BAKARA 142 |
سَيَقُولُ
السُّفَهَاء
مِنَ
النَّاسِ
مَا وَلاَّهُمْ
عَن
قِبْلَتِهِمُ
الَّتِي كَانُواْ عَلَيْهَا
قُل لِّلّهِ
الْمَشْرِقُ
وَالْمَغْرِبُ
يَهْدِي مَن
يَشَاءُ
إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ |
142. İnsanlardan sefih
olanlar: "Onları yönelmiş oldukları kıblelerinden çeviren nedir?"
diyecekler. De ki: "Doğu da batı da Allah'ındır. O kimi dilerse onu
dosdoğru yola iletir."
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:
1- İnsanların Beyinsizleri:
2- Kiblenin Değiştirilmesine Dair
Rivayetler:
3- Kıble Ne Zaman Değiştirildi?
4- Hz. Peygamber'in Beytu'l-Makdis'e
Yönelme Keyfiyeti:
5- Hicretten Önce Kıble Neresiydi?
6- Bu Ayet Neshin Delilidir:
7- Sünnetin Kur'an ile Neshi:
8- Haber-i Vahid ile Yürürlükte Olan
Hükmü Kaldırma:
9- Neshedici Hüküm Kendilerine
Ulaşmayanların Durumu:
10- Vahid Haberin Kabulü:
11- Kur'an'ın Kısım Kısım indirilişi:
1- İnsanların
Beyinsizleri:
"İnsanlardan sefih
olanlar .. diyecekler." Yüce Allah bunların mü'minlerin kıblesinin Şam
tarafından Ka'be'ye doğru değiştirilmesi ile ilgili olarak "onları
kıblelerinden çeviren nedir?" diyeceklerini haber vermektedir.
"Diyecekler"
dediler anlamındadır. Yüce Allah burada mazi (di'li geçmiş)in yerine gelecek
kipini kullanmıştır ki, bu ifade onların bu sözlerini sürdüreceklerini ve bunu
devam ettireceklerini göstermektedir. "İnsanlardan" buyruğu ile de
özel bir kesime işaret etmiştir. Çünkü "sefihlik" cansızlar ve
hayvanlar hakkında sözkonusudur. Bu buyrukta "sefih olanlar" ile kast
edilenler, "onları kıblelerinden çeviren nedir?" diyenlerin hepsidir.
Sefihler (sufeha); çoğul
olup bunun tekili "sefih"tir. Aklı kıt ve hafif olan demektir.
Dokuması hafif olan kumaşa da "sefih" dediklerinden bu kelimeyi kıt
akıllılar hakkında da kullanmışlardır. Buna dair açıklamalar daha önceden
(el-Bakara, 13. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Kadınlar için bu
kelimenin çoğulu "sefaih" şeklinde gelir.
el-Müerric der ki:
Sefih, bildiğinin hilafını kasten söyleyen çok yalancı ve çok iftiracı
demektir. Kutrub'a göre çok cahil kimse demektir.
Burada
"sefihler" ile kastedilenler Mücahid'e göre Medine'deki yahudilerdir.
es-Süddi'ye göre münafıklardır.
ez-Zeccac da şöyle
demiştir: Kureyş kafirleri kıblenin değiştirilmesini kabul etmeyince şöyle
dediler: Muhammed, doğduğu yere özlem duymaya başladı. Pek yakında sizin
dininize geri dönecektir.
Yahudiler de şöyle
dediler: Bu işin içinden çıkamaz oldu, şaşırdı kaldı. Münafıklar ise: Yönelmiş
oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir diye konuştular. Müslümanlarla da
alayettiler.
"Çeviren" yani
döndüren, başka tarafa yönelten "nedir?"
2- Kiblenin
Değiştirilmesine Dair Rivayetler:
Hadis imamlarının İbn
Ömer'den rivayetlerine göre -lafız Malikindir- o şöyle demiştir: Müslümanların
Kuba'da sabah namazını kıldıkları bir sırada birisi yanlarına gelip şöyle dedi:
Bu gece Resulullah (s.a.v.)'e Kur'an-ı Kerim nazil oldu ve Ka'be'ye yönelmesi
emredildi. Onlar da oraya yöneldiler. O sırada yüzleri Şam tarafına (Beytu'l
Makdis'e doğru) yönelmiş idi, Ka'be'ye doğru döndüler.
Buhari'nin el-Bera'dan
rivayetine göre Resulullah (s.a.v.) Beytu'l Makdis'e doğru onaltı ya da onyedi
ay süreyle namaz kıldı. Ancak kıblesinin Beytullah'a doğru olmasını arzu
ediyordu. Onun (Beytullah'a doğru) kıldığı ilk namaz ikindi namazıydı. Onunla
birlikte bir topluluk da namaz kılmıştı. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte namaz
kılanlardan birisi, çıkıp rüku'a varmış oldukları bir halde bir mescid halkının
yanından geçti, şöyle dedi: Allah adına şahitlik ederim ki ben Peygamber
(s.a.v.) ile birlikte Mekke'ye doğru namaz kıldım. Oldukları gibi Beytullah'a
doğru yöneldiler. Kıble Beytullah'a doğru değiştirilmeden önce (eski) kıbleye
doğru namaz kılıp öldürülmüş (şehid düşmüş) birtakım kimseler vardı ki onlar
hakkında ne diyeceğimizi bil emiyorduk. Bunun üzerine Yüce Allah: "Allah
imanınızı zayi edecek değildir. "(elBakara, 143) ayetini inzal buyurdu.
Görüldüğü gibi bu
rivayette ikindi namazından, Malik'in rivayetinde ise sabah namazından söz
edilmektedir: Bu buyruk, Peygamber (s.a.v.)'e Selemeoğulları Mescidinde farzın
iki rek'atini kıldıktan sonra nazil olmuş ve namazda iken yüzünü Ka'be'ye doğru
çevirmiştir. O bakımdan bu mescide Mescidu'l Kıbleteyn, (iki kıbleli mescid)
adı verilmiştir. Ebu'l-Ferec'in zikrettiğine göre Abbad b. Nehık bu namazda
Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bulunuyor idi. Ebu Ömer et-Temhid adlı eserinde
Akabe'de bey'atte bulunan kadınlardan birisi olan Eslem kızı Nuveyle'den şöyle
dediğini zikretmektedir: Öğlen namazını kılıyordum. Bu sırada Abbad b. Bişr b.
Kayzı gelip şöyle dedi: Rasülullah (s.a.v.) kıbleye -veya Beytu'l Haram'a
doğru- yöneldi. Erkekler kadınların yerine, kadınlar da erkeklerin yerine geçti.
Bu ayet-i kerimenin
namazda olunmadığı bir sırada nazil olduğu da söylenmiştir. Çoğunluğun rivayeti
bu şekildedir. Ka'be'ye doğru kılınan ilk namaz ise ikindi namazı olmuştur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Beytu'l-Makdis'ten Ka'be'ye
doğru kıblenin değiştirildiği sırada Ka'be'ye doğru ilk namaz kılan kişinin,
Ebü Said b. el-Mualla'nın olduğu rivayet edilmiştir. Şöyle ki: Mescid'e
gitmekte olduğu bir sırada Rasülullah (s.a.v.)'ın müslümanlara minberin
üzerinde irad ettiği hutbede kıblenin değiştirilmiş olduğunu söylediğini ve bu
arada: "Biz yüzünü göğe doğru evirip çevirdiğini görüyoruz."
(el-Bakara, 144) ayetini sonuna kadar okuduğunu işittim. Bunun üzerine
arkadaşıma şöyle dedim: Gel, Rasülullah (s.a.v.) minberden inmeden önce iki
rek'at namaz kılıverelim. Böylelikle Ka'be'ye doğru ilk namaz kılanlar biz
oluruz. (Orada bulunan) koyun ve develerin arkasına saklanarak iki rek'at namaz
kıldım. Daha sonra Rasülullah (s.a.v.) minberden indi ve cemaate o günün öğle
namazını kıldırdı. Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) Ebu Said el-Mualla'nın bu
hadisten başka rivayet ettiği bir hadis yoktur, der. Şu kadar var ki Fatiha
Süresi'nin faziletine dair." .. namaz kılıyordum, Rasülullah beni
çağırdı.." şeklindeki hadisini Buharı rivayet etmiştir. Hadis daha önceden
geçmiş bulunmaktadır.
3- Kıble Ne Zaman
Değiştirildi?
Hz. Peygamber'in
Medine'ye gelişinden sonra kıblenin ne vakit değiştirildiği hususunda farklı
rivayetler vardır. Buhari'de geçtiği üzere onaltı veya onyedi ay sonra
denilmiştir.
Bunu Darakutni de
el-Bera'dan rivayet etmiştir ve şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) ile
birlikte Medine'ye gelişinden sonra on altı ay süre ile Beytu'l-Makdis'e doğru
namaz kıldık. Daha sonra Yüce Allah peygamberinin arzusunu bildiğinden: ''Biz
yüzünü göğe doğru evirip çevirdiğini görüyoruz." (el- Bakara, 144) ayetini
indirdi. (Darakutni, I, 273-274; Müslim, Mesacid 11)
Bu rivayette şüphe
sözkonusu olmaksızın onaltı ay zikredilmektedir. İmam Malik ise Yahya b.
Said'den, o Said b. el-Müseyyeb 'den rivayet ettiğine göre kıblenin
değiştirilmesi Bedir gazvesinden iki ay önce olmuştur. İbrahim b. İshak der ki:
Kıblenin değiştirilmesi, hicretin ikinci yılı Receb ayında olmuştur. Ebu Hatim
el-Büsti der ki: Müslümanlar tamı tamına on yedi ay üç gün Beyt-i Makdis'e doğru
namaz kıldılar. Şöyle ki; Peygamber (s.a.v.)'ın Medine'ye gelişi Rabiulevvel
ayının Pazartesi'ye rastlayan onikinci günü idi. Yüce Allah ona Ka'be'ye
yönelme emrini ise salı gününe rastlayan Şa'ban ayının ortasında vermiş idi.
4- Hz. Peygamber'in Beytu'l-Makdis'e
Yönelme Keyfiyeti:
İlim adamları Hz.
Peygamber'in Beytu'l-Makdis'e yönelme keyfiyeti hakkında da üç ayrı görüş
ortaya atmışlardır. el-Hasen der ki: Hz. Peygamber Beytu'l Makdis'e kendi görüş
ve ictihadına dayanarak yönelmişti. Bu, İkrime ve Ebu'l-Aliye'nin de görüşüdür.
İkincisine göre Hz.
Peygamber, Beytu'l-Makdis ile Ka'be'ye yönelmek arasında muhayyer idi. O,
yahudilerin iman etmelerini umarak ve onların İslam'a ısınmaları arzusu ile
Kudüs'e doğru yönelmeyi tercih etti. Bu görüş de Taberi'ye aittir. ez-Zeccac
der ki: Bu müşriklere imtihan olsun diyedir. Çünkü onlar Ka'be'ye alışmışlardı.
İbn Abbas ve
başkalarından oluşan cumhurun kabul ettiği görüşe göre; Hz. Peygamber'in
Beytu'l-Makdis'e doğru yönelmesi, kesinlikle Yüce Allah'ın emir ve vahyi ile
olmuştur. Daha sonra da Yüce Allah bunu neshederek namazda Ka'be'ye yönelmesi
emrini vermiştir. delil olarak da Yüce Allah'ın şu buyruğunu gösterirler:
''Senin yöneldiğin kıbleyi ancak o peygambere uyanları ayağının iki ökçesi
üzerinde döneceklerden ayırdetmemiz için kıble yaptık. "(el-Bakara, 143)
5- Hicretten Önce
Kıble Neresiydi?
Yine ilim adamları, Hz.
Peygamber'e namazIn Mekke'de ilk olarak farz kılındığı sırada kıble
Beytu'l-Makdis'e doğru mu idi, yoksa Mekke'ye (Ka'be'ye) doğru mu idi hususunda
farklı iki görüşe sahiptirler.
Kimisi: Mekke'de de
kıble Beytu'l-Makdis'e doğru idi, Medine'de de onyedi ay süreyle böyle devam
etti, daha sonra Yüce Allah ona Ka'be'ye doğru yönelmesini emretmiştir, diyor.
Bu görüş İbn Abbas'ındır.
Başkaları ise şöyle
demektedir: Hz. Peygamber'e namazın ilk olarak farz kılındığı sırada kıble
Ka'be idi. O Mekke'de kaldığı sürece Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'in kıldığı
şekilde namaz kılmaya devam etti. Medine'ye geldikten sonra -süre ile ilgili
görüş ayrılıklarına göre- onaltı veya onyedi ay süreyle Beytu'l-Makdis'e doğru
namaz kıldı. Daha sonra Yüce Allah ona Ka'be'ye yönelme emrini verdi.
Ebü Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: Bence konu ile ilgili iki görüşten daha sahih olanı budur.
Başkası ise şöyle demektedir:
Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde yahudilerin kalplerini ısındırmak
istedi. Bu, onların imana gelmelerini daha bir teşvik etsin diye onların
kıblelerine doğru yöneldi. Onların inatları açıkça ortaya çıkıp onlardan
ümidini kesince Ka'be'ye döndürülmek istediğinden semaya doğru bakıp dururdu.
Hz. İbrahim'in kıblesi olduğundan dolayı Ka'be'yi seviyordu. Bu açıklama da İbn
Abbas'tan nakledilmiştir.
Onun Ka'be'ye
yöneltilmek istemesi ise Arapların İslam'a girmeleri için daha bir teşvik edici
unsur olduğundan dolayıdır da denilmiştir. Mücahid'den nakledildiğine göre ise
yahudilere muhalefet olsun diye Ka'be'ye yönelmek istemiştir.
Ebu'l-Aliye
er-Reyahi'den de şöyle dediği rivayet edilmektedir: Hz. Salih'in mescidinin kıblesi
de Ka'be'ye doğru idi. Yine Hz. Müsa (Beytu'l-Makdis'teki) kayaya doğru ve
Ka'be cihetine namaz kılardı. Ka'be bütün peygamberlerin kıblesidir. Allah'ın
salat ve selamı hepsine olsun.
6- Bu Ayet Neshin
Delilidir:
Bu ayet-i kerime Şanı
Yüce Allah'ın hükümleri arasında ve Kitabında nasih ve mensüh olduğunun açık
delilidir. Daha önceden de açıklandığı gibi (el-Bakara, 106. ayet) istisna
olarak kabul etmeyenlerin dışında ümmet bu hususta icma etmiştir. Yine ilim
adamları Kur'an-ı Kerim'de ilk nesholunanın kıble olduğu üzerinde de icma
etmişlerdir. Bundan önceki başlıkta sözü edildiği gibi iki görüşten birisine
göre; iki defa neshedilmiştir.
7- Sünnetin Kur'an ile
Neshi:
Yine bu ayet-i kerime,
Sünnetin Kur'an-ı Kerim ile neshedilebileceğinin delilidir. Şöyle ki; Peygamber
Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılmıştı. Bu hususta ise Kur'an'da herhangi bir
ayet yoktur. Buna dair hüküm ancak sünnetten gelmektedir. Daha sonra bu hüküm
Kur'an-ı Kerim ile neshedilmiştir. Buna göre: ''Senin yöneldıgin" (Bakara,
143) buyruğunun anlamı halihazırda üzerinde bulunduğun kıble demek olur.
8- Haber-i Vahid ile
Yürürlükte Olan Hükmü Kaldırma:
Yine bu ayet-i kerimede
vahid haberin kat'i kabul edilebileceğine dair delil vardır. Şöyle ki:
Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kılmak, onlara göre şeriatte kat'i bir emir idi.
Diğer taraftan Kuba'da namaz kılanlara haberci gelip kıblenin Mescid-i Harama
doğru değiştirildiğini onlara bildirince onun sözünü kabul ettiler ve Ka'be'ye
doğru döndüler. Böylelikle -zanni bilgi ifade ettiği halde- vahid habere
dayanarak mütevatir haberi terkettiler.
İlim adamları bunun
aklen caiz olup olmadığı ve vakıa olarak meydana gelip gelmediği hususunda
farklı görüşlere sahiptirler. Ebu Hatim der ki: Kabul edilen görüş eğer şeriat
onunla taabbüdü istemiş ise aklen bunun caiz olacağı ve Kuba mescidi olayı
delil gösterilerek Resulullah (s.a.v.)'ın zamanında da bunun meydana geldiği
şeklindedir. Ayrıca Peygamber (s.a.v.)'ın, tek tek valileri çevredeki bölgelere
tayin edip gönderdiği ve bunların nasih olanı da mensüh olanı da tebliğ
ettikleri de delil gösterilmiştir. Ancak bu Resulullah (s.a.v.)'ın vefatından
sonra mümkün değildir. Bunun delili ise ashab-ı kiramın şu husus üzerinde icma
etmiş olmasıdır: Kur'an-ı Kerim ve tevatür yoluyla bilinen bir husus, vahid
haber ile kaldırılamaz. Seleften olsun haleften olsun bunun caiz (mümkün)
olabileceğini kabul eden kimse yoktur. Bunun imkansız olduğunu kabul eden
kimseler böyle bir şeyin muhal olan sonuca götürmesini delil göstermişlerdir,
ki bu da zanni bir delil ile kat'i olarak bilinen bir hükmü kaldırmaktır Kuba
mescidinde namaz kılanların kıssası ile Peygamber (s.a.v.)'ın vali tayin etmesi
ise ya nakll ve tahkiki olarak bilgi ifade eden karınelerin varlığına ya da
ihtimali ve takdiri olarak bunun bilgi ifade eden karinelere bağlı olarak kabul
edildiği şeklinde yorumlanır.
9- Neshedici Hüküm
Kendilerine Ulaşmayanların Durumu:
Yine bu ayet-i kerimede
neshedici hükmün kendilerine ulaşmadığı kimselerin ilk hüküm ile ibadetlerini
sürdüreceklerine dair delil vardır. Bu husus, nasihin varlığı ile birinci hüküm
ortadan kalkar, onun varlığını bilmekle değil, diyenlerin görüşüne muhaliftir.
Ancak birinci görüş daha sahihtir. Çünkü Kubalılar haberci gelip kendilerine
nesheden hükmü bildirinceye kadar Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kılmaya devam
ettiler. Haberci gelince Ka'be'ye doğru yöneldiler. Buna göre neshedici hüküm
ortaya çıktığı takdirde elbette ki önceki hükmü kaldırır. Fakat bu hükmün
bilinmesi şartı vardır. Çünkü neshedici hüküm bir hitaptır. Kendisine ulaşmadığı
kimseler hakkında hitap olması sözkonusu değildir.
Bu hususta ki görüş
ayrılığının etkisi şurada görülür: Nesihten sonra ve neshin haberinin
ulaşmasından önce yapılmış bulunan ibadetler iade edilir mi edilmez mi?
Müvekkilinin kendisini azletmesinden ya da ölümünden sonra ve fakat vekilin
bunu bilmesinden önceki tasarruflarının hükümleri ile ilgili mes'ele hakkındaki
iki ayrı görüşün esasını da bu konudaki görüş ayrılığı teşkil etmektedir. Aynı
şekilde başkasının sermayesini kar ortağı olarak çalıştıran (Malikilere göre
mukarad, Hanefilere göre amil)in hükmü de budur.
Yine hakimi görev başına
tayin eden kimsenin vefat etmesi ya da azledilmesi halinde de bu görüş ayrılığı
sözkonusudur. Sahih olan ise bu kimselerden her bir kişinin yaptıkları fiilleri
geçerlidir, hakimin verdiği hüküm reddedilmez şeklindedir.
Kadı lyad der ki: Azad
edilip de azad edildiğini bilmeyen kölenin kendisi ile insanlar arasındaki
ilişkilerinin hür kimsenin hükümlerine tabi olacağı, kendisi ile Allah
arasındaki fiillerinin ise caiz olacağı hususunda mezhebimizde (Maliki
mezhebinde) görüş ayrılığı yoktur. Azad edilen cariyenin azad edildikten sonra
ve fakat azad edildiğini bilmeden önce (hürler gibi) örtünmeksizin kılmış
olduğu namazlarını iade etmeyeceği hususunda görüş ayrılıkları yoktur.
Şu kadar var ki Kuba
mescidi mes'elesine kıyasen eda etmekte olduğu ibadetinin hükmünü değiştirmeyi
gerektiren herhangi bir husus ile karşı karşıya kalan kimse hakkında farklı
görüşler vardır. Her kim belli bir durum üzere namaz kılar, sonra namazını
tamamlamadan önce bu durumunda bir değişiklik olursa, o namazını kesmeksizin
tamamlar ve bundan önce yaptıkları caizdir ve yeterlidir. Aynı şekilde üryan
olarak namaz kılıp sonra namazda iken elbise bulan veya namazını sıhhatli iken
başladığı halde hastalanan ya da hasta başladıktan sonra sağlığına kavuşan veya
oturarak namaza başladıktan sonra ayağa kalkabilecek durumda olan yahut namazda
olduğu halde azad edilen bir cariye de bundan sonra örtmediği yerlerini örtü
alıp örter ve namazının geri kalan kısmını tamamlar.
Derim ki: Yine namaza
teyemmüm ile başlayıp da daha sonra suyu gören bir kimse namazını kesmez.
Nitekim Malik, Şafii -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- ve başkaları da böyle
demiştir. Namazını keseceği de söylenmiştir ki, bu da Ebu Hanife'nin
(rahimehullah) görüşüdür. İleride bu husus gelecektir.
10- Vahid Haberin
Kabulü:
Bu ayet-i kerimede vahid
haberin kabul olunacağının delili vardır. Selef bu husus üzerinde icma etmiştir.
Peygamber (s.a.v.)'ın değişik bölgelere tek tek elçilerini ve valilerini
göndermesi şeklinde adet haline getirdiği uygulamasından da bunun kabul
olunacağı tevatür ile bilinmektedir. Hz. Peygamber'in gönderdiği bu tek tek
elçi ve valilerin gidiş maksatları ise insanlara dinlerini öğretip Resullerinin
emir ve yasaklara dair sünnetlerini tebliğ etmektir.
11- Kur'an'ın Kısım
Kısım indirilişi:
Yine bu ayet-i kerimede
Kur'an-ı Kerim'in Resülullah (s.a.v.)'in üzerine kısım kısım ve ihtiyaca bina
en duruma göre nazil olduğunun delili vardır, Yüce Allah: "Bugün sizin
için dininizi tamamladım .. " (el-Maide, 3) buyruğunda da belirttiği gibi
dinini kemale erdirinceye kadar böylece sürüp gitmiştir. "De ki: Doğu da
batı da Allah'ındır." Bu buyruk, delil olarak ortaya konulmaktadır. Yani
doğuların, batıların ve ikisi arasında bulunanların mutlak mülkü O'nundur. O
bakımdan O, dilediği tarafa doğru yönelmek emrini vermek yetkisine sahiptir.
Buna dair açıklamalar daha önceden de (elBakara, 115) geçmiş bulunmaktadır.
"O kimi dilerse onu
dosdoğru yola iletir." Yüce Allah'ın bu ümmete, İbrahim (a.s)'ın kıblesine
ileterek hidayeti göstermiş olduğuna işarettir.
Sırat yol demektir.
Müstakim (dosdoğru) ise herhangi bir eğriliği bulunmayan yol demektir, Buna
dair açıklamalar daha önceden (el-Fatiha, 6, ayette) geçmiş bulunmaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN