. el-Hattab ve Ebu Umame el-Bahill rivayet etmiştir.

 

Bu ümmet arasında imam oturarak namaz kıldığı taktirde cemaatin de oturarak namaz kılışını iptal eden ilk kişi en-Nehai'nin arkadaşı el-Muğire b. Miksem'dir. Bu kanaati ondan Hammad b. Ebi Süleyman almış, Hammad'dan da Ebu Hanefe almıştır. Bu hususta da ondan sonra gelen arkadaşlarından bazı kimseler de ona tabi olmuşlardır. Görüşlerine dair elle tutulabilecek bir tarafı olan ileri sürdükleri en üstün delili, Cabir el-Cu'fi, eş-Şabi'den rivayet etmiştir. eş-Şabi dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Benden sonra hiçbir kimse oturarak namaz kıldırmasın." Bu hadisin isnadı sahih olsa dahi yine mürseldir. Bize göre mürsel gelen haber ile hiç de rivayet senedi olmaksızın gelen haber hüküm itibariyle birbirine eşittir. Diğer taraftan Ebu Hanife şöyle der: Ben karşılaştığım kimseler arasında Ata'dan daha faziletlisini görmedim. Yine karşılaştığım kimseler arasında Cabir el-Cu'fi'den daha yalancı birisini görmedim. Ben ona hangi görüşü götürecek olsam mutlaka ona dair bir hadisi bana aktarıverirdi. Bu adam kendisi Resulullah (s.a.v.)'dan nakledilen ve henüz kimseye nakletmediği şu kadar bin hadis bildiğini iddia etmiştir. İşte Ebu Hanife Cabir b. el-Cu'fi'yi cerh ediyor, onu yalanlıyor... Onun bu sözleri Ebu Hanife'nin arkadaşları arasından onun görüşünü kabul edenlerin sözlerinin zıddınadır.

 

Ebu Hatim der ki: Peygamber (s.a.v.)'ın hastalığı esnasında kıldırdığı namaza gelince bu hususa dair haberler mücmel ve muhtasar gelmiştir. Kimi rivayetler de mufassal ve mübeyyindir. Bazı rivayetlerinde şöyle denilmektedir: Peygamber (s.a.v.) geldi, Ebu Bekir'in yanına oturdu. Ebu Bekir Peygamber (s.a.v.)'a uyuyordu. Sair cemaat de Hz. Ebu Bekir'e uyuyordu.

 

Kimisinde de şöyle denilmektedir: Hz. Ebu Bekir'in sol tarafına oturdu. İşte bu da müfesser bir rivayettir. Yine bunda şöyle denilmektedir: Peygamber (s.a.v.) cemaate oturarak namaz kıldırıyor, Hz. Ebu Bekir de ayakta. Ebu Hatim der ki: Bu haberin mücmel oluşuna gelince; Hz. Aişe bu namazı buraya kadar nakletmiştir. Kıssanın (olayın) son kısımları ise Cabir b. Abdullah tarafından nakledilmiştir: Buna göre Peygamber (s.a.v.) atından düştüğü sırada kendilerine emrettiği şekilde bu namazda da oturmalarını emretmiştir. Bize Muhammed b. el-Hasen b. Kuteybe haber vererek dedi ki: Bize Yezid b. Mevheb haber vererek dedi ki: Bana el-Leys b. Sa'd anlattı, o Ebu'z-Zübeyr'den o Cabir'den rivayetle dedi ki: Resulullah (s.a.v.) hastalandı, biz de onun arkasında o oturmuş olduğu halde namaz kıldık. Ebu Bekir ise insanlara Hz. Peygamber'in tekbirini işittiriyor idi. (Cabir) dedi ki: Hz. Peygamber bize döndüğünde bizim ayakta olduğumuzu gördü. Bize işaret etti, biz de oturduk. Oturup ona uyarak namazımızı kıldık. Resulullah (s.a.v.) selam verince dedi ki:

 

"Siz de nerdeyse Farisilerin ve RumIarın yaptıklarını yapacaktınız. onlar da hükümdarları huzurunda hükümdarları otururken ayakta dururlar. Böyle yapmayınız. Siz imamlarınıza uyunuz. İmam ayakta namaz kılarsa siz de ayakta kılınız; oturarak namaz kılarsa siz de oturarak namaz kılınız."

 

Ebu Hatim dedi ki: Bu müfesser haberde açıkça şu belirtilmektedir: Peygamber (s.a.v.) Hz. Ebu Bekir'in sol tarafına oturup Hz. Ebu Bekir Hz. Peygamber'in namazına uyarak tekbir alıp Hz. Peygamber'in namazına uysunlar diye insanlara alınan tekbirleri yüksek sesle işittiren bir cemaat ferdi oldu. Resulullah (s.a.v.) da onların ayakta olduklarını görünce oturmalarını emretti. Kıldığı namazı bitirince yine onlara; imamları oturarak namaz kıldıracak olursa, oturmalarını emretti. İşte Cabir b. Abdullah da Hz. Peygamber'in atından düşüp sağ tarafı yaralanınca kıldırdığı namaza da tanık olmuştu. Hz. Peygamber hicretin beşinci yılının sonu Zülhicce ayında düşmüştü. Yine Hz. Cabir, bu tarihten başka bir vakte rastlayan Hz. Peygamber'in hastalığı döneminde kıldırdığı namaza da şahit olmuş ve bunların her birisine dair haberi lafzıyla bizlere ulaştırmıştır. Nitekim onun, sözü geçen bu namaz hakkında şunu zikrettiğini görüyoruz: İnsanlar kendisine uysunlar diye Ebu Bekir yüksek sesle tekbir aldı. Rasülullah (s.a.v.)'ın atından düştüğü sırada evinde kıldığı namazda ise Hz. Aişe'nin odasının küçüklüğüne rağmen cemaate tekbirini işittirmesi için yüksek sesle tekbir almasına ihtiyaç yoktu. Yüksek sesle tekbir alması Rasülullah (s.a.v.)'ın hastalığı sırasında namaz kıldığı büyük mescidde olmuştu. Bizim açıkladığımız bu şekil, sahih olduğuna göre; bu haberlerin bir kısmının diğer bir kısmını neshedici olduğunu kabul etmemiz caiz olamaz. Hastalığı esnasında kıldırdığı namaza Rasülullah (s.a.v.), iki kişi arasında (onların desteğiyle) çıkmıştı. Bu namazda kendisi imamdı. Müslümanlara oturarak namaz kıldırmış, onlara da oturmalarını emretmişti. Ömrünün sonunda kıldırdığı namaza Berire ile Sevbe arasında namaza çıkmıştı. Bu namazda kendisi cemaat idi. Hz. Ebu Bekir'in arkasında oturarak ve tek bir elbiseye bürünmüş olarak namaz kıldı. Bunu Enes b. Malik rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Rasülullah (s.a.v.)'ın ashabı ile kıldığı son namaz, sırtına attığı ve bir tarafını sağ kolunun altından getirip diğer tarafı ile göğsü üzerine bağladığı bir elbiseye bürünmüş olarak Hz. Ebu Bekir'in arkasında oturarak kıldığı namazdı. Hz. Peygamber (buna göre) mescidde cemaatle tek bir vakit değil, iki vakit namaz kılmış olmaktadır.

 

Ubeydullah b. Abdullah'ın Hz. Aişe'den naklettiği rivayete göre de Peygamber (s.a.v.) iki kişi arasında tutunarak namaz kılmıştır. Bunlardan birisinin Hz. Abbas, öbürünün Hz. Ali olduğunu kastediyor. Mesruk'un Hz. Aişe'den naklettiği rivayette de şöyle denilmektedir: Sonra Peygamber (s.a.v.) kendisinde bir hafiflik buldu. (Hastalığının azaldığı kanaatine vardı) Berire ve Sevbe arasında dışarı çıktı. Ben çakıllar arasında ayakkabılarının yol çizdiğini; ayaklarının iç taraflarını görür gibiyim ... İşte bu da Hz. Peygamber'in (bu şekilde) tek bir vakit değil, iki vakit namaz kıldığını bize göstermektedir.

 

Ebu Hatim (devamla) der ki: İbn İshak İbn Huzeyme dedi ki: Bize Muhammed b. Beşşar anlattı. Bize Bedel b. el-Muhabber anlattı, dedi ki: Bize Şu'be, Musa b. Ebu Aişe'den anlattı. O, Ubeydullah b. Abdullah'tan, o Aişe'den naklettiğine göre Hz. Ebu Bekir, Rasülullah (s.a.v.) safta arkasında duruyor iken insanlara namaz kıldırdı.

 

Ebu Hatim der ki: Şu'be b. el-Haccac bu haberin metninde Musa b. Ebu Aişe'den rivayetinde Zaide b. Kudame'ye muhalefet ederek Şu'be Peygamber (s.a.v.)'ın kendisi otururken, cemaat de ayakta iken Hz. Peygamber'i cemaatten birisi olarak zikrederken; Zaide ise Peygamber (s.a.v.) oturup cemaat ayakta iken Peygamber (s.a.v.)'ın imam olduğunu belirtmiştir. Bu ravilerin ikisi de itkan sahibi (rivayetleri sağlam belleyenler) ve hafız kimselerdir. Durum böyle olduğuna göre; aynı fiil ile ilgili ve zahiren birbirine zıt iki rivayetten birisini daha önce olmuş ve mutlak bir emri neshedici kabul etmek nasıl caiz olabilir? Bu şekildeki iki haberden birisini daha önce geçen Peygamber (s.a.v.)'ın emrini neshedici kabul edip de; ortada kendisinin sahih olduğuna dair herhangi bir delili bulunmaksızın ötekini terkeden bir kimse, aynı şekilde karşı görüşü savunan kimsenin de bu iki haberden kendisinin terkettiğini almasına, aldığını da terketmesine hak vermiş olur.

 

Sünnetteki uygulamalar arasından bu türün bir benzeri de İbn Abbas'ın Peygamber (s.a.v.)'ı Hz. Meymune'yi ihramlı iken nikahladığına dair haberi ile Ebu Rafi'in, Peygamber (s.a.v.)'ın her ikisi de ihramsız oldukları halde Hz. Meymune'yi nikahladığına dair haberidir.

 

Burada zahiren aynı fiil hakkında iki haber çelişmiş olmaktadır. Bize göre ise bu ikisi arasında herhangi bir çelişki yoktur. Hadis ashabından bir topluluk Hz. Meymune'nin nikahlanmasına dair rivayet edilen iki haberi mütearız haberler (çelişen haberler) olarak kabul etmişler ve Osman b. Affan (r.a)'ın Peygamber (s.a.v.)'dan naklettiği: "İhramlı bir kimse ne nikahlar ne nikahlanır" hadisini benimseyip bunu delil almışlardır. Çünkü bu, Hz. Meymune'nin nikahlanması ile ilgili gelen iki rivayetten birisine uygundur. İbn Abbas'ın ise ihramlı olduğu halde Peygamber (s.a.v.)'ın onu nikahladığına dair haberini delil almamışlardır. Böyle bir uygulamaya giden bir kimsenin şöyle demesi de gerekir: Hz. Peygamber'in -önceden açıkladığımıza uygun olarak- hastalığı esnasında namazına dair gelen iki haber birbirleriyle tezat halindedir. O halde imamları oturarak namaz kıldıkları takdirde imama uyanların da oturarak namaz kılmalarını emreden haberi alıp kabul etmesi gerekir. Çünkü bu, Peygamber (s.a.v.)'in hastalığı halinde kıldığı namaza dair gelen iki rivayetten birisine uygun düşmektedir. Bunu kabul ederken bunlardan ayrı olan haberi de bırakması gerekir. Hz. Meymune'nin nikahlanması olayında yaptığı gibi. (Devamla) Ebu Hatim der ki: Kufelilerin mezhebini benimseyen kimi Iraklılara Hz. Peygamber'in: "İmam oturarak namaz kıldığı takdirde siz de oturarak namaz kılınız" buyruğu ile şunu anlatmak istediğini söylemişlerdir: Yani oturarak teşehhüd getirdiğinde siz de hep birlikte oturarak teşehhüd getiriniz. Böylelikle bu haberi bu hususta varid olduğu genel kapsamı dışına çıkararak; böyle bir te'vil için bu hususta sabit olmuş bir delil olmaksızın, tahrif etmiş olmaktadırlar.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Bakara 239

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR