ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

198

لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَبْتَغُواْ فَضْلاً مِّن رَّبِّكُمْ فَإِذَا أَفَضْتُم مِّنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُواْ اللّهَ عِندَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدَاكُمْ وَإِن كُنتُم مِّن قَبْلِهِ

لَمِنَ الضَّآلِّينَ

 

198. Rabbinizin lütfundan istemenizde size bir günah yoktur. Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüz zaman Meş'ar-ı Haram'da Allah'ı zikredin. O sizi hidayete ulaştırdığı gibi siz de O'nu anın. Muhakkak bundan önce sapıklardandınız.

 

Yüce Allah'ın bu buyruğunun: "Rabbinizin lütfundan istemenizde size bir günah yoktur" bölümüne dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

 

1- Hac Mevsiminde Allah'ın Lütfunu Aramak:

2- Hacda Ticaret Yapmak:

 

 

"Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüz zaman Meş'ar-ı Haram'da Allah'ı zikredin. O sizi hidayete ulaştırdığı gibi siz de O'nu anın. Muhakkak bundan önce sapıklardandınız"

1- Arafat'tan Dönüş (ifada):

2- Arafat:

3- Arafe'de Zeval'den Önce Vakfe Yapmak:

4- Güneşin Batışından Önce Arafat'tan Ayrılan Kimsenin Durumu:

5- Arafat'ta Binek üzerinde Vakfe Yapmak:

6- Arafat'tan Mina'ya Doğru Yol Alış:

7- Arafe'de Vakfe Yapılacak. Yer:

8- Arafe Günü Mescidlerde Toplanmak:

9- Arafe Gününün Fazileti:

10- Arafe Günü Oruç Tutmak:

11- Meş'ar-ı Haram'da Allah'ı Anmak:

12- Meş'ar-i Haram'da Akşam ve Yatsı Namazının Birlikte Kılınması:

13- Batıda Kızıllığın Batmasından Önce Müzdelifeye Varanın Durumu:

14- imamın Arafe 'den Ayrılmasından Sonra Arafeye Gelenin Durumu:

15- Müzdelife'de Namaz Kılma Şekli:

16- Müzdelife'de Kılınan Akşam ile Yatsı Namazları Arasında Namaz Dışında Bir işle Uğraşmak:

17- Müzdelife'de Gecelemek:

18- Hidayete Karşılık Allah'ı Zikretmek:

 

1- Hac Mevsiminde Allah'ın Lütfunu Aramak:

 

Yüce Allah, haccın kadına yaklaşmaktan, günah işlemekten, kavga etmekten tenzih edilmesini emrettikten sonra, ticarete ruhsat vermektedir. Anlamı şudur: Allah'ın lütfundan aramanızda sizin için bir vebal yoktur. Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın lütfunu aramak ticaret anlamına kullanılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan arayın ... " (el-Cum'a, 10)

 

Bunun sağlıklı bir açıklama olduğunun delili Buhari'nin İbn Abbas'tan şu rivayetidir: Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz cahiliyye döneminde (hac mevsiminde) kurulan panayırlar idi. Hac mevsimlerinde ticaret yapmanın günah olacağından çekinmeleri üzerine Yüce Allah'ın: "(Hac mevsimlerinde) Rabbinizin lütfundan istemenizde size bir günah yoktur" ayeti nazil oldu.

 

2- Hacda Ticaret Yapmak:

 

Bu husus sabit olduğuna göre bu ayet-i kerimede ibadeti eda etmekle birlikte hac zamanında hacının ticaret yapmasının caiz olduğuna dair delil vardır. Ticaret kastı gütmenin de şirk olmayacağına ve mükellefin bu şekilde davranması halinde kendisi için farz kılınmış olan ihlas çerçevesinin dışına çıkmayacağına da delil vardır. Bu fakirlere hilMen böyledir. Ancak ticaret sözkonusu olmaksızın hacca gitmek daha faziletlidir. Çünkü böylelikle hac ibadeti dünya şaibelerinden uzak olur ve kalbin başka şeylere taalluk etmesi sözkonusu olmaz.

 

Darakutni Sünen'inde Ebu Umame et-Teymı'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: İbn Ömer'e dedim ki: Ben bu yolda (hayvanlarımı) kiraya veren kimseyim. Bazıları da: Senin haccın olmaz demektedir. İbn Ömer dedi ki: Bir adam Resulullah (s.a.v.)'ın yanına geldi ve senin bana sorduğun bu sorunun benzerini de ona sordu. Hz. Peygamber de şu: "Rabbinizin lütfundan aramanızda size bir günah yoktur" ayeti nazil oluncaya kadar sustu. Daha sonra Resulullah (s.a.v.): "Senin haccın olur" diye buyurdu.

 

 

[ - ]

Buyruğun: "Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüz zaman Meş'ar-ı Haram'da Allah'ı zikredin. O sizi hidayete ulaştırdığı gibi siz de O'nu anın. Muhakkak bundan önce sapıklardandınız" buyruğuna dair açıklamalarımızı da on altı başlık halinde sunacağız:

 

1- Arafat'tan Dönüş (ifada):

 

Yüce Allah'ın: "Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüz zaman" buyruğunda kullanılan "ifada" etrafından taşıp dökülünceye kadar dolup taşan kap hakkında kullanılır. Bol bol başkalarına bağışta bulunan kimseye de "feyyad" denilir. Şair Züheyr der ki: "Bol bol veren el, adeta kendisinden talepte bulunanlar üzerinde beyaz bulutu andırır ki, Onun bağışları kesintisiz ve süreklidir."

 

(Aynı kökten gelen) müstefid hadis, yaygınlık kazanmış hadis demektir.

 

2- Arafat:

 

Yüce Allah'ın: "Arafat'tan" buyruğundaki "Arafat" kelimesini cumhur iki esreli (tenvinli) okumuşlardır. Aynı şekilde bir kadına "müslimat" adı verilecek olursa o da bu durumlarda bu şekilde söylenir. Çünkü burada tenvin munsarıf olan kelime ile olmayan kelime arasındaki farkı belirtmek için değildir ki, hazfedilmesi sözkonusu olsun. Buradaki tenvin: "Müslimin (müslümanlar)" kelimesinin sonundaki "nun" harfinin konumundadır. en-Nehhas der ki: Güzel olan budur.

 

Sibeveyh ise Araplardan "Arafat" sonundaki tenvinin hazfedildiğini nakletmekte ve: (Cümle içerisindeki durumuna göre) Arafatu, arafati şeklinde tenvinsiz olarak söylenir, demektedir.

Çünkü Araplar bu kelimeyi marife, (özel isim) kabul ettiklerinden dolayı sonundaki tenvini hazfetmişlerdir. Ahfeş ve Kufeliler "Fatıma ve Talha" kelimelerinin sonlarındaki (yuvarlak) "te "ye benzeterek sondaki "te" harfinin fethalı olarak okunduğunu da nakletmişler ve örnek olarak da şu beyiti göstermişlerdir: "(Şam taraflarındaki) Ezriat'tan ona baktı; -ki arabaları ta Yesrib'dedir- Ve onun en yakın evi(ni görmek) için bile çok yükseğe bakmak gerekir,"

 

Ancak birinci görüş ve sonundaki tenvinin müslimat'ın sonundaki tenvin

gibi olduğu, esrenin "müslimin"deki "ye" yerine, tenvinin de "nun" karşılığında geldiği görüşü daha güzel bir görüştür.

 

Arafat: Özel bir isim olup "Ezriat"de olduğu gibi çoğul şeklinde adlandırılmıştır. Çevresinde bulunan kuraklık bölgeler, geçitler gibi yerler dolayısıyla bu ismi aldığı söylendiği gibi, bu bölgeye "Arafat" adının veriliş sebebinin insanların orada birbirlerini tanımaları (tearuf) olduğu da söylenmiştir.

 

Bir diğer görüşe göre Hz. Adem cennetten dünyaya indirilince Hind'e, Hz. Havva ise Cüdde (Cidde) topraklarına indirildi. Uzun bir süre birbirlerini aradıklarından sonra Arafe günü Arafat'ta bir araya geldiler ve bu şekilde birbirlerini tanıdılar. Bundan dolayı bu güne Arafe günü, oraya da Arafat adı verilmiştir. Bu açıklama ed-Dahhak tarafından yapılmıştır.

 

Yüce Allah'ın: "Ve bize menasikimizigöster" (el-Bakara, 128) buyruğunu açıklarken daha önceden işaret ettiğimiz görüşler de ileri sürülmüştür.

 

İbn Atiyye der ki: Zahir olan odur ki, buraya Arafat adının verilmesi diğer yer ve bölge isimleri gibi mürteceldir (belli bir sebebe dayanılarak türetilmemiştir). Arafe aynı zamanda küçük ve ince erak (misvak) parçalarıdır. Şair bunun hakkında şöyle demektedir: "Hind için Ne'man'den ince erak dallarını topladım; Fakat bunları Hind'e kim ulaştırabilir ki!"

 

Bu kelimenin hoş koku anlamına gelen "el-arf"dan alınma olduğu da söylenmiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve onları kendilerine tarif ettiği cennete girdirecektir. "(Muhammed, 6) Burada "tarif etti" buyruğu güzel kokularla bezedi, demektir. Arafe, kanların ve hayvanların sakatatından çıkan pisliklerin bulunduğu Mina'nın hilafına hoş kokulu ve temizdir. İşte bundan dolayı buraya "Arafat" adı verilmiştir. Vakfe gününe de Arafe günü denilir. Bazıları şöyle demiştir: Bu iki ismin aslı "sabır"dan gelmektedir. "Arif bir adam" tabiri sabreden ve huşu sahibi olan kimse hakkında kullanılır. Nitekim meselde şöyle denilmiştir: "Nefis arüf (çok sabırlı)dır. Sen ona neyi yüklersen o da katlanır." Şair de der ki: "Ve ben bunun için (nefsim) sabredici ve hür olarak katlandım." Şair Zu'r-Rimme de şöyle demektedir:

 

"Mukadderatın hakkında çizmiş olduklarına son derece arüf (sabırlı)dır." Yani Allah'ın kazasına karşı oldukça sabırlıdır.

 

(Bugüne) Arafe adının veriliş sebebi ise, hacıların itaatle ve zilletle boyun eğmeleri, dua ve türlü zorluklara karşı sabretmeleri, -bu ibadeti ifa edebilmek için- sıkıntılara katlanmaları, tahammül etmeleridir.

 

3- Arafe'de Zeval'den Önce Vakfe Yapmak:

 

İlim ehli Arafe günü zevalden önce Arafe'de vakfe yaptıktan sonra yine zevalden önce Arafe'den ayrılacak olursa zevalden önceki vakfesinin sayılmayacağı üzerinde icma etmişlerdir. Aynı şekilde Arafe'de zevalden sonra vakfe yapıp da akşamdan önce gündüzün oradan ayrılan (ifada) kimsenin de haccının tamam olacağı üzerinde de icma etmişlerdir. Bundan tek istisna Malik b. Enes'tir. O şöyle der: Gecenin kısmen de olsa girmesi mutlaka gereklidir. Geceleyin Arafe'de vakfe yapana gelince; haccının tamam olduğu hususunda ümmet arasında görüş ayrılığı yoktur. (Malik b. Enes dışında kalan) cumhurun lehine olan delil Yüce Allah'ın: "Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüz zaman (ifada ettiğinizde)" buyruğundaki mutlak ifadedir. Burada gece ya da gündüze dair bir tahsis yoktur. Aynı şekilde Urve b. Mudarris yoluyla gelen hadis-i şerif de onların lehine olan delillerdendir. Urve der ki: Cem'de (Müzdelife'de) vakfe yerinde olduğu sırada Peygamber (s.a.v.)'ın yanına gittim. Ey Allah'ın Resulü dedim. Ben sana Tay dağlarından geliyorum. Bineğimi oldukça yordum, kendimi de yordum. Allah'a yemin ederim üzerinde vakfe yapmadığım tek bir dağ ve tepe bırakmadım. Benim haccım oldu mu ey Allah'ın Resulü? Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bizimle birlikte Cem'de (Müzdelife'de) sabah namazını kılan bundan önce ise gece ya da gündüz Arafat'a uğramış olan kimse haccında yapması gereken menasiki ifa etmiş ve haccını tamamlamış olur." Bu hadisi hadis imamlarından birden çok kişi rivayet etmiştir ki Ebu Davud, Nesai ve Darakutni bunlardandır. Lafız Darakutni'ye aittir. Tirmizi de der ki: Bu hasen sahih bir hadistir.

 

Ebu Ömer der ki: Tay'lı Urve b. Mudarı-is'in rivayet ettiği hadis sabit ve sahih bir hadistir. Bunu eş-Şa'bi'nin güvenilir arkadaşlarından bir topluluk eşŞa'bi'den o Urve b. Mudarris yoluyla rivayet etmiştir ki bu topluluk arasında İsmail b. Ebi Halid, Davud b. Ebi Hind, Zekeriyya b. Zaide, Abdullah b. Ebi Sefer ve Mutarrif de vardır. Bunların hepsi bunu eş-Şa'bi'den o Urve b. Mudarris b. Evs b. Harise b. Lam'dan rivayet etmektedirler.

Malik b. Enes'in sabit sünnetten delili ise Müslim tarafından rivayet edilen ve Cabir b. Abdullah yoluyla gelen uzunca hadistir. Bu hadiste şu ifadeler de vardır: Hz. Peygamber güneş batıp ondan sonraki sarılık (kızıllık) kısmen gidinceye, güneş kursu (güneş yuvarlağı) kayboluncaya kadar vakfesini devam ettirdi. Hz. Peygamber'in fiilleri ise vücub ifade eder. Bilhassa hacda böyledir. Çünkü bu konuda: "(Hac) menasikinizi benden öğreniniz" diye buyurmuştur.

 

4- Güneşin Batışından Önce Arafat'tan Ayrılan Kimsenin Durumu:

 

Haccı sahih olmakla birlikte, güneşin batışından önce Arafat'tan ayrılıp dönmeyen kişinin durumu hakkında cumhur farklı görüşlere sahiptir. Ata, Süfyan es-Sevri, Şafii, Ahmed, Ebü Sevr, re'y ashabı ve başkaları bir kurban kesmesi gerekir, derler. Hasan-ı Basri bir hediye kurbanı gerekir; İbn Cüreyc bir bedene (deve veya inek) kesmesi gerekir, derler.

 

Malik der ki: Gelecek sene hac etmesi gerekir. Bununla birlikte gelecek seneki haccında hediye kurbanı keser. Bu kişi tıpkı haccın vaktini geçiren kimse gibidir.

 

Şayet güneş battıktan sonra oradan ayrılıncaya kadar tekrar Arafat'a dönecek olursa Şafii der ki: Birşey gerekmez. Ahmed, İshak ve Davud'un görüşü de budur, Taberi de bu görüştedir.

 

Ebü Hanife, arkadaşları ve es-Sevri de der ki: üzerinden kurban kesme yükümlülüğü düşmez. İsterse güneş battıktan sonra dönmüş olsun. Ebu Sevr de bu görüştedir.

 

5- Arafat'ta Binek üzerinde Vakfe Yapmak:

 

Gücü yeten kimse için Arafat'ta binek üzerinde vakfe yapmanın daha faziletli olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) güneş battıktan sonra Arafat'tan ayrılıncaya kadar bu şekilde vakfe yapmıştır. Terkisine Usame b. Zeyd'i de almıştır. Bu Hz. Cabir'den gelen uzunca hadiste Hz. Ali yoluyla gelen hadiste ve yine İbn Abbas yoluyla gelen hadiste bu husus, tesbit edilmiştir. Hz. Cabir der ki: " ... Sonra Resuluilah (s.a.v.) vakfe yerine gelinceye kadar bineğine bindi. Devesi Kasvanın karnını (Cebelürrahme)deki kayalıklara doğru yönlendirdi, yaya kimselerin yürüdüğü yolu da önüne aldı, kıbleye doğru yöneldi. Güneş batıncaya, az bir miktar sarısı gidinceye ve güneş kursu (yuvarlağı) kayboluncaya kadar vakfesine devam etti. Arkasına da Usame b. Zeyd'i aldı...

 

Şayet binek üzerinde vakfe yapamaz ise gücü yettiği sürece ayakları üzerinde dua ederek vakfe yapar. Bu şekilde vakfe yapmaya gücü yetmiyor ise oturmasında bir mahzur yoktur. Binek üzerinde vakfe yapmakta hac için parlak bir gösteriş ve bir tazim vardır. "işte böyle, her kim Allah'ın şeairini (hac menasikim) tazim ederse şüphesiz ki o kalplerin takvasından ötürüdür. "(el-Hac, 32)

 

İbn Vehb, Muvatta'ında der ki: Malik bana dedi ki: Arafe'de binekler ve develer üzerinde vakfe yapmak benim için ayakta vakfe yapıp durmaktan daha sevilen birşeydir. Ayakta vakfe yapan kimse için dinlenmekte de bir mahzur yoktur.

 

6- Arafat'tan Mina'ya Doğru Yol Alış:

 

Müslim'in Sahih'inde ve diğerlerinde Usame b. Zeyd'den sabit olduğuna göre Peygamber (s.a.v.) Arafat'tan Müzdelife'ye doğru ifada ettiğinde devesini geniş adımlarla (el-anek denilen yürüyüş şekliyle) yürütürdü. Yolda herhangi bir çukur ile karşılaştığında bineğinin adımlarını daha da genişletmesini sağlardı (Nass). Hişam b. Urve der ki: Nass, anek yürüyüşünden daha hızlıdır.

 

İşte hac emirlerinin ve onların komutaları altında olanların da böyle yapmaları gerekir. Çünkü Müzdelife'ye doğru çabukça yol almak orada çabukça namaz kılmak içindir. Bilindiği gibi akşam namazı o gece ancak Müzdelife'de yatsıyla birlikte kılınabilir ki sünneti budur. İleride Yüce Allah'ın izniyle açıklaması gelecektir.

 

7- Arafe'de Vakfe Yapılacak. Yer:

 

Kur'an-ı Kerım'in ve sabit Sünnetin umum ifade eden buyruklarının zahiri; Arafe'nin bütünüyle vakfe yeri olduğunu göstermektedir. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Ben burada vakfe yaptım, bununla birlikte Arafe bütünüyle vakfe yapılacak yerdir." Bunu Müslim ve başkaları Hz. Cabir'in rivayet ettikleri uzunca hadisin bir parçası olarak nakletmişlerdir.

 

Malik'in Muvatta'ındaki ifadelere göre Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğuna dair rivayet ulaşmış bulunmaktadır: "Arafe'nin tümü vakfe yapılacak yerdir. Bununla birlikte Batn-ı Urane (Urane vadisinin iç tarafı)nın üst kısmında kalınız. Müzdelife tümüyle vakfe yapılacak yerdir. Bununla birlikte Batn-ı Muhassir (Muhassir vadisinin iç tarafın)dan yüksekçe durunuz."

 

İbn Abdi'l-Berr der ki: Bu hadis Cabir b. Abdullah, İbn Abbas ve Ali b. Ebi Talib yoluyla muttasıl bir rivayettir. Rivayetlerin bir çoğunda Arafe'den Urane'nin iç kısmının, Müzdelife'den de Muhassirin iç kısmının istisnası yoktur. Hadis ehlinden olup sağlam ve sika hadis hafızları Cafer b. Muhammed'in, babasından onun da Hz. Cabir'den yaptığı rivayeti böylece nakl etmişlerdir. (Devamla) Ebu Ömer dedi ki: Fukaha, Arafe'nin Urane bölümünde vakfe yapan kimse hakkında ihtilaf etmişlerdir.

 

İbnu'l-Münzir'in yaptığı rivayette belirttiğine göre Malik şöyle demiştir: Böyle bir kimse bir kan akıtır (kurban keser) ve bununla birlikte haccı da tamamdır. Bu aynı zamanda Halid b. Nizar'ın Malik'ten naklettiği bir rivayettir. Ebu'l-Mus'ab'ın belirttiğine göre böyle bir kimse hiç vakfe yapmamış gibidir ve haccını kaçırmış olur. Urane vadisinin iç tarafında vakfe yaptığı takdirde gelecek sene haccetmesi gerekir.

 

İbn Abbas'tan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Urane'den ifada (vakfe) yapan kimsenin haccı olmaz. Aynı zamanda bu İbnu'l-Kasım ile Salim'in de görüşüdür. İbnu'l-Münzir bu görüşü Şafii'den de zikretmektedir. İbnu'l-Münzir der ki: Ben de bu görüşteyim: Resulullah (s.a.v.)'ın vakfe yapılmamasını emrettiği yerde vakfe yapması onun için yeterli olamaz.

 

İbn Abdi'l-Berr (devamla) der ki: Urane vadisinin iç taraflarının Arafe'den istisna edilmesi -nakil yönünden olsun icma yönünden olsun- bağlayıcı niteliği olan bir delil değildir. Ebu'l-Mus'ab'ın görüşünü kabul edenlerin ileri sürdükleri delil şudur: Arafe'de muayyen bir yerde vakfe, yapmak üzerinde icma olunmuş bir farzdır. O bakımdan bu farzın ancak yakin hasıl olacak şekilde eda edilmesi caiz olabilir. İhtilafın bulunduğu yerde ise yakin sözkonusu olamaz. Urane vadisinin iç tarafı ise (ki bu Urune şeklinde de söylenir) Arafe mescidinin batı tarafındadır. Hatta kimi ilim adamı şöyle demiştir: Arafe mescidinin batı duvarı düşecek olsa Urane'nin iç tarafına düşer. el-Baci'nin İbn Habib'den naklettiğine göre Arafe, Hil bölgesindedir, Urane ise Harem bölgesindedir. Ebu Ömer der ki: Muhassir (in iç tarafı)na gelince; Veki' bu konuda şunları kaydeder: Bize Süfyan anlattı, o Ebu Zübeyr'den o Cabir'den naklettiğine göre Peygamber (s.a.v.) Muhassir'in iç taraflarında hızlıca yol aldı.

 

8- Arafe Günü Mescidlerde Toplanmak:

 

Arafe günü Arafe'de vakfe yapanlara benzemek arzusuyla Arafe dışındaki mescidlerde toplanmakta (ta'rif) bir mahzur yoktur. Şu'be, Katade'den o el-Hasen'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bunu ilk yapan kişi Basra'da İbn Abbas olmuştur. Yani insanlar Arafe günü Basra mescidinde bir araya gelip toplandılar.

 

Musa b. Ebi Aişe dedi ki: Ben Ömer b. Hureys'i Arafe günü insanlar etrafında toplanmış olarak hutbe irad ettiğini gördüm.

 

el-Esrem de der ki: Ben Ahmed b. Hanbel'e şehirlerde bir araya toplanarak ta'rif yapmanın hükmünü sordum. Şöyle dedi: Bunda bir sakınca olmayacağını ümid ederim. Birden çok kişi bu işi yapmış bulunmaktadır: el-Hasen, Bekir, Sabit ve Muhammed b. Vasi. Bunlar Arafe günü mescidlerde buiunurlardı.

 

9- Arafe Gününün Fazileti:

 

Arafe gününün fazileti muazzam, sevabı pek büyüktür. Allah o günde büyük günahları affeder, salih amelleri kat kat arttırır. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Arafe günü oruç tutmak önceki senenin ve gelecek senenin günahlarına keffarettir." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

 

Yine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Duanın en faziletlisi Arafe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediğimiz en faziletli sözümüz: La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh (Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur, bir ve tektir, O'nun hiçbir ortağı yoktur) sözüdür."

 

Darakutni'nin Hz. Aişe'den rivayetine göre de Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah'ın Arafe gününde cehennemden azat ettiği kişi sayısından daha çok kimseyi azad ettiği bir başka gün yoktur. Aziz ve celil olan Allah, o gün oldukça yaklaşır, sonra onlarla (Arafat'ta vakfe yapanlarla) meleklere karşı övünür ve bunlar ne dilekte bulundular diye sorar."

 

Muvatta'da ise Ubeydullah b. Keriz'den gelen rivayete göre Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şeytanın -Bedir günü gördükleri müstesna- Arafe günündekinden çok herhangi bir günde daha bir küçük, daha bir hakir, daha bir uzak ve daha bir kinli olduğu bir gün görülmemiştir. Bunun tek sebebi ise rahmetin sağnak sağnak indiğini, büyük günahları Yüce Allah'ın bağışladığını görmesidir. Bedir günü ne gördü ki? diye sorulunca şöyle buyurdu: "O Cebrail'i, melekleri savaş için saf saf düzene koyarken gördü."

Ebu Ömer der ki: Bu hadisi Ebu Nadr İsmail b. İbrahim el-İcli Malik'ten o İbrahim b. Ebi Able'den, o Talha b, Ubeydullah b, Keriz'den o babasından rivayet etmiştir. Ancak bu hadiste "babasından" şeklindeki kaydı ondan başka kimse zikretmez. Bunun hiçbir önemi yoktur. Doğrusu Muvatta'daki rivayet şeklidir.

 

et-Tirmizi el-Hakim, Nevadiru'I-Usul da da şunu zikretmektedir: Bize Hatim b. Nuaym et-Temimi Ebu Ravh anlatarak dedi ki: Bize Hişam b. Abdülmelik Ebu'l Velid et-Tayalisi anlatarak dedi ki: Bize Abdülkahir b. es-Serri es-Sülemi anlatarak dedi ki: Bana Kinane b. Abbas b. Mirdas'ın bir oğlu babasından o dedesi Abbas b. Mirdas'tan rivayetle dedi ki: Resulullah (s.a.v.) Arafe günü akşamı ümmetine mağfiret ve rahmet dileğinde bulunarak dua etti. Pek çok duada bulundu, ona (Rabbi) şöylece cevap verdi: Ben bunu yerine getirdim. Ancak birbirlerine zulümleri müstesnadır. Benimle onlar arasındaki günahlarına gelince onları bağışladım. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

 

"Rabbim, sen mazlum olan bu kimseye uğradığı haksızlıktan daha hayırlı bir ecir vermeye ve şu zalime de mağfiret etmeye kadirsin." O akşam Rabbi bu duasını kabul buyurmadı. Ertesi günü sabah yani Müzdelife'de bulundukları sabah ısrarla dua etti, rabbi ona şu şekilde cevap verdi: Ben onlara mağfiret buyurdum. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) tebessüm etti, ona: Ey Allah'ın Resulü, daha önce tebessüm ettiğini görmediğimiz bir vakitte tebessüm ettin? dediler. Şöyle buyurdu: "Allah'ın düşmanı İblis'in halinden dolayı tebessüm ettim. Yüce Allah'ın benim, ümmetim hakkında yaptığım duanın kabul edildiğini öğrenince kendi aleyhine veyl ve subur (helak olmak ve ölmek) bedduasını etmeye ve başına toprak saçıp hızlıca uzaklaşmaya koyuldu."

 

Ebu Abdülğani el-Hasen b. Ali'nin zikrettiğine göre: Bize Abdürrezzak anlattı, bize Malik, Ebu Zinad'dan anlattı, o el-A'rec'den o Ebu Hureyre'den naklederek dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Arafe günü olduğu vakit Allah ihlaslı olan hacıya mağfiret eder. Müzdelife gecesinde ise Yüce Allah, ticaret yapanlara mağfiret eder. Mina günü olduğunda develeri ile hacı taşıyanlara mağfiret eder. Akabe gününe taş atılacağı günde ise Allah dilencilere mağfiret eder. Bu vakfe yerinde bulunup da la ilahe illallah deyip kendisine mağfiret olunmayan hiçbir kimse kalmaz."

 

Ebu Ömer der ki: Bu, Malik yoluyla gelen garib bir hadistir. Ondan ancak bu yolla gelen şekli bilinmektedir. Ebu Abdülğani denilen raviyi ben tanımıyorum, İlim ehli hala bu tür teşvik ve faziletlere dair rivayetleri herkesten alıp nakletmekte, müsamahalı davranmaya devam etmektedirler. Onlar ahkam ile ilgili hadislerde işleri sıkı tutuyorlardı.

 

10- Arafe Günü Oruç Tutmak:

 

İlim ehli kimseler, Arafat'ta bulunmayanlar için Arafe günü oruç tutmayı müstehab kabul etmişlerdir. -Lafız Tirmizi'ye ait olmak üzere- hadis imamlarının İbn Abbas'tan rivayetlerine göre Peygamber (s.a.v.) Arafe'de orucunu açmıştır. Umm el-Fadl ona süt göndermiş ve o da bu sütü içmiştir Tirmizi, bu hasen sahih bir hadistir, demektedir.

 

İbn Ömer'den de şöyle dediğini rivayet etmektedirler; Peygamber (s.a.v.) ile birlikte haccettim. O, o günü -yani Arafe günü- oruç tutmadı. Ebu Bekir ile birlikte de haccettim. O da o gün oruç tutmadı. Ömer ile birlikte de haccettim. O da o gün oruç tutmadı. İlim ehlinin çoğunluğuna göre uygulama buna göredir. Onlar kişinin dua etmesi ve daha bir güç sahibi olabilmesi için Arafe'de oruçsuz olmasını müstehab kabul ederler. Bununla birlikte bazı ilim ehli Arafe günü Arafe'de oruç tutmuştur.

 

Yine İbn Ömer'den, birinci hadisin bir benzerini senediyle kaydetmiş ve sonlarında şunu da ilave etmiştir: Osman ile birlikte de haccettim. O da o gün oruç tutmadı. Ben de o gün oruç tutmadığım gibi o gün oruç tutmayı da emretmiyorum, yasaklamıyorum da. Bu hasen bir hadistir. Bunu İbnu'l-Münzir de zikretmiştir.

 

Ata ise Arafe günü orucu hakkında şöyle demiştir: Kışın oruç tutarım, fakat yazın tutmam. Yahya el-Ensari der ki: Arafe günü oruç açmak vaciptir. Osman b. Ebi'l-As, İbn ez-Zübeyr ve Hz. Aişe Arafe günü oruç tutarlardı. İbnu'l-Münzir der ki: Arafat'ta Arafe günü oruç açmak benim için daha sevilir bir iştir. Böylelikle Rasülullah (s.a.v.)'a uyulmuş olur. Arafat dışında ise oruç tutmayı daha çok severim. Çünkü Resulullah (s.a.v.)'a Arafe günü tutulan oruç ile ilgili olarak soru sorulduğunda şöyle buyurmuştur: "Geçen sene için ve gelecek sene için keffarettir." (9.başlıkta geçti.) Ayrıca biz Ata'dan şöyle dediğini rivayet etmekteyiz: Her kim dua etmek için daha bir güçlenmek üzere Arafe günü oruç açarsa o kimse oruç tutanın ecri gibi bir ecir alır.

 

11- Meş'ar-ı Haram'da Allah'ı Anmak:

 

Yüce Allah: "Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin. .. " yani Meş'ar-ı Haram'da dua ve telbiye getirmek suretiyle Allah'ı anın, demektir. Meş'ar-ı Haram'a "Cem'" adı da verilir. Çünkü orada akşam ve yatsı namazları birlikte (cem' ile) kılınır. Bu açıklamayı Katade yapmıştır. Bir görüşe göre de Adem, Havva ile birlikte orada bir araya geldiğinden dolayı (oraya: Cem') orada ona yaklaştığından (izdilaf'dan) dolayı da Müzdelife adını almıştır.

Orada vakfe yapanların yaptıkları işler sebebiyle bu adın verildiğini söylemek de mümkündür. Çünkü onlar orada vakfe yapmak suretiyle Yüce Allah'a yaklaşırlar (izdilaf).

 

Oraya alamet anlamına gelen şiar'dan türeyen "Meş'ar" adı da verilir. Çünkü orası hacc için, namaz için ve orada kalmak için bir alamettir. Ayrıca orada dua etmek haccın şeairindendir. Orasının hürmeti (saygınlığı) haramlara riayet etme gereği dolayısıyla da "haram"lıkla nitelendirilmiştir.

 

12- Meş'ar-i Haram'da Akşam ve Yatsı Namazının Birlikte Kılınması:

 

Resulullah (s.a.v.)'ın Müzdelife'de akşam ve yatsı namazlarını birlikte kıldığı sabittir. Aralarında herhangi bir ihtilaf olmaksızın ilim ehli, sünnetin, hacıların akşam ve yatsı namazlarını bir arada kılmaları olduğunu icma ile kabul etmişlerdir.

 

Şu kadar var ki Cem'e (Müzdelife'ye) gelmeden önce akşamı kılan kimsenin durumu hakkında farklı görüşlere sahiptirler.

 

Malik der ki: İmam ile birlikte vakfe yapıp onun Arafat'tan ayrılmasıyla ayrılan kimse Müzdelife'ye kadar gelip her iki namazı orada bir arada kılıncaya kadar namaz kılmaz. Buna Peygamber (s.a.v.)'ın Usame b. Zeyd'e söylediği: "Namaz ileride kılınacaktır" demesini delil göstermektedir.

 

İbn Habib der ki: Müzdelife'ye gelmeden önce özürsüz olarak namaz kılan kimse durumu öğrendiği takdirde namazını iade eder. Bu kimsenin kıldığı namaz zevalden önce (öğle namazını) kılan gibidir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): "Namaz ileridedir" diye buyurmuştur. Ebu Hanife de bu görüştedir.

 

Eşheb der ki: Bunu iade etmesi gerekmez. Ancak bu iki namazı (akşam ile yatsıyı) şafakın (güneşin batımı sonrası kızıllığın) kayboluşundan önce kılmış ise yalnızca yatsıyı iade eder. Şafii de bu görüştedir. Kadı Ebu'l-Hasen'in desteklediği görüş de budur. O bu görüşe şunu delil gösterir: Bu iki namazın bir arada cem' ile kılınması sünnettir. Bunların cem' ile kılınmaları sahih olmaları için bir şart değildir. Birlikte kılınmaları müstehablık anlamını ifade eder. Tıpkı Arafe'de öğle ve ikindi namazlarını bir arada kılmak gibi. İbnu'I-Münzir de bu görüşü tercih eder ve Ata b. Ebi Rebah, Urve b. ez-Zübeyr, el-Kasım b. Muhammed, Said b. Cübeyr, Ahmed, İshak, Ebu Sevr ve Yakub'un görüşü olarak da nakleder. Şafii'den de şöyle dediğini nakletmektedir: Müzdelife'ye gelinceye kadar namaz kılmaz. Eğer Müzdelife'ye varmadan önce gecenin yarısı olursa her iki namazı (Müzdelife'ye varmadan önce yolda) kılar.

 

13- Batıda Kızıllığın Batmasından Önce Müzdelifeye Varanın Durumu:

 

Acele edip de batıdaki şafağın kayboluşundan önce Müzdelife'ye gelen bir kimse hakkında İbn Habib şunları söyler: Elini çabuk tutarak şafağın kayboluşundan sonra Müzdelife'ye ulaşan bir kimse, ister imam olsun isterse başkası şafak kayboluncaya kadar namaz kılamaz. Çünkü peygamber (s.a.v.): "Namaz ileridedir" buyurmuş sonra da bu namaz(lar)ı şafağın kayboluşundan sonra kılmıştır. Diğer taraftan bu namazın vakti, şafağın kayboluşundan sonradır. O bakımdan bundan önce bu namazın kılınması caiz olamaz. Eğer şafağın kayboluşundan önce bu namazın kılınabileceği bir vakit olsaydı, bu vakitten sonraya bırakılmazdı.

 

14- imamın Arafe 'den Ayrılmasından Sonra Arafeye Gelenin Durumu:

 

İmamın Arafeden ayrılmasından sonra Arafeye gelen ya da imam ile birlikte vakfe yapanlardan özür sahibi olan kimselerle ilgili olarak İbnu'l-Mevvaz der ki: Bir kimse imamdan sonra vakfeye durursa, her namazı kendisine ait olan vaktinde kılmalıdır.

İmam ile birlikte bulunmaktan kendisini alıkoyan bir mazereti bulunan kimse hakkında da Malik şöyle der: Şafak battığı takdirde her iki namazı cem ile kılar.

 

İbnu'l-Kasım, imamdan sonra vakfe yapan kimse hakkında şöyle der; Şayet gecenin üçte birinde Müzdelife'ye varabileceğini umuyor ise Müzdelife'ye varıncaya kadar namazını te'hir eder. Değilse her namazı vaktinde kılar.

 

Buna göre İbnu'l-Mevvaz (akşam) namazın(ın) Müzdelife'de kılınmak üzere ertelenmesini yalnızca imam ile birlikte vakfe yapanlar için kabul eder. Malik ise mekanı değil, zamanı göz önünde bulundurmuştur. İbnu'l-Kasım ise namaz için uygun görülen zaman ve mekanı göz önünde bulundurmuştur. Eğer tercih edilen vaktin geçmesinden korkacak olursa, bu sefer mekana itibar sözkonusu olmaz, o taktirde namaz için tercih edilen vakte riayet etmek daha uygun olur.

 

15- Müzdelife'de Namaz Kılma Şekli:

 

İlim adamlarının Müzdelife'de namaz kılma şekli ile ilgili olarak iki farklı görüşü vardır; Birinci görüşe göre ezan ve ikamet sözkonusudur. İkincisine göre ise bu iki namaz aralarına amel ile fasıla sokmaksızın bitişik olarak mı bir arada kılınır yoksa aralarında herhangi bir iş yapmak, yükleri indirmek ve buna benzer şeylerle uğraşmak caiz midir?

Ezan ve ikamete gelince; Resulullah (s.a.v.) Müzdelife'de akşam ile yatsı namazını tek bir ezan ve iki kamet ile kılmıştır. Bunu sahih kitaplar Hz. Cabir'den rivayet edilen uzunca hadiste nakletmektedirler. Ahmed b. Hanbel, Ebu Sevr ve İbnu'l-Münzir de bu görüştedir. Malik der ki; Akşam ile yatsıyı iki ayrı ezan ve iki kamet getirerek kılar. Arafe'de öğle ve ikindi namazlarının durumu da böyledir. Şu kadar var ki bu iki namazın (öğle ile ikindi) öğle namazının vaktinde kılınacağı hususunda icma vardır.

 

Ebu Ömer der ki: Malik'in görüşü ile ilgili Peygamber (s.a.v.)'a herhangi bir şekilde merfu olarak rivayet edilen bir hadis bilmiyorum. Şu kadar var ki bu Ömer b. el-Hattab'dan rivayet edilmiştir. -İbnu'I-Münzir ayrıca İbn Mesud'u da zikreder. -Bu hususta nazar (kıyas) açısından İmam Malik'e delil olabilecek hususlardan biri şu olabilir: Rasülullah (s.a.v.) Müzdelife ve Arafe'de ayrı ayrı kılınan ikişer namaz için tek bir vaktin bulunduğunu sünnet ile tesbit etmiştir. Her ikisinin vakti bir olduğuna göre ve her bir namaz bizzat kendi vaktinde kılındığına göre; birisi için ezan ve kamet getirmek, ötekine göre daha tercih edilebilir bir uygulama olamaz. Çünkü bunlardan herhangi birisi kaza olarak kılınmamaktadır. Her birisi kendi vaktinde kılınan bir namazdır. Vaktinde kılınan her bir namaz için ise bir ezan okumak ve cemaat ile kılınmak üzere kamet getirilmesi bir sünnettir. Bu da apaçık bilinen bir husustur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Başkaları da şöyle der: İki namazdan önce olanı bir ezan ve bir kamet ile kılınır. İkincisi ise ezansız ve kametsiz olarak kılınır. Bunlar derler ki: Hz. Ömer'in ikincisi için ezan okunmasını emretmesi, insanların akşam yemeğini yemek üzere dağılmış olmalarından dolayıdır. Onları bir araya toplamak kastıyla ezan okutmuştur.

 

Devamla derler ki: Akşam yemeğini yemek üzere veya başka bir maksat ile insanların dağılması halinde, biz de bu şekilde bir uygulamaya gidilmesini öngörüyoruz. İmam, müezzinlere hacıları bir araya toplamak üzere ezan okumalarını emreder. Ezan okunduktan sonra da kamet getirilir. İşte Hz. Ömer'den gelen rivayetin manası budur. Bu açıklamayı yapanlar ayrıca Abdurrahman b. Yezid'in naklettiği hadisi de zikrederler. Abdurrahman b. Yezid dedi ki: İbn Mes'ud, Müzdelife'de iki namaz arasında akşam yemeğini yerdi. Bir diğer rivayette ise her bir namazı ayrı bir ezan ve ayrı bir kamet ile kıldığı belirtilmektedir. Bunu Abdürrezzak zikretmektedir.

 

Başkaları da şöyle demektedir: Her iki namaz (akşam ile yatsı) Müzdelife'de bir kamet getirilerek kılınır ve herhangi bir şekilde bunlar için ikinci bir kamet getirilmez. Bu görüş İbn Ömer'den rivayet edilmiş olup es-Sevrı de buna uygun görüş beyan etmiştir. Abdürrezzak'ın ve Abdü'l-melik es-Sabbah'ın es-Sevrı'den onun Seleme b. Kuheyl'den, onun Said b. Cübeyr'den onun da İbn Ömer'den naklettiğine göre İbn Ömer şöyle demiş: Rasülullah (s.a.v.) akşam ile yatsıyı Cem'de (Müzdelife'de) birlikte kıldı. Akşam namazını üç rek'at yatsı namazını da iki rek'at olmak üzere tek bir kamet ile kıldı.

 

Bazıları da şöyle demektedir: Her iki namaz bir arada, akşam ile yatsı beraber Cem'de tek bir ezan ve tek bir kamet ile kılınır. Onlar bu görüşlerinde Huşeym'in Yunus b. Ubey'den, onun Said b. Cübeyr'den onun İbn Ömer'den yaptığı rivayete uymaktadırlar. Bu rivayete göre İbn Ömer akşam ile yatsıyı Cem'de bir arada tek bir ezan ve tek bir kamet ile kılmış ve bunların arasında başka herhangi bir işle uğraşmamıştır.

 

Bunun bir benzeri merfu olarak Huzeyme b. Sabit'ten de rivayet edilmiştir. Şu kadar var ki pek kavi (güçlü) değildir. el-Cüzcanı'nin Muhammed b. el-Hasen'den onun Ebu Yusuf'tan, onun Ebu Hanife'den naklettiğine göre bu iki namaz tek bir ezan ve iki kamet ile kılınır. Akşam için ezan okunur (ve kameti getirilir), yatsı için ise sadece kamet getirilir. Tahavı de Hz. Cabir'in konu ile ilgili hadisi dolayısıyla bu kanaattedir. Bu görüş ilk görüşün aynıdır ve esas alınacak görüş de budur.

 

Daha başkaları şöyle der: Bu namazlar herhangi birisi için ezan okunmaksızın iki ayrı kamet getirilerek kılınır. Bu görüşte olanlar arasında Şafii, arkadaşları, İshak ve iki görüşünden birisinde Ahmed b. Hanbel de vardır. Aynı zamanda bu Salim b. Abdullah ile el-Kasım b. Muhammed'in de görüşüdür. Buna delil olarak Abdürrezzak'ın Ma'mer'den, onun İbn Şihab'dan, onun Salim'den, onun İbn Ömer'den zikrettiği şu rivayeti delil gösterirler: Buna göre Peygamber (s.a.v.) Müzdelife'ye gelince akşam ile yatsıyı bir arada kıldı. Akşam namazını üç rek'at, yatsıyı da iki rek'at olarak kıldı. Her birisi için bir kamet getirdi ve ikisi arasında ayrıca bir namaz kılmadı.

 

Ebü Ömer der ki: Bu görüşe dair İbn Ömer'den gelen rivayetler bu konuda ondan gelen rivayetlerin en sağlamlarındandır. Bununla birlikte te'vil edilebilme ihtimali de vardır. Hz. Cabir'den gelen hadiste ise ihtilaf yoktur. O bakımdan evla olan budur. Bu mes'elede ise nazarın (akıl yürütmenin) herhangi bir dahli sözkonusu olamaz. Burda sözkonusu olan (Rasüle) ittiba'dan başkası değildir.

 

16- Müzdelife'de Kılınan Akşam ile Yatsı Namazları Arasında Namaz Dışında Bir işle Uğraşmak:

 

İki namaz arasında namazın dışında herhangi bir işle uğraşmaya gelince; Usame b. Zeyd'den sabit olduğuna göre Peygamber (s.a.v.) Müzdelife'ye gelince bineğinden indi, abdest aldı ve azalarını iyice yıkadı. Sonra namaz için kamet getirildi, akşam namazını kıldı. Daha sonra herkes konakladığı yerde devesini çöktürdü. Sonra namaz için kamet getirildi ve o namazı kıldı. Her ikisi arasında ayrıca bir namaz kılmadı.

 

Bir rivayette de şöyle denilmektedir: Yatsı için kamet getirilinceye kadar yüklerini çözmediler (veya konaklamak üzere inmediler). Daha sonra namaz kıldı, sonra yüklerini çözdüler (ya da konaklamak için gerekeni yaptılar).

 

Bundan az önce İbn Mesud'un akşam yemeğini iki namaz arasında yediğini de kaydetmiş bulunuyoruz. İşte bu Müzdelife'de kılınan iki namaz arasında başka işlerle uğraşmanın caiz olduğunu ifade eder. Malik'e Müzdelife'ye gelen kimse hakkında şöyle bir soru sorulur: Bu kişi önce namaz kılmakla mı işe başlar yoksa bineğinden yüklerini indirinceye kadar namazı te'hir edebilir mi? Buna şöyle cevap verir: Hafif olan yüklerini namaz kılmaktan önce indirmesinde bir mahzur yoktur Develer üzerindeki hevdeçlerle diğer ağır yüklerin indirilmesine gelince; bunların indirilmesinin sakıncasız olacağı görüşünde değilim. O bakımdan önce iki namazı kılsın, sonra da devesinin üzerindeki (ağır) yükleri indirsin.

 

Eşheb, kitaplarında der ki: Namaz kılmadan önce yüklerini indirebilir. Bununla birlikte -bineğin üzerindeki yükün ağırlığı ya da bir başka mazeret dolayısıyla olması hali gibi- mecbur kalmadıkça akşam namazını kıldıktan sonra yüklerini indirmesini daha uygun görürüm. İki namaz arasında gidip gelme hakkında ise İbnu'I-Münzir şöyle demektedir: Her iki namazı bir arada kılan kimsenin iki namaz arasında nafile kılmamasının sünnetten olduğu hususunda ilim adamlarının ihtilaf ettiklerini bilmiyorum. Çünkü Usame yoluyla gelen hadis-i şerifte: "Ve her iki namaz arasında herhangi bir namaz kılmadı" denilmektedir.

 

17- Müzdelife'de Gecelemek:

 

Müzdelife'de geceyi geçirmek, cumhura göre haccın bir rüknü değildir. Ancak kurban bayramı gecesi Müzdelife'de gecelemeyip Cem'de (yani Müzdelife'de) vakfe yapmayan kimseye ne gerektiği hususunda farklı görüşler vardır. Malik der ki: Müzdelife'de geceyi geçirmeyen kimsenin bir kurban kesmesi gerekir. Gecenin çoğunluğunu orada geçiren kimseye birşey düşmez. Çünkü kurban bayramı gecesini orada geçirmek, Malik ve arkadaşlarına göre müekked bir sünnettir, farz değildir. Ata, ez-Zühri, Katade, Süfyan es-Sevri, Ahmed, İshak, Ebu Sevr ve re'y ashabının da geceyi orada geçirmeyen hakkındaki görüşleri buna yakındır.

 

Şafii ise der ki: Gecenin yarısından sonra oradan çıktığı taktirde ona birşey gerekmez. Yarısından önce Müzdelife'den çıkıp da tekrar oraya geri dönmezse bir fidye gerekir. Fidye ise bir koyundur.

 

,İkrime, eş-Şabi, en-Nehai ve Hasan-ı Basri ise der ki: Müzdelife'de vakfe yapmak farzdır. Cem'a yetişmeyip orada vakfe yapamayan kimse haccı da kaçırmış olur. Bu hac için girdiği ihramını umre ihramına dönüştürür Bu görüş İbn ez-Zübeyr'den de rivayet edilmiştir, Evzai'nin de görüşü budur. es-Sevri'den de buna benzer bir rivayet nakledilmiştir. Ancak ondan sahih olarak gelen bir rivayete göre Müzdelife'de vakfe müekked bir sünnnettir.

 

Hammad b. Ebi Süleyman der ki: Cem'den ifadayı kaçıran kimse haccı da kaçırmış olur. Umre yaparak ihramından çıksın, daha sonra ertesi sene hac etsin.

 

Bunlar Kitap ve Sünnetteki buyrukların zahirinden anlaşılanı delil göstermişlerdir. Kitap'tan delilleri Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüz zaman Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin." Sünnetten delilleri ise Peygamber (s.a.v.)'ın şu buyruğudur: "Her kim Cem'e yetişerek oradan ayrılıncaya kadar insanlarla birlikte vakfe yaparsa o kişi (haccı) idrak etmiş olur. Buna yetişemeyen kimsenin ise haccı yoktur." Bu hadisi İbnu'l-Münzir zikretmektedir.

 

Darakutni ise Urve b. Mudarris'den şunu rivayet etmektedir: Ben Peygamber (s.a.v.)'e Cem'de bulunduğu sırada vardım ve ona şöyle dedim: Ey Allah'ın Resulü, benim haccım oldu mu? Şöyle buyurdu: "Her kim bizimle birlikte bu namazı kılar, sonra bizimle beraber buradan ayrılıncaya kadar vakfe yaparsa bundan önce de gece ya da gündüz Arafat'tan ayrılmış (ifada etmiş) ise onun haccı tamam olmuş, menasikini yerine getirmiş olur." eş-Şa'bi der ki: Cem'de vakfe yapmayan kimse umre yapar.

 

Cumhurun görüşü lehine delil gösterenler şu sözleriyle bunlara cevap vermektedirler: Ayet-i kerimede Müzdelife'de vakfe yapmanın da gecelemenin de vücubuna dair herhangi bir delil yoktur. Çünkü böyle bir hüküm ayette zikredilmemektedir. Orada sadece "Allah'ı zikretmek" sözkonusudur. Bütün ilim adamları şunu icma ile kabul etmişlerdir: Bir kimse Allah'ı zikretmeksizin Müzdelife'de vakfe yapacak olursa haccı tamam olur. Orada zikretmek, haccın esasından olan emirler arasında yer almadığına göre, orada bulunmanın böyle olmaması öncelikle sözkonusudur.

 

Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) der ki: Aynı şekilde ilim adamları icma ile şunu kabul ederler: Kurban bayramı birinci günü (yevmu'n-nahr) güneş doğduğu takdirde artık Cem'de vakfe yapma vakti geçmiş olur. Güneşin doğuşundan önce orada vakfeye yetişen kimse vakfeye yetişmiş olur. Bunun farz olduğunu kabul edenler de sünnet olduğunu kabul edenler de bu kanaattedirler. Urve b. Mudarris'in (sözü geçen) hadisine gelince; hadisin bazı rivayet yollarında Arafe'de vakfe açıkça sözkonusu edilmekle birlikte Müzdelife'de geceyi geçirmekten söz edilmemektedir. Abdurrahman b. Ya'mer ed-Dili yoluyla gelen hadis de onun gibidir. Abdurrahman der ki: Resulullah (s.a.v.)'ı Arafede gördüm. Necid halkından bazı kimseler onun yanına gelip hacca dair sorular sordular. Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Hac Arafe (de vakfe etmek)dir. Her kim Cem' gecesi (yani Müzdelife gecesi) tan yeri ağarmadan önce bu vakfeye yetişirse onun haccı tamam olur." Bunu Nesai rivayet eder ve şöyle der: Bize İshak b.İbrahim haber verdi, dedi ki: Bize Veki anlattı. Bize Süfyan (es-Sevri) Bükeyr b. Ata'dan anlatarak dedi ki: (Bükeyr) Abdurrahman b. Ya'mer ed-Dili'den naklederek dedi ki .. ve yukarıdaki hadisi zikretti."

 

Ayrıca bunu İbn Uyeyne, Bükeyr'den o Abdurrahman b. Ya'mer ed-Dili'den de rivayet etmiştir. Abdurrahman dedi ki: Rasülullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğuna tanık oldum. "Hac Arafat (da vakfe)dır. Her kim tan yeri ağarmadan önce Arafeye yetişirse (hacca) yetişmiş olur. Mina günleri de üç gündür; her kim acele edip iki günden önce ayrılırsa onun için vebal yoktur. Her kim daha sonraya da kalırsa onun için de vebal yoktur."

 

Urve yoluyla gelen hadis-i şerifte Hz. Peygamber: "Her kim bizim bu namazımızı kılarsa'' " şeklindeki buyruğu ile Müzdelife'de kılınan namazı sözkonusu etmektedir.

İlim adamları icma ile şunu belirtirler: Bir kimse orada geceyi geçirse, vakfe yapsa ve uyuyup imam ile namazı -yetişemeyip- geçirecek olsa onun haccı tamamdır, eksiksizdir. İmam ile birlikte namaza katılmak haccın esasından olmadığına göre; bu namazın kılınması gereken yerde vakfede bulunmanın da aynı hükmü taşıması öncelikle sözkonusudur. Bu görüşün savunucuları derler ki: O halde bu hadis-i şerif ile sözü geçen farz, ancak Arafe (de vakfe) hakkında tahakkuk etmektedir.

 

18- Hidayete Karşılık Allah'ı Zikretmek:

 

Yüce Allah'ın: "O sizi hidayete ulaştırdığı gibi siz de O'nu anın" buyruğunda zikir emri te'kid için tekrarlanmaktadır. Günlük konuşmalarımızda: "At at" dememiz gibi.

Birincisinin Meş'ar-ı Haram'da zikretmeyi emrettiği, ikincisinin de ihlaslı olarak Allah'ı zikretmeyi emrettiği de söylenmiştir.

 

Bir diğer görüşe göre ikinci emirden kasıt, nimetin sayılıp dökülmesi ve bu nimete karşı şükretmek emridir. Daha sonra Yüce Allah onlara verdiği nimetin büyüklüğü açıkça anlaşılsın diye sapıklık hallerini hatırlatarak: "Muhakkak bundan önce sapıklardandınız" diye buyurmaktadır.

 

Şu buyrukta "gibi" nin anlamı şudur: O size nasıl güzel bir hidayet verdiyse siz de güzelce O'nu anınız.

 

Yine; size kendisini nasıl anacağınızı öğretti ise siz de öylece O'nu anınız ve bundan vazgeçmeyiniz. Sibeveyh'e göre bu ayet-i kerimedeki "muhakkak" anlamına gelen şeddelisinin, şeddesiz halidir. Buna haberin başında yer alan (...) kelimesinin başına "lam" harfinin gelmesi delalet etmektedir. el-Ferra ise bunun nefy anlamına geldiğini "lam"ın ise (-illa-) anlamına geldiğini söylemektedir. (Buna göre buyruğun anlamı şöyle olur: Siz bundan önce ancak sapıklardan idiniz). Nitekim şair şöyle demektedir: "Annen seni kaybedesice! Sen ancak bir müslümanı öldürdün Artık Rahman'ın cezası seni bulacaktır."

 

Ya da buradaki: (-inne-) (Muhakkak anlamına gelen): (-kad-) anlamına da olabilir. Yani: Siz şüphesiz böyle idiniz, demek olur. Böylelikle buna dair üç görüşün olduğu ortaya çıkmaktadır.

 

"Bundan" zamiri hidayete racidir. Kur'an'a raci olduğu da söylenmiştir.

 

Yani siz Kur'an'ın indirilişinden önce ancak sapıklar idiniz, demektir. Arzu edildiği takdirde bu zamir sözü edilmeyen hakkında kinaye yoluyla Peygamber (s.a.v.)'e ait de kabul edilebilir, ancak birinci görüş daha kuvvetlidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Bakara 199

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR