MUKADDİME
Kur'an-ı Kerim'de Arap
Dilinden Başka Kelimeler Var mıdır?
Kur'an-ı Kerim'de arapların
anlatım üslubuna göre dizilmemiş söz dizisinin olmadığı, bununla birlikte
Kur'an-ı Kerim'de İsrail, Cibril, İmran, Nuh ve Lut gibi arap dili ile
konuşmayan kimselere ait özel isimlerin bulunduğu hususunda imamlar arasında
görüş ayrılığı yoktur.
Ancak tek tek özel
isimlerin dışında arapça olmayan, birtakım lafızların kullanılıp kullanılmadığı
hususunda görüş ayrılığı vardır. Kadı Ebu Bekr b. etTayyib, et-Tab eri ve
başkaları Kur'an'da arapça olmayan lafızların bulunmadığı görüşündedirler.
Onlara göre, Kur'an-ı Kerim apaçık bir arapçadır. Kur'an-ı Kerim'de bulunup da
diğer dillere nisbet edilen bazı kelimeler de aslında değişik dillerde
kullanılan ve söyleyişi birbirine benzeyen kelimelerden ibarettir. Bu gibi
kelimeleri araplar, farslar, habeşliler ve başkaları ortak söyleyişlerle
kullanmışlardır. Bazı imamlar ise, arapça olmayan lafızların var olduğu
kanaatindedirler. Bunlara göre bu kelimeler oldukça az olduklarından dolayı
Kur'an-ı Kerim'i apaçık bir arapça olmaktan çıkarmazlar. Rasülullah (s.a.v.)'ı
da kendi kavminin diliyle konuşan bir kimse olmaktan çıkarmazlar. Mesela,
"el-mişkat" kelimesi, (bk. en-Nur, 35): "Kandilin konulduğu
duvar içerisindeki oyuk" demektir. Yine "neşe'e" kelimesi
geceleyin kalkmak anlamındadır. Yüce Allah'ın: "Muhakkak geceleyin
kalkmak" (el-Müzemmil, 6) buyruğunda da bu kelime kullanılmıştır. Yüce
Allah'ın: (...) buyruğu ''Size iki kat verir" anlamındadır. (el-Hadid,
28).
"Arslandan ürküp
kaçan" (Müddessir, 51) buyruğunda yer alan ve "arslan" anlamında
gelen "kasvere" gibi. Bütün bunlar Habeşçedir.
el-Gassak, Türkçede
kokuşmuş ve soğuk anlamındadır. el-Kıstas rumcada mizan, terazi demektir.
Siccil, farsçada taşlı çamur anlamındadır. Tur, dağ anlamındadır. el-Yemm,
süryanice deniz anlamındadır. et-Tennur ise acemcede yeryüzü anlamındadır.
İbn Atiyye der ki: Bütün
bu kelimelerin gerçek durumu şudur. Bunlar asıl itibariyle arapça değildir.
Fakat araplar bu kelimeleri kullanmış ve arapçalaştırmışlardır. O bakımdan bu
kelimeler arapçadırlar. Kur'an-ı Kerim'in dilleriyle nazil olduğu Arab-ı
aribenin ticaretlerle Kureyşlilerin Şam ve Yemen tarafına yaptığı
yolculuklarıyla Müsafir b. Ebu Amr'ın Şam'a, Ömer b. el-H attab'ın, Amr b.
el-As'ın, Umare b. el-Velid'in Habeşistan'a yolculuk yapmalarında görüldüğü
şekilde, diğer dillerin bazı kelimelerinin karıştığı da sözkonusu olmuştur.
Dil konusunda sözleri
belge mahiyetinde olan el-A'şa'nın Hire'ye yaptığı yolculuk ve oranın
hıristiyanlarıyla sohbeti de bu türdendir. İşte bütün bunlar aracılığıyla
arapçaya, arapça olmayan birtakım kelimeler de karışmıştır. Bunların bir
kısmının harfleri azaltılarak değiştirilmiş, arapça olmayan kelimelerin ağır
söylenişleri hafifletilmiş ve araplar bu kelimeleri şiirlerinde, karşılıklı
konuşmalarında kullanmaya başlamış, nihayet bu kelimeler sahih arapça kelimeler
gibi kullanılır olmuş, bunlarla birtakım hususlar açıklanır olmuştur. İşte bu
noktada Kur'an-ı Kerim de bu gibi kelimeleri kullanmıştır Herhangi bir arap, bu
kelimeleri bilmiyor ise, onun da başkasının dilini açık bir şekilde bilmeyişine
benzer. Nitekim İbn Abbas "Fatır" kelimesinin ve benzeri bazı
kelimelerin de manasını bilmiyor idi.
İbn Atiyye der ki:
Taberi (Allah'ın rahmeti üzerine olsun)nin kabul ettiği, benzer kelimeler iki
dilde de müşterek olarak kullanılan lafızlardır, şeklindeki kanaati uzak bir
ihtimaldir.
Çünkü çoğunlukla
rastlanılan, bu kelimelerden birisinin aslı teşkil etmesi öbürünün de ondan
dallanıp budaklanması şeklindedir. Bununla birlikte biz, söyleyişler arasında
uyumun az ve istisnai olabileceğini de reddetmiyoruz.
Başkaları ise şöyle
demiştir: Ancak birinci görüş daha doğrudur. İbn Atiyye'nin: Arapların
kullandıkları bu kelimeler, başkalarının dilinde asıl ve arapçaya da sonradan
girmiştir, sözü bunun aksinin böyle olmasına tercih edilebilecek durumda
değildir. Çünkü arapların önce bu kelimeleri kendi aralarında kullanmış olma
ihtimali de vardır. Eğer önce bu kelimeleri onlar kullanmış iseler, bu
kelimeler arapça demektir. Çünkü onların dillerindeki bu kelimelerin, ancak
kabul ettikleri ve verdikleri mana ile kullanıldıkları görülmektedir.
Başkalarının bazı kelimelerde onlara muvafakat etmiş olmaları da uzak bir
ihtimal de değildir. Bu görüşü büyük imam Ebu Ubeyde dile getirmiştir.
Bu kelimeler, arapların
kullandıkları sözlerin vezinlerine (kalıplarına) uygun değildir. Dolayısıyla bu
kelimeler arapça olmaz, denilecek olursa cevabımız şudur: Arapların
kullandıkları bütün ve zinlerin tek tek tesbit edildiğini kim söyleyebilir ki,
bu tür kelimelerin bu vezinlere uymadıkları ileri sürülebilsin? el-Kadı,
arapların kullandıkları vezinlerin asıllarını uzun boylu araştırmış ve
nahivcilerin izlediği yola uygun bir şekilde bütün bu isimlerin arap dilindeki
kalıplara uygun olduklarını tesbit etmiştir. Eğer araplar, bu kelimeleri
karşılıklı konuşmalarında kullanmamış ve bu kelimeleri bilmiyor olsalardı,
Allah'ın onlara bilmedikleri bir şekilde hitap etmesine imkan olmazdı. O
takdirde Kur'an-ı Kerim de apaçık bir arapça olmaktan çıkardı, Resulullah
(s.a.v.) de kendi kavmine kendi dilleriyle hitap eden bir kimse olmazdı. Doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN
Kur'anın
i'cazına Dair Bazı Nükteler ve Mu'cizede Aranan Şartlar