BAKARA 237 |
وَإِن
طَلَّقْتُمُوهُنَّ
مِن قَبْلِ
أَن تَمَسُّوهُنَّ
وَقَدْ
فَرَضْتُمْ
لَهُنَّ
فَرِيضَةً
فَنِصْفُ
مَا
فَرَضْتُمْ
إَلاَّ أَن
يَعْفُونَ
أَوْ
يَعْفُوَ الَّذِي
بِيَدِهِ
عُقْدَةُ
النِّكَاحِ
وَأَن
تَعْفُواْ
أَقْرَبُ
لِلتَّقْوَى
وَلاَ
تَنسَوُاْ
الْفَضْلَ
بَيْنَكُمْ
إِنَّ
اللّهَ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَصِيرٌ |
237. Kendilerine mehir
tayin etmiş iken hanımları onlara dokunmadan önce boşarsanız tayin ettiğinizin
yarısını verin. Meğer ki kendileri veya nikah akdi elinde bulunan kimse
bağışlamış olsun. Sizin bağışlamanız ise takvaya daha yakındır. Aranızda
fazileti unutmayınız. Allah işlediklerinizi muhakkak çok iyi görendir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:
1- Bu Ayet ile Mut'a Hükmünden Söz Eden
Diğer Ayetler:
2- Mehrin Yarısı:
3- Kadına Mehir Tayin Edip de Onunla
Gerdeğe Girmeden Boşamak:
4- Evlendiği Hanım ile Gerdeğe
Girdikten Sonra Ölen Kimse:
5- Kalanların Bağışlanması:
6- Nikah Akdi Elinde Bulunan Kimdir?
7- Bağışlamak ve Fazileti Unutmamak:
8- Allah Yaptıklarınızı Görendir:
1- Bu Ayet ile Mut'a
Hükmünden Söz Eden Diğer Ayetler:
ilim adamları bu ayet
hakkında farklı görüşlere sahiptirler? Aralarında Malik ve başkalarının da
bulunduğu bir kesim der ki: Bu ayet-i kerime, mehri tesbit edildikten sonra
boşanan kadını mut'alandırma hükmü dışına çıkarmaktadır. Çünkü "onları
metalandırın" buyruğu bu durumdaki kadını da kapsamaktadır.
ibnu'l-Müseyyeb de der
ki: Ahzab Suresi'ndeki (49) ayeti bu ayet-i kerimeyi neshetmiştir. Çünkü
oradaki ayet-i kerime kendisi ile gerdeğe girilmemiş bütün kadınlara mut'a
verilmesi hükmünü ihtiva etmektedir.
Katade ise der ki: Bu
ayet-i kerime kendisinden önceki ayet -i kerimeyi neshetmektedir.
Derim ki: Said ve
Katade'nin görüşleri su götürür. Çünkü neshin şartları bulunmamakta ve bu
ayetleri birlikte anlamak mümkündür. ibnu'l-Kasım elMüdevvene'de der ki: Yüce
Allah'ın: ''Boşanan kadınlar lehine maruf bir şekilde metalandırma hakkı
vardır." (el-Bakara, 241) buyruğu gereğince, boşanan her bir kadının mut'a
hakkı sözkonusu olur. Ahzab Suresi'nde yer alan (49.) ayet ile de kendisiyle
gerdeğe girilmemiş kadına da mut'a tesbit edilmiştir. Yüce Allah, bu ayet-i
kerime ile de kendisiyle gerdeğe girilmeden önce ve mehir tesbit edilmiş
bulunan kadını istisna etmekte ve mehri tesbit edilmiş bulunan kadın için
yalnızca mehrinin yarısının verileceğini beyan etmektedir.
Aralarında Ebu Sevr'in
de bulunduğu bir grup ilim adamı ise şöyle demektedir: Mut'a genel olarak bütün
boşanan kadınlar içindir. Bu ayet-i kerime ise sadece mehri tesbit edilmiş
bulunan kadının kendisi için tesbit edilen mehrin yarısını alacağını beyan etmektedir.
Bu ayet-i kerime ile mut'asının düşürüldüğü kastı yoktur. Aksine böyle bir
kadın için hem mut'a hem de tesbit edilen mehrin yarısı verilir.
2- Mehrin Yarısı:
Yüce Allah'ın:
"Tayin ettiğinizin yarısını verin" buyruğu, vermeniz vacip olan tayin
ettiğiniz mehrin yarısıdır, demektir. Bunun da anlamı şudur:
Mehrin yarısı kocaya ait
kalacaktır, yarısı da kadının olacaktır. Bunda icma vardır. "Yarı:
Nısf": Bir bütünün iki eşit parçasından birisidir. Kendisinden başka şeyin
yarısına ulaşan her bir şey hakkında: "Nesafa" fiili kullanılır.
Cumhur (...) şeklinde
merfu olarak okumuştur. Bir kesim ise "fa" harfini mansub olarak
(...) şeklinde okumuştur. Anlamı ise; mehrin yarısını ödeyiniz, demek olur.
Ali b. Ebi Talib ve Zeyd
b. Sabit ise bu kelimenin Kur'an-ı Kerim'de geçtiği her yerde "nun"
harfini ötreli olarak (...) şeklinde okumuşlardır. Bu da bir şivedir. el-Esmai
de Ebu Amr b. el-A'la'dan kıraat yoluyla;
(...) şeklinde
okunacağını rivayet etmiştir ve bu "yarım" anlamına gelen kelimenin
üç türlü okunacağını göstermektedir. Hadis-i şerifte ise şöyle denilmektedir:
"Sizden herhangi bir kimse Uhud dağı kadar altın infak edecek olsa
onlardan birisinin verdiği bir mudde ve onun yarısına (...) dahi
ulaşamaz." (Burada yarım anlamına kullanılan:) Nasif kelimesi aynı zamanda
örtü ve peçe anlamına da gelir.
3- Kadına Mehir Tayin
Edip de Onunla Gerdeğe Girmeden Boşamak:
Kadına mehir verdikten
daha sonra ve gerdeğe girmeden önce boşasa, verdiği mehir de elinde nemalansa
(hüküm ne olur?) Bu hususta Malik der ki:
Kadına mehir olarak
verdiği ticaret malı veya köle olsun her ikisinin nemaları ikisine ait olur.
Bunun eksilmesi de ikisinden gider. Telef olursa ikisinden telef olur. Kadının
ondan birşey ödemesi gerekmez. Şayet ona altın veya gümüş gibi aynı bir şeyi
mehir olarak verirse o da bununla bir köle yahut bir ev satın alsa ya da o ayn
ile ondan ya da başkasından koku yahut da ev eşyası veya daha başka çeyizi için
tasarruf ta bulunma hakkı olan başka birşey veya kocası ile birlikte kalacağı
sırada işlerini kolaylaştıracak birşeyler satın alırsa; bütün bunlar bizzat
kocasının ona bunları mehir vermiş olması ayarında olur. Bunların nemaları
ikisine; eksilmeleri de ikisinden olur. Şayet kendisiyle zifafa girmeden önce
boşayacak olursa kadının yarısından başka alacak bir hakkı yoktur. Ondan
kabzettiğinin yarısını kocasına ödeme yükümlülüğü de yoktur. Şayet o mehir ile
veya ondan kendisine has birşey satın alacak olursa, o takdirde ondan kabzetmiş
olduğu mehrinin yarısını ödemesi gerekir. Aynı şekilde kocasından başkasından
bir köle veya bir evi kendisine mehir olarak vermiş olduğu bin (dirhem) ile
satın aldıktan sonra, kocası kendisiyle gerdeğe girmeden önce boşayacak olsa,
koca o binin yarısını rücu edip boşadığı kadından alır.
4- Evlendiği Hanım ile
Gerdeğe Girdikten Sonra Ölen Kimse:
Hanımı için mehir tesbit
etmiş olup onunla gerdeğe girdikten sonra ölen kişinin, hanımına tesbit edilen
bu mehrin eksiksiz olarak ve hakettiği mirasın da verileceği, kadının iddet
beklemekle yükümlü olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur.
Ancak karısı ile
halvette bulunup da ondan ayrılıncaya kadar karısıyla cima etmeyenin durumu
hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Kufeliler ve Malik der ki:
Mehrin tamamını ödemesi gerekir, kadının da iddet bekleme yükümlülüğü vardır.
Çünkü İbn Mesud'dan
şöyle dediğine dair haber gelmiştir: Kapıyı kapatan yahut perdeyi indiren
kimsenin hanımı hakkında Raşid Halifeler, miras alacağına ve iddet beklemekle
yükümlü olduğuna hüküm vermişlerdir. Bu hadisi Darakutni merfu olarak da
rivayet etmiştir. İleride Nisa Suresi'nde (21. ayetin tefsirinde) gelecektir.
Şafii ise Kur'an-ı
Kerım'in zahir hükmü dolayısıyla duhul olmadığı takdirde tam bir mehrin
verilmesini ve kadının iddet beklemesini vacip kabul etmez. Şureyh der ki: Ben
Yüce Allah'ın Kitabında bir kapı veya bir perde zikrettiğini işitmedim. Eğer
erkek kadını ile temas kurmadığını iddia edecek olursa o takdirde kadına mehrin
yarısı verilir. Bu İbn Abbas'ın da görüşüdür. Yüce Allah'ın izniyle Nisa
Suresi'nde yer alan: ''Birbirinize karıştınız" (Nisa, 21) buyruğunu
açıklarken bu hususta ilim adamlarımızın görüşlerine dair açıklamalar
yapılacaktır.
5- Kalanların
Bağışlanması:
Yüce Allah'ın:
"Meğer ki kendileri veya nikah akdi elinde bulunan kimse bağışlamış
olsun" buyruğunda geçen "meğer ki kendileri ... bağışlamış
olsun" buyruğu munkati' bir istisnadır. Çünkü onların hak ettikleri yarım
mehri affetmeleri, onu almaları kabilinden değildir. "Bağışlamaları"
ise onu terkedip almamaları demektir. Yani kocaları tarafından kendilerine
verilmesi gereken mehrin yarısını terkedip almamaları hali müstesnadır.
Bu ayet-i kerimede
bağışlayacak olanlar, kendisini evlendirme imkanına sahip olan her bir
kadındır. Şanı Yüce Allah böyle bir hakka sahip olmalarından sonra bu hakkı
düşürmelerine izin vermiştir. Çünkü bunu Yüce Allah onların katıksız bir hakkı
olarak tesbit etmiştir. O bakımdan istedikleri şekilde bu hakkı alabilir ya da
iskat edebilirler. Şu şartla ki kendilerini evle ndirmek yetkisine sahip olmalı,
baliğ, akil ve reşid olmalıdırlar.
İbn Abbas, fukaha ve
tabiinden bir grup da şöyle demektedirler: Velisi bulunmayan bakire kızın
affetmesi de caizdir. Suhnun bunu el-Müdevene'de İbnu'l-Kasım'dan başkasından
nakletmektedir. Bundan önce ise İbnu'l-Kasım'ın (velisiz bakirenin) mehrin
yarısını affetmesinin caiz olmadığını zikreder. Baba ya da bir vasinin
himayesinde bulunan kadının ise mehrin yarısını affetmesi caiz değildir. Bu
konuda tek bir görüş vardır. Bildiğim kadarıyla bunda bir görüş ayrılığı da yoktur.
6- Nikah Akdi Elinde
Bulunan Kimdir?
Yüce Allah'ın:
"Veya nikah akdi elinde bulunan kimse bağışlamış olsun" buyruğu bir
öncesine "kendileri" buyruğuna atfedilmiştir.
el-Hasen: (...) şeklinde
"vav" harfini harekesiz olarak okumuştur. O bu okuyuşuyla
"vav" üzerinde fethayı ağır görmüş gibidir.
Yüce Allah'ın:
"Veya nikah akdi elinde bulunan kimse bağışlamış olsun" buyruğu ile
neyin kastedildiği hususunda ilim adamları farklı görüşlere sahiptirler.
Darakutni, Cübeyr b. Mut'im'den rivayet ettiğine göre Cübeyr, Nasroğullarından
bir kadın ile evlenmiş, onunla zifafa girmeden önce o kadını boşamış ve
eksiksiz olarak mehrini ona gönderip şöyle demiş: Ben bağışlamaya ondan daha
layıktır. Yüce Allah: "Meğer ki kendileri ve nikah akdi elinde bulunan kimse
bağışlamış olsun" diye buyurmaktadır ve ben bağışlamaya ondan daha
layıkım.
Böylelikle o Yüce
Allah'ın: "Meğer ki kendileri ve nikah akdi elinde bulunan kimse
bağışlamış olsun" buyruğu ile talaktan önce de sonra da her durumda
kendisinin kastedildiği şeklinde te'vil etmiştir. Yani nikah akdini elinde
bulunduranın kendisi olduğu kanaatinde idi. "Nikah" kelimesinin
başına elif lam geldiği için "o" anlamına gelen "he" harfi
hazfedilmiştir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Şüphesiz cennet
varılacak yerin ta ken disidir. "(en-Naziat, 41) Yani onun için varılacak
yerin ta kendisidir, demektir. en-Nabiğa da şöyle demektedir: "Onların
öyle bir takım huyları vardır ki; Allah başkalarına vermemiştir onları;
Cömertlik ve başlarından gitmeyen akıllara sahiptirler."
Onların akılları
başlarından gitmez, demektir.
Aynı şekilde Yüce
Allah'ın: "Nikah akdi" buyruğu da böyledir. Yani nikahının akdi
demektir. Darakutni, merfu olarak Kuteybe b. Said yoluyla şöyle rivayet
etmektedir. Bize İbn Lehia, Amr b. Şuayb'dan o babasından, o dedesinden
rivayetle dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Nikah akdinin
velisi kocadır." (Darakutni, III, 279)
Ayrıca bu hadisi Ali,
İbn Abbas, Said b. el-Müseyyeb ve Şureyh yoluyla müsned olarak da rivayet
etmiştir. Dedi ki: Nafi b. Cübeyr, Muhammed b. Ka'b, Tavus, Mücahid, eş-Şabi ve
Said b. Cübeyr de böyle demişlerdir. Başkası ise Mücahid ve es-Sevri'yi de
ilave eder. Ebu Hanife de bunu tercih etmiştir. Şafii'nin sözlerinden sahih
olan da budur. Bunların hepsi velinin, kadının mehrinden herhangi bir şeyde
tasarruf ta bulunabileceği görüşünde değildir. Çünkü veli boşamadan önce kocayı
mehir ödeme yükümlülüğünden ibra edecek olursa, bunun caiz olmayacağı üzerinde
icma vardır. O halde boşamadan sonra da durum böyledir. Yine velinin kadının
malından birşey hibe etmek hakkına sahip olmadığı ve mehrin kadının malı olduğu
üzerinde de icma etmişlerdir. Ayrıca veliler arasından bağışlamaları caiz
olmayanların bulunduğu üzerinde de icma etmişlerdir ki bunlar amca çocukları ve
kardeş çocuklarıdır. Baba da böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Kimisi de: Burada (nikah
akdi elinde bulunduğu) belirtilen kişi velidir, der.
Darakutni (III, 280)
bunu İbn Abbas'tan senedini kaydederek nakletmekte ve şöyle demektedir: Bu
İbrahim, Alkame ve el-Hasen'in de görüşüdür. Ondan başkaları ise İkrime, Tavus,
Ata, Ebu Ziyad, Zeyd b. Eslem, Rabia, Muhammed b. Ka'b, İbn Şihab, el Esved b.
Yezid, eş-Şa'bi, Katade, Malik ve eski görüşünde Şafii'yi de ilave ederler.
Buna göre babanın boşanmış olması halinde, ister ay hali olmak yaşına gelmiş
olsun, ister gelmemiş olsun bakire kızının mehrinin yarısını bağışlaması
caizdir.
İsa b. Dinar der ki:
Mehrinden herhangi bir miktarı babasından rücu edip alamaz. Burada kastedilenin
veli olduğunun delili ise şanı Yüce Allah'ın ayet-i kerimenin baş tarafında:
"Kendilerine mehir tayin etmiş iken hanımları, onlara dokunmadan önce
boşarsanız tayin ettiğinizin yarısını verin" diye buyurmasıdır. Yüce Allah
burada kocaları sözkonusu edip bu şekilde onlara hitap etmekte sonra da onlara:
"Meğer ki kendileri.. bağışlamış olsun" buyruğunda kadınlardan;
"Veya nikah akdi elinde bulunan kimse bağışlamış olsun" buyurarak da
üçüncü bir kimseden söz edilmektedir. Bu üçüncü kimsenin daha önce sözü geçen
kocaya ait olması ancak başkasının var olmaması halinde sözkonusudur. Ancak bu
başkası vardır. Bu da maksat olarak gözetilen velidir. Bu anlamda Mekki bir
açıklamada bulunmuş, İbnu'l-Arabi de bunu zikretmiştir.
Aynı şekilde Şanı Yüce
Allah: "Meğer ki kendileri .. bağışlamış olsun" diye buyurmaktadır.
Bilindiği gibi bütün kadınlar bağışlama yetkisine sahip değildirler. Küçük ve
hacr altında bulunan kadınların bağışlamaları sözkonusu değildir. O bakımdan
Yüce Allah her iki kısmı da beyan ederek: "Meğer ki kendileri .. bağışlamış
olsun" diye buyurmaktadır. Yani buna ehil oldukları takdirde demektir.
"Veya nikah akdi elinde bulunan kimse bağışlamış olsun" diye de
buyurmaktadır ki; burada da kasıt velinin kendisidir. Çünkü bu hususta iş, onun
yetkisindedir.
Aynı şekilde İbn Vehb,
Eşheb, İbn Abdilhakem ve İbnu'l-Kasım da Malik'ten, burada sözü geçenin bakire
kız hakkında babası, cariyesi hakkında da efendisi olduğunu rivayet etmektedir.
Velinin bağışlaması ise ancak aklı başında ve doğru bir kimse olması halinde
caizdir. Sefih bir kimse olduğu taktirde onun da bağışlaması caiz olmaz.
Denilse ki: Bizler
burada kastedilenin veli olduğunu kabul etmiyoruz. Aksine o kocadır. Bu adın
(yani "nikah akdi elinde bulunan" vasfının) kocaya verilmesi daha
uygundur. Çünkü önceden de geçtiği üzere veliye göre nikah akdine daha bir
sahip olan odur.
Buna cevabımız şu olur:
Bizler kocanın, bakire kızı hakkında babaya göre akdi daha çok elinde
bulundurduğunu kabul etmiyoruz. Aksine bakire kızın babası, koca bir tarafa,
tek başına bu hakka sahiptir. Çünkü akde konu olan şey, bakire olan kızın namus
ve iffetini ilgilendirir. Koca ise bu konuda akid yapma hakkına sahip değildir.
Aksine baba buna sahiptir. Şureyh erkek kardeşin mehrin yarısını bağışlamasını
caiz görür. İkrime de böyle der: İkisi arasında nikah akdini yapan kimsenin
affetmesi caizdir. Bu kimse ister amca, ister baba, ister kardeş olsun. Ve
isterse kadın bundan hoşlanmasın.
Ebu Nehik ve eş-Şa'bi:
"Veya .. bağışlamış olsun" şeklinde "vav" harfini
"elif"e benzeterek sakin olarak okumuştur. Şairin şu sözü de buna
benzemektedir: "Amir (oğulları) beni miras yoluyla liderliğe getirmedi,
Anne vasıtasıyla olsun, baba vasıtasıyla olsun yücelmemi Allah kabul
etmedi."
7- Bağışlamak ve
Fazileti Unutmamak:
Yüce Allah'ın:
"Sizin bağışlamanız ise takvaya daha yakındır" buyruğu mübteda ve
haberdir. İbn Abbas'ın görüşüne göre hem erkeklere hem kadınlara hitaptır. Bu
şekilde bağışlamanızın takvaya daha yakın olduğu belirtilmektedir.
Cumhur
"Bağışlamanız" şeklinde "te" harfiyle okumuştur. Ebu Nehik
ve eş-Şa'bi ise (...) şeklinde "ye" harfi ile okumuştur. (O takdirde
mana: Onların bağışlamaları ... şeklinde olur). Bu ise nikah akdini elinde
bulunduran kimseye raci olur.
Derim ki: (...) şeklinde
"te" ile okunmamıştır. O takdirde bu fiil (bağışlamak), kadınlara ait
olurdu.
Cumhur: "Fazileti
unutmayınız" buyruğunu "vav" harfini ötreli olarak okumuş, Yahya
b. Ya'mer ise esreli olarak okumuştur. Ali, Mücahid, Ebu Hayve ve İbn Ebu Able
ise: "Karşılıklı olarak aranızdaki fazileti unutmayınız" şeklinde
okumuştur ki; bu da manası sağlam bir okuyuştur.
Mücahid der ki: Fazilet,
erkeğin mehrinin tamamını vermesi ya da kadının hak ettiği yarım mehri de
terketmesidir.
8- Allah
Yaptıklarınızı Görendir:
Yüce Allah'ın:
"Allah işlediğinizi muhakkak çok iyi görendir" buyruğu, iyilik yapana
vaad, iyilik yapmayana da mahrum bırakılmayı ihtiva eden bir haberdir. Yani
sizin affetmeniz de hakkınızı almanız da ona gizli kalmaz.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN