BAKARA 196 /
Buyruğun: "Artık
içinizden her kim hasta olursa veya başında bir eziyet bulunursa oruç, sadaka ya
da kurbandan bir (iyle) fidye (gerekir)" bölümüne dair açıklamalarımızı da
dokuz başlık halinde sunacağız:
1- Hastanın Durumu:
2- Başında Eziyet Verici Bir Durumu
Olan İhramlı:
3- Fidye Yolları:
4- Baştaki Eziyet Halinde Fidye Olarak
Yemek Yedirmek:
5- Sabah Akşam Yemek Yedirmek Yeterli
Olur mu?
6- İhramlı Kimsenin Traş Olması:
7- Bu Yasakları İşleyenin Durumu:
8- Fidyenin Yerine Getirileceği Yer:
9- Nüsuk (Kurban):
1- Hastanın Durumu:
Yüce Allah'ın:
"Artık içinizden her kim hasta olursa .. " ayetini kimi Şafii mezhebi
alimleri, ayetin başında sözü geçen muhsarın, düşman tarafından mahsur
bırakıldığına, hastalıktan alıkonulan bir kimse olmadığına delil gösterirler.
Ancak böyle bir kanaate
varmayı gerektiren bir durum yoktur. Çünkü Yüce Allah'ın: "Artık içinizden
her kim hasta olursa veya başında bir eziyet bulunursa" ve bu durum
sebebiyle başını traş ederse onun fidye vermesi gerekir, demektir.
Bu buyruğun hastalık
halinde varid olduğunda görüş ayrılığı olmadığına göre; ayetin ortaları ve sonları
kimler hakkında varid olmuş ise baş tarafının da aynı kimseler hakkında varid
olduğu zahirdir (açıkça anlaşılan bir husustur). Çünkü ifadelerin birbirleriyle
uyumu ve muntazam bir ahenk arzetmesi bunu göstermektedir.
Ayrıca ayet-i kerimenin
sonundaki zamirler baş tarafında muhatab alınanlara racidir. O halde herhangi
bir delil bundan sarfı nazar etmeyi gerektirdiğine delalet edinceye kadar, bu
ifadelerin, zahirlerine göre anlaşılıp açıklanmaları gerekir. Bizim bu
göruşümüze delil olan hususlardan birisi de bu ayet-i kerimenin nüzul
sebebidir. Lafız Darakutni'nin olmak üzere hadis imamları şunu rivayet
etmektedirler: Resulullah (s.a.v.) Ka'b b. Ucre'yi, bitleri yüzünün üzerinde
dökülür halde görür ve: "Bu haşeratın seni rahatsız ediyor mu?" diye
sorar; o da: Evet deyince, Hz. Peygamber ona başını traş etmesini emreder.
Bu olay Hudeybiye'de
cereyan etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber ihramdan çıkacaklarını henüz beyan
etmemişti. Mekke'ye girebilecekleri umudunu hala taşıyorlardı. Bunun üzerine
Yüce Allah fidye ile ilgili hükümleri inzal etti. Resulullah (s.a.v.) da ona
bir feraklık buğdayı altı fakire paylaştırmasını veya bir koyun hediye
göndermesini ya da üç gün oruç tutmasını emir buyurdu. Buharı de bu hadisi bu
lafız ile rivayet etmiştir.
Hadiste geçen:
"Henüz onlara" orada (Hudeybiye'de) "ihramdan çıkacaklarını
beyan etmemişti" ifadesi, onların daha düşmanları tarafından muhasara
altına alınacaklarından kesin emin olmadıklarını göstermektedir. O halde burada
fidyeyi gerektirenin başta ki bir eziyet ve hastalık olduğu ortaya çıkmaktadır.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
2- Başında Eziyet
Verici Bir Durumu Olan İhramlı:
Evzai, başından rahatsız
olan ihramlı hakkında şöyle der: Traş olmadan önce fidye ile keffarette bulunması
böyle bir kimse için yeterlidir.
Derim ki: Bu açıklamaya
göre ayetin (ilgili bölümünün) anlamı şöyle olur:
"Artık içinizden
her kim hasta olursa veya başında bir eziyet bulunursa oruç, sadaka ya da
kurbandan bir fidye (gerekir)." Yani traş olmak ister ve traş olmaya gücü
yeterse fidyede bulunur. Traş olmayınca fidyeyi yerine getirmez, demek olur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
3- Fidye Yolları:
İbn Abdi'l-Berr der ki:
Bu hadis-i şerifte geçen "nüsuk" kelimesini müfesser olarak zikreden
herkes bunu bir koyun diye tefsir etmiş (açıklamış)tır. Bu hususta ilim
adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Ancak oruç ve yoksullara yemek yedirme
hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Müslüman fukahanın
çoğunluğu, orucun üç gün olduğunu kabul ederler. Ka'b. b. Ucre ile ilgili
hadis-i şeriften bellenen sahih rivayet de böyledir. Ancak el-Hasen, İkrime ve
Nafi'nin şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Baştaki rahatsızlık halinde oruç
fidyesi on gün, yemek yedirilecek yoksul sayısı da ondur. Ancak ne İslam
aleminin çeşitli bölgelerindeki fakihlerinden ne de hadis alimlerinden böyle
diyen yoktur. Ebu Zübeyr'in, Mücahid'den, onun Abdurrahman'dan onun Ka'b b.
Ucre'den rivayetine göre Ka'b Abdurrahman'a şunu anlatmış: Zü'l-kadede ihrama
girmiş ve başı bitlenmişti. Ka'b tenceresinih altında ateş yakmaya çalışırken
Peygamber (s.a.v.) yanından geçip: "Sanki başındaki bu haşereler seni
rahatsız ediyor gibi" deyince Ka'b: Evet diye cevap verdi. Hz. Peygamber:
"Başını traş et ve bir hediye kurban gönder" dedi. Ka'b: Hediye
kurban gönderecek imkanım yok, deyince Hz. Peygamber:
"O halde altı
yoksulu doyur" dedi. Yine: Ona da imkanım yok deyince Hz. Peygamber ona:
"üç gün oruç tut" diye buyurdu.
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: Bu hadisin zahiri sırasıyla bunların yapılmasını ifade
ediyor ise de durum böyle değildir. Şayet bu anlayış doğru olsaydı, belirtilen
sıradaki önceliğe göre tercihte bulunmak anlamını ifade ederdi. Ancak Ka'b b.
Ucre'den gelen bütün rivayetler ımıhayyerlik lafzıyla varid olmuştur. Kur'an'ın
ifade ettiği nas da böyledir. Bütün bölgelerde ilim adamlarının takip ettiği
yol da budur, fetvaları da bu doğrultudadır. Başarı Allah'tandır.
4- Baştaki Eziyet
Halinde Fidye Olarak Yemek Yedirmek:
İlim adamları baştaki
rahasızlıklar sebebiyle fidye olarak yemek yedirmek hususunda farklı görüşlere
sahiptirler. Malik, Şafii, Ebu Hanife ve arkadaşları der ki: Bu durumda
yedirilecek miktar Peygamber (s.a.v.)'ın muddu ile iki muddur. Bu aynı zamanda
Ebu Sevr ve Davud (ez-Zahirl)nin de görüşüdür.
es-Sevri'den fidye
hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: Buğdaydan yarım sa', hurma ve arpa
ile kuru üzümden bir sa' dır. Ebu Hanife'den de buna benzer bir görüş rivayet
edilmiştir. O da yarım sa' hurmayı bir sa' buğdaya denk kabul etmiştir.
İbnu'I-Münzir der ki: Bu
bir yanlışlıktır. Çünkü Ka'b. (b. Ucre) ile ilgili haberlerden birisinde
Peygamber (s.a.v.)'ın ona şöyle dediği nakledilmektedir: "üç sa' hurmayı
altı yoksula sadaka olarak dağıt."
Ahmed b. Hanbel de bir
defasında Malik ve Şafii gibi görüş beyan ederken, bir defasında da: Eğer
buğday ile fakir doyuracak olursa her bir yoksula bir mud verir. Şayet hurma
yedirecek olursa her birisine yarım sa' verir, demiştir.
5- Sabah Akşam Yemek
Yedirmek Yeterli Olur mu?
Başından rahatsızlık
sebebiyle keffaret ödemesi halinde yoksullara sabah akşam yemek yedirmesi, her
birisine Peygamber (s.a.v.)'ın muddu ile ikişer mud vermedikçe yeterli olmaz.
Malik, es-Sevri, Şafii
ve Muhammed b. el-Hasen bu görüştedir. Ebu Yusuf ise sabahlı akşamlı onları yedirmesi
yeterli gelir, demiştir.
6- İhramlı Kimsenin
Traş Olması:
İlim adamları icma ile
şunu belirtirler: İhramlı bir kimse saçını traş edemez, yolamaz, traş yahut
kılları döken ilaçlarla veya başka bir yol ile saçlarını telef etmesi yasaktır
Bundan tek istisna Kur'an-ı Kerim'in nas ile belirttiği gibi rahatsızlık
halidir
Yine icma ile
rahatsızlığı olmaksızın ihramlı iken traş olanın fidyede bulunmasının vücubunu
kabul ederler
Ancak özürsüz ve kasten
böyle bir işi yapan yahut dikişli elbise giyen veya koku sürünen kimsenin hükmü
hakkında farklı görüşlere sahiptirler
Malik der ki: Bu adamın
yaptığı iş ne kadar kötüdür! O kişinin fidyede bulunması gerekir ve hangisi ile
fidye yapacağı hususunda muhayyerdir. Malik'e göre bu hususta kasten hareket ile
hatalı hareket arasında bir fark yoktur Zaruret olması ile bulunmaması arasında
da fark gözetmez,
Ebu Hanife, Şafii ve
arkadaşları ile Ebu Sevr ise şöyle demektedirler: Zaruret hali dışında fidyeyi
seçmekte muhayyer değildir. Çünkü Yüce Allah: "Artık içinizden her kim
hasta olursa veya başında bir eziyet bulunursa ... " diye buyurmaktadır,
Buna göre kişi kasten başını traş eder veya özürsüz olarak kasten elbise
giyinirse, bu kimse için muhayyerlik sözkonusu değildir. Böyle bir kimse kan
akıtmak durumundadır, başka birşey yapamaz,
7- Bu Yasakları
İşleyenin Durumu:
Bunlardan birisini
unutarak yapan kimse hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Malik
-Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle der: Fidye vücubu açısından bu konuda
bunları kasten yapan ile unutarak yapan arasında fark yoktur,
Ebu Hanife, es-Sevri ve
el-Leys'in görüşü de budur, Bu meselede Şafii'nin ise iki ayrı görüşü vardır:
Birisine göre fidyede bulunması gerekmez, Davud ve İshak'ın görüşü de budur,
Şafii'nin diğer görüşüne göre ise fidyede bulunması gerekir.
İlim adamlarının
çoğunluğu ise ihramlı bir kimse dikiş li elbise giyse, başını kısmen veya
tamamen örtse, ayakkabı giyse, tırnaklarını kesse, koku sürünse ve vücudunda
rahatsızlık veren şeyleri giderse, aynı şekilde bedeninin saçlarını traş etse,
veya kılları döken ilaç sürünse yahut hacamat yapılan yerleri traş etse ilim
adamlarının çoğunluğu fidyede bulunmasını vacip görürler. Bu hususta kadın da
erkek gibidir Ayrıca kadın, kokusu bulunmasa dahi sürme çektiği takdirde de
fidye icabeder Fakat erkek, kokusu bulunmayan sürme çekebilir
Kadın da yüzünü örttüğü
yahut eldiven giyindiği takdirde fidyede bulunmalıdır. Bunların kasten,
yanılarak ve bilmeden yapılması arasında fark yoktur, Kimi ilim adamları bu
davranışların her birisi için bir kan (kurban kesmeyi) gerekli görmekte iken
Davud şöyle der: Bedendeki saçları traş etmekten dolayı kadın için de erkek
için de birşey gerekmez.
8- Fidyenin Yerine
Getirileceği Yer:
ilim adamları sözü geçen
fidyenin nerede yerine getirileceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Ata
der ki: Eğer bu fidye kan (kurban) kabilinden ise Mekke'de yerine getirilir.
Yemek yedirmek veya oruç tutmak kabilinden ise dilediği yerde bunları
gerçekleştirebilir. Re'y ashabı da bu doğrultuda görüş beyan etmişlerdir.
el-Hasen'den gelen
rivayete göre kan Mekke'de yerine getirilir.
Tavus ve Şafii ise şöyle
demektedir: Yemek yedirmek ve kan (kurban kesmek) ancak Mekke'de olur, orucu ise
dilediği yerde tutar. Çünkü orucun Harem'de bulunanlara bir faydası yoktur.
Şanı Yüce Allah da: ''Ka'be'ye götürülen bir hediye kurbanı .. "(el-Maide,
95) diye buyurmaktadır. Bu buyruk Yüce Allah'ın Beyt'inin civarında yaşayan
yoksullar için bir merhamettir. Orada yoksullara yemek yedirmek, oruçtan farklı
olarak faydalı bir iştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Malik de der ki: O bunu
dilediği yerde yerine getirir. Sahih görüş budur.
Mücahid de bu
görüştedir. Malik'e göre burada kurban kesmek bir ibadettir. Kur'an ve
sünnetteki naslar sebebiyle hediye kurbanı değildir. ibadet (nüsük) kişinin
dilediği yerde yapılır, hediye kurbanı ise ancak Mekke'de olur. Yine imam
Malik'in delillerinden birisi de onun Yahya b. Said yoluyla Muvatta'ında
kaydettiği rivayettir. Orada şöyle denilmektedir: Ali b. Ebi Talib (r.a) onun
başının (yani Hz. Hüseyin'in başının) traş edilmesini emretti. Daha sonra
es-Sukya'da (Mekke ile Medine arasında bir konak yeri, Medine'den iki günlük
uzaklıkta olduğu söylenmiştir) başını traş ettiği için kurban olarak bir deve
kesti. Malik der ki: Yahya b. Said dedi ki: Bu seferinde Hüseyn Hz. Osman ile
birlikte Mekke'ye gitmek üzere yola çıkmıştı.
İşte bu, baştaki
rahatsızlık dolayısıyla yerine getirilecek fidyenin Mekke dışında da caiz olduğuna
en açık bir delildir. imam Malik'e göre hediye kurbanının Harem'de kesilmesi
halinde Harem halkı dışındakilere de verilmesi caizdir. Çünkü bundan gözetilen
maksat, müslüman yoksullara yedirmektir. Malik der ki: Harem dışında oruç
tutmak caiz olduğuna göre Harem bölgesi halkı olmayanlara yedirmek de caiz
olur. Diğer taraftan Yüce Allah:
"Artık içinizden
her kim hasta olursa ... " diye buyurmaktadır. Bu da bizim söylediğimize
açık bir delildir. Çünkü Yüce Allah: "Oruç, sadaka ya da kurbandan bir (iyle)
fidye (gerekir)" diye buyurmakta ve şurada olur, burada olmaz
dememektedir. Buyruğun zahirinden anlaşıldığına göre o bunları nerede yerine
getirirse yeterli olur, Yine Yüce Allah: "Kurban (nüsuk)" diye
buyurmakta ve böylelikle kesilen hayvana "nüsuk" adını vermektedir.
Resulullah (s.a.v.) da ona bu adı vermiş ve ona "hedy" adını
vermemiştir. O bakımdan bu konuda Hz, Ali'den gelen rivayet ile birlikte bunu
hediye kurbanına kıyas etmemiz de hediye kurbanı olarak değerlendirmemiz de
gerekmez, Diğer taraftan Peygamber (s.a.v.) Ka'b'a fidyede bulunma emrini
verdiğinde Harem'de bulunmuyordu. O halde bütün bunların, Harem'in dışında
yapılabilecekleri sahih bir hükümdür. Şafii'den de buna benzer (sahih olma
ihtimali uzak) bir rivayet gelmiştir.
9- Nüsuk (Kurban):
Yüce Allah'ın: "Ya
da kurbandan bir fidye .. " buyruğunda yer alan "nüsuk"
kelimesinin tekili "nesike"dir. Bu ise kulun Yüce Allah'a ibadet
olmak üzere kestiği hayvana verilen addır. Bunun (nesaik) şeklinde çoğulunun
yapılması da mümkündür. Nüsuk, asıl itibariyle ibadet demektir. Yüce Allah'ın:
"Ve bize menasikimizi göster" (el-Bakara, 128) buyruğunda bize ibadet
edeceğimiz yerleri göster, demektir.
Bir görüşe göre de nüsuk
dilde aslında gusül demektir. Elbisesini yıkayan bir kimse hakkında bu tabir
kullanılır. İbadet eden kimse ibadetiyle nefsini günahların kirlerinden yıkamış
gibi olur,
Bir diğer görüşe göre
nüsuk gümüş külçeleri demektir. Her bir gümüş külçesine "nesike" adı
verilir, Kul adeta kendi nefsini günahların pisliklerinden arındırmış ve
böylelikle saf bir külçe haline getirmiş olduğundan dolayı bu ad verilmiştir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN
Bakara 196 giriş
sayfasına dön