ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

236

لاَّ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِن طَلَّقْتُمُ النِّسَاء مَا لَمْ تَمَسُّوهُنُّ أَوْ تَفْرِضُواْ لَهُنَّ فَرِيضَةً وَمَتِّعُوهُنَّ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدْرُهُ مَتَاعاً بِالْمَعْرُوفِ حَقّاً عَلَى الْمُحْسِنِينَ

 

236. Kendileriyle temas etmediğiniz veya kendilerine mehir tayin etmemiş olduğunuz hanımları boşarsanız, üzerinize vebal yoktur. Onları metalandırın. Eli geniş olan da halince, fakir olan da halince örfe uygun şekilde (faydalandırsın). Bu ihsan edenler üzerine bir borçtur.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:

 

1- Kendilerine Talak Vermek Vebal Olmayan Hanımlar ve Nüzul Sebebi:

2- Boşanmış Kadınların Türleri:

3- Tefviz (Mehir Tesbit Edilmeden) Nikahı:

4- Mehir Tayininden Önce Kocanın Ölümü:

5- Temas Etmeden ve Mehir Belirlenmeden Boşanan Hanımlar:

6- Kadınlara Mut'a Vermek:

7- Kendilerine Mut'a Verilecek Olan Kadınlar Kimlerdir?

8- Mut'anın Sınırı ve Miktarı:

9- Yıllar Geçtikten Sonra Mutanın Verilmesi Gerektiğini Öğrenen:

10- Herkes Kendi Haline Göre Muta Verir:

11- ihsan Edenlerin Görevi

 

1- Kendilerine Talak Vermek Vebal Olmayan Hanımlar ve Nüzul Sebebi:

 

Yüce Allah'ın: " ... Hanımları boşarsanız üzerinize vebal yoktur" buyruğuda aynı şekilde boşanan kadınlara dair hükümlerden birisidir. Bu buyruk, -mehrini ister tayin etmiş olsun ister etmemiş olsun- kendisiyle gerdeğe girilmeden, cimada bulunulmadan kadın boşayan kimsenin günahının olmayacağını haber vermektedir.

 

Rasülullah (s.a.v.)'ın zevk almak ve şehvetini karşılamak kastıyla evlenmeyi yasaklayıp, iffetini korumak, Allah'tan sevap beklemek ve beraberliğin devamı kastıyla evlenmeyi emretmesi üzerine mü'minler zifafa girmeden önce hanımını boşayan bir kimsenin, Rasülullah'ın yasakladığı hoş olmayan bu durumu kısmen işlemiş olacağına dair bir kanaate sahip oldular. Bunun üzerine bu ayet-i kerime, nikahın asıl itibariyle güzel bir maksat ile yapılmış olması şartıyla bundaki vebali ortadan kaldırmak üzere nazil olmuştur.

 

Kimisi: "üzerinize vebal yoktur" buyruğunun anlamı şudur derler: Yani mehrin tümü istenmez. Aksine böyle bir durumda kadın için mehir tayin etmiş olan kimsenin tesbit edilen mehrin yarısını ödemesi gerekir. Mehir tayin etmemiş olan kimsenin ise kadına mut'a vermesi gerekir.

 

Şöyle de denilmiştir: Mehir şeriatte te'kidli olarak sözkonusu edildiğinden dolayı miktarı -ister tayin edilmiş olsun, ister mehri misil olsun- mehrin kaçınılmaz olduğu vehmine kapılabilinir. O bakımdan boşama esnasında -nikahta mehir tesbit edilmemiş olsa dahi- boşayan kimse üzerinden günah kaldırılmaktadır.

 

Bazıları da derler ki: "üzerinize vebal yoktur" buyruğunun anlamı şudur:

 

Sizin boşamayı -kendisiyle gerdeğe girilmiş olandan farklı olarak- ay hali iken yapmanızda bir vebal yoktur. Çünkü kendisiyle gerdeğe girilmemiş olanın iddet beklemesi gerekmez.

 

2- Boşanmış Kadınların Türleri:

 

Dört türlü boşanmış kadın vardır:

 

1. Mehri tesbit edilmiş ve kendisi ile gerdeğe girilmiş olan boşanmış kadın. Yüce Allah bu kadının hükmünü bundan önceki ayet-i kerimede zikretmiştir. Mehrinden herhangi birşey geri alınmayacağı ve bunun iddetinin üç kar' olduğu belirtilmiştir.

 

2. Mehri tesbit edilmemiş ve kendisiyle gerdeğe girilmemiş olan boşanmış kadın. Bu ayet-i kerime böyle bir kadının durumu hakkında olup bu kadın için mehir sözkonusu değildir. Bunun yerine şanı Yüce Allah ona bir mut'a verilmesini emretmekte; el-Ahzab Süresi'nde (49. ayette) ise kendisiyle gerdeğe girilmemiş olan kadın boşandığı takdirde iddet beklemesinin sözkonusu olmayacağını beyan etmektedir ki ileride gelecektir.

 

3. Kendisiyle gerdeğe girilmemiş ve mehir tesbit edilmiş boşanmış kadın.

Bunu da bundan bir sonraki ayet-i kerimede: "Kendilerine mehir tayin et miş olduğunuz o hanımlarınızı onlara dokunmadan önce boşarsanız ..'' (el-Bakara, 237) buyruğunda sözkonusu etmektedir.

 

4. Kendisiyle gerdeğe girilmiş fakat mehri tesbit edilmemiş olan kadın. Bunu da Yüce Allah: "Onlardan hangisi ile faydalandı iseniz bundan dolayı onlara tayin edildiği şekilde mehirlerini veriniz'' (en-Nisa, 24) buyruğunda zikretmektedir. Yüce Allah bu ayet-i kerime ile bundan sonraki ayet-i kerimede ise kendisiyle temas edilmeden ve mehri tayin edilmeden önce boşanmış kadının ve kendisiyle temas edilmeden fakat mehir tesbit edilmiş bulunan kadınların hükmünü zikretmekte, birinci türden olan kadının mut'a hakkına, ikinci türden olan kadının ise mehrin yarısına hak kazandığını beyan etmektedir. Çünkü akdin bozulması dolayısıyla kadın birtakım zararlarla karşı karşıya kalmış, akid sebebiyle kocaya o kadın helal olmuştur. Ona temas etme karşılığında ise ödenmesi gereken mehirdir.

 

3- Tefviz (Mehir Tesbit Edilmeden) Nikahı:

 

Boşanan kadınları Yüce Allah'ın burada mehri tayin edilmiş olarak boşanan kadın ile mehri tayin edilmeyerek boşanan kadın olmak üzere iki kısma ayırmış olması; tefviz nikahının caiz oluşuna delildir.

 

Tefviz nikahı ise mehir sözkonusu edilmeksizin akdedilen her nikahtır.

Bunda görüş ayrılığı yoktur. Mehir bundan sonra tesbit edilir. Mehir tesbit edilince bu da akde katılır ve akit caiz olur.

 

Eğer mehir tesbit edilmeksizin boşanma gerçekleşmiş ise, icma ile o kadına mehir vermek icab etmez. Bunu kadı Ebu Bekir b. el-Arabi söylemiştir.

 

el-Mehdevi ise Hammad b. Ebi Süleyman'dan şunu nakletmektedir: Eğer kadın ile gerdeğe girmeksizin, onu boşar ve o kadın için mehir tayin edilmemiş ise mislinin mehrinin yarısını vermeye mecbur edilir. Şayet mehir nikah akdinden sonra ve boşamadan önce tesbit edilmiş ise; Ebu Hanife'ye göre bu durumda boşama sebebiyle mehrin yarısı sözkonusu olmaz. Çünkü mehir akid ile ödenmesi gereken bir miktar değildi. Ancak bu görüş, Yüce Allah'ın: "Kendilerine mehri tayin etmiş iken hanımlarınızı onlara dokunma dan önce boşarsanız ...'' (el-Bakara, 237) buyruğunun zahirine de muhaliftir, aynı şekilde kıyasa da muhaliftir. Çünkü akidden sonra yapılan bu tesbit, akde katılır. O bakımdan boşama sebebiyle bunun yarısının da ödenmesi icabeder. Bunun asıl delili ise; akid ile birlikte tesbit edilmiş olan mehir (in bu durumda yarısının ödenmesi gereği)dir.

 

4- Mehir Tayininden Önce Kocanın Ölümü:

 

Mehrin tesbitinden önce ölüm hali ile ilgili olarak Tirmizi'de İbn Mesud'dan nakledilmiş şu rivayet vardır: İbn Mesud'a mehir tesbit etmediği ve ölünceye kadar da kendisiyle gerdeğe girmediği bir kadın ile evlenen kişi hakkında soru sorulmuş o da şöyle demiştir: Bu kadına kendisi gibi olan kadınların mehr-i misli gerekir. Ne daha aşağısı, ne daha yukarısı. Ayrıca böyle bir kadın iddet beklemeli ve onun için miras da sözkonusudur. el-Eşca'lı Makil b. Sinan kalkarak şöyle dedi: Bizden bir kadın olan Vaşik kızı Berva' hakkında Rasülullah (s.a.v.) da senin verdiğin bu hüküm gibi bir hüküm vermişti. İbn Mesud bundan dolayı sevinmişti.

 

Tirmizi der ki: İbn Mesud'un bu hadisi hasen sahih bir hadistir.

 

Bu ondan bir başka yoldan da rivayet edilmiştir. Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından olsun başkalarından olsun birtakım ilim ehli kimse de buna göre uygulama yapmaktadır. es-Sevrı, Ahmed ve İshak da böyle der, Bir kadın ile gerdeğe girmeksizin ve ölünceye kadar da mehir tayin etmeksizin evlenen erkek hakkında Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından ilim ehli olup aralarında Ali b, Ebi Talib'in, Zeyd b. Sabit'in, İbn Abbas'ın ve İbn Ömer'in de bulunduğu, Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından bazı ilim adamları da şöyle demiştir; Böyle bir kadına miras verilir, mehir verilmez ve iddet beklemesi gerekir. Bu aynı zamanda Şafii'nin görüşüdür. Şafii ayrıca şöyle der: Şayet Vaşik kızı Berva' ile ilgili hadis-i şerif sabit ise, elbette ki delil Peygamber (s.a.v.)'dan gelen rivayettedir. Yine Şafii'den daha sonra Mısır'da bu görüşünden dönüp Vaşik kızı Berva'ın hadisi gereğince hüküm verdiği de rivayet edilmektedir.

 

Derim ki: Berva' ile ilgili hadisin tesbiti hususunda ihtilaf edilmiştir. Kadı Ebu Muhammed Abdülvehhab, ıbn Ebi Zeyd Risalesi Şerh'inde şunları söylemektedir: Vasik kızı Berva' ile ilgili hadis-i şerifi hadis hafızları ve ilim ehlinin önderleri reddetmişlerdir. el- Vakidı ise şöyle demektedir: Bu hadisi şerif Medine'de sözkonusu edilmiş, ancak ilim adamlarından herhangi bir kimse onu kabul etmemiştir, Az önce kendisinden de naklettiğimiz gibi Tirmizı ve İbn el-Münzir ise bunun sahih olduğunu belirtmişlerdir. İbnu'l-Münzir der ki: Abdullah b, Mesud'un söylediği sözün bir benzeri Rasülullah (s.a.v.)'dan da sabit olmuştur, biz de bu görüşü kabul ederiz, Ebu Sevr ile re'y ashabının görüşünün bu olduğu da belirtilmiştir. ez-Zührı, el-Evzai, Malik ve Şafii'den de Ali, Zeyd, İbn Abbas ve İbn Ömer (r.a)'ın sözlerine benzer bir rivayet zikredilmiştir. Bu mes'ele hakkında üçüncü bir görüş daha vardır ki; buna göre mehir sözkonusu olmadıkça öyle bir kadın için miras da sözkonusu değildir. Bu görüşü Mesruk ifade etmiştir,

 

Derim ki: Malik'in kabul ettiği görüşün lehine delillerden birisi de şudur:

Böyle bir ayrılık mehir tesbitinden önce yapılmış bir nikah hakkında verilen bir ayrılıktır. Böyle bir ayrılık dolayısıyla mehir gerekmemektedir, Buna asıl teşkil eden delil ise boşamada durumun böyle oluşudur, Fakat hadis sahih olduğu takdirde bunun karşılığında kıyas yapmak ise fasittir, Ebu Muhammed Abdülhamid de mezhebin hadise uygun bir rivayetini nakletmektedir. Allah'a hamdolsun,

 

Ebu Ömer ise der ki: Berva' ile ilgili hadisi Abdürrezzak, es-Sevrı'den, o Mansur'dan o İbrahim'den, o Alkame'den, o İbn Mesud'dan rivayet etmiştir. Bu hadiste şöyle de denilmektedir: Ve Ma'kil b, Sinan ayağa kalktı", Yine bu hadiste İbn Mehdi, es-Sevrı'den" o Firas'tan, o eş-Şa'bı'den, o Mesruk'tan, o Abdullah'tan yaptığı rivayetinde şöyle demektedir. Makil b, Yesar kalktı. Bence doğru olan ise Makil b, Yesar değil de Makil b, Sinan diyenin rivayetidir. Çünkü Makil b, Yesar, Müzeyne'li bir kimsedir. Bu hadis-i şerif ise Müzeyne li değil, Eşcalı bir kadın hakkında varid olmuştur. Nitekim Davüd da eşŞabi'den, o Alkame'den böylece rivayet etmiştir. Bu rivayette de: Eşca'dan bazıları şöyle dedi ... denilmektedir. Makil b. Sinan ise el-Harre günü öldürülmüştür. Şair de el-Harre günü hakkında şöyle demektedir:

 

"İşte Ensar şereflileri için (öldü diye) ağlamaktadır Eşcalılar ise Makil b. Sinan için ağlıyorlar."

 

5- Temas Etmeden ve Mehir Belirlenmeden Boşanan Hanımlar:

 

Yüce Allah'ın: "Kendileriyle temas etmediğiniz" buyruğundaki (...); şey (...): Kimse, o anlamındadır. Yani sizler kendileriyle temas etmediğiniz kadınları boşadığınız takdirde ... demektir. "Kendileriyle temas et(me)diğiniz" buyruğu sülasiden "te" harfi üstün olarak okunmuştur. Nafi', İbn Kesir, Ebu Amr, Asım ve İbn Amir'ın kıraatı budur. Hamza ve el-Kisai ise (mufaale vezninde) (...) şeklinde okumuşlardır. (Bu kip çoğunlukla karşılıklı olarak iki tarafın müştereken yaptığı işler hakkında kullanılır). Çünkü cima' her ikisi vasıtasıyla gerçekleşmiştir. -Bununla birlikte "faale" vezni "feale" anlamında da kullanılır. Ayakkabıyı çekiçle dövdüm, anlamında:

 

"Taraktu'nna'le" ve hırsızı cezalandırdım anlamında; "akabtu'l-lıssa" gibi.- Birinci okuyuşunda burada "temas etmek"ten anlaşılan anlam dolayısı ile "mufaale" (ortak yapılan iş) anlamına gelmesi gerekir. Ebu Ali de bu okuyuşu tercih etmiştir. Çünkü bu anlama gelen fiiller bu vezin ile sülasi olarak gelirler. "Erkek (deve) dişisi ile cima etti," gibi. Her iki okuyuş da güzeldir.

 

"Veya kendilerine mehir tayin etmemiş olduğunuz" buyruğunda yer alan "Veya" edatının "ve" anlamına geldiği söylenmiştir. Yani kendileriyle temas etmediğiniz ve kendilerine mehir tayin etmemiş olduğunuz ... anlamına gelir. Yüce Allah'ın şu buyruklarında da "veya"lar "ve" anlamındadır: ''Biz nice kasabaları helak ettik. Geceleyin veya gündüzün dinlenirlerken azabımız onlara gelip çattı. ''(el-A'raf, 4) Burada; ve dinlenirlerken; demektir. Yine: ''Ve Biz onu yüzbin veya daha fazla kimseye gönderdik. '' (es-Saffat, 147) "ve daha fazla" anlamındadır. ''Onlardangünahkar herhangi bir kimseye veya nankör olana itaat etme''(el-İnsan, 24). "Ve nankör kimseye .. " demektir. Bir diğer ayet-i kerimede de şöyle buyrulmaktadır: ''Eğer hasta olur ve ya yolculukta bulunursanız yahut herhangi biriniz ayak yolundan gelirse ... '' (en-Nisa, 43) Bu buyruğun anlamı da şudur: Eğer sizlerden herhangi bir kimse ayak yolundan gelir ve siz hasta ya da yolcu bulunuyor iseniz .. " demektir. Yüce Allah'ın: ''Ancak sırtlarına veya karınlarındakiyağlar ile bağırsaklarınayapışan veya kemiklere karışan müstesna. "(el-En'am, 146) buyruğunda ve buna benzer sair buyruklarda da böyledir.

 

Ayrıca Yüce Allah'ın bundan sonra kendileri için mehir tesbit edilmiş olan ve boşanan kadınların hükmünü açıklayan buyruğunu buna atfetmiş olması da bunu desteklemektedir. Bu konuda da Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kendilerine mehir tayin etmiş iken hanımları onlara dokunmadan önce boşarsanız .. "(el-Bakara, 237) Şayet birincisi kendisine temas edilmeden önce yalnızca mehir tayin edilmiş olanın boşanma hükmünü açıklamak için olmuş olsaydı, burada onu bir daha tekrarlamazdı.

 

6- Kadınlara Mut'a Vermek:

 

Yüce Allah'ın: "Onları metalandırın" buyruğu; onlara kendilerine meta olacak birşeyler verin, demektir. İbn Ömer, Ali b. Ebi Talib, el Hasen b. Ebi'lHasen, Said b. Cübeyr, Ebu Kilabe, ez-Zührı, Katade ve ed-Dahhak b. Muzahim, bunun vücub ifade ettiğini kabul etmişlerdir.

 

Ebu Ubeyd, Malik b. Enes ve arkadaşları, kadı Şureyh ve başkaları ise bunun mendupluk ifade ettiğini kabul etmişlerdir.

 

Birinci görüşün sahipleri "emr"in gerektirdiği şeyin vücup olduğunu ileri sürerler. İkinci görüşün sahipleri ise Yüce Allah'ın: "Bu, ihsan edenler üzerine bir haktır" buyruğu ile: "Takva sahipleri üzerine bir haktır"(el-Bakara, 180) buyruklarını delil gösterirler. Eğer mut'a vermek vacip olsaydı Yüce Allah bunu bütün insanlar hakkında mutlak bir emir olarak zikrederdi.

 

Ancak birinci görüş daha uygundur. Çünkü Yüce Allah'ın: "Onları metalandırın" buyruğunda meta verme emri umum ifade eder ve Yüce Allah'ın: ''Boşanan kadınlar lehine ... bir metalandırma vardır"(el-Bakara, 241) buyruğunda metalandırmayı kadınlara mülk olarak vermeyi ifade etmektedir. Buyruğun bu şekilde olmasından mendupluk ifade etmesinden daha çok vücup ifade ettiği açıkça anlaşılmaktadır. Yüce Allah'ın: "Takva sahipleri üzerine bir haktır" buyruğu ise bunun vücubunu te'kid eder. Çünkü Allah'a şirk koşmak ve ona isyan etmek hususlarında Allah'tan korkup da sakındırmak herkes için vaciptir. Nitekim Yüce Allah Kur'an-ı Kerım hakkında: "Takva sahipleri için bir hidayettir" (el-Bakara, 2) diye buyurmaktadır.

 

7- Kendilerine Mut'a Verilecek Olan Kadınlar Kimlerdir?

 

Yüce Allah'ın: "Onları metalandırın" buyruğunda yer alan zamirle hangi kadınların kastedildiği hususunda tefsir alimlerinin farklı görüşleri vardır.

 

İbn Abbas, İbn Ömer, Cabir b. Zeyd, el-Hasen, eş-Şafii, Ahmed, Ata, İshak ve re'y ashabı derler ki: Mut'a kendisiyle gerdeğe girilmeden ve mehri tayin edilmeden boşanan kadın için vacip, diğer kadınlar için menduptur.

 

Malik ve arkadaşları ise derler ki: Mut'a kendisiyle gerdeğe girilmiş olsa dahi boşanan her kadın hakkında menduptur. Ancak kendisiyle gerdeğe girilmemiş olmakla birlikte daha önce mehri tayin edilmiş olan kadına tayin edilmiş olan mehri vermek yeterlidir, bunun için ayrıca mut'a yoktur. Ebu Sevr ise der ki: Bu durumdaki kadına da boşanan bütün kadınlara da mut'a verilir.

 

İlim adamları kendisine mehir tayin edilmeyip gerdeğe de girilmemiş olan kadınlar için mut'a dışında hak ettiği herhangi bir şeyin olmadığı hususunda icma etmişlerdir. ez-Zühri der ki: Bu konuda kadına verilecek mut'ayı hakim tayin eder. İlim adamlarının cumhuru ise; hakim böyle bir kadın için mut'a verilmesine dair hüküm vermez, der.

 

Derim ki: Burada sözü geçen "ilim adamlarının icmaı" hür kadın hakkındadır. Cariye ise, mehri tesbit edilmeden ve kendisine de temas edilmeden önce boşandığı takdirde; cumhurun görüşüne göre onun için de mut'a vardır. el-Evzai ve es-Sevri ise onun için mut'a yoktur, derler. Çünkü bu durumda kadın efendisine ait olur. Efendisi ise boşanma sebebiyle malik olduğu cariyenin sıkıntısı karşılığında herhangi bir mala hak kazanmaz.

Maliki mezhebinin açıklaması ile ilgili olarak İbn Şa'ban şöyle demektedir: Mut'a boşamanın sebep olduğu kedere karşılıktır. O bakımdan hul' yapan, mübarce (kocası üzerindeki hakkı ibra etmek karşılığında boşama) yapan, lian yapan kadın için, ister gerdeğe girilmeden önce olsun, ister sonra olsun, mut'a yoktur, çünkü boşamayı tercih eden odur.

 

Tirmizi, Ata ve en-Nehai ise, hul yapan kadına mut'a verilir derler. Re'y ashabı da lian yapan kadına mut'a verilir, derler. İbnu'l-Kasım da der ki: Feshedilmiş hiçbir nikahta mut'a yoktur. İbnu'l-Mevvaz da der ki: Akdin sıhhatinden sonra feshin sözkonusu olduğu akidlerde mut'a yoktur. Eşlerden birisinin (efendi olup köle olarak) ötekine malik olması halinde olduğu gibi.

 

İbnu'l-Kasım der ki: Bu hükmün asıl kaynağı Yüce Allah'ın: ''Boşanan kadınlar lehine maruf bir şekilde metalandırma vardır.'' (el-Bakara, 241) buyruğudur. O bakımdan bu hüküm feshi, dışarıda bırakacak şekilde boşamaya has bir hükümdür.

 

İbn Vehb Malik'ten; boşanmak veya nikahı devam ettirmek hususunda muhayyer bırakılan kadının mut'a hakkına sahip olduğunu rivayet etmektedir. Böyle bir kadın ise, kölenin nikahı altında iken azad edilen ve hür olmayı tercih eden cariyenin durumundan farklıdır. Böyle bir cariyenin mut'a hakkı yoktur. Muhayyer bırakılan yahut kendisine cariye bir kimse kuma getirilen hür kadın ise şayet kendisini (yani boşanmasını) seçecek olursa, bütün bu durumlarda mut'a hakkına sahip olur. Çünkü ayrılmaya sebep olan kocadır.

 

8- Mut'anın Sınırı ve Miktarı:

 

Malik der ki: Bize göre mut'anın azının ya da çoğunun bilinen bir sınırı yoktur. Bu hususta insanlar farklı görüşlere sahiptirler. İbn Ömer der ki: Mut'a olarak yeterli olan asgarı miktar, otuz dirhem veya onun benzeridir.

 

İbn Abbas der ki: Mut'anın en yüksek miktarı bir hizmetçi, sonra bir elbise, sonra bir nafakadır.

 

Ata der ki: Mut'anın orta hali bir iç elbise, başörtüsü ve üste giyilen bir örtü(car, çarşaf gibi)dür. Ebu Hanife ise; bu asgarı miktarıdır, der.

 

İbn Muhayriz de der ki: Divan sahibi (yani devletten maaş alan kimse için) üç dinar verme yükümlülüğü vardır. Mut'a ise köleye düşer.

 

el-Hasen der ki: Herkes kendi imkanına göre mut'a verir. Birisi bir hizmetçi, diğeri birkaç elbise, beriki tek bir elbise, ötekisi ise bir nafaka verebilir. Malik b. Enes de böyle demektedir. Kur'an-ı Kerim'in muktezası da budur. Çünkü Yüce Allah mut'ayı takdir etmemiş ve ona bir sınır tayin etmemiştir. Bunun yerine: "Eli geniş olan da halince fakir olan da halince" diye buyurmuştur.

 

el-Hasen b. Ali (r.a) ise yirmibin (dirhem) ile birkaç bal tulumu mut'a olarak vermiş, Şureyh beşyüz dirhem mut'a vermiştir.

 

Denildiğine göre; kadının durumuna da itibar edilir. Bu görüşü Şafii mezhebine mensup bazı alimler söylemiştir. Onlar şöyle derler: Şayet bizler yalnızca erkeğin durumuna itibar edecek olursak, şöyle bir durum ortaya çıkar. Birisi yüksek seviyeden, diğeri alt gelir tabakasından iki kadın ile evlense; sonra da kendileri ile temas etmeden ve mehir tesbit etmeden boşayacak olsa, onlara verilecek olan mut'anın eşit olması sözkonusu olur. Ve alt gelir seviyesinde olana da üst gelir seviyesinde olan kadar (mut'a) verilmesi gerekir. Bu ise Yüce Allah'ın: "Örfe uygun bir şekilde" buyruğuna muhaliftir. Yine bu, son derece varlıklı bir kimse, eğer fakir bir kadın ile evlenecek olursa, sonunda onun gibi olmasını gerektirir. Çünkü onunla gerdeğe girmeden ve ona mehir tayin etmeden önce boşayacak olursa, kendi haline uygun bir mut'a ve o kadına da mislinin mehrini vermesi gerekir. Bu durumda mut'a mehri mislinin kat kat fazlası olur. Böylece kadın, verilebilecek şeyin azamisi olan cimadan ve duhulden sonra mehr-i misil olarak hakettiği miktarın kat kat fazlasını kendisiyle gerdeğe girilmeden önce haketmiş olur.

 

Re'y ashabı ve başkaları da derler ki: Kendisi ile gerdeğe girilmeden ve mehri de tesbit edilmeden önce boşanan kadının mut'ası yalnızca mehr-i mislidir, başkası yoktur. Çünkü mehr-i misle akid ile hak kazanılır. Mut'a ise mehri mislin bir kısmıdır. O bakımdan böyle bir kadına duhulden önce boşadığı takdirde tesbit edilenin yarısını vermek icab ettiği gibi; bu miktarı da vermek icabeder.

 

Ancak Yüce Allah'ın: "Eli geniş olan da halince fakir olan da halince" buyruğu bunu reddetmektedir. Ve bu, mut'ayı sınırlandırmanın reddedildiğinin delilidir. İşlerin gerçek yüzünü Allah çok iyi bilendir.

 

es-Sa'lebi bir hadis-i şerif zikreder ve şöyle der: Yüce Allah'ın: "kendileri ile temas etmediğiniz .... hanımları boşarsanız üzerinize vebal yoktur" ayeti Hanifeoğullarından bir kadın ile evlenen ensardan bir erkek hakkında nazil olmuştur. Bu kadına bir mehir tesbit etmemişti. Sonra da kendisiyle temas etmeden önce bu kadını boşadı. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. Peygamber (s.a.v.) da: "Sarığınla dahi olsa ona mut'a ver" diye buyurdu

 

Darakutni de Süveyd b. Gafele'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

 

Has'amlı Aişe, Ali b. Ebi Talib'in oğlu el-Hasen'in nikahı altında idi. Hz. Ali şehid edilip de el-Hasen'e halifelik üzere bey'atte bulunulunca hanımı: Ey mü'minlerin emiri, halifelik sana kutlu olsun, deyince şöyle dedi: Ali öldürülüyor ve sen kalkmış buna sevindiğini izhar ediyorsun öyle mi? Çek git buradan. Seni üç defa boşuyorum. Bunun üzerine hanımı kalın ipekten olan örtüsüne büründü ve iddeti bitene kadar bekledi. el-Hasen ona mut'a olmak üzere on bin (dirhem) ile mehrinden geri kalan miktarı gönderdi. Bunun üzerine hanımı: "Ayrılan bir sevgiliden azıcık bir metadır bu" dedi.

 

el-Hasen onun bu sözünü haber alınca ağladı ve şöyle dedi: Şayet ben dedemi şöyle buyururken işitmemiş -veya babam bana dedemin şöyle buyurduğunu işittiğini anlatmamış- olsaydı ona ric'at yapardım: "Herhangi bir erkek hanımına müphem (belirtisiz olarak) üç talak verir veya kar'ları esnasında (sırasıyla) üç talak verirse ondan başka bir koca ile nikahlanmadıkça ona helal olmaz." (Darakutni, IV, 30)

 

Bir diğer rivayette de elçi durumu ona haber verince ağladı ve şöyle dedi: Şayet ben ona bain bir talak vermemiş olsaydım ona dönerdim. Şu kadar var ki Rasülullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Herhangi bir erkek her bir temizlik esnasında bir defa olmak üzere hanımına üç talak verirse veya her ay başında bir talak verirse ya da bir arada onu üç defa boşarsa artık ondan başka bir koca ile nikahalanmadıkça ona helal olmaz." (Darakutni, IV, 31)

 

9- Yıllar Geçtikten Sonra Mutanın Verilmesi Gerektiğini Öğrenen:

 

Aradan yıllar geçinceye kadar mut'a vermesi gerektiğini bilmeyen bir kimse (öğrendikten sonra) o kadına bu mut'ayı evlenmiş olsa dahi versin. Vefat etmişse mirasçılarına ödesin. Bunu İbnu'l-Mevvaz İbnu'l Kasım'dan rivayet etmiştir. Esbağ ise der ki: Eğer ölmüş ise birşey ödemesi gerekmez. Çünkü mut'a boşanan kadına boşamaya karşılık bir tesellidir. Böyle bir teselli zamanı da öldükten sonra geçmiş olur.

 

Birinci görüşün açıklaması şöyledir: Mut'a kocanın üzerine sabit olmuş bir haktır. Bu hak o kadından -diğer haklarda olduğu gibi- mirasçılarına intikal eder. Bu ise mut'anın mezhebimizde (Maliki mezhebinde) vacip olduğu intibaını vermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

10- Herkes Kendi Haline Göre Muta Verir:

 

Yüce Allah'ın: "Eli geniş olan da halince fakir olan da halince ... " buyruğu mut'anın vücubuna delildir. Cumhur "eli geniş olan" anlamına gelen (...) kelimesini "vav" sakin (harekesiz) ve "sin" harfini de esreli olarak okumuşlardır. Hali geniş olan kimse demektir. (Arapçada): Filan kişi halince harcamaktadır ifadesi, sahip olduğu genişliğe göre (zenginliğe göre) harcamaktadır demektir. Ebu Hayve ise "vav" harfini üstün, "sin" harfini de şeddeli ve üstün olarak "el-muvess'" şeklinde okumuştur.

 

İbn Kesir, Nafi', Ebu Amr ve Ebu Bekr'in rivayetinde Asım: "Halince" kelimesinin her iki seferinde de "dal" harfini sakin olarak okumuştur. İbn Amir, Hamza, Kisai ve Hafs'ın rivayetinde Asım ise her iki yerde de "dal" harfini üstün olarak okumuşlardır. Ebu'l-Hasen, el-Ahfeş ve başkaları ise her iki okuyuş da aynı anlamdadır ve fasih iki söyleyiştir, derler. Ebu Zeyd de böyle nakletmektedir. "Bu kadar al" cümlesinde "kadı'' kelimesinde "dal" harfi ister sakin, ister üstün okunsun mana aynıdır.

 

Yüce Allah'ın Kitabında: "Vadiler kendi miktarlarınca sel olmuştur" (er-Ra'd, 17) buyruğunda yer alan: "Kendi miktarlarınca" buyruğu (...) şeklinde de okunmuştur. Yüce Allah'ın: "Allah'ı O'na layık bir şekilde hakkıyla takdir edemediler" (el-En'am, 91) buyruğundaki "dal" harfi harekeli okunsa yine caiz olur.

 

"el Muktir (mealde; fakir)": Malı az olan kimse demektir. İşte bu durumdaki hanımlara "örfe uygun" yani şeriatte bilinen orta yola uygun "bir şekilde metalandırınız" demek olur.

 

11- ihsan Edenlerin Görevi:

 

Yüce Allah'ın: "Bu, ihsan edenler üzerine bir haktır" buyruğu, bu onlar üzerinde yapmaları gereken bir haktır, demektir. Bu buyruk emredilmiş olmakla birlikte mut'anın vücubunun delilidir. Çünkü Yüce Allah'ın: "Bir haktır" buyruğu vücubu tekid etmektedir.

 

"İhsan edenler üzerine" ile ."takva sahipleri üzerine" buyruğunun anlamı ise mü'minler üzerine demektir. Çünkü herhangi bir kimse: Ben ihsan edici değilim, takva sahibi değilim, diyemez. Çünkü insanlar hep birlikte ihsan edici ve takva sahibi olmakla emrolunmuşlardır. Onlar Allah'ın farzlarını eda etmekle ihsanda bulunuyorlar ve ateşe girmemek için de O'nun yasakladıklarından uzak duruyorlar. O halde bütün insanların ihsan edici ve takva sahibi olmaları bir farzdır, onlar için bir görevdir.

 

"İhsan edenler üzerine bir hak" buyruğu emrin te'kidini daha bir pekiştirmektedir. Doğrunu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Bakara 237

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR