BAKARA 197 |
الْحَجُّ
أَشْهُرٌ
مَّعْلُومَاتٌ
فَمَن فَرَضَ
فِيهِنَّ
الْحَجَّ
فَلاَ
رَفَثَ وَلاَ
فُسُوقَ
وَلاَ
جِدَالَ فِي
الْحَجِّ وَمَا
تَفْعَلُواْ
مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ
اللّهُ
وَتَزَوَّدُواْ
فَإِنَّ
خَيْرَ
الزَّادِ
التَّقْوَى
وَاتَّقُونِ يَا
أُوْلِي
الأَلْبَابِ |
197. Hac bilinen
aylardır. Her kim o aylarda haccı farz ederse artık hacda kadına yaklaşmak,
günah işlemek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. Bir de
azık edinin. Şüphesiz ki azığın en hayırlısı takvadır. Ve ey üstün akıl
sahipleri! Benden korkun!
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı ondört başlık altında sunacağız:
1- Bilinen Aylar:
2- Bilinen Aylar Hangileridir?
3- Hac Aylarının isimlerinin Tesbiti:
4- Hac Ayları Dışında Hac Niyetiyle
ihrama Girmek:
5- Haccı Farz Etmenin Anlamı:
6- Haccın Birinci Yasağı:
7- Haccın ikinci Yasağı:
8- Haccın üçüncü Yasağı:
9- Cıdal’ın Mahiyeti:
10- Ayetde Sözü Geçen Cidal (Kavga)dan
Maksadın Ne Olduğu:
11- Hiçbir Hayır Karşılıksız
Kalmayacaktır:
12- Azık Edinmek Emri ve Bu Emrin
Veriliş Sebebi:
13- En Hayırlı Azık Takvadır:
14- Akıl Sahibi Kimse Allah'tan Korkar:
1- Bilinen Aylar:
Yüce Allah'ın: "Hac
bilinen aylardır" buyruğuna gelince; Yüce Allah: ''Haccı da umreyi de
Allah için tamamlayın "buyruğunda hac ve umreyi sözkonusu edince zaman
itibariyle birbirlerinden farklı olduğunu da beyan etmektedir. Bütün yıl umre için
ihrama girmek ve umre yapmak için uygun bir vakit ve zamandır, Hac ise senede
yalnız bir defa olur ve hac, sözü geçen bu ayların dışında olmaz,
"Hac bilinen
aylardır" buyruğu mübteda ve haberdir. Bu sözde bir hazf vardır ki takdiri
şöyledir: Hac ayları bilinen aylardır. Veya hac zamanı bilinen aylardır. Veya
hac yapma zamanı bilinen aylardır. Bunun: Hac bilinen aylardadır, takdirinde
olduğu da söylenmiştir, Ancak o takdirde harf-i cerrin sakıt olması dolayısıyla
"aylar" anlamına gelen: "el-eşhur" kelimesinin mansup olması
gerekir ki, herhangi bir kimse bu kelimeyi mansub olarak okumuş değildir. Şu
kadar var ki zarf olmak üzere günlük konuşmalarımızda mansub olması caizdir.
el-Ferra der ki: Burada
geçen "el-eşhur" kelimesi merfudur. Çünkü bunun anlamı şöyledir: Hac zamanı
bilinen aylardır. Yine Fena der ki: Ben el-Kisai'yi şöyle derken dinledim: Yaz
ancak iki aydır. Taylasan ise üç aydır. O bununla yaz zamanı ayları ile
Taylasan giyme zamanının süresini belirtmek istemiş ve böylelikle sözlerinde
hazf yapmıştır.
2- Bilinen Aylar
Hangileridir?
Bilinen aylar hakkında
görüş ayrılığı vardır. İbn Mes'ud, İbn Ömer, Ata, er-Rabi, Mücahid ve ez-Zührı
der ki: Hac ayları Şevval, Zülkade ve Zülhiccenin tamamıdır. İbn Abbas,
es-Süddı, eş-Şa'bi ve en-Nehai der ki: Hac ayları Şevval, Zülkade ve
Zülhicce'nin ilk on günüdür. Bu görüş İbn Mes'ud'dan da rivayet edilmiştir. İbn
ez-Zübeyr de bu görüştedir. Her iki görüş de Malik'ten rivayet edilmiştir. Son
görüşü İbn Habib, birincisini de İbnu'I-Münzir nakletmektedir. Bu konudaki görüş
ayrılığının faydası kurban kesmek ile alakalıdır. Zülhicce tamamıyla hac
aylarındandır, diyen kimse kurban bayramı birinci gününden sonraya bırakılan
hac amelleri dolayısıyla kurban kesilmesini gerekli görmez, Çünkü bu işleri hac
aylarında yapmış olmaktadır. Fakat son görüşe göre hac kurban bayramının
birinci günü ile birlikte sona erer. Bundan sonraya bıraktığı işlerinden dolayı
ise o hac amelini vaktinden sonraya bırakmış olacağından dolayı kurban kesmesi
gerekir.
3- Hac Aylarının
isimlerinin Tesbiti:
Yüce Allah, Kitab-ı
Kerım'inde hac aylarını ismen zikretmiş değildir.
Çünkü bu aylar onlar
tarafından bilinmekte idi. Aylar (el-eşhur) kelimesi iki ay ve üçüncü ayın bir
kısmı hakkında (çoğul) olarak kullanılabilir. Çünkü bir ayın bir kısmı onun
tamamı gibidir. Nitekim: Ben seni filan yılında veya filan kişinin döneminde
gördüm, denilmektedir. Halbuki o kişiyi o yılın kısa bir zamanında görmüştür.
Zamanın bir kısmı bütünü karşılığında zikredilebilmektedir. Nitekim Peygamber
(s.a.v.) da: "Mina günleri üç gündür" diye buyurmuştur. Halbuki Mina
günleri iki gün ile üçüncü günün cüz'ı bir kısmıdır.
Yine günlük konuşmada:
Bugün seni gördüm, bu yıl sana geldim, denilir. Şöyle de açıklanmıştır: İki ve
yukarısı (Arapça'da) çoğul olduğundan dolayı (aylar kelimesi de çoğul olarak:)
"eşhur" diye kullanılmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
4- Hac Ayları Dışında
Hac Niyetiyle ihrama Girmek:
Hac ayları dışında hac
niyetiyle ihrama girmenin hükmü hakkında farklı görüşler vardır. İbn Abbas'tan
rivayet edildiğine göre hac aylarında hac için ihrama girmek haccın
sünnetlerindendir.
Ata, Mücahid, Tavus ve
Evzai der ki: Hac aylarından önce hac için ihrama giren kimsenin bu ihra mı hac
için geçerli olmaz, umre olur. Tıpkı vaktinden önce namaza giren kimsenin
durumu gibi. Bu namaz onun için yeterli olmaz ve nafile olur. Şafii ve Ebu Sevr
de bu görüştedir.
Yine el-Evzai der ki:
Böyle bir kimse umre yaparak ihramdan çıkar. Ahmed b. Hanbel der ki: Bu şekilde
davranmak mekruhtur. Böyle bir görüş İmam Malik'ten de rivayet edilmiştir.
Ondan meşhur olan görüş
ise senenin tümünde hac için ihrama girmenin caiz olduğu şeklindedir. Ebu
Hanife'nin görüşü de budur. en-Nehai der ki:
Haccını tamamlayıncaya
kadar ihramdan çıkamaz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sana
hilaller hakkında soruyorlar. De ki: Onlar insanlar için bir de hac için vakit
ölçüleridir." (el-Bakara, 189) Buna dair açıklamalar ise daha önceden
geçmiştir.
Şafii'nin benimsediği
görüş daha sahihtir. Çünkü orada işaret edilen ayet-i kerime umumidir. Bu
ayet-i kerime ise hastır. Umumun kapsamına giren birtakım birimlerin, açık nas
ile belirtilmesi kabilinden olma ihtimali de vardır. Çünkü bu ayların diğer
aylara göre bir fazileti vardır. Buna göre İmam Malik'in görüşü de sahih olur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
5- Haccı Farz Etmenin
Anlamı:
Yüce Allah'ın: "Her
kim o aylarda haccı farz ederse .. " içten niyet ederek, açık bir fiil
olarak da ihram ile işitilen söz olarak telbiye ile başlamak suretiyle haccı
yapma yükümlülüğünü üstlenirse, demektir. Bu açıklama İbn Habib'e aittir. Ebu
Hanife de telbiye ile ilgili olarak böyle demiştir.
Ancak Şafii'ye göre
telbiye haccın rükünlerinden değildir. el-Hasen b. Hayy'ın görüşü de budur.
Şafii der ki: Hac için ihrama girmekte niyet yeterlidir. Zahiriler ve başkaları
telbiye getirmeyi vacip kabul ederler.
Sözlükte
"farzetme"nin asıl anlamı kesmek, koparmak şeklindedir. Ok atılan
yayın kirişinin uç kısmında bağlandığı çukurlara, nehrin su içilen yerine,
dağın yan taraflarındaki ve ortalarındaki çukurlara "furda" denilir.
Yayın kirişinin bağlandığı çukur nasıl ondan ayrılmaz ise haccın farziyeti de
hür kul için öylece ayrılmaz bir hükümdür.
"Farzetti"nin
açıkladı, beyan etti anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu da kat'iyete raci bir
anlam olur. Çünkü bir şeyi kat'eden (kesen) kimse onu diğerinden açık bir
şekilde ayırdetmiş olur ...
6- Haccın Birinci
Yasağı:
Yüce Allah'ın: "...
artık hacda kadına yaklaşmak .. yoktur." İbn Abbas, İbn Cübeyr, es-Süddi,
Katade, el-Hasen, İkrime, ez-Zühri, Mücahid ve Malik der ki: (Ayet-i kerimede
geçen): Rafes: Cima demektir. Yani hacda cima olmaz, Çünkü cima haccı ifsad
eder.
İlim adamları Arafata
vakfeden önce cimanın haccı ifsad edeceğini ve böyle yapanın gelecek sene
haccedip hediye kurbanı kesmekle yükümlü olacağını icma ile kabul etmişlerdir
Abdullah b. Ömer, Tavus, Ata ve başkaları da der ki: (Ayet-i kerimede geçen):
Rafes, kadına açıktan açığa çirkin söz söylemek demektir. Bir kimsenin karısına
ihramdan çıktığımız takdirde -kinayeli bir lafız kullanmaksızın- açıkça şunu
yapacağız demesi gibi. İbn Abbas da bu görüştedir. İhramlı olduğu halde şöyle
bir beyit okuduğu nakledilmektedir: "Ve o kadınlar bizimle yavaşça
yürüyorlar Eğer kuşlar doğru söylerse yumuşak tenli kadını .... "
Arkadaşı Husayn b. Kays
ona: İhramlı olduğun halde çirkin söz (rafes) mi söylüyorsun, deyince İbn Abbas
şöyle der: Rafes kadınların yanında söylenen bu tür sözlerdir.
Bazıları da şöyle
demiştir: Rafes kadınları sözkonusu ederek yapılan çirkin konuşmalardır. Bu
konuşma kadınların önünde yapılsın ya da yapılmasın farketmez. Erkeğin
hanımından istediklerinin hepsini ifade eden kapsamlı bir kelime olduğu da
söylenmiştir. Ebu Ubeyde: Rafes boş sözlerdir, deyip şu beyiti nakleder:
"Ve nice hacı kafileleri vardır ki bunlar Boş işlerden ve boş (rafes)
sözlerden kendilerini alıkoyarlar."
İbn Mesud bu kelimeyi
çoğul olarak; "rafesler yoktur" şeklinde okumuştur.
İbnu'l-Arabi der ki:
"Rafes yoktur" buyruğu ile kastedilen bunun meşruluğunu nehyetmektir.
Yoksa varlığını nefyetmek değildir. Çünkü bizler hac esnasında rafes
yapıldığını biliyor ve tanık oluyoruz. Şanı Yüce Allah'ın haber vermesinin ise
haberine muhalif olarak ortaya çıkması caiz olamaz. Buradaki nefy, şer'an
varlığı ile alakalıdır. Fiili olarak varlığı ile alakalı değildir. Yüce Allah'ın
şu buyruğunda olduğu gibi: ''Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç ay hali
süresi beklerler" (el-Bakara, 228). Bunun anlamı fiilen nasıl olursa olsun
onlar beklerler değil, şer'an beklemelidirler, demektir. Çünkü bizler bazı
boşanmış kadınların bu süreyi beklemediklerini görebiliyoruz. O halde buradaki
nefy, maddi olarak varlık ile alakalı değil, şer"! hüküm ile alakalı bir
nefiydir. Bu, Yüce Allah'ın şu buyruğuna da benzemektedir: "Ona ancak
alabildiğine temizlenmiş kimseler dokunur." (el-Vakıa, 79) Eğer bizler bu
buyruk insanlar hakkında variddir -ki sahih olanı da budur- diyecek olursak,
bunun anlamı şudur: Onlardan temizlenmemiş bir kimse şer'an elini o Kitaba
dokundurmaz. Eğer temizlenmemiş bir kimse tarafından ona el değdirilecek olursa
bu şeriatin hükmüne muhalif olarak gerçekleşir. İşte bu inceliği ilim
adamlarının çoğu kavrayamayarak şöyle demişlerdir: Haber nehiy manasına da
olabilir. Halbuki böyle birşeyasla görülmemiştir. Görülmesi de doğru olamaz.
Çünkü ikisi hakikat itibariyle birbirlerinden farklı, nitelik itibariyle de
birbirlerine zıttırlar.
7- Haccın ikinci
Yasağı:
Yüce Allah'ın:
"Günah işlemek .... yoktur" buyruğundaki "füsuk" kelimesi
bütün masiyetleri ifade eder. İbn Abbas, Ata ve el-Hasen bunu söylemişlerdir.
İbn Ömer ve bir grup da böyle demişlerdir. Fusuk (fısk işlemek), aziz ve celil
olan Allah'ın yasak kıldığı masiyetleri hac için ihramlı olduğu halde
işlemektir. Av hayvanını öldürmek, tırnak kesmek, saç kesmek ve buna benzer
işler.
İbn Zeyd ve Malik de der
ki: Fusuk putlar için kesmektir. Yüce Allah'ın:
"Allah'tan
başkasının adına boğazlanmış bir fısktan" (el-En'am, 145) buyruğu da bu
kabildendir.
ed-Dahhak da der ki:
Fusük lakap takmaktır. Yüce Allah'ın: "imandan sonra fasıklık adı ne
kötüdür. "(el-Hucurat, 11) buyruğu da bu kabildendir.
Yine İbn Ömer der ki:
Fusuk sövmektir. Hz. Peygamber'in: "Müslümana sövmek fusuk onunla savaşmak
küfürdür" hadis-i şerifi bu kabildendir.
Bununla birlikte birinci
görüş daha sahihtir. Çünkü bütün görüşleri kapsamaktadır. Peygamber (s.a.v.) da
şöyle buyurmuştur: "Her kim hacceder ve haccında rafes yapmaz, fasıklık
etmezse annesinden doğduğu günkü gibi (günahsız) döner."
"Mebrur haccın
cennetten başka bir mükafatı yoktur." Bu hadisi Müslim ve başkaları da
rivayet etmiştir. Yine Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet
edilmektedir: "Nefsinı elinde olana yemin ederim. Gök ile yer arasında
Allah yolunda cihad etmeden yahut refesi, fusüku ve cidalı bulunmayan mebrur
bir hacdan daha faziletli hiçbir amel yoktur."
Fukaha der ki: Mebrur
hac eda edildiği esnada Yüce Allah'a asi olunmayan hacdır. el-Ferra der ki:
Daha sonrasında Allah'a isyan olunmayan hacdır. Bu iki görüşü de İbnu'l-Arabi
-Allah'ın rahmeti üzerine olsun- zikretmiştir.
Derim ki: Mebrur hac eda
edildiği esnada da sonrasında da Allah'a asi olunmayan hacdır. el-Hasen der ki:
Mebrur hacc, kişinin hacdan dünyaya karşı zahid, ahirete rağbeti artmış olarak
dönmesidir. Bundan başka açıklamalar da yapılmıştır ki ileride gelecektir.
8- Haccın üçüncü
Yasağı:
Yüce Allah'ın:
"Kavga etmek yoktur" buyruğundan önce yeralan: "Hacda rafes ve
fasıklık yoktur" anlamına gelen buyruklar (...) şeklinde tenvinli ve
ötreli olarak okunmuştur Aynı zamanda tenvinsiz olarak ve üstün ile de
okunmuştur. Bununla birlikte burada yer alan: "Kavga etmek yoktur"
buyruğunun fethalı okunması üzerinde icma etmişlerdir. Bu ise bundan önceki
kelimelerin de fethalı kıraatini pekiştirmektedir. Çünkü burdan kasıt her türlü
rafes, fusük ve cidali reddetmektir. Ayrıca bütün menfilerde aynı düzenliliğin
sağlanması için de öncekilerin de mansub olması gerekir. Zaten kıraat
imamlarının çoğunluğu mansub okumuşlardır. Bununla birlikte her üç isim de ref
mahallinde olup her birinin başında (nefy edatı olan): "La" var
demektir.
"Hacda"
buyruğu ise hepsinin haberidir.
Önceki iki ismin ötreli
olarak okunuşunun açıklanması ise şöyle olur: Buradaki "la" edatı
"leyse: değil, olmaz" anlamındadır. O bakımdan ondan sonra gelen isim
-ismi olduğundan dolayı- merfu olmuştur. Haber ise mahzuf olup takdiri şöyledir:
Hacda rafes de yoktur, fusuk da yoktur. Burada "hacda" kelimesine
daha sonra açıkta gelen "hacda" kelimesi delalet etmektedir ki bu da:
"Cidal yoktur" buyruğunun haberidir.
Ebu Amr b. el-A'la der
ki: Ref ile okumak şu anlama gelir: Sakın rafes ve fusük olmasın, yani hacdan
çıkartan herhangi birşey yapılmasın. Daha sonra da nefy ile cümleye başlanarak:
Ve hacda cidal da yoktur, diye buyurulmuştur.
Derim ki:
"Kane"nin tam olması ihtimali de vardır. Yüce Allah'ın şu buyruğunda
olduğu gibi: ''Eğer darlık içinde olur (kane) ise .. " (el-Bakara, 280)
Burada ayrıca bir habere ihtiyacı olmaz. Bunun az önce geçtiği gibi nakısa
olması ve haberinin de mahzuf olması ihtimali de vardır. Diğer taraftan:
"Rafes ve fusuk" kelimelerinin mübteda olarak merfu olmaları "la"
nın ise nefy için olması ve haberinin hazfedilmiş olması da mümkündür. (Bu
takdire göre anlamı da şöyle olur: Hacda rafes yoktur, fasıklık yoktur ve cidal
da olmaz).
Ebu Cafer b. el-Ka'ka',
her üçünü de merfu olarak ötreli okumuştur. Bu kıraat bazı yollarla Asım'dan da
rivayet edilmişir.
Buna göre hacda kelimesi
-nasb kıraatinde de söylediğimiz gibi- üçünün de haberi olur. Şu kadar var ki
kıraatin farklı olmasıyla birlikte "hacda" kelimesinin hepsinin
haberi olması pek güzel kaçmaz. Çünkü "leyse"nin haberi mansubdur.
"La"nın haberi ise merfu olur. Çünkü "la cidalun" buyruğu
artık birincisiyle alakalı değildir ve mübteda mahallinde merfu olur. Aynı
isimde iki amilin ameli ise sözkonusu değildir. Mahalline atfetmek suretiyle: "Fela
rafese vela fusukun'' diye okunması da caizdir. Buna dair nahivciler şunu da
delil gösterirler: "Bugün neseb de yoktur, dostluk da yoktur Delik yama
yapanın aleyhine genişlemiştir."
Günlük konuşmada lafza
atıf etmek suretiyle: "Fela rafese vela fusukan ve la cidalen filhacci"
demek caizdir. el-Ferra der ki: Bunun benzeri de şu beyitte sözkonusu
edilmiştir:
"Mervan ve oğlu
gibi bir baba ve bir oğul yoktur. Çünkü o şanı şerefi giyinmiş ve
kuşanmıştır."
Ebu Reca el-Utaridi der
ki: "Fela rafese vela fusuka" şeklinde her iki yerde mansub okunur
"vela cidalun" şeklinde de ötreli ve tenvinli olarak okunur. el-Ahfeş
şu beyiti örnek göstermiştir:
"Şanınıza yemin
ederim ki küçüklüğün ta kendisi işte budur Eğer bu böyle ise ben anasız,
babasız kalayım."
"Fela rafese vela
fusuka" buyruğunun anlamının nehiy olduğu söylenmiştir. Yani hac esnasında
rafes yapmayın, fasıklık etmeyin, demektir. "Vela cidale"nin anlamı
ise nefydir. O bakımdan mana itibariyle aralarında fark olduğundan dolayılafız
itibariyle de aralarında fark olmuştur. el-Kuşeyri der ki: Ancak bu görüş su
götürür. Çünkü: "Vela cidale" de aynı şekilde nehiy ifade eder. Yani
mücadele (kavga) etmeyiniz, demektir. Dolayısıyla neden bunlar arasında fark
gözetsin?
9- Cıdal’ın Mahiyeti:
Ayet-i kerimede geçen
cidal (kavga): Mücadeleden "fial" veznindedir. Birşeyi bükmek
anlamına gelen "el-cedl"den türemiştir. Bükülmüş yular demek olan:
"Zimamun mecdül" tabiri de burdan gelmektedir. Arzın kendisi olan
elcedale'den türetilmiş olduğu da söylenmiştir. Sanki her iki hasımdan biri
ötekini mağlup edinceye kadar mukavemet gösterir ve adeta onu yere
(el-cedaleye) atmış kimse gibi olur.
Şair der ki: "Bazan
sıkıntı üstüne sıkıntıya girerim Aciz olanı da el-cedale'de (yerde) bırakırım
Toprağa bulanmış olarak ve onun için başka bir çare yok."
10- Ayetde Sözü Geçen
Cidal (Kavga)dan Maksadın Ne Olduğu:
İlim adamları burada bu
kelimeyle neyin kastedildiği ile ilgili olarak altı farklı görüş ortaya
atmışlardır:
İbn Mesud, İbn Abbas ve
Ata der ki: Burada cidal, bir müslüman ile onu kızdırıncaya kadar tartışıp
sonunda sövmeye kadar işin varmasıdır. İlmin karşılıklı müzakeresi ise
yasaklanmış değildir.
Katade der ki: Cidal
karşılıklı sövmektir.
İbn Zeyd ve Malik b.
Enes der ki: Cidal burada cahiliyye döneminde Kureyşliler, sair Arapların vakfe
yaptığı yerden bir başka yerde vakfe yapıp daha sonra tartışmaya koyulması
halinde olduğu gibi, insanların hangilerinin Hz. İbrahim'in vakfe yaptığı yere
vakfesinin denk düştüğü hususunda anlaşmazlığa düşmeleridir. Bu açıklamaya göre
bunun manası: Hac ile ilgili yerlerde tartışma, cidal olmaz, demektir.
Bir başka grup şöyle
demektedir: Cidal burada bir kesimin hac bugündür, bir diğer kesimin hac
yarındır, demesidir.
Mücahid ve onunla
birlikte bir kesim de şöyle demektedir: Cidal Arapların. nesi' (hac aylarını
erteleme) uygulamasında olduğu gibi aylar hakkında tartışma yapmaktır. Araplar
bu uygulamaları ile kimi zaman haccı Zülhicce'den başka aya kaydırır, kimisi
cem'de (Müzdelife'de) kimisi Arafe'de vakfe yapar ve bunların hangisinin doğru
olduğu hususunda tartışırlardı.
Derim ki: Bu iki
açıklamaya göre haccın vaktinde ve hacc ile ilgili yerlerde tartışma yok
demektir. Yüce Allah'ın: "Cidal yoktur" buyruğunun açıklamasına dair
söylenen en sıhhatli iki görüş bunlardır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmaktadır: "Artık zaman Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü
haline dönüp gelmiş bulunmaktadır.. .... Hadis-i şerif ileride Tevbe Süresi'nde
(36. ayette) gelecektir. Yani hac işi eskiden olduğu hale dönmüştür. Haccın
yapıldığı esas gün ve zamanına avdet etmiştir. Peygamber (s.a.v.) haccettiğinde
de şöyle buyurmuştur: "Menasikinizi benden öğreniniz." Böylelikle o,
haccın vakfe yapılacak yerlerini ve sair yerlerini açıklamış olmaktadır.
Muhammed b. Ka'b
el-Kurazı der ki: Cidal bir kesimin diğerine: Bizim haccımız sizin haccınızdan
daha mebrurdur demesi, ötekinin de benzeri bir şekilde karşılık vermesidir.
Cidalin atalarla övünme ile ilgili olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
11- Hiçbir Hayır
Karşılıksız Kalmayacaktır:
Yüce Allah'ın: "Ne
hayır işlerseniz Allah onu bilir" buyruğu bir şart ve cevabından
ibarettir. Yani Allah Teala amellerinizin karşılığını verecektir. Çünkü
karşılık vermek, ancak o şeyi bilen tarafından mümkün olabilir.
Bu buyruğun, çirkin söz
söylemek yerine güzel söz söylemeye; ahlak açısından fasıklık ve cidal yerine
iyilik ve takvaya bir teşvik olduğu da söylenmiştir.
Bir diğer görüşe göre
Yüce Allah hayır işi yapmayı, hacıların kendi nefislerini dizginlemelerinden ve
onlara yasak kılınan şeyleri yapmamalarından ibaret olarak tesbit etmiş
bulunmaktadır.
12- Azık Edinmek Emri
ve Bu Emrin Veriliş Sebebi:
Yüce Allah'ın: "Bir
de azık edinin" buyruğu azık edinmeyi emretmektedir. İbn Ömer, İkrime,
Katade, Mücahid ve İbn Zeyd der ki: Ayet-i kerime hacca azık edinmeksizin gelen
Araplardan bir kesim hakkında nazil olmuştur. Bunların kimisi şöyle dermiş: Biz
nasıl olur da Allah'ın evini ziyaret ederiz de o da bizi yiyeceksiz bırakır?
Böyle diyerek insanların sırtına yük oluyorlardı. Böyle davranmak onlara
yasaklandı ve azık edinmeleri emredildi.
Abdullah b. ez-Zübeyr
der ki: Azık konusunda insanlar kimisi kimisine güvenirdi. Böylelikle hepsine
azık edinmeleri emri verilmiş oldu. Peygamber (s.a.v.)'ın yoluculuğa çıktığı
vakit üzerinde azığını yüklediği bir devesi de vardı. Müzeyne'den üçyüz kişi
onun yanına geldi. Ayrılıp gitmek istediklerinde Hz. Peygamber: "Ey Ömer,
sen bu gelenlere azık ver" diye buyurdu.
Kimisi de: "Azık
edinin" demek iyi arkadaşınız bulunsun demektir, der.
İbn Atiyye der ki: Böyle
bir açıklama oldukça zayıf bir tahsistir. Ayet-i kerimenin anlamı ile ilgili
olarak en uygunu şudur: Öldükten sonra gideceğiniz yer için salih amellerden
azık hazırlayınız.
Derim ki: Birinci görüş
daha sahihtir. Hacc yolculuğunda azık edinmekten kasıt belirttiğimiz gibi
gerçek anlamıyla yenecek şeyler edinmektir. Nitekim Buhari, İbn Abbas'tan şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Yemenliler haccediyor ve azık edinmiyor bu arada:
Bizler mütevekkilleriz, diyorlardı. Mekke'ye vardıklarında insanlardan
dilenmeye koyuluyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Bir de azık edinin,
şüphesiz ki azığın en hayırlısı takvadır" buyruğunu indirdi. İşte bu,
açıkladığımız husus ile ilgili bir nas mahiyetindedir. Müfessirlerin çoğunluğu
da bu görüştedir.
eş-Şa'bi der ki: Azık
hurma ve sevik (yağ ile kavrulmuş un)dur.
İbn Cübeyr de der ki:
Azık çörek ve seviktir.
İbnu'l-Arabi der ki:
"Yüce Allah, malı bulunan kimselere azık edinme emrini vermektedir. Malı
olmayan kimseler ise eğer yolda iş yapabilecek türden bir meslek sahibi iseler
veya dilenci iseler bunlara yönelik bir hitap yoktur. Yüce Allah burada
mallarını yerlerinde bırakıp azık edinmeksizin yola koyulan ve: Bizler tevekküI
eden kimseleriz, diyenlere hitap etmektedir. Tevekkülün ise birtakım şartları
vardır. Bu şartları yerine getiren kimse azıksız olarak çıkar ve bu hitabın da
kapsamına girmez. O bakımdan bu buyruk, insanların çoğunluğuna yöneliktir.
Bunlar ise tevekkülün hakikatlerinden gafil, tevekkül derecesinde kusurlu olan
kimselerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır."
Ebu'l-ferec el-Cevzi de
der ki: İblis tevekkül iddiasında bulunan bir topluluğa işi anlamalarına imkan
vermeyecek şekilde karışık göstermiş, o bakımdan onlar da azıksız olarak yola
çıkarak bu işin bir tevekküI olduğunu sanmışlardır. Oysa bu kanaatleriyle
hatanın en ileri derecesindedirler. Adamın birisi Ahmed b. Hanbel'e şöyle
sormuş: Ben Mekke'ye azıksız olarak tevekkül edip çıkıp gitmek istiyorum. Bunun
üzerine Ahmed ona şu cevabı verir:
O zaman sen hac
kafilesinden ayrı olarak (yalnız başına) çık git. Adam: Hayır mutlaka onlarla
birlikte çıkacağım, deyince bu sefer Ahmed b. Hanbel:
O halde sen insanlarla
beraber bulunan azık torbalarına tevekkül ederek çıkmak istiyorsun öyle mi? diye
cevap verir.
13- En Hayırlı Azık
Takvadır:
Yüce Allah'ın:
"Şüphesiz ki azığın en hayırlısı takvadır" buyruğu ile yasaklanan
şeylerden sakınmanın azığın hayırlısı olduğunu Yüce Allah bize haber vermekte
ve azık edinmeye takvayı da katmalarını emretmektedir. Yüce Rabbimizin:
"Şüphesiz ki azığın en hayırlısı takvadır" buyruğu böylelikle bu
manaya hamledilmiş olur. Çünkü: "Azık edininiz" buyruğu şu demektir:
Azık edinerek yola çıkmak suretiyle Allah'ın size vermiş olduğu emre uymak
hususunda Allah'tan korkunuz.
Şöyle de denilmiştir:
Bunun anlamının şu şekilde olma ihtimali vardır: Azığın en hayırlısı yolcunun
kendisiyle helak olmaktan ya da el açıp dilenmek ihtiyacından kişiyi
koruyandır.
Bir diğer açıklamaya
göre: Bu buyrukta bu dünya yurdunun karar yurdu olmadığına dikkat
çekilmektedir. İşaret ehli kimseler de der ki: Yüce Allah onlara ahiret
yolculuğunu hatırlatmakta ve takva azığı edinmeye teşvik etmektedir. Çünkü
takva ahiretin azığıdır.
el-A'şa der ki:
"Sen takvayı azık edinmeksizin yolculuğa çıktın mı Ölümden sonra da azık
edinmiş kimselerle karşılaşırsan Onun gibi olmadığına pişman olacaksın Ve
(hayır) biriktirdiği gibi biriktirmediğine."
Bir başka şair de şöyle
der: "Ölüm dalgaları azgın bir denizdir Orada yüzenin hüneri boşa çıkar Ey
nefs, şefkatle öğüt veren bir kimseden Sana bir söz söylüyorum sen de ona kulak
ver; Hiç bir insana kabrinde takva ile Salih amelden başka arkadaşlık eden
bulunmaz"
14- Akıl Sahibi Kimse
Allah'tan Korkar:
Yüce Allah: "Ve ey
üstün akıl sahipleri! Benden korkun." buyruğu ile -emir her ne kadar
herkesi kapsıyor ise de- özellikle üstün akıl sahiplerine hitab etmektedir.
Çünkü Allah'ın hucceti onlara karşı kesinlikle ve açıkça ortaya konmuş
bulunmaktadır. Onlar da Allah'ın emirlerini kabul eden ve bu emirleri yerine
getirmeye çalışan kimselerdir.
el-elbab (özler):
"lüb" kelimesinin çoğuludur. Herşeyin katıksız özüne "lüb"
denilir. O bakımdan akla da "lüb" denilmiştir. en-Nehhas der ki: Ben
Ebu İshak'ı şöyle derken dinledim: Ahmed b. Yahya Sa'leb bana dedi ki: Sen Arap
dilinde mu zaaf türü kelimelerden olup da "feule" vezninde herhangi
bir kelime biliyor musun? Ben: Evet, dedim. Sibeveyh Yunus'tan naklen dedi ki:
(Lübbün ikinci tekil şahsını ifade eden mazi ve muzari şekilleri olan:)
LEbubte, telübbü kelimesidir. O da bunu güzel karşıladı ve: Buna benzer Arap
dilinde bir kelime bilmiyorum, dedi.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN