ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

124

 

وَإِذِ ابْتَلَى إِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَاماً قَالَ وَمِن ذُرِّيَّتِي قَالَ لاَ يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ

 

124. Hani Rabbi İbrahim'i birtakım kelimelerle imtihan etmiş, o da bunları tamamen yerine getirmişti. "Ben seni insanlara imam yapacağım" diye buyurmuş, o da: "Zürriyetimden de" demişti. "Zalimlere ahdim erişmez" diye buyurmuştu.

 

Buyruğuna dair açıklamalarımızı yirmi başlık halinde sunacağız.

 

1- Ayetler Arası ilişki:

2- Kelimeler:

3- Kelimeler'den Kasıt:

4- ilk Sünnet Olan Kişi ibrahim (a.s)dır:

5- Sünnet Olmanın Hükmü:

6- Sünnetli Olarak Doğan Çocuk:

7- Sünnet Edilmiş Olarak Doğan Peygamberler:

8- Küçük Çocuk Ne Zaman Sünnet Edilir:

9- Etek Traşı Yapmak:

10- Tırnak Kesmek:

11- Bıyıkları Kesmek ve Saçlar:

12- Koltuk Altları:

13- Saçı Ortadan Ayırmak:

14- Saçın Ağarması:

15- Tirit:

16- Bu Temizlikler için Belli Bir Süre Var mı?

17- imam:

18- Hz. ibrahim'in Soyundan Gelenlerin Durumu:

19- Zürriyyet Kelimesine Dair Açıklama:

20- Allah'ın Ahdi:

21- Zalim Kimse imam (islam Devlet Başkanı) Olamaz:

22- Zalimin işgal Edemeyeceği Makamlar:

23- Zalim Yöneticilerden Erzak (Belli Hizmet Karşılığında Olmayan Bağış) Atiye (v.s.) Almak:

 

1- Ayetler Arası ilişki:

 

Ka'be ve kıble sözkonusu edilince buna bağlı olarak İbrahim aleyhisselam'dan da söz edilmektedir. Çünkü Beytullah'ı yapan odur. O bakımdan yahudilerin -ki İbrahim (a.s)'ın soyundan gelirler- İbrahim'in dininden yüzçevirmemeleri gerekirdi.

 

İhtila (imtihan): Sınamak ve denemek demektir. Bundan maksat, emir ve taabbüddür.

İbrahim'in el-Maverdı'ye göre Süıyanice anlamı, İbn Atiyye'ye göre Arapça anlamı şefkatli merhametli baba demektir. es-Süheyli der ki: Süryanice ve Arapça arasında birbirine yakın kelimeler pek çoktur. İbrahim'in, çocuklara olan rahmeti dolayısıyla adının merhametli bir baba anlamına geldiğine dikkat ediniz. Çünkü Hz. İbrahim ve onun eşi Sare kıyamet gününe kadar mü'minlerin ölecek küçük çocuklarına bakıcı kılınmışlardır.

 

Derim ki: Buna delil olan hususlardan birisi de Buhari'nin kitabında zikrettiği Semura'dan gelen rüyaya dair uzunca hadistir. Orada şöyle denilmektedir: Peygamber (s.a.v.) bahçede (cennet bahçesinde) İbrahim (s.a.v.)'ı etrafında insanların küçük çocukları olduğu halde gördü. Biz bunu et-Tezkire adlı eserimizde kaydetmiş bulunuyoruz. Allah'a hamdolsun.

 

Bu ayet-i kerimede sözü geçen Hz. İbrahim kimi tarihçilerin görüşüne göre Taruh'un oğludur. Taruh'un babası ise Nahur'dur. Kur'an-ı Kerim'de ise: ''Hani İbrahim babası Azer'e .. demişti" (el-En'am, 74) diye buyurulmaktadır. Sahih-i Buhari'de de bu şekildedir. Bunda ise ileride Yüce Allah'ın izniyle En'am Suresinde (işaret edilen ayet-i kerimede) açıklanacağı üzere bir çelişki yoktur. Hz. İbrahim'in dört oğlu vardı. -es-Süheyli'nin belirttiğine göre- (adları): İsmail, İshak, Medyen ve Medain idi.

 

Ayet-i kerimede (Arap dili kaidelerine göre özne olan Rab, daha önce gelmesi gerekirken) İbrahim kelimesinin önce gelmesi bu işe verilen önem dolayısıyladır. Çünkü şanı Yüce Allah'ın imtihan eden kimse olduğu bilinen bir husustur. Diğer taraftan faile (özneye) bitişik mef'ule (nesneye) ait zamirin bulunması aynı şekilde mef'ulun öne alınmasını da gerektirir. İşte bu önem dolayısıyla ifade bu şekilde gelmiştir. Bunu bilelim.

 

Genel olarak kurra "İbrahim" kelimesini üstünlü (...): Rabbi kelimesini de -belirttiğimiz gibi- ötreli olarak okumuşlardır. Şu kadar var ki Cabir b. Zeyd'den tam aksini okuduğu rivayet edilmiştir. İbn Abbas'ın da kendisine böyle okuttuğunu ileri sürmüştür. O takdirde anlam şöyle olur: Hani İbrahim Rabbine dua etmiş ve Rabbinden dilekte bulunmuştu. Ancak böyle bir okuma şekli (ve anlam) uzak bir ihtimaldir. Çünkü "Kelimelerle" ifadesinin baş tarafındaki "b" harfi buna mahal bırakmamaktadır.

 

2- Kelimeler:

 

"Rabbi İbrahim'i birtakım kelimelerle imtihan etmiş ... " buyruğundaki kelimeler (kelimar); kelimenin çoğuludur. Burada gerçekte bu kelimeler Yüce yaratıcının kelamını ifade eder. Ancak bu "kelimeler" ile İbrahim (a.s)'ın yerine getirmekle yükümlü tutulduğu görevler ifade edilmiştir. Bu görevlerle yükümlü tutulması kelam (söz) ile gerçekleştiğinden bunlara bu isim verilmiştir.

 

Nitekim Hz. İsa'ya da "Allah'ın kelimesi" adı verilmiştir. Çünkü Hz. İsa Yüce Allah'ın "kun: ol "dan ibaret bir kelimesinden var olmuştur. Bir şeye onun mukaddimesinin adını vermek, mecazın iki kısmından birisidir. Bu açıklamalar İbnu'l Arabi tarafından yapılmıştır.

 

3- Kelimeler'den Kasıt:

 

Bu ayet-i kerimede sözü geçen "kelimeler"le neyin kastedildiği hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Bu görüşlerden bir tanesine göre bu kelimeler İslam'ın şer'ı hükümlerini ifade eder. Bunlar da otuz ayrı bölümdür. Bu otuz bölümün on tanesi Tevbe Suresi'nde: "Tevbe edenler, ibadet edenler .. " (et-Tevbe, 112) buyruğunda; on tanesi Ahzab Suresi'nde: "Şüphesiz müslüman erkekler ve müslüman kadınlar .. " (el-Ahzab, 35) ayetinde on tanesi Mu'minun Suresi'nde: "Gerçekten mü'minler felah bulmuşlardır ... Ve onlar namazlarını gereği gibi kılarlar ... (el-Mu'minun, 1-8) buyrukları ile; ''.. ancak namaz kılanlar ve namazlarına devam edenler öyle değil ... Ve onlar namazlarını gereği gibi muhafaza ederler" (el-Mearic, 22-34) buyruklarında dile getirilmektedir.

 

İbn Abbas (r. anhuma) dedi ki: Allah bu kelimeler ile her kimi imtihan ettiyse bunların altından İbrahim (a.s)'ın dışında kalkabilmiş kimse yoktur. O, İslam'ın tümüyle imtihan edilmiş, bunu eksiksiz bir şekilde yerine getirmiştir. Bunun için Yüce Allah da kendisine "ilahi beraet"i takdir buyurarak: "Ve (görevini) eksiksiz olarak yerine getiren ibrahim ... "(en-Necm, 37) diye buyurmuştur.

 

Kimisi de Hz. İbrahim'in "kendileriyle imtihan edildiği kelimeler" emir ve nehiydir derken, kimisi oğlunu boğazlamaktır, kimisi risaletin adabını yerine getirmektir demiştir ki bunların ifade ettikleri anlamlar birbirlerine yakındır. Mücahid de şöyle demektedir: Burada sözü geçen kelimeler Yüce Allah'ın:

 

"Ben seni bir husus ile imtihan edeceğim" demiş, Hz. İbrahim de: Peki, beni insanlara imam yapacak mısın? diye sorunca Yüce Allah: Evet diye buyurmuş, Hz.İbrahim: Ya benim zürriyetimden de imam kılacak mısın? diye sorunca Yüce Allah: Ahdim zalimlere erişmez, diye cevap buyurmuş. Hz. İbrahim: Peki Beyt'ini insanlar için gelip toplanacakları bir yer kılacak mısın? diye sormuş Yüce Allah: Evet buyurmuş. Hz. İbrahim ya bir güvenlik yeri de kılacak mısın? diye sormuş, Yüce Allah: Evet demiş. Yine Hz. İbrahim bize ibadet yerlerimizi gösterip tevbemizi de kabul buyuracak mısın? diye sorunca Yüce Allah: Evet buyurmuş, Hz. İbrahim yine: Peki ya o Beyt'in ehlini çeşitli meyvelerle rızıklandıracak mısın? diye sorunca yine Yüce Allah: Evet buyurmuş. İşte bu görüşe göre bu kelimeleri eksiksiz yerine getirip tamamlayan (Hz. İbrahim değil) Yüce Allah'tır.

 

Bundan da daha sahih bir görüş şudur: Abdurrezzak'ın Ma'mer'den, onun İbn Tavus'tan, onun İbn Abbas'tan naklettiğine göre o, Yüce Allah'ın: "Hani Rabbi İbrahim'i birtakım kelimelerle imtihan etmiş, o da bunları tamamen yerine getirmişti" buyruğu hakkında şunları söylemiştir: Yüce Allah onu taharet ile imtihan etmişti. Bunların beş tanesi başta beş tanesi de bedendedir: Bıyıkları kesmek, mazmaza, istinşak, misvak kullanmak ve saçı ortadan ayırmak. Bedende bulunanlar ise: Tırnakları kesmek, etek traşı yapmak, sünnet olmak, koltuk altı kıllarını yolmak ve büyük abdest ile küçük abdestin yerlerini su ile yıkamak. Bu açıklamaya göre ise bu kelimeleri eksiksiz olarak yerine getiren İbrahim (a.s)'dir. Kur'an-ı Kerim'in zahirinden de anlaşılan budur,

 

Matar, Ebu'l-Celed'den yine bunların on tane olduğunu rivayet etmiş, şu kadar var ki saçları ortadan ayırmak yerine eklem yerleri üstündeki deri kıvrımlarını yıkamayı istinca yerine ise istihdadı (etek traşını ustura gibi demirden aletlerle yapmayı) sözkonusu etmiştir.

 

Katade ise bunlar sadece Hacc menasikidir, der. el-Hasen ise bunlar Hz, İbrahim'in karşı karşıya kaldığı altı tane özel durumdur: Yıldız, ay, güneş, ateş, hicret ve sünnet olmak.

 

Ebü İshak ez-Zeccac der ki: Bütün bu görüşler birbirleriyle çelişkili değildir. Çünkü bütün bunlar İbrahim (a.s)'ın kendileriyle imtihan olunduğu hususlardır.

 

Derim ki: Muvatta"da ve başka hadis eserlerinde Yahya b. Said'den gelen rivayette şöyle denilmektedir: Said b. el-Müseyyeb'i şöyle derken dinledim: İbrahim (a.s) sünnet olan ilk kişidir. Misafiri ilk ağırlayandır, etek traşı yapan ilk kimsedir, tırnaklarını kesen ilk kişidir, bıyıklarını kısaltan ilk kişidir, saçları ağaran ilk kişidir. Saçlarının ağardığını görünce: Bu nedir diye sormuş (yüce Allah): Bu vekardır diye buyurunca Hz. İbrahim de: Allah'ım benim vekarımı daha da artır, diye dua etmiştir.

 

Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de Said b.İbrahim'den, o babasından şöyle dediğini nakletmektedir: Minberler üzerinde ilk konuşan kişi Allah'ın Halili İbrahim'dir.

 

Başkaları da şöyle demiştir: İlk tirit yapan, ilk kılıçla savaşan, ilk olarak misvakla dişlerini temizleyen, ilk olarak su ile istinca yapan ve ilk olarak şalvar giyinen odur.

 

Muaz b, Cebel'den de şöyle dediği rivayet edilmektedir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Eğer ben minber edindiysem babam İbrahim de minber edinmişti, Eğer ben asa tuttuysam babam İbrahim de asa tutmuştu."

 

Derim ki: Bunlar açıklanması, üzerinde durulması, haklarında bilgi verilmesi gereken birtakım hükümlerdir. Sünnet olmaktan başlayarak diğerlerine dair açıklamalarda bulunacağız.

 

4- ilk Sünnet Olan Kişi ibrahim (a.s)dır:

 

İlk sünnet olan kişinin İbrahim (a.s) olduğu üzerinde ilim adamlarının icmaı vardır. Ancak sünnet olduğu yaş hakkında farklı görüşler vardır. Muvatta"da Ebu Hureyre'den mevküf olarak rivayet edildiğine göre o yüz yirmi yaşında iken sünnet olmuş ve bundan sonra seksen yıl daha yaşamıştır. Böyle bir açıklama ise kişisel görüşe dayanılarak yapılamaz. Bunu el-Evzai de Yahya b. Said'den merfu olarak rivayet etmiştir. Yahya b. Said, Said b. el-Müseyyeb'den o Ebu Hureyre'den rivayetle dedi ki: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki:

 

"İbrahim (a.s) yüz yirmi yaşında iken sünnet oldu. Bundan sonra da seksen yıl yaşadı." Bunu Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) zikretmiştir.

 

Yine bu hadis Yahya'nın dışında değişik yollardan gelen rivayetlerle merfu ve müsned olarak da rivayet edilmiştir. Orada da: İbrahim (a.s) seksen yaşına gelince sünnet olmuş ve kendisini keser ile sünnet etmiştir." denilmektedir. Sahih-i Müslim'de de başkalarında da "seksen yaşında" denilmektedir.

 

İbn Aclan'ın ve el-A'rec'in Ebu Hureyre'den onun Peygamber (s.a.v.)'den yaptığı rivayette kaydedilen ve raviler tarafından bilinen de budur. İkrime der ki: İbrahim (a.s) seksen yaşında iken sünnet olmuştur. Yine o şöyle demiştir: Artık ondan sonra İbrahim'in dini üzere Beytullah'ı ancak sünnetli olan kimseler tavaf etmiştir. Evet, İkrime böyle demiştir. el-Müseyyeb b. Rafi' de bu şekilde söylemiştir. Bunu el-Mervezi zikreder.

 

"el-Kadum" şeddesiz ve "el-kaddum" şeklinde şeddeli olarak rivayet edilmiştir. Ebu'z-Zinad der ki: Şeddeli olarak el-Kaddum şeklinde (Suriye bölgesinde) bir yerin adıdır.

 

5- Sünnet Olmanın Hükmü:

 

İlim adamları sünnet olmanın hükmü hakkında farklı görüşlere sahiptir. Ancak çoğunluk bunun müekked bir sünnet olduğunu ve erkekler hakkında terkedilmemesi gereken İslam'ın fıtrat gereği gördüğü hususlardan birisi olduğunu kabul etmektedirler. Azınlık bir kesim de bunun farz olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Yüce Allah: "Sonra Biz sana: Hanif bir müslüman olarak İbrahim'in dinine uy .. diye vahyettik." (en-Nahl, 123) diye buyurmuştur.

 

Katade de: Burada sözü geçen husus sünnet olmaktır. demektedir. Maliki mezhebinden bazı ilim adamları da bu görüşe meyletmiştir. Aynı zamanda bu Şafii'nin de görüşüdür. İbn Süreye sünnet olmanın vacip olduğuna, avrete bakmanın haram kılındığına dair icmaı delil gösterir ve şöyle der: Eğer sünnet olma farz olmamış olsaydı, sünnet edilenin avretine bakmak mübah kılınmazdı. Ancak bu husus ile ilgili olarak ona şöyle cevap verilmiştir:

Böyle birşey doktorun vücudun hasta bölgesine bakması gibi bedenin bir maslahatı için mübah kılınır. Tıp ilmi Yüce Allah'ın izniyle ileride en-Nahl suresi'nde geleceği gibi icma ile vacip değildir. Bizim mezhebimize mensup bazı kimseler el-Haccac b. Artee'nin kaydettiği şu rivayeti delil gösterirler: el-Haccac, Ebu'l Muleyh'ten, O babasından o Şeddad b. Evs'ten Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Sünnet olmak erkekler için bir sünnet, kadınlar için de bir ikramdır." Hadisin ravilerinden olan Haccac ise rivayeti delil gösterilebilecek kimselerden değildir.

 

Derim ki: Bu konuda delil gösterilebilecek en üstün rivayet Ebu Hureyre (r.a)'ın Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğuna dair rivayetidir: "Beş şey fıtrattandır. Sünnet olmak .. " Hadis-i şerif ileride gelecektir. Ebu Davud da Umm Atiyye'den şu rivayeti nakletmektedir. Medine'de kadınları sünnet eden bir kadın vardı. Peygamber (s.a.v.) ona şöyle demişti: "Fazla derinden kesme. Çünkü bu kadın tarafından daha çok istenir, erkek tarafından da daha çok sevilir." Ebu Davud der ki: Bu hadis zayıftır (çünkü) onu rivayet eden meçhul bir kimsedir. Rezın'in zikrettiği bir rivayette de: "Fazla derinden kesme çünkü böylesi yüzü daha çok aydınlatıcıdır, erkek tarafından da daha çok sevilir. "

 

6- Sünnetli Olarak Doğan Çocuk:

 

Eğer çocuk sünnetli olarak doğarsa sünnet külfetinden kurtarılmış olur. el-Meymuni der ki: Bana Ahmed şöyle dedi: Burada sünnetli olarak bir çocuğu olmuş bir adam vardır. Bundan dolayı çok ileri derecede üzülmüştü. Ben ona: Eğer Allah seni böyle bir külfet altına sokmadıysa bundan dolayı ne diye üzülüp kederleniyorsun, dedim.

 

7- Sünnet Edilmiş Olarak Doğan Peygamberler:

 

Ebu'l Ferec el-Cevzi der ki: Ka'b el-Ahbar'dan bana şöyle dediği nakledildi: Onüç peygamber sünnetli olarak doğmuştur: Adem, Şit, İdris, Nuh, Sam, Lut, Yusuf, Musa, Şuayb, Süleyman, Yahya, İsa ve Peygamber (s.a.v.).

 

Muhammed b. Habib el-Haşimi ise şöyle demektedir: Bunlar ondört tanedir: Adem, Şit, Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb, Yusuf, Musa, Süleyman, Zekeriyya, İsa, -Ress ashabının peygamberi- Hanzala b. Safvan ve Muhammed'dir. Allah'ın selamı hepsinin üzerine olsun.

 

Derim ki: Peygamber (s.a.v.)'ın sünnetli doğması ile ilgili olarak rivayetler arasında ihtilaf vardır. Hafız Ebu Nuaym, el-Hilye adlı eserinde senedini de kaydederek Peygamber (s.a.v.)'ın sünnetli olarak doğduğunu zikretmektedir.

 

Ebu Ömer ise et-Temhid adlı eserinde şu sened ile bir rivayet kaydetmektedir: Bize Ahmed b. Muhammed b. Ahmed anlattı, bize Muhammed b. İsa anlattı, bize Yahya b. Eyyub b. Badı el-Allaf anlattı, bize Muhammed b. Ebu'sSerı el-Askalanı anlattı, bize el-Velid b. Müslim, Şuayb'den o Ata el-Horasani'den o İkrime'den o İbn Abbas'tan rivayetle şöyle anlattı: Abdülmuttalib Peygamber (s.a.v.)'ı doğumunun yedinci gününde sünnet etti. Bunun için bir yemek ziyafeti verdi ve ona "Muhammed" adını verdi. Ebu Ömer der ki: Bu hadis senedi muttasıl (fakat) garib bir hadistir. Yahya b. Eyyub der ki: Ben bu hadisi araştırdım da kendileriyle karşılaştığım hadis ile uğraşan ilim adamları arasında İbn Ebi es-Serrı'nin dışında kimse tarafından rivayet edildiğini görmedim. Ebu Ömer der ki: Peygamber (s.a.v.)'ın sünnetli olarak doğduğu da söylenmiş bulunmaktadır.

 

8- Küçük Çocuk Ne Zaman Sünnet Edilir:

 

Küçük çocuğun ne zaman sünnet edileceği hususunda ilim adamları arasında farklı görüşler vardır. Bir grup ilim adamından nakledilen haberlerde sabit olduğuna göre şöyle demişlerdir: İbrahim (a.s) Hz. İsmail'i onüç yaşında, oğlu Hz. İshak'ı ise yedi günlük iken sünnet etmiştir.

 

Hz, Fatıma'dan çocuklarını yedinci gününde sünnet ettiği rivayet edilmektedir. Şu kadar var ki İmam Malik bunu kabul etmez; bu yahudilerin uygulamalarındandır, der. İmam Malik'in sözünü İbn Vehb ondan nakletmektedir. el-Leys b. Sa'd da şöyle demiştir: Küçük çocuk yedi ile on yaşları arasında sünnet edilir. Buna benzer bir rivayeti İbn Vehb İmam Malik'ten nakletmektedir.

 

İmam Ahmed der ki: Ben bu hususa dair bir rivayet işitmiş değilim. BuharI'de ise Said b. Cübeyr'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: İbn Abbas'a: Rasülullah (s.a.v.) vefat ettiği sırada senin yaşın ne kadardı, o: O sırada ben sünnet edilmiş idim (o dönemde) kişiyi ergenlik yaşına gelmedikçe veya o yaşa yaklaşmadıkça sünnet etmezlerdi, dedi. (2)

İlim adamları müslüman olan ve yaşı büyük bir erkeğin sünnet olmasını müstehab kabul ederler. Ata şöyle dermiş: İsterse seksen yaşına gelmiş olsun sünnet olmadıkça onun İslam'ı tamam olmaz.

 

el-Hasen'den gelen rivayete göre de o yaşlı olarak İslam'a giren bir kimsenin sünnet olmamasına müsaade eder, bunda herhangi bir sakınca görmez ve (bu durumuyla) şahitlik etmesinde, eti yenen hayvanları kesmesinde, haccedip namaz kılmasında bir sakınca görmezdi.

 

İbn Abdi'l-berr der ki: Genel olarak ilim adamları da bu görüştedirler. Bureyde'nin sünnet olmamış kimsenin haccına dair rivayet ettiği hadis ise sahih değildir. İbn Abbas, Cabir b. Zeyd ile İkrime'den: Sünnet olmamış kimsenin kestiği hayvan yenmez ve şehadette bulunması da caiz değildir, dedikleri rivayet edilmektedir.

 

9- Etek Traşı Yapmak:

 

Hadis-i şerifte geçen: "Etek traşı için ilk istihdad eden" şeklindeki ifadede geçen "istihdad" etek traşını demirden bir alet kullanarak yapmak demektir. Umm Seleme'den Peygamber (s.a.v.)'ın kılları dökmek kastıyla ilaç kullandığı vakit eteğine bu ilacı sürmeyi bizzat kendi eliyle kendisi yapardı, rivayeti gelmiştir.

 

İbn Abbas'ın rivayet ettiğine göre de bir adam Resulullah (s.a.v.)'ın vücudundaki kılları dökmek üzere ilaç sürmüş ve nihayet eteğine yaklaşınca ona: Sen yanımdan çık, demiş ve kendi eliyle eteğine bu ilacı kendisi sürmüştür.

 

Enes'in rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) kıl dökmek üzere ilaç kullanmazdı. Eteği etrafında kıllar arttı mı orayı traş ederdi.

 

İbn Huveyzimendad der ki: Bu Hz. Peygamber'in çoğunlukla traş olduğunu, nadiren de ilaç kullandığını göstermektedir ki her iki hadisin birarada mütalaası sahih bir şekilde mümkün olabilsin.

 

10- Tırnak Kesmek:

 

Tırnakların kesilmesi ile ilgili olarak İmam Malik şöyle der: Ben erkeklerin yerine getirmek durumunda oldukları gibi kadınların da tırnaklarını kesmelerini ve eteklerini traş etmelerini uygun görüyorum. Bunu el-Haris b. Miskin ve Suhnun, İbn Kasım'dan nakletmektedirler.

Tirmizi el-Hakim ise Nevadiru'l-Usul adlı eserinde şöyle demektedir: Yirmidokuzuncu esas: Bize Ömer b. Ebu Ömer anlattı. Bize İbrahim b. el-Ala ez-Zubeydi, Ömer b. Bilal el-Fezari'den anlatarak dedi ki: Ben Abdullah b. Bişr el-Mazini'yi şöyle derken dinledim: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Tırnaklarınızı kesiniz ve kestiğiniz tırnakları da gömünüz, eklem yerleri üzerindeki kıvrımları temizleyiniz, diş etlerinizi yemek artıklarından temizleyiniz, dişlerinizin arasını da misvakla temizleyiniz, benim yanıma da dişleriniz sararmış ve teniniz kokmuş halde de girmeyiniz." Bundan sonra Tirmizi el-Hakim bu hadis ile ilgili güzel açıklamalarda bulunarak şunları söyler:

 

Tırnakların kesilmesi, tırnağın teni yırttığı, tırmaladığı ve zarar verdiği içindir. Ayrıca tırnak kirlerin toplanma yeridir. Kişi bazan cünüb olur da kirler dolayısıyla su tene ulaşmaz ve o cünüb kalmaya devam eder. Çünkü cünüb olanın bir iğne ucu kadar kuru bir yeri kalırsa, yıkama vücudunun her tarafını kaplamadıkça cünüb kalmaya devam eder. İşte Peygamber efendimiz bundan dolayı onlara tırnaklarını kesmeyi teşvik etmiştir. Resulullah (s.a.v.) efendimizin namazda yanılması ile ilgili olarak nakledilen hadiste şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ben nasıl yanılmayayım ki sizden herhangi birinizin tırnağı ile parmakları arasında kir bulunur. Ve sizden herhangi bir kimse bana tırnaklarında cünüblük ile pisliği bulunduğu halde semadan gelen haber hakkında soru sorar."

 

Bu hadisi el-Kiya diye bilinen Ebu'l Hasen Ali b. Muhammed et-Taberı "Ahkamu'I Kur'an" adlı eserinde Süleyman b. Farac, Ebu Vasil'den şöylece rivayet etmektedir: Ebu Eyyub (r.a)'a vardım ve onunla tokalaştım. Tırnaklarımın uzun olduğunu görünce şöyle dedi: Bir adam semadan gelen habere dair soru sormak üzere Peygamber (s.a.v.)'ın yanına geldi. Hz. Peygamber de şöyle buyurdu: "Sizden herhangi bir kimse tırnakları altında kir ve pislik toplanacak kadar ve uçan kuşun tırnakları gibi olduğu halde geliyor ve semadan gelen habere dair soru soruyor."

 

Hz. Peygamber'in: "Kestiğiniz tırnakları da gömünüz" buyruğuna gelince:

Bunun sebebi mü'minin bedeninin saygı duyulmaya layık olduğundandır. O bedenden düşen, zail olan herhangi bir bölümünün yine hürmete değer olma özelliği devam etmektedir. O bakımdan tıpkı insan öldüğü gibi nasıl defnediliyor ise o artığının da defnedilmesi onun için bir görevdir. İnsanın bir kısmı da bu şekilde öldüğü takdirde aynen defnedilmesi, gömülmesi suretiyle ona duyulan saygı da yerine getirilmiş olur. Ta ki o artıklar dağılıp da ateşe veya pislik veya çöplüklere düşmesin. Resulullah (s.a.v.), köpekler onu karıştırmasın diye hacamat olduğu sırada kanının gömülmesini emretmiştir. Bize bunu babam (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) anlatarak dedi ki: Bize Musa b. İsmail anlatıp dedi ki: Bize el-Huneyd b. el-Kasım b. Abdurrahman b. Maiz anlatarak dedi ki: Ben Amir b. Abdullah b. ez-Zubeyr'i şöyle derken dinledim: Babası kendisine şunu anlatmış: Resulullah (s.a.v.)'ın yanına hacamat yaptırdığı bir sırada varmış. Hacamat bitince Hz. Peygamber şöyle demiş: "Ey Abdullah, git bu kanı kimsenin seni göremeyeceği bir yere dök." Ancak Abdullah, Resulullah (s.a.v.)'ın yanından uzaklaşınca kanı alıp içti. Geri dönünce Hz. Peygamber: "Ey Abdullah kanı ne yaptın?" diye sorunca Abdullah şöyle demiş: İnsanların gözünden en uzak olduğunu zannettiğim en gizli bir yere koydum. Hz. Peygamber: "Onu içmiş olmayasın" deyince o: "Evet içtim" diye cevap vermiş. Hz. Peygamber: "Kanı neden içtin? Vay, senden dolayı insanların başına geleceklere ve vay sana, insanlardan çekeceklerinden" diye buyurmuş.

 

Babam bana anlattı dedi ki: Bize Malik b. Süleyman el-Herev! anlatarak dedi ki: Bize Davud b. Abdurrahman, Hişam b. Ömer'den, o babasından o Hz. Aişe'den şöyle dediğini nakletmektedir. Resulullah (s.a.v.) insandan ayrılan yedi şeyin gömülmesini emrederdi: Saç, tırnak, kan, ay hali kanı, diş, sünnet olurken kesilen et parçası ve çocuk doğarken onunla beraber gelen eşi.

 

Hadis-i şerifte geçen: "Eklemler üzerindeki et kıvrımlarını da temizleyiniz" ifadesine gelince, buralar kirlerin toplandığı bir yerdir. Her eklemin üst kısmındaki boğumlara (burcume, çoğulu beracim) denilir. İki boğum arasındaki bölüme ise racibe denilir, çoğulu revacib gelir. Bu da eklemin sırt tarafında olur. Parmakların kemiklerine verilen addır. Buna göre her bir parmağın iki tane burcumesi, üç tane de racibesi vardır. Baş parmak ise bir tane burcume ve iki tane racibeye sahiptir. Resulullah (s.a.v.)ın parmak boğumlarının temizlenmesini emretmesi, oranın kir tutarak cenabetin kalmamasını ve tutan kirlerin ten ile su arasında bir engel teşkil etmemesini sağlamak içindir.

 

"Diş etlerinizi temizleyiniz" buyruğuna gelince, diş eti dişlerin üstünde ve altında bulunan ettir. Dişler oradan çıkar. İki diş arasındaki azıcık et parçasına da "umr" denilir, çoğulu ise "umur" gelir. Peygamber (s.a.v.) orada yemeğin kırıntıları kalmasın ve kaldığı takdirde ağzın kokusu değişerek kötü kokmasın ve böylelikle iki melek eziyet görmesin diye bunu emretmiştir. Çünkü ağız Kur'an-ı Kerim'in yoludur. İki meleğin oturduğu yer ise iki azı dişinin yanıdır. Yüce Allah'ın: "O bir söz söylemeye dursun mutlaka onun yanında bir rakib (gözetleyicİ) ve atid (hazır bulunan) vardır." (Kaf, 18) buyruğu hakkında yani onun iki azı dişi yanında bulunurlar, dediği rivayet edilmektedir. Bize bunu Muhammed b. Ali eş-Şakiki anlatarak dedi ki: Ben babamın bunu Süfyan b. Uyeyne'den naklen zikrettiğini duydum ve söylediği de güzeldir. Çünkü söylenen bir söz iki dudaktan çıkar. Sözün çıkıncaya kadar geçtiği yer ise dildir. Ayet-i kerimede kullanılan kelimeler, adeta gözetleyici meleğin sesin kalınlaştığı yer olan azı dişinin yakınında olduğuna işaret ediyor gibidir.

 

"Dişlerinizin arasını temizleyiniz" buyruğuna gelince; kasıt misvak kullanmaktır. Onunla dişlerin arasının temizlenmesi istenmektedir.

 

"Ve benim yanıma kokmuş ağızIa ve teniniz kokarak gelmeyiniz." Ben el-Carud'un en-Nadr'dan naklederek şöyle dediğini duydum: Eklah: İçten kokana kadar dişleri sararmış kimse demektir. Behar ise teninden hoş olmayan bir koku duyulan kişi demektir. el-Carud bize anlatarak dedi ki: Bize Cerir Mansur'dan, o Ebu Ali'den o Ebu Cafer b. Temmam b. el-Abbas 'tan, o babasından rivayetle dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Misvak kullanınız. Ne diye siz benim huzuruma dişleriniz sararmış olarak geliyorsunuz ki?"

 

11- Bıyıkları Kesmek ve Saçlar:

 

Bıyıkları kesmek dudağın kenarı yani çerçevesi görününceye kadar bıyıkları almak demektir. Kişi bıyıkları dipten yolmaz, çünkü o takdirde kendi kendisine müsle (işkence ve eziyet) yapmış olur. Bu görüş İmam Malik'e aittir. İbn Abdulhakem'in rivayetine göre o şöyle demiştir: Ben bıyıklarını kesenin (tamamıyla sıyırmak) te'dib edilmesi gerektiği görüşündeyim. Eşheb'in ondan rivayetine göre o bıyıkların kesilmesi bir bid'attir, böyle yapan bir kimsenip canı yanacak şekilde dövülmesi gerektiği görüşündedir, demiştir. İbn Huveyzimendad da der ki: İmam Malik şöyle der: Bıyıklarını kesen bir kimsenin canı yanacak şekilde dövülmesi görüşündeyim. Adeta İmam Malik böyle yapan kimsenin kendisine müsle yaptığı görüşünde idi.

 

Saçların yolunması da böyledir. Ona göre saçların kısaltılması tamamıyla kesilmesinden daha uygundur. Nitekim Peygamber (s.a.v.)'ın saçlarının kulak yumuşaklarından daha uzun olduğuna dair rivayet vardır. Onun ashabının da kimisinin saçları uzunca idi, kimisi de saçlarını kısaltırdı. Hz. Peygamber sadece hac esnasında saçlarını traş etmiş ve ashab-ı kiram da öyle yapmıştır. Resulullah (s.a.v.)'ın tırnaklarını ve bıyıklarını Cuma namazına çıkmadan önce kestiği de rivayet edilmiştir et- Tahavı der ki; Biz Şafii'den bu hususa dair açık bir ifade bulamadık. Şafii'nin arkadaşları arasında olup kendilerini gördüğümüz el-Müzenı ve er-Rabi' ise bıyıklarını kısaltırdı. Bu, onların bu hususu Şafii'den (yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun) öğrendiklerini gösterir. Tahavı devamla şöyle der; Ebu Hanife, Züfer, Ebu Yusuf ve Muhammed'in görüşü, saç ve bıyık hakkında bunları iyice kısaltmanın bir miktar kısaltmaktan daha efdal olduğu şeklinde idi.

 

İbn Huveyzimendad ise Şafii'nin bıyıkların kesilmesi ile ilgili görüşünün Ebu Hanife'nin görüşü ile aynı olduğunu zikretmektedir. Ebu Bekr el-Esrem de şöyle demektedir; Ben Ahmed b. Hanbel'in bıyıklarını oldukça kısalttığını gördüm ve bıyıkların kısaltılması hususunda sünnetin ne olduğuna dair ona soru sorulurken şöyle dediğini duydum: Peygamber (s.a.v.)'ın dediği gibi "bıyıkları kısaltınız" emrine uygun olarak iyice kısaltır.

 

Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) der ki; Bu hususta iki asıl delil vardır. Bunlardan birisi uhfü (iyice kısaltınız) delilidir Bu ise te'vil edilme ihtimali olan bir lafızdır. İkincisi ise bıyıkların kısaltılmasıdır. Bu da birincisini açıklayıcı (müfessir)dır. Müfessir ise mücmel hakkında hüküm verir. Medine halkının uygulaması da bu şekildedir Bu açıklama bu hususta söylenmiş en uygun görüştür

 

Tirmizı'nin rivayetine göre İbn Abbas şöyle demiştir; Resulullah (s.a.v.) bıyığından bir miktar keser ve; "Rahman olan Allah'ın Halili İbrahim (a.s) bunu yapardı" derdi. Tirmizı devamla dedi ki; Bu hasen garib bir hadistir Müslim'in rivayetine göre de Ebu Hureyre Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu zikretmektedir; "Fıtrat beştir Sünnet olmak, etek traşı yapmak, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek ve koltuk altlarını yolmak."

 

Yine bu hususta İbn Ömer'in şöyle dediği nakledilmektedir; Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Müşriklere muhalefet ediniz, bıyıklarınızı kısaltınız ve sakallarınızı da bırakınız."

 

Acemler (Arap olmayanlar) ise sakallarını keser, bıyıklarını iyice uzatırlar ya da her ikisini birlikte uzunca yaparlar. Bu ise güzelliğe ve temizliğe aykırıdır.

 

Rezin'in Nafi'den naklettiğine göre İbn Ömer, altındaki deri görülünceye kadar bıyıklarını kısaltırdı ve bıyık ile sakal arasındaki kısmı kastederek bu ikisini de alırdı, demiştir.

 

Buhari'deki rivayete göre de İbn Ömer Hacc veya umre yaptığı vakit sakalının bir kabzadan fazla olan uzunluğunu alıp keserdi.

 

Tirmizi de Abdullah b, Amr b, el-As'dan Rasülullah (s.a.v.)'ın sakalını eninden ve boyundan aldığını nakletmektedir. Tirmizi bu garib bir hadistir demiştir.

 

12- Koltuk Altları:

 

Eteğin traşı sünnet olduğu gibi koltuk altlarının da yolunması sünnettir. Koltuk altlarının traş edilmesi de caizdir, çünkü bu şekilde de temizlik gerçekleşir, ancak birincisi daha uygundur. Zira alışılagelen ve kolayolan da budur.

 

13- Saçı Ortadan Ayırmak:

 

Fark: Saçın, ayrılma yeri olan ortasından iki yana ayrılması demektir. Peygamber (s.a.v.)'ın Şemail'inde şöyle denilmektedir: Eğer saç örgüsü ayrılabilecek hale gelirse ortadan ayırırdı. Eğer ayrılmayacak durumda ise o takdirde başının üzerinde toplanmış halde bırakırdı.

 

Nesai'nin İbn Abbas'tan rivayetine göre Rasülullah (s.a.v.) saçlarını aşağı doğru serbestçe uzatırdı. Müşrikler ise saçlarını ortadan ayırırlardı. Hakkında kendisine herhangi bir emir verilmediği hususlarda kitap ehline uygun davranmak hoşuna giderdi. Ancak bundan sonra Rasülullah (s.a.v.) saçını ayırdı. Bunu Buhari ve Müslim Enes'ten rivayet etmişlerdir.

 

Kadı Iyad der ki: Burada saçın aşağı doğru serbest bırakılmasından kasıt ilim adamlarına göre alnın üzerine bırakılması ve bir çeşit perçem olmasıdır. Bununla birlikte saçta sünnet olan ortadan ayrılmasıdır. Zira Peygamber (s.a.v.)'ın son olarak yaptığı budur. Ömer b. Abdulaziz'in cuma namazını bitirdikten sonra mescid kapısına bekçiler koydurup saçını ortadan ayırmayan herkesin alnındaki saçını çektiklerine dair rivayet vardır.

Saçı ortadan ayırmanın İbrahim (a.s)'ın sünnetinden olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

14- Saçın Ağarması:

 

Ağaran saç bir nurdur, o bakımdan özellikle ayıklanması mekruhtur. Nesai ve Ebü Davüd'da yer alan Amr b. Şuayb'ın babasından onun da dedesinden yaptığı rivayete göre Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ağaran saçları yolmayınız. Çünkü saçı ağaran -ne kadar müslüman varsa- kıyamet gününde bu (ağaran her bir kıL) onun için bir nur olur, Allah ona bir hasene yazar ve ondan bir günahını siler."

 

Derim ki: Ağaran saçların yolunması mekruh olduğu gibi siyaha boyanarak renginin değiştirilmesi de mekruhtur. Siyahın dışındaki renklerle değiştirilmesi ise caizdir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Ebu Kuhafe (Hz. Ebu Bekir'in babası) hakkında -sakalı sağame denilen bembeyaz bitki gibi ağarmış bir halde getirildiğinde- "bunu(n rengini) herhangi birşeyle değiştirin fakat siyaha boyamaktan uzak durun" demiştir.

 

Şu beyiti söyleyen ne güzel demiş: "Onun kökü beyaz iken üstünü siyaha boyuyor Kökü bozulmuş iken üstünde hayır kalmaz."

 

Bir başkası da şöyle demiştir: "Eyağaran saçlarını kına ile örtmeye çalışan kişi Bunun yerine mutlak Egemenden onu cehennemden korumasını iste."

 

15- Tirit:

 

Tirit, yemeklerin en güzeli, en bereketlisidir. Arapların yemeğidir. Peygamber (s.a.v.) tiritin diğer yemeklerden daha üstün olduğuna tanıklık etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Aişe'nin diğer kadınlara olan üstünlüğü tiridin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir."

 

el-Busti'nin Sahih'inde ise Hz. Ebu Bekir'in kızı Hz. Esma'dan rivayet edildiğine göre o tirit yaptığı vakit kaynayıp kabarması gidene kadar üstüne birşey örter ve şöyle derdi: Resulullah (s.a.v.)'ın: "Bu bereketin daha çok artmasına sebeptir" dediğini duydum.

 

16- Bu Temizlikler için Belli Bir Süre Var mı?

 

Bütün bu açıklamalar Abdürrezzak'ın İbn Abbas'tan (Hz. İbrahim'in kendileriyle imtihan edildiği kelimelere dair) naklettiği rivayetin ve Said b. elMüseyyeb ile başkalarının söylediklerinin açıklanmasına dairdir. Mazmaza, istinşak ve misvak kullanmaktan Nisa Suresi'nde (en-Nisa, 43), istincanın hükmüne dair açıklamalar Tevbe Suresi'nde (et-Tevbe, 108), misafir ağırlamanın hükmü ise Hud Suresi'nde (Hud, 69-71. ayetlerde) Yüce ALLAH'ın izniyle gelecektir.

 

Müslim'in rivayetine göre de Enes şöyle demiştir: Bıyıkların kesilmesi, tırnakların kesilmesi, koltuk altının yolunması, etek traşının yapılması hakkında bizim için bunları kırk günden daha fazla bırakmamak şeklinde vakit tesbit edilmiştir.

 

İlim adamlarımız der ki: Bu azamı süreyi sınırlandırmaktadır. Müstehab olan ise bunların Cumadan Cumaya yapılması şeklindedir. Bu hadisi Ca'fer b. Süleyman rivayet eder. Ukayl! der ki: Onun yaptığı rivayetler su götürür. Ebu Ömer ise onun hakkında: Ezberi kötü olduğundan ve çokça yanlışlık yaptığından dolayı hüccet (delil) olmaz. Ayrıca bu hadis, nakil yönünden de pek o kadar kuvvetli değildir. Şu kadar var ki bazı kimseler bu görüştedir. Çoğunluk ise bu konuda herhangi bir sürenin tesbit edilmemesi eğilimindedir. Başarımız Allah'tandır.

 

17- imam:

 

Ben seni insanlara imam yapacağım" buyruğunda geçen:

"İmam" önder demektir. O bakımdan yapı esnasında kullanılan ipe (şakule) de imam denilir. Yola da imam denilir. Çünkü gidilmek istenen yerlere o takib edilerek varılır. Bu buyruğun anlamına gelince: Biz seni bu hususlarda sana uymak, salih kimseler seni takib etmek üzere seni imam kıldık demektir. Şanı Yüce Allah böylece Hz. İbrahim'i kendisine itaat edenlerin imamı kılmıştır. O bakımdan bütün ümmetler bundan dolayı ona (mensup olduklarına) dair iddialarda bulunmaktadırlar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Aslında o, hanif bir müslüman idi.

 

18- Hz. ibrahim'in Soyundan Gelenlerin Durumu:

 

"Zürriyetimden de demişti." Bu, şanı Yüce Allah'a arzu belirten bir duadır. Yani Rabbim, benim zürriyetimden de imamlar kıl, demektir. Hz. İbrahim'in bunu onların durumu hakkında soru sormak üzere söylediği de ileri sürülmüştür. Yani peki, Rabbim benim zürriyetimden geleceklerin durumu ne olacak diye sormuş, Yüce Allah da ona zürriyetinden gelecek olanlar arasında imamlığa layık olmayan, isyankar ve zalim kimselerin de bulunacağını haber vermiştir. İbn Abbas der ki: İbrahim (a.s) soyundan bir imam kılınmasını Allah'tan dilemiş, Yüce Allah ona, soyundan gelecek olanlar arasında isyankarların da bulunacağını belirterek: "Zalimlere ahdim erişmez" diye buyurmuştur.

 

19- Zürriyyet Kelimesine Dair Açıklama:

 

Zürriyet kelimesi asıl itibariyle "zerr"den gelmektedir. Çünkü şanı Yüce Allah Hz. Adem'in soyundan gelecek olan insanları kendilerine karşı şahit tuttuğu vakit, Hz. Adem'in sulbünden zerr (toz zerrecikleri) halinde çıkarmıştı. Bu kelimenin yaratmak anlamını ihtiva eden (...) den geldiği de söylenmiştir. İşte zürriyet de burdan gelmektedir ki insan ve cinlerin soyundan gelenlere denilir. Şu kadar var ki, Araplar bu kelimenin sonundaki hemzeyi zamanla kullanmamışlardır. Bu kelimenin çoğulu da "zerari" şeklinde gelir.

 

Zeyd b. Sabit bu kelimeyi "ze" harfini esreli ve üstünlü olarak (...) ile (...) şeklinde okumuştur. İbn Cinni Ebu'l-feth Osman der ki: Bu kelimenin aslının dört ayrı lafız olma ihtimali vardır. Birincisi (...), ikincisi (...) üçüncüsü (...), dördüncüsü de (...) şeklindedir. Birinci şekilde hemzeli gelmesi (...) Allah insanları yarattı'dan gelmektedir. İkincisi ise zer (toz zerrecikleri) lafzından ve bu anlamından gelmektedir. Çünkü haberde: "İnsanlar zer gibi idiler" denilmektedir. üc ve dördüncü sekilleri ise "taneyi savurdum" anlamına kullanılan (...) dan gelmektedir.

 

Yüce Allah'ın: ''Rüzgarların savurduğu kupkuru bir çöp kırıntısı haline gelmiş ... " (el-Kehf, 45) buyruğu da böyledir. Böyle olması ise alabildiğine ince ve hafif olmasından dolayıdır. İşte zer (toz zerrecikleri)nin durumu da budur. el-Cevher'i der ki: Rüzgarın toprağı savurması halinde bu kökten gelen kelime kullanılır. Buğdayın savrulması ile ekin ekmek için tohum saçmayı ifade etmek üzere de bu kökten gelen kelime kullanılır. Bu kelime yine (...) şeklinde yüksekten bıraktım, attım, anlamında da kullanılır.

 

el-Halil'in açıklamasına göre -'zürriyet'- adının veriliş sebebi ekin eken tohumunu nasıl saçıyorsa insanları da Yüce Allah'ın yeryüzüne öylece saçtığından dolayıdır.

 

Zürriyet kelimesinin aslının "zurrüre" olduğu da söylenmiştir. Aynı harf bu şekilde çokça tekrarlandığından dolayı re'lerin birisi ya harfine dönüşerek zurrüye oldu, daha sonra vav ye harfine idgam edilerek zürriyet haline geldi. Burada zürriyetten kasıt ise özellikle oğullardır. Kimi zaman babalar ve oğullar hakkında da kullanılır. Yüce Allah'ın: ''Bizim zürriyetlerini dopdolu gemide taşımış olmamız da onlar için bir ayettir. "(Yasin, 41) buyruğu bu türdendir. Buradaki zürriyetten kasıt ise onların atalarıdır.

 

20- Allah'ın Ahdi:

 

"Zalimlere ahdim erişmez" buyruğunda sözü geçen ahid ile neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler vardır. Ebu Salih'in İbn Abbas'tan rivayetine göre bundan kasıt peygamberliktir. es-Südd'i de bu görüştedir. Mücahid'e göre imamet, Katade'ye göre iman, Ata'ya göre rahmet, Dahhak'a göre Yüce Allah'ın dinidir.

 

Allah'ın ahdi, Allah'ın emri anlamındadır da denilmiştir. Çünkü ahid kelimesi emir hakkında da kullanılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Şüphesiz Allah bize ahdetti" (Al-i İmran, 183); yani emretti. Yine bir başka yerde: ''Ey Ademoğulları, Ben size ahdetmedim mi?" (Ya-sin, 60) buyruğu da: Daha önceden bu hususta size emir vermemiş miydim? demektir.

 

Allah'ın ahdi, onun verdiği emirler olduğuna göre ''zalimlere ahdim erişmez" buyruğunun anlamı şöyle olur: Zalimlerin kendilerinden Allah'ın emirlerinin kabul edileceği ve emirlerini uygulamakla görevli olacakları bir konuma gelmeleri caiz değildir. Bu doğrultuda açıklama inşaallah birazdan gelecektir.

 

Ma'mer Katade'den Yüce Allah'ın: "Zalimlere ahdim. erişmez" buyruğunu açıklarken şunları söylemektedir: Ahirette Allah'ın ahdi zalimlere erişmeyecektir. Dünyada ise Allah'ın ahdine zalim erişmiştir. Ve bu ahid sayesinde o güvenlik kazanmış, yemek yemiş, yaşamış ve çevresini görebilmiştir. ez-Zeccac der ki: Bu güzel bir açıklamadır. Bunun anlamı, benim emanım, zalimlere erişmez, şeklindedir. Yani ben onlara azabımdan yana güven vermem, demek olur.

 

Said b. Cübeyr der ki: Burada geçen "zalim" müşrik anlamındadır.

 

İbn Mes'ud ve Talha b. Musarrif ayetin bu bölümünü (...) şekilde okumuşlardır. Zalimler benim ahdime nail olmazlar, anlamına gelecek. Geri kalanı ise "ez-Zalim'in" şeklinde nasb ile okumuşlardır.

 

Hamza, Hafs ve İbn Muhaysin "ahdı" şeklinde ya'yı sakin (harf-i med şeklinde) okurken, gerisi "ahdiye" şeklinde fethalı okumuşlardır.

 

21- Zalim Kimse imam (islam Devlet Başkanı) Olamaz:

 

Bir grup ilim adamı bu ayet-i kerimeyi imamın (İslam Devlet Başkanı'nın) bu işi üstlenebilecek gücün yanında, adaletli, ihsan sahibi ve fazilet sahibi bir kimse olması gerektiğine delil göstermişlerdir. Nitekim Peygamber (s.a.v.)'ın işin ehli olan kimseler ile çekişilmemesine dair emri de bu gibi kimseler hakkındadır. Nitekim buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

 

Fasıklar, haksızlık ve zulüm yapanlar ise imam olmak ehliyetine sahip kimseler değildir. Çünkü Yüce Allah: "Zalimlere ahdim. erişmez" diye buyurmuştur. İşte İbn ez-Zubeyr'in, el-Huseyn b. Ali'nin, (Allah hepsinden razı olsun) hurucları, ayaklanmaları bundandır. Yine Iraklıların hayırlıları ve ilim adamları da Haccac'a karşı çıkmışlardır. Medine halkı da Umeyye oğullarını Medine'den dışarı çıkartmış, onlara karşı çıkmışlardır. İşte Müslim b. Ukbe'nin gerçekleştirdiği Harre vakası ve faciası bu sebeple olmuştur.

 

İlim adamlarının çoğunluğunun kabul ettiği görüşe göre ise zalim imama itaat etmek ve sabır göstermek ona karşı çıkmaktan evladır. Çünkü ona karşı çıkıp onunla çekişmeye girmek, güvenlik yerine korkuyu ve kan dökmeyi getirmek olur, sefihlerin ellerini gelişigüzel uzatmalarına, müslümanlara baskın ve talanların tertib edilmesine, yeryüzünde de fesadın çıkmasına sebep teşkil eder. Birincisi Mu'tezile'den de bir kesiminin görüşüdür, aynı zamanda Haricilerin de görüşü budur. Bunu bilelim.

 

22- Zalimin işgal Edemeyeceği Makamlar:

 

İbn Huveyzimendad der ki: Zalim olan hiçbir kimse peygamber, halife, hakim, müftü, namaz kıldırmak üzere imam olamaz. Şeriat sahibinden yaptığı rivayetleri kabul olunmaz. Ahkama dair şehadeti kabul edilmez. Şu kadar var ki, fasıklığa başladığından dolayı hal ve akd ehli tarafından azledilmedikçe azledilmez. Azledilmeden önce verdiği doğruya. hakka uygun hükümler bozulmaz, geçerli kalmaya devam eder.

 

Malik, Hariciler ve bağiler hakkında bunu açıkça ifade etmiş ve herhangi bir ictihada uygun olarak verdikleri yahut icmaa muhalefet etmedikleri ya da nasIara aykırı düşmedikleri takdirde verdikleri hükümleri bozulmaz, demiştir.

 

Bizim bu kanaati belirtmemizin sebebi ise ashabın icmaından dolayıdır.

 

Şöyle ki: Hariciler onların hayatta oldukları dönemlerde çıkmış ve imamlardan onların verdikleri hükümleri tek tek elden geçirdiklerine ve bu hükümlerden herhangi birisini nakzettiklerine dair bir rivayet gelmemiştir. Ayrıca onların aldıkları zekatı tekrar aldıkları da uyguladıkları hadleri bir daha uyguladıkları da görülmemiştir. İşte bu onların ictihadlarında isabetli oldukları takdirde uyguladıkları hükümlerin bozulmayacağını göstermektedir.

 

23- Zalim Yöneticilerden Erzak (Belli Hizmet Karşılığında Olmayan Bağış) Atiye (v.s.) Almak:

 

İbn Huveyzimendad der ki: Zalim yöneticilerden erzak almaya gelince bunun üç hali vardır: Eğer ellerinde bulunan malın tümü şeriatın gerektirdiği şekilde alınmış ise böyle bir rızkı almak caizdir. Nitekim ashab-ı kiram ve tabiin Haccac'dan ve başkalarından almıştır. Eğer bir kısmı helal ve bir kısmı haksız yollarla alınıp karışık halde bulunuyor ise -günümüz umerasının elindeki mallarda olduğu gibi- vera' ve takva bunu terketmeyi gerektirir. İhtiyaç sahibi olan kimsenin bunu alması caizdir. Böyle bir zalim yönetici elinde çalıntı mal bulunup bununla birlikte bir başka adamın kendisine vekalet verdiği iyi ve helal bir mal bulunan hırsıza benzer. Bu hırsız gelip de elindeki bu maldan bir kimseye tasaddukta bulunacak olursa ondan bu sadakanın alınması caizdir. Hırsızın çaldığı malın bir kısmını sadaka olarak vermiş olması mümkün olmakla birlikte bu böyledir. Şu kadar var ki onun sadaka olarak verdiği malın bir yağma olduğunun bilinmemesi de şarttır. Eğer bu durumdaki kişi satar veya satın alırsa akid sahih olur ve bağlayıcıdır. Bununla birlikte vera' ve takva böyle bir şeye bulaşmamayı gerektirir. Çünkü mallar aynları dolayısıyla haram değildir, elde edildikleri cihet dolayısıyla haram olurlar.

 

Eğer yöneticilerin elinde bulunan mal, açıktan açığa zulümle alındığı bilinen bir mal ise onların ellerinden birşeyalmak caiz değildir. Ellerinde bulunan malın bir kısmı gasbedilmiş olmakla birlikte sahibi de bilinmiyor, taliplisi de bulunmuyor ise bu tıpkı hırsız ve yol kesicilerin elinde bulunması gibi bir uygulamaya tabi tutulur, beytü'l-male konulur ve uygun görülen süre o mala (kendisinindir diye) talip olacak şahıs beklenir. Eğer malın sahibi bilinmeyecek olursa o vakit imam onu müslümanların menfaatine uygun göreceği yerlere harcar.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Bakara 125

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR