ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

115

 

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

 

115. Doğu da batı da Allah'ındır. Bundan dolayı nereye dönerseniz Allah'ın Vechi oradadır. Şüphe yok ki Allah Vasi'dir hakkıyla bilendir:

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:

 

1- Doğu da Batı da Allah'ındır:

2- Her Nereye Yönelirseniz ...

3- Ayet'in Nüzul Sebebi ve Ka'be'den Başka Yön ve Yolculukta Namaz

4- Yüce Allah'a Kur'an ve Sünnet'te Vech (yüz) izafe Edilmesinin Anlamı:

5- Allah Vasi'dir:

 

1- Doğu da Batı da Allah'ındır:

 

"Doğu da batı da Allah'ındır." Meşrık (doğu) güneşin doğduğu yer, mağrib (batı) güneşin battığı yerdir. Yani bu ikisi de ikisinin arasında bulunan diğer yönler ve bütün yaratıklar -önceden de geçtiği üzere- varetmek, icad etmek itibariyle yalnız O'nun mülkü ve tasarrufundadırlar. Özellikle doğu ve batının sözkonusu edilmesi ve bunların Yüce Allah'a ait olduklarının belirtilmesi şereflerine dikkat çekmek içindir. Allah'ın evi, Allah'ın devesi demek gibi. Çünkü ileride de açıklanacağı üzere ayetin nüzul sebebi bunu gerektirmektedir.

 

2- Her Nereye Yönelirseniz ...

 

"Bundan dolayı nereye dönerseniz" buyruğu şarttır. Fiilin sonundan "nün" harfinin hazf edilmesi bundandır. Buradaki "Nereye" kelimesi amel eden türdendir. (...) zaiddir. Cevabı: "Allah'ın Vech'i oradadır" buyruğudur. "Dönerseniz" anlamındaki fiili, el-Hasen (...) şeklinde, te ve lam harflerini üstün ile okumuştur. Aslı ise (...) şeklindedir. "Orada" buyruğu zarf olarak nasb mahallindedir. Uzaklık ifade eder. Bu anlama gelen (...) feth üzere mebni olup i'rab olmaz. Çünkü bu müphemlik ifade eder. Uzaklık ifade etmek için kullanılan "hunake" gibidir. Yakın yeri anlatmak istedğimizde "huna" eleriz.

 

3- Ayet'in Nüzul Sebebi ve Ka'be'den Başka Yön ve Yolculukta Namaz

 

İlim adamları "bundan dolayı her nereye dönerseniz ... " buyruğunun nüzul sebebi hakkında beş ayrı görüş ortaya sürmüşlerdir:

 

1. Abdullah b. Amir b. Rabia der ki: Bu buyruk, karanlık bir gecede kıbleden başka bir tarafa namaz kılan kimseler hakkında inmiştir. Bunu Tirmizı, ondan (Abdullah'dan) o da babasından (Amir'den) rivayetle şöylece nakletmiştir: Biz, karanlık bir gecede yolculukta Peygamber (s.a.v.) ile bulunuyorduk. Kıblenin nerede olduğunu bilemedik. Bizden her bir kişi kendi kanaatine göre bir tarafa dönüp namaz kıldı. Sabahı edince bunu Peygamber (s.a.v.)'e anlattık. Bunun üzerine: "Bundan dolayı nereye dönerseniz Allah'ın Vech'i oradadır" ayeti nazil oldu. Ebu İsa (et-Tirmizi) der ki: Bu hadisin isnadı pek istenen seviyede bir isnad değildir. Biz bu hadisi ancak Eş'as es-Semman yoluyla biliyoruz. Eş'as b. Said Ebu Rabi' ise hadiste zayıf kabul edilmektedir.

 

İlim adamlarının çoğunluğu bu kanaatte olup şöyle demişlerdir: Bulutlu bir gecede kıbleden başka bir tarafa yönelip namaz kılsa, sonra da kıbleden başka bir tarafa namaz kıldığını açıkça anlasa o namazı caizdir. Süfyan, İbmı'l-Mübarek, Ahmed ve İshak da bu görüştedir.

 

Derim ki: Bu, Ebu Hanife'nin ve Malik'in de görüşüdür. Şu kadar var ki Malik şöyle der: Vakit içinde ise namazını iade etmesi müstehabdır. Ancak bu onun için vacib değildir. Çünkü o farzını emrolunduğu şekilde eda etmiş bulunmaktadır. Bir ibadeti kemal derecesinde yapabilmek ise vakti içerisinde telafi edilebilir. Buna delil olarak da tek başına namaz kılıp da ondan sonra vakti çıkmadan o namazın cemaatle kılındığını gören bir kimsenin onlarla namazını iade edeceğini belirten sünnetteki uygulamayı gösterir. Namazın vakti çıkmadan o namazı müstehab olarak iade etmesi istenen kimse, ancak kıbleyi tayin etmek için ictihad etmekle birlikte tamamıyla kıbleyi arkasına alan veya doğu ya da batı tarafına yönelen kimsedir. İctihad ederek az bir miktar sağa veya sola dönen bir kimsenin ise namaz vakti içinde de dışında da iade etme yükümlülüğü yoktur.

 

el-Muğire ve Şafii der ki: Böyle bir kimsenin kıldığı namaz yeterli değildir. Çünkü kıbleye dönmek namazın şartlarından birisidir. Ancak Malik'in söylediği daha sahih bir görüştür. Çünkü göğüs göğüse kılıçla çarpışma esnasında kıbleye yönelmeyi terketmeyi zaruret mübah kılabilmektedir. Aynı şekilde yolculuk halindeki ruhsat da ona yönelmemeyi mübah kılar.

 

2. İbn Ömer der ki: Bu ayet-i kerime yolculuk yapan kimse hakkında inmiştir. O, bineği hangi tarafa dönerse o tarafa doğru nafile kılabilir. Bunu Müslim, İbn Ömer'den rivayet etmiştir. Der ki: Rasülullah (s.a.v.) Mekke'den Medine'ye dönerken bineği üzerinde yüzü hangi tarafa olursa olsun namaz kılardı. Devamla İbn Abbas der ki: İşte: "Bundan dolayı nereye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır" buyruğu bunun hakkında nazil olmuştur.

 

Bu hadis-i şerif ve benzeri diğer hadisler dolayısıyla, binek üstünde olan kimsenin bu şekilde nafile namaz kılmasının caiz olacağı hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. İleride de açıklanacağı üzere fazla korku dışında bir kimsenin kıbleye yönelmeyi kasten herhangi bir şekilde terketmesi caiz değildir.

 

Bineği üzerinde bulunanla hevdecinde namaz kılan hasta ile ilgili olarak Malik'ten farklı görüşler nakledilmiştir. Bir seferinde: Deve sırtında hastalığı artsa dahi farz bir namaz kılmaz demiştir. Suhnün der ki: Eğer böyle bir şey yaparsa iade eder. Bunu el-Bki nakletmiştir. Bir seferinde de şöyle demiştir: Eğer yerde ancak ima ile namaz kılabilecek durumda ise deve üzerinde devesi durdurulduktan ve kıbleye doğru yöneldikten sonra namazını kılsın.

 

İlim adamları sağlıklı bir kimsenin, farz bir namazı özel olarak aşırı korku hali dışında, yerden başka bir alan üzerinde kılmasının caiz olmadığını icma ile kabul etmişlerdir. Nitekim ileride buna dair açıklamalar da gelecektir.

 

Fukaha, namazın kısaltılamayacağı kısa mesafeli yolculuklar hakkında farklı görüşlere sahiptir. Malik ve arkadaşları ile es-Sevri der ki: Yolcu ancak namazın kısaltılabileceği kadar bir mesafede bineği üzerinde nafile namaz kılabilir. Derler ki: Çünkü Resulullah (s.a.v.)'ın nafile namaz kıldığına dair rivayetin bulunduğu yolculuklar namazın kısaltılabileceği kadar uzun mesafeli yolculuklardır.

 

Şafii ve arkadaşları, Ebu Hanife ve arkadaşları Hasan b. Hay, Leys b. Sa'd ve DaYLıd b. Ali der ki: Bütün yolculuklarda şehrin dışına çıktıktan sonra binek üzerinde nafile namaz kılmak caizdir. Bu yolculuk ister namazın kısaltılabileceği kadar uzun mesafeli olsun, ister olmasın farketmez. Çünkü konu ile ilgili gelen rivayetlerde herhangi bir yolculuğun tahsisine dair birşey yoktur. Caiz olan her bir yolculukta bu hüküm sözkonusudur. Şu kadar var ki kabul edilmesi gereken herhangi bir delil ile belli bir yolculuğun tahsis edildiğinin gösterilmesi hali bundan müstesnadır. Ebu Yusuf der ki: Şehir içinde de bineğinin üzerinde ima ile namaz kılabilir. Çünkü Yahya b. Said'in Enes b. Malik'ten rivayetine göre o Medine sokaklarında eşeği üzerinde olduğu halde ima ile namaz kılmıştı. Taberi der ki: Yürüyen olsun, binek üzerinde olsun, yolculukta olsun mukim olsun, bineği üzerinde devesi üzerinde ve ayakları üzerinde yürürken, ima ile nafile namaz kılması caizdir.

 

İmam Şafii'nin arkadaşlarından birisinden nakledildiğine göre onların mezheplerinde kabul edilen görüş yolculukta da ikamet halinde de binek üzerinde nafile kılmanın caiz olduğu şeklindedir. el-Esrem de der ki: Ahmed b. Hanbel'e ikamet halinde binek üzerinde namaz kılma hakkında soru sorulunca o şöyle demiş: Yolculukta kılınabileceğine dair rivayet işittim, fakat ikamet halinde iken böyle bir rivayet işitmiş değilim.

 

İbnu'l Kasım der ki: Hevdecinde nafile kılan kimse oturarak kılar. Onun kıyamı bağdaş kurarak oturması şeklinde olur. Ellerini dizleri üzerine koyarak rüku'unu yapar, sonra da başını kaldırır.

 

3. Katade'nin görüşüne göre bu ayet-i kerime Necaşi hakkında inmiştir. Şöyle ki; Necaşi vefat edince Peygamber (s.a.v.) Medine dışında müslümanları onun namazını kılmaya çağırdı. Onlar: Biz, bizim kıblemizden başka bir tarafa namaz kılan ve bu halde ölmüş bir kimsenin namazını nasıl kılarız? dediler. Habeş hükümdarı Necaşi -ki adı Ashama idi, Arapça Atiyye demektirölünceye kadar Beytü'l Makdis'e dönüp namaz kılardı. Kıble ise Ka'be'ye çevrilmiş idi. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. Onun hakkında da: "Mu hakkak kitap ehlinden öyle kimseler vardır ki Allah'a, size indirilene ... iman ederler" (Al-i İmran, 199) buyruğu nazil oldu. İşte bu Necaşi için bir mazeret olmuştu. Peygamber (s.a.v.)'ın ashab-ı kiram ile birlikte onun için bu şekilde namaz kılması hicretin dokuzuncu yılında olmuştu.

 

Gaib cenaze namazını kabul eden -ki o da Şafii'dir- bunu delil göstermiştir. İbnu'l Arabi der ki: Cenaze namazı ile ilgili en garip mes'elelerden birisi de Şafii'nin gaibin namazının kılınacağını söylemiş olmasıdır. Bağdat'ta İmam Fahrü'l İslam'ın mescidinde bulunuyordum. Yanına Horasan'dan bir adam gelir girer, ona: Filan adam nasıldır diye sorar, sorduğu kişi vefat etti, deyince o da: İnna lillah ve inna ileyhi raciun dedikten sonra bize dönüp; haydi kalkın size onun için namaz kıldırayım, der ve kalkıp bize onun namazını kıldırırdı. Ve bu, o kişinin vefatından altı ay sonra ve namaz kıldığı yer ile vefat eden kişinin beldesi arasında altı aylık bir mesafe olmasına rağmen oluyordu.

 

Bu konuda onların dayanaklarını teşkil eden asıl delil Peygamber (s.a.v.)'ın Necaşı üzerine namaz kıldırmasıdır. Bizim mezhep alimlerimiz ise (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun) şöyle demişlerdir: Bu hususta Peygambere has üç özellik vardır.

 

a) Nasıl ki Mescid-i Aksa'yı görünceye kadar yeryüzü kuzeyiyle güneyiyle önüne derlenip toplandığı gibi aynı şekilde Necaşi"nin naşını görünceye kadar kuzeyden güneye kadar yeryüzü önünde derlenip toplanmıştır. Ancak aykırı görüşü savunanlar: Onu görmenin faydası ne ki? Fayda onun namazının bereketinin ona ulaşmasındadır, derler.

 

b) Orada Necaşı'nin namazını kılacak mü'minlerden veli olacak (bu işi üstlenecek) kimse yoktu. Aykırı görüşte olanlar: Bu, adeten imkansız birşeydir, derler. Bir hükümdar bir dine tabi olsun da ona tabi olan bulunmasın. Bir olayı imkansız birşeyle te'vil etmek de imkansız kabul edilir.

 

c) Peygamber (s.a.v.) Necaşı'ye namaz kılmakla üzerine rahmetin inmesini ve hayatta olunca da ölünce de kendisine bu önemin verildiğini gördükleri takdirde, onun dışında kalan diğer hükümdarların da kalbini ısındırmak istemiştir.

 

Bu görüşe aykırı kanaatte olanlar da derler ki: Peygamber (s.a.v.)'ın ve başkalarının yaptıkları duanın bereketi ittifakla ölüye ulaşır.

 

ibmu'l-Arabı der ki: Peygamber (s.a.v.)'ın Necaşı'nin namazını kıldırması ile ilgili olarak bence kabule değer olan görüş şudur: O Necaşı'nin ve onunla birlikte iman edenlerin ölü üzerinde namaz kılınması sünneti ile ilgili herhangi bir bilgiye sahip değillerdi. Onun namazı kılınmadan defnedileceği öğrenilince elini çabuk tutarak onun üzerine namaz kıldı.

 

Derim ki: Birinci te'vil daha güzeldir. Çünkü Hz. Peygamber onu gördüğü takdirde gaib bir kimsenin namazını kılmış olmaz, Hazır olan ve görülen bir kimsenin namazını kılmış olur. Gaib ise görünmeyen hakkında kullanılır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

4. Ayetin nüzul sebebi ile ilgili dördüncü görüş İbn Zeyd'e aittir. O şöyle demiştir: Yahudiler Peygamber (s.a.v.)'ın Beytü'l Makdis'e doğru namaz kılmasını güzel bulmuş ve şöyle demişlerdi: O ancak bizim vasıtamız ile hidayet bulabildi. Ancak kıble Ka'be'ye döndürülünce bu sefer yahudiler:

 

Onları üzerlerinde bulundukları kıbleyi terkedip başka tarafa dönmeye iten ne oldu dediler, bunun üzerine de: "Doğu da batı da Allah'ındır" ayet-i kerimesi nazil oldu. Bu görüşe göre ifadelerin akışı şöyle olur: Yahudiler Kıble'ye karşı tepki gösterince şanı Yüce Allah da kullarının kendisine dilediği şekilde ibadetlerini tayin edebileceğini beyan etti. O dilerse Beytü'I-Makdis'e dönmelerini emreder, dilerse Ka'be'ye doğru yönelmelerini emreder. O bir işi yaptı diye O'na karşı bir delil getirilemez, yaptığından dolayı sorumlu tutulamaz, insanlar sorumlu tutulurlar.

 

5- Bu ayet -i kerime: "Her nerede olursanız yüzlerinizi onun tarafına dön dürün" (el-Bakara, 144 ve 150) buyruğu ile neshedilmiştir. Bu görüş İbn Abbas'a aittir. Sanki önceleri kişi dilediği şekilde namaz kılabilirdi, sonra bu neshedilmiş gibi bir mana anlaşılmaktadır. Katade ise nesheden buyruk Yüce Allah'ın: ''Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir" (el-Bakara, 149); yani onun yönüne doğru döndür, buyruğudur, der. Bunu da et-Tirmizi nakletmektedir.

 

6- Mücahid ve ed-Dahhak'tan da bu ayetin muhkem olduğu rivayet edilmiştir. Anlamı da şudur: İster doğuda bulununuz, ister batıda bulununuz, kendisine yönelmeniz emrolunan Allah'ın Vechi (ciheti) -ki o da Ka'be'dir- oradadır. Yine Mücahid ve İbn Cübeyr'den gelen rivayete göre: "Bana dua edin size icabet edeyim (duanızı kabul edeyim)" (el-Mu'min, 60) buyruğu nazil olunca ashab-ı kiram'ın nereye doğru yönelelim, diye sormaları üzerine "bundan dolayı nereye dönerseniz Allah'ın vech'i oradadır" ayet-i kerimesi nazil oldu.

 

İbn Ömer ile en-Nehai'den rivayete göre; siz yolculuklarınızda ve gittiğiniz yerlerde nereye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır, demektir. Bunun daha önce geçen Yüce Allah'ın: "Allah'ın mescidlerinde Allah'ın adının anılmasını engelleyenlerden ... daha zalim kim olabilir.?" (ayet, 114) buyruğu ile ilişkilidir. Buna göre anlamı şöyle olur: Ey mü'minler, Yüce Allah'ın toprakları sizin için geniştir. Hepinizi kuşatır. O bakımdan Allah'ın mescidlerini tahrip eden kimseler, -arzının neresinde bulunursanız bulununuz- yüzlerinizi Allah'ın kıblesine doğru çevirmenize engel teşkil etmesin.

 

Bu ayet-i kerimenin Peygamber (s.a.v.)'ın Hudeybiye yılı Beytullah'a girmesinin engellenmesi ve müslümanların bundan dolayı üzülmesi üzerine nazil olduğu da söylenmiştir. Buna göre bu ayet-i kerimenin nüzulu ile ilgili on ayrı görüş ortaya çıkmaktadır.

 

Bu ayet-i kerimeyi neshedilmiş kabul eden kimselere, ayetin ifadesi haberdir, diye itiraz edilemez. Çünkü bu ayetin emir anlamına gelme ihtimali vardır.

 

"Bundan dolayı nereye dönerseniz Allah'ın Vech'i oradadır" buyruğunun anlamı Allah'ın Vechi'ne doğru yüzlerinizi döndürünüz, şeklinde olabilir. İşte Haccac tarafından yüzü yere doğru döndürülerek boğazlanması emredilince Said b. Cübeyr'in (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) okuduğu ayet-i kerime budur.

 

4- Yüce Allah'a Kur'an ve Sünnet'te Vech (yüz) izafe Edilmesinin Anlamı:

 

Kur'an ve sünnette Yüce Allah'a izafe edilen Vech'in te'vili ile ilgili olarak ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İleri gelen ilim adamları der ki: Bu, varlığın kendisine racidir. Varlıktan vech ile söz etmek mecazi bir ifadedir. Çünkü vech, gören kimseye göre organların en açık görüneni ve en üstün değerlileridir. İbn Fürek der ki: Bazan kelimelerin anlamları daha da genişletilerek maksat nitelenen olmakla birlikte birşeyin niteliği sözkonusu edilebilir. Bir kimsenin: Alimi gördüm ve alime baktım kastıyla ben filan kişinin bu gün ilmini gördüm ve ilmine baktım demesi gibi. Aynı şekilde burada da vechin sözkonusu edilmesi de böyledir. Kasıt vechi olan yani varlığı olan kimsedir. İşte Yüce Allah'ın: "Biz size ancak Allah'ın vechi için yediri yoruz" (el-İnsan, 9) buyruğu bu şekilde açıklanıp yorumlanmıştır. Çünkü bundan kasıt, vechi bulunan Allah için yediriyoruz, demektir. Diğer taraftan: ''Ancak o çok Yüce Rabbinin vechini umarak ... " (el-Leyl, 20); buyruğu, vechi olan zatın rızasını umarak demektir.

 

İbn Abbas der ki: Vech, aziz ve celil olan Allah'ın zatını ifade etmek için kullanılır. Nitekim bir başka yerde şöyle buyurulmaktadır.: "Celal ve ikram sahibi Rabbinin vechi ise baki kalır. "(er-Rahman, 27)

 

İmamlardan birisi de şöyle demiştir: Bu, kadim olan Yüce Allah'ın sıfatları arasında, aklın gerekli gördüğü sıfatlara ek ve onlardan ayrı sem'i yolla sabit olmuş bir sıfattır. İbn Atiyye de der ki: Ancak Ebu'l-Meali bu görüşü zayıf kabul etmiştir. Evet, bu görüş bu şekilde zayıftır. Ancak kasıt O'nun varlığıdır. Burada sözü geçen "vech"den kastın, bizim kendisine yönlendirildiğimiz cihet, yani kıble olduğu da söylenmiştir. Vech'in kasıt anlamına geldiği de söylenmiştir. Şairin şu beyitinde olduğu gibi: "Saymak imkanı bulunmayan günahtan dolayı Allah'tan mağfiret dilerim O Allah ki kulların Rabbidir, vech (kasıt) ve amel de O'nadır."

 

"Allah'ın Vechi oradadır" buyruğundan kastın, Allah'ın rızası ve sevabı oradadır, demek olduğu da söylenmiştir. Nitekim: "Biz ancak size Allah'ın vechi için yediririz" derken, O'nun rızası için ve O'nun sevabını talep ederek yediririz denmek istenmiştir. Peygamber (s.a.v.)'ın şu hadis-i şerifi de bu anlamdadır: "Her kim Allah'ın vechini umarak bir mescid bina ederse Allah da onun gibisini cennette o kişi için bina eder."; "Kıyamet gününde mühür vurulmuş birtakım sahifeler getirilir. Yüce Allah'ın huzuruna bu sahifeler dimdik dikilir. Aziz ve celil olan Allah meleklerine: Şunu atınız, bunu kabul ediniz buyurur. Melekler, rabbimiz izzetin hakkı için yemin ederiz ki biz hayırdan başka birşey görmedik. Yüce Allah daha iyi bildiği halde şöyle buyurur: Bu benim vechimden (rızamdan) başkası içindi. Ben benim vechim (rızam) aranarak yapılan dışında hiçbir ameli kabul etmem." (Darakutni, I, 51)

 

Yani Benim için halis olmayan hiçbir ameli kabul etmem diye buyurur. Bu hadisi Darakutni rivayet etmiştir.

 

"Allah'ın yüzü oradadır" buyruğundan "Allah oradadır" denmek istendiği de söylenmiştir. Yüce Allah'ın: "Siz nerede olursanız O sizinle beraberdir" (el-Hadid, 4) buyruğuna benzemektedir. Bunu el-Kelbi ve el-Kutebi demiştir, Mu'tezile'nin görüşü de buna yakındır.

 

5- Allah Vasi'dir:

 

"Şüphe yok ki Allah vasi'dir"; yani kullarına dinlerinde genişlik verendir. Onların vüs'atlerinde olmayan (takatleri dışında kalan) şeylerle onları yükümlü tutmaz. Burada "vasi"'in O'nun bilgisi herşeyi kuşatır anlamına geldiği de söylenmiştir. Yüce Allah'ın: ''O'nun bilgisi herşeyi kuşatacak geniş liktedir. "(Taha, 98) buyruğunda olduğu gibi. el-Ferra der ki: el-Vasi': Bağışı ve verdiği, herşeyi kuşatacak kadar geniş olan cömert demektir. Buna delil ise Yüce Allah'ın: (Ve Benim rahmetim herşeyi kuşatmıştır" (el-A'raf, 156) buyruğudur. Bunun, mağfireti geniş anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani hiçbir günahı bağışlamak O'na büyük bir iş gelmez, demek olur.

 

Kullara lütfuyla ihsan eden bununla birlikte amellerine muhtaç olmayan demek olduğu da söylenmiştir. Mesela, filan kişi kendisinden isteneni kuşatır, yani bu konuda cimrilik etmez, denilir (iken bu kökten gelen fiil kullanılır). Allah da: (Vüsat sahibi (genişlik sahibi) olan da vüsatince infak etsin." (et- Talak, 7); yani zengin olan kişi de Allah'ın kendisine verdiğinden harcamada bulunsun, diye buyurmaktadır. el-Esna fi Şerhi Esmaillahi'l-Hüsna" adlı eserimizde de açıklamış bulunuyoruz. Yüce Allah'a hamdolsun.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Bakara 116

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR