MUKADDİME
Kur'an'da Fazlalık
veya Eksiklik Vardır, Diyenlere Reddiye:
Kur'an'ı tenkid ve Hz. Osman'ın
Mushafına ekleme veya eksiltme yapmak suretiyle muhalefet eden kimselerin
iddialarını red eden deliller:
Kur'an'ın, şanı Yüce
Allah'ın Muhammed (s.a.v.) tarafından -az önce geçtiği şekilde- kendisine
mucize olmak üzere getirilen, kalplerde ezberlenip dillerde okunan, mushaflarda
yazılı bulunan sure ve ayetleri kesin olarak bilinen, harf ve kelimelerinde
fazlalık ve eksiklikten uzak olan, ayrıca tanımını yapmaya gerek bulunmayan,
sayıma ihtiyacı bulunmayan kitap olduğu hususunda ümmet arasında da Ehl-i
Sünnet imamları arasında da hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Her kim Kur'an'da bir
fazlalık ya da eksiklik olduğunu iddia edecek olursa, bu konuda icmaı
reddetmiş, insanlara iftirada bulunmuş, Resulullah (s.a.v.)'in üzerine
indirildiğini belirttiği Kur'an-ı Kerim'i de Yüce Allah'ın şu buyruklarını da
reddetmiş olur: "De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini meydana
getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplansalar, biribirlerine yardımcı
da olsalar yine bir benzerini meydana getiremezler. " (el-İsra, 88)
Fazlalık ve eksiklik iddiasında bulunan kimse aynı zamanda Yüce Allah'ın
Resulünün mucizesini de reddetmiş olur. Çünkü Kur'an-ı Kerim, batıl şaibesiyle
karşı karşıya bırakılacak olursa, benzeri meydana getirilebilir bir noktaya
düşer. Benzeri meydana getirilebildiği takdirde delil de olmaz, belge de olmaz,
mucize olmaktan da çıkar.
"Kur'an-ı Kerim'de
fazlalık ve eksiklik vardır" diyen kimse, Allah'ın Kitabı'nı ve Resulünün
getirdiğini reddetmiş olur ve farz olan namazlar elli vakittir, dokuz kadın ile
evlenmek helaldır, Allah, ramazan ayı ile birlikte başka birtakım günlerde de
oruç tutmayı farz kılmıştır, gibi dinde sabit olmayan birtakım iddialarda
bulunan kimseye benzer. Bu tür iddialar icma ile red olunduğuna göre, Kur'an-ı
Kerim'in üzerindeki icma ise bunlardan da daha sağlam, daha kesin, daha
bağlayıcı ve daha susturucudur.
İmam Ebu Bekr Muhammed
b. el-Kasım b. Beşşar b. Muhammed b. el-Enbarı der ki: Fazilet ve akıl ehli
olan kimseler, Kur'an-ı Kerim'in şerefi, Yüce makamını itiraf eder ve bu konuda
hakkın, insaf ve diyanetin gereğini kabul ederler. Kur'an'a dair batılcıların
iddialarını, inkarcıların gerçekleri sulandırmalarını, sapıkların tahriflerini
günümüze kadar red edegelmiş bulunuyorlar. Bu hal, Yüce Allah'ın desteklediği,
esasını sağlamlaştırdığı, dallarını geliştirip durduğu, sapık ve zalimlerin
kusurlarına karşı koruyup düşmanların ve kafirlerin hile ve tuzaklarına karşı
muhafaza ettiği şeriatini çürütmeye çalışarak, ümmete hücum eden ve böylelikle
dinden sapan bir sapığın günümüzde ortaya çıkmasına kadar böylece devam edip
geldi.
Bu sapık kişi,
Resulullah (s.a.v.)'ın ashabının da uygun gördüğü şekilde Hz. Osman'ın bir
araya getirdiği mushafın Kur'an-ı Kerim'in tümünü kapsama dığını iddia
etmektedir. Onun iddiasına göre, Kur'an-ı Kerim'den beşyüz harf (kelime)
kaybolmuştur. Kaybolduğunu ileri sürdüklerinin bir kısmını daha önce gösterdim.
Geri kalanlarını da birazdan göstereceğim. Bunlardan birisi: "Asra ve
zamanın musibetlerine andolsun" şeklindedir. Müslümanların büyük bir
topluluğu -ona göre- Kur'an-ı Kerim'den "zamanın musibetleri"ne
ifadesini kaybetmiş bulunmaktadırlar. Bunlardan bir tanesi de şu ayet-i kerime
ile ilgili fazlalık iddiasıdır: ''Nihayet yer süsünü takınıp süslendiği,
sahipleri de ona herhalde güç yetirebileceklerini sandıkları sırada geceleyin
veya gündüzün ona emrimiz geliverir. Sanki dün de yerinde yokmuş gibi onu
biçilmiş bir hale getiriveririz. "(Yunus, 24) Bu iftiracı kişi, bütün
müslümanların Kur'an-ı Kerim'den şu ifadeleri kaybetmiş olduklarını ileri
sürmektedir: "Allah orayı, ancak ora halkının günahları sebebiyle helak
eder." Ve bu kişi, kaybolduğunu ileri sürdüğü daha birçok kelimelerden de
sözeder.
Bu kişi Hz. Osman'ın ve
ashab-ı kiramın, Kur'an-ı Kerim'den olmayan şeyleri de fazladan eklediklerini
iddia eder. Kıldığı farz bir namazında çevresinde bulunan insanların da
işiteceği şekilde "De ki o" ibaresini okumayarak, doğrudan;
"Allah birdir ve sameddir" şeklinde okudu ve "(ehade) "Bir
ve tektir" kelimesini değiştirdi, doğrusunun bu olduğunu ileri sürdü.
İnsanların okudukları şeklin batıl ve imkansız olduğunu iddia etti. Farz
namazında Kafirun suresinin baş tarafını: "İnkar edenlere de ki: Sizin
taptıklarınıza ben tapmam" şeklinde okuyarak müslümanların okuyuşunu
tenkid etti. Elimizde bulunan Mushafın birtakım harflerinin değiştirilmiş
olduğunu, bozulmuş olduğunu iddia etmektedir. Bunlardan birisi, onun iddiasına
göre şu ayet-i kerimedir: ''Eğer sen onları azablandırırsan, şüphe yok ki onlar
senin kullarındır, ve eğer mağfiret edersen şüphe yok ki sen aziz ve hakim
olansın." (el-Maide, 118) Bu kişi burada zikredilen hikmet ve izzetin
mağfirete uygun düşmediğini doğrusunun ise: "Ve eğer mağfiret edersen
şüphe yok ki sen ğafur ve rahim olansın" şeklinde olduğunu ileri sürer. Bu
ve benzeri sapıkça iddiaları, nihayette müslümanların harfleri değiştirerek
kelimelerin şeklini de değiştirdiklerini (tashif yaptıklarını) iddia etmek
noktasına varmıştır. Mesela, Yüce Allah'ın: "Allah katında makbul
idi." (Ahzab, 69) ifadesinin kendisince doğru ve değiştirilmemiş şeklinin
"O Allah'ın makbul bir kulu idi" şeklinde olduğunu ileri sürmektedir.
Hatta onu dinleyen ve
tanıklık eden bir topluluğun bize haber verdiğine göre, farz namazda şöyle
okumuştur: "Onu okurken dilini kıpırdatma, Çünkü onu toplamak ve onu
okumak Bize düşer. Biz onu okuduğumuzda sen de onun okumasına uy. Sonra ona
dair haberi vermek bize aittir." Başkalarının, onu işiten başka
kimselerden bize anlattığına göre (Al-i İmran, 123. ayetini) şu şekilde
okuduğunu işitmişlerdir: "Andolsun ki Allah, siz zelil iken size Ali'nin
kılıcı ile yardım etmiştir, zafer vermiştir."
Yine bu kimselerin bize
ondan naklettiklerine göre o: ""Bu benim üzerime aldığım dosdoğru bir
yoldur" şeklinde okumuştur. Bize bildirdiklerine göre o, Kur'an-ı
Kerim'deki bir ayet-i kerimeye Resulullah (s.a.v.)'ın fesahatıyla bağdaşmayan
ve Yüce Allah'ın haklarında: "Biz, gönderdiğimiz her peygamberi ancak
kendi kavminin diliyle gönderdik. "(İbrahim, 4) diye buyurduğu kavminin
dilinde kullanılmayan ilaveler yaptığını bildirmişlerdir. O: "İnsanlara
demedin mi?" ifadesini Yüce Allah'ın: "insanlara diye sen mi söyledin." (el-Maide,
116) yerine getirmiştir. Halbuki i'rab ile (arap dili cümle yapısı ile ilgili
gramer kaideleriyle) uğraşanların bildiği bir ifade şekli değildir bu. Aynı
zamanda nahivcilerin konu ile ilgili ekollerinden herhangi birisine göre de
yorumlanamaz. Çünkü araplar hiçbir şekilde (...) demezler. (...) tabirini ise,
kullanmaları hem istisnaidir, hem çirkin ve bayağı bir ifadedir. Çünkü bu
olumsuzluk edatı mazi (di-li geçmiş) fiili olumsuz yapmaz. Böyle birşey ancak
arapların: "Allah onlar gibisini yaratmadı mı?" şeklindeki
ifadelerinde bulunabilir ki, bu da istisnai bir söyleyiş tarzıdır. Allah'ın
Kitabı ise böyle bir söyleyiş tarzına göre açıklanamaz.
Bu kişi, Hz. Osman'ın
Kur'an-ı Kerim'i toplama işini Zeyd b. Sabit'e vermekle isabet etmediğini de
iddia etmiştir. Çünkü Abdullah b. Mes'ud ve Ubeyy b. Ka'b, bu konuda ona göre
Zeyd'den daha önce gelmeliydiler. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"ümmetimin en iyi Kur'an okuyanı Ubeyy b. Ka'bdır." Yine Hz.
Peygamber Abdullah b. Mes'ud hakkında da şöyle buyurmaktadır: "Kur'an-ı
Kerim'i indirildiği şekliyle taptaze okumaktan hoşlanan bir kimse Umm Abd'ın
oğlunun (Abdullah b. Mes'ud'un) okuyuşu ile okusun." (Müsned, I, 38)
Bu kişi der ki: Ebu Amr
b. el-Ala, Hz. Osman'ın mushafına muhalefet ettiği gibi, ben de muhalefet
edebilirim. Ebu Amr b. el-Ala (...); (...) şeklinde okumuştur. Halbuki bunlar
mushafta (sırasıyla, şu şekildedir: (...) -elifli olarak- "muhakkak bu ikisi
..... " (Ta-ha, 63); "Sadaka vereyim ve ..... olayım" -vav'sız
olarak- (el-Münafikun, 10); "Kullarımı müjdele"(ez-Zümer, 17);
"Allah'ın bana verdıgi"(en-Neml, 27-36) -son her iki yerde de
"ya' harfi olmaksızın- okumuşlardır. Diğer taraftan İbn Kesir, Hamza ve Kisai
de Osman'ın mushafına muhalefet ederek: 'işte böyle Müminleri kurtarmak,
üzerimize bir haktır. "(Yunus, 103) anlamındaki buyruğu (...) şeklinde iki
nun ile okumuşlardır. Onlardan kimisi ikinci nun'u fethalı olarak, kimisi de
cezmli olarak okurlar. Halbuki mushaftaki yazılışı ile bu kelime (yani e?
kelimesi) şeklinde tek bir nun ile yazılıdır. Diğer taraftan Hamza da mushaftan
farklı olarak: "Bana mal ile mi yardıma geliyorsunuz !" (Neml, 37)
buyruğunu tek bir nun ile okuyup (ilave ettiği) ya harfi üzerinde vakfe
yapmıştır. Halbuki mushafta iki nun iledir ve ikisinden sonra da bir ya
gelmemektedir. Hamza mushafa muhalefet ederek "Haberiniz olsun ki Semud
rablerini inkar ettiler. "(Hud, 68) buyruğundaki (...) kelimesindeki elifi
tenvinsiz olarak okumuştur. Halbuki elifin tesbit edilmesi tenvinli okunmasını
gerektirir.
Ancak bu kişinin, kıraat
imamlarının muhalefet ettiklerini ileri sürdüğü bütün bu iddiaları, bunların
mushafa muhalefet ettiklerini ortaya koymaz.
Derim ki: Daha önce
mushaflar hakkında ihtilaf edilen harf sayılarına işaret etmiş bulunuyoruz. Bu
kitabın ilgili yerlerinde de -inşaallah- gerekli açıklamalar yapılacaktır.
Ebu Bekr der ki: Bu
kişi, Yüce Allah'ın (Yunus, 24. ayetindeki) buyruğunu şu şekilde okuyanın Ubeyy
b. Ka'b olduğunu ileri sürmektedir:
"Sanki dün de
yerinde yokmuş gibi. Allah onu ancak halkının günahları sebebiyle helak
eder." Ancak bu iddiası batıldır. Çünkü Abdullah b. Kesir, Kur'an'ı
Mücahid'den, Mücahid İbn Abbas'tan, İbn Abbas da Ubey b. Ka'b'dan kıraat yoluyla
öğrenmiştir. Ve onlar bu ayet-i kerimeyi şu şekilde okumuşlardır: "Sanki
dün de yerinde yokmuş gibi onu
biçilmiş bir hale
getirmişizdir. İşte Biz düşünen bir topluluk. için ayetleri böylece
açıklarız." (Yunus, 24) Bir rivayette de Ubey b. Ka'b, Kur'an-ı Kerim'i
Resulullah (s.a.v.)'ın huzurunda okumuştur ve okumayı ondan almıştır. Bu isnad
Resulullah (s.a.v.)'e kadar uzanan muttasıl bir sened olup, bunu adalet ve zabt
sahibi kişiler nakletmiştir. Resulullah (s.a.v.)'dan herhangi bir husus bize
sahih bir senedle gelecek olur ise, ona muhalefet eden bir hadis alınıp kabul
edilmez.
Yahya b. el-Mubarek
el-Yezidi der ki: Ben Ebu Amr b. el-Ala'dan Kur'anı Kerim'i öğrendim. Ebu Amr
Mücahid'den, Mücahid İbn Abbas'tan, İbn Abbas, Ubey b. Ka'b'dan, Ubey b. Ka'b
da Peygamber (s.a.v.)'dan Kur'an-ı Kerim'i öğrendi. Bu şekildeki birbirimizden
okumayı öğrenmemiz de sözü geçen ayet-i kerimede: "Allah orayı ancak ora
halkının günahları sebebiyle helak eder" ibaresi yoktur. Bu fazlalığı Yüce
Allah'ın peygamberine indirdiğini inkar eden bir kimse kafir de olmaz, günahkar
da olmaz.
Bana Ubeyy anlattı, bize
Nasr b. Davud es-Sağanı bildirdi, bize Ebu Ubeyd bildirip dedi ki: üzerinde
icmaın gerçekleştiği mushafa muhalif olarak rivayet edilen herkes tarafından
değil de özel birtakım kimselerin senedlerini bilip Ubey'den naklettikleri ve:
"Allah orayı ancak ora halkının günahları dolayısıyla helak etti"
fazlalığı, İbn Abbas'tan da (el-Bakara, 198. ayetinin bir bölümünü): "Hac
mevsiminde (ticaretle) Rabbinizden rızık istemenizde bir günah yoktur"
şeklinde okuması ve Hz. Ömer'in (Fatiha, 7. ayetini: (...ğayril nağdubi aleyhim
ve ğayriddallin) şeklinde okuması ve buna benzer özel olarak rivayet senetleri
bilinen birçok kıraat şeklini ilim adamları, bu şekilde okuyarak namaz kılmak
helal olur kasdıyla veya bunlarla Hz. Osman tarafından teksiri yapılan mushafa
karşı çıkmak kasdıyla nakil etmezler. Çünkü herhangi bir kimse, bu kıraatlerin
Kur'an'dan olmadığını söyleyecek olursa, kafir olmaz. Ashab-ı kiramın kendisine
muvafakatı ile Hz. Osman'ın topladığı Kur'an-ı Kerim'in bir kısmı inkar
edilecek olursa, bu inkar edenin hükmü mürtedin hükmünün aynısıdır. Tevbe
etmesi istenir. Tevbe ederse mesele yok, aksi takdirde boynu vurulur.
Ebu Ubeyd ayrıca der ki:
Hz. Osman'ın Kur'an-ı Kerim'i toplaması her zaman için onun büyük ve şerefli
menkıbelerinden birisi olarak kalmaya devam edecektir. Bazı sapık kimseler, bu
işi yaptığı için onu tenkide kalkışmışlar fakat, hataları olduğu gibi ortaya
çıkmış ve iddialarının çirkinliği açık seçik bir şekilde görülmüştür.
Ebu Ubeyd der ki: Bana
Yezid b. Zurey'den anlatıldığına göre Yezid, İmran b. Cerir'den, o Ebu
Miclez'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bazı kimseler, ahmaklıkları
sebebiyle Hz. Osman'ı tenkide kalkıştılar, ardından da kıraatı neshedilmiş olan
buyrukları okumaya koyuldular.
Ebu Ubeyd der ki: Ebu
Miclez bununla Hz. Osman'ın mushafa kaydettiğini bilgiye dayanarak kaydettiği
gibi, etmediğini de bilgiye dayanarak etmediği kanaatini açıklamaktadır.
Ebu Bekr der ki, Yüce
Allah'ın: "Şüphesiz ki o Zikri Biz indirdik. Onu koruyacaklar da elbette
Bizleriz.'' (el-Hicr, 9) buyruğunda bu tür iddiada bulunan o kimsenin kafir
olduğunun delili vardır. Çünkü Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'i değişikliklere ve
değiştirmelere karşı muhafaza etmiştir. Fazlalıktan ve eksiklikten korumuştur.
Bir kimse Tebbet süresini:
"Ebu Leheb'in iki
eli kurusun. Zaten kurudu. Malı da kazandığı da kendisine fayda vermedi. O da
onun kadıncağızı da odun taşıyıcısı olarak alevli bir ateşe girecekler.
Karısının boynunda liften bükülmüş bir ip olduğu halde." şeklinde okusa,
aziz ve celil olan Allah'a, iftira etmiş ve O'nun söylemediğini söyledi diye
iddia etmiş, kitabını tahrif etmiş olur. Yüce Allah'ın koruma altına aldığı ve
başka şeylerin karışmasını engellediği bu kitabı başka şeylerle karıştırmaya
kalkışmış olur. Bu kişinin, yaptığı bu iş ile inkarcılara yolu hazırlamak amacı
vardır. Böylelikle Kur'an-ı Kerim'e İslam'ın kulplarını tek tek
çözebileceklerini sandıkları şeyleri soksunlar ve bu tür batılları nisbet
ettikleri o zatlara da bu işleri nisbet etsinler. Onlar bu iddiaları ile
kendisi vasıtasıyla İslam'ın korunduğu icmaı iptal etmeye, çürütmeye
kalkışırlar. Halbuki icmaın sübutu ile namazlar kılınır, zekatlar verilir,
ibadet edilecek şekil ve yerler tesbit edilir. Yüce Allah'ın: "Elif Lam,
Ra. Bu, ayetleri sağlamlaştırılmış bir kitaptır.'' (Hud, 1) buyruğunda böyle
bir kimsenin bid'at sahibi olduğuna ve İslam'dan çıkıp küfre girdiğine delalet
vardır. Çünkü "ayetleri sağlamlaştırılmış" demek, insanların bu
ayetlere birşeyler eklemeleri yahut eksiltmeleri veya ona benzer ayetler
getirmeleri engellenmiştir, anlamındadır. Halbuki biz sözünü ettiğimiz bu
kişinin, bu ayetlere başka şeyler eklediğini görüyoruz. O (el-Ahzab, 25)
buyruğunu: "Ali ile" kelimesini ekleyerek): "Allah, Ali
sayesinde müminlere savaş hususunda kafi gelmiştir. Allah güçlüdür, azizdir.
" Böyle bir fazlalık ile Kur'an-ı Kerim'de olmayan birşeyi koymuş ve Hz.
Ali'yi öyle bir yerde eklemiş ki, eğer orada adını geçirdiğini işitmiş olsaydı,
mutlaka buna şer'i cezayı uygular ve öldürülmesi hükmünü verirdi. Diğer
taraftan o, Yüce Allah'ın kelamından (İhlas süresinin baş tarafından: "De
ki: O'' buyruklarını düşürmüş, ayrıca (...) kelimesini de değiştirerek bu
sürenin baş tarafına: (...) şeklinde okumuştur. Onun Kur'an-ı Kerim'de olan
birşeyi kaldırması, o kaldırdığı şeyi reddetmektir ve bir küfürdür. Kur'an-ı
Kerim'in bir tek harfini inkar eden bir kimse, onun tümünü inkar etmiş ve bu
ayet-i kerimenin anlamını da yok etmiş olur. Çünkü tefsir alimleri şöyle demiştir:
Bu ayet (yani İhlas süresinin baş tarafı) şirk ehline cevap olarak inmiştir.
Onlar, Resulullah (s.a.v.)'e gelip: Bize Rabbini tanıt. O altından mıdır,
bakırdan mıdır, tunçtan mıdır? demeleri üzerine Yüce Allah onlara cevap olmak
üzere: "De ki: O, Allah'tır, birdir ve tektir" buyruğunu indirdi.
Buradaki: "O" buyruğunda onların sorularına karşı cevabın ne olduğuna
delalet vardır. Bunu ortadan kaldırdığınız takdirde ayetin anlamı ortadan
kalkar. Ve Yüce Allah'a iftirada bulunulduğu açıkça anlaşılır. Resulullah
(s.a.v.)'ın yalanlandığı ortaya çıkar.
Böyle bir kimseye ve
onun izlediği yolu destekleyenlere şöyle denilir. Bizim okumakta olduğumuz ve
bizim de bizden önceki geçmişlerimizin de başkasını bilemediğimiz Kur'an-ı
Kerim, başından sonuna kadar Kur'an'ın hepsini kapsamakta mıdır? Onun lafızları
ve manaları her türlü tutarsızlıktan ve bozukluktan uzak kalmış mıdır? Yoksa
bu, Kur'an-ı Kerim'in bir kısmı hakkında sözkonusu olmakla birlikte diğer bir
kısmı bizim dinimize mensup ve bizden önce geçenler tarafından bilinmediği
gibi, bizim tarafımızdan da bilinmemekte midir? Eğer bunlar elimizde bulunan
Kur'an-ı Kerim'in Kur'an'ın tümünü kapsamakta ve ondan bir kayıp olmadığını
kabul etmekte, lafız ve manalarının doğruluğunu tasdik edip her türlü
tutarsızlık ve yanlışlıktan uzak olduğuna inanmakta iseler, o takdirde (Hakka,
35-36) buyruklarını şu şekilde fazlalık ekleyerek "Artık bugün burada onun
için yakın hiçbir dost yoktur. Gıslinden başka bir içeceği de yoktur. Bu Gıslin
cahimin alt taraflarından akan bir pınardandır." şeklinde okuduklarında
kendilerinin kafir olduklarına da hüküm vermiş olurlar:
Bundan daha açık
Kur'an-ı Kerim'e bir ilave olabilir mi ve bu Kur'an-ı Kerim'e nasıl
karıştırılabilir ki? Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'i böyle bir değişikliğe karşı korumuştur.
Her türlü iftiracı ve batılcının Kur'an ayetlerine benzeri şeyler eklemesine de
imkan vermemiştir. Yapılan bu ziyadeler üzerinde düşünülüp anlamları tetkik
edildiği takdirde, tutarsız oldukları, doğru olmadıkları ortaya çıkar. Bunların
Yüce yaratıcının buyruğuna benzemediği, O'nun sözlerine karıştırılamadığı ve
manasına uymadığı anlaşılır. Çünkü bundan sonra Kur'an-ı Kerim'de gelen ayet-i
kerime: "Ki onu ancak hata işleyenler yer" (Hakka, 37) şeklindedir.
Peki içilecek olan birşey nasıl yenilir? Çünkü bu kişinin bu ayetden önce
getirdiği ziyadelikleriyle okuduğu şekil şöyledir: "Artık bugün burada
onun için hiçbir yakın dost yoktur. Gıslinden başka hiçbir içeceği de yoktur.
Bu Gıslin cahimin altlarından akan bir pınardandır ki onu ancak hata işleyenler
yer."
Bu ifadeler
çelişkilidir. Biri ötekini çürütmektedir. Çünkü içecek birşey, yenilmez ve
araplar: Suyu yedim, demezler. Bunun yerine onlar: Suyu içtim, tadına baktım ve
tattım derler. Yüce Allah'ın inzal buyurduğu şekilde ise, bir harfine dahi
muhalefet edenin kafir olmasına sebep teşkil edecek derecede doğru ve
sağlıklıdır. Çünkü orada: "Gıslinden başka hiçbir yiyeceği de yoktur.
"(el-Hakka, 36) diye buyurulmaktadır. Gıslini ancak hata işleyenler, yer
veya bu yiyeceği ancak hata işleyenler yer. Gıslin ise cehennemliklerin
karınlarından çıkan yağlar ve onunla birlikte çıkan irin ve başka şeylerdir.
Bu, büyük belalar ve kıtlık zamanlarında yenen bir yiyecektir. İçecek olan
birşeyin yenmesi ise imkansızdır. O bakımdan bu batıl iddiacı kişi, eğer fazladan
eklediği: "O cahimin alt taraflarından akan bir pınardandır"
ifadesinden sonra "onu ancak hata işleyenler yer" ifadesi yoktur,
deyip bu ayet-i kerimeyi Kur'an-ı Kerim'den değildir diye reddetmiş olsaydı, o
vakit, eklediği bu fazlalığın mana bakımından tutarsızlığı pek görülmezdi.
Ancak, Kur'anı Kerim'in bir ayetini inkar ettiği için de kafir olurdu. Bu
kişinin sözlerini reddetmek ve gülünç olduğunu anlamak için bu kadar açıklama
yeterlidir.
Ashab-ı kiram ile
tabiinden şu şu şekilde okuduklarına dair gelen nakiller ise, sadece açıklama
ve tefsir türündendir. Yoksa, bunlar da okunan Kur'an-ı Kerim'in bir parçası
anlamında değildir. Lafzı ve hükmü ile nesholunan yahut hükmü kalmakla birlikte
yalnız lafzı nesholunan ifadeler de aynı şekilde Kur'an'dan değildir. Nitekim
ileride Yüce Allah'ın: "Biz .... hiçbir ayeti neshetmez veya
unutturmayız" (el-Bakara, 106) buyruğunu açıklarken bunları (inşaallah)
göreceğiz.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN