BAKARA 229 |
الطَّلاَقُ
مَرَّتَانِ فَإِمْسَاكٌ
بِمَعْرُوفٍ
أَوْ
تَسْرِيحٌ بِإِحْسَانٍ
وَلاَ
يَحِلُّ
لَكُمْ أَن تَأْخُذُواْ
مِمَّا آتَيْتُمُوهُنَّ
شَيْئاً
إِلاَّ أَن
يَخَافَا
أَلاَّ
يُقِيمَا
حُدُودَ اللّهِ
فَإِنْ
خِفْتُمْ
أَلاَّ
يُقِيمَا حُدُودَ
اللّهِ
فَلاَ
جُنَاحَ
عَلَيْهِمَا
فِيمَا
افْتَدَتْ بِهِ
تِلْكَ
حُدُودُ
اللّهِ
فَلاَ
تَعْتَدُوهَا
وَمَن
يَتَعَدَّ
حُدُودَ
اللّهِ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ
الظَّالِمُونَ |
229. Boşama iki
defadır. Ya iyilikle tutmak veya güzellikle salmaktır. Onlara verdiklerinizden
birşey almanız sizin için helal olmaz. Meğer ki ikisi Allah'ın sınırlarına riayet
edememekten korksunlar. Eğer siz onların Allah'ın sınırlarını
koruyamayacaklarından korkarsanız o halde kadının fidye vermesinde her ikisi
için de vebal yoktur. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır, onları aşmayınız. Kim
Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
Buyruğun: "Boşama
iki defadır, ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salmaktır" bölümüne dair
açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız;
1- Cahiliyye Döneminde Boşama ve Ayetin
Nüzul Sebebi:
2- Boşamanın Mahiyeti ve Hükmü:
3- Allah'ın Sevmediği Helal ve Boşamada
istisna:
4- Boşadıktan Sonra Nikahında Tutmak
isterse:
5- Bir Defada üç Talakı Vermek:
6- Lafızları Bakımından Talak (Sarih ve
Kinaye):
7- Açık ve Kapalı (Kinaye) ''Talak
(Boşama)'' Lafizları ile ilgili Görüşler:
"Onlara verdiklerinizden
birşeyalmanız sizin için helal olmaz. Meğer ki ikisi Allah'ın sınırlarına
riayet edememekten korksunlar. Eğer onların Allah'ın sınırlarını
koruyamayacaklarından korkarsanız o halde kadının fidye vermesinde her ikisi için
de vebal yoktur. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır, onları aşmayınız. Kim
Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerin ta kendileridir"
1- Kocalara Hitap:
2- Boşama Karşılığında Fidye Almanın
Hükmü:
3- Erkeğin Fidye Alması ve Devlet'in
Hul' Yetkisi:
4- Hul'a Gitmenin Şartları:
5- Hul'de Aranan Diğer Şartlar:
6- Mehirden Fazlası Hul' Bedeli Olarak
Alınabilir mi?
7- Hangi Tür Mallar üzerine Hul'
Yapılabilir?
8- Süt Emzirme ve Çocuk Bakımı
Karşılığında Hul' Yapmak:
9- Hul' Bedeli Olarak Emzirilmesi Şart
Koşulmuş Çocuk iki Yıldan Önce Ölürse:
10- Hul' Bedeli Olarak Hamile Olan
Karısının Masrafını Şart Koşmak:
11- Hul' Bir Talak mıdır Yoksa Bir
Fesih mi?
12- Bedelsiz Hul' Yapmak:
13- Hul' Yapan) Fidye Veren ve ibra
Olan Kadın Arasındaki Farklar:
14- Koca Ric'atta Bulunma Şartını
Koşarak Hul'u Kabul ederse:
15- Allah'ın Sınırlarını Zalimler Aşar:
1- Cahiliyye Döneminde
Boşama ve Ayetin Nüzul Sebebi:
Yüce Allah'ın;
"Boşama iki defadır" buyruğu ile ilgili olarak sabit olduğuna göre
cahiliyye dönemi insanlarının boşama için kabul ettikleri belli bir sayıları
yoktu. Bununla birlikte iddet onlarca belli idi ve süresi tesbit edilmişti.
Aynı durum İslam'ın ilk dömemlerinde de bir süre böyle devam etti. Erkek
karısını dilediği kadar boşayabiliyordu. Boşamasından kurtulup başkalarıyla
evlenmesi helal olması yaklaştı mı, dilediği kadar da ona ric'at yapabiliyordu.
Rasülullah (s.a.v.)
döneminde bir erkek karısına: Seni barındırmam ve senin helal oImana da imkan
vermem, dedi. Kadın: Bu nasıl olur? deyince şu cevabı verdi: Seni boşarım.
İddetinin bitmesi yaklaştı mı sana dönerim. Kadın bunu Hz. Aişe'ye şikayet
etti. Hz. Aişe de durumu Peygamber (s.a.v.)'a zikretti. Yüce Allah bu ayet-i
kerimeyi erkeğin yeni bir mehir ve veliye ihtiyaç olmaksızın ric'at
yapabileceği talak sayılarını beyan etmek üzere indirdi ve onların önceki
durumlarını neshetti.
Urve b. ez-Zübeyr,
Katade, İbn Zeyd ve başkaları bu manada nüzul sebebini açıklamışlardır.
İbn Mes'ud, İbn Abbas,
Mücahid ve başkaları ise şöyle demektedir: Ayet-i kerimeden kasıt, talak
sünnetini öğretmektir. Yani kim iki defa hanımını boşarsa üçüncüsünde Allah'tan
korksun. Ya ona hakkından herhangi bir şeyi eksik vermek suretiyle
zulmetmeyecek ya da onunla güzel bir şekilde geçinmek üzere yanında tutacak.
Ayet-i kerime işte bu iki manayı ihtiva etmektedir.
2- Boşamanın Mahiyeti
ve Hükmü:
Talak, eşler arasında
akdolmuş bulunan nikah bağını özel lafızlarla çözmektir. Talak bu ve bundan başka
ayet-i kerimeler gereğince mübahtır. Hz. Peygamber'in İbn Ömer ile ilgili
hadisindeki şu sözleriyle de mübahtır: "Artık bundan sonra dilerse (nikahı
altında) tutar, dilerse boşar."
Resulullah (s.a.v.) da
önce Hz, Hafsa'yı boşamış, sonra ona dönmüş idi, Bunu da İbn Mace rivayet
etmiştir.
İlim adamları icma ile
şunu belirtmişlerdir: Hanımını kendisi ile temas kurmadığı bir temizlik halinde
temiz olarak boşayan kimse sünnete uygun olarak ve Yüce Allah'ın emretmiş
olduğu iddete uygun bir şekilde boşamış olur, Eğer onunla gerdeğe girmiş ise,
iddeti bitmeden önce ona ric'at yapabileceği ve iddeti bittikten sonra diğer
talipliler gibi bir talip olacağı hususu üzerinde de icma etmişlerdir,
Buna göre Kitap, Sünnet
ve ümmetin icmaı talakın mahzur (yasak) değil mübah olduğuna delildir.
İbnu'I-Münzir derki: Talakı yasaklamaya dair herhangi bir haber sabit
olmamıştır.
3- Allah'ın Sevmediği
Helal ve Boşamada istisna:
Darakutni rivayet
ediyor: "Bana Ebu'l-Abbas Muhammed b, Musa el-Ali ed-Dülabı ile Yakub b, İbrahim
anlattı; dediler ki: Bize el-Hasen b, Arefe anlattı: Bize İsmail b. Uyyaş b.
Humeyd b. Malik el-Lahmı, Mekhul'den anlattı, o Muaz b. Cebel'den dedi ki:
Rasülullah (s.a.v.) bana şöyle buyurdu: "Ey Muaz! Allah, yeryüzünde köle
azad etmekten daha çok sevdiği şeyi yaratmış değildir. Yine Yüce Allah,
yeryüzünde boşamaktan daha çok buğzettiği birşeyi yaratmış değildir. Adam
kölesine: Sen inşaallah hürsün, diyecek olsa o köle hür olur ve onun için
istisna yoktur (inşaallah demesinin hükmü olmaz.) Yine adam karısına: Sen
inşaallah boşsun, diyecek olursa onun için istisna sözkonusudur ve hakkında
talak olmaz." Bize Muhammed b. Musa b. Ali anlattı, bize Humeyd b. er-Rabi
anlattı, bize Yezid b. el-Harun anlattı. Bize İsmail b. Ayyaş isnadını da
belirterek ona yakın bir şekilde haber verdi. Humeyd dedi ki: Bana Yezid b.
Harun şöyle dedi: Eğer Humeyd b. Malik elLahmı bilinen bir kimse olsaydı hadis
diye buna denirdi. Ben: O benim dedemdir, dedim. Bu sefer Yezid dedi ki: Şimdi
beni sevindirdin. İşte bu şimdi hadis oldu." (Darakutni, IV, 35)
İbnu'I-Münzir der ki:
Talakta istisnanın olduğu görüşünü kabul edenler arasında Tavus, Hammad, Şafii,
Ebu Sevr ve re'y ashabı da vardır. Ancak Malik'in ve Evzai'nin görüşüne göre
talakta istisna caiz olmaz. el-Hasen ve Katade'nin özel olarak talak hakkındaki
görüşleri de budur. (İbnü'I-Münzir) devamla dedi ki: Ben ise birinci görüşü
kabul ediyorum.
4- Boşadıktan Sonra
Nikahında Tutmak isterse:
Yüce Allah'ın: "Ya
iyilikle tutmak" buyruğu mübtedadır, Haberi ise; (iyilikle tutmak) daha
uygun ya da daha güzeldir, takdirindedir. Hazfedilmiş mübtedanın haberi olarak
merfu olması da uygundur, Yani size düşen maruf ile tutmaktır veya sizin için
vacip olan, hak olduğu bilinen bir şekilde nikahınız altında tutmaktır.
Kur'an-ı Kerım'in dışında masdar olarak "tutmak" anlamına gelen
kelimenin mansub okunması da caiz olur.
"iyilikle"
buyruğunun anlamı ona herhangi bir şekilde haksızlık etmeyip zulmetmemesi,
haksızca bir söz söylememesi demektir. "Tutmak" ise (talak ile aynı
kökten) ıtlak'ın (boş bırakmanın) zıddıdır.
"Salmak" ise
birşeyi serbest bırakmaktır. Saç tellerinin birbirinden kurtarılması için saçın
taranmasını anlatmak için (burada kullanılan): "tesrih" denilmesi
bundan dolayıdır. Davarların serbest bırakılması için de aynı tabir kullanılır.
Burada geçen "salma"nın iki anlama gelme ihtimali vardır: Birincisi
ikinci defa boşadıktan sonra beklemesi gereken iddetini tamamlayıncaya kadar
terketmesi ve böylelikle kadının kendisi hakkında tasarruf sahibi olmasıdır. Bu
es-Süddi ve ed-Dahhak'ın görüşüdür. Diğer anlamı ise onu üçüncü defa boşadıktan
sonra serbestçe bırakıp salmasıdır. Bu da Mücahid, Ata ve diğerlerinin
görüşüdür. Aşağıdaki şu üç sebep dolayısıyla bu ikinci görüş daha sahihtir:
a) Darakutni'nin
Enes'ten rivayet ettiğine göre adamın birisi şöyle demiş:
Ey Allah'ın Rasülü, Yüce
Allah: "Boşama iki defadır" diye buyurmaktadır, bu neden üçe çıktı?
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salmaktır.
-Bir rivayete göre- "işte üçüncüsü odur" denilmektedir. Bu hadisi
İbnu'I-Münzir (de) zikretmektedir.
b) Salmak (tesrih) talak
lafızlarındandır. Nitekim: "Eğer boşamaya karar verirlerse"
(el-Bakara, 227) buyruğundaki (boşama anlamına gelen): "Talak"
lafzının yerine, bir kıraatte: "es-Serah" lafzının kullanıldığını
görüyoruz,
c) Bu kelimenin kipi
(tef'il) ikinci boşamadan ayrı tekrarlanan bir fiilin de meydana geldiği
anlamını vermektedir. Halbuki terketmek anlamını ifade etmek için bu kipin
kullanıldığı görülmez, Ebu Ömer der ki: İlim adamları Yüce Allah'ın: "Veya
güzellikle salmaktır" buyruğunda kastedilenin, iki boşamadan sonra üçüncü
boşama olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Yüce Allah'ın:
"Eğer onu boşarsa
ondan sonra ondan başka bir erkeğe nikahlanmadıkça kendisine helal olmaz"(el-Bakara,
230) buyruğunda kastedilen de bu olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Yine ilim
adamlarının icmaına göre hanımını bir veya iki defa boşayan bir kimsenin
hanımına ric'at yapma (dönme) hakkı vardır. üçüncü defa onu boşadığı takdirde
ondan başka bir koca ile nikahlanmadıkça birincisine helal olmaz. Bu ise
te'vilinde ihtilaf olmayan Kur'an-ı Kerim'in muhkem hükümleri arasındadır.
Adaletli kimselerin haberleri arasında buna benzer rivayetler de gelmiştir.
(Mesela): Bize Said b. Nasr anlattı, dedi ki: Bize Kasım b. Esbağ anlattı, dedi
ki: Bize Muhammed b. Vaddah anlattı dedi ki: Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe anlattı
dedi ki: Bize Ebu Muaviye İsmail b. Sumey'den o Ebu Ruzeyn'den anlatarak dedi
ki: Peygamber (s.a.v.)'ın yanına bir adam gelerek şöyle dedi: Ey Allah'ın
Rasülü, Yüce Allah'ın: "Boşama iki defadır, ya iyilikle tutmak ya
güzellikle salmaktır" buyruğu hakkındaki görüşünüz nedir? üçüncü boşama
nerede? Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ya iyilikle tutmak veya
güzellikle salmaktır." (Darakutni, IV, 4)
es-Sevri ve başkaları da İsmail b. Sumey'den o Ebu Ruzeyn'den bunun gibi
rivayet etmişlerdir.
Derim ki: el-Kiya
et-Taberi bu haberi zikreder ve şöyle der: Bu haber nakil cihetiyle sabit
değildir. Böyle dedikten sonrada ed-Dahhak ve es-Süddi"nin görüşünü tercih
eder ve üçüncü boşamanın Yüce Allah'ın şu buyruğundaki hitapta sözkonusu
edildiğini belirtir: ''Eğer onu boşarsa ondan sonra başka bir erkeğe
nikahlanmadıkça kendisine helal olmaz. "(el-Bakara, 230) Buna göre üçüncü
boşama bu hitabın özünde sözkonusu edilmekte ve bir defa daha evlenmesi dışında
eski kocasının onunla evlenmesini haram kılmayı ifade eden bain talakı dile
getirmektedir. Buna göre Yüce Allah'ın: "Veya güzellikle salmaktır"
buyruğunun yeni bir manaya yorumlanması icabeder. Bu da iddetin sona ermesi ile
birlikte ikinci boşama ile beynunetin meydana gelmesidir. Ayrıca ayet-i
kerimeden gözetilen maksad, eski kocasıyla evlenmesinin haram olmasını
gerektiren boşama sayısını beyan etmek ve belli bir sayı sözkonusu olmaksızın
boşamanın caiz olmasını neshetmektir. Şayet Yüce Allah'ın: "Veya
güzellikle salmaktır" buyruğu üçüncü boşamayı ifade etseydi, bu üç boşama
ile (eski kocasına) haram kılmanın gerçekleşmesindeki maksadı açığa çıkarmazd!.
Çünkü bu kadarı ile yetinilmiş olsaydı, ikinci bir koca ile evlenmesi hali
dışında, ilk kocasının onunla evlenmesini haram kılan bain talakın vaki
olduğuna delalet etmezdi. Böyle bir haramlık Yüce Allah'ın: "Eğer onu
boşarsa ondan sonra başka bir erkeğe nikahlanmadıkça kendisine helal
olmaz"(el-Bakara, 230) buyruğundan anlaşılmaktadır. Buna göre Yüce
Allah'ın: ''Veya güzellikle salmaktır"buyruğunun üçüncü boşama anlamına
gelmemesi icabeder. Eğer Yüce Allah'ın: "Veya güzellikle salmaktır"
buyruğu üçüncü boşamayı ifade etseydi bunun akabinde:
"Eğer onu boşarsa"
buyruğunun dördüncü boşamayı ifade etmesi gerekirdi. Çünkü bunun başında yer
alan "fa" takib içindir. Bu ise bundan önce sözü geçen ve gelecekteki
bir boşamanın anlaşılmasını gerektirmektedir. Bununla Yüce Allah'ın: "Veya
güzellikle salmaktır" buyruğunun onu iddeti sona erinceye kadar terketmek
anlamına geldiği sabit olmaktadır.
5- Bir Defada üç
Talakı Vermek:
Buhari bu ayet-i
kerimeden önce şöyle bir başlık kaydetmektedir: Yüce Allah'ın: "Boşama iki
defadır, ya iyilikle tutmak ya güzellikle salmaktır, buyruğuna dayanarak üç
defa boşamayı caiz kabul edenler:" İşte bu, Buhari tarafından böyle bir
sayı zikretmenin boşayacaklar için bir genişlik olduğuna ve kendi aleyhine işi
daraltanın bu daraltmanın hükmüne bağlı kalması gerektiğine bir işarettir. Bizim
(mezhebimize mensup) ilim adamlarımız derler ki: Fetva veren imamlar bir defada
verilen üç talakın vuku bulacağında ittifak etmişlerdir. Selefin cumhurunun
görüşü de budur.
Tavus ve Zahiri
mezhebine mensup bazı kimseler bir defada söylenen üç talakın tek bir boşama
olacağını -istisna olarak- belirtirler. Aynı zamanda bu Muhammed b. İshak ve
el-Haccac Ertaa'den de rivayet edilmektedir. Yine onlardan nakledildiğine göre
kocanın böyle bir ifade kullanması birşeyi gerektirmez. Aynı zamanda bu
Mukatil'in de görüşüdür. Davud'dan da bu şekilde bir boşamanın vaki olamayacağı
nakledilmektedir. Halbuki el-Haccac b. Ertaa ile Selefin cumhurundan ve
imamlardan meşhur olan görüş, bunun bağlayıcı ve üç boşama olacağı şeklindedir.
Tek bir sözde bir arada üç boşamayı zikretmesiyle birkaç defada bunları ayrı
ayrı zikretmesi arasında bir fark yoktur. Bunların herhangi birşey
gerektirmediği görüşünde olanlar Yüce Allah'ın; ''Boşanan kadınlar
kendiliklerinden üç kar' süresi beklerler. "(el-Bakara, 228) buyruğunu
delil gösterirler. Bu ise bunun dışında, olduğu özellikle belirtilenler dışında
bütün boşanmış kadınları kapsamına alır. Buna dair açıklamalar önceden
geçmiştir. Ayrıca bu görüşün sahipleri derler ki; Yüce Allah: "Boşama iki
defadır" diye buyurmaktadır. üçüncüsü ise: "Ya iyilikle tutmak ya
güzellikle salmaktır." Tek sözde üç defa boşama yapanın bu boşaması
bağlayıcı değildir. Çünkü bu tür boşama şekli Kur'an-ı Kerim'de sözkonusu
edilmemiştir.
Bunun (yani tek sözde üç
defa boşamanın) bir talak olarak vaki olduğunu kabul edenler ise üç hadisi
delil gösterirler: Bunların birincisi Tavus ve Ebu's-Sahba ve İkrime yoluyla
gelen İbn Abbas hadisidir. İkincisi ise İbn Ömer'in hanımını üç defa boşadığına
Hz. Peygamber'in de hanımına dönmesine dair emir verdiğine ve bunun bir boşama
olarak sayıldığına dair gelen rivayettir. üçüncü delilleri de şudur: Rükane
hanımını üç defa boşamış Rasülullah (s.a.v.) ise hanımına dönmesini emretmiş
idi. Dönmesini emretmesi ise tek bir boşamanın vaki olmasını gerektirmektedir.
Bu hadislere dair verilecek
cevap Tahavı'nin sözkonusu ettiği şekliyle şöyledir: Said b, Cübeyr, Mücahid,
Ata, Amr b. Dinar, Malik b. el-Huveyris, Muhammed b. İyas el-Bukeyr, en-Numan
b. Ebi Ayyaş, İbn Abbas'tan hanımını üç defa boşayan kimse hakkında rivayet
ettiklerine göre bu kimse Allah'a isyan etmiş ve karısı da ondan bain talak ile
boşanmış olur. İşte bu, büyük imamların İbn Abbas'tan yaptıkları ve cemaatın
görüşüne uygun olan rivayet de Tavus ve başkalarının rivayetlerinin zayıf
olduğuna delil vardır. İbn Abbas gibi bir kimse ise kendi kişisel görüşüne
meyledip ashab-ı kirama muhalefet etmezdi.
İbn Abdi'l-Berr der ki:
Tavus'un rivayeti bir vehm ve bir yanlışlıktır ki Hicaz'da, Şam'da, Irak'ta,
Meşrik ve Mağribde bulunan fukahadan herhangi bir kimse buna iltifat etmemiştir.
Denildiğine göre İbn Abbas'ın azadlıları arasında Ebu's-Sahba diye bir kişi
bilinmemektedir.
Kadı Ebu'l-Velid el-Baci
der ki: "Bana göre İbn Abbas'tan buna dair gelen rivayet sahihtir. Çünkü
ondan Ma'mer, İbn Cüreyc ve diğer imamlar ile İbn Tavus gibi bir imam rivayette
bulunmuşlardır. Bu rivayetlerinde işaret ettikleri hadis-i şerif ise İbn
Tavus'un babasından onun da İbn Abbas'tan şöyle dediğine dair yaptıkları
rivayettir: Rasülullah (s.a.v.) dönemi ile Ebu Bekir döneminde ve Ömer b.
el-Hattab (r.a)'ın halifeliğinin ilk iki yılında üç defa boşama bir tek boşama
idi. Ömer (r.a) dedi ki: Lehlerine ağırca hareket etmeleri mümkün olan bir
hususta insanlar işi aceleye getirdiler. Biz de onların aleyhlerine olarak bu
aceleyi geçerli kılsak (nasıl olur?) demiş ve bunu aleyhlerine geçerli
kılmıştır.
Bu hadisin anlamı şudur:
İnsanlar, şu anda yapılan üç boşama yerine tek bir boşamada bulunuyorlardı.
Böyle bir açıklamanın doğruluğuna Hz. Ömer'in şu sözleri delildir: İnsanlar
ağırca hareket etmeleri mümkün olan bir işte acele ettiler, diyerek ağırca
hareket etmek imkanına sahip oldukları bir hususta acele davranıp boşamayı
ihdas ettiler. Peygamber (s.a.v.)'ın döneminde, İslam'ın ilk yıllarında eğer
onlar bu durumda olsalardı, Hz. Ömer böyle demez ve ağırca hareket etme
imkanına sahip oldukları bir işte acele etmelerinden dolayı onları ayıplamazdı.
Yine böyle bir açıklamanın doğruluğunun delili İbn Abbas'tan birkaç yoldan
gelen ve bir arada talak veren kimsenin bu sözleriyle üç boşamanın sözkonusu
olacağına dair verdiği fetvadır. Eğer İbn Tavus'un rivayet ettiği hadisin
anlamı bu ise bizim de zaten söylediğimiz budur. Şayet İbn Abbas'ın hadisi
sözüne ehemmiyet verilmeyen kimselerin yaptıkları te'vile göre açıklanacak olur
ise, İbn Abbas çoğunluğun (cemaatin) görüşünü kabul etmiş ve böylelikle bu
hususta icma gerçekleşmiş demektedir. Kıyas bakımından bizim delilimiz ise
şudur: Bu böyle bir imkana sahip olan kimsenin yaptığı bir talaktır. O bakımdan
bu talakın o kimse için bağlayıcı olması gerekir. Bu kıyasın asıl delili ise o
boşamayı tek olarak yaptığı takdirde vaki olacağıdır. (üç talakı birlikte
yapması da bunun gibi olur)."
Derim ki: el-Baci'nin
getirdiği bu açıklama aynı zamanda el-Kiya et-Taberi'nin hadis alimlerinden
naklettiği anlamı ifade eder. Yani onlar, şimdi üç defa yapılan boşamayı bir
defa olarak yapıyorlardı. Yani her bir kar'da bir defa talak veriyorlardı.
Onlar bütün iddet boyunca kadın bain olup iddeti bitinceye kadar birer defa
talak veriyorlardı. Kadı Ebu Muhammed Abdülvehhab der ki: Yani insanlar o
dönemde tek bir talak vermekle yetiniyorlardı. Daha sonra Hz. Ömer döneminde
çokça üç talak vermeye başladılar. Kadı (Ebu Muhammed) dedi ki: İşte ravinin:
İnsanlar Ömer döneminde üç defa talak vermekte işi aceleye getirdiler, o da
onların aleyhlerine bu aceleyi gerçekleştirdi, sözüne en uygun açıklama budur.
Yani bu üç defa boşamanın hükmünü onlar için geçerli kıldı.
İbn Ömer'in hadisine
gelince Darakutni'nin Ahmed b. Sabih'ten, onun Tarif b. Nasıh'ten onun Muaviye
b. Ammar ed-Duhni'den onun Ebu Zübeyr'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Ben İbn Ömer'e ay hali iken hanımını üç defa boşayan bir adam hakkında soru
sordum. Bana şöyle dedi: İbn Ömer'in kim olduğunu biliyor musun? Ben: Evet
dedim. O da şöyle dedi: Rasülullah (s.a.v.)'ın döneminde ay hali iken hanımımı
üç defa boşadım. Rasülullah (s.a.v.) benim üç boşamamı sünnete uygun hale
getirdi. Darakutni der ki: Bunların hepsi Şia'dandır. Hadisin hıfzedilen
şekline göre ise İbn Ömer, ay hali iken hanımını bir defa boşamıştır.
(Darakutni, IV, 7)
Ubeydullah dedi ki: İbn
Ömer hanımını ay hali iken bir defa boşamıştır.
Ancak o sünnete aykırı
hareket etmiştir. Salih b. Keysan, Musa b. Ukbe, İsmail b. Umeyye, Leys b. Sa'd
İbn Ebi Zi'b, İbn Gü'eyc, Cabir ve İsmail b. İbrahim b. Ukbe de Nafi'den
naklettiklerine göre İbn Ömer hanımını bir defa boşamış idi. ez-Zühri de
Salim'den o babasından, o Yunus b. Cübeyr'den, eşŞa'bi ve el-Hasen'den böylece
nakletmiştir. Rükane'nin naklettiği hadise gelince, denildiğine göre bu
muzdarıp ve munkati' bir hadistir. Delil olabilecek bir şekilde muttasıl bir
senetle nakledilmiş değildir. Bunu Ebu Davüd, İbn Cüreyc'den o Ebu Rafi'in
oğullarından birisinden nakletmiştir ki, bunlar arasında rivayetiyle delil
gösterilecek kimse yoktur ve bunlar İkrime'den ve o da İbn Abbas'tan yoluyla
nakletmişlerdir. Ebu Davud bu hadis hakkında şöyle demiştir: Rükane b. Amr
Yezid hanımını üç defa boşamıştı. Rasülullah (s.a.v.) ona: "Hanımına
dön" diye buyurdu.
Yine bunu değişik
yollardan Nafi b. Uceyr'den rivayet ettiğine göre Rükane b. Abd Yezid hanımını
"Elbette (kesin olarak, üç)" diye boşamış, Rasülullah (s.a.v.) ona
bununla neyi kastettiğini yemin vererek sormuş, o da bir defadan başka boşamayı
kastetmediğine dair yemin etmiş, bunun üzerine Hz. Peygamber de hanımını ona
geri vermiştir. İşte bu hem isimde hem de yapılan işde bir ızdırabın olduğunu
ifade eder. Buna benzer birşey delil diye gösterilemez.
Derim ki: Bu hadisi
değişik yollardan Darakutni de Sünen'inde rivayet etmiştir. Bu yollardan
birisinde şöyle demektedir: "Bize Muhammed b. Yahya b. Mil-das anlattı,
bize Ebu Davüd es-Sicistani anlattı, bize Ahmed b. Amr b. es-Serh ile Ebu Sevr
b. İbrahim b. Halid el-Kelbi ve daha başkaları anlatarak dediler ki: Bize
Muhammed b. İdris eş-Şafii anlattı, bana amcam Muhammed b. Ali b. Şafi'
anlattı. Amcam Abdullah b. Ali b. es-Saib'den o Nafi b. Uceyr b. Abd Yezid (b.
Rükane)dan dedi ki: Rükane b. Abd b. Yezid hanımı Müzeyneli Süheyme'yi, elbette
talakı ile boşadı. Peygamber (s.a.v.)'a durumu haber verdi ve Allah'a yemin
ederim yalnızca bir defa boşamayı kastettim dedi. Rasülullah (s.a.v.) ona:
"Vallahi yalnızca bir defa boşamayı mı kastettin?" diye sorunca
Rükane tekrar: Vallahi ben o sözümle yalnızca bir defa boşamayı kastettim,
dedi. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.) hanımını ona geri verdi. Hanımını
ikinci defa Hz. Ömer b. el-Hattab döneminde üçüncüsünü de Hz. Osman zamanında
boşadı. Ebu Davüd dedi ki: Bu sahih bir hadistir."
Buna göre Rükane ile
ilgili hadislerden sahih olanın ifadesine göre o hanımını elbette talakı ile
boşamış, üç defa boşamamıştır. Elbette talakı hakkında ise ileride açıklanacağı
üzere ihtilaf edilmiştir. O bakımdan yine bu hadisin delil gösterilmesi
sözkonusu olmaz. Allahu Teala'ya hamdolsun. Doğrusunu en iyi bilen de
Allah'tır.
Ebu Ömer (b.
Abdi'l-Berr) der ki: Rükane hadisinin Şafii'nin amcasından yaptığı rivayeti
daha eksiksizdir. Asıl delillerin reddetmediği bir fazlalığı da ihtiva
etmektedir. Dolayısıyla o fazlalığı nakledenlerin, sika raviler olmaları
sebebiyle kabul edilmesi icabeder. Şafii, amcası ve dedesi Rükane'nin ailesine
mensupturlar. Bunların hepsi de Abdülmuttalib b. Abdimenaf oğullarındandırlar.
Onlar, karşı karşıya kaldıkları olayı en iyi bilenlerdir.
Talakın Çeşitleri ve üç
Talakı Bir Defada Vermek:
Ahmed b. Muhammed b.
Muğis et-Tulaytuli bu mes'eleyi Vesaik'inde zikrederek der ki: Boşama iki
türlüdür: Sünnet üzere boşama ve bid'at üzere boşama. Sünnet üzere boşama
şeriatın mendup olarak gösterdiği şekle uygun olarak yapılandır. Bid'at olan
boşama ise bunun zıddıdır. Bu ise mesela, hanımını ay hali iken, lohusa iken
boşaması veya bir sözde üç defa boşamasıdır. Bunları yaptığı takdirde boşama
gerçekleşir. İlim ehli, hanımını bu şekilde bid'at üzere boşayanın hanımını
boşamış olacağını icma ile kabul etmekle birlikte, kaç defa boşamış olacağı
hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Ali b. Ebi Talib ve İbn Mes'ud bir defa
boşamış olacağını söylerler. İbn Abbas da böyle demiştir. Ayrıca der ki: Onun
"üç" demesinin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü üç defa boşamada bulunmuş
değildir. Ancak geçmişi haber verdiği takdirde üç defa boşama hakkında
söyleyeceği söz kabul edilir ve:
Üç defa boşadım, derse
bu daha önce üç ayrı vakitte kendisinin işlemiş olduğu üç ayrı fiili haber
vermiş olur. Böyle bir kimsenin durumu: Dün şu sureyi üç defa okudum, demesine
benzer. İşte bu sahihtir. Şayet bir defa okumuş olsaydı ve yine de: Ben onu üç
defa okudum, deseydi yalan söylemiş olurdu. Yine üç defa Allah adına yemin
ederek yeminini tekrarlayacak olursa, bu üç tane yemin olur. Bir defa yemin
edip üç defa Allah adına yemin ediyorum, diyecek olsa bu kimse yalnızca bir
defa yemin etmiş olur. Talak da onun gibidir.
ez-Zübeyr b. el-Avvam ve
Abdurrahman b. Avf da böyle demişlerdir. Biz de bütün bunları İbn Vaddah'tan da
rivayet ettik. Kurtubalı ilim adamlarından İbn Zinba' Şeyh Huda, Muhammed b.
Taki b. Mahled, Muhammed b. Abdusselam el-Haseni ile çağının biricik ilim adamı
asrının fakihi Esbağ b. elHubab ve onların dışında bir grup da bu görüşü ifade
etmişlerdir.
İbn Abbas'ın
delillerinden birisi de şudur: Şanı Yüce Allah Kitab-ı Kerim'inde
"talak" lafzını ayrı ayrı zikretmiştir. İsmi aziz olan Rabbimiz:
"Boşama iki defadır" diye buyurmuştur. O bununla kendisinden sonra
iyilikle tutmanın sözkonusu olduğu talakın azami sayısını kastetmektedir ki, iyilikle
tutmak, iddet içerisinde dönüş yapmaktır. Yüce Allah'ın: "Veya güzellikle
salmaktır" buyruğunun anlamı ise iddeti bitinceye kadar dönüş (ric'at)
yapmaksızın hanımı öylece terketmektir. Bunda da eğer aralarında pişmanlık vaki
olur ise o kadına bir ihsan, bir iyilik vardır. Yüce Allah da şöyle
buyurmaktadır: "Bilmezsin, belki Allah bundan sonra bir iş yapıverir.
"(et-Talak, 1) Bununla ayrı kalmaya pişmanlık ve dönüş yapmaya arzuyu
ifade etmek istemektedir. üç talakın verilmesi güzel değildir. Çünkü bu şekilde
talak vermekle şanı Yüce Allah'ın genişlik verdiği ve kendisine dikkat çektiği
bir ruhsatı terketmek sözkonusudur. Şanı Yüce Allah'ın "talak"ı ayrı
ayrı sözkonusu etmesi, birarada sözkonusu edilmesi halinde bunun tek bir lafız
olduğunun da delilidir. Müdevvene'den buna delalet edebilecek şeyler, birden
çok mes'eleye kıyas edilerek tahriç edilebilir. Buna bir örnek olmak üzere şunu
zikredebiliriz: Bir kimse; benim malım yoksullar arasında sadaka olsun, dese
üçte biri bunun için yeterli olur. İbnu'l-Münzir'in el-işraf'ında da şöyle
kaydedilmektedir: Said b. Cübeyr, Tavus, Ebu'ş-Şa'sa, Ata ve Amr b. Dinar şöyle
derlerdi: Bakire bir kızı üç talak ile boşayan bir kimsenin bu boşaması bir
talak olur.
Derim ki: Bu kanaatte
olanlar şunu da delil gösterebilir ve şöyle diyebilirler: Kendisiyle gerdeğe
girilmemiş kızın iddeti olmaz. Eğer kocası: Sen üç defa boşsun diyecek olursa,
"sen boşsun" sözünü bitirmekle birlikte karısı ondan bain olur. Buna
göre "üç defa" sözü o kadın hakkında bain iken varid olmuş olur ki,
bunun herhangi bir etkisi olmaz. Çünkü "sen boşsun" sözü kendi başına
ve bağımsız bir sözdür. O bakımdan kendisiyle duhül olmamış hakkında beynünetin
daha sonra söylenecek söze bağlı olarak ortaya çıkmaması icabeder. Çünkü
beynunetin aslı "sen boşsun" demekle gerçekleşir.
6- Lafızları
Bakımından Talak (Sarih ve Kinaye):
İmam Şafii, Yüce
Allah'ın: "Veya güzellikle salmaktır" buyruğuyla: "Ve güzel bir
şekilde salıverin" (el-Ahzab, 49) buyruklarını delil göstererek
salıvermenin (tesrih) boşamanın sarih lafızlarından birisi olduğunu
söylemiştir. Bu hususta ise ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.
Kadı Ebu Muhammed, sarih
lafızların herhangi bir şekilde talak lafzını ihtiva eden lafız olduğunu
söyler. Mesela; sen boşsun (talikun) yahut sen boşanmışsın (mutallakatun) yahut
seni boşadım (tallaktuki) veya "talak" lafzını kullanırsa artık o
boşama onun için geçerli olur (bağlayıcıdır). Bunun dışında kalan ve boşama
hakkında kullanılan diğer lafızlar ise kinaye lafızlarıdır. Ebu Hanife de böyle
demiştir.
Kadı Ebu'l-Hasen ise
şöyle demiştir: Talakın sarih lafızları pek çoktur. Kimi lafızlar kimisine göre
daha açıktır: Talak, serah (salıvermek); firak (ayrılmak), haram, haliyye
(serbest bırakılmak) ve beriyye (salınmış, kendiliğinden uzaklaşılmış) gibi.
Şafii de der ki: Sarih
lafızlar üç tanedir. Bunlar ise Kur'an-ı Kerim'de varid olan talak, serah ve
firak lafızlarıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''... yahut marufile
onlardan ayrılın. ''(talikühunne)" (et-Talak, 2); "Veya güzellikle
salmaktır (tesrih)" Bir başka yerde de: "Kadınları boşadığınız zaman
iddetleri vaktinde boşayın (talak)" (Talak, 1) diye buyurmaktadır.
Derim ki: Bu durum bu
şekilde anlaşıldığına göre talak sarih ve kinaye olmak üzere iki türlüdür.
Sarih sözünü ettiğimiz şekildedir. Kinaye ise bunun dışında kalan boşama
şeklidir. Aralarındaki fark şudur: Sarih sözün ayrıca niyye te ihtiyacı yoktur.
Mücerred lafız ile talak meydana gelir. Kinaye lafzın ise niyete ihtiyacı
vardır.
"Haram, haliyye ve
beriyye" lafızlarının talakın sarih sözlerinden olduğunu söyleyenlerin
delili, bu kelimelerin artık talak lafzı diye bilinecek kadar boşama hakkında
çokça kullanılmalarıdır. O bakımdan bu kelimeler, talakın meydana gelmesi
hususunda apaçık ve net lafızlar haline gelmişlerdir. Tıpkı yerin alçak olan
tarafları hakkında ilk olarak söylenen "el-ğait" lafzı gibidir. Daha
sonra bu lafız mecaz yoluyla def-i hacete gitmek için kullanılmıştır. O
bakımdan bu anlamı ile bu kelime ilk olarak kullanıldığından daha açık, net ve
daha ünlü bir anlam olmuştur. İşte bizim bu meselemiz de bunun gibidir. Diğer
taraftan Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: "Eğer talak bin tane olsa bile
"elbette" lafzı ondan geriye hiçbir şey bırakmazdı. Buna göre kim
elbette diye boşayacak olursa o en ileri noktayı ifade etmiş olur." Bunu
da Malik rivayet etmiştir.
Darakutni de Hz. Ali'den
şöyle dediğini rivayet etmektedir; "Haliyye, beriyye, elbette, bain ve
haram" lafızları üç talaktır. Ondan başka bir koca nikahlamadıkça bir daha
ona helal olmaz. (Darakutni, IV, 32
)
Peygamber (s.a.v.)'dan
da nisbeten leyyin olan bir yolla elbettenin üç talak olduğu rivayeti
nakledilmiştir ki bunu da Darakutni rivayet etmiştir. (Darakutni, IV, 20)
İleride Yüce Allah'ın;
"Allah'ın ayetlerini oyuncak edinmeyin'' (el-Bakara, 231) buyruğunu
açıklarken bu hadis inşaallah gelecektir.
7- Açık ve Kapalı
(Kinaye) ''Talak (Boşama)'' Lafizları ile ilgili Görüşler:
Karısına: "Seni
boşadım (tallaktuki)" diyen kimsenin bu sözünün ister kendisiyle gerdeğe
girilmiş, ister girilmemiş hanımı hakkında sarih boşama olduğu hususunda görüş
ayrılığı yoktur. Her kim hanımına; "Sen boşsun (talikun)" diyecek
olur ise bu bir defa boşamadır, daha fazlasını niyet etmesi müstesna. Eğer iki
ya da üç defa boşamayı niyet ederse niyeti onun için bağlayıcıdır. Hiçbir
niyeti yoksa geri dönme (ric'at) imkanı olan tek bir boşama olur. Şayet; sen
boşsun (talikun) demekle birlikte, ben onun bağından boş olmasını kastettim,
diyecek olursa onun bu açıklaması kabul edilmez ve boşama onun için bağlayıcı
olur. Ancak ortada doğru söylediğine delalet edebilecek birşey bulunması
müstesna. Bir kimse bir defa; "sen boşsun" deyip; "Sana dönüşüm
(ric'atim) de yoktur" ibaresini eklerse daha sonra söylediği:
"Sana ric'atim
yoktur" sözü batıldır. Tek bir defa söylediğinden dolayı da ric'at hakkı
vardır. Çünkü bir defa boşamak üç talak olmaz. Şayet: "Benim sana ric'atim
yoktur" sözü ile üç defa boşamayı niyet ederse Malik'e göre bu üç defa
talak olur.
Karısına: Senden
ayrıldım (firak) yahut seni salıverdim (serah) yahut seni başıboş bırakıyorum
(haliyye) yahut salıveriyorum (beriyye) yahut benden bainsin veya ipin omuzunda
olsun veya sen bana haramsın yahut ailenin yanına git veya seni ailene
bağışladım veya seni serbest bıraktım yahut benim senin aleyhine bir yolum yoktur;
diyen kimse hakkında fukaha farklı görüşlere sahiptir. Ebu Hanife ve Ebu Yusuf
der ki: Bu bain bir talaktır. Bu görüş İbn Mes'ud'dan da rivayet edilmiştir.
Onun şöyle dediği de rivayet edilmektedir: Kişi karısına: Sen işinde
müstakilsin veya işin senin elindedir yahut ailene git, diyecek olursa bunu
bain tek bir talak olarak kabul etmişlerdir.
İmam Malik'ten de
karısına: Ben senden ayrıldım yahut seni salıverdim diyecek olursa bunun sarih
boşama olduğu rivayet edilmiştir. Tıpkı: Sen boşsun (talikun) demesi gibidir.
Yine ondan bu lafzın kinaye olduğu ve söyleyenin niyetine başvurulacağı, kaç
boşama kastettiğinin sorulacağı da rivayet edilmiştir. Kadın ile zifafa ister
girilmiş olsun ister girilmemiş olsun.
İbnu'l-Mevvaz der ki:
Kendisiyle zifafa girilmemiş kadın hususunda iki görüşünden daha sahih olanı
daha fazla niyyet etmedikçe, bunun tek bir boşama olacağıdır. İbn Kasım ve İbn
Abdilhakem de böyle demiştir.
Ebu Yusuf ise der ki:
Böyle bir boşama üç talaktır. Seni hal' ettim (bıraktım) veya benim senin
üzerinde malik olduğum birşeyim yoktur sözü de böyledir.
Sair kinaye lafızları
ise, kendisiyle gerdeğe girilmiş bütün kadınlar hakkında Malik'e göre üç
talaktır. Bu sözü söyleyenin niyetine başvurulmaz. Ancak kendiSiyle gerdeğe
girilmemiş kadın hakkında niyetine başvurulur. Şayet bu konuda yemin eder ve:
Ben yalnızca bir boşamayı kastettim diyecek olursa o takdirde o da o kadına
talip olabilecek kimselerden bir talip olabilir. Çünkü kocasının kendisiyle
duhulu olduğu bir kadın üç talaktan başkası ile bain olmaz ve ondan beri
kalmaz. Kendisiyle duhul olmamış bir kadını ise tek bir boşama serbest bırakır,
bain kılar ve ondan boşatır.
Malik'ten ve onun
arkadaşlarından bazılarından rivayet edildiğine göre ki bu aynı zamanda Medine
halkından bir topluluğun da görüşüdür- bütün bu lafızlarda onun niyetine
başvurulur ve talaktan neyi niyet ettiyse o niyet onun için bağlayıcı olur.
İmam Malik'ten sair
kinaye lafızları arasından özel olarak "elbette" lafzı hakkında şu
rivayet edilmiştir: İster kendisiyle gerdeğe girilmiş olsun, ister girilmemiş
olsun bu konuda kocanın niyetine başvurulmaz.
es-Sevri Ebu Hanife ve
arkadaşları ise şöyle demektedir: Bütün bu hususlarda onun niyeti ne ise odur.
Eğer üç talak niyet etmişse üç talaktır, bir talak niyet etmişse bir bain
talaktır ve kadın kendisi hakkında tasarruf ta bulunma hakkına daha çok
sahiptir. Şayet iki talakı niyet etmişse tek bir talak olur.
Zufer ise der ki: Eğer
iki talak niyet etmiş ise iki talaktır.
Şafiii der ki: O bütün bu
hallerde; ben ağzımdan sözün çıkmasıyla birlikte talak olmasını istemiştim,
demedikçe karısını boşamış olmaz. Böyle diyecek olsa o vakit niyet ettiği ne
ise o olur. Şayet üçten aşağısını niyet etmişse bu ric'ı bir talak olur. Eğer
bir bain talak ile boşamış ise yine ric'i bir talak olur.
İshak da der ki:
Boşamaya (talaka) benzeyen her bir söz, niyet ettiği boşamaya göredir. Ebu Sevr
ise der ki: Bu gibi sözler ric'i bir boşamadır ve niyeti hakkında ona soru
sorulmaz.
İbn Mes'ud'dan rivayet
edildiğine göre o, hul' yahut ila dışında herhangi bir boşamanın bain bir talak
olduğu görüşünde değildi. Ondan bellenen rivayet bu şekildedir. Bunu Ebu Ubeyd
söylemiştir.
Buharı ise şöyle bir
başlık kullanır: "Senden ayrıldım yahut seni salıverdim veya sen serbestsin
yahut başıboşsun veya talak kast edilen bir söz söylediği takdirde bu, onun
niyetine göredir." Onun: "Veya talak kastedilen bir söz söylediği
taktirde" şeklindeki ifadesi Kufelilerin, Şafii ve İshak'ın görüşlerine
bir işaretidir. Bu hususta ki delil de şudur: Talak olma veya olmama ihtimali
bulunan her bir sözün, o sözü söyleyen kimse bununla talakı kastettiğini
söylemedikçe onun için talak olarak kabul edilmesi caiz olmaz. Eğer bu konuda
ikrarda bulunursa o vakit ikrarı ile boşaması sözkonusu olur. Aksi takdirde
nikahı iptal etmek caiz olmaz. Çünkü yakin ile nikahın sıhhati üzerine icma
vardır.
Ebu Ömer der ki: Kişinin
hanımına: İddet bekle yahut ben seni serbest bıraktım yahut ipini omuzuna al
sözünün anlamı hakkında Malik'ten farklı görüşler gelmiştir. Bir seferinde;
niyetine başvurulmaz ve üç defa boşamadır, derken bir seferinde de bütün
bunlarda onun niyetine başvurulur. İster kadın ile zifafa girilmiş olsun ister
girilmemiş olsun, der. Ben de bu görüşteyim.
Derim ki: Cumhurun kabul
ettiği ve Malik'ten de bu lafızlarda niyetine başvurulur ve ona göre onun
hakkında hüküm verilir, şeklindeki rivayet sahih olan görüştür. Çünkü
zikrettiğimiz delil ile Ebu Davud, İbn Mace, Darakutni ve başkalarının rivayet
ettiği şu hadis-i şerif bunu gerektirmektedir. Bu muhaddislerin, Yezid b.
Rukane'den rivayetlerine göre Rükane b. Abd Yezid hanımı Süheyme'yi elbette ile
boşamıştı. Durumu Peygamber (s.a.v.)'e haber verince Hz. Peygamber ona:
"Yalnızca bir defa boşamayı kastettiğine dair Allah adına yemin eder misin?"
diye sormuş Rükane de: Allah'a yemin ederim yalnızca bir defa boşamayı
kastettim, deyince Resulullah (s.a.v.) hanımını ona geri vermiş idi. İbn Mace
der ki: Ebu'l-Hasen et-Tanafisı'yi şöyle derken dinledim: Bu hadis ne kadar da
şereflidir.
Malik de karısına: Sen
benim için meyte, kan ve domuz eti gibisin, diyen adamın bu sözleri hakkında
şöyle demiştir: Görüşüme göre bu "elbette" gibidir. Bu konuda niyeti
olmasa dahi. Bir başka koca ile evlenmedikçe ona helal olmaz.
Şafii'nin görüşüne göre
ise, eğer o bu sözleriyle talakı kastetmiş ise kastettiği talak sayısı kadar
bir talaktır. Şayet talak kastetmemiş ise yemin ettikten sonra herhangi birşey
sayılmaz.
Ebu Ömer der ki: Talaka
dair bütün kinaye sözlerde bu konudaki asıl delil Peygamber (s.a.v.)'ın kendisiyle
evlenip de: "Senden Allah'a sığınıyorum" diyen kadına: "Sen
himayeye alan birisine sığındın, haydi ailene git" şeklindeki sözleridir.
İşte bu bir talak idi. Diğer taraftan Ka'b b. Malik de Rasülullah (s.a.v.)
kendisine hanımından ayrılmasını emredince hanımına: Ailenin yanına git, demiş
bu ise talak olmamıştı. İşte bu böyle bir sözün niyete ihtiyacı olduğunun ve
ancak bu sözü söyleyenin niyetine göre onun hakkında hüküm verileceğinin
delilidir. İşte ayrılmaya da diğer manaya da gelme ihtimalleri bulunan sair
kinaye lafızlarının durumu da böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Talak lafızlarından
olmayıp ayrılmayı kinaye yoluyla ifade etmek için de kullanılmayan sözlere
gelince; ilim adamlarının çoğunluğuna göre bu sözlerden herhangi birisini söyleyen
kişi boşamayı kastetse dahi, talakın vaki olduğunu kabul etmezler. İmam Malik
ise şöyle der: Lafız her ne olursa olsun söylediği sözle boşamayı kasteden
herkes boşamış olur. Hatta; ye, iç, otur, kalk sözlerini söylese bile. Şu kadar
var ki; mezhebine mensup ilim adamları dışında bu konuda İmam Malik'e uyan
kimse yoktur.
[ - ]
Bu buyruğun:
"Onlara verdiklerinizden birşeyalmanız sizin için helal olmaz. Meğer ki
ikisi Allah'ın sınırlarına riayet edememekten korksunlar. Eğer onların Allah'ın
sınırlarını koruyamayacaklarından korkarsanız o halde kadının fidye vermesinde
her ikisi için de vebal yoktur. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır, onları
aşmayınız. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerin ta
kendileridir" bölümüne dair açıklamalarımızı da onbeş başlık halinde
sunacağız:
1- Kocalara Hitap:
Yüce Allah'ın:
"Onlara verdiklerinizden birşeyalmanız sizin için helal olmaz"
buyruğunda kocalara hitap edilmektedir. Kocalara zarar vermek suretiyle
eşlerinden birşeyler almaları yasaklanmaktadır. İşte ancak tek başına kocanın
zarar görmemesi halinde sahih olabilen hul' budur. Özellikle de erkeklerin
hanımlarından verdiklerinden söz edilmesi insanlar arasındaki örfün ayrılık ve
işlerin bozulması esnasında, kocanın hanımına verdiği elinden çıkan mehir ve
çeyizleri geri istemesidir. İşte bundan dolayı özellikle ondan söz edilmiştir.
Yüce Allah'ın:
"Onlara verdiklerinizden ... helal olmaz" buyruğun Yüce Allah'ın:
"Boşama iki defadır" buyruğu ile; "Eğer onu boşarsa..'' (el-Bakara,
230) buyrukları arasında yer almış ve ayrı bir hususu dile getiren bir ara
cümlesidir.
2- Boşama Karşılığında
Fidye Almanın Hükmü:
Cumhur boşama
karşılığında fidye almanın caiz olduğu görüşündedir. İtaatsizliğin ve
geçimsizliğin kadın tarafından olması hali dışında, kadının malını almanın
haram olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. İbnu'l-Münzir'in naklettiğine göre
ise en-Nu man (b. Sabit yani Ebü Hanife) şöyle demiştir: Eğer zulüm ve
serkeşlik erkek tarafından olduğu halde yine de kadın onunla hul' yaparsa
(kendisini boşaması karşılığında kocasına bir bedel ödemeyi kabul ederse) bu
caiz ve geçerlidir, fakat koca günahkardır. Onun yaptığı bu iş ona helal olmaz.
Bununla birlikte aldıklarını geri vermesi için de mecbur edilmez. İbnu'l-Münzir
der ki: Bu onun Allah'ın Kitabının zahirine muhalif bir sözüdür. Aynı şekilde
Peygamber (s.a.v.)'den sabit olmuş habere de muhaliftir. Bu konuda ilim ehlinin
genel olarak icma'ına da muhaliftir. Bir kimseye Hata olanı talep etmekte azami
bir gayret göster, denilecek olsa Kitap da bir şeyin haram olduğunu açıkça
ifade etmişken bir kişinin kalkıp nassa muhalif olarak ve ona karşı ifade
kullanıp: Hayır bu caiz olur ve aldığını geri ödemesi için mecbur edilmez,
demesinden daha büyük bir iş ile karşılaşılabileceğini de zannetmiyorum.
Ebu'l-Hasen b. Battal der ki: İbnu'l-Kasım da Malik'ten bunun benzeri bir
görüşü rivayet etmiştir ve bu Yüce Allah'ın Kitabının zahirine de -ileride
gelecek olan- Sabit'in hanımı ile ilgili hadise de muhaliftir.
3- Erkeğin Fidye Alması
ve Devlet'in Hul' Yetkisi:
Yüce Allah: "Meğer
ki ikisi Allah'ın sınırlarına riayet edememekten korksunlar" buyruğu ile
her ikisinin de Allah'ın sınırlarını yerine getirememekten korkmaları sözkonusu
olmadıkça, erkeğin, hanımından birşeyler almasını haram kılmaktadır. Haddi aşan
kimseleri tehdit etmek suretiyle de bu haramlığı pekiştirmektedir. Buyruğun
anlamı şudur: Onlardan her birisi kendisi hakkında kanaatince, içindeki bir
tiksinti dolayısıyla, eşine karşı yerine getirmesi gereken nikahın yükümlülüklerini
yerine getirememekten dolayı her birisi korkacak olursa, kadının fidye
vermesinde de bir vebal yoktur, kocanın bunu almasında da bir vebal yoktur.
Burada hitap eşlerin her ikisinedir. "Korksunlar" buyruğundaki zamir
her ikisine aittir. "Riayet edememekten" buyruğu da ikisinden söz
etmektedir.
Şöyle de denilmiştir:
Buradaki "korkmak" bilmek anlamındadır. Yani her ikisi de Allah'ın
sınırlarına riayet edemeyeceklerini bilmeleri halinde; demektir ki, gerçek
anlamda korku işte budur. Bu ise hoş olmayan birşeye düşmek korkusu ve
endişesidir. Bu da zann anlamına yakın bir mana ifade eder.
Diğer taraftan
"meğer ki ikisi .. korksunlar" buyruğu munkati' bir istisnadır. Yani,
eğer o kadınlardan bir serkeşlik görürseniz, siz erkeklerin fidye almanızda bir
vebal yoktur.
Hamza burada yeralan:
"Meğer ki ... korksunlar" buyruğunu "ya" harfini ötreli
meçhul bir fiil olarak okumuştur. (Anlamı: Meğer ki .. korkutulsunlar, şeklinde
olur.) Bunun naib-i faili hazfedilmiştir ki bunlar ise yöneticiler ve hakimlerdir.
Ebu Ubeyd de bu okuyuşu tercih etmiştir. O der ki: Çünkü Yüce Allah -bundan
sonra- " .. korkarsanız" diye buyurmaktadır. Böylelikle burada
"korkma"nın karı kocadan başkasına ait olduğu ifade edilmektedir.
Eğer burada Yüce Allah karıkocayı kastetmiş olsaydı "korkarlarsa"
derdi. İşte bunda hul' yapma yetkisi sultana (devlete) aittir, diyenlerin
lehine bir delil vardır.
Derim ki: Bu Said b.
Cübeyr, el-Hasen ve İbn Sirin'in görüşüdür. Şu'be der ki: Katade'ye dedim ki:
el-Hasen hul'un devlet yetkisinde olduğu görüşünü kimden aldı? o: Ziyad'dan
dedi. Ziyad Hz. Ömer ile Hz. Ali'nin valisi idi. enNehhas der ki: Ziyad'in bu
görüşte olduğu bilinmektedir. Ancak bu görüşün bir anlamı yoktur. Çünkü koca
hanımı ile karşılıklı olarak razı olacakları esasa göre hul' yapar. Sultan
(devletin yetkili organları) ise bu konuda kocayı mecbur etmez. Yine bu
sultanın yetkisindedir, demenin de anlamı yoktur. Ayrıca o Ebu Ubeyd'in bu
kıraati tercih ettiğini de kabul etmemekte ve reddetmektedir. Ben onun böyle
bir okuyuşu seçme ihtimalinden daha uzak birşey de bilmiyorum, demiştir. Çünkü
böyle bir okuyuşu ne i'rab ne lafız ne de bir mana gerektirmektedir. İ'rabın
bunu gerektirmediğini şöyle açıklayabiliriz, Abdullah b. Mes'ud "meğerki
... korksunlar" buyruğunu "meğerki korkasınız" diye okumuştur.
Bu ise Arap dilinde eğer meçhul bir fiile döndürülecek olursa "Meğer ki
... korkulsun" denilir. Lafız yönünden uygun olmadığına gelince, eğer
meçhul okuyuş "korksunlar" kelimesi için sözkonusu olursa "eğer
korkulursa" denilmesi gerekirdi. Şayet "eğer korkarsanız"
buyruğu hakkında sözkonusu olursa: "Meğer ki ... korkutulursunuz"
demek icab ederdi. Anlam açısından bunun uzak oluşuna gelince; gerçek şu ki
onlara vermiş olduklarınızdan birşeyalmanız sizden başkasının korkması hali
dışında helal olmaz; denilmesi gerekirdi ki, bu da uzak bir ihtimaldir. Çünkü
Yüce Allah burada; erkek adına o kadından bir fidye almanızda sizin için bir
vebal yoktur, diye buyurmamaktadır ki; hul' yapma sultanın (devletin yetkili
organlarının) yetkisinde olsun.
Tahavi der ki: Hz. Ömer,
Hz. Osman ve İbn Ömer'den sultan olmaksızın da hul'un caiz olduğu sahih olarak
sabit olmuştur. Nasıl ki talak ve nikah sultanın yetkisine bağlı olmayarak caiz
oluyorsa hul' de böylece caiz olur. İlim adamlarının cumhurunun görüşü de budur.
4- Hul'a Gitmenin
Şartları:
Yüce Allah'ın:
"Eğer Allah'ın sınırlarına" güzel bir şekilde arkadaşlık ve güzel bir
şekilde geçim hususunda her ikisine de vacip olan şeyleri
"koruyamayacaklarından korkarsanız ... " buyruğunda hitap
yöneticilere ve böyle bir işe hakim olmasa dahi aracılık eden kimselere
yöneliktir. Allah'ın sınırlarını koruyamamaktan korkmak kadının kocasının
hakkını hafife alması, ona iyi bir şekilde itaat etmemesidir. Bunu İbn Abbas,
Malik b. Enes ve fukahanın cumhuru söylemiştir. el-Hasen b. Ebi'l-Hasen ve
onunla birlikte bir topluluk ise şöyle demektedir: Şayet kadın kocasına: Hiçbir
emrine itaat etmem, senin için cünüblükten dolayı gusletmem, senin hiçbir
yeminine bağlı kalmam, diyecek olursa hul' yapmak helal olur.
eş-Şa'bi der ki: "Allah'ın
sınırlarını koruyamayacaklarından korkarsanız" buyruğunun anlamı, Allah'a
itaat etmeyeceklerinden korkarsanız, şeklindedir. Çünkü karşılıklı kin ve
nefret, itaatı terke götürür.
Ata b. Ebi Rebah der ki:
Kadının kocasına: Ben senden tiksiniyorum, seni sevmiyorum, demesi hul' yapmayı
ve ondan fidye almayı helal kılar. Yüce Allah'ın: "O halde kadının fidye
vermesinde her ikisi için de vebal yoktur" buyruğu da işte bu kabildendir.
Buhari, Eyyub'dan, o İkrime'den
o İbn Abbas yoluyla şu hadisi rivayet etmektedir: Sabit b. Kays'ın hanımı
Peygamber (s.a.v.)'ın yanına gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü, ben Sabit b.
Kays'ın ahlakı hakkında da dini hakkında da birşey diyemem, fakat ona tahammül
edemiyorum. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Peki sana verdiği
bahçesini ona geri verir misin?" Kadın: Evet dedi.
Bu hadisi İbn Mace de
Katade'den o İkrime'den o İbn Abbas yoluyla şöylece rivayet etmektedir: Selul
Kızı Cemile Peygamber (s.a.v.)'ın yanına gelerek dedi ki: Allah'a andolsun ki
ben Sabit'i dini hususunda da ahlakı hususunda da ayıplamıyorum. Fakat İslam'da
küfre girmekten hoşlanmıyorum. Ona olan nefretimden dolayı ona katlanamıyorum.
Peygamber (s.a.v.) ona: "Peki, bahçesini ona geri verir misin?" Kadın:
Evet deyince, Resulullah (s.a.v.) (Sabit'e) ondan bahçesini geri almasını ve
daha fazla birşey istememesini emretti.
Denildiğine göre o kadın
Sabit'e son derece buğzediyor buna karşılık o da onu aşırı derecede seviyordu.
Rasülullah (s.a.v.) da hul' yoluyla onları birbirinden ayırdı. İşte bu, İslam
tarihindeki ilk hul'dur,
İkrime'nin İbn Abbas'tan
rivayetine göre o şöyle demiş: İslam tarihinde hul' yapan ilk kadın Abdullah b.
Ubeyy'in kızkardeşidir. Peygamber (s.a.v.)'in yanına gelip şöyle demişti: Ey Allah'ın
Resulü, ebediyyen benim başımla onun başı bir araya gelmez. Ben çadırın bir
tarafını kaldırdığımda birkaç kişiyle geldiğini gördüm. Baktım ki aralarında en
siyah, boyları en kısa, suratı en çirkin olanlarıdır. Hz. Peygamber ona:
"Bahçesini ona geri verir misin? deyince kadın: Evet isterse daha
fazlasını da veririm, dedi. Hz. Peygamber de onları birbirinden ayırdı.
İşte bu hadis-i şerif
hul' hakkında asıl delili teşkil etmektedir. Fukahanın cumhuru da bu
görüştedir. Malik der ki: Ben ilim ehlinden bunun böyle olduğunu işitip durdum.
Bizce üzerinde icma olunan husus da budur. Şöyle ki, erkek eğer kadına herhangi
bir zarar vermiyor, ona kötü davranmıyor ve kadına erkek tarafından herhangi
bir kötülük yapmıyor ise; diğer taraftan kadın ondan ayrılmayı isterse o
takdirde erkeğin kadından fidye olarak vermiş olduğu herşeyi alması helal olur.
Tıpkı Peygamber (s.a.v.)'ın Sabit b. Kays'ın hanımına yaptığı gibi. Şayet
serkeşlik erkek tarafından kadını zor durumda bırakması ve ona zarar vermesi
şeklinde oluyor ise, kadından neyi almış ise onu kadına geri verir.
Ukbe b. Ebi's-Sahba da
dedi ki: Ben Bekr b, Abdullah el-Müzeni'ye karısı kendisinden hul' yoluyla
ayrılmak isteyen erkeğin durumu hakkında soru sordum da o: O kadından herhangi
birşeyalması ona helal olmaz, dedi. Ben ona: Peki Yüce Allah'ın Kitab-ı
Kerim'inde: "Eğer onların Allah'ın sınırlarını koruyamayacaklarından
korkarsanız o halde kadının fidye vermesinde her ikisi için de vebal
yoktur" buyruğunu ne yapacaksın? diye sordum o: Bu buyruk nesholundu, cevabını
verdi. Ben: Peki bu nesheden buyruk nerededir diye sordum o: Nisa Süresi'ndeki
şu ayet-i kerimedir diyerek ayeti okudu: "Eğer bir eşi bırakıp da yerine
bir başka eş almak isterseniz boşadığınıza yüklerle mehir vermiş olsanız bile
ondan birşeyalmayın. Onu bir iftira veya apaçık bir günah olarak mı alırsınız''
(en-Nisa, 20)
en-Nehhas der ki: Bu şaz
bir görüştür. Şaz olduğu için de icmaın dışında kalmıştır. Bu iki ayetten biri
ötekini reddetmiyor ki ortada nesh sözkonusu olsun. Çünkü: "Eğer korkarsanız"
ayeti Nisa Süresi'ndeki ayeti izale etmiyor. Çünkü karı ve koca bundan
korkarlarsa, Yüce Allah'ın: "Eğer bir eşi bırakıp da yerine bir başka eş
almak isterseniz"buyruğunun kapsamına girmezler. Çünkü bu ikinci buyruk
özel olarak yalnızca erkekler hakkındadır.
Taberi der ki: Ayet-i
kerime muhkemdir. Şayet kadın kocasına fidye vermek isterse, Peygamber (s.a.v.)
Sabit'e hanımından daha önce verdiğini geri almasını -önceden de geçtiği üzere-
caiz kılmıştı. (Başkası için caiz olmaz, şeklindeki sözün bir anlamı yoktur).
5- Hul'de Aranan Diğer
Şartlar:
Hul'un geçimsizlik ve
zarar haline has olduğu ve bunun hul' için şart olduğu görüşünde olanlar bu
ayet-i kerimeyi delil olarak gösterirler. Bu görüşün sahipleri Ebu Davüd'un Hz.
Aişe'den yaptığı şu rivayet ile de görüşlerini desteklerler: Sehl kızı Habibe,
Sabit b. Kays b. Şemmas'ın yanında idi. (Kays) ona vurdu ve köprücük kemiğini
kırdı. Bunun üzerine sabah namazından sonra Rasülullah (s.a.v.)'ın yanına geldi
ve şikayetini bildirdi. Peygamber (s.a.v.) Sabit'i çağırdı ve: "Onun
malının bir kısmını al ve ondan ayrıl" dedi. Sabit: Bu uygun düşer mi ey
Allah'ın Rasülü? diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.v.): "Evet" diye
buyurdu. Bunun üzerine Sabit şöyle dedi: Ben ona mehir olarak iki bahçe vermiştim
ve bu iki bahçe de halen onun elinde bulunuyor. Peygamber (s.a.v.): "O iki
bahçeyi de ondan al ve ondan ayrıl" diye buyurması üzerine bahçelerini
ondan aldı ve ayrıldı.
Fukahanın cumhurunun
kabul ettiği görüşe göre Buhari'deki ve başka yerlerdeki hadisin delalet ettiği
gibi herhangi bir zarardan dolayı şikayet sözkonusu olmadan da hul' caizdir.
Ayet-i kerimede (zararı şart görenler için) delil olacak bir taraf yoktur.
Çünkü Yüce Allah burada bunu şart olmak üzere zikretmiş değildir. Bunu
zikretmesinin sebebi hul' hallerinden çoğunlukla görülenin bu olduğundan
dolayıdır. O bakımdan burada çoğunlukla görülen halden söz edilmektedir. Bu
konuda mazareti ortadan kaldıran ve bizim kesin bilgi sahibi olmamızı
gerektiren ise Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Bununla beraber gönül hoşluğu
ile size (mehirlerinden) birşey bağışlarlarsa onu da içinize sine sine afiyetle
yiyin.'' (en-Nisa, 4)
6- Mehirden Fazlası
Hul' Bedeli Olarak Alınabilir mi?
Yüce Allah'ın: "O
halde kadının fidye vermesinde her ikisi için de vebal yoktur" buyruğu,
erkeğin hanıma verdiği mehirden daha fazlasını hul' bedeli olarak almasının
caiz olduğunu göstermektedir. Ancak ilim adamları bu hususta ihtilaf
etmişlerdir. Malik, Şafii, Ebu Hanife ve bu imamların arkadaşları ile Ebu Sevr
der ki: üzerinde karşılıklı olarak razı oldukları şeyleri ona fidye vermesi
caizdir. Bu miktar ister kocanın ona verdiği mehirden az olsun ister ondan çok
olsun, fark etmez.
Bu görüş Osman b. Affan,
İbn Ömer, Kabisa ve en-Nehai'den de rivayet edilmiştir. Kabisa Yüce Allah'ın:
"O halde kadının fidye vermesinde her ikisi için de vebal yoktur"
buyruğunu delil göstermiştir.
Malik ise der ki: Fakat
(fazlasını almak) güzel bir ahlaktan sayılmaz. Bununla birlikte ilim ehlinden
herhangi bir kimsenin bunu mekruh gördüğünü de görmedim.
Darakutni de Ebu Said
el-Hudri'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Benim kızkardeşim ensardan
birisinin nikahı altında idi. Ona mehir olarak bir bahçe vermişti. Kendi
aralarında ileri geri konuştular. Resulullah (s.a.v.)'ın huzuruna davalaşmaya
gittiler. Hz. Peygamber: "Sen ona bahçesini geri versen, o da seni boşasa
olur mu?" dedi. Kızkardeşim: Olur fazlasını da veririm, deyince Hz.
Peygamber: "O halde ona bahçesini de ver fazlasını da ona ver" diye
buyurdu. (Darakutni, III, 254)
İbn Abbas yoluyla gelen
hadiste ise: "Dilerse fazlasını da ona veririm" dedi ve (Sabit) bunu
reddetmedi, denilmektedir.
Bir kesim de şöyle
demektedir: Mehir olarak verdiğinden fazlasını ondan alamaz. Tavus, Ata ve
el-Evzai de böyle demiştir. el-Evzai der ki: Hakimler mehir olarak ona
verdiğinden fazlasını almasını caiz kabul etmiyorlardı. Ahmed ve İshak da bu
görüştedir. Bunlar İbn Cüreyc'in şu rivayetini delil gösterirler. Bana
Ebu'z-Zübeyr'in haber verdiğine göre Abdullah b. Selul'un kızı Zeyneb, Sabit b.
Kays b. Şemmas'ın nikahı altında idi. Sabit, Zeyneb'e mehir olarak bir bahçe
vermiş idi. Zeyneb ondan hoşlanmadı. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurdu:
"Fazlasına gelince o olmaz fakat bahçesini (ona ver yeter)." Bunun
üzerine kadın: Olur dedi. O bahçeyi Kays adına aldı ve hanımını serbest
bıraktı. Bu durum Sabit b. Kays'a ulaşınca şöyle dedi: Ben de Resulullah
(s.a.v.)'ın verdiği hükmü kabul ettim. Bu hadisi Ebu'z-Zübeyr birden çok
kişiden işitmiş ve bunu Darakutni rivayet etmiştir. (Darakutni, III, 255)
Yine Ata'dan mürsel
olarak rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Hul'
yapan kadından (kocası) ona verdiğinden fazlasını alamaz."
7- Hangi Tür Mallar
üzerine Hul' Yapılabilir?
Malik (r.a)'a göre henüz
olgunlaştığı belirginleşmemiş meyve, ürküp kaçmış deve, kaçak köle, annesinin
karnındaki bir cenin veya buna benzer gararlı şeyler üzerinde hul' yapmak
-satış ve nikaha hilafen- caizdir. Erkek bütün bunların karşılığını talep
edebilir. Eğer bu gararlı mallar salimen ele geçerse onun olur. Şayet salimen
eline geçiremezse birşey hak etmez; onun bu hükmüne göre boşama da geçerlidir.
Şafii ise der ki; Bu
durumda hul' caizdir ve hanımının mehr-i mislini alma hakkı vardır. Bunu İbn
Huveyzimendad da Malik'ten nakletmekte ve şöyle demektedir: Çünkü karşılıklı
ivazlı akidler fasit bir bedel ihtiva ettiği ve bu bedel ele geçirilemediği
takdirde onların mislinde, ödenmesi gereken bedele başvurulur.
Ebu Sevr de der ki: Bu
durumda hul' batıldır. Re'y sahipleri ise hul' caizdir, derler. Cariyenin
karnındaki cenini alır. Eğer cariyenin karnında bir çocuk yoksa alacak birşeyi
de olmaz. el-Mebsutta İbnu'l-Kasım'dan şöyle denilmektedir: O sene hurma
ağaçlarının vereceği meyve karşılığında, o sene koyunlarının doğuracakları
yavrular karşılığında hul' yapmak Ebu Hanife ve Şafii'ye hilafen caizdir.
Malik ve İbnu'l-Kasım'ın
kabul ettiği (bu) görüşün delili Yüce Allah'ın: "O halde kadının fidye
vermesinde her ikisi için de vebal yoktur" buyruğundaki genel ifadedir.
Kıyas açısından ise o ( malum ve ele geçirilme ihtimali yüksek fasid ivaz yani
bedel) hibe ve vasiyet ile mülk edinilebilen şeyler arasındadır. Dolayısıyla bu
fasid ivazın hul'de de tıpkı malum olan bir mal gibi ivaz olması caiz olur.
Ayrıca hul' bir boşamadır. Boşama ise hiçbir ivaz olmaksızın da caiz olur. Herhangi
birşeyolmadan sahih olduğuna göre, fasid bir ivaz karşılığında sahih olması ise
öncelikle sözkonusudur. Çünkü bağışlanan malın en kötü hali hiç sözkonusu
edilmemişin hali gibidir. Haram olan birşeyi helal kılma akdi olan nikahı,
fasid ivaz bozmadığına göre; bir telef etme ve bir akdi çözme olan talakı ifsad
etmemesi ise öncelikle sözkonusudur.
8- Süt Emzirme ve
Çocuk Bakımı Karşılığında Hul' Yapmak:
Kadın kocasından olma
oğlunu iki yıl emzirmek şartıyla kocasından hul' yapacak olursa bu caizdir. İki
yıldan sonra belli bir süre çocuğun nafakasını karşılamak üzere hul' hakkında
ise iki görüş vardır. Birisine göre caizdir. Bu el-Mahzumi'nin görüşü olup
Suhnun da bunu tercih etmiştir. İkincisine göre ise caiz değildir. Bunu da
İbnu'l-Kasım, Malik'ten rivayet etmiştir. Şayet koca böyle bir şart koşarsa bu
şart batıldır, kadın hakkında böyle bir şart sözkonusu olmaz.
Ebu Ömer der ki: ürküp
kaçmış deve, kaçkın köle ve buna benzer gararlı şeyler karşılığında hul'
yapmayı caiz kabul edenin bunu da caiz kabul etmesi gerekir. Kuraviyün'dan olan
bazı ilim adamları ise şöyle demektedirler:
Malik iki yıldan
fazlasının nafakası karşılığında hul'u engellerken, garardan dolayı engellemiş
değildir. O bunu durum ne olursa olsun babaya has bir hak olduğundan dolayı
engel kabul eder. Baba bu hakkını başkasına intikal ettiremez. Bunun ile iki
yıllık sürenin nafakası arasındaki fark ise şudur: İki yıllık nafaka olan süt
emzirmek, evlilik halinde ve boşamadan sonra babanın elinin dar olması
sebebiyle kadın hakkında vacip olabilir. O bakımdan böyle bir nafakanın anneye
intikal etmesi caizdir. Çünkü anne (bazı durumlarda) bu nafakayı karşılamak
durumunda kalabilir. Malik, el-Mebsuth buna Yüce Allah'ın: "Anneler
çocuklarını iki bütün yıl emzirirler. Bu emzirmeyi tamamlamak isteyen
içindir"(el-Bakara, 233) buyruğunu delil göstermektedir.
9- Hul' Bedeli Olarak
Emzirilmesi Şart Koşulmuş Çocuk iki Yıldan Önce Ölürse:
Şayet hul', oğlun
nafakasını karşılamak üzere mübah bir şekilde yapılacak olursa, çocuk da
sürenin bitiminden önce, ölürse acaba koca nafakanın geri kalan kısmını rücu'
yoluyla karısından alabilir mi? İbnu'l-Mevvaz'ın Malik'ten rivayetine göre
karısından herhangi birşey isteyemez. Ebu'l-Ferec'in ondan yaptığı rivayete
göre ise ondan kalanı ister. Çünkü bu hul' yoluyla hanımının zimmetinde koca
lehine sabit olmuş bir haktır. Çocuğun ölümüyle bu hak sakıt olmaz. Tıpkı
kadının zimmetinde olan bir mal ile hul' yapması halinde olduğu gibi.
Birinci görüşün açıklaması
şöyledir: Koca bu durumda kendisi adına mal edineceği herhangi bir şeyi şart
koşmuş değildir. O sadece oğlunun ihtiyacının karşılanmasını şart koşmuştur.
Çocuk öldüğü takdirde artık rücu' yoluyla karısından birşeyalamaz. Nitekim bir
kimse bir küçük çocuğa bir sene süreyle infakta (tatavvuan) bulunmayı tekeffül
etse, çocuk da bir sene dolmadan ölürse rücu' edilerek o kişiden birşeyalınmaz.
Çünkü o böyle bir tatavvuda bulunmakla onun ihtiyacını yüklenmeyi kastetmiştir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Malik der ki: Ben böyle bir durumda kadından
kalanın talep edildiğini söyleyen kimseyi görmedim. Eğer kalanın talep
edileceğini söyleyen olsaydı bu konuda onun bu görüşünün bir dayanağının
bulunması gerekirdi. Eğer kadın süreden önce ölürse çocuğun nafakasının kadının
malından karşılanacağı üzerinde ilim adamları ittifak etmişlerdir. Çünkü bu,
kadının ölümünden önce kadının malında sabit olmuş bir haktır. Kadının ölümüyle
bu hak sakıt olmaz.
10- Hul' Bedeli Olarak
Hamile Olan Karısının Masrafını Şart Koşmak:
Hul' yaparken hamile
olan karısına, hamileliği süresince masrafı kendisinin yapmasını şart koşmakla
birlikte, kadının kendisinden harcamada bulunacağı bir malı yoksa nafakayı
karşılamak kocaya ait olur. Daha sonra bunu karşılama imkanı olursa, kendisinin
yaptığı nafakayı ondan ister ve alır. Malik der ki: Eğer kadının çocuğuna
harcama yapacak bir malı bulunmuyor ise, koca çocuğun annesine nafakasını
karşılamayı şart koşmuş olsa dahi, erkeğin çocuğunun nafakasını karşılamakla
mükellef tutulması bir haktır.
11- Hul' Bir Talak
mıdır Yoksa Bir Fesih mi?
İlim adamları hul'un bir
talak mı yoksa bir fesih mi olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptir. Osman,
Ali, İbn Mes'ud ve tabiine mensup bir topluluktan rivayet edildiğine göre bu bir
talaktır. Malik, Sevri, Evzai, Ebu Hanife, arkadaşları ve iki görüşünden
birisinde de Şafii bu görüştedir. Hul' ile iki veya üç talakı niyet eden bir
kimsenin bu niyeti Malik'e göre bağlayıcıdır. Re'y ashabına göre ise; koca eğer
üç talak niyet etmişse üç talak olur. İki talak niyet etmişse bain tek bir
talaktır. Çünkü bu söylenen tek bir sözdür.
İki görüşünden birisinde
Şafii de şöyle demektedir: Şayet hul' ile talakı niyet eder ve bunu belirtirse
bu bir talak olur. Talakı niyet etmez ve belirtmezse ayrılık olmaz. Bu onun
kadim görüşüdür. Birinci görüşü ise bence daha güzeldir. el-Müzeni der ki:
Onlar tarafından daha sahih kabul edilen bu görüştür.
Ebu Sevr de der ki:
Şayet talakı belirtmez ise hul' bir ayrılıktır. Talak değildir. Eğer bir boşama
diye belirtirse bu bir talak olur. Koca, iddet içerisinde kalındığı sürece
ric'at yapma imkanına herkesten çok sahiptir. Hul'un bir fesh olduğunu, niyet
etmedikçe talak olmadığını söyleyenler arasında İbn Abbas, Tavus, İkrime, İshak
ve Ahmed de vardır. Bunlar şu hadis-i şerifi delil gösterirler:
İbn Uyeyne, Amr'dan o
Tavus'tan o İbn Abbas'tan naklettiğine göre İbrahim b. Sad b. Ebi Vakkas
kendisine şöyle sormuş: Karısını iki defa boşayıp sonra kocasından hul' yapan
bir kadın ile kocası evlenebilir mi? İbn Abbas: Evet onu nikahlasın, çünkü hul'
bir talak değildir, der. Zira Yüce Allah ayetin başında ve sonunda talakı
zikretmiş hul'u ise ikisi arasında sözkonusu etmiştir. Hul' birşey değildir.
Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Boşama iki defadır, ya iyilikle
tutmak ya da güzellikle salmaktır." Daha sonra şu buyruğu okudu:
"Eğer onu boşarsa ondan sonra ondan başka bir erkeğe nikahlanmadıkça
kendisine helal olmaz." (Beyhaki, Sünen, VII, 517)
Ayrıca bunlar derler ki:
Diğer taraftan hul' eğer talak olsaydı iki boşamadan sonra üçüncü bir boşamadan
söz edilmiş olur ve Yüce Allah'ın bundan sonraki: "Eğer onu boşarsa"
buyruğu dördüncü talaka delalet etmiş olurdu. Buna göre kadının (eski kocasına
tekrar nikahlanmasının) haram kılınması, dört defa boşanmasına bağlı olması
gerekirdi.
Yine bu görüşün
sahipleri Tirmizi, Ebu Davüd ve Darakutni'nin İbn Abbas'tan yaptıkları şu
rivayeti delil gösterirler: Sabit b. Kays'ın hanımı Rasülullah (s.a.v.)'ın
döneminde kocasından hul' yaptı. Rasülullah ona bir ay hali ile iddet
beklemesini emretti. Tirmizi der ki: Bu hasen garib bir hadistir.
Muavviz b. Afra kızı
er-Rubeyyi'den de nakledildiğine göre er-Rubeyyi' Peygamber (s.a.v.) döneminde
hul' yaptı. Peygamber (s.a.v.) ona bir ay hali ile iddet beklemesini emretti
-veya ona böyle emir verildi.- Tirmizi der ki: erRubeyyi'in sahih hadisi ona
bir ay hali beklemek suretiyle iddet beklemesinin emredildiği şeklindedir.
Bu görüşün
sahipleriderler ki: İşte bu hul'un talak değil, bir fesih olduğunu
göstermektedir. Diğer taraftan Yüce Allah: ''Boşanan kadınlar kendiliklerinden
üç kar' beklerler" (el-Bakara, 228) diye buyurmuştur. Eğer bu durumdaki
kadın, talak verilmiş bir kadın olsaydı herhangi bir şekilde onun, tek bir kar'
(ay hali) bekleyerek iddet beklemesini söylemezdi.
Derim ki: Buna göre
hanımını iki talak ile boşayıp sonra hanımından hul' yapan bir kimse tekrar o
hanımı ile evlenmek isterse -İbn Abbas'ın da dediği gibi- o kadın isterse bir
başka koca ile nikahlanmamış olsun, o hanımı ile evlenebilir. Çünkü o hanımına
sadece iki talak vermiştir. Hul' ise talak sayılmaz.
Hul'u talak kabul eden
kimseler ise şöyle demektedirler: Ondan başka bir koca ile nikahlanmadıkça
tekrar eski karısına dönmesi caiz olmaz. Çünkü hul' ile üç talak tamam olmuş
olur. Yüce Allah'ın izniyle sahih olan görüş de budur.
Kadı İsmail b. İshak der
ki: Bir kadın kocasına: Bir mal karşılığında bana talak ver, deyip kocası da
ona talak verdiği halde bunun bir talak olmayacağını söylemek nasıl caiz olabilir?
Halbuki herhangi birşey karşılığı olmaksızın işi kendisinin elinde bıraksa ve
kadın da kendi kendisini boşasa bu bir talak kabul edilir. Devamla der ki: Yüce
Allah'ın: "Eğer onu boşarsa ondan sonra ondan başka bir erkeğe
nikahlanmadıkça kendisine helal olmaz" (el-Bakara, 230) buyruğu Yüce
Allah'ın: "Boşama iki defadır" buyruğuna atfedilmiştir. Çünkü Yüce
Allah'ın: "Veya güzellikle salmaktır" buyruğundan kasıt "veya
talak vermektir" şeklindedir. Eğer hul' her iki boşamaya atfedilmiş
olsaydı hul'un hiçbir şekilde iki defa boşamadıkça caiz olmaması gerekirdi.
Böyle bir şeyi ise kimse söylememektedir.
Ondan başkaları da şöyle
demektedir: Ayet-i kerimede (karşı görüşü savunanların) yaptıkları te'vil
yanlıştır. Çünkü Yüce Allah'ın: "Boşama iki defadır" buyruğu hul'
yolu ile olmadan vereceği iki talakın hükmünü ifade etmekte ve bu şekildeki iki
talak ile birlikte: "Ya iyilikle tutmak" buyruğu ile ric'atin
sözkonusu olacağını tesbit etmekte, daha sonra ise hul' yolu ile olması halinde
iki talakın hükmünü zikretmektedir. Buna göre hul', önceden sözü gecen iki
talaka ait olmaktadır. Zira bundan kasıt, talak verenin talakı ile bir ivaz
karşılığında talakın durumunu açıklamaktır. üçüncü talak ise ister bir ivaz
(bedel) karşılığı olsun, ister bir ivaz karşılığı olmasın artık kadın bir başka
koca ile evlenmedikçe ilk kocasına helal olmasını ortadan kaldırır.
Derim ki: Bu, karşı
görüşün ileri sürdükleri şekliyle ayeti delil göstermelerine verilen cevaptır.
Hadise gelince Ebu Davüd, İbn Abbas'ın bir ay hali süreyle iddet bekleyeceğini
sözkonusu ettikten sonra şöyle demektedir: Bu hadisi Abdurı-ezzak Ma'mer'den o
Amr b. Müslim'den o İkrime'den o Peygamber (s.a.v.)'dan mürsel olarak rivayet
etmiştir. Bize el-Ka'nebi ise Malikten o Nafi'den o İbn Ömer'den şöyle dediğini
anlatmıştır: Hul' yapan kadın iddeti talak verilen kadının iddetiyle aynıdır.
Ebu Davüd dedi ki: Bize göre de amel buna göredir.
Derim ki: Bu Malik'in,
Şafii'nin, Ahmed, İshak, es-Sevri ve Küfelilerin de görüşüdür. Tirmizi der ki:
Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından ve onlardan olmayanlardan ilim ehlinin
çoğunluğunun görüşü de budur.
Derim ki: İbn Abbas
yoluyla gelen (hul' yapan kadının) bir ay hali süreyle iddet bekleyeceğine dair
hadisi TirmizI'nin belirttiği gibi garib olmakla Ebu Davüd'un da belirttiği
gibi mürsel olmakla birlikte hakkında şunlar da söylenmiştir: Peygamber
(s.a.v.) böyle bir kadının iddetini bir buçuk ay hali olarak tesbit etmiştir.
Bunu Darakutni Ma'mer'den o Amr b. Müslim'den o İkrime'den o İbn Abbas yoluyla
şöylece rivayet etmiştir: Sabit b. Kays'ın hanımı kocasından hul' yaptı.
Peygamber (s.a.v.) da onun iddetini bir buçuk ay olarak tesbit etti.
(Darakutni, III, 255)
Burada "bir buçuk
ay hali" diye Ma'merden rivayette bulunan kişi yine ondan "tek bir ay
hali" diye rivayette bulunan aynı kişidir ki bu Hişam b. Yusuf Ebu
Abdurrahman es-San'ani el-Yemani'dir. Bundan sadece Buhari hadis rivayet
etmiştir. O halde hadis hem isnad ve hem de metin bakımından muzdariptir. Buna
göre hul'un fesholduğuna ve bu şekilde boşanan kadının iddetinin bir ay hali
olduğuna dair bu hadisi delil göstermek sözkonusu olamaz. Geriye ise Yüce
Allah'ın: ''Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kur' müddeti beklerler"
(el-Bakara, 228) buyruğu kendisi ile zifafa girilmiş, boşanmış her bir kadın
hakkında -daha önceden de geçtiği üzere bunlardan tahsis edilenler dışında- bir
nas olarak kalmaktadır. Tirmizi der ki: "Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından
kimisi şöyle demiştir: Hul' yapan kadının iddeti bir ay halidir. İshak ise
şöyle demektedir: Eğer bir kimse bu görüşü kabul edecek olursa bu gerçekten
kuvvetli bir görüştür." İbnu'l-Münzir ise şöyle demektedir: Osman b. Affan
ile İbn Ömer der ki: Hul' yapan kadının iddet süresi bir ay halidir. Eban b.
Osman ve İshak da bu görüştedir. Ali b. Ebi Talib ise der ki: Böyle bir kadının
iddet süresi boşanmış kadının iddet süresiyle aynıdır. Ben (İbnü'l-Münzir) de
Osman ve İbn Ömer'in görüşünü benimsiyorum. Ali'den gelen hadis ise sabit
değildir.
Ben derim ki: İbn
Ömer'in hul' yapan bir kadının iddeti talak verilmiş bir kadının iddeti ile
aynıdır, dediğini daha önceden zikretmiştik ve bu sahihtir.
12- Bedelsiz Hul'
Yapmak:
Bir ivaz (bedel)
olmaksızın hul' yapma kastını güden kimse hakkında İmam Malik'ten farklı
görüşler gelmiştir. Abdulvehhab der ki: Bu Malik'e göre bir hul'dur ve bain bir
talak olur. Yine ondan nakledildiğine göre ivaz ile olmadıkça bu talak bain
olmaz. Bunu da Eşheb ve Şafii söylemiştir. Çünkü bu, ivazdan ve sayı
tesbitinden uzak bir talaktır. O bakımdan tıpkı talak lafzı ile olması halinde
olduğu gibi ric'i bir talak olur.
İbn Abdi'l-Berr der ki:
Bana göre Malik'in iki görüşünden daha sahih olanı budur. İlim ehlince de nazar
cihetiyle de (kıyasa göre) bu, daha sahihtir.
Birincisinin açıklaması
ise şöyledir: Hul'de ivazın hasıl olmaması hul'un gereğini ortadan kaldırmaz.
Bunun asıl delili ise şarap veya domuz karşılığında hul' yapması halindeki
hükümdür.
13- Hul' Yapan) Fidye
Veren ve ibra Olan Kadın Arasındaki Farklar:
Hul' yapan, sahib olduğu
herşeyi veren demektir. Fidye veren ise bir kısmını veren bir kısmını da alan
demektir. İbra yapan (mübarie) ise kocası kendisi ile gerdeğe girmeden önce
beri olan (ondan uzak duran) demektir. Böyle bir kadın: Ben senden beri oldum
sen de benden beri ol der. Malik'in görüşü budur. İsa b. Dinar'ın Malik'ten
rivayetine göre ise beri olan, hiçbir şey almayan ve hiçbir şey vermeyen, hul'
yapan ise kocasının verdiğini geri veren ve kendi malından ona birşeyler
ekleyen, fidye veren ise kocasının kendisine verdiğinin bir kısmını geri veren
bir kısmını da yanında alıkoyandır. Bütün bunlar ise gerdeğe girmeden önce de
olur girdikten sonra da olur. Eğer gerdeğe girmeden önce olursa iddet sözkonusu
değildir. Sulh yapan kadın, ibra yapan kadın gibidir.
Kadı Ebu Muhammed ve
başkaları der ki: Bu dört lafız, vuku bulmaları bakımından nitelikleri farklı
olsalar dahi, mana itibariyle aralarında fark yoktur. Bunun adını ister
söylesin, ister söylemesin bunlar bain birer talaktır. İddet süresi içerisinde
dönüş hakkı yoktur. İddet süresi içerisinde ve daha sonra ise kadının rızası ile
mehir vermekle, gerek bir başka koca ile evlenmeden önce ve gerekse evlendikten
sonra -Ebu Sevr'e hilafen- onunla nikahlanma hakkına sahiptir. Çünkü kadın
kendisine malik olmak üzere kocasına bir ivaz vermiştir. Eğer hul' yoluyla
yapılan talak ric'ı olsaydı kadın kendisine malik olamaz; o bakımdan koca aynı
anda, hem ivaza hem karşılığında ivaz verilene bir anda sahip olmuş olurdu.
14- Koca Ric'atta
Bulunma Şartını Koşarak Hul'u Kabul ederse:
Akdin mutlak olarak yapılması
ile birlikte bu hususlar geçerlidir. Ama kadın kocasına bedel vermekle birlikte
koca da ric'at yapma şartını koşarsa, bu konuda iki rivayet vardır. Bunların
her ikisini de İbn Vehb, Malik'ten rivayet etmektedir. Birinci rivayete göre
ric'at sabit olur. Suhnun da böyle demiştir. İkincisine göre ise ric'at sahih
olmaz.
Suhnun der ki: Birinci
rivayetin açıklaması şöyledir: Her ikisi de verilen ivazın, boşama hakkı olan
sayıdan düşürdüğü mukabilinde olması üzerinde ittifak etmişlerdir. Bu ise
caizdir. İkinci rivayetin açıklaması ise şöyledir: Koca akidde, akidden
gözetilen maksadı engelleyen bir şart koşmuştur. O bakımdan böyle bir şart
sabit olmaz. Nikah akdinde: Ben o kadın ile ilişki kurmayacağım, şartını
koşması halinde olduğu gibi.
15- Allah'ın
Sınırlarını Zalimler Aşar:
Şanı Yüce Allah:
"İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır; onları aşmayınız" diye
buyurmaktadır. Yüce Allah nikah ve ayrılık hükümlerini beyan ettikten sonra bu
hükümlere uymayı emredip: "İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır" diye
buyurmaktadır. Bir diğer ayet-i kerimede de orucun haram ve yasaklarını beyan
ettikten sonra: "Bunlar Allah'ın sınırlarıdır,. sakın onlara
yaklaşmayın.'' (el-Bakara, 187) diye buyurmakta ve böylelikle Allah'ın
sınırlarını iki kısma ayırmaktadır. Bu sınırların bir kısmına uyulması
emredilmektedir; bir kısmından da uzak durulması istenmektedir. Daha sonra Yüce
Allah: "Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerin ta
kendileridir" diye buyurmakta ve bu sınırları aşanların halini
bildirmektedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN