BAKARA 143 |
وَكَذَلِكَ
جَعَلْنَاكُمْ
أُمَّةً
وَسَطاً
لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء
عَلَى
النَّاسِ
وَيَكُونَ
الرَّسُولُ
عَلَيْكُمْ
شَهِيداً وَمَا جَعَلْنَا
الْقِبْلَةَ
الَّتِي
كُنتَ عَلَيْهَا
إِلاَّ
لِنَعْلَمَ
مَن
يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن
يَنقَلِبُ
عَلَى
عَقِبَيْهِ
وَإِن كَانَتْ
لَكَبِيرَةً
إِلاَّ
عَلَى
الَّذِينَ هَدَى
اللّهُ
وَمَا كَانَ
اللّهُ
لِيُضِيعَ
إِيمَانَكُمْ
إِنَّ
اللّهَ
بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ
رَّحِيمٌ |
143. Böylece sizi
vasat bir ümmet kıldık. İnsanlara karşı şahitler olasınız, Peygamber de size
bir şahit olsun diye. Senin yöneldiğin kıbleyi ancak o Peygambere uyanları,
ökçeleri üzerinde geri döneceklerden ayırt etmek için kıble yaptık. Gerçi o
elbette büyük bir iştir. Ancak Allah'ın hidayet ettiği kimseler hakkında değil.
Allah imanınızı zayi edecek değildir. Gerçekten Allah insanlara Rauftur,
Rahimdir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:
1- Vasat ümmet:
2- insanlara Karşı Şahitlik:
3- Bu Ümmet üzerindeki Büyük
Lütuflardan Birisi: Vasat Ümmet Olmak
4- lcma ve lcma'a Göre Hüküm Vermek:
1- Vasat ümmet:
"Böylece sizi vasat
bir ümmet kıldık." Yani Ka'be nasıl Arzın vasatı (ortası) ise sizi de
böylece vasat bir ümmet kıldık. Yani peygamberlerden aşağıda ve diğer bütün
ümmetlerin üzerinde bir ümmet.
Vasat, adaletli ve
dengeli demektir. Bunun asıl anlamı ise herşeyin en övüleninin vasatı
olduğundan dolayıdır. Tirmizı'nin Ebu Said el-Hudrı'den rivayetine göre
Peygamber (s.a.v.) Yüce Allah'ın: "Böylece sizi vasat bir ümmet
kıldık" buyruğu hakkında, yani "adaletli ve dengeli bir ümmet
kıldık" dediğini nakletmektedir. Tirmizı: Bu hasen, sahih bir hadistir,
demiştir.
Kur'an-ı Kerim'de de:
"Onların vasat olanları dedi ki'' (el-Kalem, 28) diye buyurulmaktadır.
Onların vasat olanları ise en mu'tedil ve en hayırlı olanları demektir. Şair
Züheyr der ki: "Onlar vasat (mutedil adaletli) kimselerdir. İnsanlar hükümlerine
razı olur Gecelerden birisi büyük (bir musibetle) gelirse."
Bir başkası da şöyle
demektedir: "Siz küçük bir iş olsun yahut büyük bir şeyi bilen Kabilelerin
en vasatı (mutedil) olanlarısınız."
Bir başkası da şöyle
demiş: "İşlerde sakın aşırıya gitme Soru sorarsan da olmadık şeyler sorma
Ve bütün insanlar arasında vasat (mutedil) bir kimse ol!"
Vadinin vasatı (ortası)
vadideki en hayırlı, suyu ve merası en bol olan yer demektir.
Vasat aşırılığın da
kusurun da uzağında kaldığı için övülmüştür. Yani bu ümmet hıristiyanların
peygamberleri hakkında aşırıya kaçtıkları gibi aşırı gitmemiştir. Diğer
taraftan yahudilerin peygamberlerine karşı kusurlu oldukları gibi o da
peygamberlere karşı kusur işlememiştir. Hadis-i şerifte: "İşlerin en
hayırlısı en vasat olanlarıdır" diye buyurulmaktadır. Bu hususta Hz.
Ali'nin şöyle dediği rivayet edilmektedir: Siz vasat olan yoldan ayrılmamaya
bakınız. Çünkü daha yüksekte olan da ona doğru iner, daha aşağıda olan da ona
doğru çıkar.
Filan kişi kavminin en
vasat olanıdır. Yahut kavminin vasıtası ya da vasatıdır, denildiğinde onların
en hayırlıları ve soylularındandır, demek olur. Buradaki "vasat"ın
iki şeyarasında bulunmak anlamıyla bir ilgisi yoktur. el-Cevheri der ki:
"Arasında" tabirinin kullanılabildiği her yere "vast"
denilir. Eğer bu tabir (iki şeyin arasında olmak sözkonusu olmadığından)
kullanılamıyor ise o takdirde buna "vasat" adı verilir. Kimi zaman bu
da sükunlu olarak "vast" şeklinde kullanılıyor ise de, uygun bir
kullanım değildir.
2- insanlara Karşı
Şahitlik:
"İnsanlara
karşı" mahşerde peygamberler lehine ümmetlerine karşı "şahitler
olasınız. "
Nitekim Sahih-i
Buharı'de Ebu Said el-Hudri'den şöyle dediği sabittir: Resulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: Kıyamet gününde Nuh (a.s) çağırılır. O da: Buyur, huzurundayım,
emrine itaat etmeye hazırım Rabbim der. Yüce Allah: Tebliğ ettin mi? diye
sorar, o: Evet deyince; ümmetine: Size tebliğ etti mi? diye sorulur. Onlar:
Bize uyaran bir kimse gelmedi, derler. Yüce Allah: Peki senin lehine kim şahitlik
edecek? diye soracak Hz. Nuh: Muhammed ve ümmeti diye cevap verir. Onlar da Hz.
Nuh'un tebliğ ettiğine dair şahitlik edecekler. "Peygamber de size şahit
olsun diye." İşte Yüce Allah'ın: "Böylece sizi vasat bir ümmet
kıldık, insanlara karşı şahitler olasınız, Peygamber de size bir şahit olsun
diye ... " buyruğu bunu anlatmaktadır..."
Bu hadisi İbnu'I-Mübarek
bu manada daha uzun bir şekilde zikretmekte ve onda şu ifadeler de yer
almaktadır: "O ümmetler şöyle diyecek: Bize yetişmemiş olan kimseler bize
karşı nasıl şahitlik edecek? Şanı Yüce Rabbimiz onlara şöyle der: Peki sizler
yetişmediğiniz kimselere karşı nasıl şahitlik edersiniz? Şu cevabı verecekler:
Rabbimiz Sen bize bir peygamber gönderdin ve bizim üzerimize ahdini, Kitabını
indirdin. Bizlere onların tebliğ ettiklerine dair kıssaları anlattın. Biz de
Senin izin verdiğin ahdine dayanarak şahitlik ediyoruz. Yüce Rab şöyle buyurur:
Bunlar doğru söylediler. İşte aziz ve celil olan Rabbimizin: "Böylece sizi
vasat -adaletli- bir ümmet kıldık. insanlara karşı şahitler olasınız, Peygamber
size bir şahit olsun diye." buyruğu buna işarettir. İbn En'um der ki: Bana
ulaştığına göre o gün Muhammed (s.a.v.)'ın ümmeti şahitlikte bulunacaktır.
Bunlardan ise kalbinde kardeşine karşı düşmanlık besleyenler müstesna
olacaktır.
Bir başka grup ilim
adamı şöyle demiştir: Ayet-i kerimenin anlamı ölümden sonra birbirlerine karşı
yaptıkları şahitlik ile ilgilidir.. Nitekim Sahih-i Müslim 'de Enes'ten gelen
şu rivayet yer almaktadır: Peygamber (s.a.v.) yanından bir cenaze geçip de o
cenazeden hayırla söz edilip övülünce "vacip oldu, vacip oldu, vacip
oldu" buyurdu. Arkasından bir başka cenaze onun yanından geçirilirken bu
sefer o cenaze hakkında kötülükle söz edilince, Hz. Peygamber yine "vacip
oldu, vacip oldu, vacip oldu" diye buyurdu. Hz. Ömer bunun üzerine şöyle
sordu: Anam babam sana feda olsun. Önce bir cenaze geçti, ondan hayırla söz
edildi, sen: "Vacip oldu, vacip oldu, vacip oldu" diye buyurdun,
arkasından bir başka cenaze daha geçirildi, ondan da kötülükle söz edildi yine:
"vacip oldu, vacip oldu, vacip oldu" diye buyurdun. Bunun üzerine
Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kendisinden hayırla söz edip övdüğünüz
kişiye cennet vacip olmuştur. Kendisinden kötülükle söz edip yerdiğiniz kimseye
de cehennem vacip olmuştur. Sizler yeryüzünde Allah'ın şahitlerisiniz, sizler
yeryüzünde Allah'ın şahitlerisiniz, sizler yeryüzünde Allah'ın
şahitlerisiniz." Buhari de bu hadisi bu anlamı ifade edecek şekilde
zikretmiştir.
Bu hadisin Buhari ile
Müslim'de bulunmayan rivayet yollarından birisinde de Hz. Peygamber'in ayrıca:
"İnsanlara karşı şahitler olasınız, Peygamber de size bir şahit olsun
diye" buyruğunu da okur.
Eban ve Leys, Şehr b.
Havşeb'den o Ubade b. es-Samit'ten rivayetle dedi ki: Rasülullah (s.a.v.)'ı
şöyle buyururken dinledim: "Benim ümmetime ancak peygamberlere verilmiş üç
şey verilmiş bulunuyor: Allah, bir peygamber gönderdiğinde ona: Bana dua et Ben
de senin duanı kabul edeyim diye buyururdu. bu ümmete de: "Bana dua edin
duanızı kabul edeyim'' (El-Mümin, 60) diye buyurmuştur. Allah, bir peygamber
gönderdiğinde ona: Din hususunda Allah senin için bir zorluk kılmamıştır,
demiştir. Yine Allah bu ümmete: "Din hususunda üzerinize bir zorluk
kılmadı'' (Hacc, 78) diye buyurmuştur. Allah bir peygamber gönderdiğinde onu kavmine
karşı şahit kılardı. Ve Allah bu ümmeti bütün insanlara karşı şahit
kılmıştır." Bu hadisi Ebu Abdullah Tirmizi el-Hakim "Nevadiru'l
Usul" adlı eserinde zikretmektedir.
3- Bu Ümmet üzerindeki
Büyük Lütuflardan Birisi: Vasat Ümmet Olmak
İlim adamlarımız der ki:
Şanı Yüce Rabbimiz Kitabında bizlere adalet vasfım vermiş ve bütün
yaratıklarına karşı şehadette bulunmak görevi ile görevlendirmiş olduğunu haber
vermiş ve zaman itibariyle en son olsak dahi mekan ve mevki itibariyle bizi
birinci konuma çıkarmıştır. Nitekim Hz. Peygamber de: "Biz en son
olanlarız, (fakat) ilkleriz" diye buyurmuştur.
Bu ancak adalet sahibi
olan kimselerin şahitlik edeceğine de delildir. Başkasının başkaları hakkındaki
sözlerinin geçerli olması ancak adil olması halinde sözkonusudur. Yüce Allah'ın
izniyle sürenin son taraflarında (el-Bakara, 282. ayet 11. başlıkta)
gelecektir.
4- İcma ve icma'a Göre
Hüküm Vermek:
Bu buyrukta icmaın
sıhhatine ve icma gereğince hüküm vermenin vacip olduğuna delil vardır. Çünkü
ümmetin fertleri adaletli oldukları takdirde insanlara karşı şahitlik ederler.
Her bir asır kendisinden sonrakine şahittir. Ashab-ı kiramın sözü tabiine karşı
hüccet ve şahittir. Tabiinin sözü de kendilerinden sonrakiler hakkında
böyledir. ümmet "şahitler" olarak tesbit edildiğine göre onların
sözlerini da kabul etmek icabeder. Bununla ümmetin tümü kastedilmiştir, diyen
kimselerin bu sözlerinin bir anlamı yoktur. Çünkü o takdirde kıyametin kopacağı
zamana kadar üzerinde icma olunacak hiçbir hüküm sözkonusu olamaz. Buna dair
geniş açıklamalar usul-u fıkıh kitaplarındadır.
Ayetin Diğer
Bölümleri:
"Peygamber de size
bir şahit olsun diye." Kıyamet gününde amellerinize şahitlik etsin;
lehinize şahitlik etsin yani sizin lehinize iman ettiğinize dair şahitlik etsin
diye veya size karşı size tebliğ ettiğine dair şehadette bulunsun diye;
anlamlarına geldiği söylenmiştir.
"Senin yöneldiğin
kıbleyi ancak o Peygambere uyanları ökçeleri üzerinde geri döneceklerden
ayırdetmek için kıble yaptık." Burada birinci kıblenin kastedildiği
söylenmiştir. Çünkü "senin yöneldiğin" diye buyurulmakta dır. İkinci
kıblenin sözkonusu edildiği de söylenmiştir. O takdirde (yöneldiğin'deki di'li
geçmişi ifade eden (...) kelimesi zaid olur. Yani, halıhazırda senin üzerinde
bulunduğun kıbleyi .. demek olur. Nitekim buna dair açıklamalar önceden
geçmiştir.
Buna benzer bir ifade
de: "Siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı bir üm met idiniz."
(Al-i İmran, 110) buyruğundadır. Burada kimisine göre (idiniz değil de)
"en hayırlı bir ümmetsiniz" anlamındadır. Buna dair açıklamalar
ileride (bu ayet-i kerimenin tefsiri yapılırken) gelecektir.
"O Peygambere
uyanları ökçeleri üzerinde geri döneceklerden ayırdetmemiz için." Ali b.
Ebi Talib (r.a) dedi ki: "Bilelim (mealde: ayırdedelim)in anlamı, görelim
şeklindedir.
Araplar bilme'yi görmek
yerine, görme'yi de bilmek yerine kullanırlar. Yüce Allah'ın: ''Rabbinin fil
sahiplerine ne ettiğini görmedin mi? "(el-Fil, 1) buyruğunda olduğu gibi.
Anlamı; bilmedin mi şeklindedir.
Bunun, 'sizlerin Bizim o
Peygambere uyanları ökçeleri üzerinde geri döneceklerden ayırdedebildiğimizi
bilesin, diye' anlamına geldiği de söylenmiştir. Çünkü münafıklar Yüce
Allah'ın, oluşlarından önce eşyayı bilip bilmediği hususunda şüphe etmekte
idiler.
Yakin ehlini şüphe
ehlinden ayırdetmek anlamına geldiği de söylenmiştir. Bunu İbn Fürek ve Taberi,
İbn Abbas'tan nakletmektedirler.
"Peygamber ve ona
tabi olanlar bunu bilsin diye" anlamında olduğu da söylenmiştir. Yüce
Allah bu hususu kendi adına haber vermektedir. Nitekim ona tabi olanlar yaptığı
halde, "emir şu işi yaptı" denilmektedir. Bu açıklamayı el-Mehdevi
zikretmiştir. Güzel bir açıklamadır.
"Muhammed bilsin
diye" anlamında olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah burada Hz. Peygamber'in
bilmesini, Hz. Peygamber'in özelliğini ve faziletini göstermek üzere kendi Yüce
zatına izafe etmiştir. Nitekim şanı Yüce Rabbimiz kudsi hadisinde kinaye
yoluyla şöyle buyurmuştur: "Ey Ademoğlu, Ben hastalandım, fakat sen Beni
ziyarete gelmedin."
Birinci görüş daha
kuvvetlidir. Bunun anlamı, amellerin karşılığını görmeyi gerektiren görmek ile
alakalı ilimdir, bilmektir. Şanı Yüce Allah açıkta olanı da gaybı da bilir.
Olmadan önce olacakları bilir. Değişen bilinen şeylerin halidir. Onun ilminde
ise değişiklik olmaz. Aksine onun ilmi hepsine tek bir şekilde taalluk eder.
Kitab-ı Kerim'de bu türden varid olmuş bütün buyruklar bu şekildedir. Mesela:
"Ta kiAllah müminleri bilsin, (ayırd etsin) içiniz den şahitler edinsin.''
(Al-i İmran, 140); "Ta ki, içinizden mücahidleri ve sabredenleri bilinceye
(ortaya çıkarıncaya) kadar haberlerinizi de açıklayalım.'' (Muhammed, 31) ve
buna benzer ayetler de böyledir.
Bu ayet-i kerime
Kureyşlilerin: "Onları yönelmiş oldukları kıblelerinden çeviren
nedir.?" şeklindeki sorularına bir cevaptır. Kureyş, Ka'be'ye yönelerek
ibadete alışmış idi. Yüce Allah, Resulüne tabi olanla olmayanı açıkça ortaya
çıkarmak için alışageldikleri şeylerden başkası ile sınamayı diledi.
ez-Zühri (...) şeklinde
okumuştur. (O takdirde bu buyruğun anlamı şöyle olur: "O peygambere
uyanlar ökçeleri üzerinde geri döneceklerden ayırdedilsin diye ... ")
"Peygambere".
emretmiş bulunduğum Ka'be'ye yönelmek hususunda "uyanları ökçeleri
üzerinde geri döneceklerden" dininden dönüp irtidat edeceklerden
"ayırdetmemiz için kıble yaptık." Çünkü kıble, değiştirilince kimi
müslümanlar irtidat etti, kimileri de münafıklık etti. Bundan dolayıdır ki Yüce
Allah: "Gerçi o" diye buyurmaktadır. İbn Abbas, Mücahid ve Katade'ye
göre kıblenin değiştirilmesi "elbette büyük bir iştir."
Buna göre ifadenin
takdiri şöyle olur: Gerçi o kıblenin değiştirilmesi büyük 'bir iştir. Yüce
Allah'ın "Gerçi o ... çok büyüktür ... " bu yruğunda (ve benzeri
ifadelerde), el-Ferra'ya göre (-inne-) ile lam bir arada gelirse (...): ... dan
... başka değil, ancak. .. anlamındadır. (Buna göre: "Ancak o: ... çok
büyüktür" diye meali verilir). Basralılar ise bunun "Muhakkak"
olduğunu ve şeddesiz geldiğini söylerler.
el-Ahfeş der ki: Yani
şüphesiz kıble yahut kıblenin değiştirilmesi veya namazda dönülen tarafın
değiştirilmesi çok büyük bir iştir.
"Ancak Allah'ın
hidayet ettiği" yani kalplerinde imanın kendisi olan hidayeti yarattığı
"kimseler hakkında değil." Bu, Yüce Allah'ın: "işte bunların
kalplerine imanı yazmıştır. "(el-Mücadele, 22) buyruğuna benzemektedir.
"Allah imanınızı
zayi edecek değildir." İlim adamları bu buyruğun Beytü'I-Makdis'e doğru
namaz kılarken vefat eden kimseler hakkında indiğini ittifakla kabul
etmektedirler. Buhari"de el-Bera b. Azib'in rivayet ettiği hadiste önceden
de geçtiği üzere (142. ayet 2. başlıkta) böylece sabit olmuştur.
Tirmizi de İbn Abbas'ın
şöyle dediğini rivayet etmektedir: Peygamber (s.a.v.) Ka'be'ye yöneltilince
(ashab) şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasülü, Beytu'I-Makdis'e doğru namaz kılarken
vefat eden kardeşlerimizin durumu ne olacak? Bunun üzerine Yüce Allah:
"Allah imanınızı zayi edecek değildir" ayetini inzal buyurdu. Tirmizi
der ki: Bu hasen, sahih bir hadistir.
Görüldüğü gibi burada
niyet, söz ve ameli kapsadığından dolayı namaza "iman" adı
verilmektedir. İmam Malik der ki: Ben bu ayet-i kerime vesilesiyle Mürcie'nin;
namaz imandan değildir şeklindeki sözlerini hatırlıyorum (da böyle bir sözü
nasıl söylediklerine şaşıyorum).
Muhammed b. İshak der
ki: "Allah" kıbleye yönelmek, peygamberinizi tasdik etmek suretiyle
sahip olduğunuz "imanınızı zayi edecek değildir." Müslümanların ve
usul alimlerinin büyük çoğunluğu bu görüştedir. İbn Vehb, İbnu'l-Kasım, İbn
Abdilhakem ve Eşheb İmam Malik'ten: "Allah imanınızı" namazınızı
"zayi edecek değildir" diye tefsir ettiğini nakletmektedirler.
"Gerçekten Allah,
insanlara Rauftur, Rahimdir." Ra'fet, rahmetten daha ileri derecededir.
Ebu Amr b. el-Ala der ki: Ra'fet rahmetten daha çoktur, bunların anlamları
birbirlerine yakındır. Bizler bu kelimenin sözlük anlamını, ilgili şiirleri,
diğer manalarını "el-Esna ii Şerhi Esmaillahi'l-Hüsna" adlı
eserimizele göstermiş bulunuyoruz. Oraya bakılabilir.
Küfeliler ve Ebu Amr
"feul" vezninde (...) şeklinde okumuşlardır. Esedoğulları'nın şivesi
böyledir. el-Velid b. Ukbe'nin şu beyiti de bu şekildedir: "Sakın o takipçilerin
en kötüsü olma. Son derece rauf ve rahim olan amcasıyla çarpışan."
el-Kisai'nin
naklettiğine göre ise Esedoğullarının şivesi "fa'l" vezninde (...)
şeklindedir. Ebu Ca'fer b. el-Ka'ka' ise hemzesiz ve sakil olarak (...)
şeklinde okumuştur. İster sakin olsun ister harekeli olsun Yüce Allah'ın
Kitabındaki her türlü hemzeyi böylece teshil ile okur.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN